insan yolcudur. küçük olarak başlar yola, ilerledikçe büyür. büyüdükçe yol ağırlaşır, zorlaşır. insanın yükü artar. ve bütün yollar illa insan kalbine çıkar. yeter ki yolda insan kalabil.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
çemberin daralıp ve genişlediği alanda sıkışıp kaldım.
sancılarını duyduğum dünyada günler geçip gidiyor , zamanın çok değerli ama kıymetsiz olduğu bir devirde yaşamak suyu olmayan kuyudan su çekmeye çalışan insanları anımsatıyor. zaten bu devirde kıymetli olan ne diye soruyorum kendime, belli bir cevabım yok. insanların kendi adlarına endişe duyduğu bir dünyada yalnız olmak belki de bir mükâfattır. sıkışmış oldugum yer belki de benim cennetim ama fark edemiyorum.
devamını gör...
valla bir yerlere doğru gidiyorum ama neresi bilemiyorum. büyük bir belirsizlik içerisindeyim, ne yaparsam yapayım gene bu savruluşun önünde duramıyorum. sanki bir trenim de birisi rayları döşüyor ve bana sadece o raylar üzerinde gitmek kalıyor.
artık eskisi kadar düşünmüyorum, "gittiği yere kadar" düsturu ile hareket etmeye başladım. aksi takdirde zaten yönetemediğim hayatım iyice cehenneme dönmeye başlıyor. yavaş yavaş yaşamın içerisindeki güzelliklerden zevk alma derecemde azalıyor.

bu başlığı da ben sahiplenmişim, neyse ara ara girer okurum ve "bunları ben mi yazmışım" diye hayretlere doğru yelken açarım.
devamını gör...
ve sonra onu geri toplayamayışlar.
bu hikaye hiç şaşmaz..
devamını gör...
yeni bir şehre geldim , büyük bir şehirden küçük bir şehre ve bir yıla yakın orada yaşadım lakin bir türlü alışamadım. insan ruhu ekmek suyla besleyemiyor ne kafa dengi insan var ne de kafa dağıtacak bir yer. belki ben ne aradığımı bilmiyorumdur fakat aradığımı bu yerde bulamayacağımı biliyorum. bu konu yüzünden her ne kadar kafa dengi olmasa da pek çok iyi insanı kaybettim ve kırdım. keşke daha iyi ve olgun biri olabilseydim. maalesef yaptığım şeylerden ve aldığım kararlardan çok pişmanlık duydum.
şuan bir arkadaşım var aramıza şehirler girdi. çok nadir konuşuyoruz. benim hakkımda ne düşündüğünü bilmek isterdim açıkçası ( çünkü onu çok fazla incittim ve her seferinde benim yanımda olup bana destek oldu.) ne kadar özür dilersem de bazı şeyler değişmiyor.
yani demek istediğim sizi seven ve size değer insanları her saniye kaybetme korkusuyla yaklaşıp onları incitmemeye çalışın.
devamını gör...
dışarıda eylemler var. akşam olunca sınıfın penceresini kapatıyoruz. ders bitiyor, her dershane çıkışı biber gazından nasiplenen öğrenciler olabildiğince az hasarla evlerine varmaya çalışıyorlar. sevdiğim bir dükkanın önünden geçerken kepengin üzerine yazılan yazı dikkatimi çekiyor: oh biber! gülüyorum, biraz da canım sıkılıyor. arkadaşlarla ayrılıyoruz. üzerimde bir ağırlık var, saatlerce yürümek istiyorum ama ortalık çok tenha. yeni bir olay başlangıcı ile biber gazına maruz kalma düşüncesi de rahatsız hissettiriyor. otobüse binip eve gitmeye karar veriyorum. günler hatta aylar geçiyor.
bir nisan ayı... sokaklarda buram buram portakal çiçeği kokusu var. olaylar bitmiş, kasvetli kış geride kalmış, insanlar eğlenip kafa dağıtmak için sokaklara çıkmışlar. dersimiz bitmiş, arkadaşlar kendi aralarında "biz de gidelim." diye konuşuyorlar. çok sevdiğim abdullah, "siz karar verin ben sigara içeyim o ara" diyor. normalde sigara için terasa çıkarlar ama bizim abdullah farklı. aşağıdaki terzi dükkanını kullanılmayan bölümüne gidip, gözleri uzaklara bakar vaziyette içer hep sigarasını. nasıl oluyor bilmiyorum sinem ile beraber ben de terzi dükkanında buluyorum kendimi. ikisi sigara içiyorlar, duvara dayanmışım içsinler de gitsinler diye bekliyorum. ortam çok rahatsız hissettiriyor. aklımdan "birini öldürecek olsam şurda yapardım heralde" deyip köşeye odaklanıyorum. sonra düşüncelerim de rahatsız hissettirmeye başlıyor. abdullah dalgınlığımı görünce "sen de içsene bir tane" diyor. "yok" diyorum, sonra ısrarlar başlıyor. kendi içtiği sigarayı denettirmek istiyor, ısrarlara dayanamayıp deniyorum ben de. dumanı ağzımda dönderip üfürüyorum, ona rağmen ciğerlerimde müthiş bir acı oluyor. öksürükler eşliğinde, "nasıl içiyorsunuz be şu mereti? iğrenç bunun kokusu" diyorum. gülüşüyorlar. sigaraları bitince herkes gibi sokağa çıkıyoruz biz de. insanlar rengarenk giyinmişler, kadınların kafalarında papatyadan taçlar var. bütün renkliliğe rağmen içimin enerjisinin daha da çekildiğini hissediyorum. o ara sahne kurulduğu dikkatimi çekiyor. güzel bir kız elindeki gitarın ayarlarını yapıyor, ben de onu izliyorum. ne kadar süre orada öylece durdum bilmiyorum. kız kafasını kaldırıp bana ve yanımdaki birkaç kişiye bakıp gülümsüyor. hiç kelime kullanmadan, "bu parça benden size gelsin" diyor.

"aslında bende isterim
emeklemeden koşmayı
güzel elbiselerle
makyaj yapıp dolaşmayı
aslında bende isterim
düşünmeden konuşmayı
küçük bir oyun içinde
önemli kişi olmayı"


ne zaman yere oturup sırtımı ağaca yasladım bilmiyorum. şarkının büyüsüne kapılmışım öylece.

"aklımdan geçen sözler
kalbimden gelen sesler
hepsi bir orman oldu
bir kibritle yok oldu"


duruyor. herkes sus pus. birkaç kişi sigara yakmışlar ama en güzel yanımdaki polis içiyor. ince ve uzun parmaklarının arasında sigara sanatsal bir tablo gibi duruyor adeta. kız tekrar başlıyor:

"ben sigara dumanının altında
yana yana en sonunda kül oldum
sen kibritin hiç yanmayan ucunda
birinin hayatından geçmiş oldun"


etrafımdakilerin de eşlik ettiğini fark ediyorum, ben de başlıyorum söylemeye. yanaklarımın ıslandığını fark ediyorum. ne zaman gözlerim doldu, ya da neden gözlerim doldu bilemiyorum.

o ara "iyi dostlar biriktirdim hepsi ailem oldu." kısmını duyuyorum. gözlerim bizimkileri arıyor. ilerideki masada bir şeyler incelediklerini görüyorum. masanın başında çok güzel, abdullah'ın tabiriyle "at gibi" bir kız var. neden o masada oyalandıkları anlam kazanmış oluyor. gülümsümeme engel olamıyorum.


seneler geçiyor. bir temmuz sabahı... ev süpürürken dinlemek için şarkı arıyorum, karşıma bu parça çıkıyor. içime bilindik bir şeylerin rahatlığı yerleşiyor, yine gülümsüyorum.

o temmuz sabahında sizde benimle birlikte dinlemek istersiniz diye bırakıyorum:


devamını gör...
iç organlarım hariç ne varsa döktüm sözlüğe zaten.
devamını gör...
kötü hissediyorum. ağlayamamaktan başım ağrıyor. o kadar uzun zamandır içime atıyorum ki gerçekten o ipin kopmasını ve bağıra bağıra ağlamayı çok istiyorum. beni tutan nedir onu da bilmiyorum. küçükken ağlamamayı bir marifet sandığımdan bu yetiyi kaybettiğime inanıyorum. hani ağlamadan önce bi düğüm olur boğazınızda. acı verir. her zaman orada benim için.
yaşadıklarım konusunda ailem destekliyor ama uzakta. arkadaşlarımı görmek istemiyorum. iyi bir şey demiyorlar. birine bu konu hakkında konuşmak istemiyorum dediğinde merakını içine atarsın değil mi soru sormazsın? konuşmak iyi hissettirmiyor o an bana. ben sana sonucunu söylemişim. merakını tutamayıp neden ayrıntıları soruyorsun? beni önemsemek mi önemsememek mi?
gerçekten defolup gitmek istiyorum bu şehirden en kısa zamanda. kötü hissediyorum. başarısızlıklarımla başa çıkamıyorum artık. kendime yüklenmemek elimde olan bir şey değil. ailem sürekli arayıp soruyor bir çıkış yolunu bana soruyor. ben bilsem keşke. ne yapacağımı bilsem ve ona göre ilerlesem. belirsizlikler çok yoruyor ve başım gerçekten çok ağrıyor.
devamını gör...
buraya içimi çok döktüm, içimi hislerimi asla gizlemeden hep söyledim. ben söyledikçe daha tersine değişti her şey ama asla düzelmedi. artık iç dökmek istemiyorum içimi toplamak istiyorum. genciz güzeliz hallederiz be bunu da. bundan sonra böyle
devamını gör...
stresli bir sınav,başarı durumlarına göre sınıflara yerleştirilecekmişiz. bir beklentim yok ama babamların vardır diye çekiniyorum, "hadi son sınıfa düşersem" diye içime bir endişe basıyor. sınava girip çıkıyoruz, bir süre sonra sonuçlar ilan panosunda: vip sınıfa düşmüşüm. nasıl olur? heralde bir yanlışlık var deyip doğru sonuçların asılmasını bekliyorum. listede herhangi bir değişiklik olmuyor, mecburen o muhteşem sınıfta giriyorum derse. sınıfın yarısı kolej, diğer yarısı da yüksek puanlı anadolu lisesi, sadece 2 kişi var düz liseden gelen: biri benim diğeri de fatih. neyse ıq seviyesi düşük olan tek ben değilim demek ki, tek başıma olsam daha kötü olurdu diye kendimi teselli ediyorum.

aradan aylar geçiyor ikinci seviye sınıftan bizim sınıfa yükselenler oluyor ve çok ilginç bir şekilde ben hala düşmemişim. yabancı hissettiğin bir sınıfta ön sıralara oturmak olur mu? tabi ki olmaz, arka sırayı kendime mesken bellemişim, 2. sınıftan yükselen sinem yanımda, abdullah önümde, gökçen ve düz liseli fatih arkamda oturuyorlar. o grup nasıl bir araya geldi hiç hatırlamıyorum, tek hatırladığım yanımdaki sinem'i ilk gördüğümde "ben bu kızla anlaşamam" dediğim. sonrasında öyle güzel anlaştım ki, bu duruma ben bile hayretler içerisinde kaldım. hocalar ders anlatıyor ama yok, anlamıyoruz bir türlü. sınıfın çoğu kolejli ve "yüksek zekalı" olduğundan hoca "l" dediğini an "leblebi hocaaaağmmmm" diyorlar, mal gibi bakıyoruz. e bir şey anlamayınca ister istemez ders dinleme hevesi de kalmıyor. fatih uç kutuları ile kendince modeller tasarlıyor, grupça geliştirmeye çalışıyoruz, sınavda uç kutusu çıkacak çünkü. abdullah adana'nın belalı semtlerinden birinde oturuyor, kulağındaki küpesi ile dayak yemeden derse geldiğini gördüğümüz günler hemen tebrikleşiyoruz. "deli gibi bakıyorlar ya. alışacaklar ama" diyor, "alışırlar tabi" diyoruz ama hepimizin içinden "çok dövmeseler bari" diye geçiyor, eminim. canım abdullah çok iyi niyetli, ankara'dan yeni gelmiş, bilmiyor tabi adana'nın namını. neyse çok geçmeden baya bir ayak uyduruyor adana'ya, her sabah pet şişeye boğma doldurup getiriyor, bir bana söylüyor ne olduğunu. susayınca ortadaki su şişelerinden otlanan sinem, dersin birinde "dur" demeye fırsat vermeden dikiyor abdullah'ın şişeyi kafaya, aman yarabbi abdullah ile kalakalıyoruz, sinem'in gözler pörtlemiş, koşar adım çıkıyor sınıftan. hoca ve sınıftakiler şaşkınlıkla arkasından bakıyor. işte o gün mimleniyoruz.

grup olarak sonuçtan bir beklentimiz yok, süreçte sınıf düşmemeyi hedef haline getirip ders paylaşımı yapıyoruz: matematik sorumlusu benim, gökçen kimya, sinem biyoloji, fatih fizik, abdullah coğrafya-tarih. 5 kişi bir olup denemeleri hallediyoruz, o kadar başarılıyız ki sınıf düşmüyoruz asla. bir öz güven geliyor tabi bize, sanırsınız gerçek sınava da 5 kişi gireceğiz. dersler boyunca bizimkilere hoşlandığım çocuğu anlatıyorum. abdullah "abbas deyip kalbimden vurma artık beni" diyor. kendisi benim hoca kertmem çünkü, matematikçi ilginç bir şekilde "senin yerinde olsam özözünedanışır ya da gökçen'i kaçırmazdım" demiş. bir gün koşa koşa gelip elimi tutmuş aynı zamanda kahkaha atarak "sanırım evlenmemiz lazım, babanla da tanıştım" diyor. o kadar gülüyoruz ki, öncesinde ya da sonrasında hiç öyle gülmemiş olabilirim.
sinem açık liseye geçiyor, mezunlardan bir çocuğa abayı yakmış. abdullah yan sınıftaki "at gibi"kızı gözüne kestirmiş her tenefüs beni çekiştiriyor, gözetlemeye gidiyoruz. gül gibi çocuk kızın karşısına çıkmaya cesaret edemiyor. şaşırıyorum ama anlıyorum da, ben de abbas diye onları darlayıp duruyorum sonuçta. aylarımız beraber geçiyor. beraber gülüp beraber ağlıyoruz, gün geliyor hepimizin yolu farklı bir yere düşüyor. herkes görüşüyor, abdullah ile iletişimimiz kopuyor. üniversitenin ilk yılları rüyamda onu görüp duruyorum, girdiğim her yerde o varmış gibi hissediyorum. "ulan deliriyor muyum acaba? niye böyle oluyor?" diye sorup duruyorum kendi kendime. sonra sinem ile konuşurken "abdullah'tan haberin var mı hiç? şu sıralar aklımdan çıkmıyor" diyor, benim zihnimden geçenlerden hiç haberi yokken. şok oluyorum, anlatıyorum bende her şeyi. o güne kadar bizimle iletişim kurmak istemediğini düşündüğümden ulaşmak için çok çabalamamıştım, sinem ile ikimize aynı anda böyle hisler doğunca "başlarım rahatsız etmesine de, öldüyse de kaldıysa da bilelim hiç değilse" diyorum. senelerce açıp aramaya cesaret edemediğim numarayı arıyorum: abdullah'ın babası. birkaç defa çaldıktan sonra açıyor, anlatıyorum her şeyi. "abdullah iyi" diyor, "amca yeni numarasını verebilir misin?" diyemiyorum, vermek istemiyor oluşunu düşünmek dilimi bağlıyor. onun yerine "amcacım söyler misin ulaşmak isterse eğer bize ulaşırsa sevinirim" diyorum, "tamam kızım söylerim" deyip kapatıyor. iyi olduğunu duymak rahatlatıyor ama yine de ulaşıp ulaşmayacağını merak etmeye başlıyoruz. aylar sonra yabancı bir numaradan mesaj atıyor, bu yeni numaram diye. öğrendiğimiz kadarıyla çok zor zamanlar geçirmiş, ne kadar zor olduğunu telefondan anlatamadı, biz de çok soramadık. iyi olmuş olması yeterliydi zaten bizim için.


üzerinden seneler geçti. tek tük konuşuruz ama hala aynı samimiyetteymişiz gibi hissediyorum. neyden cesaret alıyorum bilmem, "yakın arkadaşım" diyebiliyorum. tek ona da değil direkt o arka sıraya karşı aynı şeyleri hissediyorum. gökçe ve fatih ile de senede bir defa görüşürüz, ama sanki her gün berabermişiz gibi. demem o ki, bunu sağlayan his her ne ise eğer çok güzel. o zamanları hatırlatan şarkılar da bir o kadar güzel tabi.


dinlemek isteyenler için:



ekleme: belirtmeyi unutmuşum, sinem ile her gün görüşüyorum. zaten hep böyle olmaz mı? en çok "anlaşamam" dediği kişiyle anlaşır insan.*
devamını gör...
biri bir iş yapıyor, çırpınıyor diğeri ayaklarını uzatıp ona bakıyorsa, o bakanı duvara sürrealist bir çalışma olarak monte etmek istiyorum. iş yükü adaletli olmalı, olmadığı zaman sinirlerime hakim olamıyorum. birinin tembelliğini sırtlamaktan nefret ediyorum. herkes kendi alanını korusun, toplasın. eşit olmak bu kadar mı zor? birine yüklenilmek şu hayatta en sevmediğim şeylerden biri. herkes kendi sorumluluğunu bilmeli.

büyümeyen çocuklardan nefret ederim. bunlar alışmışlar hep arkası toplanılsın. bir işin ucunu tut diye yalvarsan bile kılını milim milim kıpırdatır. ruhum çekiliyor öyle anlarda. cevabını bulamadığım sorular gibi irite ediyor.

bir işi yapmaya uğraşan, hızlı karar veren, iş bitiren insanlara sevgilerimi, hürmetlerimi sunuyorum. sizi gördüğümde çok mutlu oluyorum. bir defa söylediğin şeyin sancı çekmeden direkt olması... bu mutluluğu yaşatan insanlar hep var olmalı. hem eleştirip hem hiçbir şey yapmayanlar var, onların topundan nefret ediyorum. nefretimi dışa vuruyor onlardan hoşlanmadığımı belli ediyorum.

nefret etmekten de nefret ediyorum. nefretimi yansıttığım o halimden ben de hiç hoşlanmıyorum. ama dönüp bir bakıyorum, haklı olduğumu görüyorsam eğer öfkemi köpürttüğüme kızamıyorum. yo yo hayır her zaman sakin kalamam.

sinirliysem, somurtuyorsam bir sebebi var.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

zaman zaman bile olsa ben de bu yazdıklarım gibi oluyorsam kendimden de nefret ederim.*

çok nefretli yazdım. tuhaf bir iç döküş oldu. döküldü gitti.
devamını gör...
antidepresan işlevi gördüğünü düşündüğüm başlık.
riera bu başlığa iç dökmeye geldi kaykılın...
şu son günler benim için oldukça karamsar geçti. çok sevdiğim birinin ölüm haberiyle sarsıldım. ilaçlarımı bırakalı çok oldu eskiden olsa kısa süreli kaçış yolum onlara sığınmak ve günlerimi uyuyarak geçirmek olurdu.
neşem bana veda etti lakin geri geleceği konusunda hemfikiriz.
şşt kendini çok özletme tamam mı? ciddiyet suratıma yakışmıyor... tatsız tuzsuz lanet bir dönem geçiriyorum. galiba ilaçsız daha iyi hissettiren şey bu sözlüktü. he zaman yanımdaydın sözlük. bugün girip açtığım başlıklara felan baktım. çok değişik hissediyorum ya sorma. yazabildiğimden bile emin değilim şu an. neyse.
seni seviyorum...
devamını gör...
pazartesi vizeler başlıyor. yapmam gereken bir sürü şey var ama yapmak yerine karı kız kesmek istiyorum.
devamını gör...
içim kalmadı ki.
devamını gör...
çok iyi oldu böyle bi başlığa ciddi bi ihtiyaç hasıl olmuştu emeği geçenlerin kocaları gay çıkar umarım..
devamını gör...
94 reno siprink var ben de (ön camlar otomatik) tüp kazanı değişmesi gerekiyomus tamı tamına bin tale ayol. şu yoklukta. ah tayyib ah.
devamını gör...
iç çöküşlerin hikayesi.
devamını gör...
kendime baktığımda bir bekleyiş içinde olduğumu görüyorum. lakin kimi ya da neyi bekliyorum bilmiyorum.
aslında bekleyiş içerisinde olmak şu an bulunduğum hal ya da konumdan memnuniyetsiz olduğumu gösteriyor yahut beklemeyi adet edinmemle alakalı da olabilir.
beklemek hep arafta yaşamayı gerektiriyor. ne yapıyorsan, nerede oluyorsan bir kısmının orada olamaması ya da oralı olmamasına sebebiyet veriyor. belki de umudu kaybetmek bu yönden faydalı olabilir.
tabi umudun komple yitip gitmesinden bahsetmiyorum, belli bir düzeyde traşlanması mevzu bahis.
neyse bu bekleyiş insanı yarım bırakıyor. hep bir şeyler olacak ruh hali ile yaşamaya devam ediyorsunuz. koca bir yükü ruhunuza bindirip gezdiriyorsunuz.
dövüş kulübünde dibe vurmadan yüzeye çıkıp nefes alamayacağın mealinde bir düşünce vardı. uzun zamandır süren bu durumu bir kenara bırakma vakti geldi. beni dibe hapseden bu ağırlıklarımdan kurtulmalıyım. sanırım, bunu başarabilirsem sahte özgürlük yerini gerçeğine bırakacak.
devamını gör...
yalnızım. işsizim. umutsuzum. üretemiyorum. hayalim kalmadı. potansiyelimi gerçekleştirememek her şeye olan inancımı sorgulamama neden oluyor. hak etmediğim bir hayatın içindeyim. bu yaşlarım için kurduğum en mütevazi hayallerim bile bu kadar hiç değildi.

hayatımın oldukça garip bir evresini yaşıyorum. tek bir soru çıkıyor ağzımdan, "yumurtalıkta öylece duran küflü bir limon gibi hiç bir hayatı hak edecek ne yaptım?"
devamını gör...
ayıp olmasın diye yaşıyorum.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim