kılıçla yaşayan kılıçla ölür
''ama şöyle denir:
kılıç çeken kılıçla ölür.
ama şöyle denir:
kaderden kaçılmaz.''
dizelerini hatırlatan başlıktır.
edit: şiir için (bkz: ah'lar ağacı)
kılıç çeken kılıçla ölür.
ama şöyle denir:
kaderden kaçılmaz.''
dizelerini hatırlatan başlıktır.
edit: şiir için (bkz: ah'lar ağacı)
devamını gör...
içi boşaltılmış kavramlar
demokrasi.
devamını gör...
4 nisan 2021 22 mumyanın yeni müzeye taşınması
mısır'da 22 firavunun mumyaları akşam saatlerinde başkent kahire caddelerinden kortejle geçirilerek ulusal mısır medeniyeti müzesi'ne taşındı. görkemli bir tören eşliğinde gerçekleştirilen nakil işlemine birçok mısırlı'nın yanı sıra online olarak dünyanın birçok ülkesinden kişi yoğun ilgi gösterdi.
buradan
devamını gör...
mesele
dorun, güç iş anlsmında ki kelime.
ramiz dayı’ nın aşağıda ki repliğini aklıma getirmiştir.
“mesele ölmek değil dost bildiğin en güvendiğin adamın eliyle ölmekmiş mesele. “
ramiz dayı’ nın aşağıda ki repliğini aklıma getirmiştir.
“mesele ölmek değil dost bildiğin en güvendiğin adamın eliyle ölmekmiş mesele. “
devamını gör...
hiç venüs'e gitmemiş olmak
beni çok üzüyor bu durum. en sevdiğim gezegene neden gidemiyorum ki? çok saçma.
devamını gör...
kocasının ayağını yıkamayan avrat
bu başlığı ve bu üslubu gördükten sonra kim burada yazar olmak ister ki?
küfür yokmuş, hah! ama küfür yerine geçer bazı sözcükler.
küfür yokmuş, hah! ama küfür yerine geçer bazı sözcükler.
devamını gör...
soy ağacı
ailemin soy ağacı ailenin büyüklerinden öğrendiğime göre kafkas' a dayanıyor. annem de babam da göçmen çocukları. annemgilin adetleri düzenleri ahıska türklerine benzerken babamgilin görünüşleri tatarları andırıyor. bunu niye yazdım bilmiyorum içimden geldiyse zaarr
devamını gör...
laff a lympics
bu büyük mücadele ile ilgili bir kaç kelam etmezsem kabuğumda ters dönerim *

yogi yahooeyslar bu muazzam çizgi filmin, en delikanlı çocuklarını içerisinde barındıran takımıdır. ayı yogiler kalbimizde her daim ayrı bir yere sahiptir. beşiktaş'ın tribün bestesi ''karanlık kuruldu geceye'' biricik yogilerimize çok yakışır;
karanlık kuruldu geceye.
bir ümit var yine içimde.
kimsesiz bu puslu gecede.
bırakmam yahooeyslar seni.
yogiler zımba gibi yarışır, göze hoş gelen bir performans sergiler, herkesin taktirini kazanır ama son düzlükte ne yapar eder şampiyonluğu, burjuva takımı, elitizmin yuvası, lobilerin efendisi scooby doobyler'e kaptırırdı. sead halilagic'in galatasaray maçında verdiği bir geri pas vardır hatırlarsanız, o top fevzi'nin ayağının altından tıngır mıngır ilerleyerek beşiktaş ağları ile buluşmuş ve şampiyonluk avucumuzun içinden kayıp gitmişti. o maçta eski açık tribünde yer alan galatasaray'lılar bile golü geç idrak ederek bir süre sonra gol diye bağırmışlardı ki, biz o sırada saçımızı başımızı yolmakla meşguldük. * eski açık tribünde maçı izlemiş olan galatasaraylı arkadaşım maçtan sonra bana, vallahi ilk başta biz de gol olduğunu idrak edemedik demek suretiyle bu dramın üzerine tabiri caizse tüy dikmişti.
hah işte yogilerin hali ahvali de böyledir. hep bir bereketsizlik, hep bir şanssızlık , hep bir sakarlık yüzünden gider kupalar elden. sonuna kadar hak edilen o başarılar bir türlü gelmez, emekler zayi olur.
bu yüzden yogiler biraz da beşiktaş'tır benim gözümde. wally gator, osvaldo nartallo'dur mesela. * ayı yogi atom karıca rıza'dır. bobo'da bobo'dur zaten * pixie, ibrahim üzülmez, dixie ise marcus münch'tür. bu liste uzar gider...
karanlık kurulsa da geceye, yogiciler umutlarını asla kaybetmezler. her felaket sonrasında yine ayağa kalkar ve sonuna kadar mücadele ederler.
bakın şu görüntü tamı tamına 7 kere yaşandı.

her biri dünyaya bedeldir. dünyanın yedi harikasından biridir. hepsi analarının ak sütü gibi hak edilmiş kupalardır. öyle ittirmeyle, kollanmayla alınmış 14 şampiyonluğa ve en büyük biziz böbürlenmelerine benzemez. tek bir tanesi bile 14'ten büyüktür.
çizgi filmde canımı sıkan tek nokta. halk çocuğu ''kaptan mağara adamı''na burjuva takımının kadrosunda yer verilmiş olmasıdır. kaptan bozuldu oralarda, hile bile yaptı. oysa halkın takımında yer alsaydı dengeler değişir, kaptan aslına rücu eder ve gönüller hoş olurdu.
diğer takımlar üzerine ise yazmaya bile gerek yok. bu alemde tek büyük yogiler!

yogi yahooeyslar bu muazzam çizgi filmin, en delikanlı çocuklarını içerisinde barındıran takımıdır. ayı yogiler kalbimizde her daim ayrı bir yere sahiptir. beşiktaş'ın tribün bestesi ''karanlık kuruldu geceye'' biricik yogilerimize çok yakışır;
karanlık kuruldu geceye.
bir ümit var yine içimde.
kimsesiz bu puslu gecede.
bırakmam yahooeyslar seni.
yogiler zımba gibi yarışır, göze hoş gelen bir performans sergiler, herkesin taktirini kazanır ama son düzlükte ne yapar eder şampiyonluğu, burjuva takımı, elitizmin yuvası, lobilerin efendisi scooby doobyler'e kaptırırdı. sead halilagic'in galatasaray maçında verdiği bir geri pas vardır hatırlarsanız, o top fevzi'nin ayağının altından tıngır mıngır ilerleyerek beşiktaş ağları ile buluşmuş ve şampiyonluk avucumuzun içinden kayıp gitmişti. o maçta eski açık tribünde yer alan galatasaray'lılar bile golü geç idrak ederek bir süre sonra gol diye bağırmışlardı ki, biz o sırada saçımızı başımızı yolmakla meşguldük. * eski açık tribünde maçı izlemiş olan galatasaraylı arkadaşım maçtan sonra bana, vallahi ilk başta biz de gol olduğunu idrak edemedik demek suretiyle bu dramın üzerine tabiri caizse tüy dikmişti.
hah işte yogilerin hali ahvali de böyledir. hep bir bereketsizlik, hep bir şanssızlık , hep bir sakarlık yüzünden gider kupalar elden. sonuna kadar hak edilen o başarılar bir türlü gelmez, emekler zayi olur.
bu yüzden yogiler biraz da beşiktaş'tır benim gözümde. wally gator, osvaldo nartallo'dur mesela. * ayı yogi atom karıca rıza'dır. bobo'da bobo'dur zaten * pixie, ibrahim üzülmez, dixie ise marcus münch'tür. bu liste uzar gider...
karanlık kurulsa da geceye, yogiciler umutlarını asla kaybetmezler. her felaket sonrasında yine ayağa kalkar ve sonuna kadar mücadele ederler.
bakın şu görüntü tamı tamına 7 kere yaşandı.

her biri dünyaya bedeldir. dünyanın yedi harikasından biridir. hepsi analarının ak sütü gibi hak edilmiş kupalardır. öyle ittirmeyle, kollanmayla alınmış 14 şampiyonluğa ve en büyük biziz böbürlenmelerine benzemez. tek bir tanesi bile 14'ten büyüktür.
çizgi filmde canımı sıkan tek nokta. halk çocuğu ''kaptan mağara adamı''na burjuva takımının kadrosunda yer verilmiş olmasıdır. kaptan bozuldu oralarda, hile bile yaptı. oysa halkın takımında yer alsaydı dengeler değişir, kaptan aslına rücu eder ve gönüller hoş olurdu.
diğer takımlar üzerine ise yazmaya bile gerek yok. bu alemde tek büyük yogiler!
devamını gör...
uzi
wack mc dir. mahallede abilerinden duyduğu sözleri şarkılarına ekleyip keko gibi takılmayı çok sever.
ayrıca rap müzik dışında her türlü olayla gündem olur.
ayrıca rap müzik dışında her türlü olayla gündem olur.
devamını gör...
çayı şekersiz içenler terör örgütü
en büyük silahımız çay kaşığını çıkarıp kenara koymaktır. *
devamını gör...
woke
woke, abd'de ortaya çıkmış sosyal adalet ve ırksal eşitliğe vurgu yapan bir harekettir. terim, afrikalı amerikan yerel ingilizcesi uyanık kal anlamındaki stay woke ifadesinden devşirilmiştir. "woke" kavramı, daha önce de kullanılmış olmasına karşın, 2010'lu yıllarda yaygınlaşmıştır; toplumsal adalet, ırksal eşitsizlikler (bkz: black lives matter), cinsiyet/cinsel yönelim ayrımcılığı, mülteciler vb. konularda duyarlı, bilinçli insanları nitelemek için kullanılır. muhafazakar ve aşırı sağ kesim woke kavramını demokrat, sol, liberal kesimden insanlarla alay etmek, onları değersizleştirmek amacıyla kullanmaktadır. anti-woke sağcı erkekler feminist, ırkçılık karşıtı, lgbtqıa+ vb. hareketlerin elde ettiği kazanımların beyaz, heteroseksüel, orta sınıftan erkeklerin konumlarını tehdit ettiği, onları kurban konumuna soktuğu inancındadır. anti-woke sağ, 2. dalga feminizme karşı oluşan muhafazakar geri tepmenin (backlash) bir parçasıdır, anti feminist bir yönelime sahiptir, eski klasik evlilik içindeki gücünü, ayrıcalıklarını bir ölçüde yitiren erkeklerin/kocaların bir tepkisidir. anti-woke erkeklerin tanınmış temsilcilerinden biri, "woke kadınlarla flört etmeyeceğim" diyen ingiliz aktör laurence fox'tur. anti-woke erkeklerin feminizm karşıtlığı online erkek hakları hareketini, aşırı sağı, incel gruplarını beslemektedir. anti-entelektüel muhafazakar sağ popülizmin yükselişini de arkalarına alan anti-woke gruplar feminist hareketi kültürel elitizmle suçlamakta, toplumdaki cinsiyetçi önyargıları lehlerine kullanmaktadır. anti-woke erkekler, woke'a yakın olan siyasi doğruculuğa saldırmakta, feministleri çok ileriye gitmekle, erkek tacizinin tanımını çok geniş tutmakla suçlamaktadır. öte yandan anti-woke erkek hareketinin anti-feministliği liberal inceltilmiş cinsiyetçiliğe çok uzak değildir. online sitelerde liberal ironik cinsiyetçilik, hipster cinsiyetçiliği yapan erkek grupları üstü örtük bir biçimde mizojini üretmektedir. milliyetçi soldan, anti-entelektüel, ırkçı, homofobik, mülteci karşıtı eğilimlere sahip bir kısım erkek de feminizmi elitist bir hareket olmakla, emperyalizmin yurt içindeki emellerine hizmet etmekle suçlamaktadır. anti-woke hareketin feminizm karşıtlığı sağdan sola çok sayıda erkeğin eğilimlerinin kesiştiği bir ortak payda olmuştur. öte yandan günümüzde bazı şirketler, ürünlerini satmak için reklamlarda woke/siyaseten doğru bir dil kullanmaya başlamış, woke, başlardaki radikalliğinden uzaklaşarak ana akıma yaklaşmıştır.
devamını gör...
kahvaltıda portakal suyu içmek
çaya ağız kıvıran sonradan görme eylemi. anası babası anneannesi babannesi de portakal suyu mu içiyormuş kahvaltıda diye sormak lazım. eğer öyle ise neyse diyecek bir şey yok, içsin afiyet olsun.
devamını gör...
bipolar duygudurum bozukluğu
bipolar bozukluk, hastanın bazı dönemlerde manik bazı dönemlerde ise depresyonda olmasıdır. bipolar tip 1 ve tip 2 olarak bilinen iki alt tipi en tanınmış alt tipleridir. tip 1, en sık görülen alt türüdür ve eskiden manik depresif bozukluk olarak adlandırılırdı. bu bozukluğun ayrıca siklotimi ve başka türlü tanımlanamayan bipolar bozukluk olarak iki alt türü daha vardır. bipolar bozukluk türkiyede 2 milyon insanın muzdarip olduğu bir kronik bir duygudurum bozukluğudur. genellikle ergenlik döneminde görülüp zamanla ağırlaşan bir hastalıktır.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının hissettikleri
içimde bilemediğim bir kırgınlık var bu gece. peki kime? ben de bilmiyorum. belki biliyorumdur. gerçi bilip bilmediğimi de bilmiyorum ya neyse, peh!
biraz kendime kırgınım sanırım, kendimi bu hale getirdiğim için. her geçen gün kilo alan, günde paket paket sigara içen, benliğinden uzaklaşmış bir merdum görüyorum karşımda. ne kitap okuyabiliyorum ne de film izleyebiliyorum. sevdiklerimi bir tık üzüyor ve kırıyorum sanırım. he bir de utandırıyorum. annem öyle dedi bugün çünkü. utanıyormuş benden, nasıl bir kızmışım ben böyle? ben de bilmiyorum ki, nasıl bir kızım ben?
bugün sanki ben ,ben değildim. demeyecegim şeyleri söyleyip, yapmayacağım şeyleri yaptım. bunun farkına vardıkça da kendi içime kapandım ve müzik dinleyerek uyudum. uyandığımda bir şey değişmemişti. hala sevdiklerimi rahatsız ediyor ve saçmalıyordum. üzgünüm, garibim biraz
sonra sana kırgınım birtanem. beni bu kadar erken bıraktığın için. bu dünyada beni yalnız başıma bırakıp gittiğin için ama çok da kırgın değilim. sen de haklıydın çünkü. küçücük bedenin daha ne kadar dayanabilirdi bu acıya? seni hala çok seviyorum.
rüyalarıma kırgınım biraz, eskiden çok güzel şeyler görürdüm rüyalarımda. şimdi hep kabus hep kabus. artık uyuyamıyorum bile. nereye kadar?
ama şöyle bir baktığımda en çok kendime kırgınım sanırım. neyse, bu da geçer yarına. şarkılarım ve ben biraz oturup konuşalım en iyisi. küçük bir terapi. kapatın gözlerinizi... iyi geceler.
open.spotify.com/track/506P...
biraz kendime kırgınım sanırım, kendimi bu hale getirdiğim için. her geçen gün kilo alan, günde paket paket sigara içen, benliğinden uzaklaşmış bir merdum görüyorum karşımda. ne kitap okuyabiliyorum ne de film izleyebiliyorum. sevdiklerimi bir tık üzüyor ve kırıyorum sanırım. he bir de utandırıyorum. annem öyle dedi bugün çünkü. utanıyormuş benden, nasıl bir kızmışım ben böyle? ben de bilmiyorum ki, nasıl bir kızım ben?
bugün sanki ben ,ben değildim. demeyecegim şeyleri söyleyip, yapmayacağım şeyleri yaptım. bunun farkına vardıkça da kendi içime kapandım ve müzik dinleyerek uyudum. uyandığımda bir şey değişmemişti. hala sevdiklerimi rahatsız ediyor ve saçmalıyordum. üzgünüm, garibim biraz
sonra sana kırgınım birtanem. beni bu kadar erken bıraktığın için. bu dünyada beni yalnız başıma bırakıp gittiğin için ama çok da kırgın değilim. sen de haklıydın çünkü. küçücük bedenin daha ne kadar dayanabilirdi bu acıya? seni hala çok seviyorum.
rüyalarıma kırgınım biraz, eskiden çok güzel şeyler görürdüm rüyalarımda. şimdi hep kabus hep kabus. artık uyuyamıyorum bile. nereye kadar?
ama şöyle bir baktığımda en çok kendime kırgınım sanırım. neyse, bu da geçer yarına. şarkılarım ve ben biraz oturup konuşalım en iyisi. küçük bir terapi. kapatın gözlerinizi... iyi geceler.
open.spotify.com/track/506P...
devamını gör...
saçını toplarken tokasını ağzında ısırarak tutan kadın
kadınların her hareketinden tahrik olan psikopat tayfa, gidin tedavi olun. ıleri de "ağzında toka tutmuştu, beni tahrik etti hakim bey" konulu kararlar çıkarsa şaşırmam. çünkü şaşılacak bir şey bırakmıyorsunuz insana.
devamını gör...
dünyanın en samimiyetsiz cümlesi
"feminist değilim ama..." diye başlayan cümleler. aslında genel olarak "xxx değilim ama..." söz grubuyla başlayan cümleler. kendi kimliğini bulamamış ama nabza göre şerbet vermekten de sakınmayanların favorisidir. göğsünü gere gere müslüman, ateist, deist, agnostik ya da veganım demenin rahatlığı varken... bilemiyorum sözlük.
devamını gör...
ayrılığı anlatan en güzel şiir
(bkz: şükrü erbaş)'ın (bkz: senin korkularını benim inceliğimi) şiiridir. her bir dizesini sindire sindire, içinizde derin oyuklar aça aça okur ve hissedersiniz.
ayrılık ne biliyor musun?
ne araya yolların girmesi
ne kapanan kapılar
ne yıldız kayması gecede, ne güz
ne ceplerde tren tarifesi
ne de turna katarı gökte
insanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!
ipi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini
birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine
ardında dünyalar ışıyan camlar dururken
duvarlara dalıp dalıp gitmesi
türküsünü söylecek kimsesi kalmamak ayrılık
ödünç sesle konuşan bir kalabalık içinde kendi sesiyle silinmek
birdenbire büyümesi gülüşü artık yaprak kıpırdatmayan bir çocuğun
insanın yaşlandıkça kendi kuyusuna düşmesi
bir kadının yatağına uzanan kül bağlamış bir gövde
saçına rüzgâr, sesine ışık düşürememek kimsenin
parmaklarını sözüne pınar edememek
uzaklarda bir adamın üşümesi; bir kadın dağlara daldıkça
ışıklı vitrinlere bakmadan geçmek çarşılardan
çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun
evlerle sokaklar arasında bir ayrım kalmaması
ayrılık; yağmurdan vazgeçiş, sudan üşüme
yalnızca gölge vermesi ağaçların
iyiliğin küfre dönmesi ayrılık
güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya
başını alıp gitmek gibi bir geri dönüş
iki adımından birisi insanın, sevincin kundakçısı
hüznün arması, süren korkusu inceliğin
ayrılık, o küçük ölüm; usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan
şimdi anlıyor musun gidişinin neden ayrılık olmadığını?
bir yaprak düşmesi kadar ancak acısı ve ağırlığı olduğunu
bir toplama işleminin sonucunu yazmak gibi bir değer taşıdığını
boşluğa bir boşluk katmadığını
kar yağdırmadığını yaz ortasında
ayrılık, o köpüklü öpüşlerin ardından kalkıp ağzını yıkadığında başlamıştı
ben bulutları gösterirken "bulmacanın beş harfli bir yemek sorusuna"
yanıt aramanla halkalanmış
aşkın şarabının ağzını açtım, yâr yüzünden içti murt bende kaldı
türküsü tenimde düğümlenirken, odadan çıkışınla yolunu tutmuş
dağlarda öldürülen çocukların fotoğraflarını kenara itip
"bu eteğin üstüne bu bluz yakıştı mı?" dediğinde varacağı yere varmıştı çoktan
ne mi yapacağım bundan sonra?
ayak izlerimi silmek için sana gelen yolları tersinden yürüyeceğim önce
şiir okumayacağım bir süre
hediyelik eşya satan dükkanların önünden geçmeyeceğim
senin için biriktirdiğim yağmur suyunu, bir gül ağacının dibine dökeceğim
yeni bir yanlışlık yapmamak için telefonlara çıkmayacağım
ardı kuş resimli aynalar arayacağım mahalle pazarlarında
gençliğimi anımsamak için
emekli kahvehanelerinde yaşlılarla konuşarak, sonumu görmeye çalışacağım
fotoğraflarını güneşe koyacağım, bir an önce solsun diye
içinde ay ışığı, iğde kokusu ve begonvil bulunan tüm resimleri duvarlardan indireceğim
mican türküsünü asacağım yerlerine
falcı kadınlara inanmayacağım artık
trafik polislerine adres sormayacağım
geleceğe ışık düşüren bir gülüşle gülmeyeceğim kimseye
fesleğenden başka bir çiçek koymayacağım penceremin önüne
büyük kentlerin varoşlarında çırpınan üç milyon yurtsuza evimi açacağım
nerde bir kayıp, bir faili meçhul varsa bıraktığı acının yanına resmini asacağım
şaşırma! yetimi korumak için yeni aşklar bulacağım kendime.
ne yapacağımı sanıyorsun ki?
tenin tenime bu kadar sinmişken
ömrüm azala azala akarken önümde
gittiğin gerçek bu kadar herkese benzerken
senin korkularını
benim inceliğimi doldurup yüreğime
bıraktığın boşluğu yonta yonta
binlerce heykelini yapacağım
ayrılık ne biliyor musun?
ne araya yolların girmesi
ne kapanan kapılar
ne yıldız kayması gecede, ne güz
ne ceplerde tren tarifesi
ne de turna katarı gökte
insanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!
ipi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini
birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine
ardında dünyalar ışıyan camlar dururken
duvarlara dalıp dalıp gitmesi
türküsünü söylecek kimsesi kalmamak ayrılık
ödünç sesle konuşan bir kalabalık içinde kendi sesiyle silinmek
birdenbire büyümesi gülüşü artık yaprak kıpırdatmayan bir çocuğun
insanın yaşlandıkça kendi kuyusuna düşmesi
bir kadının yatağına uzanan kül bağlamış bir gövde
saçına rüzgâr, sesine ışık düşürememek kimsenin
parmaklarını sözüne pınar edememek
uzaklarda bir adamın üşümesi; bir kadın dağlara daldıkça
ışıklı vitrinlere bakmadan geçmek çarşılardan
çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun
evlerle sokaklar arasında bir ayrım kalmaması
ayrılık; yağmurdan vazgeçiş, sudan üşüme
yalnızca gölge vermesi ağaçların
iyiliğin küfre dönmesi ayrılık
güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya
başını alıp gitmek gibi bir geri dönüş
iki adımından birisi insanın, sevincin kundakçısı
hüznün arması, süren korkusu inceliğin
ayrılık, o küçük ölüm; usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan
şimdi anlıyor musun gidişinin neden ayrılık olmadığını?
bir yaprak düşmesi kadar ancak acısı ve ağırlığı olduğunu
bir toplama işleminin sonucunu yazmak gibi bir değer taşıdığını
boşluğa bir boşluk katmadığını
kar yağdırmadığını yaz ortasında
ayrılık, o köpüklü öpüşlerin ardından kalkıp ağzını yıkadığında başlamıştı
ben bulutları gösterirken "bulmacanın beş harfli bir yemek sorusuna"
yanıt aramanla halkalanmış
aşkın şarabının ağzını açtım, yâr yüzünden içti murt bende kaldı
türküsü tenimde düğümlenirken, odadan çıkışınla yolunu tutmuş
dağlarda öldürülen çocukların fotoğraflarını kenara itip
"bu eteğin üstüne bu bluz yakıştı mı?" dediğinde varacağı yere varmıştı çoktan
ne mi yapacağım bundan sonra?
ayak izlerimi silmek için sana gelen yolları tersinden yürüyeceğim önce
şiir okumayacağım bir süre
hediyelik eşya satan dükkanların önünden geçmeyeceğim
senin için biriktirdiğim yağmur suyunu, bir gül ağacının dibine dökeceğim
yeni bir yanlışlık yapmamak için telefonlara çıkmayacağım
ardı kuş resimli aynalar arayacağım mahalle pazarlarında
gençliğimi anımsamak için
emekli kahvehanelerinde yaşlılarla konuşarak, sonumu görmeye çalışacağım
fotoğraflarını güneşe koyacağım, bir an önce solsun diye
içinde ay ışığı, iğde kokusu ve begonvil bulunan tüm resimleri duvarlardan indireceğim
mican türküsünü asacağım yerlerine
falcı kadınlara inanmayacağım artık
trafik polislerine adres sormayacağım
geleceğe ışık düşüren bir gülüşle gülmeyeceğim kimseye
fesleğenden başka bir çiçek koymayacağım penceremin önüne
büyük kentlerin varoşlarında çırpınan üç milyon yurtsuza evimi açacağım
nerde bir kayıp, bir faili meçhul varsa bıraktığı acının yanına resmini asacağım
şaşırma! yetimi korumak için yeni aşklar bulacağım kendime.
ne yapacağımı sanıyorsun ki?
tenin tenime bu kadar sinmişken
ömrüm azala azala akarken önümde
gittiğin gerçek bu kadar herkese benzerken
senin korkularını
benim inceliğimi doldurup yüreğime
bıraktığın boşluğu yonta yonta
binlerce heykelini yapacağım
devamını gör...
dyson küresi
bir yıldızın etrafını saran ve ondan gelen enerjinin büyük bir kısmını ya da tamamını depolamaya/kullanmaya yarayan teorik yapı. günümüz teknolojik koşulları ile yapılması pek mümkün değil.
güneş, oldukça yüksek miktarda enerji üreten bir yıldız. elimizdeki en iyi nükleer reaktörün yaklaşık 100 kentilyon katı kadar fazla enerji üretiyor. biz bu enerjinin çok büyük bir kısmını kullanamıyoruz. eğer güneş enerjisinin, dünyaya ulaşan kısmının tamamını depolama şansımız olsaydı, bize ve bizden sonra gelecek kuşakların tamamına yetecek kadar bol miktarda temiz enerjimiz olurdu.
***
hedefi yüksek tutalım ve güneş'in bize bakan yüzünden değil, küresel olarak uzaya yaydığı tüm enerjiden faydalanmayı amaçlayalım. küresel bir yapıdan bahsettiğimiz için, bunun etrafını saran bir şeylere ihtiyacımız olacak.
bunun gibi olursa, asteroit, meteorit gibi birçok cismin çarpmasına karşı dayanıksız olur ama şu tür bir yapı işimizi görür.
tabi ki bunu yapmak pek de kolay bir iş değil. öncelikle sorunumuz, malzeme. resimdeki her bir noktanın bir uydu şeklinde ayrı ayrı parçalar olarak tasarlanabileceğini düşünelim. bunların her biri 1 kilometrekarelik yüzey alanına sahip olsa, yaklaşık 30 katrilyon tanesine ihtiyacımız olacak. bu kadar miktardaki malzemenin -en hafifinden seçilse bile- kaç tona karşılık geleceğini oturup hesaplayabilirsiniz ama sonucu kaç bulursanız bulun, dünya üzerinde bu kadar çok malzeme bulma şansımız yok.
diyelim ki malzememiz var. bunları bir araya getirmek ve güneş etrafına konumlandırmak için de yüksek miktarda enerjiye ihtiyacımız olacak. oysa dünya üzerinde bulunan tüm fosil yakıtları ve hatta uranyumu kullanırsak, ancak everest dağı kadarlık bir kütleyi uzaya gönderebiliriz.
tabi ki güneş'e en yakın gezegen olan merkür'e gidip tüm parçaları orada üretip olayı halletmek gibi hayaller kurulabilir. ancak bu iş de tabi ki kendi zorluklarına sahip olacağından pek de kullanışlı bir yöntem olmayacak. en azından şu an için...
çok ileri bir çağda belki de tüm bunlara daha basit çözümler bulunur ve insanlık da tip 2 uygarlık olma yolunda ilerleyebilir, kim bilir...
güneş, oldukça yüksek miktarda enerji üreten bir yıldız. elimizdeki en iyi nükleer reaktörün yaklaşık 100 kentilyon katı kadar fazla enerji üretiyor. biz bu enerjinin çok büyük bir kısmını kullanamıyoruz. eğer güneş enerjisinin, dünyaya ulaşan kısmının tamamını depolama şansımız olsaydı, bize ve bizden sonra gelecek kuşakların tamamına yetecek kadar bol miktarda temiz enerjimiz olurdu.
***
hedefi yüksek tutalım ve güneş'in bize bakan yüzünden değil, küresel olarak uzaya yaydığı tüm enerjiden faydalanmayı amaçlayalım. küresel bir yapıdan bahsettiğimiz için, bunun etrafını saran bir şeylere ihtiyacımız olacak.
bunun gibi olursa, asteroit, meteorit gibi birçok cismin çarpmasına karşı dayanıksız olur ama şu tür bir yapı işimizi görür.
tabi ki bunu yapmak pek de kolay bir iş değil. öncelikle sorunumuz, malzeme. resimdeki her bir noktanın bir uydu şeklinde ayrı ayrı parçalar olarak tasarlanabileceğini düşünelim. bunların her biri 1 kilometrekarelik yüzey alanına sahip olsa, yaklaşık 30 katrilyon tanesine ihtiyacımız olacak. bu kadar miktardaki malzemenin -en hafifinden seçilse bile- kaç tona karşılık geleceğini oturup hesaplayabilirsiniz ama sonucu kaç bulursanız bulun, dünya üzerinde bu kadar çok malzeme bulma şansımız yok.
diyelim ki malzememiz var. bunları bir araya getirmek ve güneş etrafına konumlandırmak için de yüksek miktarda enerjiye ihtiyacımız olacak. oysa dünya üzerinde bulunan tüm fosil yakıtları ve hatta uranyumu kullanırsak, ancak everest dağı kadarlık bir kütleyi uzaya gönderebiliriz.
tabi ki güneş'e en yakın gezegen olan merkür'e gidip tüm parçaları orada üretip olayı halletmek gibi hayaller kurulabilir. ancak bu iş de tabi ki kendi zorluklarına sahip olacağından pek de kullanışlı bir yöntem olmayacak. en azından şu an için...
çok ileri bir çağda belki de tüm bunlara daha basit çözümler bulunur ve insanlık da tip 2 uygarlık olma yolunda ilerleyebilir, kim bilir...
devamını gör...
chocolate
yönetmenliğini prachya pinkaew yaptığı,
senaryosunu, napalee ve chookiat sakveerakul'un yaptığı,
başrollerini ise; hiroshi abe, pongpat wachirabunjong ve mükemmel performansı ile jee ja yanin'in yaptığı 2008 yapımı tayland filmi.
tay döğüş sanatlarının bütün inceliklerini görebiliyoruz filmde.
bu filmin döğüş koreografisini yapan kişinin de hakkını teslim etmek icap ediyor; panna rittikrai.
bundan sonrasını spoi takıntısı olanlar okumasınlar lütfen.
taylandlı gangster no. 8'in kız arkadaşı olan zin, gönlünü rakip yakuza patronu masashi'ye kaptırır. hal böyle olunca no:8 her ikisini ayırıp sürgüne gönderir ve görüşmelerini yasaklar. bu onların cezalarıdır.
zin, masashi'nin japonya'ya gitmesinin ardından bir bebek dünyaya getirir. ancak bebek otistiktir. gördüğü her şeyi kayıt altına alabilen bu bebek, gördüğü jackie chan, bruce lee filmlerindeki döğüş sanatlarını bile hafızasına alır.
taşındıkları yeni evleri bir döğüş okulunun bahçesini gören otistik çocuk, kendi kendine döğüş sanatları konusunda bir uzman haline gelir.
zin'in kanser olmasının ardından çocuklar annesinin masraflarıyla baş etmeye çalışırken, bir gün yanlışlıkla zin'e borçlu insanların listesini bulur ve borç tahsilatına başlarlar.
bu noktada bir dip not paylaşmam lazım:
ilk tahsilat ve ikinci tahsilatta ben diyorum ki ''bu filmi izledim sanırım hiç yabancı gelmiyor.'' meğersem; çocuğun tv den gördüğü filmlerin bire bir aynısını çekmişler, mekanlarda dahil olmak üzere... bruce lee ve jackie chan'ın...
sonrada onları yanyana koyup göstermişler. ancak telif sorunu nedeniyle ,maalesef o şekliyle göremedik. eğer görseydik çok daha mükemmel olacaktı eminim.
bundan sonrası tam anlamıyla döğüş sanatları festivali gibiydi. özellikle filmin sonunda kamera arkasındaki görüntülerde adamların gerçekten dayak yediğini kafalarından foşur foşur kanlar aktığını ve üçüncü kattan patır patır düştüklerini gördüm gerçekten filmi çekmek için canlarını ortaya koymuşlar.
döğüş sanatları filmlerini seviyorsanız eminim ki bu filmi izleyin mutlaka kamera arkasını da izleyin.
mükemmeldi.
''
''
senaryosunu, napalee ve chookiat sakveerakul'un yaptığı,
başrollerini ise; hiroshi abe, pongpat wachirabunjong ve mükemmel performansı ile jee ja yanin'in yaptığı 2008 yapımı tayland filmi.
tay döğüş sanatlarının bütün inceliklerini görebiliyoruz filmde.
bu filmin döğüş koreografisini yapan kişinin de hakkını teslim etmek icap ediyor; panna rittikrai.
bundan sonrasını spoi takıntısı olanlar okumasınlar lütfen.
taylandlı gangster no. 8'in kız arkadaşı olan zin, gönlünü rakip yakuza patronu masashi'ye kaptırır. hal böyle olunca no:8 her ikisini ayırıp sürgüne gönderir ve görüşmelerini yasaklar. bu onların cezalarıdır.
zin, masashi'nin japonya'ya gitmesinin ardından bir bebek dünyaya getirir. ancak bebek otistiktir. gördüğü her şeyi kayıt altına alabilen bu bebek, gördüğü jackie chan, bruce lee filmlerindeki döğüş sanatlarını bile hafızasına alır.
taşındıkları yeni evleri bir döğüş okulunun bahçesini gören otistik çocuk, kendi kendine döğüş sanatları konusunda bir uzman haline gelir.
zin'in kanser olmasının ardından çocuklar annesinin masraflarıyla baş etmeye çalışırken, bir gün yanlışlıkla zin'e borçlu insanların listesini bulur ve borç tahsilatına başlarlar.
bu noktada bir dip not paylaşmam lazım:
ilk tahsilat ve ikinci tahsilatta ben diyorum ki ''bu filmi izledim sanırım hiç yabancı gelmiyor.'' meğersem; çocuğun tv den gördüğü filmlerin bire bir aynısını çekmişler, mekanlarda dahil olmak üzere... bruce lee ve jackie chan'ın...
sonrada onları yanyana koyup göstermişler. ancak telif sorunu nedeniyle ,maalesef o şekliyle göremedik. eğer görseydik çok daha mükemmel olacaktı eminim.
bundan sonrası tam anlamıyla döğüş sanatları festivali gibiydi. özellikle filmin sonunda kamera arkasındaki görüntülerde adamların gerçekten dayak yediğini kafalarından foşur foşur kanlar aktığını ve üçüncü kattan patır patır düştüklerini gördüm gerçekten filmi çekmek için canlarını ortaya koymuşlar.
döğüş sanatları filmlerini seviyorsanız eminim ki bu filmi izleyin mutlaka kamera arkasını da izleyin.
mükemmeldi.
''
''
devamını gör...