bağımlısı olunmasa, arada arada sırf yeşillik olsun diye saplanılan melankoliyi, yapacak başka iş bulamayanların devamlı hale getirmesidir.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

yok be kardeşim ne karantinası, sözlükten arkadaşlarla kamptayız çok eğleniyoruz, aynen 2 hafta oldu çok iyi ortam..
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
çizim çekim şahsıma ait
devamını gör...

küfür yerinde iyidir , insanı rahatlatır.

mesela bu başlıklara #463967 küfür etme ihtiyacı duyuyorum ve rahatlıyorum.
devamını gör...

uluların ulusu, yücelerin yücesi, gerektiğinde yoldaş ama gerekirse bir kartal kadar sert, şefkati ne güzel ama hiddeti aleme ibret. işte o yoldaş benjamin franklin.

çekinir abi der bana. bana geldi dedi trevor abi trevor abi ben dedi sözlük açcam. get lan işine dedim kafa mı buluyon benle dedim. tak ordan kafa sözlük diye ismi buldu. bak dedim gardaş bu işler ucuz olmaz, benjamine bakar. abi dedi sen dedi parayı merak etme, sen bana yoldaş ol altından kalkarız dedi. tak ordan bide yoldaş benjamin diye nicki koydumu sana. dedim kanka bak dedim cigara bok birader, ben kafamı bulamıyorum sen sözlük diyorsun. tak ordan dedimi abi dedi senin dedi adın trevor olsun, abi dedi her şey dedi çok güzel olacak, sen bana fırsat vermiyorsun abi dedi. ama böyle konuştukça kunduz gibi içine kaçıyo adam. tuttum aldım kunduzu oturttum karşıma. bak dedim cengo bu işlere girip dağılan çok adam var. tamam hevesini almak istiyorsan kur sözlüğü ama çok da bağlanma. der demez abi baktım site tak ertesi günü açılmış. o gün bugündür yazıyorum kendimi bilmeden. ama şunu söyleyeyim, cigara bok birader. sonra geldi dedi abi dedi ilk yirmiye girmişiz türkiye çapında. hiiih dedim çok mutlu oldum ben. nasıl olmayayım? dünya kadar sözlük sitesi var. dedim yaşşa len kelle sen adam olacan da işte ben göremeyecem. ama nasıl bir sevinç var evde. aman yarabbim. evin itleri bile iki ayak üsründe geziyor sevinçten. evin hizmetçisi diyor sevinçli sevinçli donatayım masayı size bu akşam. dedim donat tabi yaaa sabahlar olmasın kutlama yapaciz. abi biz nasıl sevinçliyiz anlatamam. benjamin diyor allah'ım sana şükürler olsun deyip ordan tak şarap kadehini kaldırdı. vurdum ensesine o anda şarap boğazında kaldı benjaminin. dedi abi oldu mu şimdi ne güzel eğleniyorduk bak şarap boğazıma durdu falan derken dedim cengo şarap içiyorsun allah diyorsun bi kendine gel. abi dedi ben dedi sevinçten ne yaptığımı biliyor muyum falan derken terastayız orda yemek yiyoruz hemen yan bina bizim şoparların yeri. akşam abi bizim çalgıcılar da kurmuş çilingir sofrasını, biz şarap çalgıcılar rakı takılıyoruz karşılıklı teraslardan. adamlar tekirdağlı abi, düğün dernek çalgı işlerinin membaa artık. ordan seslendim;üstad kanun yanında mı? şoparların en büyük olanı ordan seslendi, sen sipariden haber ver olmasa da buluruz. yaaa dedim üstad sen bilirsin işini patlat ordan güzel bişey ayarlarız bişeyler. abi adam aldı kanunu döktürüyor ama nasıl anlatamam. biz kanun dedik ama bunlar ekip. hiiih ordan çıktımı sana klarnetiydi darbukasıydı falan. üstad dokuz sekizlik giriyor aman yarabbi. yerinde durabilene aşk olsun. ölüyü diriltir abi o müzik. neyse lafı uzatmayayım o gece epey eğlendik. bir ara artık iş sanat müziğine falan kaydı biraz hüzün oldu tabi. benim eski kırık vardı onu düşündüm falan neyse derin mevzular.
yani demek istediğim kolay kurmadı benjamin bu sözlüğü.
devamını gör...

pandeminin ilk zamanlarında benim de gerçekleştirdiğim eylem. yanlardan ve üstlerden kırıkları al, önler kalsın mentalitesiyle çıktığım bu yolda yanlışlıkla kafamın sol tarafını bildiğiniz oydum. akabinde “amaaaann vur sıfıra saç köklerin sağlıklı olsun” diye düşünüp sıfıra vurdum. hayatımın bir dönemini keltoş geçirdim ama allah’tan kimse çıplak gözle tanık olmadı. hem her şey sağlık içindi...
devamını gör...

émile françois zola'nın natüralizmin babası sayılmasının nedenlerinden biri olduğuna kesin gözüyle baktığım muhteşem eseri. esere ismini vermiş olan thérèse raquin başlı başına william blake'in "he who desires, but acts not, breeds pestilence." cümlelerinin bir yansıması gibidir. çocukluğu ve gençliği boyunca tüm canlılığını yitiren thérèse'i zola o kadar incelikli aktarır ki cümlelerinde, tüm hırçınlığını, öfkesini ve gizlenmiş saldırganlığını okurun zihnine parça parça işler. cinayeti bayağı bir biçimde aşık bir adam ve kadının ellerinden çıkma göstermek yerine tüm gerçekliği ile bu cinayetin çıkarlar sonucu olduğunu satır aralarında sıklıkla gözümüze sokuyor zola. eser nefretle yoğrulan tutkunun, gülünç bir pişmanlığın ve yeri doldurulamayan bir boşluğun nahoş bir portresi. özellikle felç kalmış olan madame raquin'in oğlunu thérèse ve laurent'in öldürdüğünü öğrendiğindeki ruh hali zola tarafından o kadar etkileyici bir biçimde kağıda aktarılmış ki, bunun muhteşem bir insan doğasının tahlili olduğu yadsınamaz bir gerçek.

thérèse ve laurent'in birbirlerini suçlamalarında özenle yazılmış olan diyaloglar, laurent'in kabuslarının sarsıcı etkisini anlatmak için yazılmış betimlemeler ve hatta sanatın zola için ne ifade ettiğine dair hoş bir kaç detayla beraber kısa ama bünyeyi sarsan cinsten bir roman. laurent babasının zoru ile hukuk okuduğu yıllarda keyfine düşkünlüğünden iki sene kadar ressam bir arkadaşı ile atölyede kalıp resimler çiziyordu. thérèse ile sonunda evlendiği ve camille'in cinayetinin verdiği huzursuz edici ağırlık nedeniyle yıllar sonra yeniden kendine bir atölye kurduğu zamanlarda çizim yapmaya tekrar başladı. bu süreçte katı, umursamaz ve incelikten yoksun doğası değişmiş tıpkı eskiden heybetli duran görüntüsünün yavaş yavaş eriyip hastalıklı bir çocuksuluğa dönmesi gibi karakteri de hislerinden ötürü kırılgan bir boyut kazanmıştı. bu noktada eski ressam arkadaşı ile tekrar karşılaşan laurent onu atölyesine davet etti ve ressam laurent'in tablolarındaki mükemmelik karşısında şaşkınlıktan tutulup onun bu eserleri nasıl yapabildiğini merakla sormuş sebebini ise bu resimlerin bir sanatkârın elinden çıkma göründüğünü ama laurent'in oldum olası kaba bir sıvacıdan başka bir şey olmadığını düşündüğünü söylerek açıklamıştır. bu noktada zola'nın da sanata bakışının ufak bir parçasını yakalamış oluyoruz aslında. insansı kırılganlığın tüm parçaları eserin etrafına saçılmış gibi. okurken thérèse ve laurent'in intihara giden halet-i ruhiyeleri karşısında katı bir tiksintiden ziyade şiddetli bir acıma duygusu oluştu bende. insanın bencil ve buyurgan doğası pişmanlığını bile gölgeleyebilecek cinstendir bazen ve hatta romandaki diğer karakterler açıkça gösterir ki başkalarının hezeyanlarına ve kayıplarına duyduğumuz üzüntü bile çoğu zaman göstermelik bir oyundur. ek olarak romandaki kedi françois'nin isminin zola'nın ikinci isminden gelmesi ne zaman hatırlasam hoşuma giden bir detay.*

vernon'da halası ve onun hastalık hastası küçük oğlu camille ile geçen sıkıcı ve buhranlı bir çocukluk ve gençlikten sonra hayat hakkında hiçbir şey bilmeden henüz 20 yaşlarında camille ile evlenen ve sürekli uyumlu biri maskesi takmaya zorlanan thérèse, paris'e yeniden taşındıkları zaman sürecinde kocasının da arkadaşı olan laurent ile gizli bir ilişkinin içerisine girer fakat esasında bu ilişkinin aşk ile uzaktan yakından alakası yoktur. ikisi için de basit, içgüdüsel bir ihtiyaçtır aslında. laurent çalışmaktan hoşlanmayan tembel ve hovarda bir adamdır, beş parasız olduğundan kadınlara harcayacak beş kuruşu olmadığını düşünür ve bu yüzden ona masrafsız gelen thérèse ile vakit geçirmekten çekince duymaz. thérèse ise neredeyse ölü, mukavvadan bir kukla gibi gördüğü kocasından ve hayatından sonu gelmez bir tiksinti ile nefret etmektedir ve bu gösteremediği nefreti, yıllarca içinde gizlemek zorunda kaldığı tüm canlılığını laurent ile gösterebildiğini ve böylece gizlice intikamını aldığını düşünmektedir. bu ilişki camille'in seine nehrinin dibini laurent ve thérèse sayesinde boylamasından sonra evliliğe dönüşür fakat suçluluk ve cinayetin katı bir cisim gibi aralarına girmesi ikilinin intiharı ile son bulur.


"tous ces gens-là sont aveugles : ils n'aiment pas." (bütün bu insanların gözleri kör: çünkü sevmiyorlar.)


"ıl a raison, ils se ressemblent tous… ıls ressemblent à camille… ıl redoutait de ne plus pouvoir dessiner une tête, sans dessiner celle du noyé." (hakkı var, diye mırıldandı. hepsi birbirine benziyor... hepsi, camille'e benziyor. artık boğulmuş olan adamın suratından başka bir şey çizememekten korkuyordu.)

tu étais au bord de l’eau, tu te souviens, et je t’ai dit tout bas : je vais le jeter à la rivière. alors tu as accepté, tu es entré dans la barque. tu vois bien que tu l’as assassiné avec moi…ce n’est pas vrai, j’étais folle, c’est toi qui as assassiné camille. (sen suyun kenarındaydın, hatırlasana! ben sana yaklaşıp usulca: "onu nehire atacağım" dedim. o zaman sen bunu kabul ettin ve sandala bindin... işte görüyorsun ya, sen de benimle birlikte camille'i öldürdün!)

devamını gör...

kendine sahip çık ve değerini bil. sana senden başka kimse değer vermez.
devamını gör...

başlığı görünce gülümsedim resmen. atam tutam ben seni zaman yolculuğuna çıkaram ben seni temalı bir dizi bu. zaten yukarıda bahsedilmiş ama bu amaç bulma işi karışık. yani girdiğiniz bedenin hayatına uygun bir amacı gerçekleştirmeniz lazım. yani atıyorum bir katilsiniz ne yapacaksınız? bu sorunun cevabı mühim * bir de ünlülerin içine kaçmak gibi bir durum söz konusuydu ki orası ziyadesiyle komikti. elvis falan vardı diye hatırlıyorum. bu arada al karakteri de tamamlayıcı karakter olarak müthiştir. zaten al'ı oynayan dean stockwell abimiz battlestar galactica'da da oynadı. yattığı yer incitmesin diyelim. çok özgün bir diziydi bence. bazı terslikler falan da kahkaha attırırdı.

ha bu arada sam yolculukları kendi yaşamıyla yani doğum anından içinde bulunduğu yaş dönemine kadar yapabiliyordu. kısıtlıydı yani yolculuk meselesi ama bir iki kere bu deneyler vesaire yüzünden geleceğe de zıplamıştı. yalnız bu diziden bana kalan çok özel bir şey var ki sonra bir daha izledim ben bu diziyi. başkalarının hayatlarına kısılıp kalmak, insanın kendi hayatını yaşayamaması metaforu kendi yaşamlarımız için inanılmaz ders verici bir nitelik arz eder. yani düşünsenize hep başkalarının amaçlarını bulmak, hep başkalarının hayatlarındaki sorunları çözmek için mücadele ediyorsunuz. bir nevi kendinizi yok sayıyorsunuz. kendinizi gölgelere çekiyorsunuz. yani kabaca kendinizden vazgeçiyorsunuz. işte bunu yapmayın mesajını bence çok başarılı bir şekilde veriyor. ya da vermese dahi ben o mesajı aldım * bu yönü de çok faydalıdır. neyse ben de açıp izleyeyim tekrar. yine yaktık kendi başımızı. daha da girmeyeceğim bu tarz başlıklara diyorum diyorum yine de giriyorum. *
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

franz kafka'nın yaşadığı sendrom.

''hastalığına kadar dünyadaki en başarılı romanlardan birkaçına imza atmayı başaran yazar, artık yazmak istemediğini ve ölmeye hazır olduğunu anladığında yazım hayatına nokta koyan yazar en yakın arkadaşı ve yayıncısı max brod’a tüm yazılarını emanet edip onları yakmasını ister! ama max brod o yazıları yakmayacak ve bize kafka’yı armağan edecektir…''

tolstoy'da yaşamının son kısmında edebiyatta bir uğursuzluk olduğuna inandığını söyler ve bir daha yazmamaya karar verir.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel benim mizah anlayışım bu. bu kadar. içinde kedi olan veya olmayan her şeye ama her şeye gülerim. her şeye.
devamını gör...

doğru bildiğini söyleyen ve kaliteli espriler yapan değerli bir yazardır kendisi.

çoğu konuda kafamız uyuşur kendisiyle, paslaşırız güzel anlaşırız. uzun uzun yıllar yazar umarım.*
devamını gör...

yanlış anlaşılmalara mahal vermemek için değiştirmemiş olabilir..

kocası olan erkek kişisi üzerinde baskı kurmuş olabilir. yani bu grubu her türlü anlayabilirim. fakat farklı bir grup daha var ki işte onları hiç anlayamayacağım.

zaten uzun bir kızlık soyadı olup, ve zaten uzun olan kocasının soyadını da kendi soyadının arkasına ekleyen tipler. ortaya acayip şeyler çıkıyor ya.

aslı nihal uzunoğlu yıldırım.

hatice kübra erçelik önal..

arkadaşlar biz direkt bobo falan diyelim olur mu? bu nedir lan portekiz soylusu gibi ortalıkta dolaşan sosyal medya hesapları mevcut. acilen önlem alınmalı.*
devamını gör...


van'dan izmir'e gitmek için ferit melen havalimanı'na gelen iran uyruklu 2 kişi, polis ekiplerince şüpheyle durduruldu. üst araması sonrası iç muayene için hastaneye sevk edilen 2 kişinin midesinde, 103 kapsül halinde 920 gram metamfetamin tespit edildi.

devamı için
devamını gör...

kadınlı erkekli bir grup arkadaşın eğlenmek ve bir arada vakit geçirmek için oluşturduğu kar amacı gütmeyen bir platformdur. kurucusu, putin’e yakınlığı ile bilinen @yoldaş benjamin franklin’ dir. kafa sözlük, türkiye’de avrasyacı gençlerin yetişmesine hizmet etmek amacı ile kurulmuş olup kgb’den düzenli olarak fon almaktadır.

tabi ki bunlar birer şaka, putin napsın elin cin ali logolu sözlüğünü allasen?

amacımız; trafiğe, korna seslerine, uzun uzadıya bitmeyen mesailere, toplantılara, kalp sıkışmalara, strese, kirli siyasette, anksiyete krizlerine biraz olsun ara verip soluklanabileceğimiz bir platform yaratmak.

sence de çok hızlı dönmüyor mu dünya ?

(bkz: kafa sözlük formatı ve kuralları)
devamını gör...

bilimsel olarak da kanıtlanmıştır. aşağılık kompleksinin sonuçlarındandır.
salıverin küçük enişteyi
kendimin de içinde bulunduğum güruhtur.
devamını gör...

aşırı bilgili biri olduğunu düşündüğüm, henüz yeni keşfettiğim yazar. yorumları ve bakış açısı da güzel geldi.* tanımlarına bir de görsel eklendiğini varsayarsak, profilinde gezerken bir afrika+amerika turu yapmış gibi olurdunuz. teşekkürler efendim. *
devamını gör...

2007 yapımı ispanyol korku-gerilim filmi..

jaume balaguero yönettiği film, itfaiyecilerin bir gecesini konu alan 3. sınıf bir tv programının kamerasından beyaz perdeye yansıyor. genç kızımızın itfaiyecilerle röportaj yaptığı sırada, bir alarm verilir, itfaiyeciler oraya gider, kızımız ve kameraman kardeşimizle beraber bir apartmana gireriz ve olay orada kopar.

klasik zombi temasına, pov türüyle yaklaşan, gerçekçi atmosferiyle insanı gerçekten korkutan bir film rec. ilk başlarda çok sempatik gelen sunucu kızımız, film ilerledikçe medyanın iğrençliğini simgelercesine itici olmaya başlıyor, insanların gerilimleri, çaresizlikleri ve korkuları yaklaşık 70 dakika izleyeni esir alıyor. yıllar yıllar önce çekilen blair witch project filminin açtığı yolda, onu çok geride bırakarak ilerliyor filmimiz.

özellikle son 10 dakikada tempo iyice artıyor, ortalama ve belki de birazcık havada kalan bir finalle bitiyor film. gerçi rec 2 filminde olaylar aydınlanıyor, bu filmde akılda kalan boşluklar doluyor ancak yine de insan biraz daha ayrıntı bekliyor açıkçası.

kesinlikle türünün en iyi örneklerinden olan film, avrupa sinemasının yaratıcılığının da bir anlamda simgesi oluyor ve olabildiğince büyük övgüleri hak ediyor..
devamını gör...

türk bayrağını tamamen (!) doğu roma bayrağı olarak tanımlayan ve sığlaştıran enteresan beyinleri de gördüğümüz başlık oldu. bayrak o şekilden hangi anlam yüklenerek ve hangi suretle kullanılarak o gün için son halini almış da (hipermetrop değilseniz ayrım da yapabilirsiniz veya okuyabilirsiniz) bu eser ona ithaf edilerek yazılmış, en azından vikipedia üstü tanım girebilecek kapasitesi olan yazarların bunu anlayabildiğini düşünüyorum. safahat’ı zaten bazı liseler altından girip üstünden çıkarak okutur. kimin heybesinde ne olduğunu elinizdeki klavyeye dokununca bilemezsiniz. buradan tanımadığı insanlar hakkında var sayım yaparak rahatsız olduğunuz “din” temasına çakacağım diye yorum sallamak epey komik duruyor. demek safahat’ı bilmemek. hatta eline almamak. hımm... anlıyorum. * garb destekçi barbar tam olarak bu oluyor.

akif’e gelince. evet dindar bir yazar. evet, marş da motif motif, ilmek ilmek, kelime kelime din teması işlemiş mi? işlemiş. benim iman dolu göğsüm demiş, nasıl böyle bir imanı boğar demiş, hakk’a tapan milletindir istiklal demiş. eeee? bunlar zaten dönemin türklerinin özelliği. sorun nerede? asıl alerjik reaksiyon gösteren kısımların bu tip söylemler olduğu ortada elbet. dinsiz olanın buradan coşuyor egzaması. faşizanın da türk kelimesi yok, türk’e vurgu yok, sadece o dönemin en iyisiydi bla bla diye o kulvardan coşuyor egzaması. bu eserin hangi şartlar içerisinde neden bu duygu armonisinde yazıldığını, aslında bayrağın ezelden beri ne kadar kutsal ve önemli olduğunu (artistlik yapmaya lüzum görmeyen biraz kitap karıştırmış hatta dur yine lise dönemine gideceğim çünkü temel bilgi düzeyinden bahsediyorum, tarihçi kesilmenize lüzum yok) bu eserle birlikte bir kere daha vurgulandığını at gözlüksüz görebilmek mümkün. kurt gibi uluyamadığı için belki hayatta olsa özürlerini dile getirirdi sizlere. bu vesile ile bu mükemmel eseri büyük türk milletine miras bıraktığı için mehmet akif ersoy’u minnetle anıyorum. ruhu şad olsun.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim