benim değil ama rahmetli babamın anneme hapisten yazdığı şiir...

bir gün sana geleceğim
sensiz geçen yılların
yılların verdiği burukluğun
sensizliğin verdiği özlemle geleceğim...
devamını gör...

uyutmayan etki.

uzun zaman önce tokyo üniversitesinde bu konuyla ilgili birkaç araştırma yapıldığını okumuştum. üstteki yazarın da belirttiği gibi kütleçekimle alakalı. ana mantık şu: dünyanın %70'i su. dolunay dünyadaki gelgitlere etki ediyor. e insanın da %70'i su. o zaman neden insana etki etmesin?

sonuç olarak bulunanlar ise: dolunayda insanlar daha huzursuz. bazısı daha duygusal. dolunay varken cinnetler daha sık yaşanıyor. kazalar, sakarlıklar artıyor. bir yeriniz kanıyorsa normale nazaran daha geç pıhtılaşıyor falan filan. araştırmayı bulduğumda editleyeceğim.
devamını gör...

ismim arya ve sanat yani art kelimelerinin birleşimi.
devamını gör...

türkçeden başlamanız tavsiye edilir.

(bkz: istiyen)
devamını gör...

bu sefer süper iyilerin değil süper kötülerin başrolde olduğu ve evet dünyayı kurtardıkları dc comics uyarlaması. film aldığı olumlu yorumlardan daha fazla kötü eleştiriler aldı ve ben de sonda söyleyeceğimi baştan söyleyeyim; imdb'de 10 üzerinden 7,2 almış ama bonkör davranılmış. benim puanım taş çatlasın 6.

filmde şehrin bilinen (ve tutuklu) en tehlikeli suçluları var olan bir krizi çözmeleri için bir araya getiriliyor. eğer sorunu çözebilirlerse iyi. sorunu çözmeye çalışırken ölürlerse eh o da iyi. yani yetkililer için bir win win durumu. konsept güzel, karakterler muhteşem, oyuncular iyi. buna rağmen filmin içine edilebiliyor muymuş görmüş olduk. önce izlemeyenler için fragmanı şuraya bırakalım daha sonra eleştirilere geçelim:



elbette filmle ilgili en büyük eleştirilerin kaynağı jared leto tarafından canlandırılan joker karakteri oldu. gelmiş geçmiş en nefret edilen joker ödülünü alan leto bu durumla ilgili yönetmeni ve kurgu ekibini suçlayarak neredeyse bir film daha çıkacak kadar sahnesinin olduğunu ve hepsinin çıkartıldığını iddia etmişti. aslında kendisi bu rol için metot oyunculuğu uygulamış. ekiptekilere (kullanılmış prezervatif gibi) garip şeyleri hediye olarak gönderen leto, filmdeki sevgilisi harley quinn'e de bir lağım faresi hediye etmiş. harley quinn'i canlandıran margot robbie ile aralarındaki çekimin daha gerçekçi olması için de birlikte oynadıkları sahneleri hiç prova almamış. maalesef yine de adını joker'i efsanevi canlandıran jack nicholson, heath ledger, joaquin phoenix gibi oyuncuların arasına yazdıramadı.

benim için filmin en saçma tarafı ise bir grup "kötü" adamın binanın girişinde birbirlerini (ve arada kaynayacak bilimum insanı) kesecek durumda iken çatıya çıkana kadar "hayır onu vuramam..." "siz benim ailemsiniz!" "bir ailemi daha kaybedemem!" "sen dur ben kendimi öne atayım" triplerine girmeleri...
tamam bina gökdelen de, olm manyak mısınız lan. sanki üç senede çıktılar çatıya kadar. 15 dakikada ne ara aile oldunuz, ne ara birbirinizi kollayacak hale geldiniz. anasını babasını kesecek süper kötü adamdınız lan siz.

neyse efendim zaten hepi topu 3 iyi yanı vardı benim açımdan;

1. harley quinn ablamız
2. the killing bittiğinden beri izlemeyi özlediğim joel kinnamancığım
3. soundtrackindeki bazı şarkıları

ha soundtrackini çok fazla dinlerseniz yollarda "i need a gangsta to love me better..."*, "you'll never know the psychopath sitting next to you, you'll never know the murderer sitting next to you"*, "i wanna chain you up, i wanna tie you down, i'm just a sucker for pain..."* diye dolana dolana geziyorsunuz. özellikle bazı muhitlerde yanlış anlaşılabilir. başınıza iş almayın. benden söylemesi.

boş zamanınızda şöyle kafa dağıtmalık aksiyon filmi olsun diyorsanız izlenebilir. onun haricinde bence zaman (ve sinemada izlediyseniz para) kaybı.
devamını gör...

bilgi ve birikimi olan , sözlüğe yeni bir soluk yeni bir bakış açısı getirmiş yazar , okudum yazdıkları gayet açık net, inceden alaya alan ama kırıp dökmeden giydiren yazar , hoş gelmiş , sefa gelmiş.
devamını gör...

mutfaktan dönerken tam ışığı kapattığın an odaya doğru koşmaya başlarsın ve yorganın altına girip tüm canavarlardan kendini korursun.*
devamını gör...

başlık ve tanım ne kadar şuursuzca ve vasat.. kelime bulamadım gerçekten.
bir lokma ekmeğe muhtaç olan o kadar insan varken.. ne bileyim. insanları fiziksel görünüşüne, maddiyatına göre yargılamak.. çocuk esirgeme kurumlarında böyle "varoş" kızlar olabiliyor senin deyiminle. yüzlerine böyle söyleme bari, çok onur kırıcı. insanoğlu ne zaman para sevdasından vazgeçecek bilmiyorum ama acınası. herkes aynı imkanlarla yaşayamıyor. özür diliyor o kızlarım da 10 tl'lik çanta aldıkları için.
bu başlığa kadar severek takip ettiğim bir yazardın, gülerdim yazılarına hatta ama bundan sonra senin ve yazıların hakkında aynı şeyi düşüneceğimi sanmıyorum. bu düşünceni bir gün değiştirirsin umarım.
devamını gör...



"yorma, beni har vurup harman savurup, durma
beni olmadığım bir adam yerine koyma, yapma

derdim büyük dermanın yok hiç, sorma
farkına vardığında çok geç olacak
geri dönülmez bir yoldayız
bi' düşünsen aslında karar vermeden
düşmanın değil yanındayım."
devamını gör...

halbuki biiiz lince uğrar öyle düşerdiiik. bu sefer okla olmuş.* hahayt izlerken kıkır kıkır güldüren eser olmuş. emeğine sağlık yazarımızın.*
devamını gör...

2015 yapımı aksiyon filmi. yönetmenliğini denis villeneuve, görüntü yönetmenliğini ise roger deakins yapmakta. daha önce de prisoners'ın prodüksiyonunda beraber çalışan bu ikili, iyi bir kimya yakalamış bence. zira sicario'dan sonra blade runner 2049'da da beraber çalışmışlardır. filmin soundtrack'lerinde ise johann johannsson var. kendisini de denis ile başka filmlerde beraber çalışırken gördük. (bkz: arrival)

pek tabii bu üçlüyü bir aksiyon filminin prodüksiyonunda görmek heyecan verici. hele ki johann johannsson müzikleri ve villeneuve filmleri hayranı olan ben için. filmi bilgisayardan izledim maalesef. sinemada görme fırsatım olmadı. o yüzden biraz üzgünüm. büyük ekranda daha kaliteli bir ses ile izlemek çok güzel olurdu.
gelelim oyuncu kadrosuna. emily blunt, josh brolin ve benicio del toro başrollerde. üçünün de oyunculuğunu izlemek ayrı ayrı keyifliydi. emily'nin zaman geçtikçe kafayı sıyırması, benicio'nun soğukkanlılığı, josh brolin'in rahatlığı:)) filme o kadar doğal bir hava katmış ki anlatamam. ama josh brolin'in oyunculuğuna ayrı bir hayran kaldım. o etkileyici ses tonu ile her repliği çok efsane duruyordu. terlikli kahraman!?
filmin bir aksiyon filmi olduğunu söylemiştim. denis villeneuve filmleri genelde durgun tonda geçmesi ile bilinir. bu durgunluk bu filme, abartısız aksiyon sahneleri, doğal oyunculuklar ve harika bir sinematografi olarak yansımış. iyi mi olmuş? bence çok iyi olmuş. bir aksiyon filminde yüz tane bomba patlamadan da gerilim sağlanabiliyormuş, onu gördük. ve yine bunda besteci johann johannsson'un da payı büyük.
ara ara izlediğim nadir filmlerden oldu bu sebeplerle. her izlediğimde ayrı ayrı detaylara takılarak yeni şeyler keşfediyorum hatta.

bundan sonrası biraz spoiler'lı inceleme.


meksika-abd sınırında uyuşturucu karteline ait bir binaya baskında arkadaşlarından birkaçını kaybeden başrol hanım kate'e, kartel'e yapılacak baskında yer almak için bir teklif gelir. pek tabii kendisi kabul eder. bu teklif ise operasyonun başı olan matt'ten gelmiştir. operasyon için yola koyulan ikili uçakla meksika'ya gidecektir. ama uçakta alejandro da vardır. kate ilk başta alejandro'nun kim olduğu hakkında pek fikir sahibi olmasa da pek soru sormaz. olaylar geliştikçe kate, kendisinin sürekli geri plana atıldığını görür ve sorular sormaya başlar. filmin sonuna doğru cevaplarını almaya başlayan kate, kendisinin bu operasyonda sadece bir piyon olduğunu anlar. orada olmasının tek nedeni ise olayları fbi nezdinde legal bir zemine oturtmaktır. bu arada alejandro'nun ise filmde sözle bahsi hiç geçmeyen sicario(medellin) olduğunu öğrenir. alejandro ise bu yola ailesi uyuşturucu baronu tarafından katledildikten sonra girmiştir.
olaylar sona yaklaşırken alejandro, baronu ve ailesini öldürür, kate'e ise olayların tamamen legal olduğunu imzalatan bir kağıt imzalatır. zorla.
senaryoda da gördüğümüz üzere çıkarları uyuşan herkes herkesle çalışıyor. ortada pek etik kalmamış. bir tek bizim kate sütten çıkmış ak kaşık. ama o da piyon işte...

filmin en sevdiğim yanı ise yine sinematografisi oldu. roger deakins bu film için 50-60'ların bilinen yönetmeni jean-pierre melville'den esinlendiğini belirtmiş. peki nasıl tezahür etmiş bu esinlenme; geniş açılar, durgun kamera, uzak ve uzun çekimler ve tek seferde çekilmiş aksiyon sahneleri. çok normal olayları uzun çekimlerle betimlemesi, bizde ister istemez bir beklenti oluşturuyor ve şöyle diyoruz; işte şimdi bişeyler olacak, bu sakinlik hayra alamet değil, kesin önemli bir şey gerçekleşecek!
tabi bu süre uzadıkça gerilim de artıyor. buna filmdeki en iyi örnek otoyol sahnesidir herhalde. trafiğe takılan bir konvoy var, konvoyda önemli bir tutuklu, çevrede eskort polis araçları ve onların da çevresinde birkaç araçta kartelin silahlı adamları. aksiyona girilmeden önce kamerada öyle bir betimleniyor ki o sahne, daha silahlar ateşlenmeden soğuk soğuk terletiyor seyirciyi.
deakins'ın sözleri ile anlatacak olursak; aksiyon yapmaya çalışılmıyor kamerada. aksiyon sadece ve sadece gösteriliyor. iyi bir şekilde.

yine deakins doğal ışıkla çalışmayı seven bir sinematograf olduğundan ötürü, filmdeki renkler de çok doğal, patlamıyor gözünüzde. bazı sahneler için sırf güneş ışığı ile çalıştığı bile söyleniyor. ama iş gece çekimlerine gelince olay karmaşıklaşıyor. zira ortada sadece ay ışığı var.
hatta ve hatta tünel sahnesinde o da yok. peki deakins ne yapıyor? ışık kullanmak yerine filmi gece görüş kamerası ile çekiyor o sekansta.
olmuş mu derseniz, bence harika olmuş. siyah beyaz drone çekimleri ve yer yer kullanılan yeşilimsi gece görüşü, o sekansın ruhunu yansıtıyor. doğal bir gerginlik oluşturuyor.


uzun lafın kısası, ben sevdim filmi. gerçekçi aksiyon sevenler de kaçırmasın derim. umarım villeneuve ve deakins'ı daha pek çok yapımda beraber çalışırken görürüz. rip johann johannsson :(
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

türk'ün onuru ve gururu olan eserdir.
yok edilmek istenilen bir milletin düşmana attığı tokattır 30 ağustos.


büyük taarruz başlayalı dört gün olmuştu. askerlerimizin süngüleri güneşin kızıl ışıkları altında alev alev yanmaktaydı. ölümü hiçe sayan kahramanlarımız, düşmanın üzerine iniyordu.

türk ordusunun kahramanca ilerleyişi karşısında başkomutan mustafa kemal paşa, elindeki sigarayı içine çekiyor, sonra yere atıyor ve ayağa kalkıyordu. siper içinde göğsünü gere gere dimdik duruyordu.

gözleri nemli ama ışıl ışıl... bulunduğu siperdeki kaya parçasına çıkarak eliyle savaş alanını göstererek bağırıyordu:

-hagianesti, neredesin? gel de ordularını kurtar!

bu haykırış, savaş öncesinde izmir gazetelerine:

"bütün cepheyi dolaştım, ama mustafa kemal adında bir komutana rastlamadım" diyen yunan başkomutanı hagianesti'ye bir cevaptı.
muhteşem ordumuz 400 km daha yol yapacak ve 9 eylül'de izmir'e girecekti.

kaynak : kemal arı
devamını gör...

hamlet'te türlü göndermelerle kadınlara giydirmeyi de ihmal etmemiş büyük şair, yazar.
devamını gör...

oldukça gereksiz bir üründür, kağıt israfıdır.

düğün davetiyesi bastırmak yerine çok daha güzel şeyler yapılabilir. mesela o davetiyelere gidecek olan para güvenilir bir yardım kuruluşuna bağışlanabilir, sokaktaki hayvanlar için mama alınabilir yani çok farklı şeyler yapılabilir.
devamını gör...

yazdıklarım bazen çok depresif olduğu için mesaj atıp hal hatır soranlar oluyor, sağ olsunlar. bu yazıyı hem bir insanın intihara olan bakış açısını yansıtmak için hem de arada sırada bu konuyu soran insanlara cevap olsun diye yazıyorum.

obsesif kompulsif bozukluğum var. bu zımbırtıyı yaşayanların beni bir konuda çok iyi anlayacağını düşünüyorum; bir iş yaparken zihnin arkasında ısrarla bizi didikleyen o şey var ya hani, benim için intihar öyle bir kavram. mesela bir şey izlerken ya da bir şey dinlerken gözümüze bir şey batar düzeltmek isteriz, düzeltene kadar sürekli arkadan düzelt düzelt düzelt diyen bir ses olur sanki. onu düzeltene kadar yapılan iş tam olarak keyif vermez. işte intihar kavramı benim için öyle, yaşıyorken hep arkadan kışkırtıcı bir şekilde mırıldanan bir ses.

bu şekilde yazınca çok karanlık bir şey gibi geliyor fakat bu yalnızca bir benzetme, yani intihar kavramı sürekli olarak aklımda olduğu için vermedim bu örneği, yalnızca hayatım boyunca benimle kalacak olan bir "sorun" olduğu için kullandım. ama şunu kesin olarak söyleyeyim: intihar etmeyeceğim, hiçbir zaman. peki neden?

çünkü gerek yok.

eskiden çok depresifken böyle başlıkları açıp okuduğum bile olurdu, okuyan varsa kendi deneyimimi açıklayayım. çok depresifken, depresyondayken, insan sahiden ölmek istiyor bazen. ben de çok düşündüm fakat şu depresyon meredi bir şekilde geçiyor. yani en azından benim için dönemsel bir süreç. birkaç kere epey uzun süren depresyon yaşadım ve o süreçlerde intiharı çok düşündüm. fakat üzerinden zaman geçip depresyonum geçince nasıl o kadar depresif olduğuma bile şaşırdım. bazen eski yazdıklarımı okuyorum da ekşiden ya da notlarımın arasından, çok şaşırıyorum. o kadar mutsuz muydum sahiden o dönemler yahu? dönüp o zamanlara bakıyorum, aşırı mutsuzdum ve yazıyordum bir şeyler. şimdi dönüp bakınca tuhaf geliyor. çünkü gelip geçiyor. zaman her şeyi sürüklüyor. geçmiyor belki ama bir şekilde alışıyor insan. o yüzden depresif hissettiğimde bana şöyle oluyor artık, ulan tamam şimdi depresifsin ama geçecek bir şekilde. mutsuzun tamam ama hemen intiharı düşünme, zaman geçiyor, hayat sana aklının ucunda olmayan şeyler sunuyor, belli olmaz bu iş. sonra bu depresyonda çıkacaksın ve intihar fikri rafa kalkacak bir dahaki depresyona kadar. o zaman hep düşündüğün fakat hiçbir zaman yapmayağın bir fikir olarak seni kemirsin, boşver.

bu bana iyi geliyor, yani her şeyin zamansallık içerisinde eriyip gittiğini bilmek iyi geliyor. mesela 200 yıl sonra dünyada şu an yaşıyor olan kimse yaşıyor olmayacak, hepimiz yok olacağız. hatta öyle bir yok olacağız ki adımızı bile bilmeyecek kimse. biraz zaman geçir işte, hayat sonsuz varsayımlardan yalnızca birinin gerçekleştiği bir olgular toplamı. yarın ne olacağını bilmek imkansız.

bu sahiden inanılmaz rahatlatıcı değil mi? en zengininden en fakirine en entelektüelinde en yüzeyseline en çok çalışanından en tembeline herkes yok olacak. şeylere verilen anlamlar değişecek, bağlamlar kopuklaşacak ve bizler onlara çok tuhaf görüneceğiz. ileride biz ölmüş olacağız, biliyoruz değil mi? soruyorum çünkü biliyor gibi yaşamıyoruz. bunu bilmek beni rahatlatıyor.
devamını gör...

kara sevda-emir kozcuoğlu.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

hayatta geriye bırakabildiği şey bir allahaısmarladık bir de 12 lira... 6 ekmek parası, dolapta yanında yiyebileceği bir şeyler kaldıysa 2 günü geçirirlerdi. sonrası? sonrası yok.
nedendir bilmem şeyma subaşının mısırlı milyarder sevgilisinin özel jet bulamayınca bir yolcu uçağını kiralaması aklıma düştü. bilmiyorum ya hayat çok zıt.
devamını gör...

yok öyle bir hikaye. salladım bir yerden işte.
devamını gör...

bugün gerçekleşecek olan acı ama gerçek hadise.
edit : gerçekleşmiştir. oğlum entry daha fırından çıkmadı.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim