yazar nicklerinden cümle kurmak
başlık "tayber doğan" tarafından 08.12.2021 12:56 tarihinde açılmıştır.
21.
başlığın yazar nicklerinden hikaye yazmak olarak değiştirilmesi gerekiyor. cümle deyince hikaye yazan güzel insanlara hikaye yaz desek ne yapacaklar acaba? *
merhaba poğaçacı ben ateist kaplumbağa.
yapacağınız şey bu.
merhaba poğaçacı ben ateist kaplumbağa.
yapacağınız şey bu.
devamını gör...
22.
(bkz: ağzındakikanısilipişteşimdikızandövüşçü) yumruğunu savurdu.
devamını gör...
23.
bu dünya sana mı kaldı
devamını gör...
24.
bu gece çok karanlık sevgili köylü yazardan ironiler şu karanliktakimum'u yakar mısın aydınlanalım.
devamını gör...
25.
asla normalbiri olamıyoruz.
devamını gör...
26.
ben diyoloğa girişiyorum.
-selam ben_ebruli,
ne zaman gitti tren?
+ banasormabencahilim anlamam öyle şeylerden.
- ruhhastası* yok yok size demedim ama şaşırdım tepkinize.
+ portakala abi diyen mandalin bile var siz niye şaşırdınız hanımefendi.
- neysene şaşırdıysam şaşırdım.
siyahelbiseli adam geçer o sırada,
sessizveduygusuz bir tonlamayla
intikam iyi bişey değil mathilda der.
- hee aynen kim bu ya? kafamolmuşmaşukiye zaten.
+ insan evladıdır kendileri.
- bana göre herhangibiri işte.
+ tren gitti alkislarla sizi uğurluyoruz.
kağıt toplayan çocuk gelir.
içinden hepsimanyakbunların der.
sıradan bir gün, sıradan değişik vatandaşların hikayesidir bu.
şu anki online listesi ile gerçekleşti. bu arada acayip nickler varmış.*
-selam ben_ebruli,
ne zaman gitti tren?
+ banasormabencahilim anlamam öyle şeylerden.
- ruhhastası* yok yok size demedim ama şaşırdım tepkinize.
+ portakala abi diyen mandalin bile var siz niye şaşırdınız hanımefendi.
- neysene şaşırdıysam şaşırdım.
siyahelbiseli adam geçer o sırada,
sessizveduygusuz bir tonlamayla
intikam iyi bişey değil mathilda der.
- hee aynen kim bu ya? kafamolmuşmaşukiye zaten.
+ insan evladıdır kendileri.
- bana göre herhangibiri işte.
+ tren gitti alkislarla sizi uğurluyoruz.
kağıt toplayan çocuk gelir.
içinden hepsimanyakbunların der.
sıradan bir gün, sıradan değişik vatandaşların hikayesidir bu.
şu anki online listesi ile gerçekleşti. bu arada acayip nickler varmış.*
devamını gör...
27.
bu arada zugra sessiz* kendi derdinin peşindeydi. olanlardan yazarların haberi yoktu. herkes odasına çekilmiş, artık gün battıktan sonra hesabını yapmaya güç bulamayacak kadar yorgundu.
herkes o ekranların başında aynı şeyin peşindeymiş gibiydi.
zugra merak ediyordu kendi dertlerinin arasında bazen de olsa, hani kendi bencilliğinden bir anlığına sıyrıldığında.
meja derin uykuya dalmadan önce en çok neye üzülürdü hayatıyla ilgili?
ya da abdulseyidbincabbar istanbul'un sokaklarında dolaşırken en çok kimi özlemekteydi?
domestic hıyar burada yoktu artık ama iyi miydi? hani mücadelesini hiç bırakmamasını hep dileyen zugra ayıp ettiyse...
lucifer'a bir ara sormalıydı o iş yerinde plazaların demlerinde sakin olunur muydu?
sahi plazalarda ne olurdu?
hep arşa çıktığını düşündüğümüz binalarda değildik ama herkesin kafası belli ki arştaydı.
yanlış anlamayın, istikbal göklerdeydi ama bunu salık veren eminim şu halimize baksa üzülürdü.
oturdu düşündü günün hesabını yaparken.
soracak mecali yoktu bu insanlara.
buradan sorması da belki abesti.
daha nice yazarlar var dedi kendi kendine.
utandı yeterince bilmediği için.
şu aralar kendi maketinin nasıl bir şey olması gerektiğini bilen bir yazarla karşılaşmıştı.
onu da anmadan geçemeyecekti içinden.
maketleri yapıştıran uhular kafa yapardı.
tıpkı aşk gibi.
herkes o ekranların başında aynı şeyin peşindeymiş gibiydi.
zugra merak ediyordu kendi dertlerinin arasında bazen de olsa, hani kendi bencilliğinden bir anlığına sıyrıldığında.
meja derin uykuya dalmadan önce en çok neye üzülürdü hayatıyla ilgili?
ya da abdulseyidbincabbar istanbul'un sokaklarında dolaşırken en çok kimi özlemekteydi?
domestic hıyar burada yoktu artık ama iyi miydi? hani mücadelesini hiç bırakmamasını hep dileyen zugra ayıp ettiyse...
lucifer'a bir ara sormalıydı o iş yerinde plazaların demlerinde sakin olunur muydu?
sahi plazalarda ne olurdu?
hep arşa çıktığını düşündüğümüz binalarda değildik ama herkesin kafası belli ki arştaydı.
yanlış anlamayın, istikbal göklerdeydi ama bunu salık veren eminim şu halimize baksa üzülürdü.
oturdu düşündü günün hesabını yaparken.
soracak mecali yoktu bu insanlara.
buradan sorması da belki abesti.
daha nice yazarlar var dedi kendi kendine.
utandı yeterince bilmediği için.
şu aralar kendi maketinin nasıl bir şey olması gerektiğini bilen bir yazarla karşılaşmıştı.
onu da anmadan geçemeyecekti içinden.
maketleri yapıştıran uhular kafa yapardı.
tıpkı aşk gibi.
devamını gör...
28.
normalbiri misin dedi.
karanliktakimum gibiyim. "pavlov'un göbeğini kaşımaya benzemez hayat." ekledi.
bengaripsengüzeldünyaumutlu ama?
hepdeğişiyor.
"doğru." kestirip attı.
*görünmezadam! -yankı! anca gerektiğinde muhalif! köşe yastığı... kimimkiben? imlasiz bir edit...
hayat... hayat deyince konuya_fransız olduğu pek aşikardı. kağıt toplayan çocuk olsaydı, ya da, bir dakika!
kuzguncuktaki vişneleri toplayan çocuk? kartallar yalnız uçardı.
hiçbir şeyi göstermeyen bir imleç. herhangi biri. hep sonradan! galaksinin dokuyucusu mu olacaktı? heh...
0330, tuşladı. agırroman falan değildi bu! alkislarla da yaşamıyordu! fun4 falan da olmuyordu hayat. olacak da değildi.
ozgur ruhlu mahkum... * 0000...
herhangi bir yazara hakaret içermemektedir.
karanliktakimum gibiyim. "pavlov'un göbeğini kaşımaya benzemez hayat." ekledi.
bengaripsengüzeldünyaumutlu ama?
hepdeğişiyor.
"doğru." kestirip attı.
*görünmezadam! -yankı! anca gerektiğinde muhalif! köşe yastığı... kimimkiben? imlasiz bir edit...
hayat... hayat deyince konuya_fransız olduğu pek aşikardı. kağıt toplayan çocuk olsaydı, ya da, bir dakika!
kuzguncuktaki vişneleri toplayan çocuk? kartallar yalnız uçardı.
hiçbir şeyi göstermeyen bir imleç. herhangi biri. hep sonradan! galaksinin dokuyucusu mu olacaktı? heh...
0330, tuşladı. agırroman falan değildi bu! alkislarla da yaşamıyordu! fun4 falan da olmuyordu hayat. olacak da değildi.
ozgur ruhlu mahkum... * 0000...
herhangi bir yazara hakaret içermemektedir.
devamını gör...
29.
parmak uçlarıyla tuttuğu folloş baksır'dan iğrenerek yanıma geldi mahalle'nin merdumgiriz_ patroniçe'si.
maraz1 çıkacağı belliydi.
"kimin bu?"
"bilmiyorum." dedim. ardından da içli bir "eyvahhh." vakit kazanmak için "bilmiyorum" demek aptallıktır.
"düşünengözlük7 gibi düşün dahavakitvar". dedi. sinirliydi. gözümün içine bakıyor ateş püskürüyordu. bir cevap beklediği kesindi.
"banasormabencahilim" dedim. yememişti. öfkesi karanliktakimum'u titretiyordu. birazdan gözü dönecekti. acilen vıntırelli.
önce " yeteeer!!" diye bir çığlık geldi. elinde tuttuğu beyaz orangutan baskılı baksırı üzerinde küllük ve iki kitap olan masaya fırlattı. kitaplardan biri tolstoyevskı'nin karamazov kardeşler ne ile yaşar'ıydı. ağırroman'dı. diğeri ise erdal kalın poe'nun kuzgun'u. biraz kül biraz duman oldu mum ışığı, fırlatılan baksırın kudretiyle.
zippodan çıkan çınn sesi gibi kong çalmış ve maç başlamıştı. biraköpüğü ile ka - fa 1500 olan bu kadının şu an kafası kendinden güzeldi. tipine yandığımın her halinden belliydi.
uzun bir süre bekledi ve "nedennnnn" diye haykırdı.
ben ona nazaran gerektiğinde muhalif idim. şu an gerekiyordu. sonuçta herhangi biri değildim. bu kadar tatavaya kaytsz kalamazdım.
derken fırlattığı köşe yastığı yüzümün sağına gelmiş beynimin sol kulağımdan leblebi gibi düşüp pavlov'un göbeği'nden sekip camın öteki yüzündeki lekeye denk gelmişti.
her normal biri gibi o da sinir boşalması yaşıyordu. eline geleni fırlatırken bende kendimi tutamadım. sanane ulan demiş oldum. siz siz olun demeyin. bende hemen pişman oldum. umarım sizde bir an önce olursunuz. sarıldım. sonuçta ona herhangi biri gibi davranamazdım.
o da sarıldı. sarıldı ve ağlamaya başladı. "ya çok mu bişey istiyorum, insanolunbiraz yeter" dedi. çoktu. o da bunu anlamış olacak ki koltuğa çöktü.
açtım radyoyu, koklayarak öptüm saçları dört defa sarı.
yasta olduğunu anlatıyor kibariye, resmen bergenin yan çarı.
atlattık dedim bu fırtınayı.
"yarim" dedim.
göğsüme yaşlandığı başını oynatmadan bakışlarını gözüme dikti.
"bizim hassas türk aile yapısı bu tip tartışmalara her ne kadar çözülemeyen sudoku kıvamında baksada inceduyguluyuzdur." diye ekledim.
"evet" dedi empatikmuallime. sildi göz yaşlarını.
beklemediğim bir şekilde "bazen gidesim geliyor" dedi.
"dur" dedim ya..! "dur!!" bitmedii ekledim sonra...
fakatmuzeyyen bu derin bir tutku,
sonuçta bengaripsengüzeldünyaumutlu..
maraz1 çıkacağı belliydi.
"kimin bu?"
"bilmiyorum." dedim. ardından da içli bir "eyvahhh." vakit kazanmak için "bilmiyorum" demek aptallıktır.
"düşünengözlük7 gibi düşün dahavakitvar". dedi. sinirliydi. gözümün içine bakıyor ateş püskürüyordu. bir cevap beklediği kesindi.
"banasormabencahilim" dedim. yememişti. öfkesi karanliktakimum'u titretiyordu. birazdan gözü dönecekti. acilen vıntırelli.
önce " yeteeer!!" diye bir çığlık geldi. elinde tuttuğu beyaz orangutan baskılı baksırı üzerinde küllük ve iki kitap olan masaya fırlattı. kitaplardan biri tolstoyevskı'nin karamazov kardeşler ne ile yaşar'ıydı. ağırroman'dı. diğeri ise erdal kalın poe'nun kuzgun'u. biraz kül biraz duman oldu mum ışığı, fırlatılan baksırın kudretiyle.
zippodan çıkan çınn sesi gibi kong çalmış ve maç başlamıştı. biraköpüğü ile ka - fa 1500 olan bu kadının şu an kafası kendinden güzeldi. tipine yandığımın her halinden belliydi.
uzun bir süre bekledi ve "nedennnnn" diye haykırdı.
ben ona nazaran gerektiğinde muhalif idim. şu an gerekiyordu. sonuçta herhangi biri değildim. bu kadar tatavaya kaytsz kalamazdım.
derken fırlattığı köşe yastığı yüzümün sağına gelmiş beynimin sol kulağımdan leblebi gibi düşüp pavlov'un göbeği'nden sekip camın öteki yüzündeki lekeye denk gelmişti.
her normal biri gibi o da sinir boşalması yaşıyordu. eline geleni fırlatırken bende kendimi tutamadım. sanane ulan demiş oldum. siz siz olun demeyin. bende hemen pişman oldum. umarım sizde bir an önce olursunuz. sarıldım. sonuçta ona herhangi biri gibi davranamazdım.
o da sarıldı. sarıldı ve ağlamaya başladı. "ya çok mu bişey istiyorum, insanolunbiraz yeter" dedi. çoktu. o da bunu anlamış olacak ki koltuğa çöktü.
açtım radyoyu, koklayarak öptüm saçları dört defa sarı.
yasta olduğunu anlatıyor kibariye, resmen bergenin yan çarı.
atlattık dedim bu fırtınayı.
"yarim" dedim.
göğsüme yaşlandığı başını oynatmadan bakışlarını gözüme dikti.
"bizim hassas türk aile yapısı bu tip tartışmalara her ne kadar çözülemeyen sudoku kıvamında baksada inceduyguluyuzdur." diye ekledim.
"evet" dedi empatikmuallime. sildi göz yaşlarını.
beklemediğim bir şekilde "bazen gidesim geliyor" dedi.
"dur" dedim ya..! "dur!!" bitmedii ekledim sonra...
fakatmuzeyyen bu derin bir tutku,
sonuçta bengaripsengüzeldünyaumutlu..
devamını gör...
30.
cio babba ile (bkz: orsalesta anafor) o kansizlardan intikamımı alacaktır. savaş satış adananın abisidir. anafor hadi daha burda misin (bkz: sıfır bir)adlı diziden esinlenmiş olabilirim.
devamını gör...
31.
yalnızlıkrıhtımı'nda yeniden buluştuk onunla.. gözlerimizin içine bakmayalı çok zaman olmuştu..hristiyanismail' in orada bir teneke barı var..gürültüsü bol ama ilgisiz bir mekan, hani kapıdan her girene "niye geldin" bakışlarıyla ağırlar misafirlerini..tam bizlik! önceden olduğu gibi yine orda buluşalım dedik..zaten biz müdavimciliği severiz..hassas türk aile yapısı işte..bazen üst perdeden konuşmalar geçtiğinde o çok sevdiğimiz barmen lemniscate bile birazinsanolun diye bizi bir güzel paylayıp giderdi..bugün o yoktu; ya izinli ya da işi bırakmış da olabilir..derken geldi işte..en sevdiğimiz şarkı olan pinkshinyultratambourine dinlerken nedeni nasılı düşünmeden bir freud purosu yaktık..peki bu buluşma neleri değiştirdi? hiç!
gecenin sonunda örnek vatandaş gibi evlerimizin yolunu tuttuk.. yine ve yeniden bir sorunu çözememenin kinayeli gülümsemesi yüzümüze yapıştı, öpülepsi bir yüz, ayışığı bile yıkayamazdı bu yüzü, mutluyduk!
gecenin sonunda örnek vatandaş gibi evlerimizin yolunu tuttuk.. yine ve yeniden bir sorunu çözememenin kinayeli gülümsemesi yüzümüze yapıştı, öpülepsi bir yüz, ayışığı bile yıkayamazdı bu yüzü, mutluyduk!
devamını gör...
32.
hikâye dediğimiz şey de cümleler topluluğu değil mi sevgili elbarto? o yüzden bence devam*.
"aç şu pencereyi biraz! ı am melting lannn melting!" diye bağırdı, oturduğu tek kişilik koltukta kıpırdanarak. az önce oynadıkları tavlada başına gelen son feci marstan sonra yenilince iyice ateş basmıştı zaten.
"bağırma bana!" diye cevap verdi pencereye yöneldiği sırada hazall ve ekledi: "ben senin ablanım, unuttun mu mal adam". gözü bir anlığına sokaktaki kağıt toplayan çocuklara ilişti ve perdeyi kapatıp odaya döndü. birden aklına bir şey gelmiş olacak ki terasın kapısına doğru yöneldi. ablasının arkasından seslendi ismail:
- işin var galiba?
- evet, diye cevap verdi kapıdan çıkarken. "ben işimi bitirene dek sen de dünyanıneniyibeşbininciyazarının yazdığı şu kitabı bitir artık"
ismail iç çekerek "emir büyük yerden" diye düşündü, kitabını aldı ve köşe yastığını düzelterek koltuğa iyice yerleşti.
güneşli, pırıl pırıl bir hava vardı dışarıda. terasa vuran güneş ışığının altında kuzguncuktaki vişne misali kıpkırmızı parlayan sek içkisini ve çikolatasını alıp, bacak bacak üstüne atıp keyif yapacağı sırada hatırladı: "lahmacuncudanterasagelenkurumları temizleyecektim" dedi ve süpürgeye doğru yürüdü.
süpürge yaparken bir yandan da "onunla" arasında geçen güzel diyalogları düşünüyordu. adı emirhan'dı ama hazall ona "emiko" demeyi severdi.
bir gün "dostoyevskininsuçune" diye sormuştu bir anda, kumarbaz adlı romanı elinden bırakarak.
cevap tam da ondan beklediği gibiydi: "bilemedimkibirden. hepdeğişiyor. belki genç ve tecrübesiz oluşu, belki de zayıf iradesi..."
bir başka gün "mahlas arıyorum kendime ama uygun bir şey bulamadım" demişti. emirhan, her zamanki öz güveniyle şöyle bir gülümsemiş ve "mahlas değil takma ad" diye karşılık vermişti. bu küstah hallerine hiç kızamıyordu hazall. "hayır efendim, mahlas işte" diye diretmişti tepkisini merak ederek. "demek muhalefet edeceksin?" cevabı üzerine, elindeki pipoya doğru bakarak "gerektiğinde muhalif olabilirim bay holmes" demişti kıkırdayarak.
hiçbir zaman eli boş gelmezdi onunla olan buluşmalarına emirhan. oyuncak ayılar, bol giyimli kuklalar ve milyondolarlık bebeklere değişmeyeceği el yapımı bez bebekler getirirdi.
yarım kalmış o güzel günleri hatırlayınca yüzünü buruşturdu. küçük şeylerle de mutluolmayibilenbiriydi oysa. şimdi ise cözülemeyen sudoku gibi bir kenara atılmış, unutulmuş gibi hissediyordu kendini yahut
ilkokuldamasaaltındaunutulanresimcantasi gibi... "sanagulbahcesivadetmedim" diyerek gitmişti yağmurlu bir öğleden sonra. vasıfsız, sıkıcı hayatına geri dönmek çok ağırına gitmişti. "kimsin ki sen onun için? nesin onun hayatında? sadrazam ikarus'un sol kanadı..." demişti kendi kendine, alaycı bir gülüşle.
kafasını dağıtmak istedi. içeriye girip ismail'e baktı. ismail kitabı çoktan bitirmiş, kulaklıklarını takıp kendini müziğe vermişti bile. "şimdi ananı laciverde boyadım!" diyerek muzipçe güldü ve çocukluğunda yaptığı gibi parmak uçlarına basarak arkasından sessizce ona doğru yürümeye başladı...
"aç şu pencereyi biraz! ı am melting lannn melting!" diye bağırdı, oturduğu tek kişilik koltukta kıpırdanarak. az önce oynadıkları tavlada başına gelen son feci marstan sonra yenilince iyice ateş basmıştı zaten.
"bağırma bana!" diye cevap verdi pencereye yöneldiği sırada hazall ve ekledi: "ben senin ablanım, unuttun mu mal adam". gözü bir anlığına sokaktaki kağıt toplayan çocuklara ilişti ve perdeyi kapatıp odaya döndü. birden aklına bir şey gelmiş olacak ki terasın kapısına doğru yöneldi. ablasının arkasından seslendi ismail:
- işin var galiba?
- evet, diye cevap verdi kapıdan çıkarken. "ben işimi bitirene dek sen de dünyanıneniyibeşbininciyazarının yazdığı şu kitabı bitir artık"
ismail iç çekerek "emir büyük yerden" diye düşündü, kitabını aldı ve köşe yastığını düzelterek koltuğa iyice yerleşti.
güneşli, pırıl pırıl bir hava vardı dışarıda. terasa vuran güneş ışığının altında kuzguncuktaki vişne misali kıpkırmızı parlayan sek içkisini ve çikolatasını alıp, bacak bacak üstüne atıp keyif yapacağı sırada hatırladı: "lahmacuncudanterasagelenkurumları temizleyecektim" dedi ve süpürgeye doğru yürüdü.
süpürge yaparken bir yandan da "onunla" arasında geçen güzel diyalogları düşünüyordu. adı emirhan'dı ama hazall ona "emiko" demeyi severdi.
bir gün "dostoyevskininsuçune" diye sormuştu bir anda, kumarbaz adlı romanı elinden bırakarak.
cevap tam da ondan beklediği gibiydi: "bilemedimkibirden. hepdeğişiyor. belki genç ve tecrübesiz oluşu, belki de zayıf iradesi..."
bir başka gün "mahlas arıyorum kendime ama uygun bir şey bulamadım" demişti. emirhan, her zamanki öz güveniyle şöyle bir gülümsemiş ve "mahlas değil takma ad" diye karşılık vermişti. bu küstah hallerine hiç kızamıyordu hazall. "hayır efendim, mahlas işte" diye diretmişti tepkisini merak ederek. "demek muhalefet edeceksin?" cevabı üzerine, elindeki pipoya doğru bakarak "gerektiğinde muhalif olabilirim bay holmes" demişti kıkırdayarak.
hiçbir zaman eli boş gelmezdi onunla olan buluşmalarına emirhan. oyuncak ayılar, bol giyimli kuklalar ve milyondolarlık bebeklere değişmeyeceği el yapımı bez bebekler getirirdi.
yarım kalmış o güzel günleri hatırlayınca yüzünü buruşturdu. küçük şeylerle de mutluolmayibilenbiriydi oysa. şimdi ise cözülemeyen sudoku gibi bir kenara atılmış, unutulmuş gibi hissediyordu kendini yahut
ilkokuldamasaaltındaunutulanresimcantasi gibi... "sanagulbahcesivadetmedim" diyerek gitmişti yağmurlu bir öğleden sonra. vasıfsız, sıkıcı hayatına geri dönmek çok ağırına gitmişti. "kimsin ki sen onun için? nesin onun hayatında? sadrazam ikarus'un sol kanadı..." demişti kendi kendine, alaycı bir gülüşle.
kafasını dağıtmak istedi. içeriye girip ismail'e baktı. ismail kitabı çoktan bitirmiş, kulaklıklarını takıp kendini müziğe vermişti bile. "şimdi ananı laciverde boyadım!" diyerek muzipçe güldü ve çocukluğunda yaptığı gibi parmak uçlarına basarak arkasından sessizce ona doğru yürümeye başladı...
devamını gör...
33.
geliyor yeni bir işsiz meja hikâyesi... hazır mıyız?
***
"evrendeki toplam entropi sürekli artar" cümlesine gelince, aynı satırı birkaç defadır okuduğunu fark etti. canı eğlenceli bir şeyler yapmak isterken kitap okumak pek de iyi gelmemişti ona. birkaç muziplik geldi aklına ama kendi kendine "başımıza icat çıkarma denilen çocuk musun sen? otur oturduğun yerde!" diye kendini azarladı.
o sırada "kemal abi" diye seslenen birini duydu aşağıdan. camdan sarkıp baktı. hristiyanismail diye lakap taktıkları arkadaşını gördü. "haydi" dedi hristiyanismail, "geliyor musun?"
birlikte dışarı çıktılar. kitap fuarına gitmek için sözleşmişlerdi. sohbet ederek sokağın köşesini dönerken karşılarına çıkan sahipsiz kedi miyavlayınca hristiyanismail ona döndü ve "bence de miyav" dedi gülerek.
fuar alanına vardıklarında kapıda güvenlik durdurdu. "kitap var dediler geldik" dedi ikisi bir ağızdan, sözleşmiş gibi. adam şöyle bir süzerek "geçin" dedi.
içeri girerken oldukça uzun boylu bir kız arkadaşlarını gördüler. biraz da onunla ayaküstü konuşup yanından ayrıldıktan sonra hristiyanismail eğilerek "kemal abi, topuksuz 177 cm sena, neredeyse benden uzun" dedi. oldukça eğlenmişe benziyordu bu durumla.
birkaç kitap alıp çıktılar. sabah serinliğini hatırlatan hafif bir esinti vardı. mahalleye dönünce köşedeki çiçekçide çalışan arkadaşlarına denk geldiler. ona da ivanmilinski diye takılırlardı. biraz da onunla sohbet ederek akşam buluşmak üzere ayrıldılar. dalgın dalgın yürürken elindeki mizah kitabının adına dikmişti gözlerini: köylü yazardan ironiler...
***
yeter bu kadar. konuyu bir yere bağlayacak kadar çalışmıyor kafam şu an.
***
"evrendeki toplam entropi sürekli artar" cümlesine gelince, aynı satırı birkaç defadır okuduğunu fark etti. canı eğlenceli bir şeyler yapmak isterken kitap okumak pek de iyi gelmemişti ona. birkaç muziplik geldi aklına ama kendi kendine "başımıza icat çıkarma denilen çocuk musun sen? otur oturduğun yerde!" diye kendini azarladı.
o sırada "kemal abi" diye seslenen birini duydu aşağıdan. camdan sarkıp baktı. hristiyanismail diye lakap taktıkları arkadaşını gördü. "haydi" dedi hristiyanismail, "geliyor musun?"
birlikte dışarı çıktılar. kitap fuarına gitmek için sözleşmişlerdi. sohbet ederek sokağın köşesini dönerken karşılarına çıkan sahipsiz kedi miyavlayınca hristiyanismail ona döndü ve "bence de miyav" dedi gülerek.
fuar alanına vardıklarında kapıda güvenlik durdurdu. "kitap var dediler geldik" dedi ikisi bir ağızdan, sözleşmiş gibi. adam şöyle bir süzerek "geçin" dedi.
içeri girerken oldukça uzun boylu bir kız arkadaşlarını gördüler. biraz da onunla ayaküstü konuşup yanından ayrıldıktan sonra hristiyanismail eğilerek "kemal abi, topuksuz 177 cm sena, neredeyse benden uzun" dedi. oldukça eğlenmişe benziyordu bu durumla.
birkaç kitap alıp çıktılar. sabah serinliğini hatırlatan hafif bir esinti vardı. mahalleye dönünce köşedeki çiçekçide çalışan arkadaşlarına denk geldiler. ona da ivanmilinski diye takılırlardı. biraz da onunla sohbet ederek akşam buluşmak üzere ayrıldılar. dalgın dalgın yürürken elindeki mizah kitabının adına dikmişti gözlerini: köylü yazardan ironiler...
***
yeter bu kadar. konuyu bir yere bağlayacak kadar çalışmıyor kafam şu an.
devamını gör...
34.
odamın penceresinden , sisler arasında kalmış ağaçlara bakıyordum. ne zaman gelmiştim, nasıl olmuştu hatırlamıyorum. en son neden yazamıyorumdiye düşünürken, masamda son gördüğüm yarım bırakılan romanidi. şimdi ise gözlerimi açtım ve buradayım; geçirdiğim sinir krizinden sonra getirildim sanırım buraya.
etrafımda değişik insanlar vardı; tek tek tarif etmeye çalışayım size.
yatağın demirlerine bacaklarını koyup, baş aşağı sallanan kişi kendisine seneca diyordu; ben ise ona duruşundan dolayı yarasa senecadiyordum. uyumazdı pek, geceleri ne zaman kafamı çevirsem oradaydı.
hemen çaprazında (bkz: yahudi duvar ustası ılvis yorgo efendi) duruyordu. ona neden mi böyle bir lakap taktım? sayın yorgo efendi, sürekli duvarlara bakıp, kusurlarını bulmakta; eline geçirdipi plastik çatal parçalarıyla duvarları düzeltmeye çalışırdı.
uffff… yine o sesler… bazen herkes bir ağızdan bağırıyorlar. ortam genelde vahşi ve kaotikoluyor burada. siyah elbiselibir kadın var; sakin sakin dururken, çığlığı basıveriyor arada. sesten çoğu zaman rahatsızoluyorum ama yapılacak bir şey yok. ben de ortamla zıtlaşmamak, ortama uymak için hep şu borsa terimini aklımdan geçiriyorum: trendisyourfriend.
neyse, nerede kalmıştım? ha, size koğuş arkadaşlarımdan bahsediyordum.
pencerekenarından 2.sıradaki arkadaşım , folloş baksırıyla gezen edgar. aslında ismi bu değil tabi, biz ona burada erdal kalın poe
diyoruz.
devam edeceğim ama her yer benim gibi bozuk kafa’larla dolu. yatağıma döndüğümde yarım bıraktığım çözülemeyen sudokuyu görüyorum. bir bilene sormak istiyorum ama burası doğru yer değil sanırım. kendi içimde bile yalnız değilim, bir ben belki de iki ben var içimde.
dı dı dıt nı nı bu melodi… hatırladım. star wars hayranı olan devrin’in.. star wars’un melodisini mırıldanıyor gene. ha onun lakabı mı? biz ona devrin skywalker diyoruz. yatakları doctor whoile yan yana. beraber uzay maceraları hakkında uzun uzun sohbet ediyorlar her gece.
benim yanımda yatan güzel sesiyle meja.ona bu lakabı ben verdim. karşı yatakta ise suç ve ceza kitabını ezbere bilen, bundan mütevellit emekli raskolnikov lakabı verilen arkadaşım var. yıllardır buradaymış, o yüzden başta sadece raskolnikov olan lakabının önüne sonradan emekli kelimesi eklenmiş.
koğuşun sonundan zippodan çıkan çınn sesi duydum şimdi. neron lakaplı hastamız. ona benzini olmayan bir zippo vermişler, onla oynardı. evleri ateşe vermeyi seviyormuş, o yüzden göndermişler buraya onu. burayı mı yakacaksın? diye sordum; ne sandındedi.
aynı sırada (bkz: meja)’nın yanında , eski bilim insanı marie curie var. hiç konuşmadığı için niye geldi bilmiyoruz.
zaten normal birinin burada işi ne? kimse buraya manyak olmaya karar verdimdiye gelmez sanıyorum. peki örnek vatandaş
iken ben nasıl geldim buraya?
uff… ilaçlardan herhalde, ka-fa 1500. pencere dışında siyah kargavar; hayal mi görüyorum bilemiyorum. kartallar yalnız uçar da kargalar sürüyle gezer. tek başına işi ne burada?
kafam dönmeye başladı. kendisine çarşaflarından kanat yapmış olan sadrazam ikarus’un sol kanadı’ndan bana selam verdiğini gördüm; hemen yanında ivan milinski vardı ; daha detayına giremeyeceğim; gözlerim kapanmaya başladı. kafam biraz kül biraz duman
keşke burası yerine deniz kenarında olsaydım. deniz hayattır ,diyerek noktalıyorum.
etrafımda değişik insanlar vardı; tek tek tarif etmeye çalışayım size.
yatağın demirlerine bacaklarını koyup, baş aşağı sallanan kişi kendisine seneca diyordu; ben ise ona duruşundan dolayı yarasa senecadiyordum. uyumazdı pek, geceleri ne zaman kafamı çevirsem oradaydı.
hemen çaprazında (bkz: yahudi duvar ustası ılvis yorgo efendi) duruyordu. ona neden mi böyle bir lakap taktım? sayın yorgo efendi, sürekli duvarlara bakıp, kusurlarını bulmakta; eline geçirdipi plastik çatal parçalarıyla duvarları düzeltmeye çalışırdı.
uffff… yine o sesler… bazen herkes bir ağızdan bağırıyorlar. ortam genelde vahşi ve kaotikoluyor burada. siyah elbiselibir kadın var; sakin sakin dururken, çığlığı basıveriyor arada. sesten çoğu zaman rahatsızoluyorum ama yapılacak bir şey yok. ben de ortamla zıtlaşmamak, ortama uymak için hep şu borsa terimini aklımdan geçiriyorum: trendisyourfriend.
neyse, nerede kalmıştım? ha, size koğuş arkadaşlarımdan bahsediyordum.
pencerekenarından 2.sıradaki arkadaşım , folloş baksırıyla gezen edgar. aslında ismi bu değil tabi, biz ona burada erdal kalın poe
diyoruz.
devam edeceğim ama her yer benim gibi bozuk kafa’larla dolu. yatağıma döndüğümde yarım bıraktığım çözülemeyen sudokuyu görüyorum. bir bilene sormak istiyorum ama burası doğru yer değil sanırım. kendi içimde bile yalnız değilim, bir ben belki de iki ben var içimde.
dı dı dıt nı nı bu melodi… hatırladım. star wars hayranı olan devrin’in.. star wars’un melodisini mırıldanıyor gene. ha onun lakabı mı? biz ona devrin skywalker diyoruz. yatakları doctor whoile yan yana. beraber uzay maceraları hakkında uzun uzun sohbet ediyorlar her gece.
benim yanımda yatan güzel sesiyle meja.ona bu lakabı ben verdim. karşı yatakta ise suç ve ceza kitabını ezbere bilen, bundan mütevellit emekli raskolnikov lakabı verilen arkadaşım var. yıllardır buradaymış, o yüzden başta sadece raskolnikov olan lakabının önüne sonradan emekli kelimesi eklenmiş.
koğuşun sonundan zippodan çıkan çınn sesi duydum şimdi. neron lakaplı hastamız. ona benzini olmayan bir zippo vermişler, onla oynardı. evleri ateşe vermeyi seviyormuş, o yüzden göndermişler buraya onu. burayı mı yakacaksın? diye sordum; ne sandındedi.
aynı sırada (bkz: meja)’nın yanında , eski bilim insanı marie curie var. hiç konuşmadığı için niye geldi bilmiyoruz.
zaten normal birinin burada işi ne? kimse buraya manyak olmaya karar verdimdiye gelmez sanıyorum. peki örnek vatandaş
iken ben nasıl geldim buraya?
uff… ilaçlardan herhalde, ka-fa 1500. pencere dışında siyah kargavar; hayal mi görüyorum bilemiyorum. kartallar yalnız uçar da kargalar sürüyle gezer. tek başına işi ne burada?
kafam dönmeye başladı. kendisine çarşaflarından kanat yapmış olan sadrazam ikarus’un sol kanadı’ndan bana selam verdiğini gördüm; hemen yanında ivan milinski vardı ; daha detayına giremeyeceğim; gözlerim kapanmaya başladı. kafam biraz kül biraz duman
keşke burası yerine deniz kenarında olsaydım. deniz hayattır ,diyerek noktalıyorum.
devamını gör...
35.
ala atlıg yol tengri men.
devamını gör...
36.
diktiği son fidan ve su vermesi gereken diğer fidanlardan başını kaldırıp değirmenlere doğru baktı. gün batımında rönesanstablosu gibi karışık ama güzel görünen bu manzaraya bakarken yarım bırakılan roman hüznü çöktü içine. düşüncelerinde geçmişe giderken "bir de zamanda yolculuk yapılamaz derler" dedi kendi kendine. yaş35'ti o zamanlar. henüz albaylığa terfi etmemişti tamer bayındır. o yaşlarda tanışmıştı florance ile. ne çok sevmişti onu!
rumeli türkülerini çok severdi. "gel bade doldur ver içeyim" diye geçirdi aklından. gelemezdi artık florance. yurt dışına gittikten sonra bir süre daha haber almayı başarmıştı ondan. en son patagonyalı bir adamla evlendiğini duymuştu. yoksa papua yeni gine miydi? "ne önemi var ki artık? hayırsız!" diye söylendi kendi kendine. onu suçlamak kolay geliyordu ama aslında biliyordu suçun kendisinde olduğunu, florance'ı kendisinden bilerek uzaklaştırdığını. kapılıp gitmişti elinde olmadan ama bir askerdi o. her an her şey gelebilirdi başına. kıza bu acıyı yaşatmaya, onu hayatı boyunca yüreği ağzında bekletmeye hakkın yok diye avutuyordu kendisini.
daldığı düşüncelerden silkinerek kendine geldi. güneş batmak üzereydi. o sırada gözüne ağaca çıkıp orada kalmış olan kara kedi takıldı. kediyi oradan indirmek istedi ama bunu nasıl yapacağını bir an akıl edemedi. "olmazsa bozuk para fırlatırım. korkarsa kendisi atlar" diye geçirdi aklından. kedi düşüncelerini okumuş gibi atlayıverdi ağaçtan. "kedilerefısıldayanadam" dedi kendi kendine gülerek, sanki kediyi fısıltısıyla ikna etmiş gibi.
albay olduktan sonra yakın çevresi adıyla soyadını kısaltarak albay tambay diye isim takmıştı ona. bu kafiyeli isme önceleri kızmıştı ama sonra onu da eğlendirmeye başlamıştı lakabı. yakın tarihte, emekli olduktan sonra evde ve bahçede geçirdiği zamanlardan geriye kalan boş vakitlerinde internete takılmaya başladı. çocuklaşmıştı sanki dünyanın öbür ucundan haber almanın bu kadar kolay olduğu bu ortamda bulunmaktan aldığı keyifle. "kafa sözlük diye bir yer varmış üye olucam lan" demiş, sözlük yazarlığına başlamıştı, arkadaşlarının deyimiyle "bu yaştan sonra" ama umurunda değildi yaşı falan. eğleniyordu sonuçta. eski günlerin anısına albay tambay adıyla üye olmuştu sözlüğe de.
son yıllarda fiziğe de merak sarmıştı. aşağıya atlayan kedinin yanından geçerken "belki de schrödingerinkedisi diye bir nick alsam daha iyi olurdu" diye düşündü. "pandemi bitince nick değiştireceğim" diye söylenerek kapıdan girdi ve akşamın alacası içerisinde gözden kayboldu.
rumeli türkülerini çok severdi. "gel bade doldur ver içeyim" diye geçirdi aklından. gelemezdi artık florance. yurt dışına gittikten sonra bir süre daha haber almayı başarmıştı ondan. en son patagonyalı bir adamla evlendiğini duymuştu. yoksa papua yeni gine miydi? "ne önemi var ki artık? hayırsız!" diye söylendi kendi kendine. onu suçlamak kolay geliyordu ama aslında biliyordu suçun kendisinde olduğunu, florance'ı kendisinden bilerek uzaklaştırdığını. kapılıp gitmişti elinde olmadan ama bir askerdi o. her an her şey gelebilirdi başına. kıza bu acıyı yaşatmaya, onu hayatı boyunca yüreği ağzında bekletmeye hakkın yok diye avutuyordu kendisini.
daldığı düşüncelerden silkinerek kendine geldi. güneş batmak üzereydi. o sırada gözüne ağaca çıkıp orada kalmış olan kara kedi takıldı. kediyi oradan indirmek istedi ama bunu nasıl yapacağını bir an akıl edemedi. "olmazsa bozuk para fırlatırım. korkarsa kendisi atlar" diye geçirdi aklından. kedi düşüncelerini okumuş gibi atlayıverdi ağaçtan. "kedilerefısıldayanadam" dedi kendi kendine gülerek, sanki kediyi fısıltısıyla ikna etmiş gibi.
albay olduktan sonra yakın çevresi adıyla soyadını kısaltarak albay tambay diye isim takmıştı ona. bu kafiyeli isme önceleri kızmıştı ama sonra onu da eğlendirmeye başlamıştı lakabı. yakın tarihte, emekli olduktan sonra evde ve bahçede geçirdiği zamanlardan geriye kalan boş vakitlerinde internete takılmaya başladı. çocuklaşmıştı sanki dünyanın öbür ucundan haber almanın bu kadar kolay olduğu bu ortamda bulunmaktan aldığı keyifle. "kafa sözlük diye bir yer varmış üye olucam lan" demiş, sözlük yazarlığına başlamıştı, arkadaşlarının deyimiyle "bu yaştan sonra" ama umurunda değildi yaşı falan. eğleniyordu sonuçta. eski günlerin anısına albay tambay adıyla üye olmuştu sözlüğe de.
son yıllarda fiziğe de merak sarmıştı. aşağıya atlayan kedinin yanından geçerken "belki de schrödingerinkedisi diye bir nick alsam daha iyi olurdu" diye düşündü. "pandemi bitince nick değiştireceğim" diye söylenerek kapıdan girdi ve akşamın alacası içerisinde gözden kayboldu.
devamını gör...
37.
saat gece yarısını çoktan geçmişti ama hâlâ uykumyoktu, gelecek gibi de gorunmuyordu.
pencere önünü mesken tuttuğum şu günlerde kar yağsaydi , şu huzunle seyrettigim caddeler minik beyaz mutlulukla kaplansaydi ne vardı sanki..
yine su perisi seyfinazla mi konusuyorsun demesiyle elimde tuttuğum su dolu bardak yere düşmüştü işte ..
cam kiriklarini avuclarimla toplasam içim daha mı az acır diye sormadan edemedim neysene çekil hadi ben toplarım burayı dedi .
iyi ki vardı ..
içmeye gidelim midiye soruverdim hatta sormadim bir anda dokuluverdi ..
iyi de sen icmezsin ki dedi , doğru icmezdim.
seni tepelerin kocakarisina gotureyim ben ,iyi görünmüyorsun gerçekten dedigi an göz yaşıma hakim olamadım kahretsin işte yine o his!
" sabun olan insan günden güne erir yok olur gider "demişti anneannem ah be kadin canım yanarken hep bir yerlerden sesleniyorsun bana duyuyorum .
bugün seni biri aradı söylemeyi unuttum dedi kim diye sormak gelmedi içimden ama tabiki susmaz devam ederdi.beyefendı seni cep numarandan aramış fakat kapaliymis telefonun hay allah ismi gelmedi aklima diye konuşmaya devam ediyordu. .
içeceğim de yoktu zaten en iyisi biraz da yatakta tavanı seyretmekti. .
pencere önünü mesken tuttuğum şu günlerde kar yağsaydi , şu huzunle seyrettigim caddeler minik beyaz mutlulukla kaplansaydi ne vardı sanki..
yine su perisi seyfinazla mi konusuyorsun demesiyle elimde tuttuğum su dolu bardak yere düşmüştü işte ..
cam kiriklarini avuclarimla toplasam içim daha mı az acır diye sormadan edemedim neysene çekil hadi ben toplarım burayı dedi .
iyi ki vardı ..
içmeye gidelim midiye soruverdim hatta sormadim bir anda dokuluverdi ..
iyi de sen icmezsin ki dedi , doğru icmezdim.
seni tepelerin kocakarisina gotureyim ben ,iyi görünmüyorsun gerçekten dedigi an göz yaşıma hakim olamadım kahretsin işte yine o his!
" sabun olan insan günden güne erir yok olur gider "demişti anneannem ah be kadin canım yanarken hep bir yerlerden sesleniyorsun bana duyuyorum .
bugün seni biri aradı söylemeyi unuttum dedi kim diye sormak gelmedi içimden ama tabiki susmaz devam ederdi.beyefendı seni cep numarandan aramış fakat kapaliymis telefonun hay allah ismi gelmedi aklima diye konuşmaya devam ediyordu. .
içeceğim de yoktu zaten en iyisi biraz da yatakta tavanı seyretmekti. .
devamını gör...
38.
"unutma' dedi ihtiyar demir kapıyı açarken, 'düşlerini kimseye emanet etmeyeceksin,kaptırmayacaksın!"
adam elindeki tomris uyar kitabını kapattı, okuduğu yetmişti ona. kalkıp bir şarkı açtı, şarkıcı meja idi, idare eder dedi içinden. uykusu yoktu, küçük bir zebellah gibi yakasına yapışan uykusuzlukla baş etmeyi öğrenmişti çoktan. sonra hayallere daldı kuzguncuktaki vişne ağacını düşündü, ne işi vardı o ağacın orada diye bir kez daha merak etti, masasına döndü, seneler önce o ağacın dalına kazıdığı kelimeyi önündeki kağıda yazdı, zugra idi kelime, "şu an mahlassızım ama günü gelince bu mahlası seçeceğim" diye kendini yıllar sonra tekrar kandırdı.
sonra, sonrası yoktu, rahatsızlığının çok arttığını fark etti, ilacını aldı, yatağına uzandı, tanrısı ışıkları kapattı, uyudu.
adam elindeki tomris uyar kitabını kapattı, okuduğu yetmişti ona. kalkıp bir şarkı açtı, şarkıcı meja idi, idare eder dedi içinden. uykusu yoktu, küçük bir zebellah gibi yakasına yapışan uykusuzlukla baş etmeyi öğrenmişti çoktan. sonra hayallere daldı kuzguncuktaki vişne ağacını düşündü, ne işi vardı o ağacın orada diye bir kez daha merak etti, masasına döndü, seneler önce o ağacın dalına kazıdığı kelimeyi önündeki kağıda yazdı, zugra idi kelime, "şu an mahlassızım ama günü gelince bu mahlası seçeceğim" diye kendini yıllar sonra tekrar kandırdı.
sonra, sonrası yoktu, rahatsızlığının çok arttığını fark etti, ilacını aldı, yatağına uzandı, tanrısı ışıkları kapattı, uyudu.
devamını gör...
39.
"kalbim egede kaldı" diye söze girecek oldu. dik dik bakıyordu arkadaşı o sırada, kulaklarına inanamamış gibi. "lan bırak!" diye cevap verdi, "sanki bilmiyoruz huyunu..."
"ege demişken..." diye devam etti beriki, hiç duymamış gibi. "ne demişti teyzen nevfik..."
arkadaşı gülmeye başladı. "teyzen nevfik değil, neyzen tevfik. yine fazla kaçırdın, içme artık"
"o halde konuyu değiştirelim. zaten şimdi şiire falan dilim dönmez. çok içtim. içkiden midir nedir, sevişilinebilizitem de arttı sanırım."
arkadaşı artık kahkahalarını tutamıyordu. "abdulseyidbincabbar geldi aklıma. o da kafayı bulunca dili dönmediği için epilepsi diyemez öpülepsi derdi". şimdi birlikte gülmeye başlamışlardı.
"nevada'ya gitmek istiyorum" dedi birden.
"hani ege'deydin az önce?"
"bak şimdi o öyle değil... fiziksel olarak nerede olursam olayım, kalbim yine de ege'de olacak. ozgur ruhlu mahkumlar hayatı böyle yaşar. gerçi ben mahkûm ruhlu özgürüm sanırım. ege'ye mahkûm bir ruh..."
içerken piyano dinlemeyi severlerdi. çok saygı duyarlardı piyanistlere. "ille de ege diyerek noktalıyorum" dediği sırada idilbiret'in piyano resitali çalıyordu teypte...
"ege demişken..." diye devam etti beriki, hiç duymamış gibi. "ne demişti teyzen nevfik..."
arkadaşı gülmeye başladı. "teyzen nevfik değil, neyzen tevfik. yine fazla kaçırdın, içme artık"
"o halde konuyu değiştirelim. zaten şimdi şiire falan dilim dönmez. çok içtim. içkiden midir nedir, sevişilinebilizitem de arttı sanırım."
arkadaşı artık kahkahalarını tutamıyordu. "abdulseyidbincabbar geldi aklıma. o da kafayı bulunca dili dönmediği için epilepsi diyemez öpülepsi derdi". şimdi birlikte gülmeye başlamışlardı.
"nevada'ya gitmek istiyorum" dedi birden.
"hani ege'deydin az önce?"
"bak şimdi o öyle değil... fiziksel olarak nerede olursam olayım, kalbim yine de ege'de olacak. ozgur ruhlu mahkumlar hayatı böyle yaşar. gerçi ben mahkûm ruhlu özgürüm sanırım. ege'ye mahkûm bir ruh..."
içerken piyano dinlemeyi severlerdi. çok saygı duyarlardı piyanistlere. "ille de ege diyerek noktalıyorum" dediği sırada idilbiret'in piyano resitali çalıyordu teypte...
devamını gör...
40.
yüzüne vemiz vuran yazar gene kendi işini kendi görüyordu. aman allahım ağaçların arasından beyaz jeepli bir çoko premses gözükmesin mi. yazar hemen premsese arkasını dönüp yazmaya devam etti. çoko premses de zaten kuaföre gelmişti. mutlu son. premses çok güzel saçlarla kuaförü terk etti ve yazar da tanımını bittirdi. -the end-
devamını gör...