safinaz
spagetti inceliğinde kollara sahip olan temel reisin yavuklusu. evlenseler oda kilo alır mıydı acaba diye insan düşünmüyor değil.*
devamını gör...
adana deyince akla gelenler
devamını gör...
sevilen şey için ölmeye değer mi sorunsalı
aynı şey mi ? ölçüsüne bağlı tabiki. bir şeyi az sevmek var, çok sevmek var, uğruna ölecek kadar sevmek var. sakız çiğnemeyi seviyorsun diye sakız için ölür müsün ?
devamını gör...
sözlük yazarlarını şaşırtan şeyler
eksi butonunun olmaması cidden şaşırttı. eksi vermekte bir ihtiyaçtır. beğenmediğimiz tanımı napıcaz şimdi? gidip nickaltı mı basalım yoksa özel mesaj mı?
devamını gör...
dünyanın en kısa korku hikayesi
telefonu sessizde unutup dışarıda 4-5 saat geçirmişsindir. ekrana baktığında annenden 48 cevapsız arama vardır.
tür:korku-gerilim
ımdb: 9,2
tür:korku-gerilim
ımdb: 9,2
devamını gör...
yazarların başından geçen tebessüm ettiren olaylar
9 yaşındaydım, ayasofya müzesinde bir okul gezisindeyken sınıfça sıra olmuş içeriye girmeyi bekliyorduk.o anda yanımızdan geçen bir japon turist gruba baktı,sonra bana baktı,yanıma geldi ,sarıldı ve eşi fotoğrafımızı çekti. değişik bir andı.sebebini hala tam olarak bilmiyorum beni kendine yakın hissetti galiba.küçükken gözlerimin hafiften çekik olmasından mütevellit böyle düşünmüştük öğretmenimle.
devamını gör...
yürek ağrısı yaptığı için dinlenemeyen şarkı
unutama beni
devamını gör...
dindar olan kişi ahlaklı mıdır sorunsalı
hatırlar mısınız bilmem…
pandemi başlarında, umre’den dönen 20 küsür bin kişinin anca 5000 kişilik son kafilesini karantinaya almışlardı…
hani şu, kendi çocuklarının, komşu çocuklarının, akrabalarının çocuklarının yıllarca kaldıkları öğrenci yurtlarında kalmışlardı da; “domuz bağlasan durmaz” diye diye isyan ederek, yurdun dışında bulunan polis barikatındaki polislere ‘tükürerek’(!) “bende varsa sen de hasta ol” diyerek hastalık bulaştırmakla tehdit etmişlerdi…
söyleyeceklerim bu kadar….
din temelli bir ahlak, ahlaksızlıktan öteye gidemez benim için… tövbe ederek günahlarından arınmayı vadeden hiçbir din, ahlaklı insan yetiştirmek gibi bir iddiada bulunamaz. hiçbir şey olmasa, kendi dinine mensup olmayanlara hakettikleri ölçüde ahlaklı davranamaz…
ha, hiç mesaj kutumu “din iyidir, kötü olan insanlardır” hötorofliği ile turunculandırmadan siz, söyleyeyim. uçaktan inişte umreden dönenlere termal kameralarda yakalanmasınlar diye “parasetamol” dağıtan diyanet görevlilerini gördü bu gözler. ne ahlakından bahsediyorsunuz yahu siz?
akp ısparta milletvekili recep özel, bu olaydan 15 gün sonra tivit atıp, attığı tiviti silmek zorunda kaldı… neden biliyor musunuz, çünkü bir itiraftı. ısparta’daki 268 vakanın 243’ü umreden dönen vatandaşlardı…
dindarlar ahlaklıymış…
evet, çok ahlaklılar…
pandemi başlarında, umre’den dönen 20 küsür bin kişinin anca 5000 kişilik son kafilesini karantinaya almışlardı…
hani şu, kendi çocuklarının, komşu çocuklarının, akrabalarının çocuklarının yıllarca kaldıkları öğrenci yurtlarında kalmışlardı da; “domuz bağlasan durmaz” diye diye isyan ederek, yurdun dışında bulunan polis barikatındaki polislere ‘tükürerek’(!) “bende varsa sen de hasta ol” diyerek hastalık bulaştırmakla tehdit etmişlerdi…
söyleyeceklerim bu kadar….
din temelli bir ahlak, ahlaksızlıktan öteye gidemez benim için… tövbe ederek günahlarından arınmayı vadeden hiçbir din, ahlaklı insan yetiştirmek gibi bir iddiada bulunamaz. hiçbir şey olmasa, kendi dinine mensup olmayanlara hakettikleri ölçüde ahlaklı davranamaz…
ha, hiç mesaj kutumu “din iyidir, kötü olan insanlardır” hötorofliği ile turunculandırmadan siz, söyleyeyim. uçaktan inişte umreden dönenlere termal kameralarda yakalanmasınlar diye “parasetamol” dağıtan diyanet görevlilerini gördü bu gözler. ne ahlakından bahsediyorsunuz yahu siz?
akp ısparta milletvekili recep özel, bu olaydan 15 gün sonra tivit atıp, attığı tiviti silmek zorunda kaldı… neden biliyor musunuz, çünkü bir itiraftı. ısparta’daki 268 vakanın 243’ü umreden dönen vatandaşlardı…
dindarlar ahlaklıymış…
evet, çok ahlaklılar…
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının benzetildiği ünlüler
küçükken sibel can'a benzetirlerdi. hey gidi günler hey. yaşlandık be sözlük!
devamını gör...
kör baykuş
iranlı yazar sadık hidayet tarafından yazılmış, gelmiş geçmiş en karanlık kitaplardan biridir.
öncelikle kitabın çok zor olduğunu söylemem lazım. ince bir kitap olmasına rağmen hemen okunup kaldırabileceğimiz bir tür değil. özellikle ruhsal durumunuzun sağlam olduğundan da emin olmalısınız kitabı okumak için. çünkü kitap sizi sıkıntıdan değil kasvet, depresif, karamsar oluşuyla boğuyor. hangi zaman, hangi mekan olduğunu anlayamadığınız bir konu ve neredeyse korkunç betimlemelerle ruhunuzu sıkıştırıyor.
sadık hidayet'in bu tarz bir kitap yazması ilginç değil tabii ki. özellikle hayatıyla ilgili bir kaç şey okursanız neden bu kadar karamsar olduğunu anlarsınız.
kitaptaki karakterin her yönüyle hastalıklı ruh hali ve bedeni sizi de bir odaya sıkıştırıyor. tamamen düşünce yoğunluğu olan bir konusu var.
ayrıca kör baykuş kitabı çevirisi behçet necatigil tarafından yapılmıştır. iyi ki de yapmış! iyi ki bize bu başyapıtı kazandırmış.
dünya, ıssız yaslı bir ev gibi görünüyordu gözüme ve ben bağrımda bir acı duyuyordum.
öncelikle kitabın çok zor olduğunu söylemem lazım. ince bir kitap olmasına rağmen hemen okunup kaldırabileceğimiz bir tür değil. özellikle ruhsal durumunuzun sağlam olduğundan da emin olmalısınız kitabı okumak için. çünkü kitap sizi sıkıntıdan değil kasvet, depresif, karamsar oluşuyla boğuyor. hangi zaman, hangi mekan olduğunu anlayamadığınız bir konu ve neredeyse korkunç betimlemelerle ruhunuzu sıkıştırıyor.
sadık hidayet'in bu tarz bir kitap yazması ilginç değil tabii ki. özellikle hayatıyla ilgili bir kaç şey okursanız neden bu kadar karamsar olduğunu anlarsınız.
kitaptaki karakterin her yönüyle hastalıklı ruh hali ve bedeni sizi de bir odaya sıkıştırıyor. tamamen düşünce yoğunluğu olan bir konusu var.
ayrıca kör baykuş kitabı çevirisi behçet necatigil tarafından yapılmıştır. iyi ki de yapmış! iyi ki bize bu başyapıtı kazandırmış.
dünya, ıssız yaslı bir ev gibi görünüyordu gözüme ve ben bağrımda bir acı duyuyordum.
devamını gör...
20 mart 2021 türkiye'nin istanbul sözleşmesi'nden ayrılması
süregelen "eşcinselliği özendiriyor, aile kurumunu yıkıyor, geleneksel değerlere karşı geliyor" diye yaygara kopartılan ifade, sözleşmenin 4. maddesinin 3. fıkrası. okumak isteyenler için sözleşmenin tam metni burada. hakkında daha önce karaladığım bir şey de şöyle: #520801.
eşcinselliği mi özendiriyor?
bu ülkede ülkü ocakları başkanı 15 yaşındaki bir oğlan çocuğuyla basılmadı çünkü.
aile kurumunu mu yıkıyor?
şimdiye kadar binlerce kadın bizzat ailesinin sözde "direği" tarafından şiddet görmedi, öldürülmedi çünkü.
geleneksel değerlere mi karşı geliyor?
hangi geleneksel değer? hani herkesin herkesi öldürebildiği, şiddetin tarafların cinsiyeti fark etmeksizin her türlüsüne boyun eğmek zorunda bırakan; kadını metalaştıran ve hizmet etmesi gereken bir köle olarak gören değerleriniz mi?
yere batsın sizin değeriniz. yere batsın aile anlayışınız. yere batsın göstermelik eşcinsellik korkunuz.
şöyle bir sözleşmeden yukarıdaki anlamları çıkartabilen sadece kötü niyetli bir kör cahil değil, aynı zamanda terbiyesizdir. sapkın herifler.
eşcinselliği mi özendiriyor?
bu ülkede ülkü ocakları başkanı 15 yaşındaki bir oğlan çocuğuyla basılmadı çünkü.
aile kurumunu mu yıkıyor?
şimdiye kadar binlerce kadın bizzat ailesinin sözde "direği" tarafından şiddet görmedi, öldürülmedi çünkü.
geleneksel değerlere mi karşı geliyor?
hangi geleneksel değer? hani herkesin herkesi öldürebildiği, şiddetin tarafların cinsiyeti fark etmeksizin her türlüsüne boyun eğmek zorunda bırakan; kadını metalaştıran ve hizmet etmesi gereken bir köle olarak gören değerleriniz mi?
yere batsın sizin değeriniz. yere batsın aile anlayışınız. yere batsın göstermelik eşcinsellik korkunuz.
şöyle bir sözleşmeden yukarıdaki anlamları çıkartabilen sadece kötü niyetli bir kör cahil değil, aynı zamanda terbiyesizdir. sapkın herifler.
devamını gör...
mostar
2018 temmuzunun ilk haftasında gittiğimiz balkan turunda uğradığımız şehir. saraybosna kadar olmasa da hazin bir yerdi. genel olarak seyahatimizin beşinci günü hep savaş acıları içinde geçtiğinden altıncı günkü güzelim şehrin* havasını soluyamadık bile...
en son dubrovnik'te duran kafilemiz, poçitel köyünde dandik bir motelde geceyi geçirmişti. sabah kalkıp kahvaltımızı edince (ki yol boyunca kahvaltılar yumurta ve kornfleksten, akşam yemekleri de tavuktan ibaret fiks menü, rehberimiz turlarda türklerin "ay şu domuz mudur" "ay bu yenir mi" gibi şikayetlerinden bıkan otelcilerin ortak bir menü çıkardığını söylüyor, iyi ki kahvaltıda cornflex yeme alışkanlığımız var da aç kalmıyorum ama çaysızlık kötü bir şey, kahveye abanıyoruz el mecbur) önce köyü ziyaret ettik. dağın eteğinde kurulu köy, bir kale, kilise ve cami barındırıyordu. zamanında yeniçerilerin hudut karakolu olarak kullandığı kaleye çıkamadık, herkes köyde çay aradı bugün. bizimkiler de dik yokuşları çıkamadılar, sadece ben camiye kadar çıktım.
kale:
saat kulesi:
molayı müteakiben mostar'a vardık. şehrin hırvat yakasında durduk, boşnak mahallelerine geçmek üzere ünlü köprüye gelesiye evvela köprü altındaki kahvede oturduk. yapılalı daha 14 yıl olmasına rağmen köprü şimdiden renk değiştirmiş. zamanında mostarlı delikanlıların kızlara kendini kanıtlamak için yaptıkları köprüden atlama geleneği, artık turistik bir şov olarak sürüyor. gençler atlıyor, ama bahşişi bulamazsa yok. ben "atla, atla, atlamayan çetnik" diye boğazımı yırtsam da atlamadı çünkü eleman. tam "senden adam olmaz" derken cumburlop.


köprü manzarası, sağ taraf hırvat sol taraf boşnak semti. ayrıca köprüden ihtiyar kafilemiz zar zor geçti, bayağı dikti çünkü.
tepede görünen haçtan üsküp'te de görmüştük. hıristiyan adeti herhalde, şehrin en yüksek noktasına dikmek. ayrıca o tepe, 1993'te köprüyü havaya uçuran hırvat tabyasının da konuşlandığı yer.
köprü dışında şehrin boşnak yakasındaki çarşıyı da gezdik, tika'nın onardığı diğer osmanlı yapılarını gördük. türkiye burada iyi yatırım yapmış, keza çarşı içinde bir de konsolosluğuuz var. belki de bu sebepten, balkanlarda
recep tayyip erdoğan atatürk kadar seviliyor (hatta kendisi de selanikli olan atatürk'ten fazla seviliyor). ola ki yolunuz düştü (euro 11 lirayken nasıl olacak bilmiyorum gerçi), size reis övgüsü yapan bir boşnağa "lan bi sus, ondan kaçıp geldik buraya" demeyin. dayağı yiyebilirsiniz... neyse, işte restore ettiğimiz camilerden köski mehmet paşa.

bu çarşıda dolanırken köfte ve börek kokuları geniz yakıyor. kebabcici dedikleri bir köfte yemeği ve börekleri ünlü olan boşnaklar, bunların yanında titovka denilen yugoslav partizan şapkasından da satıyorlar. bir şapka ve iki merminin birbirine kaynatıldığı bir kalem aldık.
öğlen yola koyulduk, varış yerimiz geceyi de geçireceğimiz saraybosna idi. yolda bir de hava kapandı, yağmur başladı... neyse ki otobüsten inince durmuştu artık.
en son dubrovnik'te duran kafilemiz, poçitel köyünde dandik bir motelde geceyi geçirmişti. sabah kalkıp kahvaltımızı edince (ki yol boyunca kahvaltılar yumurta ve kornfleksten, akşam yemekleri de tavuktan ibaret fiks menü, rehberimiz turlarda türklerin "ay şu domuz mudur" "ay bu yenir mi" gibi şikayetlerinden bıkan otelcilerin ortak bir menü çıkardığını söylüyor, iyi ki kahvaltıda cornflex yeme alışkanlığımız var da aç kalmıyorum ama çaysızlık kötü bir şey, kahveye abanıyoruz el mecbur) önce köyü ziyaret ettik. dağın eteğinde kurulu köy, bir kale, kilise ve cami barındırıyordu. zamanında yeniçerilerin hudut karakolu olarak kullandığı kaleye çıkamadık, herkes köyde çay aradı bugün. bizimkiler de dik yokuşları çıkamadılar, sadece ben camiye kadar çıktım.
kale:

saat kulesi:

molayı müteakiben mostar'a vardık. şehrin hırvat yakasında durduk, boşnak mahallelerine geçmek üzere ünlü köprüye gelesiye evvela köprü altındaki kahvede oturduk. yapılalı daha 14 yıl olmasına rağmen köprü şimdiden renk değiştirmiş. zamanında mostarlı delikanlıların kızlara kendini kanıtlamak için yaptıkları köprüden atlama geleneği, artık turistik bir şov olarak sürüyor. gençler atlıyor, ama bahşişi bulamazsa yok. ben "atla, atla, atlamayan çetnik" diye boğazımı yırtsam da atlamadı çünkü eleman. tam "senden adam olmaz" derken cumburlop.




köprü dışında şehrin boşnak yakasındaki çarşıyı da gezdik, tika'nın onardığı diğer osmanlı yapılarını gördük. türkiye burada iyi yatırım yapmış, keza çarşı içinde bir de konsolosluğuuz var. belki de bu sebepten, balkanlarda
recep tayyip erdoğan atatürk kadar seviliyor (hatta kendisi de selanikli olan atatürk'ten fazla seviliyor). ola ki yolunuz düştü (euro 11 lirayken nasıl olacak bilmiyorum gerçi), size reis övgüsü yapan bir boşnağa "lan bi sus, ondan kaçıp geldik buraya" demeyin. dayağı yiyebilirsiniz... neyse, işte restore ettiğimiz camilerden köski mehmet paşa.


bu çarşıda dolanırken köfte ve börek kokuları geniz yakıyor. kebabcici dedikleri bir köfte yemeği ve börekleri ünlü olan boşnaklar, bunların yanında titovka denilen yugoslav partizan şapkasından da satıyorlar. bir şapka ve iki merminin birbirine kaynatıldığı bir kalem aldık.
öğlen yola koyulduk, varış yerimiz geceyi de geçireceğimiz saraybosna idi. yolda bir de hava kapandı, yağmur başladı... neyse ki otobüsten inince durmuştu artık.
devamını gör...
amish
hampton beach'de bazı üyelerine rastladığım topluluk. karavanla gelip kadın çoluk çocuk suya ayaklarını sokup sonra karavanlarına binip uzaklaştılar. at arabasıyla mı geldi lan bunlar diye sağa sola bakındım ne de olsa teknolojiye uzak efsanesi kalmış aklımda. at mat yoktu aga bildiğin karavana binip gittiler. çocuklar bile siyah kumaş pantolon giymiş ve askı takmışlardı. kadınların saçları kapalı erkeklerin sakalları mevcuttu. orta dünya ve hobbitler geldi aklıma.
hayat nelere kadir nelere leyla dedim kendi kendime.
hayat nelere kadir nelere leyla dedim kendi kendime.
devamını gör...
uzay tazısının yolculuğu
fena kitap değildir. bilim-kurgu standartlarında benim için ortalama bir değeri haiz. amma velâkin bilim-kurgu seven her insanın okumasında da fayda olduğunu düşünürüm. zira kurgu eserlerdeki farklılık ve yelpazenin genişliği okurun da sınırlarını genişletir. aynı zamanda eserler arasında yaptığınız karşılaştırma sonucunda, kafanızda hem kitaplar hem de yazarlar anlamında öncelikler listesi belirlersiniz. benim bu kitapla ilgili sıkıntılı bulduğum birkaç nokta var: bunlardan birincisi ana karakter seçimindeki özensizlik. bunu da en çok morton karakterinde görüyorsunuz. özensizlik derken kast etmek istediğim şu; yazar bir karaktere kendi içerisinde bir özgül ağırlık tanımış ve siz bu karakterle ilgili kafanızda bir şeyler kurgulayıp ona göre hareket etmeye başlamışsınız. işte o anda öyle bir şey yapıyor ki, kafanızdaki kurgu, hikâyenin akıcılığı ve tüm büyü bir anda ortadan kalkıyor. mevzuyu elbette ipucu vermemek için anlatmayacağım ama bu durum benim bir hayli canımı sıkmıştı.
bununla birlikte grosvenor karakteri üzerinde de yazarın bazı rötuşları yapmayı atladığını düşünüyorum. ille de neksiyoloji diyorsun. her daim neksiyoloji diyorsun amma velâkin adamı madara ediyorsun. o muamelelere can dayanmaz arkadaş. adama resmen sürpriz yumurta muamelesi yapılmış lakin o kısımda çok ustaca yapılmış diyemem. tahmin ediyorsunuz ama beklediğiniz şeyler olana kadar da tabiri caizse kafayı kırıyorsunuz. bana göre, karakterlerde ortaya çıkan özensizlik anlatım dili ve kurgu sayesinde dengeleniyor. yine de ne varsa eskilerde var dedirtecek bir kitaptır ve okunmasında fayda vardır.
bununla birlikte grosvenor karakteri üzerinde de yazarın bazı rötuşları yapmayı atladığını düşünüyorum. ille de neksiyoloji diyorsun. her daim neksiyoloji diyorsun amma velâkin adamı madara ediyorsun. o muamelelere can dayanmaz arkadaş. adama resmen sürpriz yumurta muamelesi yapılmış lakin o kısımda çok ustaca yapılmış diyemem. tahmin ediyorsunuz ama beklediğiniz şeyler olana kadar da tabiri caizse kafayı kırıyorsunuz. bana göre, karakterlerde ortaya çıkan özensizlik anlatım dili ve kurgu sayesinde dengeleniyor. yine de ne varsa eskilerde var dedirtecek bir kitaptır ve okunmasında fayda vardır.
devamını gör...
takipçilerini görememek
karma puanımın yeterli olmasına rağmen, aktive etmedim. çok yeri değil ama bu ve sözlük gidişatı hakkında şunları belirtmeyi bir sorumluluk görüyorum.
çok iyi yazan arkadaşlar var. okumaktan keyif aldığım. ancak üzülerek sol frame’in bayalığı, açılan cinsiyetçi başlıklar, mizahtan uzak güldürmeyen yazılar artık bıktırmak üzere. bu konuda başka yazar arkadaşlar da aynı düşünceyi paylaşıyorlar.
elbette kimse akıl vermek değil derdimiz. ancak yazar arkadaşların, sözlüğün kalitesini artırmak için sorumluluk taşımaları gerekir.
ve bu noktada yönetime şu sitemi yollamak isterim.
karma puan, 800 entry gir, etkileşimde kal gibi uygulamalar acaba sözlüğe kalitemi katıyor, yoksa “yazmak” gibi önemli bir uğraşı ucuzlatıyor mu?
ne karma puan umrumda, ne girilen entry sayısı. ama kalite umrumda.
çok iyi yazan arkadaşlar var. okumaktan keyif aldığım. ancak üzülerek sol frame’in bayalığı, açılan cinsiyetçi başlıklar, mizahtan uzak güldürmeyen yazılar artık bıktırmak üzere. bu konuda başka yazar arkadaşlar da aynı düşünceyi paylaşıyorlar.
elbette kimse akıl vermek değil derdimiz. ancak yazar arkadaşların, sözlüğün kalitesini artırmak için sorumluluk taşımaları gerekir.
ve bu noktada yönetime şu sitemi yollamak isterim.
karma puan, 800 entry gir, etkileşimde kal gibi uygulamalar acaba sözlüğe kalitemi katıyor, yoksa “yazmak” gibi önemli bir uğraşı ucuzlatıyor mu?
ne karma puan umrumda, ne girilen entry sayısı. ama kalite umrumda.
devamını gör...
noviembre
ispanyol yönetmen achero manas'ın bir sinema filmi çekerek sinemacılığı, kurguculuğu yerine dibine soktuğu 2003 yapımı ters köşe filmi. istisnasız izleyen herkesi based on a true story olup olmadığı ile ilgili kuşkuya düşürmüş, bu konuda ürkütmüş, oturduğu koltuğa çivilemiş bir filmdir. görmeyenin görmesi elzemdir.
hayatımda hiçbir filmin based on a true story olmasından bu denli korkmamıştım. yönetmenin filmin sonundaki a mi padre* notu filmin bir an için de olsa alfredo'nun kızı anita tarafından yıllar sonra çekilmiş olduğunu düşündürse de hemen sonra asıl mevzuyu kavrıyorsunuz. yani film bittikten sonra filmi izliyor, idrak ediyorsunuz esasında. kurgu şahane demeyeceğim, çünkü senelerdir birçok filmin kurgusu için bu sıfatı kullandım. bu başka bir şey. belgesel-film dediğiniz şeyde anlatıcılar günümüzde yaşar. bu filmde gelecekte olmalarının sebebi -benim anladığım, ki zaten bu filmin kaygısı herkese farklı bir şey düşündürmek- film denilen olgunun yapaylığı, kurgusal oluşu bu yüzden de eleştirilmek zorunda olduğu. bir yönetmen düşünün ki bir film çekerek, kurguculuğun sınırlarını zorlayarak sinema sanatını yani yaptığı işi yerin dibine soksun! yönetmen alfredo'nun kızı değil, ama bu film yine de gerçek bir yaşam öyküsü sayılabilir. bana göre alfredo'nun kızı doğduktan sonra manifesto'ya ihanet etmek zorunda kalması, kendini satması ve arkadaşlarına bir nevi ihanet etmesi filmimizin yönetmeninin yaşam öyküsünden kesitler. oturup, kasıp araştırabilirim ama benim için önem arz etmiyor açıkçası. ben filmden alacağımı aldım. sondaki babam için notu alfredo'nun tiyatro hocasına yaptığı rol gibi yönetmenimizin bize oynadığı bir oyundan ibaret.
hayatımda hiçbir filmin based on a true story olmasından bu denli korkmamıştım. yönetmenin filmin sonundaki a mi padre* notu filmin bir an için de olsa alfredo'nun kızı anita tarafından yıllar sonra çekilmiş olduğunu düşündürse de hemen sonra asıl mevzuyu kavrıyorsunuz. yani film bittikten sonra filmi izliyor, idrak ediyorsunuz esasında. kurgu şahane demeyeceğim, çünkü senelerdir birçok filmin kurgusu için bu sıfatı kullandım. bu başka bir şey. belgesel-film dediğiniz şeyde anlatıcılar günümüzde yaşar. bu filmde gelecekte olmalarının sebebi -benim anladığım, ki zaten bu filmin kaygısı herkese farklı bir şey düşündürmek- film denilen olgunun yapaylığı, kurgusal oluşu bu yüzden de eleştirilmek zorunda olduğu. bir yönetmen düşünün ki bir film çekerek, kurguculuğun sınırlarını zorlayarak sinema sanatını yani yaptığı işi yerin dibine soksun! yönetmen alfredo'nun kızı değil, ama bu film yine de gerçek bir yaşam öyküsü sayılabilir. bana göre alfredo'nun kızı doğduktan sonra manifesto'ya ihanet etmek zorunda kalması, kendini satması ve arkadaşlarına bir nevi ihanet etmesi filmimizin yönetmeninin yaşam öyküsünden kesitler. oturup, kasıp araştırabilirim ama benim için önem arz etmiyor açıkçası. ben filmden alacağımı aldım. sondaki babam için notu alfredo'nun tiyatro hocasına yaptığı rol gibi yönetmenimizin bize oynadığı bir oyundan ibaret.
devamını gör...
nickaltına yazılınca mutlu olan yazar
bazen bana neden nickaltı giriyorsun ve bu kadar özeniyorsun diye sorular geliyor. işte o soruların cevabı bu başlık.
gerçi bende aynı cevabı veriyorum ve 'ne alaka ya kim mutlu olur nickaltıyla?' diye cevap verenler oluyor. bakın işte oluyormuş. olanlar varmış. biliyordum biliyordum hahah.
nickaltı girmeyi seviyorum. özellikle iyi enerji aldığım yazarlara. (kötü enerji aldığım çok az yazar var. yani nickaltı girmediysem onla ilgili henüz doğru cümleleri buşamadığımdandır. ) saçma gelebilir ama bu olayı çok ciddiye alıyorum. tanımlarını okuyor kendimce kişilik analizi yapıyorum falan filan.
sadece yazılması değil yazmakta hoşuma gidiyor yani. yazarkende mutlu oluyorum. siz düşünün artık ne kadar ufak şeylerden mutlu olabildiğimi hah. bazen ters tepki alır mıyım diye korktuğum olmuyor değil. ama daha hiç olmadı. aman aman dilinizi ısırın. (bunun neden yapıyoruz bilmiyorum. umarım yapmamışsınızdır hahah.)
gerçi bende aynı cevabı veriyorum ve 'ne alaka ya kim mutlu olur nickaltıyla?' diye cevap verenler oluyor. bakın işte oluyormuş. olanlar varmış. biliyordum biliyordum hahah.
nickaltı girmeyi seviyorum. özellikle iyi enerji aldığım yazarlara. (kötü enerji aldığım çok az yazar var. yani nickaltı girmediysem onla ilgili henüz doğru cümleleri buşamadığımdandır. ) saçma gelebilir ama bu olayı çok ciddiye alıyorum. tanımlarını okuyor kendimce kişilik analizi yapıyorum falan filan.
sadece yazılması değil yazmakta hoşuma gidiyor yani. yazarkende mutlu oluyorum. siz düşünün artık ne kadar ufak şeylerden mutlu olabildiğimi hah. bazen ters tepki alır mıyım diye korktuğum olmuyor değil. ama daha hiç olmadı. aman aman dilinizi ısırın. (bunun neden yapıyoruz bilmiyorum. umarım yapmamışsınızdır hahah.)
devamını gör...