onistanbul yazar profili

onistanbul kapak fotoğrafı
onistanbul profil fotoğrafı
rozet
karma: 9290 tanım: 655 başlık: 6 takipçi: 98
hey there i am using whatsapp

son tanımları | başucu eserleri


40 yaşında adamsın sözlükte ne işin var sözü

40+ bir insana, yaşını belirtmeden, niye kimse bir şey söyleyemez bilmiyorum..

yani nedir 40 yaşına gelmiş bir insandan beklenti, bunu gerçekten anlamak isterdim, tam olarak neleri yapmaya hakkımız var, ne için yaşımız tutmuyor,
yazılı olarak bildirseler keşke...

artık;
-yemekte ne var
*40 yaşına geldin bunumu soruyorsun..
-şu tuzluğu uzatırmısın,
*40 yaşına geldin tuzluk mu (!)

*suyu çıkmıştır...

buraları bilmeyenlere söyleyim,
40 yaşından sonra da solunum devam ediyor biliyormusunuz.. inanılmaz değilmi, nabız da atıyor, bildiğin ölmemiş canlı insan,
allahın işi işte..
bilinç, şuur, hepsi açık, tıkır tıkır çalışıyor, hemde daha yüksek performansla,
sen daha ağzını açarken, biz adamın
ciğerini okuyoruz bebeğim...
neyi niye söyledin, önünü niye iliklemedin, beş dakikada röntgenini görüyor, o teyze amca dediğin kurt *

eğer önceki yaşlarınızı boş geçirmediyseniz, hayatınızın en fit, en sağlıklı, en bilinçli ve keyifli yaşları oluyor,

yani öyle sabah yataktan, "kahretsin, bugün de, yine 40 küsür yaşında bir insan olarak uyandım" diyerek kalkıp, ağlayarak kalan günlerimize çentik atmıyoruz *
devamını gör...

şaka yapıyorum diyerek laf sokan insan

bizim insanımızda maalesef, adam gibi konuşma, "ciddiyet" yada normal kavramı yok, yani dikkat ettiyseniz, insanların konuşmaları, ya "ciddiyetsiz" güya şakalı bir laubalilik, ya da sinirli bir şekilde kavga hali, ikisinin arası yok..

ciddi insanlar sevilmiyor zaten, soğuk bulunuyor, sanki hep sıcak olmak gerekiyormuş gibi, çünkü genelde, o şekilde orta bir ayara denk gelen seviye olmuyor, karşısındaki insanda...

o yüzden konuşmayı bilmeyen büyük bir kesim, söyleyeceği bir şey varsa, içinde tuttuğunu/tutamadığını.. bunu bir tek, bu şekilde iletmeyi öğrenmiş, öyle görmüş..

bir söz vardı,
"karşındaki insanın ahlakını en çok, sana senin eksikliklerinle, kusurlarınla şaka yapıp yapmamasından anlayabilirsin"
diye, kimin söylediğini, nerde okuduğumu hatırlamıyorum her zamanki gibi,
yani bu ahlaksızlık... kabalık bile daha masum kalır yanında, bildiğimiz ahlaksızlık bu.. bilimsel olarak böyle

zaten sizi rahatsız eden ne varsa, araştırdığınız zaman, aslında huy değil, o da öyle bir insan değil, bildiğin yaptığı şeyin ahlaksızlık olduğunu öğreniyorsunuz, yani o hoşumuza gitmeyen bazı soğuk espriler, o hissettiğimiz can sıkıntısı, hiç de boşuna değil, o kadar çok şey varki, bu şakalar gibi aslında "ahlaksızlık" olan, öğrenseniz bir dert, öğrenmeseniz ayrı dert, herşeyi farketmek de kötü, ama bilmek her zaman için daha net bir durum, nedenini bildiğin zaman daha az üzülüyorsun, neye üzüldüğünü ayırt edebiliyorsun,

geçmişte bir programda bir psikoloğu izlemiştim tabiiki ismini hatırlamıyorum, derin gamzeli bir kadın var onun programıydı galiba, onunda ismi yok :)

ama adamı hiç unutmuyorum, o kadar zorlandıki anlatırken, konu bir şekilde geleneklere bağlandı ve dediki
"bir çok şeyi gelenek adı altında ezbere yapıyor bizim toplumumuz, en klasik mesela, kişilerin bayramlarda barışmasında bile haksızlık var, kimsenin hakkı kimseye teslim edilmeden, sorun çözülmeden, hata kabul edilip, haklı olan kişiden özür dilenmeden, kimse kimseyle barışmak zorunda değildir, bayram diye birini affedemezsiniz, bunun bir bedeli olmalı, çoğu adetimizde "bedel" yok, sağlıklı bir barışma değil bu, gelenek adı altında insanlar istemediği şeyleri yapmaya zorlanıyor, ve bunun gibi bir çok geleneğimizi kimse sorgulamıyor, hatta sorgulamak da yadırganıyor, yani çoğu şeyin matematiği yok, yani nasıl desem değer sistemimiz yanlış, ahlaki değerlerimiz biraz... "
filan.. o kadar zorlandıki ama sonunda,
"toplum olarak ahlaki değerlerimiz maalesef biraz düşük" dediğini hatırlıyorum, ki bunu bu kadar söyleyebilirdi televizyonda..
bunu söyleyenler psikologlar, psikiyatristler, ve ispatlıyorlar da, ispatlamasalar ne olurki, bir köylü kurnazı gerçeğimiz var bunu hepimiz biliyoruz... komik olunca da kurnazlık yaptığını zannediyor uyanık, bir akıllı o çünkü...
ciddi ciddi söylemesi gereken şeyi, şaka gibi söyliycek, kim oturup insan gibi konuşacak, karşısındakini de dinleyecek filan.. çünkü normal olarak söylese kavga olacağından korktuğu bir şeydir kesin, çünkü ikisinin ortası yok iki tarafta da, öyle bir seçenek yaşanmıyor da zaten çoğunlukla, ya o şekilde duyunca sinirlenip kavga çıkar, yada yine şaka ile laf sokulur, hiçbir şey ciddi ciddi halledilmez, sonuç olarak "çözüm" yok bizde..
bizde olanlar, şaka, laf sokmak, kavga...

herkesi kastetmiyorum tabiiki ama çoğunluk böyle, hatta oy oranlarından anlıyoruzki akıldan, zekadan, ahlaktan ölecekler...
belki de gerçekten ölecekler kimbilir...

edit :
kişinin, şaka dışında, düşündüğü şeyi,
karşısındaki kişi anlayacak şekilde
"ifade" edebilecek, derdini anlatmaya yetecek, kelime dağarcığı, yeterli bilgisi, fikri yoktur, bir şekilde derdini anlatmak için, görererek, ona yaşatılarak öğrendiği laubalilik bilincini kullanır.
devamını gör...
3.

benden bir halt olmaz farkındalığı

yok öyle birşey.. onu sana kim öğrettiyse hemen unutuyosun..
bunu sana öğretenler hasbelkader birşeylere sahip olmuş insanlar.. senin zaten hiçbirşey vermeden sahip olduğun şeyleri buda senin payına düşen, zaten senin hakkın bu diye vermeyen insanlar.. bir düşün.. önce ailenden başla.. sana verdikleri imkan konfor vs.. herneyse.. hakkın olduğunu hissettirerekmi verdiler yoksa borçluluk hissi uyandırarakmı.. yani bugün ailesine borçlu hissetmeyen varmı.. okuttuk ettik büyüttük laflarını duymayan varmı.. bunlar zaten bizim hakkımız.. karşılıksız hakkını veren.. "değer" veren anne babalarımız olmadığı için oluşuyor bu düşünceler.. bizede değer vermiyorlar, yaptığımız hiçbir işe de.. takdir bile etmiyorlar.. dolayısıyla kendimizide değersiz zannederek büyüyoruz, yaptığımız işinde emeğimizinde değersiz olduğunu zannediyoruz.. bunu aşıp ilerleyemediğimiz için kendini iterek yaşamaya çalışan, geçmişte yaşatılan o değersizlik hissini "haketmediğini" anlayıp çözemeyen o kadar çok insan varki.. senden çok şey olur arkadaşım.. sana 0 sıfır muamelesi yapanlar "haksız" sen "hak"lısın, +1 sin.. 1 kişi, bir insan, bir beden, bir ruhsun.. varsın.. önce bir ben ben varım ya de.. ben burdayım de.. benim konuşmaya fikrimi söylemeye, ürettiğim birşeyin bedelini istemeye, her ne olursa olsun, konuştuğumun dinlenmesine, yaşamaya, rahatsız edilmemeye.. kısaca herşeye "hakkım var" de..
bugün türkiyenin yarısı olan o mal sürüsü, zaten hakkı olan herşeyi rt nin hediyesi zannettiği için, zaten hakettiği hiçbirşeyi almadan vermek zorunda olduğunu zannettiği için ak partiye oy veriyor.. rt herşeyi kendine hak görüyor.. ve alıyor.. kimsede demiyorki abi hiçbirşey vermiyosun ama alıyosun, ne iş.. ne hakla..? demiyor..
çünkü kendisinin birşeylere hakkı olduğunu bilmiyorki.. neye hakkı var.. hiçbirşey almadan niye veriyorum kardeşim diyebilecek matematiği olan bir allahın kulu yok..
o diğer %50 de bunun farkında olarakmı veriyor onuda zannetmiyorum ama, senden çok şey olur arkadaşım.. yeterki "hakkın" olduğunu anla, denemekde hakkın.. başarılı yada başarısız olmakda hakkın.. sen varsın, göster kendini.. çık ortaya...
devamını gör...

başarıyı engelleyen faktörler

aslında bilinçaltında hiçbirşeyi haketmediği düşüncesi vardır, bilinçaltına yerleştirilmiştir, emeğinin, ürettiği bir ürünün değeri yok zannediyordur.. çünkü yaptığı hiçbirşeye değer verilip, takdir edilmemiştir, kendisinin ve emeğinin karşılık görmemesi durumunu çok yaşadığı için, bir sürü işe başlar, dener, ama hiçbiri ilerlemez, çünkü konsantre olamaz, bunu hisseden bencil insanlar bu tiplere yapışır genelde, ve maddi manevi sömürülürler hep, yaşadığı o hüzünlü his onu yavaşlatır, zihninde ilgili olayları üst üste hatırlar, ortak bir his vardır ama çözemez, hiçbir işini sürdüremez, tamamlayamaz, yapamayacağına inandırılmıştır,
aslında hiçbirşey başarmasada 'değerlidir", bu ona gösterilmemiştir, hissettirilmemiştir, sevilmeyi hakediyordur, sevilme sayılma değer görme hakkı vardır, bilmiyordur, çünkü görmemiştir, tatmamıştır, istediğini söyleme, talep etme hakkı vardır, işte bunu çözdüğü zaman herşeye konsantre olacak, bütün işleri hızlanacak, ve daha üretken, daha verimli olacaktır, artık sınırlarına girildiği an "farkedecek" ve tepkisini gösterecektir, kendisine değer vermeyenleri anlayacak ve oda değer vermeyecektir, izin vermediği için üzülmeyecektir, önce kendisi, kendisini adam yerine koyduğunda, ben varım dediğinde, insanlarda bunu farkedecektir, varlık gösterecektir..
mükemmeliyetçilik dedikleride bence, mükkemmel olursa beğenileceğinin garanti sanılması hissi ve mükemmel olmazsa beğenilmeyeceği, değer görmeyeceği durumunda, yaşanacak duygudan korkan kişinin, dönüp dolaşıp, saçma detaylarda boğulmasıdır.. bu yüzden bir türlü bitmez o işler, halbuki kendi değerini farkettiğinde, yaptığın işide beğenip tamamlayabiliyorsun bir yerde.. ortaya çıkarabiliyorsun, ben yaptım diyecek, ben de, emeğim de değerli diyecek cesareti kendi kendine sen vereceksin..
devamını gör...

bu duvar da beni seviyor olabilir bilemem

sonuna kadar katıldığım sözdür, çok güzel anlatılmış... ciddiyetle gösterilmeyen, söylenmeyen hiçbir şeye inanmıyorum bende, köşeye sıkışınca değil, şaka yaparken değil.. ciddiyetle...

konuşabilen canlılarız, niye tahminlerle yürütelim hayatımızı acaba, çokmu zor... içinden gelmiyorsa kandırma kimseyi..
içinden geliyorsa da söylemiyorsan, napıcaksın o içindekileri? neden saklıyorsun? kimin sevgisini kime göstermiyorsun...

diyelimki söyledin..
nolucak.. bak şimdi senin onu sevdiğini düşünecek.. hay allah.. belkide bunu arkadaşlarına anlatacak...

düşünsün, ne olacak, senin onu sevdiğini düşünsün, herkes de bunu bilsin, ne olacak..
birini sevmek, değer vermek, saklanacak, utanılacak, çekinilecek bir şey değildir..

nedir bu kabızlık.. ben duygularımı gösteremem saçmalığı.. yapamıyorum diye bir şey yok.. inkar etmektir bu..
olmayan bir şeyin sahtekarlığıdır bu..
senin o duvardan farkın varsa, duvar gibi durma o zaman...
devamını gör...

kadınların eskisi kadar zor olmaması

*tanımadığı erkekten 2-3 güzel söz duyunca etkilenen kadın yüzünden evlilikten ve ciddi ilişkiden uzaklaşan (güya) kaliteli arkadaş...

senin kolay diye tabir ettiğin şey;

kadın, herşeyden önce, kadın/erkek olmaktan, cinsiyetinden önce yani,
insan olduğu için, insanlık diyorum bak, bildinmi? dürüst ve karakterli bir insan olduğu için, seni de bakınca insan "zannettiği" için... o "kandırmak" için söylediğin 2-3 güzel sözü, "doğru söylüyorsun" zannedip,
yine insanlığından, "yalan" söylediğini,
**ne lik yaptığını düşünmeyip,
"inanmış" olabilirmi acaba?

sen şimdi içinden "salağa bak inandı" diyorsun dimi?
senin insan olmadığını "sadece erkek" olduğunu anlayınca,
bak bütün bunlar da yine sana söyleniyor haberin olsun...

o kolay dediğin şey, doğru söylediğini düşünerek, senin sahte duygularına karşılık kadının içinden gelendir, gerçektir...

senin gibi sahtekar olsa, yemez numaralarını zaten merak etme,
inşallah kendin gibi bir üç kağıtçı bulursun...
olmayan kaliten batsın...


* 3/10 luk kadınların, yaşı geçmiş, dul, çocuklu kadınların talep yoğunluğundan beklentilerinin yüksek olduğunu, burnundan kıl aldırmadığını söyleyen arkadaş...

3/10 ? kim veriyor bu notu?
sen kaç nesin?

sen zaten bir kadını, fiziksel görüntüsü için, gençliği için istiyorsan, bence daha evrimini tamamlamamışsın...
"kollar" bacaklar olmuş..
beyin, kalp evrilememiş....

ayrıca bir kadının yaşı, evlenip ayrılması, çocuğu olması,
(allahım burayı büyük büyük harflerle koyu koyu yazmak isterdim ama daha yeni yazarım)
***beklentilerini düşürmesini, beklentilerini
değiştirmesini, gerektirmez.***
o kadının, birey olarak "kendisinin"
"değerli" olduğunu, değiştirmez,
yaşı geçmeden, evlenip boşanmadan, çocuğu olmadan önce, ne istiyorsa, neleri bekliyorsa, yine isteyebilir, yine bekleyebilir, hatta daha fazlasınıda isteyebilir...
bence daha fazlasını hak ediyordur...
her türlü burnundan kıl aldırmaz,
yada aldırır, seni ilgilendirmezzz...

sen kimsin? nesin?
kadının yaşı geçince, dul, çocuklu olunca, 0/10 luk beyninle, kadınlara puan veriyosun, değerini düşürüyosun, hesap yapıyosun....

sizin bu evriminiz
ne zaman tamamlanacak yaa..
ne zaman insana dönüşüceksiniz?
ne zaman?
sen bize onu söyle...
devamını gör...

tanım yaparken yorum katmamak

h2o sendromu diyorum ben görünce...

sözlük neydi,
bence bir terimin, bir durumun hiçbir yerde okuyamayacağınız tanımıydı..

şahsen bilgi de arasam, sözlükte okumayı beklediğim bilgi, yazarın kendi bakış açısıyla gördüğü, farkettiği, yeni ve farklı, başka yerde duymadığım bir şeydir...

su=h2o tanımı zaten bin beşyüz yerde aynen bu şekilde yazıyor, sözlüklerden önce de yazıyordu, yazılmaya da devam edecek,
senin varsa bi numaran, yaz, görelim...

dümdüz ansiklopedik yazıyı, öyle bilgiyi ben niye sözlükte arayımki..
en fazla yorumunu yaparsın, yine sende oluşan fikri anlatırsın, link verirsin..
ama o link te olan bilgiyi buraya yazmak çok saçma...

tamam kopyalayıp yapıştırmıyorsun da, orada okuduğunu öğrenmişsin, kopyalamadan aynısını kafandan yazıyorsun.. varmı sana ait *bir ek, *bir katkı, ...?

şahsen başlıklara yazmadan önce üşenmiyorum, okuyorum bütün tanımları, ama bu, "sarının bir tonudur, yeşil renkli bir meyvedir" tanımlarının, okuyana vakit kaybettirdiğini, yazana da bir faydası olmadığını düşünüyorum,

yine bu başlık altında öğrendiğim,
ilk tanımda, bildiğimiz standart klasik sözlük anlamının yazılması, yeterli ve mantıklıymış zaten, ama ondan sonrası gerçekten, ekleyeceğiniz bir şey yoksa, kuru kalabalık bana göre,

başlıkların altını, birbirinin aynısı, niteliksiz tanımlarla doldurmanın, sözlüğe bir katkısı yok, hatta zararı var.
bknz. diğer sözlükler...

tekrar aynı şeyi söyleyeceğim, illaki süper olması lazım demiyorum, yanlış anlaşılmasın.. ama,

"iyi/kötü, bi numaranız yoksa, tanım yazmayın..."
devamını gör...

kızların espri yapmayı becerememesi

kadın-erkek diye hiçbirşeyin kategorize edilmesini istemiyorum aslında,
ama maalesef erkeklerin çoğu (%99,999 :) komikle, belden aşağı kavramlarını ayırt edemiyor,

bir kadın bir erkeğe espri yapabiliyormu zannediyorsunuz, hele gülmek filan..
allah muhafaza yanılıp da ağzınızdan biraz samimi bir kelime çıkmaya görsün, yanlışlıkla bir gülmeyiverin yani,
işte orada birdenbire espriyle karışık, seviyede düşüyor, muhabbet de düşüyor,
bir insan her saniye, her dakikamı aç olur,
alarmı kurulu olur, uzaktan yakından tek bir kelime ile zıplar ya..

espiri anlayışları hep aynı yönde zaten, ve gerçekten, ne yaşadıkları muhit, ne aldıkları eğitim, ne gördükleri ülkeler, bulundukları makam, mevki, hiçbirşey, bu belki doğuştan gelen, hormonlarına bağlı çalışan mekanizmayı değiştirmiyor, yaşamları boyunca,
o yüzden kendilerine kadar
bir "çap" daki mizahı anlayabiliyorlar..
yukarısı matematiksel olarak anlamadıklarından (!) "becerememektir" onlar için, çıta orda...

mizah yapan erkeklerin çok olması ;

erkekler "sadece" kendileri için birşeyler yapmak üzere imkanlar verilerek, yaptıklarına değer verilerek, iyi olacaklarına, başaracaklarına dair yüreklendirilerek yetiştiriliyor,
buna inandırılıyorlar,
onlarda yaptıkları, mizah, yemek herneyse, değer verildiği için, para ettiği için, takdir edildiği için, üretme ve hakkını isteme, satma, pazarlama cesareti ile, istemeyi biliyorlar, öğreniyorlar... ortaya çıkma hakkı öğretiliyor, cesaretlendiriliyorlar, (en başta anneleri tarafından sonra baba, abla, kızkardeş vs) onlarda daha çok ortalarda oluyorlar, çünkü kendilerine o haklar veriliyor, bu duyguyu küçük yaşlarda tanıyıp öğreniyorlar, ileriki yaşlarda da herşeyi kendilerine hak görüyorlar....
daha rahatlar heryerde,
orasını burasını kapatma, delil olarak kullanılacak bir saati, bir mekanı, bir dekolteyi sürekli hesaplamak yada kollamak gibi bir mesaileri de yok,
bir erkeğin, çook daha fazla vakti olması, çok daha fazla dinlenip, özenilip, daha fazla enerjisinin olması, övülüp, sevilip, daha fazla cesaretinin olması çok önemli bir etken değilmidir sizce de?

peki kadınlar....
yaptıkları herşey, zaten görevi, zaten yapması gereken, zaten ailesine "erkek kardeşlerine, babasına hep hizmet etmesi, konforunu sağlaması gereken olduğu öğretiliyor, okula da gitse, işe de gitse, bunlar bedelsizmiş gibi, doğuştan borçluymuşuz gibi öğretiliyor...
o yüzden kadınlar, yaptığı ürettiği birşeyi değersiz bedelsiz zannediyor, karşılığı olduğunu görmüyorki, istemeyi bilmiyor, zaten susması, söyleneni yapması fazla konuşmaması, gülmemesi öğretiliyor...
birşey yapıp, karşılığı hakkını bilmek, beklemek, satmak tan önce, karşılıksız o kadar çok şey yaptırılmış/yapmanın normal olduğu öğretilmiş bir insan, nasıl ortaya çıkıp, kendi emeği/ürettiğinin değerini isteyebilir, nasıl ürettiği her hangi birşeyin, karşılığı olduğunu, değerli olduğunu düşünebilirki....
görmemiş ve alışmamıştır...

bu kodlar değişmediği sürece, erkekler de böyle, "ee o zaman niye ahçılar, komedyenler hep erkek" demeye devam edecekler.

bu kadar pohpohlanmaya, yıllardır yemeği yiyip televizyonun karşısına geçmenize rağmen, bu kadar konfora yüreklendirmeye, bu kadar imkana kayırmaya rağmen, yinede çok da uzaya çıkarmadınız memleketi, hiçbir alanda...
devamını gör...

türkiye'nin düzelmesinin tek yolu

keşke tc numarası olan herkes, insanlık sınavına sokulsa, ve herkes geçer not alana kadar tekrar tekrar sınava girse,
belki bu şekilde öğrenirler, okumak zorunda kalırlarsa öğrenirler...
okumayı anlamayı öğrenirler, düşünmeyi öğrenirler, okuma yazma öğretmek yeterli değil, düşünmeyi anlamayı öğretmek lazım,

herkes eğitim demiş de, eğitim evet ama ne eğitimi... eğitimi düzelttin verdin, ee.. güya eğittiğin kişi öğrenecekmi, anlayacakmı, uygulayacak cesareti bulacakmı...

insanlar varlıklarının farkında değil, kimse önce ailesine karşı bile sınırlarını bilmiyor, koruyamıyor,

"bir insana fiziksel olarak tecavüz edilmesi ile kişisel haklarına tecavüz edilmesi aynı yaraları açar..."

nerede okuduğumu kimin söylediğini unuttum ama tam olarak böyle, nihan kaya büyük ihtimalle

dolayısıyla her zaman söylediğim bir şey var, biz saygı adı altında, maalesef sömürülmek için "kandırıldık"
bize sürekli saygı adı altında, büyüklere yaşlılara, anaya babaya, öğretmene, müdüre, milletvekiline, bakana, cumhurbaşkanına, saygı diye başlayarak, söyledikleri herşeyin altında, bizim haklarımıza tecavüz vardı,
saygıyı, bize saygı göstererek, öğretmediler... bir şekilde anne, baba, öğretmen, müdür, bakan vs olanların hepsi, saygıyı "menfaati" için kullandı, çünkü toplumda bu mevkilere tapılıyor, ve hepsi de sonuna kadar kullanıyor, hala, maalesef bu bilinçsiz kesimin yeni nesil çocuklarının çocukları da böyle yetişiyor, çok da değişen bir şey yok...

genelde hiçbir yerde otorite kuramayan insanlar, yada çok kolay mevki sahibi olmuş insanlar, eşlerini ve çocuklarını da maddi manevi yönetme eğiliminde oluyorlar, (bir şekilde eğitimi ve yeterliliği olmadan, küçük yaşta devlet memuru olup, haketmeden yetki sahibi olan, kolay para kazanan kişiler gibi, evlenmek ve çocuk yapmak dışında ürettiği hiçbir değer olmayan, olsada farkedilmeyen annelerimiz gibi)

anne baba da olsa kimse kimsenin yerine düşünme, karar verme hakkına sahip değildir, türkiyede ailelerdeki en önemli sorun, iyiliğini düşünme adı altında, çocukları "rahat bırakmamalarıdır"
çocuklar "kendisi olma"nın ne olduğunu öğrenemiyor, bilmiyor, çünkü rahat bırakılmıyor... baskıyı "normal" bir şey olarak tanıyor çocuklar, ve rahatsız edilmeye alışıyorlar, baskıya alışıyorlar, mecbur olduklarını öğreniyorlar, çünkü başka bir alternatif görmüyorlar, hep içinden düşünüyor, fikrini söylemek saygısızlık olarak öğretiliyor...
önce evde, sonra okulda, sonra işyerinde susuyor, bu böyle devam ediyor...

dar gelirli de böyle, zengin aile de böyle bence, çünkü anne babaların kendi kişisel hayatları yok, anne babalık, geçim/gelir dışında bireysel bir hayatları, mevzuları yok, kendilerini tanımaya, vakitleri, halleri de olmamış zaten, karakterleri oturmamış...

şuraya gelicem, dolayısıyla çocukluktan itibaren, kişisel haklarının gasp edilmesini normal bir şey olarak öğreniyor çocuklar, ev dışında da sesini çıkaramıyor, yeni kuşaklarda da bir fark göremiyorum, dışarıda polis durdurduğu zaman, bize ne sorabilir, nelere hakkı yok bilmiyoruz, evde de bilmiyoruz, dışarıda da bilmiyoruz...
çünkü çocuklara ikinci sınıf insan muamelesi yapılıyor, bize ilk öğretilen şey "susmak" hep öğretilen şey "söz dinlemek" ve sözü sorgulamamak, çünkü devam edecek tartışmaya tahammül yok...
çocuklar ciddiye alınmıyor, çocuklara saygı duyulmuyor, ama bolca isteniyor, sınırsız, koşulsuz, bedelsiz, sürekli saygı isteniyor... hemde zorla... çünkü alışmışlar ekmeğini yemeye...

çocuklar saygı görmenin ne olduğunu öğrenmiyor, hatta saygı gördüğünde tanımıyor, zayıflık zannediyor, şımarıyor, kendini şaşırıyor doğal olarak ve gördüğünde de ilk yaptığı şey suistimal etmek oluyor, bunu fırsat olarak görüyor, çünkü kendisine öyle davranılarak büyümüş...

bütün televizyon kanallarının yayınlarını durdurup ekrandanmı okumalı, ülke genelinde elektriği kesip, camilerdenmi bağırmalı bilmiyorum, ama okuldaki eğitimle olacak iş değil bu, eğitim veren insanlarda da bu bilinç yok, herkeste bir bekleyiş, herkeste bir oturduğu yerden söylenmek, bir şeyler oluyor ve onun üzerine konuşuluyor, herkes yorum yapıyor, hep vakit kaybı, ya bu damızlık çoğunluğun dinlediği hocalardan birini konuşturmak lazım, yada yine bu ahalinin dinlediği bir hocanın adıyla kitap basıp dağıtmak lazım, çünkü fanatikler, din konusunda da fanatikler, ben bakıyorum dindar insanlara 7/24 bir dua okuma hali, o da anlayarak değil, öyle görünmek için, göstere göstere ibadet ediyorlar, onu da bilinçli yapmıyorlarki, bakınız futbol fanatikliği de, ekonomik durumdan bağımsız, çok fazladır, genel olarak fanatik olma hali sapkın bir ruh halidir, zaten sağlıklı bir insan bence hiçbirşeyin fanatiği olmaz, ordan anlayın işte...

evet resmen, tamda manipülasyon yapmaktan bahsediyorum, başka yolu yok, onlara muhalefet olarak yaklaşıp konuşunca, kapatıyorlar devreleri, nereyi dinliyorlarsa, nerden anlıyorlarsa, maalesef oralardan girmek zorundayız, bir övüp, bir allah peygamber diyip, bir bunlar zaten senin hakkın ne bu kadar minnet ediyorsun, elektrik faturanın yarısından fazlası vergi dememiz lazım,

bazen diyorumki ülkedeki akp lileri omuzlarından tutup silkeleyip şunları söylesek;
"bana bak, sen var ya, tek başına, hakları olan bir insansın, sen varsın, herkes seni görmek zorunda, kimse sen yokmuşsun gibi davranamaz, hiçbirşey yapmasanda, oy vermesende, kendi sınırların var, sen değerlisin, annenin babanın sana değer verme mecburiyeti var, menfaatsiz... sen çocuklarına değer vermek zorundasın, menfaatsiz, verdiklerini aldıklarını hesaplamadan, sahip olduğun ev araba eşyayı düşünmeden, insan olarak kendi varlığına saygı duyman, kendine değer vermen ve haklarının farkında olman lazım, kimse senden üstün değil, kimse hiçbir makamla, altın koltukları, sarayları haketmiyor, kimse kimseden büyük değil, kimsenin kıldığı namaz için senin sevinmen gerekmiyor, senin kıldığın namaza rt nin bir katkısı yok, ak parti giderse, kuran okumak yasaklanmıycak, kimse kuran okuyor diye oy vermen gerekmiyor, zaten senin hakkın olanı, senden aldıkları parayla, sana lütfeder gibi veriyorlar, kendi sınırlarını çiz, farket, ve oradaki özgürlüğüne kimsenin senden izinsiz yaklaşmasına bile izin verme..."

şimdi yazınca daha iyi anladım, hep düşünüyorum bunları ama, gerçekten de işimiz çok zor, açlıkla, yoklukla bile, nelere sebep olduklarının farkında olmayan insanların, değişmesi çok zor, ama imkansız değil,

benim önerim büyük bir sivil itaatsizlik düşünmek, bulmak, yapmak...
ama akıllıca bir hareket olması lazım, malum iktidarın elinde, gözünün üstünde kaşın var bile diyerek, hatta hiçbirşey demeyerek bile tutuklama kozu var..
baya akıllıca bir hareket olması lazım...
çok "ince" olmak lazım...
tanıdığınız "ince" karakterli insanlar varsa onlara sorun, bazı insanlar gerçekten çok "ince" oluyor... ben hatırı sayılır "incelikler"le karşılaştım hayatım boyunca, ama yinede kafam öyle çalışmıyor, bunların hakkından gelmek için "ince"nin önde gideni olmak lazım , bi düşünün bakalım, sonu silivride bitmeyecek bir hareket...

edit:
ince ; argoda ihanet eden, yarı yolda bırakan, satan anlamında kullanılan küfürün yerine koyduğum kelime, cinsel tercih anlamında değildir.
(daha iyi anlatan başka sıfat bulamadığım için, kullandığım tek küfür olan kelimenin kendimce şıklaştırmaya çalıştığım hali)
devamını gör...
10.

öz güveni yüksek çocuk yetiştirmenin incelikleri

çocuk önce o ailede, o evde, bir "yer" inin olduğu, ihtiyaçlarının karşılanacağı, ve bunları onun "hak" kı olduğu için aldığını, bilecek, hissedecek.. şüphe duymayacak..

(anne babanın "verdiği" şeyleri telafuz etmesi çok sağlıksız, bence ahlaksız birşeydir, zaten çocuğun hakkıdır, o verilenler, çocuklar borçlu hissettirilmemelidir.. )

çocuğun "herşeyi" düşünmeye, fikrini söylemeye,,"sormaya" hakkı olduğunu, ona cevap vererek, bilgi vererek, anlamasını sağlayarak, gösterilmeli, hissettirilmeli.. yaşatılmalı.. aynı şekilde kendine ait alanın da onun hakkı olduğu, ve oraya onun izni dışında girilmeyeceğindende emin olmalı

çocuk varlığının görülür, ev halkı içinde +1 olarak eklenmiş, sayılan, değeri olan birşey olduğunu, hiçbirşey vermeden, ileride vermesi gerektiği ima edilmeden, zaten var olmakla hak ettiği, ve "hakettiğin" için, "bunlar senin hakkın" diyerek verilmiş imkanlarla büyüyor olmalı

bu imkanlar için çekilen sıkıntıları, istemeyerek yapılan mesaiyi "verilen" emeği anlatan anne baba da, çocuk yüzünden mutsuz olduğu mesajını, isteyerek/istemeyerek "verdiğini" bu durumdan memnun olmadıklarını, çocuğunun ihtiyacları için çalışmak zorunda kaldığını, yapılanların anne baba oldukları için değilde, isteyerek değilde, bir karşılığı olduğunu bilerek yaptıklarını, ve tabi bir beklentilerinin olduğunu da yerleştiriyorlar çocuğun kafasına bence..

komşumuzun 3. çocuğu olacak, tabiki önce diğer çocuklarla konuşulmadan.. varolan iki erkek çocuktan büyüğü demişki, 10 yaşında kendisi, üzülmüş filan, hatta ağlamış galiba, "ben şimdi babama birşey olursa bir kişiye daha nasıl bakacağım, ona birşey olursa hepinize benim bakmam lazım" demiş..
bu bakmak işi var ya..
yani çocuk ona bakıldığını düşünüyor, ona bakılmasının bir karşılığı olduğu öğretilmiş maşşallah, onu anlamış o güne kadar duyduklarından, karşılığını düşünmüş filan, borçlu hissediyor, onu nasıl yapacağının derdine düşmüş, yani annesini babasını kendine güvenen, kendine yetebilen, hayatını sürdürebilen birileri olarak tanımamış, ona ihtiyaç duyulacağı kesin ve o yükü bugünden taşımaya başlamış..

bilmiyorum bana normal gelmedi, 10 yaşındaki çocuğun bu yükle yaşıyor olduğunu böyle öğrenmek.. ama annesi çok duygulanmış... te allahım ya...
yıl olmuş 2020 dikkatinizi çekerim, evlerinde çocuklar için 1 oda var, her türlü teknolojik imkan var ama faydalı birşeye kullanacak zihniyet yok, vizyon zaten o apayrı bir konu...

varlığına "hakkı olduğu çin" saygı duyularak büyüyen çocuk, neye hakkı olduğunu, "görmüşse" öğrenmişse, haklarını rahatca almış ve kullanmışsa, başkalarının haklarınıda tanıyor, çalışınca o maaşı hakettiğininde farkında oluyor, yada zaten hakkettiği herhangi bir şey verildiğinde, hiçbirşey hakettiğini düşünmeyen insanlar gibi, aşırı teşekkür edip, sanki yaptığının bir değeri yokmuş gibi, ezik davranmıyor, işte bu özgüven buradan geliyor bence..

çocukken hiçbir hakkı karşılıksız verilmemiş biri, büyüyünce de hiçbirşey haketmediğini zannediyor, istemeyi bilmiyor, çünkü hiçbir hakkını görmemiş verilmemiş, zaten hakkı olduğu için verilmemiş hiçbirşey.. "
bunu sana ben veriyorum" ben "verdim" şu, şu kadar ediyor, bunun değeri bu kadar, bu kadarlık yere gönderdim diyerek veriliyor..
bir hesap bir muhasebe var, hesaplar çocuğa yansıtılmış.. işte bu yüzdendir, 50 yaşına gelmiş orda burada birşeyi başarsa bile buna inanamayan onu bile annesine veren güya hediye eden insanları görüyoruz, "niye sen almıyorsun kardeşim, niye kendine almıyorsun, karşılığında verdiğin senin emeğin, ödülüde senin hakkın" çünkü ödenmekle bitmeyen bir borcu var sanıyor" çünkü borçlu hissettirilmiş..

tabi kendi imkanlarını, şahsi ihtiyaçlarından vazgeçerek önceliği çocuğu olmuş ve çocuğuna kullanmış ve bunu yüzüne vurmamış anne babaları ayırıyorum..
(bihter ziyagilin meşhur "tabi siz... diye başlayam, uzun cümlesi gibi oldu :) bunlar özü iyi olan insanlar, hem çocuklarına hem çevrelerine karşı, heryerde iyiliği tercih eden insanlar..

ama imkanı olupta çocuğuna kullanmayan, kullandıklarınında, maddi karşılığını sürekli telafuz eden, ima eden, anne baba, çıkarcıdır, oportünisttir, bencildir, onlar heryerde öyledir, ve öyle herşeyde travmalar yüzünden olmuyor, bildiğin kötü olduğu için oluyor, anne baba olunca ne yaparsa yapsın o artık iyidir diye birşeyde yok bence, çocukları üzerinde psikolojik olarak egosunu tatmin etmek de sömürmektir, ben anneyim ben babayım diyerek, her istediklerinde susturmak kısıtlamak da haksız güç kullanmaktır, ve herşey cahillik de değildir, bazı şeyler "kötülük"tür...

birde, çocuğuna tapan her istediğini yapanlar var, onlarda çocuğa hak etmesede istediği herşeyi almayı/ alabileceğini öğretiyor, halbuki kendiside yapmak zorunda değil ama sevgisini gösterdiğini sanıyor, çook yakınımda bir örnek var çocukluk arkadaşım ve oğlu, resmen maymun ediyor annesini, çocukta zorba (yaşı 6), kalk diyor annesine vitrinde ne istediğimi bul, kadın tek tek veriyor, çocuk o arada boğulurcasına ağlıyor, çığlık atıyor, bir yandanda söylemiycem sen bulucaksın diyor.. anne tek tek o vitrindekileri eline alıp soruyor, bu bitince anne devam ediyor şimdi ne istiyorsun (şimdi haketmediğin ne istiyorsun? hakkın olmayan neyi alacaksın? neyi emredeksin? yaptıracaksın?) ben gittiğimde banada ordan kalk ben oturucam filan diyor, annesi babası diyorki istediğini yap nolur.. gerisini anlatmayım..

benim çocuğum yok bu arada.
bilinçli olarak çocuksuz olmak kararımdan sebep, yok. iyikide bugüne kadar olmamış, bunlar bugün bu yaşta (42) üzerine çok düşündüğüm için, kendi yaşadığım sorunları araştırırken farkettiğim şeyler, herşey bencil insanlardan duyduğum rahatsızlıkla başladı aslında, nasıl oluyorda diyordum herşeyi kendine hak görüyor, hakkı olmadığını bile bile istiyor birde, ve çekinmiyorda, haksızlık olduğunu biliyordur diyordum, sorun haksızlıktan, adaletsizlikten rahatsız olmayan insanlar, herşeyi kendine hak gören insanlar.. (bakınız rte)

özgüven değil bu, özgüvenin altı dolu olur, adil olur, hani karizmatik dediğimiz insanlar var ya, hani çok yakışıklıda değil, ultra güzelde değil ama çok karizmatik deriz, empatiymiş bu insanların ortak özelliklerinden biri, empatid ve adaletle ilgilidir, bence bu insanlardaki özgüven de farkındalıklarından geliyor..

inşallah sonuna kadar okumuş ve beni anlamışsınızdır .
devamını gör...

squash ile hayat arasındaki benzerlikler

squash diyince *

şimdi şöyle bir konsepti var bu sporun, özel bir zemin ve duvar filan gerektirdiği için üst segment spor salonlarında var, başlığı görünce direk aklıma geldi, bu o kadar çok anlatmak istediğim bir hikayedir ki
eşi benzeri yok..

en son çalıştığım işyerimde, bir müdürüm vardı, dış ticaretle birlikte finans işini de kabul etmiştim mecburen (yalnız yaşıyorum o zaman) benim için mali işler departmanı, pavyona düşmek gibi bir şey (yani esas işim değil o yüzden, sadece mecbur kaldığımdan, istemeyerek çalıştığım için, benim kendi işim çok hareketli, sabit durup aynı şeyi sürekli yaparken, içimden ağlıyorum ben (u: ?) bu müdürümde benden 2 yaş büyük, evli bir kadın ama çok iddialı, bana ikide bir diyorki ben isteseydim tek başıma yaşardım ama hiç öyle bir şey istemedim, senin ailen de istanbulda, nerden aklına geldi filan, (bırakın yapabileceğini, böyle bir şeyi hayal edebileceğini bile beni tanıyınca farketti) bu arada tipimden ve tarzımdan dolayı, bana kız sosyete sen bilirsin, avm kadını filan diyor (benim özel bir çabam asla yok, tipim zengin görünüyormuş)

şimdi bu kadın, bizi yanına çağırıp çağırıp, şu elbisemi güzel, bumu, amaaan kaç para ki, ikisinide aldım gitti filan diyor, sonra bu bir spor salonuna yazıldı, oradan kulüp diye bahsediyor ama bize :) bir gün havuzunu anlatıyor, bir gün kafesini, işte spor yapmasak da gidip takılıyoruz eşimle filan diyor, çok eğleniyoruz diyor, ikide bir, yıllık fiyatını söyleyip, onlar için ne kadar önemsiz bir rakam olduğunu anlatıyor, sizde yazılın ödersiniz ya, ben indirim yaptırırım, bişey değil filan diyor...

yine bir gün bu spor salonundan bahsederken, açmış internetten web sitesini, dediki gelin bakın gösteriyim size, (sanki çok merak ediyormuşuz gibi) salonun girişteki bankosunu, bekleme koltuklarını filan gösteriyor, bakın diyor çok lüks bir yer, dekorasyonu filan çok güzel *
ben bir iki saniye baktım ve dedimki,

me : squash varmı?
müd : o ney...
me : hani varya böyle odada tenis gibi duvara topu atıyosun
müd : nasıl yazılıyor (web sitesinde aradı)
me : squ.... ajhgffbkkl
müd : yokmuş... seninde bilmediğin yok (hüsran+sinir+şişmek+düşen surat)

ya gerçekten onu bozmak için sormamıştım ama gerçekten...
üzüldüm de sonra, bir hevesle bize hava atacak, kendini tatmin edecekti ama
olmadı *
devamını gör...

mimarlık

bugüne kadar bir şekilde dikkatimi çeken, tanımak istediğim, yaptığı işleri beğendiğim bir çok kişinin mimar olduğunu öğrenmişimdir, karikatürist, oyuncu, şarkıcı, nerde kurduğu cümleler, bakış açısı, duruşu dikkatimi çeken birisi olduysa hep mimar çıkmıştır, adını unutmadığım çok az insandan birisi olan, karikatürist salih memecan katıldığı bir programda şunu söylemişti ve çok etkilenmiştim,

"mimarlık eğitimi öyle bir şey ki, o eğitimi aldığınız zaman, her şeyi yapabileceğinizi düşünüyorsunuz..."

ben sadece binalar yada iç mekanlarla ilgili bir kavram olarak düşünmüyorum mimarlığı, çünkü dikkat ettiyseniz insanları onore etmek için yaptığı işin yanına x mimarı diye eklenir, yaratan, inşa eden, hatta var eden anlamında da kullanılır.

en bilineninden bir ev için mimarlık, bir evde nelere ihtiyaç varsa, o kadar çok boyutu hareket halinde düşünmesi gerekir, her bir boyutun bir dişli olduğunu varsayarsak, hepsini birbiriyle uyumlu dönen çarklar gibi, birbirini bozmadan yürütecek şekilde yerleştirmek de nasıl bir kafadır, mimarlık kafasıdır...

daire diye bir youtube kanalı var, orada insanların kendileri için yaptıkları çok orjinal, enteresan evler var, ve bu insanların hepsi mimar değil, o yüzden sadece ben değil tabi bunu bir çok mimardan da duydum, mimarlık bir yaşam biçimi kesinlikle, olaylara, mekanlara, herşeye o bakış açısıyla bakıyor bu tarz kişiler, mimarlık eğitimi almış, mimar olmuş yada olmamış bu kişiler, herşeyin ilerlemiş halini hesaplayabiliyorlar,
yani kesinlikle,
"mimar olunmaz, mimar doğulur"
bir de bunu farkedip eğitimini alanlar da zaten çok başarılı oluyor.

ben bu eve bayıldım...
devamını gör...

türkiye’de eğitim sistemini düzeltme yöntemleri

eğitim sisteminden de önce, bence çocuk daha doğmadan, anne babayı eğitmek gerekiyor, hatta ehliyet gibi, hak kazanamayan çocuk yapmamalı.
bir insanın, etkilerini uzun yıllar taşıyacağı çocukluğunun sebebi, anne babasının canının çekmesi, kardeş kontenjanının doldurulması olmamalı..
allah büyüktür diye diye dünyaya getirilen çocuklara öğretmenler ne yapsın, eğitim sistemi ne yapsın...
devamını gör...

yazarların yalnız olma nedeni

şu an görüşebileceğim insanlar içinde, arkadaş olarak yada flört anlamında, ne söyleyeceğini merak ettiğim, yada hangi konuları konuşmaya can attığını bilmediğim kadın/erkek kimse yok....

bir iki gündür tamda bu kadar yalnız olmamın, ailemin yanında olmama rağmen hemde, gün geçtikçe, okudukça öğrendikçe, farkındalıklarım daha da arttıkça, benim için iyiye gitmediğini ve bu duruma bir çözüm bulmam gerektiğini düşünüyordum, evet ciddi ciddi bu konuyu düşünüyorum, ama gerek kız arkadaşlarım gerekse erkekler, herşeye ezberledikleri klişe cevaplar veriyor, kimse "düşünmeyi" sevmiyor, hiçbir konuda hiçbirşeyi merak etmemişler, üzerine düşünmemişler, dolayısıyla her sosyalleşme çabamda, aldığım cevaplardan sonra, önce soluğum kesiliyor, nefesimi tutuyorum istemsizce, ve sonra gerçekten, gün sonunda ağlamak istiyorum, o yüzden şu anda, bu ikilemi yaşıyorum, saçmasapan insanlarla konuşup görüşerek sinirlerinizin bozulmasınımı, yalnızlıktan sinirlerinizin bozulmasınımı isterdiniz?

evet ben hangisinden sebep harakiri yapacağıma karar veremedim de, kararsızım yani, böyle de bir yalnızlık yaşıyorum, gerizekalı insanların içinde kendimi çok yalnız hissettiğim doğrudur.
devamını gör...

yalın alpay

okan bayülgen in uykusuzlar kulübünün post truth bölümünü izleyince dikkatimi çekti, aslında söylediği şeyler, çok önemli konular, ama adam o kadar mimiksiz ve tonlamasız konuşuyorki, birazda donuk bir tipi var ama muazzam bir zeka, muazzam bir vizyon var o belli, yalnız kendisini dinletmesi için, diksiyon konusunu da halletmesi lazım, hakkında yazılanlara bakınca, konuşması herkesin dikkatini çekmiş, bende izlediğim ve okuduğum herşeyden sıkıldığım şu günlerde, boş modern sohbetler video serisine başladım, gerçekten nefes almadan izleniyor dinleniyor, dinledikçe her cümlesinden birşeyler öğreniyorsunuz, çünkü sizi bekletmiyor, içinden bir cümle çıkaracağınız 30 dakikalık bir konuşmayı dinlemiyorsunuz, her cümlesi esas mevzuyu söylüyor, normalde bende bir fikri, düşünceyi anlatan bir yazı yazıyorsam, tekrar okurum, gereksiz cümleleri çıkarırım, komple yazdığım cümlelerin hepsi bir şey söylesin isterim ama bu hemen olmaz,

bu adam konuşurken üst üste çok anlamlı, derin cümleler kuruyor, durup iyice anlamak üzerine düşünmek gerekiyor, yani hakkında hep yazılan, "sanki kitap okuyor gibi konuşması var" lafı, normalde insanların okuyup yazıp üzerine çalışıp, düzeltip, kontrol edip sunduğu kitapları düşünün, bu adamın normal konuşması bu seviyede, boş modern sohbetlerde de soru soruluyor, bir saniye filan düşünüyor, sonra tarihten giriyor, romanlardan örnek veriyor, magazinden bile haberi var, e tabi bu kadar zekaya, komikmiş de,

bugün izlediğim bir bölümde, mutlaka siyasete atılacağını söyledi, çok mutlu oldum, neden böyle genç akıllı insanlar siyasete girmiyorki zaten,

aşkla ilgili bir bölümde de o kadar iddialı konuştuki kendiside iddialı olduğunu belirterek, bilimsel olarak bir konuda bu kadar çok bilgi sahibi olmanın, uygulayabildiği anlamına gelmediğini ve kadınların kendisine aşırı ilgisinin olduğunu da belirtip, "ben zannettiğiniz gibi biri değilim" dedi, hemde baya detaylı belirtmesi dikkatimi çekmişti, sonra öğrendimki aslan burcuymuş, yine de bir aslan erkeğine göre gayet mütevazı birisi, şu diksiyonunu biraz düzeltse ve birazda kımıldasa konuşurken, daha çok insana ulaşacağını düşünüyorum, çünkü gözünü kırpmıyor, put gibi,
kişisel bir sempatisi, cazibesi de yok, ben çekici olmayan, güzel yada çirkin hiç farketmez, alımlı, gösterişli olmayan bir aslan burcu insanına ilk defa rastlıyorum doğrusu,

ama kafası süper, iki gündür izliyorum, dinliyorum, yarın koşa koşa gidip, nitche nin güç istenci kitabını alıcam, roman hiç sevmem, michel diye bir adamın soyadını unuttum "değişme" diye bir romanını tavsiye etti, feci halde merak ettim, bana bunları not alıp yazdırdı, beynim yandı açıkcası, kafasını çok beğendim, bu aralar yalın alpay mode on durumundayım, ve huyum kurusun kusana kadar izlerim okurum ederim, öyle rahatlarım.

25.04.2021
edit : +4 gündür izliyorum videolarını, sinan canan da benim gibi ağzı açık izlerken buluyormuş kendini (gerçek anlamda)
bu adamın karşısına oturmak için, söylediklerini bir defada anlayacak hızda bir algı lazım, karşısına oturanlara da bakıyorum, tamamını anlamıyorlar, çünkü çok uzun ve çok fiilli, dallı budaklı cümleler kuruyor, adam herkesten ileride... bayaa ilerde bir yerde,
birde çok ürkütücü, sabit standart bir ifadesi var, ama çok da sevecen birisi galiba, program partneri bay ilker için çok tatlı bir veda yazısı yazmış, beraber çektikleri videolarda da sık sık çok iyi arkadaş olduklarını, kendisini ve dostuklarını çok sevdiğini belirtiyor, zaten flu tv den ayrılmayı da istememiş, çok ilgi gördüğü ve oluşan potansiyeli kendi hesabına kullanmak varken... bir videoda kendisini romantik bohemlere yakın bulduğunu söylemişti, ben pek ihtimal vermemiştim ama, öyle görünüyor,

bugün atölye çalışmalarına baktım, online şeylerden pek hoşlanmıyorum ama en yakın zamanda kendisiyle tanışmak ve beyin fırtınası yapma isteği uyandırdı bende, çok enteresandır, merak ettiği araştırdığı bir konunun peşinde değilse, isimler ve başlıklar, rakamlar hiç aklında kalmıyormuş benim gibi, yalnız herkeste aynı şaşkınlık, kendisine birşey sorulduğunda, hiç düşünmeden, ara vermeden, o cevap hazırmı orda, bu konuda bir araştırmam olmadı daha önce, bunu hiç düşünmemiştim daha önce diyor, ama böyle bir sesli düşünmek yok yani, adamın normal muhabbetini kaydet, yaz, bastır, kitap olarak sat, o içerde, kafada neler varki, bunlar böyle "kolay" ve bu kadar "hızlı" yazıcıdan çıkar gibi... nasıl yani ya dedirtiyor insana... bir videosunda bazen bir hafta, bir şekilde hasbelkader, hiç kimseyle konuşmadığı zamanlar oluyormuş, ve bu bir kere iki kere değil, çok sık oluyormuş, bugün bir paylaşımında el yazısını gördüm, amatör olarak ilgilenmiştim bir ara, biraz inceliycem, abarttım bende farkındayım ama, insan dinlerken, sürekli bilgi akan bir şelalenin altında gibi hissediyor kendini, hani bir yeriniz ağrıyordur filan, birisi size biraz masaj yapıyım der, ve masaj da ne tatlı bir şeydir, hiç bitmesin istersiniz, ama o insanın sürekli o masajı sürdürmesi gerekir, yorucudur, işte tamda bunun gibi, bu adamın masaj yaparken sıfır enerji sarfettiğini düşünün, hem masaj yapan, hem hiç yorulmayan birisi gibi, sürekli bana masaj yapılıyormuş, yada her saniye çikolata yiyormuşum gibi hissettiriyor, bütün vücudu kas yapmış birinin ağırlıkları çok kolay kaldırması gibi, çok kolay ve hızlı düşünüyor, beyninin heryerini kullanıyor onu anladım, ama o biyonik tavır, o çok soğuk görünüyor, birini dinlerken donuyor, sanırım dinlediği şeylere tam odaklandığı için, şimdi yazarken aklıma geldi, uzaylı olabilir diye düşünüyorum (ciddi)

serdar kuzuloğlu ve agah aydın ı geçti şu an bende, ama açık konuşayım, yalın alpay ı biraz dinleyip ara verip, anlayıp düşünüp, sindire sindire devam etmek gerekiyor, çünkü cümleleri uzadıkça ağırlaşıyor, ve gerçekten onun konuşması benim algımdan hızlı, tamam o anlattığı şeyleri zaten biliyorda, ben çoğunu ilk defa duyuyorum, bu arada bir sürü kelime, bir sürü yeni kavram öğrendim, yoruldum sözlük yeminlen yoruldum, ama doymadım, bazen insan ne aradığını onu bulunca anlarmış ya, o hesap, bu yalın efendi, zaten karışık olan kafamı iyice açtı, şimdi serdar kuzuloğlu yavaş geliyor bana, az geliyor, benim çıta fena bir yerde değildi zaten, hayatım da, az zordu, çok iyi oldu, tamda güzel oldu böyle, süper oldu, farkı görürsünüz yeni tanımlarımda, az uzun yazıyordum, şimdi artık, sayfalarca, tanımlarca yazarım, görüyormusunuz yine sözlüğe yarayacak bu kadar mesai, helal olsun, yarasın :)

edit 2 : üstün zeka olarak doğduğunu bilmeyen yoktur heralde, zekası sanırım 7 yaşında en son 171 e çıkmış birisi, üniversiteyi bitirdiğimde iş bulamadım diyor bir sohbetinin arasında, dondum kaldım inanamıyorum, çağrı merkezinde çalışmış, iktisat mezunu, tarih sosyoloji yüksek lisanslı, doktoralı bir insan, bin tane kitabı okumuş "anlamış" bir insanın donanımı, yetkinliği, iş görüşmesinde nasıl farkedilmez, iş nasıl ona teklif edilmez... yine videolarından birinde, kendisine yeni gelir kaynakları yaratmak için senaryo atölyesine katılmış, ve orada biz fanilerden çok çok ileride bir yerde olduğu farkedilmiş,

gerçekten çocukluğundan itibaren, zekası, kapasitesi üstün bir insanın yanına, türkiye de sadece haber yapmak için gidiliyor, 7 yaşındaki çocuğa, ehe ühe şunu biliyomusun, bunu biliyomusun diye sormaktan öteye gidemeyen bir magazin için gidiliyor, her işin magazinini çıkarmakta ustayız, böyle bir insanın sıradışı durumu için sağlıklı bir destek yok, çünkü öyle bir bilinç yok, kendisi bile diyorki, "normal insandan tek farkım veriler arası daha çok bağlantı kurmam, bu kadarcık şey için afişe edilecek bir şey yok bence" veri dediği de normal bir insanın hayatı boyunca okuduğu kitabı 7 yaşında yemiş içmişlik... veri dediği uzay, hızlı bağlantı dediği de, mesela bir soru soruyorsunuz, yazıcıdan kitabı çıkıyor çıtır çıtır, o yani, veriler arası hızlı bağlantıya indirgemek zorunda bırakılmış... inşallah hepimizden intikam alır...
devamını gör...

kadınların erkeklerden beklentileri

*haksızlık etmemesi...

bitti.
devamını gör...

görünmezlik özelliğine sahip olunsa yapılacaklar

iblis var ya bir tane, hani şu baş iblis...
işte ona tövbe ettirene kadar uğraşırdım onunla...
devamını gör...

evlenmek istemeyen insanlara acınması

daha bu akşam annemin bir arkadaşı (komşu) güya uzun yola çıkacağı için vedalaşmaya gelmiş, açık açık söylemedi ama "bütün çocuklarımıza dua ediyorum en çok da sana dua ediyorum, inşallah gönlüne göre birisi çıkar karşına" derken, en çok da sana acıyorum demek istedi heralde, kaşlarını küçük emrah gibi yapmasından onu anladım çünkü, şimdi yaşlı başlı kadın bir şey de diyemiyorsun, ben seviyorum diye çuvalla domates kurutup köyünden getiren bir insana ben ne diyebilirim ki,

koskoca kadına "de bakayım sen bana, ne diliyosun benim için, sen benim ne istediğimi biliyormusun" diye sorsan, "benim gönlümde kendi şirketim, kendi atölyem var, sana evinde otururken çalışıp, üretip para kazandırmak var" desem anlarmı,
tasarım yapmayı, ihracat yapmayı çocuk yapmaktan daha çok istiyorum desem anlarmı...

kendi istediklerine sahip olmayanları mutsuz zannediyorlar garip bir şekilde, ve ısrarla yalnız bir insan hep mutsuz sanıyorlar, bir yandan eşlerinden şikayet edip, eşleri olmadan daha kötü olacağı için istemeyerek katlandıklarını da belirterek, sanki "onlara göre" iki kötü halden birini (başka alternatif yokmuş gibi) seçmek özenilecek bir şeymiş gibi, kendi kendilerine ölçüyorlar, biçiyorlar, karar veriyorlar ve acıyorlar ya inanılır gibi değil...

halbuki ben kulaklığımı takıp, istediğim zaman istediğim kadar çalışmaktan, okumaktan, öğrenmekten, yazmaktan, öğrenmek istediğim işlerle uğraşmaktan gayet memnunum ve mutluyum, bir şeyin eksikliğini de hissetmiyorum...

ben onlara acıyorum ama bir sebebi var, onlara öğretilen sınırları öyle bir öğrenmişlerki, mümkün değil o eşiği geçemezler, ne gösterilmişse, ne için doğru denmişse, onu kabul etmişler, hiçbiri de dememişki neden ya? neden arkadaş, ben sizin gösterdiğiniz gibi yaşamak istemiyorum.. kendi hallerine bırakılmamışlar ki, ne istediklerini de ya da neleri isteyebileceklerini bile bilmiyorlar.. yazık bu insanlara gerçekten, kendi özelliklerini bile keşfedemeden, birbirlerinin fotokopisi gibi yaşayıp ölüp giden insanlar bunlar, belki çok acımasız diyeceksiniz benim için ama, evlerindeki eşyalar bile aynı, hiçbirinin özgün bir mobilyası yok, hiçbirinin evinde duvarda asılı bir resim yok, gerçek malzemeden bir eşyası yoktur, ben mimariye ve sosyolojiye meraklı olduğum için hep bakarım insanların evlerine, ekonomiyle alakalı değil bu dediğim, karakterli evleri olmayanların kendilerininde pek karakterli olduğunu görmedim daha... bakın iyi yada kötü demiyorum, karakterli...
devamını gör...

hayatı nasıl yaşamak gerekir meselesi

ben herşeyin zorlanarak illaki yorularak hakedilmesi gerektiğine inanmıyorum, herkesin imkanları farklı, içine doğduğu coğrafya farklı, kolay bir hayat da anlamlı olabilir, bunlar bizi çalıştırmak için söylenen hipnozlar bence, hayatını sürdürmek için çalışmak zorunda olmak başka, temel ihtiyaçlarının sağlanıp, sadece istediğin şeyleri yapmak başka, şu an evde takılan bir kuşak olduğunu söylüyorlar, bence çok akıllılar, okudukları mesleğin, yada yapmak istedikleri işin hakkını vermeyen kimse için çalışmasınlar, insan rahat ederse mutlu olur ve mutlu olmak için yaşar, ama bize hep alınteri, emek olmadan yemek olmaz filan, hep bunlara mecbur olduğumuz öğretiliyor, kimse de niye ya demiyor... bence varsa bütün imkanlar sonuna kadar kullanılmalı ve bize kazanç sağlayacak bir sistem yaratılmalı, kişisel beceriler alınan eğitimle yapılabilecek, özgür olmak için gelir şart.
devamını gör...

erkek yazarlardan kadın yazarlara sorular

#188575 yazar aeneas,
maalesef benimde gözlemlediğim birşeydir bu, ve çok üzülürüm, 9-10 sene önce, hatırı sayılır bir mağazalar zinciri dünya markasının, "türkiye" birşey, bilmemne müdürlüğü gibi üst düzey bir konumda yönetici bir kadınla tanıştım, arkadaşımızın arkadaşı, iş ortamı değil, bişeyler yiyip içiyoruz...

kadın 42 yaşında bekar, hiç evlilik yapmamış, yurtdışında okumuş, yaşamış çalışmış (kuzeyde baya refah bir ülke) yükselmiş etmiş, gelmiş, ev bulmuş, baba bir semtte, bakın burası çokomelli.. arkadaşı evlendiği için bekar evinin eşyalarını komple vermiş, buda almış... diyorki eşyalara bakmadım bile.. (!)
"ben nasıl olsa >evlenince< yeni eşyalar alıcam kendime,
>o zaman< istediğim gibi güzel şeyler seçerim, alırım, şimdi "niye" alıyım *..."

bakın ikinci el alınabilir, kullanılabilir, burada mevzu, kadının parası var, kendini layık görmüyor, layık olacağı günü bekliyor..

o anda bütün hayranlığımın, soru sorma isteğimin gittiğini, omuzlarımın filan düştüğünü, öylece kaldığımı hatırlıyorum...

peki dedim, başka ne konuşabilirimki kendisiyle, evlenene kadar ve evlendikten sonrası bu kadar farkeden bir insan...
şu anda, tek başınayken güzel bir hayatı hak ettiğini düşünmüyor arkadaş..
evlendiği güne kadar, evleneceği günü bekleyecek.. yani bir erkekle evli olduğunda beğendiği eşyaları alıp üstüne oturmaya hakkı olacak.. bugün hangi eşyalarla yaşadığı önemli değil.. hakkı değil, öyle sanıyor.. ne acı değilmi..

o arkadaşın maaşının 10 da birini filan alıyormuşumdur o zaman bende yalnız yaşıyorum, 40 m2 (yarısı da teras (u: ?)) minicik bir çatı katıydı ama herşeyimi yeni almıştım, ev sıfırdı ama, beyaz eşyaların yarısını ben ödedim istediğim marka olsun diye, mutfağını büyüttüm ettim, ve 2 sene sonra ev sahibine bıraktım, herkesin uygun bişey al, ikinci el ucuz bişeyler al, demesine sinir oluyordum, niye ucuz eşyalar kullanayım ya, niye değersiz eşyalar kullanayım, istediğim beğendiğim şeyleri ucuza mal etmeye çalışabilirim, o başka,
o zamanlar kafamı kurcalayan birçok şeyin adını koyamamıştım, ama bugün daha iyi biliyorumki, bize çocukluğumuzdan başlayarak öğretilen, isteyerek veya istemeyerek bilinçaltımıza sokulan birçok şey yan lış... hemde çok yanlış...

kendini iyi şeylere layık görmeyen, iyi insanlara, iyi erkeklere layık görmeyen, çalışkan başarılı, akıllı kadınların, bir yerde artık uyanması gereken bir konu bu..

bir ilişki, kadın, erkek, arkadaş, sevgili, aile.. nasıl olmalı, doğrusu nedir, kimin neye hakkı vardır, neye hakkı yoktur, bunlar bize öğretilmiyor maalesef..
kendi kendine öğrenmek de baya zaman alıyor...

"4/4 lük kadınlar görüyorum, güzellik, zerafet, şıklık, entelektüel birikim vs. fakat at hırsızı görünümlü, 100 kelime ile hayatını idame eden tiplere bağlanıp aşk acısı çekiyorlar, insan insanla sınanıyor demekki..."

nejat işler
devamını gör...
devamı...

40 yaş üzerinde olmak

seçme ve seçilme hakkının bittiğini, sen istediğin için değilde, ne bulursan razı olman gerektiğini zannettikleri yaşlardır,

yaşını söyleyince sanki neşeni çok görüyorlar, 40 yaşına kadar hakkın var, normal bir hayata, sonra sadece solunum yapabilirsin, allah razı olsun *

halbuki artık hep 12 den vuracak kadar usta olmuşsundur, herşey hızlanmıştır, vakit kaybettiren herşeyi yakalamışsındır, artık herşeyin bir yolu bulunmuştur, demlenmişsindir, taze çay gibi...
demlendikten sonra bayatlamadan önce, çayın o en lezzetli, kokusunun kafa yaptığı süreç gibi bir dönem, işte bu 40-45 yaş arası, hadi 40-50 diyelim, o ilk bardak çaylar gibi düşünün... kısmet olursa 50+ da yine yazarım ama, bence en keyifli yaşlar,

ama nedendir bilinmez, insanlarda 40-50 den sonra bir, yaşını belirtmeden sana laf söyleyememe durumu var,
diyelimki üzmek için söylüyorlar...
aslında bu yaş dedektörlerinin dönüp kendilerine sorması lazım, ben niye bir insanın "canını acıtmak" istiyorum diye..

dün kadıköy moda da arkadaşımla oturuyoruz bankta, tabiiki çiçekçi bir arkadaş geldi, istemiyorum dedim, tabiiki ısrar etti, önümden çekilirmisin manzaramı kapatıyorsun dedim, aldığım cevabı söyliyim, bir iki soru-cevap daha uzattıktan sonra, nerdeyse gül almadık diye ağzımıza soktuğu sepetini ve şalvarını da sürüye sürüye, zorla çekti gitti önümüzden sağolsun, giderken de "40 yaşına gelmişsin birde gül istemiyorsun" dedi *

benimde kırkımdan sonra, içimdeki şahika koçarslanlı çıktı galiba, (şimdi yazarken farkettim) "40 yaşıma da gelirim, gül de istemem" dedim... kalitemi bozdum anlayacağınız.. *

sanırım daha küçük görünüyorum, çünkü üste çıkmak için 10 yaş koydu muhtemelen *
sinekten matematik çıkarıyorsam demekki.. 50+ da neler yapıcaz acep..

yeni bir şey daha öğrenmiş olduk, 40 yaşını geçtiysen, ne bulursan şükretmeni bekliyorlar, kimin aldığı, sen nasıl istiyorsun önemli değil yani..
hem 40 yaşındasın hemde gül bulmuşsun, daha ne istiyorsun.. hayır demek, "kendi" istediğini tercih etmek filan gibi hakların bitmiş sanki.. yersen *

40 yaşım kadar taş düşsün başınıza ne diyim *

aynı tonlarda bir diğer tanımım, ilgilenirseniz,
#492237
devamını gör...

insanlar ne ister sorunsalı

insanlar herşeyden ama herşeyden önce "değer görmek" ister...
burada kişiyi besleyecek olan şey, değer görmesi beklenen şey, sadece kişinin kendisidir, sahip olduğu fiziksel güzellik, somut varlıklar, para, mülk den bağımsız olarak, değerli olanın kişinin kendisi olduğunu hissetmenin peşinden koşar insan,

bunun için yaşar, bunun için çalışır, bunun için para kazanır, bunun için komiklik yapar, bunun için sever, bunun için fedakarlık yapar, bunun için evlenir, bunun için sözlükte yazar vs....

ve bunu göremediği için küser, bunu göremezse sevgilisinden/eşinden ayrılır, bunu göremezse bırakır, bunu göremezse sevmez, bunu göremezse fedakarlığı bırakır, bırakması da gerekir, sevmemesi gerekir, konuşmaması gerekir, gitmesi gerekir... bir insan değer görmeyen hiçbir emeğini, gram sevgisini, ilgisini, vaktini, sesini bile kimseye karşılıksız bedavaya vermemeli, bedavaya derken aldığının ne kadar kıymetli olduğunun farkında olmayan birine vermemeli, farkında olup görüp, imkanı varken (*....... den) karşılığını vermeyen kadına/erkeğe hiç vermemeli, ama maalesef bizim toplumumuzda herkes ezbere yaşıyor, ezberlediklerini çocuklarına öğretiyor, ve dolayısıyla değer görmenin de, vermenin de, nasıl birşey olduğunu bilmiyoruz, öğrenmiyoruzda, hep bir şeyler olmuyor ilişkilerde, güya yürümüyor, var birşey, var bir sıkıntı hissediyoruz ama bulamıyoruz, çünkü ezberletilen rolleri oynuyor herkes, diyaloglar bile aynı...

bazen bu sokaklardaki şarapçılara bakıyorum, yada youtube da filan izliyorum, o kadar bilge konuşuyorlarki, genelde bu insanlar, hayatlarında öngörmedikleri şanssızlıklar yaşamışlar, ve o halde olmalarından da anlayacağınız üzere, kimsede hiçbirşeyini paylaşmamış onlarla, paylaşmak istememiş, bknz. değer verdiği için kimse yardım etmemiş, ihtiyacı olduğunda iyilik (karşılıksız ve gizli olan) yapmamış (maddi karşılığını alamayacağı için karşılıklı da yardım etmemiş) bu insanlara, velhasıl +-0 belkide - ye düşmüşler, mücadeleyi bırakmışlar, o günki şarabın ekmeğin hesabına indirgemişler hayatlarını, pes etmişler türkçesi, işte o pes etmekten sonra gelişiyor bence insan, o aşama öyle bir noktada ki, yenilgini kendin ilan ediyorsun, bakıyorsunki ölmüyorsun, ölünmüyormuş yani, işte bu insanların bakışlarında ortak bir derinlik görüyorum, hüzünlü değil ama, etraflarında koşturan insanların, ne için tırmaladığını çözmüş olmanın rahatlığını görüyorum, ve o bilince ulaşmak için de gerçekten insanın hayatında bir defa da olsa köşeye sıkışması gerekiyor, net.

ve değer görüp görmediğini anlaması için de, neyin "ne için" olduğunu anlayabilecek farkedebilecek bilince ulaşması gerekiyor... zaten oraları aşıp buralara geldiğinde de, geçmişte olan herşeyle ilgili bütün jetonlar, bozuk para döken atm gibi şakır şakır düşecektir

edit 1 : (*..... den) burayı siz doldurun,

edit 2 : jeton; eskiden telefon kulübelerinde görüşme yapmak için kullanılan madeni para benzeri birşey, 90 ları görmüş kişilerin klişe esprisidir, geç anlamak anlamında kullanılır, söylemek istediğim şeyi daha iyi anlatabilecek birşey gelmedi aklıma :)
devamını gör...
24.

gereksiz abartılan şeyler

ailesiyle yaşayan 30+ insanlar
evden ayrılıp yalnız da yaşamış bir insan olarak söylüyorum, mental ve ekonomik olarak kişisel özgürlüğe ulaşmadıysanız, evinizin yada odanızın olması farketmiyor..

edit : 30+ evden ayrıldım, 35+ ailemin yanına geri döndüm, kurumsal hayattan daha iyi bir seçenekti benim için, evet çalışmamak için döndüm, sadece kendim istediğimde, kendi istediğim kadar (genelde istemiyorum) sevdiğim işlerle uğraşıyorum, çoğunlukla okuyorum ve yazıyorum, hiç de utanmıyorum, çünkü bu benim hakkım, ailemin bana yaptığı bir lütuf değil, ailem dahil benim gibi düşünmüyorlar ama, benim çalışmama ihtiyaçları yok, herkes de hayatı boyunca kendini paralamak zorunda değil...
devamını gör...

sözlükteki bazı yazarların densiz samimiyeti

tabiiki erkek, bazı yazarların, ortaya (sözlüğe) yazılmış bir yazıdan, kendisine "verilmemiş" haksız bir
"yüz bulma" durumu çıkarmasıdır...
hiçbir kadın yazarın densizlik yaptığını görmedim ben,

yazılan tanımdaki samimiyeti, üzerine alınıp, ahahahah "sen"demi filan yazan var,

okuduğunu anlamayıp, mesela tanımda yazdığım diyalog daki kişiyle nasıl konuşmuşsam artık, oradaki olay, durum, esas anlatılmak istenen konu filan hiç bir şey anlamamış zaten,

hikayedeki konu için, kişilerin birbiri ile samimiyeti oraya yazıldı diye, herkesle "hiç tanımadığı sen le bile öyle konuşur diye, bir şey yok...

ordan bir iki kelimeyi görünce gözleri büyümüş beyimizin belli, hemen mesaja koşmuş "ehe ühe yine gidiyomusun oraya, ee napıyosun" filan..

bu tanımları niye yazıyoruz acaba farkındalarmı.. tanım neydi.. *

*bir yazıyı okuyup, gülüyorsan, bir şey düşünüyorsan, bunu daha önce hiç tanışmadığın, ilk defa konuşacağın birine söyleyeceksen, bunun bir kültürü vardır, bir tane şekli vardır, ve sadece buna "hakkın" vardır...

senden bağımsız, habersiz, orada yaşadığı olayı yazan kişi, senin okuduğunu bilmiyor, seni tanımıyor, sende onun yazısında, başkası ile samimiyetini, okudun/gördün diye, mesaj yoluyla ulaşabiliyorsun diye, istediğin esneklikte konuşamazsın...

başkası ile olan samimiyetini okumana izin vermesi, sana da aynı şeyi sağlayacağını göstermez, sana da izin vereceği anlamına gelmez...
her durumda, bir insana önce siz diye hitap edilir, sen demek istiyorsan sorman gerekir,
her durumda...

edit : buradaki "sen" çoğul anlamda, yani sen diye konuşanların hepsini temsil etmesi için bir ironi, yazdığım konu da "sen/siz" olunca, açıklama gereği duydum.
devamını gör...

parayla satın alınamayan şeyler

özlenmek.

birinin seni özlemesi kadar değerli bir şey yok bence, sende özlüyorsan paha biçilemez...
devamını gör...

levent gültekin

ben şahsen salgın çıktıktan sonra tanıdım, çok da siyasetle ilgilenen bir insan da değildim, kendisinin geçmiş bi kahve yayınlarını da izledim, programlarını da izliyorum, mantıksız bir konuşmasını görmedim,

yanlış hatırlamıyorsam kendisini iktidara muhalif birisi olarak tanımlamıyor, çünkü chp yi de eleştiriyor, diğer partileri de, ve ne söylediğini dinlerseniz, gerçekten aynı objektiflikle eleştiriyor, ben çok iyi niyetli buluyorum,

ve burda, bir tarihte şunu demişti, bilmem kaç yıl önce şunu yazmıştı diyen insanları da anlamıyorum, yazdığı herşeyle ilgili gayet de türkçe açıklama yapıyor, bence siz anlamak istemiyorsunuz, amacınız, bi şey bulup saldırmak, açık bulmak,

geçmişinde yaşadığı coğrafya ve aile ortamında öğretilenleri sorgulamış, kötü diye öğretilen, verilen bilgileri de okumuş araştırmış, doğrusu nedir diye kendi aklı ve iradesiyle okumuş öğrenmiş bir insan, ve bu yolculuğunu "onurlu çıkış" kitabıyla da yazmış birisi, kitabının imza günlerinde baya da kalabalık topluluklarla biraraya gelip, öğrenci evlerini ziyaret edip, birebir herşeyi yerinde görüp anlamaya çalışmıştır

allah aşkınıza, maddi durumu iyi istanbulun en güzel yerinde oturan entelektüel bir insan, karda kışta, hiçbir getirisini kabul etmediği yazdıklarını anlatmak, insanları anlamak için ne işi var van da orda burda, türkiyenin bir ucunda

(insan haklarını savunmak kötü şartlarda yaşamayı gerektirmez, levent gültekin in deniz manzaralı salonundan paylaştığı bir fotoğrafı var, instagram ında, ama bunu böyle algılayacak bilinç yok maalesef türkiye de)

konuşmalarında, videosunda, özeleştiri konusuna da çok değinir, kendi yanlış anladığı, yanlış bildiği bir konu varsa, savunmuşsa, çıkıp "evet ben bunu söyledim ama yanlışmış, bu yüzdenmiş, doğrusu buymuş" diyip cesurca kendi sorumluluğunu alan, yaptığını, yapmadığını cesurca kabul eden bir insan, her zaman herkesin önce kendisine dönüp, kendine bakıp özeleştiri yapması gerektiğini söyleyen bir insan,
"herkes özeleştiriyi karşısındakinden istiyor, ama kendisi yapmıyor" der

bugün levent gültekin i eleştirinler, şu tarihte şunu yazmıştı, ama bak burda bunu yazdı diyenler, hayatları boyunca hep 12 denmi vurmuşlar herşeyi, hiç mi sekmemiş, bir düşünsünler, yada kaçı yanlış bildiği ve savunduğu birşeyi çıkıp açık yüreklilikle evet ben bunu yaptım şimdi öğrendim ve değiştim çünkü haksızmışım, yanlış yapmışım diyebilecek cesareti göstermiş.

özellikle pandemi de o kadar iddialı konuşmalar yapmıştır ki hala öyle,
şahsen ben tutuklanmamasına hayret ediyorum,

eğer bir insanı eleştiriyorsanız, o insanı beğenmiyorsanız, açın bir bakın bir zahmet bu adam ne diyor, neler demiş, neye karşısınız, neyi beğenmiyorsunuz, bir şey gösterebilin,

eski birçok videosunda bugün konuşulan birçok sorunu görmüş, anlatmış, hep söylediği şey, ortak bir çözümün bulunması gerektiği, bir dönem iktidar dışındaki bütün partileri ortak bir hareket de buluşturmak için hepsiyle görüşüp finlandiya modeli ni anlatmıştır, tabiiki muhalefetdeki bütün partiler söylemlerinde ülke için, gerçekte kendileri için siyaset yaptığından, birlik sağlanamamıştır, ama levent gültekinin bir çabası olduğunu görmemek, ayıptır.

çünkü hiçbir çıkarı da yok, kendisine teklif edilen, belediye başkanlıkları vs, ler doğrulanmıştır, cb erdoğanın da "bu tavrından vazgeçse bir sussa da birşeyler yapsak onunla" dediği de bilinir

yayınlarında da, iktidarı destekleyenlerle, muhalefeti destekleyenlerin ortak sorunlar yaşadığını, ve çözüm için birlikte hareket etmek zorunda olduğumuzu sürekli anlatmaktadır,

özellikle "sivil itaatsizlik" hareketini çok mantıklı bulmuştum, çünkü herkes kendi kösesinden söyleniyor, gurup gurup insanlar açıklamalar yayınlıyor, twiter da başlıklar açılıyor, sorular soruyor iktidara, ama hiçbir etkisi yok... cevap yok...

ben bu konunun çok önemli olduğunu düşünüyorum, daha çok üzerine düşünmemiz gerekiyor, öyle bir etkileşim düşünülmeli ki, etkisi büyük olsun, ama masum da bir şey olsun, ve lütfen zekice olsun, akıllıca olsun, katılımı kolay, başımızı belaya sokmayacak, görülür olacak, ve bu iktidarın kayıtsız kalamayacağı, cevap vermek zorunda kalacağı büyük bir şey olsun,

levent gültekin bir programında bir örnek vermişti, misal herkesin yakasına beyaz mendil takması gibi bir şey

birde videolarını bitirirken sonunda hep söylediği bir şey var, canlı kalın, hayatta kalın gibi bir şey söylüyor, rehavete kapılmayın, aktif olun minvalinde, gerçekten bir kaç defa izleyince insan etkileniyor, bence çok motive edici.

son olarak sempatik de buluyorum, akıllıca esprileri var, birde meşhur "yoook" deyişine bende tutuluyorum :)
özellikle o bilinen hızlı konuşması ve şivesiyle "türkiyedeadalet yooook"
demesine bayılıyorum.

birçok insan kendisine parti kur oy verelim dediği halde, siyaseti konuşmanın, yazmanın, yorumlamanın, yapmaktan farklı olduğunu, ve kendisine göre olmadığını söyler, ama böyle de bir beklenti hep var, çünkü ben onun kadar net ve çarpıcı çıkarımlar yapan, doğru soruları soran birini görmedim, bu kadar doğru tespitler yaptığı için, etkili bir çözüm önerisi de bekliyorum ben hala kendisinden, varolsun, çok beğendiğim, takdir ettiğim bir insan levent gültekin.
devamını gör...
28.

saygı hakkında dile getirilmeyenler

saygı herkesin temel hakkıdır..
ama insanlarda bu kavram hayatı boyunca tam oturmaz, saygısızlık görsede sesini çıkaramaz çünkü onun saygısızlık olduğunu ve kimsenin bunu ona yapma hakkı olmadığını bilmiyordur, yapılanı farketmiyordur.. farkettiği an bunu kabul etmeyeceğini söyleyip, gösterip, haddini hududunu bildirmesi ve tekrar mümkün olmayacağını karşısındakinin net bir şekilde anlaması, hissetmesi gerekir.. ama işte önce farketmesi lazım, ki çoğumuz farketmiyoruz, çünkü çocuklukta önce aile daha sonra iş ve sosyal hayatımızdaki ilişkilerimizde, saygı gösterilen kavramlar olarak gördüğümüz şeyler, hep insanların sahip olduğu maddiyat, otorite ile ilişkiliymiş gibi öğreniyoruz, örneğin daha çocuklukta anne babadan saygı görmüyoruz ama saygısızlık gördüğümüzde de bunu kabul etmek zorunda olduğumuz, saygı adı altında susmamız gerektiği öğretiliyor, halbuki haklarını kişiliğini korumak saygısızlık değildir, herşeyi sorgusuz yerine getirmek de saygı değildir, kavramlar çok yanlış yerleşiyor bizde, mesela evli/iş sahibi/mülk sahibi kişilere verilen değer, insanllarında bu kavramlara sahip olmazsa saygınlığı olmayacağı fikrini yerleştirmiştir maalesef.. instagram da orda burda özellikle kadınların eşiyle, eşinden gördüğü ilgiyle gövde gösterisi yapmasıda bu yüzdendir, evlilikle insan olma hakkı kazandığını sanmaktadır yazık.. tek başına da bir "kişi" bir "insan" olduğunun, yine aynı şeylere zaten hakkı olduğunun farkında değildir, garibim.. evlenince değer kazandığını zanneder.. evlenince ortaya çıkar, bir çiçek açar.. çünkü etrafımızda evli değilsen, hasbelkader 15-16 yaşında evlenmiş ve anneliğe terfi etmiş kadınlar tarafından sürüngen muamelesi görüyorsun maalesef.. ve bunun alınan eğitimle, yaşanan muhitle filan ilgisi de yoktur,
7 yıldır çalışmayan ve sürekli okuyan araştıran (bunları insanlar üzerinde gözlemleyen, deneyen) bir insan olarak şunu söyleyebilirim, bugün birbirine saygısı olmayan bir toplum olduysak, kendisine saygı duyması ve kişisel haklarını sınırlarını göstermesi uygulaması gerektiğini bilmeyen insanlar yüzündendir..
hepimiz görüyoruz, itaat etmek dışında bir hakkı olduğunu bilmiyor insanlar, bilse belki kullanacak ama bilmiyor, daha kafasının içinde istediğini düşünebileceğini, sorabileceğini bile bilmiyor..
devamını gör...

motivasyon

bu kadar işte, motivasyon lüksün varmıki diyor, ne motivasyonu...
eskiden motivasyonmu vardı *

videonun tamamı da çok güzeldir.

devamını gör...

küçük olduğun için ciddiye alınmamak

aslında toplumumuzda maalesef yanlış bir davranıştır, hatta saygısızlıktır, nedeni de, birilerinden sadece yaş olarak büyük olduğu için hak etsede etmesede saygı göstermek zorunda olduğumuzun öğretildiği, hiçbir mantığa oturmayan türk kültürüdür, dolayısıyla bu sistemde ne kadar küçüksen o kadar önemsiz oluyorsun, çünkü değer verilen şey, aslında bir değeri olmayan yaşlılık ve daha büyük olmaktır, aslında bunların tek başına hiçbir anlamı, hak ettiği hiçbir hürmet, bedel vs yoktur,

saygıyı hak eden değerler çok farklıdır, eğer saygı duyulacaksa bu sebeplerden olmamalıdır, bu şekilde düşünürsek tabiiki, yaşı küçük olanı da sadece insan olduğu için, varolduğu için, ciddiye alıp dinlemek, anlamak gerekir, yaşı daha büyük olanı da yine varolduğu ve insan olduğu için ciddiye alıp, dinlemek anlamak gerekir, nihan kaya bir paylaşımında şunu anlatmış, bu konuyla alakalı, bana çok dokunmuştu,

sanırım 5-6 yaşlarında bir çocuk anaokulundaki çok sevdiği kız arkadaşını kendi evlerine getirmek istiyor, aşık oldum, artık bizimle yaşasın filan diyor, böyle bir video gibi bişey izlemişti galiba nihan kaya, ve çocuğa bunu anlattırıp, etrafındaki yetişkin insanlar gülüyorlar, birde bunu paylaşıyorlar, komikmiş gibi, ama çocuk üzgün, acı çekiyor, çünkü onun acısını dinleyen yok, çünkü "anlamamışlar" çünkü "ciddiye almamışlar" çünkü gayet ciddiyetsiz bir şekilde gülüyorlar, çocuk da onları anlamıyor, çünkü ona göre yaşadığı acıyı anlatıyor, ama çocuğu ortaya alıp, acısıyla dalga geçiyorlar, çocuğun yaşadığı bu,

işte o 5 yaşındaki çocuğu bile ciddiye alıp, dinleyip, durumunu, ne dediğini anlayıp, yine ciddi bir şekilde cevap vermek gerekiyor, ona onun gibi anlatmak gerekiyor, çünkü çocuk "ciddi" çünkü çocuk sana güvenmiş, anlatmış, ama yetişkinler ciddiyetsiz ve saygısız,

o çocuğun yaşadığı acı, üzerine birde hayal kırıklığı, güvendiği insanlar annesi babası, acısını önemsemiyor ve birde buna eklenecek olan, ona yaşattıkları utanma stresi ekleniyor hayatına,

bu olaydaki kadar olmasa da türkiye de insanlarda, kendinden küçük insanların daha az değerli olduğu, daha az ciddiye alınması gerektiği, daha az yetki verilmesi gerektiği, daha küçük şeyler beklenmesi gerektiği gibi bir inanç var maalesef,

benim hemen hemen bütün konularla ilgili olarak kaynak gösterdiğim şey hep çocukluktur, çocukluktan itibaren bilincimizi oluşturan bu yanlış öğretilen değerlerdir... çocuk önemsiz bizim toplumumuzda, maalesef değersiz...
hep büyükler önemli ve değerli, anne baba olmuşsa önemli, evliyse önemli, yaşlıysa değerli...

çocuklara insan muamelesi yapmayı öğrenmemiz gerekiyor, çocuklara hakkını teslim etmemiz gerekiyor, ileride kendinden büyüklerin her söylediğini kabul etmek zorunda olmadıklarını öğrenmeleri için, kendinden büyük diye hakettiğinden azını verdiğinde, kabul etmek zorunda olmadığını öğrenmesi için, kabul etmemenin, itiraz etmenin, var olduğunu, onun da düşündüğünü, fikrini söyleme hakkının saygısızlık olmadığını öğrenmesi için, çocukların saygı duyularak, ciddiye alınarak büyütülmesi gerekiyor, çocukları görmek, gördüğümüzü hissettirmek, değer vermek, onlarında varlığının değerli ve önemli olduğunu hissettirmemiz gerekiyor...

bunları büyüklere, yaşlılara, anne babalara öğretmek gerekiyor ki çocuklar öğrensin ve böyle ciddiye alınmadıklarını düşünmesinler.

maalesef sadece çocuklara karşı değil, genel olarak bir ciddiyetsizlik var toplumumuzda,

ilgili bir yazımıda okumak isterseniz
#521199
devamını gör...

kadın cinayetlerinde yanlış tercih gerçeği

asıl gerçek, o cinayetden önce de katil kişisinin o kadına hak etmediği kötülükler yapmış olması, burayı büyük harflerle yazmak isterdim, "ve bu yaptığı kötülüklerin çoğunlukla kadın-kadının ailesi-erkeğin ailesi-sosyal çevresi-devlet-hukuk sistemi tarafından, bedelinin bu kişiye
ödetil"me"mesi..."

yaptığı kötülük yüzüden hiçbir bedel ödemiyor bu adamlar, iş mahkemelere zor gidiyor zaten, bunu hepimiz biliyoruz, o aşamaya gelene kadar da kimse bu adamlara "bedel" ödetmiyor, yaptığı ayıplanmıyor, bir tavır alınmıyor, adam hayatına devam edebiliyor, onunki hata oluyor, sırtı bile sıvazlanıyor...
şiddet gören kadının ise, ne yapmış olabileceği sorgulanıyor, yanlış tercih yapmasına kadar gidiyor, erkek kişisinin ikna etmek için söylediği yalana inanması bile aleyhine kullanılıyor

hep söylüyorum bütün bunlar çocukluktan başlıyor, erkek çocuk, baba, evde hiçbir işe karıştırılmıyor, hep konforu, hizmeti, paşalığı krallığı "hakettiği", zaten doğuştan sahip olduğu "hakkı" olarak öğretiliyor, kız çocuklarının payına düşen de hep ikinci sınıf işler, hizmet, temizlik, ikram işleri..
bu paylaşım çok yanlış, hiçbir erkek de demiyorki haksızlık bu..
karakteri zorbalığa yatkın olanlar da bu muamele ile iyice beslenerek büyüyorlar maalesef..

bence bu kadınlar herşeyin iyisini, saygı görmeyi, değer verilmeyi, mutlu edilmeyi, iyi davranılmayı bil mi yor lar....
çünkü bu duyguları tanımıyorlar.....
bunun eğitimle, ekonomik özgürlükle, maddi durumla da hiç alakası yok, öyle birşey değil bu, kendilerine değer vermeyen erkekleri normal zannediyorlar...
maalesef biraz ilgi gördüğü bir erkek olunca da, o yaşadığı küçük mutluluğun peşinden ayrılamıyorlar, devamını görme umuduyla oradan ayrılamıyorlar, çünkü başka ekmeği suyu yok, halbuki kimse olmasa kendisi var, kendisini bir görse, farketse, ama bilmiyor bu kadın, kimse onu görmemişki, kimse ona değer vermemişki, bilmediği şeyi de anlayamıyor, tek bildiği var oda o adamdan değer görme ihtimali...
o ihtimalin olmadığını anladığında ise geç oluyor maalesef, yaptığı hiçbirşeyin ne fiziksel ne sosyal olarak bedelini ödemeyen adam, çoktan kadının sevgi ve değer umuduyla bonkörce verdiklerine alışmış oluyor, hatta kadına hiçbirşey vermeden bol bol almaya o kadar alışıyorki, çoktan kudurmuş oluyor, kadın bu alışverişteki matematiği çözdüğünde de kabul etmiyor, hepimizin maalesef "her gün" gördüğü üzere... erkek arsızı istemeye devam ediyor, istediği her şeyi kendine "hak" görüyor maalesef...
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim