carlos fuentes kitabıdır.

dünyada korku romanı deyince akla bir çırpıda birkaç isim gelir. bunlardan edgar allen poe’yu ilk sıraya yazabilirim, çağdaş dönemde ise elimizde stephen king vardır ki bence onun da yeri poe kadar tartışılmazdır. büyülü gerçeklik dediğimiz zaman ise aklımıza gabriel garcia marquez düşer ilk solukta ki bu da gayet doğaldır. bu ikisinin bir birleşimi için ise fuentes’in kaygı veren dostluklar kitabındaki öykülere başvurabiliriz.

fuentes borges’e çok benziyor. zaten sanırım latin amerika edebiyatında aydınlık gözlü borges üstadıma benzemeyen yoktur. herkes ucundan kıyısından bulaşmıştır borges’e. yine de fuentes’in kendine has büyüleyici bir üslubu olduğunu söylemezsem de büyük haksızlık etmiş olurum.

bu kitapta latin amerika’da geçen bir kont drakula öyküsüne rastlayacaksınız, vlad’ın sömürü dolu sımsıcak güney amerika topraklarında boy göstermesine tanık olacaksınız. kan içen iki ihtiyarın hikayesi de ilginizi çekecektir mutlaka. ya da dünyaya gönüllü sürgün bir meleğin hikayesi. peki hastasına dokununca onu canlandıran bir doktorun öyküsüne ne dersiniz? hepsi fuentes’in kaleminin ucundan damlıyor.

hepimizin kaygı veren dostlukları var ve hepimiz büyülü bir gerçeklik içinde korkuyla yaşıyoruz.
devamını gör...

benim anlamadığım zaten anonimiz, bu gizli gezinme ne işe yarayacak? kime neyin hesabını vereceğiz ki, whatsapp mı burası ?
olayın mantığını anlamadım ben.
devamını gör...

kırgınlığım bir bayrak, çırpınıyor içimde
etekleri tutuşmuş akılsız gelinciğim.
dışına atıldım ben hüznün de sevincin de
bir kıyıya bağlanmış boş bir sandal gibiyim.

cahit külebi- kırgınlığım bir bayrak.
devamını gör...

(bkz: neden para basıp halka dağıtmıyoruz ki)
devamını gör...

“klasik müziğin devrimcisi, huysuz ve dahi”

2020 yılı dünyada beethoven’nın 250. doğum günü sebebiyle “maestro yılı” olarak kutlandı. benim biraz geç ele aldığım konudur. gelin birlikte bakalım senfoniler kralının hayatına.

klasik müzik dinlemeseniz bile, eserlerini mutlaka duymuşsunuzdur.

“ ta ta ta taaaaam”

5 numaralı senfonisi o kadar çok reklam, film ve dizilerde kullanıldı ki, adam yaşasa teliften köşeyi dönmüştü.

1770 almanya bonn doğumludur. müzisyen bir aileden gelir. ünlü besteci joseph haydn “bu hergeleyi bana gönderin” demesiyle hayatı değişir. 21 yaşında klasik müziğin merkezi viyana’ya gelir. tam bir mozart hayranıdır.

sağır bestekar diye tanınır. ancak yanlış bir bilgi vermemek gerekir. doğuştan sağır değildir. zamanla duyma yetisini yavaş yavaş kaybeder. son eseri 9. senfoniyi yazdığı dönem ki, ömrünün son yıllarıdır. pianosu üzerine rezonans tahtası konulur ve sesleri titreşimler olarak duyar.

ay ışığı sonatı; (bkz: moonlight)
bestakarın yaptığı en ünlü eser olarak bilinir. bu sonat ile büyük ün kazanır. öyle ki, o dönem saray saray dolaşır ve bu eseri icra eder. ama sonunda patlar “benim bundan daha iyi bestelerim var. yeter ulen” der. ve bir daha bu eseri çalmaz.

kişiliği son derece geçimsiz, aksi ve biraz da küstahtır. yani “abe evlat olsa sevilmez”

peki neden devrimci denir;
klasik müzik üç döneme ayrılır; barok, klasik ve romantik dönem. işte beethoven romantik dönemin hem başlangıcını yapan, hem de bana göre tartışmasız en iyi bestekarıdır. zaten yaşadığı dönemde viyana’nın 1 numaralı bestekarıdır. senfoni denilince akla haydn ve mozart gelir. ancak bu iki bestekar, senfoniler için belli kalıplar kullanırlar. dört bölüm yazarlar. beethoven’a kadar senfoniler bu şekildeydi, ancak bizim huysuz bunu değiştirir. 7 bölüm, 9 bölüm işler yapar, süre olarak da mozart’a göre 3-4 kat daha uzundur senfonileri. devrimciliği buradadır.

kısa kısa; evet. tam bir napolyon hayranıdır. eroica olarak bilinen 3. senfonisi, napolyana itafendir. çok sık doğa yürüyüşü yapar ve eserlerinin melodilerini kuş seslerinden alır. oda müzigi, sonatlar, konçertolar yazmıştır. sadece bir operası vardır. “fidelio”

1827 yılında ölür. viyana şehir mezarlığına defin edilir.

hadi ispanya sokaklarına gidelim. bir kız çocuğunun ateşlediği bir meydan müziği ziyafetine göz kulak verelim. 9. senfoninin son kısmıdır. hepiniz hatırlayacaksınız.

kaynak: bilgilerin bir kısmı yazar jan caeyers kitabı “beethoven der einsame revolutionar” (yalnız bir devrimci) kitabından çevrilmiştir. çeviren (bkz: şahsım)

müzik sokakta.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
tarihin sıfır noktası olarak adlandırılan göbekli tepe, 1995'te harald hauptmann önderliğinde başlatılan çalışmalar ile, insanlığın ilk yerleşik hayata geçtiği dönemde yani mö. 10 binli yıllarda inşa edildiği bulgularla kanıtlandı. çünkü buğdayın ilk izleri burada bulundu ve tarihin ilk ibadethanesi /tapınak olarak kabul ediliyor. tabi insanlığın ilk yerleşik hayata geçtiği yer burası olduğu için adem ve hava'nın buraya gönderildiğini düşünen bir kesimde mevcut.


göbeklitepe mısır piramitlerinden 7 bin 500 yıl daha önce yapılmıştır. neolitik dönemde inşa edilen göbeklitepe alnında bulunan dev şekilli (t) kayalar alana taşıyarak getirildiği tahmin ediliyor, bu nedenle tapınak olarak görülüyor ve bu bulgular insaların neolitik dönemde yerleşik hayata geçtiğini kanıtlıyor, göbeklitepe keşfedilmeden önce o dönemde hala avcılık ve toplayıcılık yaptığı ve göçebe olduğu düşünülüyordu.


bazı tarihçiler göre göbeklitepe'nin, ibadet yerinden daha çok bir sığınaktı. uzaklara göç eden insanların , bu bölgede dinlendiğini veya mola verdiğini düşünülüyordu . bu görüş de göbeklitepe’nin gizemini koruyan bir “barınak” olma özelliğini de taşıyor ama taşların üzerindeki çeşitli figürler bu fikirleri çürütüyor.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


not : göbekli tepenin ismi 12 tepe olarak değişiyormuş.
devamını gör...

üst üste olan ufak yaralanmalar sonucu, kemiğin yorgunluğa bağlı hassas olması sebebiyle, hiç zorlanmayan bir zamanda oluşan çatlak şeklindeki kırıklardır.

genellikle ayak tarak kemiğinde ya da kaval kemiğinde görülür. tarak kemiğinde olanını balerinler sık yaşar. uzun süredir spor yapmayan kişilerde de zorlama (mesela fazla uzun yürüyüşler) sonucu görülmektedir. yanlış ayakkabı seçimi de bu kırıklara sebep olabilir.

normal kırığın iyileşme süresinin iki katı iyileşme süresi vardır. zorlayıcıdır. tarak kemiğinde olanı merdiven çıkarken canınıza okur.
devamını gör...

tanpınar ,çok yönlü bir insan ve sanatçıdır. üniversitede profesör olan tanpınar , belli bir dönem milletvekilliği de yapmıştır. roman , öykü , deneme , makale , şiir ve edebiyat tarihi türlerinde eser vermiştir . ahmet hamdi tanpınar , romanlarında sosyal ilişkileri ve insanların psikolojik durumlarını ön plana çıkarmıştır.
devamını gör...

durumun gerçekten vahim olduğunu gösteren araştırmadır. okulunu bitiriyor, atanamıyor, sürekli ailesine ve kendine bile yük olduğunu düşünüyor.sınava giriyor, başarılı olduğu halde, çeşitli zırvalarla yapılan haksız atamaları / yerleştirmeleri görüyor, kahroluyor. adalete güveni kalmamış. gelecekten umudu yok. hastalanıp güvencesi yada parası olmadığı için hastaneye bile gidemiyor. tutunacak hiçbir şeyi kalmadığını düşünüyor. pek haksızda sayılmazlar aslında.
devamını gör...

yüzüklerin efendisi kralın dönüşündeki bu sahne tabi ki.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

gençler iş beğenmiyor*

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

yaşadığı ülkeden çok yurt dışında geçer meslek hayatı. masa başında oturmaktan ziyade uçak koltuklarında geçer gazetecilik macerası. hem dünyanın gidişatını takip eder, hem de önemli politikacılarla diyalog kurar.
devamını gör...

aralık ayında buluşmayla kalmayıp günlerce konaklayacağım.harika geçeceğine eminim.hangi kadın yazar olduğunu söylemem.
devamını gör...

buluşmaya gitmemek. ne gerek var sevgiliye ya? oturun oturduğunuz yere canım aaa!
devamını gör...

ilker kaleli bir, murat yıldırım iki.

bu ikisine yakışıklı diyebilmek için, ikisinden başka erkek görmemiş olmak gerekiyor. anneleri bile yakışıklı olduklarını düşünmüyor bence.
devamını gör...

ne diyor sadri alışık:
sokak köpeklerine selam vermek, adam olmaya çeyrek var demektir.
kedileri de sayın işte.
devamını gör...

30 dakikalık 12 bölümden oluşan aynı adlı romandan uyarlanan mini dizi. dizideki connell karakterini casey affleck'in manchester by the sea'de canlandırdığı lee chandler karakterine benzettim. tavırları konuşmaları falan baya benziyor.
dizi görsel açıdan çok güzeldi cidden. dizinin akıcı olmasının sebebi sadece kurgusunun iyi olması değil görsel olarakta çok özenli hazırlanmış olmasaydı.
kurguya gelecek olursak özünde aslında öyle çok kompleks, ahım şahım olmayan bir hikayeyi detaylarda ve duygusal anlamda o kadar iyi işlemişler ki dizi a plus bir seviyeye çıkmış. tabi kitabı okumadığım için bunda kitabın yazarının mı dizinin senaristlerinin mi daha çok payı var bilmiyorum.
dizinin duygusal olarak müthiş olmasında en önemli pay başroldeki ikiliye ait. aslında bana göre birbirlerini fiziksel açıdan aşırı iyi tamamlayan bir çift değillerdi ama mental açıdan o kadar uyumluydular ki dizi boyunca aralarında geçen diyalogları zevkle izledim.

dizi ilk 6 bölümden sonra biraz kendini tekrar etmeye başladığını hissettim ama sonra baş karakterlerin psikolojik bunalımlarını tahlil eden iki enfes bölümü izleyince fikri. değişti. (9 ve 10. bölümler sanırım). o diziye bir puanlama yapacak olsam 10 üzerinden 8.8 falan veririm. baya sağlam bir iş olmuş.


bu arada connell karakteri ile ilgili bir iki kelam edeceğim. yoksa içimde kalır valla.

ulan connell sen ne gelgitleri bitmez ne dengesiz ne zibidi bir adamsın la. kızla sevgili olurken aman arkadaşlarıma söylemiyelim beni dışlarlar sonra dedin. kız gıkını çıkarmadan kabul etti. senin yanında kıza hem sözlü hem fiziksel tacizde bulundular. arkadaşların ilişkini anlayacak diye hiçbir müdahalede bulunmadın. kız buna da gıkını çıkarmadı.
sonra gittin birde üstüne üstlük kıza mezuniyet balosuna seni değil başkasını davet ediyorum dedin.
sen nasıl bir angutsun lan cidden? anan bile az daha seni doğuracağıma taş doğursaydım ne biçim adamsın la sen diyecekti. neyse aradan zaman geçti kız yine seni affetti (ben kızın, bu angut connell'ı affettiği sahneyi izlerken hayretler içinde kaldım. bu kız ya mal ya da melek ortası yok dedim.) sonra bunlar tam bir araya geldiler. bu connel hıyarı evinden çıkmak zorunda kaldı. kıza adam gibi bir süre sende kalabilir miyim diyemedi. saçma sapan şeyler söyledi. o kadar anlamsızca şeyler söyledi ki kız connel'ın kendinden ayrılmak istediğini sandı. bu şekilde ayrıldılar. hayatımda gördüğüm en saçma ayrılık sebeplerinden biriydi. neyse connel hıyarı sonlara doğru biraz duruldu da sinirim geçti. yoksa daha sövecektim.
devamını gör...

+annen var mı?
-var.
+baban var mı ?
-var.
+sevgilin var mı?
-var.
+nah var.
devamını gör...

''veda ederken kalbim duracak gibi hissediyorum.''

sevilen kişilerle ayrılırken gerçekleştirilen eylem. sevilen kişiler diyorum çünkü zaten hayatımızda bir anlama ve yere sahip olmayan kişilerle yollarımızın ayrılmasını veda olarak görmüyorum.

asıl veda, hayatındaki anlamlı varlıklara duyduğun özlemi ve hüznü ifade eder. bu yüzden veda etmek en sevmediğim ve gerçekleştirmek istemediğim şeydir. bir daha o kişiyi görüp işitemeyecek gibi, o yere bir daha gelemeyecekmiş, o zamanı bir daha yaşayamayacakmış gibi hissediyorum. oysa ben o kişiyi ömrümce görmek, işitmek ve varlığını hissetmek istiyorum. o yere bir daha gitmek, o zamanı hiç unutmamak ve bir daha yaşamak istiyorum.

lisenin son cumasının verdiği burukluk gibi. bir daha asla aynı yerde bulunamayacak olmanın bilinci, sınava girecek ve üniversiteye gidecek olmanın heyecanı, ayrılığın verdiği hüzün gibi. o zamanlar güzel bir gelecekle karşılaşacağımızı ve hayallerimize yaklaşacağımızı düşündüğümüz için belki de bu kadar anlamlı gelmiyordu o veda anları. veda olarak görmüyorduk belki de. oysa ben arkadaşlarıma uzunca süre bakmış, unutmamak için belleğime kazımaya çalışmıştım. yakın arkadaşla elbet görüşülür fakat birçok arkadaş tozlu raflara kaldırılmış gibi hissediyorum. çok uzaklara gitmişler de bindikleri trene yetişememişim gibi. oysa ne çok koşmuştum, anılarım beni neden beklemedi?

bugün unuttuğum arkadaşımdan bir arama geldi
yarın çok uzaklara gidiyormuş
''bir gün geri döndüğümde kocaman gülümseyerek buluşalım'' dedi
yarın çok uzaklara gidiyormuş.

devamını gör...

bir inşaat mühendisi olarak şunu söyleyebilirim: uzun zaman sonra fazla bir yağış almış, o kadar! biliyorsunuz ki, dünya üzerindeki her şehrin ama her şehrin altyapı veya üst yapı planlaması çok eskiye dayanmaktadır. üstyapıları hadi, kurtabiliyoruz belki ama altyapıya ulaşmak çok kolay olmuyor.

bu altyapı sistemleri de belli bir hidrolojik ve belli bir nüfus öngörüsüyle tasarlanıyor. şu olayda konumuzun nüfus olduğunu düşünmüyorum, konumuz hidrolojik. yani, bu sistemleri tasarlayanlar, yağış verilerine göre yapıyor bu işi. ben de yaptım bu işi.

daha önce new york'da bulunmadım, oranın coğrafik özelliklerini bilemem ama ankara'yı çok iyi biliyorum. mesela, ankara'nın çoğu yerinde bir dere vardır ve ankaralılar olarak bu derelerin üzerinde yaşıyoruz. yanlış planlanan veya düzgün derive edilmemiş bir sürü dere, ankara 30 dakika yağış aldığında dolup taşıyor ve bu manzaralara şahit oluyoruz.

new york'da da bu durum olmuş olabilir veya belki bin yılda bir görülecek bir yağışı altyapı kaldıramamış olabilir.

geçmiş olsun.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim