21.
haftada bir sulanan çiçekler gibiydi hayat. ev sahibi dışarıdaki her şeyle ilgileniyor ama şu pencerede duran çiçekle ilgilenmiyordu bir türlü. nasılsa çiçek evindeydi ya ondan belki, bilmiyordu çiçek. bütün gün pencereden görünenleri izledi ve nereye daha çok ait olduğunu düşündü. şu her gün baktığı sokak lambası, her gün şuralara park edilen arabalar, ara sıra dışarıdan geçerken gözüleri değen insanlar... onlarla evinde olduğu insandan daha çok göz göze geldiğini biliyordu.
kırılmamaya çalıştı usul usul ve soğuk yüzüyle gelen sonbahara rağmen. "sonuçta sen alt tarafı bir çiçeksin. insanlar seni alır, evinde besler, haftadan haftaya sular. bu kadar işte. çok beklentin var çiçek! alt tarafı sıradan bir çiçeksin." diyordu kendine; yüz çevirilen/unutulan/önemsenmeyen olmanın verdiği acının sızlamasına izin vermemek için.
"ama ben bir çiçeğim, ilgi lazım, sevgi lazım, ortamımın sıcak olması lazım..." ve daha bir sürü düşünceyi aklının ucundan geçiremiyordu bile. kendine reva görmüyordu içi, kendi gerçeğini görüp kırılmasın diye. fakat zaman öyle demiyordu. zaman, yalnızlık ve şu pencereden yansıyan aydınlık gibi içeri sokulan soğuk yapraklarına her değdiğinde bir yanı kırılmaya yüz tutuyordu.
sıkı sıkıya tuttuğu yapraklardan biri düşmek istiyor gibi solmaya başlamıştı artık. çiçek kendinden bir parçanın kopmasına izin vermemişti. bu yüzden kızgındı. hesap soruyordu soluşunun sebebi kendi olmayan yaprağa: "neden böylesin? neden soluyorsun? neden sen de diğerleri gibi yeşil kalmayı istemiyorsun ki? benim gücüm yok mu hatırım yok mu sende?" diyordu ama yaprak belli ki soğuğa da çiçeğin kendini suçlamasına da dayanamıyordu artık. ve işte, biri anlaşılmak için kendini feda etmeli dercesine nihayet düştü.
çiçek şaşkına dönmüştü. o kadar sarsmıştı ki bu ilk acı, nasıl tepki verilir bilmiyordu. aşağıdaki yaprağa baktı. o gün gözünü yapraktan ayırmadı hiç. o, kendi kendine yetebilmek isterken yetemediği gerçeği tüm kaçışlarının ardından yüzüne vuruyordu. bakmaktan yorulunca uykuya durdu çiçek. günlerce uyudu. uyurken bir bir yaprakları dökülüyordu. üşüdüğünü de biliyordu üstelik ancak uyanmaya mecali yoktu.
fakat artık anlıyordu hakikati. o çiçekti. dalıyla, yaprağıyla. insanın ona vermediği kıymetin farkındaydı. bu yüzden hüzünlü rüyalar görüyordu uykusunda. insanın ona değil kıymet, ihtiyacını bile vermeğini görüyordu.
çok daha derin bir uykuya daldı çiçek. üzerine kar yağıyordu rüyasında. yaprakları da dalları da kurumuştu. üzerindeki karı yorgan belledi, iyice daldı uykuya. artık simsiyah bir noktanın içine çekilmişti çiçek.
anne karnı gibi, düşünce ve duygudan âzâde...
kırılmamaya çalıştı usul usul ve soğuk yüzüyle gelen sonbahara rağmen. "sonuçta sen alt tarafı bir çiçeksin. insanlar seni alır, evinde besler, haftadan haftaya sular. bu kadar işte. çok beklentin var çiçek! alt tarafı sıradan bir çiçeksin." diyordu kendine; yüz çevirilen/unutulan/önemsenmeyen olmanın verdiği acının sızlamasına izin vermemek için.
"ama ben bir çiçeğim, ilgi lazım, sevgi lazım, ortamımın sıcak olması lazım..." ve daha bir sürü düşünceyi aklının ucundan geçiremiyordu bile. kendine reva görmüyordu içi, kendi gerçeğini görüp kırılmasın diye. fakat zaman öyle demiyordu. zaman, yalnızlık ve şu pencereden yansıyan aydınlık gibi içeri sokulan soğuk yapraklarına her değdiğinde bir yanı kırılmaya yüz tutuyordu.
sıkı sıkıya tuttuğu yapraklardan biri düşmek istiyor gibi solmaya başlamıştı artık. çiçek kendinden bir parçanın kopmasına izin vermemişti. bu yüzden kızgındı. hesap soruyordu soluşunun sebebi kendi olmayan yaprağa: "neden böylesin? neden soluyorsun? neden sen de diğerleri gibi yeşil kalmayı istemiyorsun ki? benim gücüm yok mu hatırım yok mu sende?" diyordu ama yaprak belli ki soğuğa da çiçeğin kendini suçlamasına da dayanamıyordu artık. ve işte, biri anlaşılmak için kendini feda etmeli dercesine nihayet düştü.
çiçek şaşkına dönmüştü. o kadar sarsmıştı ki bu ilk acı, nasıl tepki verilir bilmiyordu. aşağıdaki yaprağa baktı. o gün gözünü yapraktan ayırmadı hiç. o, kendi kendine yetebilmek isterken yetemediği gerçeği tüm kaçışlarının ardından yüzüne vuruyordu. bakmaktan yorulunca uykuya durdu çiçek. günlerce uyudu. uyurken bir bir yaprakları dökülüyordu. üşüdüğünü de biliyordu üstelik ancak uyanmaya mecali yoktu.
fakat artık anlıyordu hakikati. o çiçekti. dalıyla, yaprağıyla. insanın ona vermediği kıymetin farkındaydı. bu yüzden hüzünlü rüyalar görüyordu uykusunda. insanın ona değil kıymet, ihtiyacını bile vermeğini görüyordu.
çok daha derin bir uykuya daldı çiçek. üzerine kar yağıyordu rüyasında. yaprakları da dalları da kurumuştu. üzerindeki karı yorgan belledi, iyice daldı uykuya. artık simsiyah bir noktanın içine çekilmişti çiçek.
anne karnı gibi, düşünce ve duygudan âzâde...
devamını gör...
22.
#3231955
hem her şeyi vardı çiçekin hem de hiçbir şeyi yoktu. her şeyi vardı, çünkü rüyalar alemindeydi. hiçbir şeyi yoktu, çünkü ölümüne uyumuştu.
biri gördü onu. pîri gördü. bu bakışı taa rüyasında hissetti çiçek. hakikatte de gerçekte de biri görmüştü onu ama çiçek çok korkuyordu rüyada bile. rüyasında bu mahir eller onu bir yolculuğa çıkarmıştı. kuru toprağını iyice sulamış, yumuşatmıştı. toprak yumuşayınca kökünü topraktan ayırmıştı. o an iç çekip sıçramıştı çiçek ama uyanmamıştı. bu mahir eller kökünü suyla iyice arıtmıştı.
zihni, ruhu, duygusu, düşüncesi, oldukları, olabilecekleri... her şeyi o mahir ellerdeydi. apaçık. savunmasız. gassal elinde meyyit gibiydi çiçek. ölümüne uyumuştu ya zaten. o mahir eller suya bıraktı çiçeği bir süre. sonra evini, toprağını, saksısını her şeyini değiştirdi. her şeyim sandığı her şeyi...
sonra sudan aldı çiçeği ve dallarını bir bir kesti. rüyasında da aynen böyle oluyordu işte. canı çok yandı çiçekin ama çiçek bu defa isyan etmiyordu. dallarını kesen, onu küçücük bir gövdeye teslim eden mahir eller; saksıyla toprağı, toprakla çiçekin köklerini usul usul harmanladı. en son saksının altına su dolu bir kâse yerleştirdi ve çiçek kökleri ertesi güne uyanmaya durdu.
işte böyle. böyle olmuştu her şey. kökler çiçeğin zihniydi. zihnin uyanması başka, bedenin uyanması başkaydı.
bin yıllık uyumuştu sanki çiçek, sinesinde rüyalardan kalma hatıraları vardı. içinde kendisinin de bilmediği bir kalabalık da vardı sanki. farklı çiçeklerin çatırtıları, başkaca çeşmelerin suları, başka başka adreslerin toprağı vardı sanki. zihninin rüyalardan gerçeğe açılması da işte böyle olmuştu çiçekin.
görkemli dallarını, yapraklarını aradı ama hissedemedi. yoktular. bir küçücük, kısacık gövdesi vardı belli ki. ne olmuştu ona böyle? bilmiyordu. kabusları gibi. kabuslarında tam bir insanı sevecek gibi oluyordu bir de bakıyordu ki o insan dalını budağını kesmiş. tam birine ısınacak oluyordu, o insan da çiçeğini koparıyordu. kıymetini bilene, hakkını verene denk düşememişti bir türlü.
sonra kendisiyle konuşan bir ses işitti. belli ki biri ona bir kitap okuyordu. ama bu kitabın dilini bilmiyordu çiçek. yine de güzel seler, güzel şeylerdi bunlar, anlıyordu çiçek. içinde umut vardı, sevgi vardı, yaralar vardı, bazen de celâl hissediyordu ama o da şefkatten.
o da ne? yanında yöresinde başkaca çiçekler mi vardı?
çiçek yine sese döndü.
kalbi, güneşe meyleden ayçiçeği gibi bu sözlere meylediyordu...
hem her şeyi vardı çiçekin hem de hiçbir şeyi yoktu. her şeyi vardı, çünkü rüyalar alemindeydi. hiçbir şeyi yoktu, çünkü ölümüne uyumuştu.
biri gördü onu. pîri gördü. bu bakışı taa rüyasında hissetti çiçek. hakikatte de gerçekte de biri görmüştü onu ama çiçek çok korkuyordu rüyada bile. rüyasında bu mahir eller onu bir yolculuğa çıkarmıştı. kuru toprağını iyice sulamış, yumuşatmıştı. toprak yumuşayınca kökünü topraktan ayırmıştı. o an iç çekip sıçramıştı çiçek ama uyanmamıştı. bu mahir eller kökünü suyla iyice arıtmıştı.
zihni, ruhu, duygusu, düşüncesi, oldukları, olabilecekleri... her şeyi o mahir ellerdeydi. apaçık. savunmasız. gassal elinde meyyit gibiydi çiçek. ölümüne uyumuştu ya zaten. o mahir eller suya bıraktı çiçeği bir süre. sonra evini, toprağını, saksısını her şeyini değiştirdi. her şeyim sandığı her şeyi...
sonra sudan aldı çiçeği ve dallarını bir bir kesti. rüyasında da aynen böyle oluyordu işte. canı çok yandı çiçekin ama çiçek bu defa isyan etmiyordu. dallarını kesen, onu küçücük bir gövdeye teslim eden mahir eller; saksıyla toprağı, toprakla çiçekin köklerini usul usul harmanladı. en son saksının altına su dolu bir kâse yerleştirdi ve çiçek kökleri ertesi güne uyanmaya durdu.
işte böyle. böyle olmuştu her şey. kökler çiçeğin zihniydi. zihnin uyanması başka, bedenin uyanması başkaydı.
bin yıllık uyumuştu sanki çiçek, sinesinde rüyalardan kalma hatıraları vardı. içinde kendisinin de bilmediği bir kalabalık da vardı sanki. farklı çiçeklerin çatırtıları, başkaca çeşmelerin suları, başka başka adreslerin toprağı vardı sanki. zihninin rüyalardan gerçeğe açılması da işte böyle olmuştu çiçekin.
görkemli dallarını, yapraklarını aradı ama hissedemedi. yoktular. bir küçücük, kısacık gövdesi vardı belli ki. ne olmuştu ona böyle? bilmiyordu. kabusları gibi. kabuslarında tam bir insanı sevecek gibi oluyordu bir de bakıyordu ki o insan dalını budağını kesmiş. tam birine ısınacak oluyordu, o insan da çiçeğini koparıyordu. kıymetini bilene, hakkını verene denk düşememişti bir türlü.
sonra kendisiyle konuşan bir ses işitti. belli ki biri ona bir kitap okuyordu. ama bu kitabın dilini bilmiyordu çiçek. yine de güzel seler, güzel şeylerdi bunlar, anlıyordu çiçek. içinde umut vardı, sevgi vardı, yaralar vardı, bazen de celâl hissediyordu ama o da şefkatten.
o da ne? yanında yöresinde başkaca çiçekler mi vardı?
çiçek yine sese döndü.
kalbi, güneşe meyleden ayçiçeği gibi bu sözlere meylediyordu...
devamını gör...
23.
kadıköy’de bir gün batımı, hafiften yağmur çiseliyor. iki yakın arkadaş deniz fenerinin yakınlarında bir kayalığa oturmuş. sarı son kalan sigarasını derinden çekiyor. rekor kırma peşinde sanki ne kadar az nefeste bitireceğine dair. hepyek ise tombul şişenin içindeki arpa suyunun bir damlasının bile ziyan olmasını istemiyor.
derken sarı bitirir sigarayı lafa girer.
sarı: zor be moruk, bu hayattan ayrılmak zor bir garip orhan’ın dediği gibi. geldik ama gidemiyoruz, hiç içimizden gelmiyor. doğarken farkında olmadan geliyorsun, ama giderken farkında oluyorsun. farkındalık denen şeye sayıp sövüyorum en çok.
hepyek: olum sarı, hayatı bu kadar sevseydin az içerdin bu boku. içten içe gazlayayım gideyim dedin ve gidiyorsun işte. hayatta değerli tek şey yarım yamalak soluduğumuz nefesimiz kaldı, o da para etmiyor. adam gibi geldik, adam gibi tüyelim buralardan, ayakta ölelim, yalvarmadan.
sarı: ulan bu zıkkımı herkes ölmek için mi içiyor? beni evde kimse beklemiyor, bir güler yüzle hiçbir zaman karşılaşmadım. senin tilki sırıtışlarından bahsetmiyorum, bir gülüş içimi yakmadı yani tatlı tatlı. gerekli olduğundan içiyorum. sanki dumana sarılıyorum, özümü dumanla karıştırıyorum.
hepyek: sonunda vade erken bitiyor kardeşim bunu içtikçe. sen erken randevu aldın, bugün mü, yarın mı artık düşünmeyelim. yoksa deli gömleğiyle gömerler bizi kefen bezi yerine.
sarı: ulan senin yolun hiç düşmez oralara ben dipte çürürken. yer, içer, sıçar. piizlenip sızarsın. bari yıl dönümlerinde gel be kılkuyruk.
hepyek: hayrola, sen topluma mal olmuş topçu musun, popçu musun? yıl dönümü de ne olum seni ziyaret etmek görev mi? yıl dönümünü kaçırdığımda linç mi edileceğim? aklıma geldiğinde gelirim işte, aklıma hiç mi gelmezsin, 1 kere mi, 10 kere mi gelirsin bilmem.
sarı: sen gelme ulan ayı (keyiflenir) uçlan bir sigara, ciğerler bittikçe istiyor.
hepyek: çok masraflı oldun be sarı. yani olum astarın yüzünden pahalı lan. al bok iç.
biralar bitip, hepyek’in sigaralar da suyunu çekince gün biter. ayrılırlar.
- haftaya cumartesi yine burada sarı, sakın gazlayıp da gideyim deme bu sefer ateş suyu getiricem yanımda.
- yedek sigara da getir lan…
hepyek eve geçer ve kafayı vurduğu gibi sızar. rüyasında sarıyı görür, sigarayı bırakmış, hastalığı yenmiş, demir gibi bir adam olmuştur. uyandığında hemen sarıyı arar. çokça çaldırır tam vazgeçecekken telefon açılır.
- olum hayrolsun müthiş bir rüya gördüm ulan. alo sarı…
- rıza abi ben çınar, abimi bu sabah kaybettik abi. başımız sağ olsun...
derken sarı bitirir sigarayı lafa girer.
sarı: zor be moruk, bu hayattan ayrılmak zor bir garip orhan’ın dediği gibi. geldik ama gidemiyoruz, hiç içimizden gelmiyor. doğarken farkında olmadan geliyorsun, ama giderken farkında oluyorsun. farkındalık denen şeye sayıp sövüyorum en çok.
hepyek: olum sarı, hayatı bu kadar sevseydin az içerdin bu boku. içten içe gazlayayım gideyim dedin ve gidiyorsun işte. hayatta değerli tek şey yarım yamalak soluduğumuz nefesimiz kaldı, o da para etmiyor. adam gibi geldik, adam gibi tüyelim buralardan, ayakta ölelim, yalvarmadan.
sarı: ulan bu zıkkımı herkes ölmek için mi içiyor? beni evde kimse beklemiyor, bir güler yüzle hiçbir zaman karşılaşmadım. senin tilki sırıtışlarından bahsetmiyorum, bir gülüş içimi yakmadı yani tatlı tatlı. gerekli olduğundan içiyorum. sanki dumana sarılıyorum, özümü dumanla karıştırıyorum.
hepyek: sonunda vade erken bitiyor kardeşim bunu içtikçe. sen erken randevu aldın, bugün mü, yarın mı artık düşünmeyelim. yoksa deli gömleğiyle gömerler bizi kefen bezi yerine.
sarı: ulan senin yolun hiç düşmez oralara ben dipte çürürken. yer, içer, sıçar. piizlenip sızarsın. bari yıl dönümlerinde gel be kılkuyruk.
hepyek: hayrola, sen topluma mal olmuş topçu musun, popçu musun? yıl dönümü de ne olum seni ziyaret etmek görev mi? yıl dönümünü kaçırdığımda linç mi edileceğim? aklıma geldiğinde gelirim işte, aklıma hiç mi gelmezsin, 1 kere mi, 10 kere mi gelirsin bilmem.
sarı: sen gelme ulan ayı (keyiflenir) uçlan bir sigara, ciğerler bittikçe istiyor.
hepyek: çok masraflı oldun be sarı. yani olum astarın yüzünden pahalı lan. al bok iç.
biralar bitip, hepyek’in sigaralar da suyunu çekince gün biter. ayrılırlar.
- haftaya cumartesi yine burada sarı, sakın gazlayıp da gideyim deme bu sefer ateş suyu getiricem yanımda.
- yedek sigara da getir lan…
hepyek eve geçer ve kafayı vurduğu gibi sızar. rüyasında sarıyı görür, sigarayı bırakmış, hastalığı yenmiş, demir gibi bir adam olmuştur. uyandığında hemen sarıyı arar. çokça çaldırır tam vazgeçecekken telefon açılır.
- olum hayrolsun müthiş bir rüya gördüm ulan. alo sarı…
- rıza abi ben çınar, abimi bu sabah kaybettik abi. başımız sağ olsun...
devamını gör...
24.
hemen yazayım bir tane doğaçlama olsun.
zafer anadolunun iç şehirlerinden birinde doğan bir emekçi çocuğuydu.
baba mesleği ya, kendisi de emekleyerek ilkokul ve ortaokulu bitirdi. çevresi ve çehresi kıraçtı. evi de doğduğu kent kadar soğuktu. sıcak olan yalnızca şefkat dolu gözlerle kendisine bakan annesi ve babasıydı. emekleyen bu çocuğun eline edmondo de amicis'in çocuk kalbi kitabını verince çocukta çocukluktan emekli oldu. hiç özel günü olmadı, bu kendi tercihiydi, bir tarafta amics'in çocuk kalbi diğer tarafta peygamberinin olduğu söylenilen "komşusu açken kendisi tok olan bizden değildir" sözü zihnine kazınmıştı adeta. bu sebeple özel günleri hiç sevmezdi. çünkü her ne kadar kendisi kutlayabilse de kutlayamayanların yaşayacakları hüzne üzülecekti. empati aslında iyi birşey değildi. empati fakirdi, empati ilerletmezdi, empati durağanlıktı, çocuk kalbi atmaya devam etti ama, umutları işte o zaman öldü.
hikaye kısa olmasaydı aydın havası olmazdı. bunun da konu ile alakası yok.
zafer anadolunun iç şehirlerinden birinde doğan bir emekçi çocuğuydu.
baba mesleği ya, kendisi de emekleyerek ilkokul ve ortaokulu bitirdi. çevresi ve çehresi kıraçtı. evi de doğduğu kent kadar soğuktu. sıcak olan yalnızca şefkat dolu gözlerle kendisine bakan annesi ve babasıydı. emekleyen bu çocuğun eline edmondo de amicis'in çocuk kalbi kitabını verince çocukta çocukluktan emekli oldu. hiç özel günü olmadı, bu kendi tercihiydi, bir tarafta amics'in çocuk kalbi diğer tarafta peygamberinin olduğu söylenilen "komşusu açken kendisi tok olan bizden değildir" sözü zihnine kazınmıştı adeta. bu sebeple özel günleri hiç sevmezdi. çünkü her ne kadar kendisi kutlayabilse de kutlayamayanların yaşayacakları hüzne üzülecekti. empati aslında iyi birşey değildi. empati fakirdi, empati ilerletmezdi, empati durağanlıktı, çocuk kalbi atmaya devam etti ama, umutları işte o zaman öldü.
hikaye kısa olmasaydı aydın havası olmazdı. bunun da konu ile alakası yok.
devamını gör...
25.
usul usul kanatlarını çırptım. ansızın bir sızıyla gözümden bir damla yaş düşmüştü. o yaşın yeni tomurcuklanmaya başlayan bir bitkinin yaprağında sıçrayışını izledim. fakat yorgundum, çünkü diyarlar aşıp gelmiştim bu ağacın yanına. başımı gövdesine yasladım, dinledim. sanki bir şeyler söylüyordu. ve yapraklarıyla beni alkışlıyordu; çünkü yüzüme düşen güneş ışığı gülümsemeye dönüşmüştü.
tekrar siesta zamanıydı. belki bir sonraki uyanışım, bir buluttan düşen yağmur damlasındaki su molekülü olur.
tekrar siesta zamanıydı. belki bir sonraki uyanışım, bir buluttan düşen yağmur damlasındaki su molekülü olur.
devamını gör...
26.
kadın hastane bahçesinde bir banka oturdu. elleri dizlerinde çaresizce mırıldandı. “allah’ım lütfen!” sonra aklına geldi. dua etmeyeli çok uzun zaman olmuştu ama şu an yardım isteyebileceği ve ona faydası dokunan ondan başkası olamayacağınıda biliyordu. gözlerinden sessizce yaşlar kucağına döküldü. uzun zamandır böyle ağladığını da hatırlamıyordu. hayat ne garipti….
devamını gör...
27.
niloya tospiğe oyun oynamayı teklif etmek için evine gitmiş. ancak tospik evde yokmuş. niloya her yerde en yakın arkadaşını aramış ancak tospik hiçbir yerde yokmuş.
bu sırada üzgün üzgün otururken niloya’nın annesi kızına doğru yaklaşarak bir not kağıdı vermiş. notu kendisine tospik bırakmış. niloya notta yazanları okuyunca arkadaşına ne kadar ayıp ettiğini ve onu istemeden de olsa kırdığını fark etmiş. annesinden izin alarak tospik’i aramaya gitmiş. tospik ise bu sırada küçük bacakları ile çok yol alamadığı ancak yorulduğu için ormanın girişinde uyuya kalmış. niloya her yeri aradıktan sonra bir de ormana bakmaya karar vermiş ve arkadaşını uyurken bulmuş.
hemen tospik’e sarılmış. tospik ise ne olduğunu anlamadan korkarak derin uykusundan uyanmış. niloya’yı görünce kafasını çevirmiş. ancak niloya arkadaşına daha çok sarılarak ondan özür dilemiş ve bir daha ona böyle davranmayacağı konusunda söz vermiş. tospik ise arkadaşını çok sevdiğinden özrünü kabul etmiş. niloya dönüşte tospik’i elinde taşımış ve onu yatağına yatırarak “yarın oynamak için görüşürüz” diyerek evine gitmiş.
bu sırada üzgün üzgün otururken niloya’nın annesi kızına doğru yaklaşarak bir not kağıdı vermiş. notu kendisine tospik bırakmış. niloya notta yazanları okuyunca arkadaşına ne kadar ayıp ettiğini ve onu istemeden de olsa kırdığını fark etmiş. annesinden izin alarak tospik’i aramaya gitmiş. tospik ise bu sırada küçük bacakları ile çok yol alamadığı ancak yorulduğu için ormanın girişinde uyuya kalmış. niloya her yeri aradıktan sonra bir de ormana bakmaya karar vermiş ve arkadaşını uyurken bulmuş.
hemen tospik’e sarılmış. tospik ise ne olduğunu anlamadan korkarak derin uykusundan uyanmış. niloya’yı görünce kafasını çevirmiş. ancak niloya arkadaşına daha çok sarılarak ondan özür dilemiş ve bir daha ona böyle davranmayacağı konusunda söz vermiş. tospik ise arkadaşını çok sevdiğinden özrünü kabul etmiş. niloya dönüşte tospik’i elinde taşımış ve onu yatağına yatırarak “yarın oynamak için görüşürüz” diyerek evine gitmiş.
devamını gör...
28.
“bu odaya gel, burada güvende oluruz.”
bu çağrı, güneş’in hızla koşup ailesinin yanına yetişmesine yetmişti. arkasına baktığında kükreyerek kendisine koşmaya devam eden pumanın gözlerindeki kararlığı gördü. düşünceler ayaklarından daha hızlı hareket ediyor, ardı arkası kesilmeden zihninde sıralanıyordu.
“kilidi sıkamıyorum, patisiyle tutuyor kapının kolunu,” cümleyi tam bitirememişti, aklında tamamladı gerisini. ama yine de ne demek istediği anlaşılmıştı. hepsi geriye doğru gidip yere oturdu. evin salondaki portalın amazonlara açılması ve olayların gelişmesi çok hızlı olmuştu. anda geriye giderek ne olduğunu hatırlamaya çalıştı güneş: evet, annesinin üzerinde çalıştığı uzay bükümü deneyi başarılı olmuştu. ancak, güneş’in sarı saçlarındaki molekülün bu portalın anahtarı olması onu oldukça büyülendirmişti. hızlı gelen pumanın ardından portalı kapatmışlar, fakat yine de pumayı geri götürmeyi başaramamışlardı.
•••
güneş, sütyolu sokağındaki dünya apartmanında yaşadığı bu macera dolu yolculukta, ailenin önemini iyice anladı. onlar sayesinde koşmayı öğrenmişti; annesi saçlarını ışık huzmesi gibi tararken, babasının yapraklardan yaptığı şapkayı takarak “80 günde devri alem” kitabını canlandırmak çocukluğundaki bir tür rutin olmuştu. büyüdükçe doğa üzerindeki merakını harlayan ailesi sayesinde evreni evinde araştırmaya çalışmıştı. çünkü bu evde her şey mümkündü; güneş, ışığıyla dünyada maceralar yaşamaya devam edecekti.
bu çağrı, güneş’in hızla koşup ailesinin yanına yetişmesine yetmişti. arkasına baktığında kükreyerek kendisine koşmaya devam eden pumanın gözlerindeki kararlığı gördü. düşünceler ayaklarından daha hızlı hareket ediyor, ardı arkası kesilmeden zihninde sıralanıyordu.
“kilidi sıkamıyorum, patisiyle tutuyor kapının kolunu,” cümleyi tam bitirememişti, aklında tamamladı gerisini. ama yine de ne demek istediği anlaşılmıştı. hepsi geriye doğru gidip yere oturdu. evin salondaki portalın amazonlara açılması ve olayların gelişmesi çok hızlı olmuştu. anda geriye giderek ne olduğunu hatırlamaya çalıştı güneş: evet, annesinin üzerinde çalıştığı uzay bükümü deneyi başarılı olmuştu. ancak, güneş’in sarı saçlarındaki molekülün bu portalın anahtarı olması onu oldukça büyülendirmişti. hızlı gelen pumanın ardından portalı kapatmışlar, fakat yine de pumayı geri götürmeyi başaramamışlardı.
•••
güneş, sütyolu sokağındaki dünya apartmanında yaşadığı bu macera dolu yolculukta, ailenin önemini iyice anladı. onlar sayesinde koşmayı öğrenmişti; annesi saçlarını ışık huzmesi gibi tararken, babasının yapraklardan yaptığı şapkayı takarak “80 günde devri alem” kitabını canlandırmak çocukluğundaki bir tür rutin olmuştu. büyüdükçe doğa üzerindeki merakını harlayan ailesi sayesinde evreni evinde araştırmaya çalışmıştı. çünkü bu evde her şey mümkündü; güneş, ışığıyla dünyada maceralar yaşamaya devam edecekti.
devamını gör...
29.
zyra, orion takımyıldızı’ndaki küçük bir gezegenden geliyordu. uzun yıllar boyunca dünya’yı teleskoplarından izlemiş, insanların kaotik, efsunlu hayatlarına hayran kalmıştı. sonunda, bir keşif görevi bahanesiyle gemisini dünya’ya indirmeye karar verdi. bu karar o’nun için çok da zor olmadı.
new york’un ışıklı gökyüzüne iniş yaptığında kendini bir bilim kurgu filminin içindeki kahraman gibi hissetti. sokaklarda yürürken insanların birbirine çarparak aceleyle ilerleyişi, neon ışıkların göz kamaştırıcılığı ve araba kornalarının hiç susmayan senfonisi onu büyüledi. kendi gezegeninde her şey düzenli ve mantıklıyken dünya kaotik ama bir o kadar da canlıydı.
ve şimdi gerçek macera başlıyordu.
masasına oturan yaşlı bir hanımefendi o’na dönerek tebessüm etti. “yeni misin buralarda?” diye sordu. zyra duraksadı. “evet,” dedi dikkatlice, “buraya yeni geldim.” hanımefendi, başını sallayarak devam etti: “o zaman hoş geldin. dünya biraz karmaşık olabilir ama seni şaşırtacağı kesin.” dedi. ve zyra usul usul yürümeye başladı.
new york’un ışıklı gökyüzüne iniş yaptığında kendini bir bilim kurgu filminin içindeki kahraman gibi hissetti. sokaklarda yürürken insanların birbirine çarparak aceleyle ilerleyişi, neon ışıkların göz kamaştırıcılığı ve araba kornalarının hiç susmayan senfonisi onu büyüledi. kendi gezegeninde her şey düzenli ve mantıklıyken dünya kaotik ama bir o kadar da canlıydı.
ve şimdi gerçek macera başlıyordu.
masasına oturan yaşlı bir hanımefendi o’na dönerek tebessüm etti. “yeni misin buralarda?” diye sordu. zyra duraksadı. “evet,” dedi dikkatlice, “buraya yeni geldim.” hanımefendi, başını sallayarak devam etti: “o zaman hoş geldin. dünya biraz karmaşık olabilir ama seni şaşırtacağı kesin.” dedi. ve zyra usul usul yürümeye başladı.
devamını gör...
30.
kralın biri tanrıya kafa tutmuş.
tanrıyı kızdırınca da ölümle cezalandırılmış. fakat kendisinin yerine ölecek birini bulursa cezası affolacakmış.
utanmadan anasına babasına gitmiş. kabul etmemişler.
sonra karısına gitmiş.
karısı kabul etmiş bu teklifi.
bir de salak karı," senden sonra evlenemem. doğru olmaz.namusumla öleceğim demez mi."
şart koşmuş bir de sen de evlenmeyeceksin diye.
kral da yav he he demiş.
neyse kadının artık ecele teslim günü gelivermiş.
kral görseniz bir ahlar vahlar. ulen kendin sordun demezler mi adama.
demiş biri. kim mi ?
karısının cenazesine geldi diye verip veriştirdiği babası.
lan demiş mal, sen kendin sordun ne bu havalar.
kral da git demiş bir daha görmeyeyim seni krallığımda. eskiden böyle despotlar varmış. neyse ki artık demokrasi var.
konu dağılmasın.
krala bir gün bir misafir gelmiş. açım susuzum şurada takılayım yatıp kalkayım demiş.
kral da gururundan bir şey diyemeyince, misafir kalıvermiş.
aman ne kalmalar. şaraplar, üzümler...derken kralın karısının öldüğünü öğrenince utanmış.
gidip kadını almış getirmiş .çünkü bu misafir de bir tanrıymış.
hikayeyi de ben yazmadım.
tanrıyı kızdırınca da ölümle cezalandırılmış. fakat kendisinin yerine ölecek birini bulursa cezası affolacakmış.
utanmadan anasına babasına gitmiş. kabul etmemişler.
sonra karısına gitmiş.
karısı kabul etmiş bu teklifi.
bir de salak karı," senden sonra evlenemem. doğru olmaz.namusumla öleceğim demez mi."
şart koşmuş bir de sen de evlenmeyeceksin diye.
kral da yav he he demiş.
neyse kadının artık ecele teslim günü gelivermiş.
kral görseniz bir ahlar vahlar. ulen kendin sordun demezler mi adama.
demiş biri. kim mi ?
karısının cenazesine geldi diye verip veriştirdiği babası.
lan demiş mal, sen kendin sordun ne bu havalar.
kral da git demiş bir daha görmeyeyim seni krallığımda. eskiden böyle despotlar varmış. neyse ki artık demokrasi var.
konu dağılmasın.
krala bir gün bir misafir gelmiş. açım susuzum şurada takılayım yatıp kalkayım demiş.
kral da gururundan bir şey diyemeyince, misafir kalıvermiş.
aman ne kalmalar. şaraplar, üzümler...derken kralın karısının öldüğünü öğrenince utanmış.
gidip kadını almış getirmiş .çünkü bu misafir de bir tanrıymış.
hikayeyi de ben yazmadım.
devamını gör...
31.
satılık bebek ayakkabısı. daha önce giyilmedi.
hemingway
hemingway
devamını gör...