çalışmak
başlık "yazarlığı sizden öğrenecek değiliz" tarafından 21.11.2020 07:39 tarihinde açılmıştır.
1.
karın doyurmak, başını sokabileceğin bir evde sürekli yaşamak ve aç kalmamak için insanların ömürlerini tüketmesine neden olan eylem çeşidi. bazı zamanlar kendini o kadar kaptırırsın ki bu eyleme, yaşadığını, zamanın nasıl geçtiğini unutursun. hele ki eylem, başka insanların (patron vb) çalışmaması/az çalışması kurgusu üzerine gerçekleşiyorsa dank eder kafaya.
devamını gör...
2.
"güzel ve eğlenceli birşey olsa kimse üzerine para vermezdi" diyerek tanımlayabileceğim günümüz dünya düzeninin kaçınılamaz eylemi. bu duruma istisna meslekler vardır ve genelde sanat yada spor icra edilen mesleklerdir **. fernando alonso da çalışıyor, bruce dickinson da çalışıyor. bunlar hayatını yaşayıp milyonlar kazanırken, soma'da madende karın tokluğu uğruna kavrulup sağ bile çıkamayanlar da çalışıyordu.
devamını gör...
3.
iyi müzikler dinlemek, votka içmek, kitap ve su satın almak, mutfağa girip yemek yapabilmek ve yemek yapılacak o mutfağa sahip olabilmek için her bireyin zorunlu ve bir şekilde de gönüllü olarak yerine getireceği/getirdiği eylem.
çalışmak, bu yaşamda olduğundan biraz daha iyi vakit geçirebilmek için.
çalışmak, bu yaşamda olduğundan biraz daha iyi vakit geçirebilmek için.
devamını gör...
4.
böyle dermansız eve dönüyorsun ya. ne film ne kitaba mecalin kalıyor.tam olarak bu yüzden lanet gelsin çalışmanında, zorunda olmamında. fak yu
devamını gör...
5.
çalışma zorunluluğu... böyle bir şey gerçekten var mı? insanlar bunun bir zorunluluk olduğu bilinciyle mi erken vakitlerde sıcak yatağından kalkıp yüzünü görmek istemedikleri partnerlerinin, sürekli somurtan patronlarla, sorun çıkaran müşterilerin ağız kokusunu çekiyor. gerçekten böyle bir zorunluluk var mı?
klişeye başvuralım; "hayat boyu çalışmak istemiyorsan sevdiğin işi yap." (fuck confucius, lets move on.)
rimbaud çalışmaya karşı ayaklanır, çalışmak istemediğini söyleyerek şairlik serüvenini başlatır. aradan bir iki sene geçtikten sonra rimbaud şiiri bırakarak habeşistana göçer, orada çalışmaya başlayarak o dönem için epey yüklü bir sermaye elde eder fakat kaderin cilvesi peşini bırakmaz, burada bacağını ve sağlığını kaybeder ve daha sonra acılar içinde kıvranarak olur. rimbaud'nun çetrefilli hikayesi bu konuya iyi bir örnek değil, şiiri bırakıp göç etme fikri ne kadar uygundur, hem de çalışmak için? rimbaud şiirden çok zıpırlıklarını, cümle açlığını terk etmiştir, ayaklarının altında yatan ve gezilmeyi bekleyen paris'i ortaya çıkardığı muazzam imgelerle beraber ardında bırakmıştır. habeşistan'da yaşadığı dönemde insan tüccarlığı dahil pek çok kirli işe bulaşmış, kendine köleler edinmiştir. parasını kazanmıştır bir şekilde ama ben, nasıl wittgenstein'ın ilk yılları diye tanımlanıyorsa, rimbaud'nun ilk yıllarını konu edinmek istiyorum.
şiirlerinde rastladığımız asi ruhu aslında güzelliğin harika imgeler aracılığıyla aktarımı. böyle imgeleri yakalayabilmek, hem de o yaşlarda bunu yapabilmek üstün bir zeka ve devasa hayal gücünü şart koşuyor size ama bunun da bir bedeli var, rimbaud'nun da bu durumda yaşadığı sanrıları ve yaşından kaynaklanan duygu kaosu var. şiirin güçlü oluşu, olur derseniz ağzınızda bıraktığı tat mükemmeldir, orada gerçekten de düzeni ilerletmek için konulan kurallara karşı baş kaldırıyı görürsünüz, ergenliğin getirisi olan başkaldırıdan ziyade bir şeyleri değiştirmeyi misyon edinmiş çocuğun üstün ruhunu fark edersiniz. rimbaud'nun fark ettiği şey, dünyada yeni olan hiçbir şeyin olmadığıdır ve düzenin kurulmuş çarklarının durmadan devam edeceği üzerinedir, şiiri ne kadar eşsiz anlatıma sahip olursa olsun kendince yeni bir şey ifade etmek. üzerinden geçmekten ibarettir ya da deneyimini ifade etmesidir. söylediğim düzen çarkları da rimbaud'yu modern yaşamında korkulu rüyası olan çalışma zorunluluğuna itelemiştir. ama şimdi rimbaud'yu biliyoruz, bir şeyler bıraktığının farkındayız. şiir sonrası hayatının detaysız oluşu da sorun değil bu sebeple. şimdi tekrardan çalışmaya, çalışma zorunluluğuna dönelim.
her daim hayatınızda çalışmayı överek ya da övmeden onu zorunlu olarak bildiren insanlar vardır, ağızlarından köpükler saçarak "çalışmak zorundasın!" diye haykırırlar. suratınızdaki salyaları silmeye fırsat bulamadan bir diğeri hemen atılır ve size nazik olarak çalışma zorunluluğunu anlatır. iyi ve kötü polis yaşamın bu noktasında da aktif görev oynar. her ikisi de adi, şerefsiz heriftir buna rağmen. çalışma zorunluluğunu ortaya çıkaran onların çalışıyor olmasıdır. çalıştıkları işlerin ne olduğu tahmininde bulunmanıza veya bunu tasarlamanıza gerek yok ama faydalı bir iş yapılmadığını söylemeniz de gayet yerinde olur. dikkat ettiyseniz çoğu büyük şirketin sahibi verdiği konferanslarda "hayallerinizi takip edin." gibisinden klişe yorumlar yapmaktadır, onların aldığı yol budur ama siz toplumdan ve kurduğu tahakkümden bir türlü sıyrılamazsınız. peki ya çalışmak nedir, çalışan insan nasıl hisseder?
dostoyevski'nin çizdiği yeraltı adamıyla aynı psikolojiye sahip her biri, tek ideali patrondan bir aferin almak ya da sürekli sorun çıkaran o**pu çocuğu müşterinin onun yüzüne gülmesi. peki ya adam ne ürettin sen şimdiye dek? neler başardın, dünyaya onu yeniden tasarlayacak ya da onun tamamlanması için katkıda bulunacak ne yaptın? boyuna tükettin ve hiç usanmadan hizmet ettin, köleliği zincirlerine bağlı olmadan gerçekleştirdin ve matrix ne yazık ki gerçek değil, kurtuluşunun olduğunu düşünmen bütünüyle hata. bir sanat eseri yaratmadın, çalıştığın işle de endüstriyel veya iktisadi bir devrim yaratmadın, sadece birinin hizmetinde onun getir götür işlerini kendini önemli sanarak ve sana verilen ufak bir meblağa bakarak yaşamayı sürdürdün. sevgili çalışan kişi, bana çalışma sorumluluğunu anlatırken ve bunun zorunluğu olduğunu söylerken hayatından örnekler verdin fakat ben senin baktığın gibi bakmadım. hatta ballandıra ballandıra anlattığın o "başarı" kelimesini de iğrenç buldum ve o kelimeyi doldurmadığını fark ettim. sen evlendin, paran yeterli olmadığı için bir ev alamadın ama olsun, çalışırım dedin. kira ödemeye başladın, ailenin yanında değildin artık, ev masrafları giderek artmaya, ön göremeyeceğin şekilde kontrol edilemez bir konuma doğru ilerlemeye başladı. ne yaptın? daha fazla çalıştın, sinsiliklerle, kurnazlıklarla, üstün ve ortaklarının cebinden çaldın yeri geldi onları onursuzca bazı durumlarda ele verdin. şimdi bir evin var, karında çocuğuna hamile. mutlu musun? peki, mutlu ol bakalım. çocuğun doğmasıyla beraber ev masrafları daha fazla artmaya başladı, sen daha önce yaptıklarını hırs küreklerine sarılarak daha fazlasıyla, aşırılıkla yaptın. şimdi yukarılardasın ama hala emir alıyorsun ve yaşında epey ilerledi, çocuğun büyüdü. artık yorgun hissediyorsun, kemiklerin ağırıyor ve alarmın birkaç kez ertelenmek zorunda kalıyor. çocuğunun okul masraflarını hatırladın şimdi de, muhtemelen mesaiye kaldığı bir geceydi ve yorgun olmana rağmen gözüne bir yudum uyku girmemişti. tavana bakarak bunların altından nasıl kalkacağını düşündün, bir yolunu buldun. şimdi seni biraz daha ileri saralım, sen artık önemli değilsin; önemli olan şey çocuğun ve çocuğuna hiçbir şey veremedin. fahişelik gibi benimsediğin mesleğin yüzünden onunla ilgilenmedin, ona düzgün bir eğitimi sunamadın. çocuğun şimdi sana başkaldırıyor ama sen evdeki otoriteni göstermek zorundasın, geldiğin yere boşuna gelmedin. insanları nasıl kullanacağını ve onlara nasıl emir verileceğini öğrendin. ama iş bu, çocuğun alınganlık yaptı ve belki evi terk etti. hadi terk etsin. ya da kalsın, ne fark eder? bu sorun neden çıktı. haklısın, sürekli mutluluk bir aile için neredeyse imkansızdır. ama sürekli mutsuzluk da olmamalıydı. çocuğun kontrolünden çıktı, senin zihnini taşıyan, yürüyüşünü taklit eden, bir gün sen olmak isteyen o insan değil. eve yorgun geldiğinde sana sarılmıyor, ya kitaplarıyla ilgileniyor ya da odasında kulaklıklarıyla müzik dinliyor. önemin birazcık vardıysa da şimdi hepsi ortadan kalktı. karın ile sorunların artıyor bu arada, ödemeler konusunda sürekli şikayetçisiniz. birbirinizden nefret ediyorsunuz. evladınızı da umursamıyorsunuz. "neden bu çocuk böyle" sorusunun cevabını kendinizden uzak yerlere taşıyarak, "arkadaşları yüzünden." yanıtını verebilecek kadar aşağılık davranıyorsunuz. yetmiyor ama bunlarda yetmiyor, evladınız iyi bir üniversite kazanıyor. size rağmen, her şeye rağmen. onun kaderi ne olacak peki? aman evladım sen oku, dediğiniz çocuk ne için uğraşacak? sizin gibi birine dönüşmek için, çünkü çarklar dönüyor ve dünya çok eski. bu hikaye burda bitsin. anne baba ölüyor, çocuk babasına dönüşüyor.
yani şu minik öyküden anlaşıldığı kadarıyla çalışmak denilen şeyin kişiye olan etkisi belli, daha nice hikaye vardır hatta belki bazısı uzun vadeli bile değildir, kısa sürede acı ve ölüme varır.
iş ahlakı diye bir şeyin olmadığını, her sektörün yasalarının kolayca kontrol edilebilir olduğunu ve patronlarınızın genellikle hasta, aşağılık adamlar olduklarını unutmayın. bu çoğu kişi için geçerli, genelleme yapmıyorum. eğer kendi işinizin patronu olabilirseniz ve dünyaya gerçekten onu değiştirebilecek şeyler verebilirseniz sizlere ne mutlu ama ahmalık yapıp hayatınızı bir işte, toplumun size dayattıklarına ulaşmak için harcamaya niyetli ve sonunda paramparça olmaya hevesliyseniz o zaman buyrun çalışın. hiçbir zaman bitmeyecek bu maratonda ciğerleriniz patlayana kadar koşun. başarı dediğiniz şeye ulaşırsınız, bir önemi varmış gibi ona sarılırsınız. hayatınızda kimse kalmayınca da tek bunu sürdürür, ölümünüzde size eşlik edebilecek insanları da sizden uzak tutarsınız. peki tüm bunlar ne yani?
şöyle bir toparlamak gerekirse, toplumda çalışma zorunluluğu diye dayatılan şeyin ilk kabulünün ardından toplumun diğer tahakkümlerini de kabulleniyorsunuz demektir. bu da şu anlama gelir; size söylediklerini yapın. eğer yapmazsanız başınız belaya girer, bela ise kötüdür. resim çizmekle ilgili olan hayalleriniz kenara bırakın, hiçbir zaman bir enstrüman çalamayacak, bir roman yazamayacak yani düşünü kurduğunuz hiçbir şeyi yapamayacaksınız. çünkü bunlar boş hayallerdir, bunu söyleyen insan aynı dönemlerden geçtiğini size ısrarla söyler. "geç bunları geç! gerçeklere bak!" diye suratınıza vurur. gerçek dediği şey ise toplumun kurallarına boyun eğmektir, bu da hayvanın kırbacı gördükten sonra sığınmasından farksızdır.
eğer mümkümse hayatım boyunca çalışmamı gerektirmeyecek bir iş yapacağım, bunun içinde tüm hayatımı sunmaya hazırım. sistemin çarklarını döndüren insanlardan biri haline gelmek istemiyorum, sikik patronun aferinini almak ya da o hergelenin suratıma gülmesini de. hepsinden daha tanımadan nefret ediyorum. rimbaud'nun dahil edilmesiyle de şunu söyleyebiliriz, rimbaud çalışmaya karşı açtığı savaşı bırakmıştır ve canavarla barışmıştır. ama rimbaud üretmiştir, hizmet ve tüketimle sınırlı kalmamıştır. zaten yaptığı tüm işlerde kendisinin patronu olabilmeyi başarabilmiştir. rimbaud olmak gerekmiyor, kendi başına düşünebilmek yeterli ve düşünerek seni düşüncenin bıraktığı noktaya kadar ilerleyebilmek önemli. o noktada kendini buluyorsun zaten. orada yapılan tüm işlerde biri için ödev haline gelebiliyor, ilk karşılaşmada hayranlıkla bakıyor gözlerinin önündekine ve asıl mesajı görüyor; kendi başına düşün, otoriteyi sorgula.
klişeye başvuralım; "hayat boyu çalışmak istemiyorsan sevdiğin işi yap." (fuck confucius, lets move on.)
rimbaud çalışmaya karşı ayaklanır, çalışmak istemediğini söyleyerek şairlik serüvenini başlatır. aradan bir iki sene geçtikten sonra rimbaud şiiri bırakarak habeşistana göçer, orada çalışmaya başlayarak o dönem için epey yüklü bir sermaye elde eder fakat kaderin cilvesi peşini bırakmaz, burada bacağını ve sağlığını kaybeder ve daha sonra acılar içinde kıvranarak olur. rimbaud'nun çetrefilli hikayesi bu konuya iyi bir örnek değil, şiiri bırakıp göç etme fikri ne kadar uygundur, hem de çalışmak için? rimbaud şiirden çok zıpırlıklarını, cümle açlığını terk etmiştir, ayaklarının altında yatan ve gezilmeyi bekleyen paris'i ortaya çıkardığı muazzam imgelerle beraber ardında bırakmıştır. habeşistan'da yaşadığı dönemde insan tüccarlığı dahil pek çok kirli işe bulaşmış, kendine köleler edinmiştir. parasını kazanmıştır bir şekilde ama ben, nasıl wittgenstein'ın ilk yılları diye tanımlanıyorsa, rimbaud'nun ilk yıllarını konu edinmek istiyorum.
şiirlerinde rastladığımız asi ruhu aslında güzelliğin harika imgeler aracılığıyla aktarımı. böyle imgeleri yakalayabilmek, hem de o yaşlarda bunu yapabilmek üstün bir zeka ve devasa hayal gücünü şart koşuyor size ama bunun da bir bedeli var, rimbaud'nun da bu durumda yaşadığı sanrıları ve yaşından kaynaklanan duygu kaosu var. şiirin güçlü oluşu, olur derseniz ağzınızda bıraktığı tat mükemmeldir, orada gerçekten de düzeni ilerletmek için konulan kurallara karşı baş kaldırıyı görürsünüz, ergenliğin getirisi olan başkaldırıdan ziyade bir şeyleri değiştirmeyi misyon edinmiş çocuğun üstün ruhunu fark edersiniz. rimbaud'nun fark ettiği şey, dünyada yeni olan hiçbir şeyin olmadığıdır ve düzenin kurulmuş çarklarının durmadan devam edeceği üzerinedir, şiiri ne kadar eşsiz anlatıma sahip olursa olsun kendince yeni bir şey ifade etmek. üzerinden geçmekten ibarettir ya da deneyimini ifade etmesidir. söylediğim düzen çarkları da rimbaud'yu modern yaşamında korkulu rüyası olan çalışma zorunluluğuna itelemiştir. ama şimdi rimbaud'yu biliyoruz, bir şeyler bıraktığının farkındayız. şiir sonrası hayatının detaysız oluşu da sorun değil bu sebeple. şimdi tekrardan çalışmaya, çalışma zorunluluğuna dönelim.
her daim hayatınızda çalışmayı överek ya da övmeden onu zorunlu olarak bildiren insanlar vardır, ağızlarından köpükler saçarak "çalışmak zorundasın!" diye haykırırlar. suratınızdaki salyaları silmeye fırsat bulamadan bir diğeri hemen atılır ve size nazik olarak çalışma zorunluluğunu anlatır. iyi ve kötü polis yaşamın bu noktasında da aktif görev oynar. her ikisi de adi, şerefsiz heriftir buna rağmen. çalışma zorunluluğunu ortaya çıkaran onların çalışıyor olmasıdır. çalıştıkları işlerin ne olduğu tahmininde bulunmanıza veya bunu tasarlamanıza gerek yok ama faydalı bir iş yapılmadığını söylemeniz de gayet yerinde olur. dikkat ettiyseniz çoğu büyük şirketin sahibi verdiği konferanslarda "hayallerinizi takip edin." gibisinden klişe yorumlar yapmaktadır, onların aldığı yol budur ama siz toplumdan ve kurduğu tahakkümden bir türlü sıyrılamazsınız. peki ya çalışmak nedir, çalışan insan nasıl hisseder?
dostoyevski'nin çizdiği yeraltı adamıyla aynı psikolojiye sahip her biri, tek ideali patrondan bir aferin almak ya da sürekli sorun çıkaran o**pu çocuğu müşterinin onun yüzüne gülmesi. peki ya adam ne ürettin sen şimdiye dek? neler başardın, dünyaya onu yeniden tasarlayacak ya da onun tamamlanması için katkıda bulunacak ne yaptın? boyuna tükettin ve hiç usanmadan hizmet ettin, köleliği zincirlerine bağlı olmadan gerçekleştirdin ve matrix ne yazık ki gerçek değil, kurtuluşunun olduğunu düşünmen bütünüyle hata. bir sanat eseri yaratmadın, çalıştığın işle de endüstriyel veya iktisadi bir devrim yaratmadın, sadece birinin hizmetinde onun getir götür işlerini kendini önemli sanarak ve sana verilen ufak bir meblağa bakarak yaşamayı sürdürdün. sevgili çalışan kişi, bana çalışma sorumluluğunu anlatırken ve bunun zorunluğu olduğunu söylerken hayatından örnekler verdin fakat ben senin baktığın gibi bakmadım. hatta ballandıra ballandıra anlattığın o "başarı" kelimesini de iğrenç buldum ve o kelimeyi doldurmadığını fark ettim. sen evlendin, paran yeterli olmadığı için bir ev alamadın ama olsun, çalışırım dedin. kira ödemeye başladın, ailenin yanında değildin artık, ev masrafları giderek artmaya, ön göremeyeceğin şekilde kontrol edilemez bir konuma doğru ilerlemeye başladı. ne yaptın? daha fazla çalıştın, sinsiliklerle, kurnazlıklarla, üstün ve ortaklarının cebinden çaldın yeri geldi onları onursuzca bazı durumlarda ele verdin. şimdi bir evin var, karında çocuğuna hamile. mutlu musun? peki, mutlu ol bakalım. çocuğun doğmasıyla beraber ev masrafları daha fazla artmaya başladı, sen daha önce yaptıklarını hırs küreklerine sarılarak daha fazlasıyla, aşırılıkla yaptın. şimdi yukarılardasın ama hala emir alıyorsun ve yaşında epey ilerledi, çocuğun büyüdü. artık yorgun hissediyorsun, kemiklerin ağırıyor ve alarmın birkaç kez ertelenmek zorunda kalıyor. çocuğunun okul masraflarını hatırladın şimdi de, muhtemelen mesaiye kaldığı bir geceydi ve yorgun olmana rağmen gözüne bir yudum uyku girmemişti. tavana bakarak bunların altından nasıl kalkacağını düşündün, bir yolunu buldun. şimdi seni biraz daha ileri saralım, sen artık önemli değilsin; önemli olan şey çocuğun ve çocuğuna hiçbir şey veremedin. fahişelik gibi benimsediğin mesleğin yüzünden onunla ilgilenmedin, ona düzgün bir eğitimi sunamadın. çocuğun şimdi sana başkaldırıyor ama sen evdeki otoriteni göstermek zorundasın, geldiğin yere boşuna gelmedin. insanları nasıl kullanacağını ve onlara nasıl emir verileceğini öğrendin. ama iş bu, çocuğun alınganlık yaptı ve belki evi terk etti. hadi terk etsin. ya da kalsın, ne fark eder? bu sorun neden çıktı. haklısın, sürekli mutluluk bir aile için neredeyse imkansızdır. ama sürekli mutsuzluk da olmamalıydı. çocuğun kontrolünden çıktı, senin zihnini taşıyan, yürüyüşünü taklit eden, bir gün sen olmak isteyen o insan değil. eve yorgun geldiğinde sana sarılmıyor, ya kitaplarıyla ilgileniyor ya da odasında kulaklıklarıyla müzik dinliyor. önemin birazcık vardıysa da şimdi hepsi ortadan kalktı. karın ile sorunların artıyor bu arada, ödemeler konusunda sürekli şikayetçisiniz. birbirinizden nefret ediyorsunuz. evladınızı da umursamıyorsunuz. "neden bu çocuk böyle" sorusunun cevabını kendinizden uzak yerlere taşıyarak, "arkadaşları yüzünden." yanıtını verebilecek kadar aşağılık davranıyorsunuz. yetmiyor ama bunlarda yetmiyor, evladınız iyi bir üniversite kazanıyor. size rağmen, her şeye rağmen. onun kaderi ne olacak peki? aman evladım sen oku, dediğiniz çocuk ne için uğraşacak? sizin gibi birine dönüşmek için, çünkü çarklar dönüyor ve dünya çok eski. bu hikaye burda bitsin. anne baba ölüyor, çocuk babasına dönüşüyor.
yani şu minik öyküden anlaşıldığı kadarıyla çalışmak denilen şeyin kişiye olan etkisi belli, daha nice hikaye vardır hatta belki bazısı uzun vadeli bile değildir, kısa sürede acı ve ölüme varır.
iş ahlakı diye bir şeyin olmadığını, her sektörün yasalarının kolayca kontrol edilebilir olduğunu ve patronlarınızın genellikle hasta, aşağılık adamlar olduklarını unutmayın. bu çoğu kişi için geçerli, genelleme yapmıyorum. eğer kendi işinizin patronu olabilirseniz ve dünyaya gerçekten onu değiştirebilecek şeyler verebilirseniz sizlere ne mutlu ama ahmalık yapıp hayatınızı bir işte, toplumun size dayattıklarına ulaşmak için harcamaya niyetli ve sonunda paramparça olmaya hevesliyseniz o zaman buyrun çalışın. hiçbir zaman bitmeyecek bu maratonda ciğerleriniz patlayana kadar koşun. başarı dediğiniz şeye ulaşırsınız, bir önemi varmış gibi ona sarılırsınız. hayatınızda kimse kalmayınca da tek bunu sürdürür, ölümünüzde size eşlik edebilecek insanları da sizden uzak tutarsınız. peki tüm bunlar ne yani?
şöyle bir toparlamak gerekirse, toplumda çalışma zorunluluğu diye dayatılan şeyin ilk kabulünün ardından toplumun diğer tahakkümlerini de kabulleniyorsunuz demektir. bu da şu anlama gelir; size söylediklerini yapın. eğer yapmazsanız başınız belaya girer, bela ise kötüdür. resim çizmekle ilgili olan hayalleriniz kenara bırakın, hiçbir zaman bir enstrüman çalamayacak, bir roman yazamayacak yani düşünü kurduğunuz hiçbir şeyi yapamayacaksınız. çünkü bunlar boş hayallerdir, bunu söyleyen insan aynı dönemlerden geçtiğini size ısrarla söyler. "geç bunları geç! gerçeklere bak!" diye suratınıza vurur. gerçek dediği şey ise toplumun kurallarına boyun eğmektir, bu da hayvanın kırbacı gördükten sonra sığınmasından farksızdır.
eğer mümkümse hayatım boyunca çalışmamı gerektirmeyecek bir iş yapacağım, bunun içinde tüm hayatımı sunmaya hazırım. sistemin çarklarını döndüren insanlardan biri haline gelmek istemiyorum, sikik patronun aferinini almak ya da o hergelenin suratıma gülmesini de. hepsinden daha tanımadan nefret ediyorum. rimbaud'nun dahil edilmesiyle de şunu söyleyebiliriz, rimbaud çalışmaya karşı açtığı savaşı bırakmıştır ve canavarla barışmıştır. ama rimbaud üretmiştir, hizmet ve tüketimle sınırlı kalmamıştır. zaten yaptığı tüm işlerde kendisinin patronu olabilmeyi başarabilmiştir. rimbaud olmak gerekmiyor, kendi başına düşünebilmek yeterli ve düşünerek seni düşüncenin bıraktığı noktaya kadar ilerleyebilmek önemli. o noktada kendini buluyorsun zaten. orada yapılan tüm işlerde biri için ödev haline gelebiliyor, ilk karşılaşmada hayranlıkla bakıyor gözlerinin önündekine ve asıl mesajı görüyor; kendi başına düşün, otoriteyi sorgula.
devamını gör...
6.
toplumsal ilişkiler karmaşıklaştıkça, kavramların evrensel etik doğruluğu hakkında karar vermek zorlaşır. çalışmak da benim için hakkında karar vermekte zorlandığım arada kaldığım kavramlardan birisidir. aslında özünde kavramla çok problemim yok. ama modernist siyasi akımların neredeyse hepsinin (özellikle de sosyalistlerin) çalışmayı fazlasıyla romantize etmesi; neoliberalizmin de bu yerleşmiş düşünceyi çalışmak=istihdam edilmek denklemine indirgeyip daha sonra da sosyal kabul için önşart olarak haline getirmesi kavramı iğrençleştirmiştir.
ama çalışmak kavramı ile ilgili en problemli durum günlük hayatın keskin bir şekilde ayrılmış olması. kitlesel üretim öncesi çalışmak günlük hayatın bir parçasıyken artık hayatımızın en önemli ayrı bir bölümü. günlük yaşamımız ise çalışma yaşamından arta kalan vakte dönüştü. "tatil", "haftasonu", "boş vakit", "cumartesi gecesi dışarı çıkmak" gibi kavramlar artık hayatımızda. yönetim bilimlerinde veya sosyolojide hakkında çalışma vardır mutlaka bakmadım ama iş hayatında neden mutsuzuz sorusunun cevabını burada aramak lazım. neden "iş hayatı" diye bir kavram var önce onu düşünmeliyiz.
ama çalışmak kavramı ile ilgili en problemli durum günlük hayatın keskin bir şekilde ayrılmış olması. kitlesel üretim öncesi çalışmak günlük hayatın bir parçasıyken artık hayatımızın en önemli ayrı bir bölümü. günlük yaşamımız ise çalışma yaşamından arta kalan vakte dönüştü. "tatil", "haftasonu", "boş vakit", "cumartesi gecesi dışarı çıkmak" gibi kavramlar artık hayatımızda. yönetim bilimlerinde veya sosyolojide hakkında çalışma vardır mutlaka bakmadım ama iş hayatında neden mutsuzuz sorusunun cevabını burada aramak lazım. neden "iş hayatı" diye bir kavram var önce onu düşünmeliyiz.
devamını gör...
7.
iyi bir yaşamı sürdürebilmem için zorunlu olduğum eylem. dilime tercüman olan bir afrika atasözünü huzurlarınıza bırakıyorum.
"afrika'da her sabah bir ceylan uyanır,
en hızlı aslandan daha hızlı koşması gerektiğini yoksa öleceğini bilir.
afrikada her sabah bir aslan uyanır,
en yavaş ceylandan daha hızlı koşması gerektiğini yoksa aç kalacağını bilir.
aslan ya da ceylan olmanızın bir önemi yoktur.
yeter ki güneş doğduğunda koşmak zorunda olduğunuzu bilin. "
"afrika'da her sabah bir ceylan uyanır,
en hızlı aslandan daha hızlı koşması gerektiğini yoksa öleceğini bilir.
afrikada her sabah bir aslan uyanır,
en yavaş ceylandan daha hızlı koşması gerektiğini yoksa aç kalacağını bilir.
aslan ya da ceylan olmanızın bir önemi yoktur.
yeter ki güneş doğduğunda koşmak zorunda olduğunuzu bilin. "
devamını gör...
8.
yeterlilik hissinin baş aktörüdür.
devamını gör...
9.
olmasaydı kafayı yerdim.
devamını gör...
10.
türkiye'deki diğer manası kerizlik olan eylem.
devamını gör...
11.
zamanla hobiye ve ihtiyaca dönüşüyor.
devamını gör...
12.
yapılacak daha iyi bir şey bulunana kadar oyalanılan mevzu.
devamını gör...
13.
çalışmak asla tükenmeyen bir hazinedir...
ellerin çalışarak yıpransın, onları sadaka istemek için kimseye uzatmazsın.
on para kazanmanın ne kadar güç olduğunu anlarsan başkalarının gayretine ve zahmetine de o kadar riayet edersin.
çalışmak insana sıhhat, akıl ve sevinç verir.
çalışmak ve can sıkıntısı hiç bir zaman aynı çatının altında barınamamıştır.
ellerin çalışarak yıpransın, onları sadaka istemek için kimseye uzatmazsın.
on para kazanmanın ne kadar güç olduğunu anlarsan başkalarının gayretine ve zahmetine de o kadar riayet edersin.
çalışmak insana sıhhat, akıl ve sevinç verir.
çalışmak ve can sıkıntısı hiç bir zaman aynı çatının altında barınamamıştır.
devamını gör...
14.
türkiye'de hiç bir işe yaramayan eylem, akşam bir tabak yemek için, it köpek oluyoruz resmen.
devamını gör...
15.
boktan bir şeydir. bakın, iş yapmak demiyorum. iş yapmak güzeldir. çünkü bir şey başarırsın. çalışmaksa öyle değildir. üç beş kuruş uğruna hayatını feda edersin. bunu iyi bir gelecek hayaliyle yaparsın ama farkında olmadan para kazanmanın tüm anlamını ortadan kaldırmışsındır. çünkü para, hayattan keyif alabilmek için kullanılan bir araçtır. ama günde 12 saat çalışan birisinin hayatı yoktur. bu durumda kazandığı paranın da bir anlamı yoktur. bu yüzden bence kendisine saygısı olan insan çalışmamalı, onun yerine para kazanmanın daha özgün yollarını aramalıdır.
devamını gör...
16.
asla eğlence demek değildir. çalışmak kelimesinin fransızca "travail" ve ispanyolca "trabajo" sözcüklerinin etimolojisine baktığımız zaman latince* "işkence etmek veya acı vermek" ten geldiğini görürüz.
kaynak: yedi ucuz şey üzerinden dünya tarihi, raj patel, sayfa: 101
kaynak: yedi ucuz şey üzerinden dünya tarihi, raj patel, sayfa: 101
devamını gör...
17.
insan haklarına aykırı olan eylem.
maalesef kapitalizmin yaratıldığı ve kabul görmeye zorlanıldığı şu düzende çoğumuzun halen bu eylemi yapması zaruridir.
maalesef kapitalizmin yaratıldığı ve kabul görmeye zorlanıldığı şu düzende çoğumuzun halen bu eylemi yapması zaruridir.
devamını gör...
18.
berbat bir eylem. bir de işten erken çıkmak dünyanın en büyük illüzyonu. erken çıksan da eve gidip kanepede uyuklayacaksın. asıl önemli olan işe geç gidebilmek. erken kalktığın sürece gün içinde gözlerin dalacak, her gözün daldığında da saliselik olarak lise günlerinde ya da üniversitenin sonlarında gibi hissedeceksin.
devamını gör...
19.
ülkemizde çalışan hakları yerlerde süründüğü için çok zor olan şeydir. ekonomik bağımsızlık falan da kazandırmıyor artık aldığımız para aileden ayrı geçinmeye yetmiyor, hatta aileye destek olmaya bile yetmiyor neredeyse. bazen part time mağazalarda çalışıyorum, öyle koşullar var ki çoğu insan bir daha mağazalardan alışveriş yapmak istemiyor. ben de onlardan biriyim, günde 9 saatinizi iş yerinde geçiriyorsunuz. bir buçuk saatlik molanız hariç hep ayaktasınız, yemek ödemeleri yetersiz zaten 20 tlye yemek mi var? hasta olsanız ayrı dert, daha bugün çok pahalı ve bilindik bir markanın şubesinde çalışan arkadaşım acilden çıkıp işe gitmek zorunda kaldı. müdürü "elemanlar işten ayrıldı, seni de fulle geçirdik artık elini taşın altına koyman lazım" gibi şeylerle covid test sonucu çıkmamış insanı mağazaya çağırdı. varın gelin gerisini siz düşünün. üstelik işten çıkarmak istediklerinde de sizin önünüze kağıt koyup istifa dilekçesi yazdırıyorlar. imzalasan ayrı imzalamasan ayrı dert. örneğin covid ilk çıktığında bir mağazada çalışıyordum, yeni girmiştim ve benim gibi yeni girenlerle beraber 5-6 kişi çıkarıldık. güya işten çıkarma yasağı vardı, istifa imzalatıldık ve zaten 1 yılı doldurmadığımız için tazminat da alamayacaktık. kimsenin de davayla avukatla uğraşmayacağını bildikleri için çok rahatlar, hiçbir denetim yok. pardon var o da sizin külfetiniz yine, sayımdan bahsediyorum. benim çalışma deneyimlerim hep bu ve bu şekilde ilerlediği için açıkçası çalışmaktan da her şeyden soğudum, ikinci el uygulamalarından bir şeyler satarak harçlığımı çıkarmaya uğraşıyorum artık sadece.
devamını gör...
20.
yazın çok zor gündüzleri uzun oluyor zaman geçmiyor. evet.
devamını gör...