bir akşam vakti holde oturuyordum. (bkz: karanliktakimum)'du odayı tek aydınlatan. dedem namaz kılıyordu üstünde (bkz: mebus paltosu) vardı, secdede pek uzun kalmıştı. zigon sehpahaya takıldı gözüm üstünde (bkz: yayladağ lokumu) vardı. nasılmış az tadına bakayım derken öksürmeye başladım bir anda. ne ola ki derken (bkz: lahmacuncudanterasagelenkurum)'u hatırladım. allah'ın cezası lahmacuncu diye söylendim evin her yeri kurum olmuş gene. evin kaplumbağasını gördüm bir anda usulca yaklaşıp dedemin takkesini ısırdı. panikle ayağa kalktım (bkz: ateist kaplumbağa) ne istersin dedemden dedim. kaplumbağa takkeyi bırakıp dile geldi (bkz: lan bırak) dedi. dedem de yüzünü gözünü ovuşturarak uyumuşum diyerek kalktı seccadeden toparlandı, odadan çıktı.
kaplumbağa (bkz: ayı)ya dönüştü bir anda. (bkz: iorek byrnison)'a benziyordu. ayı geldi bana bir pençe attı uçarak minderlere düştüm ağzımdan kan geliyordu (bkz: ağzındakikanısilipişteşimdikızandövüşçü) idim artık. ayıyı haklamalıydım. gözlerim silah arıyordu odada. (bkz: raskolnikovun baltası) idi gördüğüm dedem nereden aldıysa artık.
onu kaptığım gibi ayıya saldırdım ayı pençesiyle durdurdu darbemi. kararlıydım ayıyı haklayacaktım bağırarak (bkz: hiçbir işimi yarım bıra) derken ayı kes dedi bir dahakine (bkz: dostlarımızla geleceğiz) hadi eyvallah... arkasından bakakaldım.
devamını gör...
#1615417 devam edecek demiştik efendim, buyrun:

bay holmes yine sessizdi bugün. ortağı hristiyan ismail’in kaybı onu hala üzüyordu. pencere’den dışarıdaki karga sürülerini izlerken, başkanın ona verdiği görevin ağırlığını düşünüyordu. henüz adam akıllı bir adım atamamıştı. o sırada telefonu çaldı:
‘ben massachusetts polis departmanından bay holmes
arayan yeni ortağıydı. içinden:
‘keşke ohio polis departmanında çalışsaydım, bu ne masaşuşet mi nedir söylemesi ne kadar zor’ diye düşündü.

ceketini aldı. çıkarken elindeki tamamlanan dosyayı ateist kaplumbağa’ya uzattı. bugün daha normal biri gibi görünüyordu. eğildi ona, ‘bizim pavlov var ya’ dedi;
‘çok yediğinden pavlov’un göbeği çatlamış diyorlar’.
holmes sinirlenmişti:
insanolunbiraz bu ne biçim dedikodu’ dedi.

hala sinirden yanakları kıpkırmızıydı. ortağı kapıda bekliyordu. oranın yerlisi olması ve kaba biri olması nedeniyle ona domestic hıyar lakabını takmışlardı. kaba sabaydı ama işinde iyiydi. elinde chocolatewithmilk vardı, ona uzattı.

‘acele etmeliyiz, size acil iletmeme gereken bilgiler var’

arabaya bindiler. domestic hıyar koltuğun üzerindeki köylü yazardan ironiler kitabını aldı. ‘bu da ne’ diye sordu.
‘benim eski ortağım ismail’in dedi, gözleri dolmuştu’.

konuyu uzatmadılar.
federal x ile görüştüm dedi, durum ciddi’
‘o kimdi’
‘ bilmiyor musunuz? hava kuvvetlerinde pirate pilot
‘ ee bunun bölücü kebapçı’larla alakası ne’
‘ holmes, durum çok ciddi, uzaylılar amerika’ya saldırı hazırlığındalar’
holmes, bu söz üzerine ağzındaki içeceği püskürttü.
mir ‘im ne dediğinin farkında mısın? ayrıca bu uzaylılar niye hep bizim ülkeye saldırıyorlar anlamıyorum’
‘ bize mesaj yollamışlar’
‘ne diyorlar mesajda?’
dartvader ‘ın intikam zamanı geldi’
‘o da ne demekmiş ki? ne değişik bir ad’
‘ efendim, dartvader karanlık tarafa düşen son jedi tanesi demek’

sessizveduygusuz geçen bir kaç dakikadan sonra holmes derdin bir nefes aldı:

‘acilen dünya gezgini doctor who ‘ya mesaj yollamalıyız.

arabanın camlarını indirip, sabah serinliği ‘nin yüzlerine vurmasına izin verdiler. holmes gaza bastı ve hava kuvvetlerine doğru yol aldılar.

devam edecek….
devamını gör...
biriniz de pastırmalı çörek yedim ya da rüyamda çemeniyle birlikte bir pastırmalı çörek belirdi falan yazaydınız.ama ben yazıyorum.

pastirmalicorek pavlov'un göbeğindeydi.bengaripsengüzeldünyaumutlu diye düşündü çörek çünkü kendisi garip bir durumda olsa da dünya için bir umut vardı. ancak o da ne bir anda çay içilmişti. çörek bir anda i am melting lan melting diye bağırmaya görmez mi? azıcık altlarda duran kuzguncuktaki vişne bağırma be rahat rahat sindirileyim diye çöreği azarlayadursun kendisi dosto tolsto diye diye niçesine sarıldım bu garip dünyada diye hüzünlü hüzünlü türküsünü okuyordu.o esnada gomercan'ın canı pastırmalı bir çörek çekmişti. belki de çöreğin türküsü birilerinin kulağına ulaşmıştı cidden.

küçük kara balık esintili eserimin sonu.

#1615281 ayıbım. utanç panom. herhalde ben kendi kendimi mi ezikliyorum diycem ama görmedimkinem.
devamını gör...
bir akşam vakti pavlov'un göbeğinde
mehpare ile çay içerken alaaddinin sinirli ablası yanımıza geldi.ali erbaşın ayasofya kılıcını çekti ve gizlenen siniri ile masayı ikiye böldü. yan masadaki harun altına işedi. hassas türk aile yapısı bozulmuş bu ülkede bu durumu normal karşıladılar. ama bazı kesim insanolunbiraz diye bağırdılar.
devamını gör...
ve sonra içeriye siyahtan_bir_bey girdi çıraktı belki ama çok iyi bir yazar yolundaydı..
devamını gör...
#1646580 devamı;

mezarlık gediklisinin çığlığını duyunca deliderviş gibi koşmaya başladı. koşuyor ama bir türlü içindeki korkuyu dizginleyemiyordu. tıpkı ozgur ruhlu mahkum gibi kaçıyordu kendisinden ve korkularından. sönmemeliydi mum. ateşi taşıyordu ellerinde ve kalbinde. nefes nefese kalmış bir vaziyette biraz durakladı. etrafına bakındı. mezarlığın ortalarında bir yerlerde olmalıydı. simsiyah bir mezar taşı gördü. üzerinde düşmüş bir melek figürü vardı. yüzü çığlık atar bir şekilde betimlenmişti. yaklaştı mezar taşına. lucifer'mı bu diye söylendi kendi kendine. mezar taşının üzerinde silik yazı dikkatini çekti. mum'u hafifçe yazıya doğru tuttu; black rose immortal yazıyordu. derin bir nefes aldı. bu bir kabussa uyanması lazımdı. mum'un ateşini diğer eline doğru tuttu. o soluk ateş ziyadesiyle yakıcıydı. uzaklardan bir çığlık daha duydu. mezarlık gediklisi onlara doğru yaklaşıyordu...

işte o anda çıktı karşısına iorek byrnison! zırhlı aynın kükremesi tepelerin kocakarisi'nı bile ürkütür cinstendi. mum'un koruyucusu sindi mezar taşına doğru bir eliyle yüzünü kapatmaya çalışarak. zırhlı ayı iki ayağının üzerine dikilerek seslendi ona. hey insanoğlu benimle gelmezsen öleceksin! bu arada mezarlık gediklisi ozgur1ey'in çığlıkları mezarlığın girişinde yankılandı.

bu esnada evernevergreen süveşy kanalında karaya oturmuş misali mıhlanmıştı editoryal tahtına. her şey yok olmaya yüz tutmuştu. dünyanın yedinci demiydi artık. ateş sönecek ve her şey aslına rücu edecekti. şiirler yazılmayacak, şarkılar söylenmeyecek, her şey karanlığa gömülecek, şair kadın arkasına bakmadan dünyayı terk edecekti. evernevergreen karşısındaki duvara uzun uzun baktı; dum spiro spero... peki ama nasıl ? diye fısıldadı. o anda armysuzy heyecanla kapıdan içeri girdi...

sonraki bölümlere dair;

i am melting lannn melting bu hikâyeye nasıl dahil olacak? mezarlık gediklisi eriyecek mi?
ağzındakikanısilipişteşimdikızandövüşçü zırhlı ayının karşısına çıkıp dövüş hünerlerini sergileyebilecek mi?
kuzguncuktaki vişne neden mezarlıkta kök salacak? kaşkolnikov'un hattori hanzo kılıcı ile olan imtihanı nasıl sonuçlanacak? insanolunbiraz kütüphanesini mum ateşi ile aydınlatabilecek mi? kafamolmuşmaşukiye diye bağıran kahramanımız raskolnikovun baltasını bulunca ne yapacak? kedi olmuş gidiyorsun satanist bir ayine mi kurban edilecek? yayladağ lokumu neden editoryal saraya doğru yola çıkıyor? meja'nın paralel evrenden dünyanın yedinci demine sıçrayışı ne anlama geliyor? 4-3-3 oynatan aykut neden isyan ordularının başına getiriliyor.

bu soruların hepsinin cevabı ve daha fazlası sonraki bölümlerde...
devamını gör...
yenilerin bile ismi var benim yok, neyse.
devamını gör...
tayber doğan çıktı geldi normal biri gibi. çok uzun yoldan geldiği için açıkmış ve ormanci ile lokantaya acılıvegankebabı yemeğe gittiler. hemen garsonbatu ne yemek isterdiniz diye konuya girdi. tayber doğan garsonbatuya kızdı. ilk önce hoş geldin desene diye normal biri gibi kızdı. garson hatasını telafi etmek için bugün yemekler bendenizzden dedi. bunu duyan tayber doğan ve ormanci mantarlıbulgur ile doldurulmuş kuzu çevirme ister. bu konuşmaya kulak misafiri olan arnella, bendeki kulak van goghta yok diyerek söze giriyor. o masaya gelenlerden bende istiyorum eğer gelmezse yıkarım burayı dedi açıkkonuşankadın gibi.

arnellanın sinirlendiğini gören garson hemen ona chocolatewithmilk ikram etti. güzelinsannlar gibi yemeklerini yedikten sonra çayvesigara içmek için dışkapınındışmandalını çevirerek çıkarlar. çayvesigara içtikten sonra sahilde yürürler. sahildeki_kadını gören tayber doğan hemen arkasından hepsi senin mi yavrum diye laf atar. kadın döner ve hepsimanyakbunların der ve arkasını dönüp gider. tayber doğan alkislarla kadını arkasından uğurlar.
devamını gör...
hiçbir yere varmayacak, sonu havada kalmış bir hikâye geliyor:

üzerinde "chocolatewithmilk" yazan çikolatayı evirip çevirip rafa koyarken "kimse masum değil" dedi arkadaşına alçak sesle. "neydi o... dilimin ucunda. x rot gibi ray miydi? yok yahu! karıştırdım iyice. bir şarkı vardı hani, rap..."

"rota'nın x ray şarkısını mı diyorsun?"

"hah, işte o! ne diyordu orada; tamamının ruhları ölü. evet evet, ruhu ölmüş insanların çünkü masum değiller."

"bence sen bir doktora görün. bu aralar hiç iyi değilsin. sana lazım olan şey iyi bir..."

ikisi aynı anda "kafatolog" deyince gülmeye başladılar. psikolog ya da psikoterapist demek yerine kafatolog derlerdi, kafa doktoru anlamında.

"evet. gerçekten bu aralar fazla düşünmeye başladım sanırım. düşünmemek, bilmemek en iyisi belki de... bilmemenin bilgisi... docta ignorantia deniyordu galiba..."

"ne konuşuyorsun kendi kendine?"

"farkında değilim konuştuğumun. sessizce düşündüğümü sanıyordum."

"haydi gel sana yemek ısmarlayayım! derdini bana orada anlatırsın."

konuşarak çıktılar marketten.

"tantuniye ne dersin?"

"harika olur!"

tabelasında tantuni sultan süleyman yazan mekâna yöneldiler. "süleyman abi nefis yapar tantuniyi, göreceksin..."

içeri girdiklerinde yaşlı bir adam gelip siparişlerini aldı. konuşmalarından "süleyman abi" olduğu anlaşılan adam masadan ayrıldıktan sonra bizimki sordu:

"yahu bu adam bin yaşında!"

"o yüzden salhurde süleyman derler. farsçada çok yaşlı demek salhurde ama sen yaşına bakma. birazdan parmaklarını yiyeceksin, güven bana."

tantuni gerçekten nefisti. dükkândan çıkınca konuşmaya başladılar.

"dedim sana değil mi? tantunide üzerine yoktur süleyman abi'nin. ha, şurada tayber diye bir arkadaşımın dükkânı var, uğrayalım mı birkaç dakikalığına? kafa adamdır, tanıştırayım sizi?"

"tayber mi? soyadı ne?"

"doğan. tayber doğan. ne oldu?"

"tayber diye bir tanıdığım var da, o mu acaba diye merak ettim sadece. pek rastlanan bir isim değil de... olur, gidelim"

biraz hoşbeşten sonra oradan da çıkıp evlerine doğru yöneldiler. "ee, buradan ayrılıyoruz yine..."

"dur hele! gece yeni başlıyor daha! seni biriyle daha tanıştıracağım. seneca adlı yabancı bir kız. yarasa seneca deriz, geceleri pek uyumadığı için. bir de erkek kardeşi var. adı weasley. çok eğlenceli insanlar göreceksin bak!"

iki arkadaş sallana sallana yürüyerek ve gülüşerek akşamın karanlığında gözden yavaş yavaş kayboldular.

*
devamını gör...
mavi kapaklı defteri arkasına saklayarak "gorulecekbirseyok" dedi telaşla. kız gözlerine bakarak gülümsüyordu: "olsun, yine de görmek istiyorum."

ilkokuldan beri aşıktı bu kıza. 30 mevcutlu sınıfta yalnızca onu görürdü çocuk gözleri. birlikte büyümüşlerdi ve hâlâ ilk günkü gibi seviyordu onu. bu deftere de ona olan aşkını yazmıştı yıllarca.

konuyu değiştirmek için "bulutlara bak! kediye benziyor biri. şuradaki de bir adamın yüzü sanki..." diyerek cama doğru koştu. "hee aynen" diye cevap verdi kız, yapmaya çalıştığı şeyi anlamamış gibi davranarak. gülümsemeye devam ediyordu. yanına gidip oturdu. çantasını açıp bir poşet çıkardı içinden. "izmirdeki son boyozu aldım senin için" dedi. "bunu bulabilmek için sabah sabah bir sürü dükkân gezdim. hiçbirinde kalmamıştı. en sonunda buldum, o da 1 taneydi sadece."

"bölüşelim o halde..." dedi cocuklugunu ozleyen genc adam. çocukken babası sık sık boyoz getirirdi eve. o zamanlardan kalmıştı bu alışkanlık ona. ankara'da yaşarken karlıbircumartesisabahı neredeyse aşerir gibi boyoz istemişti canı. hüngür hüngür ağladığını hatırladı ve güldü.

"patateslipoğaça da alacaktım, onu da bulamadım" dedi kız. bu kez karşılıklı olarak birbirlerine gülümsediler.

"ee?" diye sordu kıza. "ne zaman gidiyorsun amerika'ya?"

"2 hafta sonra..."

"gelip alacak mı seni?"

"evet, konuştuk. fort lauderdale'de karşılayacak beni."

"güzel. bu da bir gelişme en azından."

"öyle de denebilir."

babasıyla arası açıktı kızın bir süredir. adam amerika'da yaşıyordu. son birkaç aydır biraz konuşup aralarındaki buzları eritmişlerdi. şimdi onu ziyarete gidecekti. yokluğunda zamanın nasıl geçeceğini düşünüyordu günlerdir. neredeyse ağlayacaktı, sanki onu bir daha hiç görmeyecekmiş gibi. "robot değilim" diyordu içinden "benim de duygularım var sonuçta."

"geç kaldım" diyerek kalktı kız. "artık amerika dönüşü görüşürüz. halletmem gereken çok fazla iş var burada."

"tamam. gitmeden önce ararım."

kız yine gülümseyerek kapıdan çıkarken, delikanlının diline bir şarkı dolanmıştı çoktan: "aşkı nateşi yakarmı şateşi, duydunuz mu aşkın ateşini..."
devamını gör...
benim hiç adım geçmiyor, acaba sinirliyim diye mi?
devamını gör...
pavlovun göbeği çok ikonikti doğrusu. sesi -yankılanırken kredi faizi 60 percent seni chessgramerpislikherif diye tıpkı bir atanamamış şövalye gibi bağırdı. kuzguncuktaki vişneye selam söyle dedi bal yerine reçel yapan arı. aylak adam buna kaytsz kalamazdı, delirmiş psikolog olan larktwain dr bıdı bıdı diyerek hepdeğişiyor dedi. bol giyimli kukla yayladağ lokumu yiyordu. ikinci schindler olacağım diyen ivanmilinski gerektiğinde muhalif olurum ama bu impossible dedi. insan olun biraz diye bağırıyordu daddy ama nedeni nasılı yoktu. meja babali yokuşundan aşağı elinde materyallerle lodos86 dan esen bir yelle bensiz olmaz dedi. ince duyguların adamı folloş baksır manyak olmaya karar verdim dedi. atamabekleyenastronot ben artık salhurdeyım derkenbaycerrah hızla merhaba poğaçacı diyerek içeri girdi. öpülepsi lan bırak diye söyleniyordu tuzluyeşileriğinkamaştırdığıdişe.dahavakitvar diyen yoldaş benjamin franklin bir masum mor menekşe gibi içeri girdi. ama bunların önemi yoktu, çünkü bunlar bir ghostery idi... ne zaman gitti tren diyen rimbaudartık ozgur1eydi.hepsi görünmezadamolmuştu. lucifer bende geldim tam oldu diye bağırdı. kim celebrant olabilmişti ki, tolgame oyun oynamaktan bıktım be bagermam dedi. ben bir peynir üstadıyım diyen karga negatif resimciklere bakarken benim adım i am melting lannnn melting diye bağırdı stuff.
o bir yazarkasaydı. zera ama kartal olan. örnek vatandaştı hepsi. viking şarkısı söyleyerek geliyordu iorek byrinson. erdal kalın poe'dan öğrenmişti uykusuz kahve yapmayı. hassas türk aile yapısı pencereden bakarak uykumyok diye seslendi.bütün bunlar ağzındakikanısilipişteşimdikızandövüşcünün is düşümleriydi. küçük bir zebellah gibi içeri girmişti köylü yazardan ironiler. zed's dead baby repliği aklından çıkmayan eyluling şimdi ise ağır roman izliyordu. gomercan sinemaya mevcutlu getirilmişti.
devamını gör...
kendimi bu başlığın dogukan'ı gibi hissediyorum. herkesin nicki var ama benimki yok. bu başlığı da engelliyore *
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

yürü whisper gidelim. sözlük halkı artık bizimle değil.
devamını gör...
güneşin doğuşunun keyfini çıkarmak için erkenden kalktı. arabasına bindi,yola koyuldu.bu arada
biraz müzik dinleyeyim diye düşündü. radyoyu açtı,radyoda eksen de opeth’in black rose immortal şarkısı çalıyordu.
sesi biraz yükseltti, bu parçayı çok seviyordu. ona göre tam bir baş yapıttı,müziğin ahengine kapılmış headbank yaparken otobandakiyanlizdusakabin'i son anda fark etti. bunu buraya rahatsız bırakmıştır diye düşündü.
otobandan çıkarak patika yola girdi,bu yol sık ağaçların olduğu enfes manzarası olan bir yoldu.
iyi ki ormancı var yoksa buralarda tek bir ağaç bırakmazlardı dedi içinden.
nihayet sahile varmıştı.arabadan indi,ayakkabılarını eline aldı kumsalda yürürken uzakta bir çocuk gördü.
biraz yaklaştığında çocuğu tanıdı,
pikachuuuu! diye seslendi.
-ne yapıyorsun burada? dedi
-hiç dedi pikachuuuu sahile vuran deniz yıldızlarını tekrar denize atıyorum. gel yardım et bana hem sende tanışmış olursun onlarla.
ilk deniz yıldızı biraz küçüktü dikkatlice eline aldı.
- bunun adı yarasa teresa böyle küçük olduğuna bakma buralarda çok
popülerdir.
dedi, denize bıraktı.
bir sonraki de küçüktü.
-bunun adı da ruşendil-i beşer. bu denizlerin en çalışkanı. yıldız üniversitesini kazanacak bu sene.
biraz ilerde elinde sanki bir kılıç varmış gibi hareket eden yıldızı gördüler.
- bu dedi killerqueen korkarak eline aldı denize bıraktı.
sahil yıldızdan geçilmiyordu.
-şuna bak kim varmış burada.
dedi çocuk neşe ile.
-bu denizlerin filozofu meja yanında duran ve üzerinde şalvarı andıran desenleri olan ise köylü yazar.

güneş iyice yükselmişti ama sahilde kurtarılmayı bekleyen daha bir sürü deniz yıldızı vardı.
bir kaç tanesini görmemezlikten geldi onlar bu sahillerin trolleriydi. denize atılmasalar da olurdu.
bir diğerine koştu çocuk,
-bu var ya, i am melting lannn melting.
çok fazla yıldız vardı ve adam da çocuğa yardım etmeye karar verdi . ozgur1ey, bagermam clara öpülepsi ozgur ruhlu mahkum,su perisi adam sayesinde denizlerine kavuştular.
hava iyice kararmıştı. hadi gidelim dedi çocuk.yarın devam ederiz.
son bir tane daha dedi adam.
tam yıldızı denize atacaktı ki çocuğun seslenmesi ile irkildi.
-dikkat et ihtiyar! o elinde tuttuğun
docta ignorantia !!!
eşine ender rastlanan bir yıldız. bu denizlere ait değil muhtemelen ters akıntıya kapılarak vurmuş sahile.
devamını gör...
nicklerde hiç değişmiyor. sonra lobici deyince caz yapıyorsunuz.
devamını gör...
ön not: okumadan "benim adımı kimse kullanmamış" diyorsunuz. ayıp oluyor. o kadar dirsek çürütüyoruz burada. okuyunuz efendim.

***

mutfakta oturmuş hurmakebabı yerken, "albino kutup ayısının albino olduğunu nereden anlarım" diye düşünüyorum. gerçekte bir filozofolmayan ben, böyle sorular geldiğinde aklıma, bunların üzerinde günlerce düşünebilirim. tutankamonun lanetine uğramış gibi, düşüncelerimin lanetine uğrar, düşünmekten yorulurum. eğer kendi çabamla işin içinden çıkamazsam bir bilene danışmaktan da hiçbir zaman gocunmam.

bu sorunun cevabını daha sonra bulmaya karar verip televizyonu açıyorum. müzik kanalında jess glynne var. biraz dinledikten sonra athena çıkıyor, for real adlı şarkısıyla. iflah olmaz şekilde her gördüğü kelimeyi tersten okumaya meraklı biri olarak tersten okuyorum: laerrof... şarkı bitince kanalı değiştiriyorum.

bir başka kanalda armutköylükara kuru bir çocuğun bir şeyler anlattığı bir belgesel var. antiktahterevalli gibi bir şeyler duyuyorum laf arasında. kazı falan yapılmış oralarda. konu ilginç ama o modda değilim şu an. o kanalı da geçince sphynx cinsi kedilerle ilgili bir belgesele denk geliyorum bu kez. biraz izledikten sonra kalkıyorum yerimden. sabah saatlerinde bir şeylerle uğraşırken sinirlenip yere attığım dübelleri topluyorum yerden. kaldığım
yerden devam etmek içimden gelmiyor. "bukeyfimbudakahyası. şu an çalışmak istemiyoruz." diyorum yüksek sesle ve huzursuz bir şekilde çıkıyorum odadan. iorek byrnison gibi güç timsali değilim. bir karga kadar bile cesaretim yok birçok konuda. benden bahsederken "kafakız" derler. kafa kız... o kadar işte. gerisi yok. kendi kurallarımı koyabileceğim kendimeaitbiryer olsaydı belki de her şey farklı olurdu.

odaya geri girdiğimde televizyonda bir kadının bir şeyler anlattığını görüyorum. boş gözlerle alt yazıyı okuyorum: ayten aydil ve istemsizce tersten okuyorum yine; lidyanetya... televizyonu kapatıp sokağa çıkıyorum. dilimde tarkan'dan bir şarkı: yakalarsam muck muck!

ve sokağın kalabalığına karışıp kayboluyorum...
devamını gör...
"aykut, ruh çağıralım mı?"
"lan bırak! antinkuntin işlerle uğraştırma bizi..."
"lütfen yaa! deneyelim bir kez. çok merak ediyorum nasıl olduğunu."
"peki tamam harun, deneriz bu cuma akşamı."

haberi irem'e verdiklerinde irem gözleri kocaman olmuş bir şekilde: "nasıl? neden?" diye sordu.

"nedeni nasılı önemli değil. sen biraz araştır bakalım, neler gerekiyormuş."

cuma akşamı irem elinde bir ouija adlı ruh çağırma tahtası ile geldiğinde aykut ve harun internetten konuya dair bir şeyler okuyordu. bir sitede, scandinavian woman nickli birinin yazdıklarından oldukça etkilenmiş, hatta biraz da korkmuş gibiydiler. yine aynı sitedeki hypnos nickli kişi de deneyimi olmayan kişilerin bu işten uzak durması gerektiğini ısrarla söylüyordu. irem zaten bu işi yapmamak için bahane aradığından "vazgeçelim mi?" diye sordu hemen. aykut, gözü ouija'da "bence yapalım" dedi. "peki o zaman. ben fincan getireyim" diyen irem mutfağa doğru yöneldi.

aradan fazla zaman geçmemişti ki birden elektrikler kesildi. aykut ve harun şimdi daha çok gerilmişti. o sırada kapıdan beyaz bir yaratık, ışıklar içerisinde dalarak "ben ruhlar aleminden ferruh" dediğinde neredeyse kendilerini camdan atacaklardı.

birden beyaz örtünün altından elinde fenerle çıkan irem gülmeye başladı. "suratınızın hâlini görmeliydiniz" diyordu bir yandan da. harun koltuğun yastığını fırlatarak "böyle şaka mı olur be!" diye bağırdı. aykut da ona katılmış, verip veriştiriyordu. irem birden gülmeyi keserek "şakası bile sizi bu hâle getirdiyse, bu iş iptal" dedi. böylece kısa süren bu macera da sonlanmış oldu. bu işten vazgeçmek irem'in keyfini yerine getirmişti. evden çıkarken "pam pam pamela" şeklinde bir şarkı tutturmuştu, dudaklarında bir gülümsemeyle...
devamını gör...
soul reaver adlı oyunu oynadığı play station'ı kapatıp televizyonu açtığında, filmin tam da gullyabani sahnesine denk geldi. küçüklüğünden beri severdi bu filmi. tam o sırada reklamlar başlayınca sinirlenip televizyonu kapattı. hiç tahammülü yoktu reklam kuşaklarına. bir ara vpn kullanarak anonim68 nickiyle kanalların sitelerinde ağzına geleni saymış ama yine de hıncını alamamıştı. bir başka seferde de lodos86 nickiyle tüm şikâyet hatlarına ağız dolusu küfretmişti, bu konu yüzünden. bunları hatırlayınca yüzünü buruşturdu ve balkona attı kendisini. kumru sesini duyunca gülümsedi. birden bütün siniri yatışmıştı.

hayvanları ve doğayı çok seviyordu. bir seyyah olup kendini dağa taşa vurmanın, gulliver gibi hep seyahatlerle anılmanın hayalini kurmuştu çok kez. bu hayallerinden o kadar tutkulu bahsediyordu ki aile arasında adı çıkmıştı; aklı gidik diye sıfat uydurmuşlardı ona. "çok da umurumdaydı sanki ne düşündükleri" dedi farkında olmadan yüksek sesle. zaten hayatının her döneminde birileri bir lakap takardı ona, alışmıştı. üniversite yıllarında, tuanaa adlı o kıza bir türlü açılamadığı için "sevdiğini sevdiğine söyleyemeyen adam" diye takılırlardı ona. o günleri özlediğini fark etti.

askere gittiğindeyse, sürekli kullandığı o kalıp nedeniyle bu kez "haksızsam haksızsın diyin"e çıkmıştı adı.

o sırada arkadan ev arkadaşının "tolga?" diyen sesini duydu.dönüp baktığında arkadaşının giyinmiş olduğunu görüp bir anda kendine geldi. dışarıya çıkacaklardı ama tolga tamamen unutmuştu bunu. "aptal kafam!" diyerek koşar adım içeriye gitti, giyinmek üzere. telefonunu odasındaki portatif masaya bıraktığı sırada masa gıcırdayarak yan
yattı. "hayata katlanamayan portatif masa" dedi çok önemli bir keşif yapmış edasıyla.

arkadaşıyla çıktıklarında yolda yürürken arkadaşı büfeye doğru yönelince tolga bir kenarda onu beklemeye başladı. o sırada kendi gölgesine bakıyordu. fakat bir bulut gelip sanki kıskanıyormuş gibi gölgesini kapatıverdi birden. gülümseyerek "bu sefer bir lakap da ben takayım kendime: gölgelerin gücüne giden adam" dedi ve paganini'nin bir bestesini ıslıkla çalarak büfeye doğru yola koyuldu.
devamını gör...
(bkz: ctrl+f)
(bkz: amme hizmeti)
devamını gör...
ağır işsiz yazar davranışı.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"yazar nicklerinden cümle kurmak" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim