yazar nicklerinden cümle kurmak
başlık "tayber doğan" tarafından 08.12.2021 12:56 tarihinde açılmıştır.
41.
guneslibirpazartesi günü... herkesin kısaca ormanci dediği memur kocası bugün tatil olduğundan işe gitmemiş, içeriden sesleniyor:
- bi' kahve yapsana bana!
ev işlerinden bıkmış artık. gözlerini devirerek dolabı açıyor. biraz bakındıktan sonra sesleniyor içeriye:
- kahvemiz kalmamış.
içinden söylenmeyi de ihmal etmiyor o sırada:
- hizmetçiyim ben onun gözünde. benden istediği tek şey bu evet; hizmet etmem. bir gün olsun nasılsın, mutlu musun diye sormaz, benimle ilgilenmez. varsa yoksa onu yap, bunu getir... neydi o kelime, fransızlar hizmetçi yerine kullanırdı? hah! domestik... işte oyum ben; domestic hıyarın tekiyim! hıyarım evet. hâlâ bu evde durduğuma göre...
dışarıdan bakınca herkes kocasını örnek vatandaş olarak görür. herkese gülümser, işine hiçbir zaman geç bile kalmaz. herkesin yardımına koşar ama evde oldu mu tam bir ayıya dönüşür. düşüncesiz bir ayı...
tam bunları düşünürken beklediği cümleyi duyuyor:
- ben kahveye gidiyorum.
"oh be!" diyor içinden. nihayet... git de rahat bir nefes alayım. iki dakika koltuk yüzü görsün popom.
koltuğa oturacakken sehpanın üzerindeki dergiye ilişiyor gözü: северное сияние yazıyor kapağında kocaman harflerle.
"severnoe siyanie" diye mırıldanıyor alçak sesle. ne kadar da istiyordu dünyayı gezen kelebek misali dünyanın her yanını görmeyi! böyle bir hayat değildi düşlediği. akşamları televizyon karşısında hassas türk aile yapısına uymayan görüntülerin sansürlendiği yayınları izleyip, kocası tarafından görünmezadam muamelesi görmek değildi... o an aklından çok kötü birkaç düşünce geçti ama çok sevdiği filmden bir kareyi hatırlayıp "intikam iyi bişey değil mathilda" dedi kendi kendine gülümseyerek.
tam o sırada televizyonda kadın haklarıyla ilgili bir programdan gelen "kadınlar çiçektir" cümlesini duydu. "sanki benimle alay ediyorlar" diye düşündü ve bütün öfkesini bu cümleden çıkarırcasına "çiçek babandır" diye bağırdı televizyona doğru. televizyonu kapatıp müziği açtı ve efkâra dalmasına neden olan şarkı nesrin sipahi'nin sesiyle yükseldi hoparlörlerden: biraz kül biraz duman, o benim işte...
- bi' kahve yapsana bana!
ev işlerinden bıkmış artık. gözlerini devirerek dolabı açıyor. biraz bakındıktan sonra sesleniyor içeriye:
- kahvemiz kalmamış.
içinden söylenmeyi de ihmal etmiyor o sırada:
- hizmetçiyim ben onun gözünde. benden istediği tek şey bu evet; hizmet etmem. bir gün olsun nasılsın, mutlu musun diye sormaz, benimle ilgilenmez. varsa yoksa onu yap, bunu getir... neydi o kelime, fransızlar hizmetçi yerine kullanırdı? hah! domestik... işte oyum ben; domestic hıyarın tekiyim! hıyarım evet. hâlâ bu evde durduğuma göre...
dışarıdan bakınca herkes kocasını örnek vatandaş olarak görür. herkese gülümser, işine hiçbir zaman geç bile kalmaz. herkesin yardımına koşar ama evde oldu mu tam bir ayıya dönüşür. düşüncesiz bir ayı...
tam bunları düşünürken beklediği cümleyi duyuyor:
- ben kahveye gidiyorum.
"oh be!" diyor içinden. nihayet... git de rahat bir nefes alayım. iki dakika koltuk yüzü görsün popom.
koltuğa oturacakken sehpanın üzerindeki dergiye ilişiyor gözü: северное сияние yazıyor kapağında kocaman harflerle.
"severnoe siyanie" diye mırıldanıyor alçak sesle. ne kadar da istiyordu dünyayı gezen kelebek misali dünyanın her yanını görmeyi! böyle bir hayat değildi düşlediği. akşamları televizyon karşısında hassas türk aile yapısına uymayan görüntülerin sansürlendiği yayınları izleyip, kocası tarafından görünmezadam muamelesi görmek değildi... o an aklından çok kötü birkaç düşünce geçti ama çok sevdiği filmden bir kareyi hatırlayıp "intikam iyi bişey değil mathilda" dedi kendi kendine gülümseyerek.
tam o sırada televizyonda kadın haklarıyla ilgili bir programdan gelen "kadınlar çiçektir" cümlesini duydu. "sanki benimle alay ediyorlar" diye düşündü ve bütün öfkesini bu cümleden çıkarırcasına "çiçek babandır" diye bağırdı televizyona doğru. televizyonu kapatıp müziği açtı ve efkâra dalmasına neden olan şarkı nesrin sipahi'nin sesiyle yükseldi hoparlörlerden: biraz kül biraz duman, o benim işte...
devamını gör...
42.
yaktın beni tayber doğan! resmen dadandım bu başlığa.
***
eşref_ruşen bey vestiyerden paltosunu ve şapkasını alıp kapıya yöneldi. 35 yıllık hayat arkadaşı arkasından seslendi:
- "daha vakit var eşref bey, nereye?"
- "erken çıkayım da pastirmalicoreklerden alayım biraz."
dışarı çıkınca mis gibi bahar havası doldurdu ciğerlerini. tertemiz anadolu çocuğu olarak istanbul'a adım attığı ilk günleri çağrıştırmıştı bu hava. çakı gibi bir gençti o zamanlar. hatırlayınca gülümsedi. köşedeki dükkâna girdiğinde radyodan yayılan deniz ve mehtap sordular seni sözcüklerinin ezgisi neşesine neşe kattı. en sevdiği şarkıydı bu.
- "3 tane sar hamdi efendi" dedi çörekleri işaret ederek. karamürselli deli hamdi derlerdi hamdi bey'e kendi aralarında. sakin bir adamdı ama sinirlendi mi gözü bir şeyi görmezdi. bu yüzden bazen de "sessiz firtina geliyor" derlerdi onu görünce.
- "ne o" dedi eşref bey "keyifsiz gibisin hamdi bey? bıktın mı yoksa çörek yapmaktan?"
- "bıksam ne olacak?" diye yanıtladı hamdi bey onu. "işimbu..."
dükkândan çıkınca sahildeki banklardan birine oturdu. denize doğru bakarak derin bir soluk aldı. vahşi ve kaotik bir şehirdi burası. sıradanbiri için sevilecek yanı yoktu fazla. küçük bir kasabada olmayı düşlemişti yıllardır.
- "belki de şimdi tam zamanıdır" diye düşündü. eşini geçirdi aklından. o ne derdi böyle bir şeye? o zaten dünden razıydı.
- "aaah mehpare hanım ah!" dedi kısık sesle. "bu yaşa geldik ama hâlâ bengaripsengüzeldünyaumutlu... insan kolay kolay değişmiyor"
oturduğu banktan kalkıp evin yolunu tuttu.
- "önce şu çörekleri eve bırakıp oradan geçerim" diye düşündü. sokağın sol yanındaki duvarda gördüğü cümleyi okumaya çalıştı:
- "seni seviyorum .ine"
bir harf silinmişti, iyi okunmuyordu daha doğrusu. mine miydi orada yazan, yoksa nine mi? sokağın köşesini dönerken kendi kendine söyleniyordu gülerek:
"n veya m ne fark eder? önemli olan sevda değil mi?
***
eşref_ruşen bey vestiyerden paltosunu ve şapkasını alıp kapıya yöneldi. 35 yıllık hayat arkadaşı arkasından seslendi:
- "daha vakit var eşref bey, nereye?"
- "erken çıkayım da pastirmalicoreklerden alayım biraz."
dışarı çıkınca mis gibi bahar havası doldurdu ciğerlerini. tertemiz anadolu çocuğu olarak istanbul'a adım attığı ilk günleri çağrıştırmıştı bu hava. çakı gibi bir gençti o zamanlar. hatırlayınca gülümsedi. köşedeki dükkâna girdiğinde radyodan yayılan deniz ve mehtap sordular seni sözcüklerinin ezgisi neşesine neşe kattı. en sevdiği şarkıydı bu.
- "3 tane sar hamdi efendi" dedi çörekleri işaret ederek. karamürselli deli hamdi derlerdi hamdi bey'e kendi aralarında. sakin bir adamdı ama sinirlendi mi gözü bir şeyi görmezdi. bu yüzden bazen de "sessiz firtina geliyor" derlerdi onu görünce.
- "ne o" dedi eşref bey "keyifsiz gibisin hamdi bey? bıktın mı yoksa çörek yapmaktan?"
- "bıksam ne olacak?" diye yanıtladı hamdi bey onu. "işimbu..."
dükkândan çıkınca sahildeki banklardan birine oturdu. denize doğru bakarak derin bir soluk aldı. vahşi ve kaotik bir şehirdi burası. sıradanbiri için sevilecek yanı yoktu fazla. küçük bir kasabada olmayı düşlemişti yıllardır.
- "belki de şimdi tam zamanıdır" diye düşündü. eşini geçirdi aklından. o ne derdi böyle bir şeye? o zaten dünden razıydı.
- "aaah mehpare hanım ah!" dedi kısık sesle. "bu yaşa geldik ama hâlâ bengaripsengüzeldünyaumutlu... insan kolay kolay değişmiyor"
oturduğu banktan kalkıp evin yolunu tuttu.
- "önce şu çörekleri eve bırakıp oradan geçerim" diye düşündü. sokağın sol yanındaki duvarda gördüğü cümleyi okumaya çalıştı:
- "seni seviyorum .ine"
bir harf silinmişti, iyi okunmuyordu daha doğrusu. mine miydi orada yazan, yoksa nine mi? sokağın köşesini dönerken kendi kendine söyleniyordu gülerek:
"n veya m ne fark eder? önemli olan sevda değil mi?
devamını gör...
43.
daldığı düşüncelerden telefonun sesiyle uyandı. telefona cevap vermeden önce acı kahvesinden bir yudum aldı ve ‘merhaba ben massachusetts polis departmanından dedektif bay holmesdedi. ‘nasıl yardımcı olabilirim?’. bir an güçlü sesi daha da kısılmıştı. telefonu kapatırken ‘peki başkan orada olacağım’dedi.
ortağına seslendi. ortağı türkiye’den yıllar önce gelmiş olan ismail idi. göçten bir süre sonra hristiyan olduğu için ona hristiyan ismaillakabını takmışlardı. onu çağırdı; o da hemen ceketini aldı.
beraber yürürken, buranın daimi misafiri rotimi’yi gördü;ünlü futbolcu adebayorun hırsız kardeşi rotimi’. hemen cüzdanına telefonuna sahip çıktı.eli uzun ve çabuktu. o kadar efsaneleşmişti ki, birinin ayak üstü donunu bile çaldığı kulaktan kulağa dolaşırdı. geçerken ona selam verdi. ‘hırsızlıktan bıktım artık, manyak olmaya karar verdim dedi. iyi yaptın diye cevapladı onu.
dinle arası iyi olmayan ve tüm işlerini kaplumbağa hızıyla yapmasından mütevellit evrak düzenleme görevi verilen ateist kaplumbağalakaplı john ile göz göze geldiler. nedendir bilinmez onun bakışlarından ürkerdi. hafifçe başını eğerek selam verdi ve yürümeye devam etti.
beraber arabaya yürüdüler. sevgilisi arnella’nın fotoğrafı dikiz aynasından kendisine bakıyordu. fotoğrafla göz göze geldi; boğazında düğümlenen sözcükler vardı. cordarone ‘den bir tane attı ağzına.
ismail ona bakıyordu. ne zaman hareket edeceklerini merak ettiği belliydi ve nereye gideceklerini. arabanın camını açtı ve serin havayı ciğerlerine çekti. bana h20verir misin diye sordu. ismail ‘ne iki o’ diye düşünürken, bugün iyice garip olduğunu farketti. konuyu değiştirmek adına, konuyu suzy’ye getirirdi. tek başına ordu gibiydi , bu nedenle ona armysuzy )derlerdi. geçen ay bir soygunda gösterdiği başarıdan dolayı alkışlarlamadalya verilmişti kendisine.
bay holmesanahtarı çevirdi ve hareket ettiler nihayet. hristiyan ismailtürk sanatçı nilüfer’in bir masum mor menekşeşarkısını açtı teypten. bu kim diyerek değiştirdi ‘bay holmes’, ‘bunu dinleyecek havada değilim diyerek mejayı açtı. hristiyan ismailbir şey demek için ağzını açtı ama sonra bir şey dememeye karar verdi.
biraz ilerlemişlerdi ki, bay holmesdurdu. şurdan chocolatewithmilkalalım dedi, canım istedi. biraz yumuşamıştı. ismail’e mrs smith)nasıl diye sordu. hristiyan ismailkarısını sormasına sevinmişti, çünkü genelde sohbet etmezdi. kendileri yıllardır burada olmalarına ve eşinin yabancı olmasına rağmen, hassas türk aile yapısı ‘na sahiplerdi. hazır kendisini iyi hissederken , nereye gideceklerini sorma cesareti gösterdi. ‘başkan çağırıyor ismail’ dedi. ismail, şok olmuş bir yüz ifadesiyle donakaldı.
başkan onlara buluşma yeri olarak yazlığının adresini verdi. gizli olmasını istediği için böyle yapmıştı. demek görev önemli ve hassastı. başkanı bahçede buldular. kendileri gelmeden önce barbekü yaptığı belliydi. etrafta biraz kül biraz dumanvardı. başkan onlara yer gösteri ve ikisi de birer bahçe koltuğuna kendilerini bıraktılar.
başkan bir süre sessiz kaldıktan sonra gökyüzüne baktı. bulutlar arasındaki ışığı gösteri. bizim köyde buna vemiz derler dedi.
biraz havadan sudan muhabbetlerden sonra başkan onlara ‘aç mısınız?’ diye sordu. bay holmesaç olmadıklarını söylerken, hristiyan ismailin gözü kızarmış tavuk kanatlarındaydı. yutkundu ve ‘aç değilim, teşekkür ederim’ demek zorunda kaldı.
‘bay holmes’ başkanın beyefendi severdi. başkan , yani robert porter yıllardır tanırdı. beraber büyümüşlerdi ve başkanın en güvendiği insanlardan biriydi.
etrafına dikkatlice bakan başkan fısıltıyla bu ikiliye eğildi. fısıltıyla konuşuyordu. istihbarattan bölücü kebapçı larla ilgili bilgi almıştı; bu örgüt büyük bir eylem hazırlığındaydı. bu görev çok gizli yöneticilecekti. bilgi alışverişi sadece ivanmilinskive lark twain_123_kod adlı elemanlarla yapılacak ve ismail’in kodu 0330 holmes’un ise 0000olacaktı. başkan planın detaylarını anlatırken, holmes içinden lucifer’ ın bile aklına gelmezdi böyle bir plan diye geçirdi.
plan iyice anlaşılmıştı. başkan giderken ‘bay holmes’a en sevdiği çiçeklerden olan liliumdan bir buket hazırlatmıştı, annesine vermesi için. başkan ona baktı ve bengaripsengüzeldünyaumutludedi ve ekledi ‘sana güveniyorum’. dönüş yolunda sessizlerdi, kafaları düşüncelerle doluydu. yazlığın arsasından çıkarken ormancıyı gördüler. uzaktan elle ufak bir selam verdiler. o ise garip bir ifadeyle onlara bakıyordu. sonra onlara gülümsedi. ‘bay holmes’ ismail’e dönerek işte mutluolmayıbilenbiridedi.
o sırada hristiyan ismail’in telefonu çaldı; iorek byrnisonarıyor dedi. uzun boyu ve güçlü kuvvetli yapısıyla ona bu lakabı takmışlardı. bay holmes
‘telefonu açma, konuşacak havada değilim. varınca ararız’ dedi.
rahatsızedici bir sessizlikte yola devam ettiler.
bu macera devam edecek diyerek noktalıyorum.
ortağına seslendi. ortağı türkiye’den yıllar önce gelmiş olan ismail idi. göçten bir süre sonra hristiyan olduğu için ona hristiyan ismaillakabını takmışlardı. onu çağırdı; o da hemen ceketini aldı.
beraber yürürken, buranın daimi misafiri rotimi’yi gördü;ünlü futbolcu adebayorun hırsız kardeşi rotimi’. hemen cüzdanına telefonuna sahip çıktı.eli uzun ve çabuktu. o kadar efsaneleşmişti ki, birinin ayak üstü donunu bile çaldığı kulaktan kulağa dolaşırdı. geçerken ona selam verdi. ‘hırsızlıktan bıktım artık, manyak olmaya karar verdim dedi. iyi yaptın diye cevapladı onu.
dinle arası iyi olmayan ve tüm işlerini kaplumbağa hızıyla yapmasından mütevellit evrak düzenleme görevi verilen ateist kaplumbağalakaplı john ile göz göze geldiler. nedendir bilinmez onun bakışlarından ürkerdi. hafifçe başını eğerek selam verdi ve yürümeye devam etti.
beraber arabaya yürüdüler. sevgilisi arnella’nın fotoğrafı dikiz aynasından kendisine bakıyordu. fotoğrafla göz göze geldi; boğazında düğümlenen sözcükler vardı. cordarone ‘den bir tane attı ağzına.
ismail ona bakıyordu. ne zaman hareket edeceklerini merak ettiği belliydi ve nereye gideceklerini. arabanın camını açtı ve serin havayı ciğerlerine çekti. bana h20verir misin diye sordu. ismail ‘ne iki o’ diye düşünürken, bugün iyice garip olduğunu farketti. konuyu değiştirmek adına, konuyu suzy’ye getirirdi. tek başına ordu gibiydi , bu nedenle ona armysuzy )derlerdi. geçen ay bir soygunda gösterdiği başarıdan dolayı alkışlarlamadalya verilmişti kendisine.
bay holmesanahtarı çevirdi ve hareket ettiler nihayet. hristiyan ismailtürk sanatçı nilüfer’in bir masum mor menekşeşarkısını açtı teypten. bu kim diyerek değiştirdi ‘bay holmes’, ‘bunu dinleyecek havada değilim diyerek mejayı açtı. hristiyan ismailbir şey demek için ağzını açtı ama sonra bir şey dememeye karar verdi.
biraz ilerlemişlerdi ki, bay holmesdurdu. şurdan chocolatewithmilkalalım dedi, canım istedi. biraz yumuşamıştı. ismail’e mrs smith)nasıl diye sordu. hristiyan ismailkarısını sormasına sevinmişti, çünkü genelde sohbet etmezdi. kendileri yıllardır burada olmalarına ve eşinin yabancı olmasına rağmen, hassas türk aile yapısı ‘na sahiplerdi. hazır kendisini iyi hissederken , nereye gideceklerini sorma cesareti gösterdi. ‘başkan çağırıyor ismail’ dedi. ismail, şok olmuş bir yüz ifadesiyle donakaldı.
başkan onlara buluşma yeri olarak yazlığının adresini verdi. gizli olmasını istediği için böyle yapmıştı. demek görev önemli ve hassastı. başkanı bahçede buldular. kendileri gelmeden önce barbekü yaptığı belliydi. etrafta biraz kül biraz dumanvardı. başkan onlara yer gösteri ve ikisi de birer bahçe koltuğuna kendilerini bıraktılar.
başkan bir süre sessiz kaldıktan sonra gökyüzüne baktı. bulutlar arasındaki ışığı gösteri. bizim köyde buna vemiz derler dedi.
biraz havadan sudan muhabbetlerden sonra başkan onlara ‘aç mısınız?’ diye sordu. bay holmesaç olmadıklarını söylerken, hristiyan ismailin gözü kızarmış tavuk kanatlarındaydı. yutkundu ve ‘aç değilim, teşekkür ederim’ demek zorunda kaldı.
‘bay holmes’ başkanın beyefendi severdi. başkan , yani robert porter yıllardır tanırdı. beraber büyümüşlerdi ve başkanın en güvendiği insanlardan biriydi.
etrafına dikkatlice bakan başkan fısıltıyla bu ikiliye eğildi. fısıltıyla konuşuyordu. istihbarattan bölücü kebapçı larla ilgili bilgi almıştı; bu örgüt büyük bir eylem hazırlığındaydı. bu görev çok gizli yöneticilecekti. bilgi alışverişi sadece ivanmilinskive lark twain_123_kod adlı elemanlarla yapılacak ve ismail’in kodu 0330 holmes’un ise 0000olacaktı. başkan planın detaylarını anlatırken, holmes içinden lucifer’ ın bile aklına gelmezdi böyle bir plan diye geçirdi.
plan iyice anlaşılmıştı. başkan giderken ‘bay holmes’a en sevdiği çiçeklerden olan liliumdan bir buket hazırlatmıştı, annesine vermesi için. başkan ona baktı ve bengaripsengüzeldünyaumutludedi ve ekledi ‘sana güveniyorum’. dönüş yolunda sessizlerdi, kafaları düşüncelerle doluydu. yazlığın arsasından çıkarken ormancıyı gördüler. uzaktan elle ufak bir selam verdiler. o ise garip bir ifadeyle onlara bakıyordu. sonra onlara gülümsedi. ‘bay holmes’ ismail’e dönerek işte mutluolmayıbilenbiridedi.
o sırada hristiyan ismail’in telefonu çaldı; iorek byrnisonarıyor dedi. uzun boyu ve güçlü kuvvetli yapısıyla ona bu lakabı takmışlardı. bay holmes
‘telefonu açma, konuşacak havada değilim. varınca ararız’ dedi.
rahatsızedici bir sessizlikte yola devam ettiler.
bu macera devam edecek diyerek noktalıyorum.
devamını gör...
44.
oy bölme yoldaş!
devamını gör...
45.
gelincikk tarlasına dandun dalan traktöre bakarak seslendi:
- "hooop hemşerim, ne yapıyorsun!"
adam duymamıştı bile. çiçekleri eze eze kayboldu gözden. ezilmiş çiçeklerin yanına çömelip söylendi:
- "şu hale bak! insanolunbiraz be! dünyada bitkiler ve hayvanlar olmasa umurumda bile olmaz nükleer denemeler. yok etmeliyiz kendimizi. her şeye zarar veriyoruz."
göz alabildiğine uzanan gelinciklere bakarak "buralar değerlenir" diye düşündü. oysa bu haliyle ona göre çok daha değerliydi burası.
o sırada başlayan yagmura bakarak düşündü. neydi su molekülünün formülü. h2o mu? bazı şeyler hiç mi unutulmazdı? belki bin yıl daha yaşasa unuturdu. unutur muydu? kim bilir...
eve girip saate bakınca, o kadar oyalanmasına rağmen daha sabahın erken saatleri olduğunu fark etti. odasına girip yatağa şöyle bir göz attığında "uykum yok" diye düşünerek odadan çıktı. sabah sabah kafasınde ali desidero çalıyordu. nedense uykudan bununla uyanmıştı bu sabah. bazen olurdu böyle; dilinde bir şarkıyla uyanırdı güne. belki de çocukluğunu özlediği ve eski günleri çok fazla andığı için özellikle bu şarkı gelmişti aklına.
düşünceler düşünceleri kovaladı. bir anda "voltran" adlı çizgi filmi hatırladı. ne de çok severdi! "voltranın kafası ben olmalıyım" derdi. büyüyünce ne olacağını soranlara voltranın kafası olacağını söylerdi. gülerdi herkes. anlamazdı neden güldüklerini. çocukluk ne güzeldi!
son günlerde gerçeklikle bağı sık sık kopuyordu aslında. "şizofren değilim ben" dedi birden yüksek sesle. sadece geçmişi özlüyordu. kafasının içinde tekrarladı:
- "şizofren değilim ben. normalbiriyim. sadece herhangi biri... belki de bu yüzden istemedi beni hayatında. o kadar sıradanım ki... sıradan ve geçmişe saplantılı bir adamım"
televizyonu açık unuttuğunu ilk kez o an fark etti. daniel kriener'in personanongrata ilan edildiğini söylüyordu spiker.
kahvesini doldururken acı acı gülümsüyordu şimdi:
- "tıpkı benim gibi" dedi. "istenmeyen adam..."
*
- "hooop hemşerim, ne yapıyorsun!"
adam duymamıştı bile. çiçekleri eze eze kayboldu gözden. ezilmiş çiçeklerin yanına çömelip söylendi:
- "şu hale bak! insanolunbiraz be! dünyada bitkiler ve hayvanlar olmasa umurumda bile olmaz nükleer denemeler. yok etmeliyiz kendimizi. her şeye zarar veriyoruz."
göz alabildiğine uzanan gelinciklere bakarak "buralar değerlenir" diye düşündü. oysa bu haliyle ona göre çok daha değerliydi burası.
o sırada başlayan yagmura bakarak düşündü. neydi su molekülünün formülü. h2o mu? bazı şeyler hiç mi unutulmazdı? belki bin yıl daha yaşasa unuturdu. unutur muydu? kim bilir...
eve girip saate bakınca, o kadar oyalanmasına rağmen daha sabahın erken saatleri olduğunu fark etti. odasına girip yatağa şöyle bir göz attığında "uykum yok" diye düşünerek odadan çıktı. sabah sabah kafasınde ali desidero çalıyordu. nedense uykudan bununla uyanmıştı bu sabah. bazen olurdu böyle; dilinde bir şarkıyla uyanırdı güne. belki de çocukluğunu özlediği ve eski günleri çok fazla andığı için özellikle bu şarkı gelmişti aklına.
düşünceler düşünceleri kovaladı. bir anda "voltran" adlı çizgi filmi hatırladı. ne de çok severdi! "voltranın kafası ben olmalıyım" derdi. büyüyünce ne olacağını soranlara voltranın kafası olacağını söylerdi. gülerdi herkes. anlamazdı neden güldüklerini. çocukluk ne güzeldi!
son günlerde gerçeklikle bağı sık sık kopuyordu aslında. "şizofren değilim ben" dedi birden yüksek sesle. sadece geçmişi özlüyordu. kafasının içinde tekrarladı:
- "şizofren değilim ben. normalbiriyim. sadece herhangi biri... belki de bu yüzden istemedi beni hayatında. o kadar sıradanım ki... sıradan ve geçmişe saplantılı bir adamım"
televizyonu açık unuttuğunu ilk kez o an fark etti. daniel kriener'in personanongrata ilan edildiğini söylüyordu spiker.
kahvesini doldururken acı acı gülümsüyordu şimdi:
- "tıpkı benim gibi" dedi. "istenmeyen adam..."
*
devamını gör...
46.
"robert porter'ın filmi var bugün. izleyelim mi?" diye sordu, zekâsı nedeniyle marie curie takma adıyla seslendiği sevgilisine. kızın asıl adı aurora idi. annesi bir fransız, babası ise türk'tü. bu nedenle, bazen bazı kelimeleri hatırlayamasa da türkçeyi oldukça iyi konuşurdu. "olur" dedi kız umursamaz bir tavırla.
"istemiyorsan dışarıya da çıkabiliriz. bir yerde oturur, kahve içip konuşuruz. bir çeşit coffee date... ne dersin?"
"işte bu fikir daha cazip" dedi kız neşeyle gülümseyerek, son zamanlarda oynamaktan çok keyif aldığı şifre çözme oyunundan kafasını kaldırmadan. "ne oynuyorsun sen?" diye sordu farukovski lakaplı adam. birbirlerine dönem dönem isim takmayı severlerdi.
"şifre veriyorlar. çözebilirsen bir sonraki bölüme geçiyorsun" diye cevapladı aurora.
"hmmm... bana da sorsana"
"zugra diye bir kelime var şu an elimde. bir cümlenin baş harfleriymiş. onu çözmem gerekiyor. bak bazı kelimelerin içerisindeki birkaç harf de doğru yerlerinde olacak şekilde ipucu olarak verilmiş."
"zor gibi görünüyor ama boş bir zamanımda ben de düşüneyim. eğlenceli olabilir..."
bunu dedikten sonra eline kumandayı aldı ve kocaman harflerle "news" yazan kanaldan başka bir kanala geçti.
"oldukça..." dedi kız. "bir önceki bölümde berserk_gloria şeklinde bir isim ve birkaç resim vermişlerdi. türkçede nasıl diyorduk? blurryface..."
"bulanık bir yüz mü?"
"evet evet! öyle bir fotoğraf vardı isimle birlikte. onunla ilgili şifreyi çözerken oldukça zorlandım. gloria adlı savaşçı bir kızın hikâyesiydi. sonra uzun uzun anlatırım."
o sırada bir müzik kanalından gelen "minik fare kükredi" sözleri "farukovski"yi duraklattı. gülümseyerek "çocukken en sevdiğim şarkıydı bu. biraz dinleyelim" dedi.
kız ayağa kalkarak yatak odasına doğru yöneldi. "dışarı çıkacaksak ben hazırlanmaya başlayayım" dedi giderken. faruk odada tek başına kalmıştı. içeriye doğru seslenerek bir şeyler anlatmaya başladı. tam iş yerinde yaşadığı bir olayla ilgili "hiçbir işimi yarım bıra..." demişti ki aurora birden "et voila!" diye bağırarak yanına koştu.
"ne oluyorsun kuzum! ödümü kopardın."
"zamanında umursamadığın gerçeklerin riskini almalısın"
"anlamadım? hangi gerçekler?"
"zugra canım işte! cümlenin baş harfleri... yaz bakalım doğru mu?"
"bekle bakalım... evet! yeni bölüm kilidi açılıyor yazdı."
kız sevinçten havalara zıplıyordu.
"ilk kez bu kadar hızlı çözdüm." dedi heyecanla. faruk şöyle bir bakıp "sana boşuna marie curie demiyorum ben. sahi, senin kadar zeki biri nasıl oldu da beni sevdi acaba?" dedi gülerek.
"hayvanterli" dedi aurora gülerek. "iltifat istiyorsun ama yemezler! tamam tamam... asma suratını. harika bir adamsın çünkü" dedi ve yanağına bir öpücük kondurdu. bir yandan da telefonun ekranına bakıyordu. "evet" dedi "hazır mısın? yeni şifre geldi. zera... zera ama kartal olan. zera kelimesi ve yanında bir kartal fotoğrafı var. az sonra ikinci ipucu da gelir. umarım çözebilirim..."
"aahh!" dedi faruk gözlerini yalandan devirerek. "kafayı bu kadar fazla çalıştırmak yorucu değil mi? sahi, çok düşündüğüm zaman kafamın ısındığını hissediyorum. sanırım bir gün başımdan dumanlar çıkacak."
gülümseyen aurora'ya baktı ve o da gülümsedi.
"haydi hazırlan da çıkalım. belki üstümüzden bir tır geçer de bir daha hiçbir şeyi fazla düşünmek zorunda kalmam"
"istemiyorsan dışarıya da çıkabiliriz. bir yerde oturur, kahve içip konuşuruz. bir çeşit coffee date... ne dersin?"
"işte bu fikir daha cazip" dedi kız neşeyle gülümseyerek, son zamanlarda oynamaktan çok keyif aldığı şifre çözme oyunundan kafasını kaldırmadan. "ne oynuyorsun sen?" diye sordu farukovski lakaplı adam. birbirlerine dönem dönem isim takmayı severlerdi.
"şifre veriyorlar. çözebilirsen bir sonraki bölüme geçiyorsun" diye cevapladı aurora.
"hmmm... bana da sorsana"
"zugra diye bir kelime var şu an elimde. bir cümlenin baş harfleriymiş. onu çözmem gerekiyor. bak bazı kelimelerin içerisindeki birkaç harf de doğru yerlerinde olacak şekilde ipucu olarak verilmiş."
"zor gibi görünüyor ama boş bir zamanımda ben de düşüneyim. eğlenceli olabilir..."
bunu dedikten sonra eline kumandayı aldı ve kocaman harflerle "news" yazan kanaldan başka bir kanala geçti.
"oldukça..." dedi kız. "bir önceki bölümde berserk_gloria şeklinde bir isim ve birkaç resim vermişlerdi. türkçede nasıl diyorduk? blurryface..."
"bulanık bir yüz mü?"
"evet evet! öyle bir fotoğraf vardı isimle birlikte. onunla ilgili şifreyi çözerken oldukça zorlandım. gloria adlı savaşçı bir kızın hikâyesiydi. sonra uzun uzun anlatırım."
o sırada bir müzik kanalından gelen "minik fare kükredi" sözleri "farukovski"yi duraklattı. gülümseyerek "çocukken en sevdiğim şarkıydı bu. biraz dinleyelim" dedi.
kız ayağa kalkarak yatak odasına doğru yöneldi. "dışarı çıkacaksak ben hazırlanmaya başlayayım" dedi giderken. faruk odada tek başına kalmıştı. içeriye doğru seslenerek bir şeyler anlatmaya başladı. tam iş yerinde yaşadığı bir olayla ilgili "hiçbir işimi yarım bıra..." demişti ki aurora birden "et voila!" diye bağırarak yanına koştu.
"ne oluyorsun kuzum! ödümü kopardın."
"zamanında umursamadığın gerçeklerin riskini almalısın"
"anlamadım? hangi gerçekler?"
"zugra canım işte! cümlenin baş harfleri... yaz bakalım doğru mu?"
"bekle bakalım... evet! yeni bölüm kilidi açılıyor yazdı."
kız sevinçten havalara zıplıyordu.
"ilk kez bu kadar hızlı çözdüm." dedi heyecanla. faruk şöyle bir bakıp "sana boşuna marie curie demiyorum ben. sahi, senin kadar zeki biri nasıl oldu da beni sevdi acaba?" dedi gülerek.
"hayvanterli" dedi aurora gülerek. "iltifat istiyorsun ama yemezler! tamam tamam... asma suratını. harika bir adamsın çünkü" dedi ve yanağına bir öpücük kondurdu. bir yandan da telefonun ekranına bakıyordu. "evet" dedi "hazır mısın? yeni şifre geldi. zera... zera ama kartal olan. zera kelimesi ve yanında bir kartal fotoğrafı var. az sonra ikinci ipucu da gelir. umarım çözebilirim..."
"aahh!" dedi faruk gözlerini yalandan devirerek. "kafayı bu kadar fazla çalıştırmak yorucu değil mi? sahi, çok düşündüğüm zaman kafamın ısındığını hissediyorum. sanırım bir gün başımdan dumanlar çıkacak."
gülümseyen aurora'ya baktı ve o da gülümsedi.
"haydi hazırlan da çıkalım. belki üstümüzden bir tır geçer de bir daha hiçbir şeyi fazla düşünmek zorunda kalmam"
devamını gör...
47.
gecenin kasvetli karanlığı kendisini yağmura teslim etmiş, sokaklar alabildiğine tekinsiz bir hale gelmişti. adam usulca ve ayaklarını sürüyerek elinde tuttuğu karanliktakimum'un cılız ateşini yağmur damlalarından korumaya çalışıyordu. sırılsıklam olmuştu. sığınacak bir yer arıyordu. uzaktan gelen bir sesle irkildi. hızlanmaya çalıştı, sonra bir anda durdu! neden kaçıyordu ki? sonuçta kendisi dansöz değildi ve son zamanlarda şehirdeki işlenen cinayetlerin büyük çoğunluğunda thedansözkiller adlı bir seri katilin imzası vardı. lan bırak dedi kendi kendine. her şeyden hemen endişe ediyorsun diye devam etti. zaten hep böyle kendi kendine konuşur özözünedanışır korkaklığını tescil edersin zaten rahatsız herif diyerek söylene söylene yürümeye devam etti. o esnada bir karaltının ona hızla yaklaşmakta olduğunu gördü ve kendisini yere attı. yarasa seneca başının üzerinden hızla geçmişti. çamurun içinde debelenirken yarasanın arkasından galiz bir küfür savurdu. elindeki mum'un ateşi yanmaya devam ediyordu. derin bir oh çekti. ''ulan yarasa! biz de sadrazam ikarus'un sol kanadı'yız ya senin hükmün de ancak bize geçer.'' diye bağırdı.
bu esnada yolun karşı tarafındaki mezarlığın içerisinden pejmürde kılıklı bir adamın ıslık çalarak ona doğru ilerlemekte olduğunu fark etti. cesaretini topla diye kendi kendine telkinde bulundu. kılları pişmaniye olmuş sözlük yazarı değilsin sen sakin olmalısın. adam bir süre sonra yanında bitmişti. merhaba dedi sırıtarak, ''gecenin bu saatinde burada ne işin var?'' bekledi biraz. yanıt gelmeyince devam etti.
otobandakiyanlizdusakabin gibi ortalıkta gezindiğini görünce, merak ettim. benden çekinmene gerek yok. buraların dartvader'i ben olsam da içimde halen bir anakin skywalker yaşıyor. benden sana zarar gelmez.
tertemiz anadolu çocuğu kekeleyerek yutkundu ve devam etti; ''mum, mumu götürmem lazım.'' nereye götüreceksin? ''bilmiyorum ama götürmem lazım.'' çattık diye söylendi içinden mezarlık gediklisi ozgur1ey usulca ellerini cebinden çıkardı ve et voila diye bağırdı!
to be continued...
bu esnada yolun karşı tarafındaki mezarlığın içerisinden pejmürde kılıklı bir adamın ıslık çalarak ona doğru ilerlemekte olduğunu fark etti. cesaretini topla diye kendi kendine telkinde bulundu. kılları pişmaniye olmuş sözlük yazarı değilsin sen sakin olmalısın. adam bir süre sonra yanında bitmişti. merhaba dedi sırıtarak, ''gecenin bu saatinde burada ne işin var?'' bekledi biraz. yanıt gelmeyince devam etti.
otobandakiyanlizdusakabin gibi ortalıkta gezindiğini görünce, merak ettim. benden çekinmene gerek yok. buraların dartvader'i ben olsam da içimde halen bir anakin skywalker yaşıyor. benden sana zarar gelmez.
tertemiz anadolu çocuğu kekeleyerek yutkundu ve devam etti; ''mum, mumu götürmem lazım.'' nereye götüreceksin? ''bilmiyorum ama götürmem lazım.'' çattık diye söylendi içinden mezarlık gediklisi ozgur1ey usulca ellerini cebinden çıkardı ve et voila diye bağırdı!
to be continued...
devamını gör...
48.
kimse viski içmiyor mu acaba dediğim başlık.. bugün de yalnızız..
devamını gör...
49.
meja dinleyen kadının meja gibi saçları vardı, meja gibi briket uzunluğunda bilgi dolu yazılar yazıyor aynı zamanda meja gibi bilgisayarında kamyon kullanıyordu. meja dinleyen kadın dünyanın bir ucunda meja nickli başka bir kadının yansıması gibiydi bunun farkına vardığında meja dinleyen kadın gülümsedi ve karşıdan gelen meja'ya selektör yaptı. meja önce ne olduğunu anlamadı, sonra olan bitenin farkına varıp "lan hıyar" ile başlayan bir küfür savurdu.
dünya mejaların dünyasıydı artık.
ne var? olmamış mı?
dünya mejaların dünyasıydı artık.
ne var? olmamış mı?
devamını gör...
50.
oldukça özgür ruhlu ama kendine mahkumdu.
devamını gör...
51.
#1646638 yine kimse bizden bahsetmedi diye atarlanmaya geldiğim başlıkta zynpgvnbjk adlı ince ruhlu hanımefendinin yazdığı tanımı görünce gülümsemiştim...
bu tanımımla aslında sözlük ahalisine trip atmıştım fakat meja nickli düşünceli yazarın bu #1608241 düşünceli tanımını gözden kaçırmıştım.ve bunları neden öğrenilen geçmiş zamanın rivayeti üslubunda anlattığımı ben de bilmiyordum.
trip atmaya geldiğim başlıkta trip yemiştim erdal kalın poe nickli kibar beyefendi de atarımı giderimi haksız çıkaran bir tanım girmişti meğersem #1564846 gözümden kaçmış deyip işin içinden sıyrılma planları kurmaya başlamıştım.
bu tanımımla aslında sözlük ahalisine trip atmıştım fakat meja nickli düşünceli yazarın bu #1608241 düşünceli tanımını gözden kaçırmıştım.ve bunları neden öğrenilen geçmiş zamanın rivayeti üslubunda anlattığımı ben de bilmiyordum.
trip atmaya geldiğim başlıkta trip yemiştim erdal kalın poe nickli kibar beyefendi de atarımı giderimi haksız çıkaran bir tanım girmişti meğersem #1564846 gözümden kaçmış deyip işin içinden sıyrılma planları kurmaya başlamıştım.
devamını gör...
52.
benim nick ile niye kimse yazmıyor çok uzun diye mi.
iğrençsiniz tırrek ler.
bi meja yazmıştı eskiden var olsun.
iğrençsiniz tırrek ler.
bi meja yazmıştı eskiden var olsun.
devamını gör...
53.
#1646703 sen de mi özgürüm be, sen de mi? ha bu nedir mübarek adam: #1564846. tarihe bak tarihe, hey gidi. zvdfdfdvd'e gülümse sen daha...
#1646717 aha bir tane de yakaladım, al al! #1564846. utanmaz arlanmazlar yahu. insan okumadığını belli etmez bari. çıh çıh çıh.
edit: senin canın sağ olsun özgürüm. bunlar hep layk feyvrıt kasma taktikleri. hele hele.
#1646717 aha bir tane de yakaladım, al al! #1564846. utanmaz arlanmazlar yahu. insan okumadığını belli etmez bari. çıh çıh çıh.
edit: senin canın sağ olsun özgürüm. bunlar hep layk feyvrıt kasma taktikleri. hele hele.
devamını gör...
54.
manyak olmaya karar verdim bugün aniden. ali erbaşın ayasofya kılıcı gibi bir kenarda sopa misali kaskatı durmaktansa, atını arayan jokey gibi deli deli etrafta dolanmak ve bir şeyler aramak çok daha eğlenceli olmalı. buhayatbenim sonuçta, kim ne diyebilir ki? tomris uyar gibi öykü yazamam belki ama tomris umay gibi yorumlar yazarım bir sözlükte. "i love kafa sozluk" diyerek dalarım mesela ortama, 4-3-3 oynatan aykut gibi yeni bir şeyler denerim. biri çıkıp "bak şimdi o öyle değil" derse "boş ver, sen bak dalgana!" der geçerim.
belki acılıvegankebabı pişiririm kendime. mahlasdüşünürkenkararsızkalanzat gibi şaşkın beklerim bazı günler kapında, meczuptanhallice...
soran olursa "ofsaytı biliyorum" derim ama nereden bildiğimi sorana "bilemedimkibirden, biraz düşüneyim." cevabını yapıştırırım. otobandakiyanlizdusakabin misali bir başıma dolaşırım ortalıkta ama yine de görenler normalbiri zanneder beni. normalbiri değilim halbuki artık. normalbirininkankası sayılırım belki ancak...
selamsız sabahsız yanımdan geçen serserilerden bir farkım yok şimdi, çünkü dedim ya; manyak olmaya karar verdim ben. az sonra sokağa çıkıp var gücümle "viva zapata!" diye bağıracağım. içine viski taşı attığım bardağımı şerefinize kaldırırken turnayı gözünden vuracağım belki de bu gece. fakat şimdilik sadece bütün pencereleri ardına kadar açmakla yetineceğim çünkü bu kış soğuğuna rağmen i am melting lannn melting!
*
belki acılıvegankebabı pişiririm kendime. mahlasdüşünürkenkararsızkalanzat gibi şaşkın beklerim bazı günler kapında, meczuptanhallice...
soran olursa "ofsaytı biliyorum" derim ama nereden bildiğimi sorana "bilemedimkibirden, biraz düşüneyim." cevabını yapıştırırım. otobandakiyanlizdusakabin misali bir başıma dolaşırım ortalıkta ama yine de görenler normalbiri zanneder beni. normalbiri değilim halbuki artık. normalbirininkankası sayılırım belki ancak...
selamsız sabahsız yanımdan geçen serserilerden bir farkım yok şimdi, çünkü dedim ya; manyak olmaya karar verdim ben. az sonra sokağa çıkıp var gücümle "viva zapata!" diye bağıracağım. içine viski taşı attığım bardağımı şerefinize kaldırırken turnayı gözünden vuracağım belki de bu gece. fakat şimdilik sadece bütün pencereleri ardına kadar açmakla yetineceğim çünkü bu kış soğuğuna rağmen i am melting lannn melting!
*
devamını gör...
55.
mehpare güzel isim de bunu cümlesinin içine katmayanlar utansın. püüü. alaksızlar. küstüm hepinize.
devamını gör...
56.
akışa düştüğünde hüzünle, acaba ben de var mıyım? diye tanımlarına göz gezdirdiğim başlık. *
devamını gör...
57.
hava bugün yağmurlu. evden çıkmayan ben dışarıda (bkz: klostrofobik sümük) gibi dışarıda nöbetçi eczane arıyordum. ama ortalıkta açık eczane yoktu. kapalı bir eczanenin camında bana göre çok uzakta bir yerin açık olduğunu gösteriyordu. lanet olsun dostum (bkz: muck the system) , deyip ıslanmayı göze alıp uzaktaki yere doğru gitmeye karar verdim. yolda koşar adımlarla giderken telefonumun çaldığını hissettim. hemen bir kitapçının içine girip telefona baktım. telefonda erasmustan tanıştığım (bkz: gloria) vardı. bana çalışma izni alabilmem için birkaç fikir vermek için aramış. halbuki şu anda benim önceliğim açık bir eczane bulmaktı. o yüzden telefonu sonra konuşuruz diye kapattıktan sonra kitapçıdan çıktım. kitapçıdan çıkarken gözüme (bkz: larktwain_123_) 'in tom sawyer'ın maceraları kitabı gözüme çarpmıştı. onu işimi bitirince mutlaka geri dönüp almalıyım , deyip yoluma devam ettim. uzak bir yer olması bir süre sonra bana bir taksi bulup gitmeye zorladı. bu yüzden bir taksi durağına giderek beklemeye başladım. yağmur yağdığı için bekleme yerinde birden fazla kişi vardı. bu nedenle bir yanım kuru kalırken bir yanımda ıslanıyordu. bu konuda benim (bkz: acizanefikrim) bu durakları biraz daha uzun ve çatısını geniş yapmaları. (bkz: herneyse) ıslak bir beklemenin ardından taksi geldi. 4 kişi taksiye benden önce bindi ve yoldaki çamurlu suyu geride kalanlara sıçratarak duraktan uzaklaştı. oysaki bir yıl önce (bkz: florance)'dayken böyle yağmurlu bir günde bu kadar sorun yaşamıyordum. efendim bizler geçmişin jön türkleri değiliz ama memleketimizin biraz daha güzel olsun istiyoruz. sonuçta bizler(bkz: tertemiz anadolu çocuğu) yuz. içimizden masumluktan başka bir şeye yer yok. bu düşünceler aklımdan geçerken yanımda duran yaşlı bir amca iç sesini dışa vurmuş bir şekilde "ah ulan paramızla rezil olduk. " diye bize memnuniyetsizliğini duyurdu. yaşlı amcanın yanında da genç bir z kuşağı vardı. o da durumdan memnun değildi ama telefonunda ki dünyada geçinip gidiyordu. amca memnuniyetsizliğini biraz daha arttırırken z kuşağı genç hiç oralı bile olmadığı için olsa gerek amcamız bu yeni kuşak kardeşimizi hedef noktasına aldı. "yahu bu gençlikte bizi ileride temsil edecekmiş. bunlar yürümeyi bilmezler ." diye adeta kükredi. bu sefer z kuşağı temsilcisi kardeşimiz topa girdi ve ergen sesiyle " (bkz: bak şimdi o öyle değil). biz gümbür gümbür geliyoruz. ileride görürsün amca " diye araya girdi . amca sinirlendi ve tepkili bir sesle "(bkz: aklı gidik) yavrum benim, ben görmem inşallah ," deyip kendini düşünce boşluğuna bıraktı. bu arada bizim takside gelmişti. arka camında "(bkz: yaz kızım): bedel ödendi " yazıyordu. bu demek oluyordu ki ;taksiciyle bir muhabbete girmek bir intihardı. öylede yaptım . yol boyunca hiç ses çıkartmadım. 26 dakikalık bir yolculukta sonunda (bkz: berçestee)eczanesine gelmiştim. yağmur durmuştu , bana 30 tl ve amaçsız sohbetlere mal olmuştu. ama ilacı da almıştım. şimdi gerisin geri eve ilaçları ulaştırmak kalmıştı...
elimden geldiğince takipçilerimi yazının içine kattım ama katamadıklarım da tamamen benim beceriksizliğimdir efendim. kusura bakmayın.
elimden geldiğince takipçilerimi yazının içine kattım ama katamadıklarım da tamamen benim beceriksizliğimdir efendim. kusura bakmayın.
devamını gör...
58.
büyük şair arkadaş zekai özger bunu benim yerime muhteşem bir şekilde yapmış.
pencereyi kapama
gök dolabilir içeri
sen neyi görebilirsin
ıslak bir bulutun ağışını mı
pencereyi kapama
kuş dolabilir içeri
sen neyi taşıyabilirsin
kırık bir dalın yükünü mü
pencereyi aç
soluğun çıksın dışarı
sen büyütmedin mi ciğerinde onu
kokusu hayatı yıkasın diye
pencereyi aç
sesin sarsın dünyayı
duyulur elbet ta ötelerden
yürek kendini tanır
pencereyi kapama
gök dolabilir içeri
sen neyi görebilirsin
ıslak bir bulutun ağışını mı
pencereyi kapama
kuş dolabilir içeri
sen neyi taşıyabilirsin
kırık bir dalın yükünü mü
pencereyi aç
soluğun çıksın dışarı
sen büyütmedin mi ciğerinde onu
kokusu hayatı yıkasın diye
pencereyi aç
sesin sarsın dünyayı
duyulur elbet ta ötelerden
yürek kendini tanır
devamını gör...
59.
cenk'in arka bahçesi'nde oturuyoruz bir gece. lilium kokusu sarmış dört bir yanımızı. keyifsiz bu akşam biraz. hüzün candır diyor durduk yere. güneş doğacak yeniden merak etme diyorum ona. hepböylebiter değil mi geceler diyor. bir bilge buyucu bile olsam doğru yanıtı veremeyeceğimi söylüyorum. ama bak sokak lambasi aydınlatıyor bahçemizi, umut her zaman var diye ekliyorum. bengaripsengüzeldünyaumutlu yani öyle mi diyor. haklıyım ama mutlu değilim ben de, boş ver diyorum.
devamını gör...
60.
karlıbircumartesisabahıydı.
buhayatbenim diye bağırdı..
o an ki huzursuzluğu tüm salona yayıldı. sözlerine biraz daha sakin kalarak devam etmeye çalıştı. uykumyok kaç gündür, içten içe eriyorum. nedeni nasılı yok, öfkem çok. derdim inceduygu hastalığı. ve gözünüz aydın kafa'yı yedim sonunda.
ona yaklaşan bir kadın.. salon bu kez onun sesi ile -yankılandı:
beyefendı, gizlenen tüm duygularınızı açığa çıkardınız umarım biraz rahatlamışsınızdır. öyle zamanlardan geçiyoruz ki uyum artık mesele oldu. sizi yadırgamıyorum hatta delirmenize eşlik bile edebilirim.
bozukkafalı o adam:
anlamıyorsunuz beni, gölgelerim beni esir ediyor. ruhum acı çekiyor. hayatım köşelere saçtığım yarım bırakılan romanlarla dolu. oysa ben hep kendimeaitbiryer aradım, tamamlanmak için. fakat aklımın derinliklerinde kayboldum. kendime ulaşamadım. bilerek ve isteyerek ozgur ruhlu mahkum olmayı tercih ettim.
kadın gülümseyerek karşılık verdi.
çok değerli guzelinsann, siz varoluşsal sancıların kurbanısınız. lütfen divane gibi göstermeyin kendinizi.
şu an vahşi ve kaotik olan yakarışınız içinizdeki sessiz firtinanın yancısıdır. bugün burada noktayı koyamayacağız belli. bir virgül atalım o hâlde tamamlanmak üzere. agırroman sizin ki bu yüzden hep yarım kalmış. bırakın da yardım edeyim birlikte tamamlayalım. hepimiz şu hayatta bir garip okur yazar değil miyiz? birbirimizi anlamaya çalışsak ne kaybederiz..
adamın öfkesi kayboldu. karşısında gerçek bile olamayacak kadar eşsiz bir ruha sahip olan o kadın duruyordu. onu ilk kez tam anlamıyla gördü. hafif utanarak, reddedilemeyen teklif dedi.
şu anki online listesi ile melankolik bir hikaye yazayım dedim. mahlaslar da güzel denk geldi.*
buhayatbenim diye bağırdı..
o an ki huzursuzluğu tüm salona yayıldı. sözlerine biraz daha sakin kalarak devam etmeye çalıştı. uykumyok kaç gündür, içten içe eriyorum. nedeni nasılı yok, öfkem çok. derdim inceduygu hastalığı. ve gözünüz aydın kafa'yı yedim sonunda.
ona yaklaşan bir kadın.. salon bu kez onun sesi ile -yankılandı:
beyefendı, gizlenen tüm duygularınızı açığa çıkardınız umarım biraz rahatlamışsınızdır. öyle zamanlardan geçiyoruz ki uyum artık mesele oldu. sizi yadırgamıyorum hatta delirmenize eşlik bile edebilirim.
bozukkafalı o adam:
anlamıyorsunuz beni, gölgelerim beni esir ediyor. ruhum acı çekiyor. hayatım köşelere saçtığım yarım bırakılan romanlarla dolu. oysa ben hep kendimeaitbiryer aradım, tamamlanmak için. fakat aklımın derinliklerinde kayboldum. kendime ulaşamadım. bilerek ve isteyerek ozgur ruhlu mahkum olmayı tercih ettim.
kadın gülümseyerek karşılık verdi.
çok değerli guzelinsann, siz varoluşsal sancıların kurbanısınız. lütfen divane gibi göstermeyin kendinizi.
şu an vahşi ve kaotik olan yakarışınız içinizdeki sessiz firtinanın yancısıdır. bugün burada noktayı koyamayacağız belli. bir virgül atalım o hâlde tamamlanmak üzere. agırroman sizin ki bu yüzden hep yarım kalmış. bırakın da yardım edeyim birlikte tamamlayalım. hepimiz şu hayatta bir garip okur yazar değil miyiz? birbirimizi anlamaya çalışsak ne kaybederiz..
adamın öfkesi kayboldu. karşısında gerçek bile olamayacak kadar eşsiz bir ruha sahip olan o kadın duruyordu. onu ilk kez tam anlamıyla gördü. hafif utanarak, reddedilemeyen teklif dedi.
şu anki online listesi ile melankolik bir hikaye yazayım dedim. mahlaslar da güzel denk geldi.*
devamını gör...