midye yiyeceğinize pil kemirin
siz ne diyorsunuz vedat bey? midyenin içinde uranyum olsa yine emüklerim.
devamını gör...
benign proksismal pozisyonel vertigo
halk arasında "kristallerim oynadı" denilen hastalıktır. kısaca; iç kulaktaki vestibüler organlar içindeki kalsiyum karbonat kristallerinin ani hareketler sonucu yerlerinden kopmalariyla meydana gelen hastalıktır. en önemli semptomlari: belli bir pozisyona bağlı etraf döner tarzda vertigo, bulantı ve kusma. bu belirtiler varsa kulak burun boğaz ve odyolojiye başvurmalisiniz. kişiye özel birkaç manevra ile ilaç kullanmadan yaklaşık %90 iyileşme sağlanır.
devamını gör...
warfarin
tarihi 1920lere kadar dayanan bir antikoagülan (kan sulandırıcı) ilaç.
1920ler civarı amerikada sığırlar arasında bilinmeyen bir sebeple bir salgın başgösterir. basit cerrahi işlemlerden sonra bile hayvanlar kanaya kanaya ölür, kovboyları geçim sıkıntısına sokar. dönemin veterinerleri ve bilimadamları bunu araştırmaya başlar --hikaye kısmını geçiyorum-- sonunda da etken maddeyi bulur: coumarin.
coumarin tatlış tatlış kokan bir şey, hatta sırf bu yüzden sığırları telef eden bitki sweet clover (taş yoncası ya da kokulu sarı yonca) olarak isimlendirilmiş. buradaki sweet (tatlı) ismi bitkinin tadından değil kokusunun hoşluğundan gelir. doğal olarak coumarin ve metabolitlerini üreten bitkiler de sadece sarı yonca ile sınırlı değil. tonka fasulyesi (tonka bean, dipteryx odorata) ve yoğurt otu (woodruff, galium odoratum) yüksek miktarda üretirken meyan kökü ailesinin bazıları, lavantagiller, kiraz, çilek, siyah frenküzümü gibi bazı çiçeklerde ve bitkilerde de az miktarda bulunmaktaymış. bu maddenin (coumarin'in) bitkiler tarafından üretilmesinin sebebi aslında acı tadı. kokusunun güzel ve cezbedici olmasına karşın acı tadı yüzünden hayvanlar bu meyvelerden uzak durur ve yemezlermiş (ben çok kez çilek yiyen kertenkele ve sümüklüböcek gördüm. bu bilgi bence yalan heheh).
gelelim artık son kısma. bu coumarin izole edilip, tanımlanıp, iyice karakterize edildikten ve etkileri anlaşıldıktan sonra 1941'de bu coumarin'in ilk metaboliti olan dicoumarol, 1948'de ise warfarin'in kendisi piyasaya ilaç olarak sürüldü. ilginizi çekecek bir bilgi olarak şunu paylaşabilirim, warfarin piyasaya beşeri kullanım için değil rodentisit (fare zehri) olarak sürüldü.
1950lerin başında bir asker bu warfarinden kendine enjekte ederek intihar etmeye kalkınca apar topar askeri hastaneye kaldırılıp warfarinin panzehri olan vitamin k verilip tamamen kurtarılınca medikal araştırmalar başlar. günümüzde de coumadin ismiyle ticari olarak satılmaya devam etmektedir.
yani dedenizin kullandığı kan sulandırıcı ilaç 70 yıl önce fare zehri olarak piyasadaydı. bilim çok güzel bişey işte. işbu entry psilosibin ve kuşlarına armağan edilmiştir *
1920ler civarı amerikada sığırlar arasında bilinmeyen bir sebeple bir salgın başgösterir. basit cerrahi işlemlerden sonra bile hayvanlar kanaya kanaya ölür, kovboyları geçim sıkıntısına sokar. dönemin veterinerleri ve bilimadamları bunu araştırmaya başlar --hikaye kısmını geçiyorum-- sonunda da etken maddeyi bulur: coumarin.
coumarin tatlış tatlış kokan bir şey, hatta sırf bu yüzden sığırları telef eden bitki sweet clover (taş yoncası ya da kokulu sarı yonca) olarak isimlendirilmiş. buradaki sweet (tatlı) ismi bitkinin tadından değil kokusunun hoşluğundan gelir. doğal olarak coumarin ve metabolitlerini üreten bitkiler de sadece sarı yonca ile sınırlı değil. tonka fasulyesi (tonka bean, dipteryx odorata) ve yoğurt otu (woodruff, galium odoratum) yüksek miktarda üretirken meyan kökü ailesinin bazıları, lavantagiller, kiraz, çilek, siyah frenküzümü gibi bazı çiçeklerde ve bitkilerde de az miktarda bulunmaktaymış. bu maddenin (coumarin'in) bitkiler tarafından üretilmesinin sebebi aslında acı tadı. kokusunun güzel ve cezbedici olmasına karşın acı tadı yüzünden hayvanlar bu meyvelerden uzak durur ve yemezlermiş (ben çok kez çilek yiyen kertenkele ve sümüklüböcek gördüm. bu bilgi bence yalan heheh).
gelelim artık son kısma. bu coumarin izole edilip, tanımlanıp, iyice karakterize edildikten ve etkileri anlaşıldıktan sonra 1941'de bu coumarin'in ilk metaboliti olan dicoumarol, 1948'de ise warfarin'in kendisi piyasaya ilaç olarak sürüldü. ilginizi çekecek bir bilgi olarak şunu paylaşabilirim, warfarin piyasaya beşeri kullanım için değil rodentisit (fare zehri) olarak sürüldü.
1950lerin başında bir asker bu warfarinden kendine enjekte ederek intihar etmeye kalkınca apar topar askeri hastaneye kaldırılıp warfarinin panzehri olan vitamin k verilip tamamen kurtarılınca medikal araştırmalar başlar. günümüzde de coumadin ismiyle ticari olarak satılmaya devam etmektedir.
yani dedenizin kullandığı kan sulandırıcı ilaç 70 yıl önce fare zehri olarak piyasadaydı. bilim çok güzel bişey işte. işbu entry psilosibin ve kuşlarına armağan edilmiştir *
devamını gör...
panik atak
kalp krizi geçirdiğimi sanarak uyanıp vücudumun kontrolünü kaybettiğim nefes alamayıp başımın dönmesiyle yere yığılıp ama asla bayılmadığım arada gelip giden bir anksiyete bozukluğu
devamını gör...
internet nasıl yapılıyor sorunsalı
bir soru.
internet dediğimiz şey aslında, aralarında iletişim sağlanacak bilgisayarların doğru ya da dolaylı yoldan bağlı olduğu bir kablodan ibaret. burada bu bilgisayarlardan bazıları server adı verilen sunucu bilgisayarlar. web sayfaları da bu bilgisayarın hard diskinde bulunan dosyalar. her sunucunun bir ip numarası var, tıpkı tc numarası gibi, bilgisayara özel olan. bilgisayarlar bu ip adresleri ve bunlara verilen özel isimler olan google, facebook gibi isimler aracılığıyla birbirini bulabilir.
evlerde günlük işlerimizde kullandığımız bilgisayarlar sunucu (server) bilgisayarı değil. bunlara client adı veriliyor. bunlar internete doğrudan değil, bir internet servis sağlayıcısı ile bağlı. sunucudan farkları bu. bir siteye gireceğiniz zaman, servis sağlayıcı aracılığıyla sunucu bilgisayara ulaşır ve hard diskindeki dosyalar olan web sitelerine erişim sağlarsınız. internet üzerinden mail yollamak gibi bilgi alışverişleri de benzer şekilde yapılır. hepsi, internet adı verilen kablo ağı üzerinde yolculuk yapan ve bir yerden diğer yere ulaşan bilgilerdir; ister yazı olsun, ister fotoğraf, ister başka bir şey... göndereceğiniz bilgiler packet denen küçük parçalar halinde gider ve orada organize şekilde orijinal halini almak üzere birleştirilir.
basitçe konu böyle. umarım anlatabilmişimdir.
edit: nasıl ortaya çıktığını soruyorsanız, arpanet adında bir proje ile. aslında amaç nükleer bir saldırı esnasında ayakta kalabilecek bir iletişim ağı kurmaktı. bu amaçla proje başındaki kişi, bilgileri parçalar halinde bölüp her yöne olabildiğince hızlı göndermek fikriyle sıvamıştı kolları. şuradan okuyabilirsiniz.
internet dediğimiz şey aslında, aralarında iletişim sağlanacak bilgisayarların doğru ya da dolaylı yoldan bağlı olduğu bir kablodan ibaret. burada bu bilgisayarlardan bazıları server adı verilen sunucu bilgisayarlar. web sayfaları da bu bilgisayarın hard diskinde bulunan dosyalar. her sunucunun bir ip numarası var, tıpkı tc numarası gibi, bilgisayara özel olan. bilgisayarlar bu ip adresleri ve bunlara verilen özel isimler olan google, facebook gibi isimler aracılığıyla birbirini bulabilir.
evlerde günlük işlerimizde kullandığımız bilgisayarlar sunucu (server) bilgisayarı değil. bunlara client adı veriliyor. bunlar internete doğrudan değil, bir internet servis sağlayıcısı ile bağlı. sunucudan farkları bu. bir siteye gireceğiniz zaman, servis sağlayıcı aracılığıyla sunucu bilgisayara ulaşır ve hard diskindeki dosyalar olan web sitelerine erişim sağlarsınız. internet üzerinden mail yollamak gibi bilgi alışverişleri de benzer şekilde yapılır. hepsi, internet adı verilen kablo ağı üzerinde yolculuk yapan ve bir yerden diğer yere ulaşan bilgilerdir; ister yazı olsun, ister fotoğraf, ister başka bir şey... göndereceğiniz bilgiler packet denen küçük parçalar halinde gider ve orada organize şekilde orijinal halini almak üzere birleştirilir.
basitçe konu böyle. umarım anlatabilmişimdir.
edit: nasıl ortaya çıktığını soruyorsanız, arpanet adında bir proje ile. aslında amaç nükleer bir saldırı esnasında ayakta kalabilecek bir iletişim ağı kurmaktı. bu amaçla proje başındaki kişi, bilgileri parçalar halinde bölüp her yöne olabildiğince hızlı göndermek fikriyle sıvamıştı kolları. şuradan okuyabilirsiniz.
devamını gör...
red kit
finaldeki jenerik müziği ve günbatımı manzarası şahane olan çizgi film.
devamını gör...
karambol (yazar)
dost mu düşman mı henüz tam çözemediğim ama gündemi seven, sıkı takip eden yazarımız.
portakal atmayı da çok sever kendisi. takipteyiz.
portakal atmayı da çok sever kendisi. takipteyiz.
devamını gör...
sennheiser
sinema, müzik sektörlerinde sık kullanılan; üstün alman teknolojili, kulaklıkları genelde uzun ömürlü olan ses ürünleri markası. kullandığım tüm ürünlerini markadan dolayı gözüm kapalı aldığım nadir markalardandır.
devamını gör...
duş alıp temiz nevresim serilmiş yatağa yatmak
huzurdur.
devamını gör...
kiklop
devamını gör...
10 yaşındaki çocuğa tecavüz etmeye çalışırken yakalanan kişi
böyle hastalıklı bir toplumda nefes almaya bile mecalim kalmadı şahsen. en büyük sorunumuz ekonomi, işsizlik falan değil. pedofili, tecavüz, kadın cinayetleri... ha türkiye ha cehennem.
devamını gör...
siddal
tanımlarına, şiirlerine ve karalama defterindeki yazılarına hayran kaldığım yazardır.
kafamın dolu olmasına rağmen uzun uzun yazıları okutan bir üslubu var üstteki yazar arkadaşımızın da dediği gibi.
nice güzel tanımlara...
kafamın dolu olmasına rağmen uzun uzun yazıları okutan bir üslubu var üstteki yazar arkadaşımızın da dediği gibi.
nice güzel tanımlara...
devamını gör...
polisin alkol var mı sorusuna verilebilecek en iyi cevap
bana göre;
-bardak var mı?
t:yazarların yaratıcılıklarını ve tecrübelerini aktarabileceği bir anket başlığı.
-bardak var mı?
t:yazarların yaratıcılıklarını ve tecrübelerini aktarabileceği bir anket başlığı.
devamını gör...
said nursi
risale-i nur denilen zırvalığı allah'tan vahiy alarak yazdığını iddia eden şizofren ruh hastası. kuran'da kendisinden bahsedildiğini de iddia eder. sözler köşkü, hayalhanem, mesken, çınaraltı, nygma gibi youtube kanallarının şeyhidir.
devamını gör...
terbiyeli tavuk vs terbiyesiz tavuk
kümesine pisleyen terbiyeli tavuktur. edep, hâya nedir bilir. utanma duygusunu kaybetmemiştir. terbiyesiz tavuk; ulu orta, bulduğu her yere pisleyen, utanmaz, arlanmazın tekidir.
devamını gör...
normal sözlük'te çaylaklık
artık mevcuttur efendim. ama buradaki çaylaklık sistemi diğerlerine göre çok daha adil.
en azından çıkma kriterleri var. kör kuyuya atılan taş gibi değil.
şimdiden '' hoşgeldiniz '' diyorum, çaylak arkadaşlara.
en azından çıkma kriterleri var. kör kuyuya atılan taş gibi değil.
şimdiden '' hoşgeldiniz '' diyorum, çaylak arkadaşlara.
devamını gör...
avrupalı kız vs türk kızı
üstteki yazar arkadaşıma dedikodu maddesi dışında asla katılmadığımı belirtmek istiyorum. özellikle şu üremeye mecburiyet konusunda... türk kızını çok güzel aşağılamışsınız efendim.
her neyse, şunu söyleyebilirim; avrupalı kızın ailesi de, türk kızın ailesi de, kendi ailesinden gördüğünü yapar. biz de * öyle kız çıksın +20 ülkede gezsin olayı yoktur. bunun nedeni ise büyük büyük babaannelerimizde, dedelerimizde saklıdır. korkular gibi birtakım davranışlar da dna ile aktarılır, bunu unutmayalım.
daha sonrasında boy, kilo falan lafının dahi edilmemesi gereken aşırı abes konular. özellikle 21. yüzyılda isek. boy kısaymış, şişmanmış ne fark eder? hayat bunları düşünmek için biraz fazla kısa.
tabii bu dediklerimden kendini bile bile üstteki yazarımızın bahsettiği konuma koyan türk kızlarını muaf tutuyorum. iş kişinin kendisinde bitiyor. lakin imkanlar dahilinde kendini geliştirebilmiş tüm türk kızlarını da genellemenize katarak yorum yapmanız yanlış olmuş.
diyeceklerim bu kadar.
her neyse, şunu söyleyebilirim; avrupalı kızın ailesi de, türk kızın ailesi de, kendi ailesinden gördüğünü yapar. biz de * öyle kız çıksın +20 ülkede gezsin olayı yoktur. bunun nedeni ise büyük büyük babaannelerimizde, dedelerimizde saklıdır. korkular gibi birtakım davranışlar da dna ile aktarılır, bunu unutmayalım.
daha sonrasında boy, kilo falan lafının dahi edilmemesi gereken aşırı abes konular. özellikle 21. yüzyılda isek. boy kısaymış, şişmanmış ne fark eder? hayat bunları düşünmek için biraz fazla kısa.
tabii bu dediklerimden kendini bile bile üstteki yazarımızın bahsettiği konuma koyan türk kızlarını muaf tutuyorum. iş kişinin kendisinde bitiyor. lakin imkanlar dahilinde kendini geliştirebilmiş tüm türk kızlarını da genellemenize katarak yorum yapmanız yanlış olmuş.
diyeceklerim bu kadar.
devamını gör...