filtreli dertlere gark olmak
izlediğim en güzel türk filmlerinden biri olan ferhan şensoy üstadın yazıp mert baykal’ın yönettiği pardon filminde geçen bir sözdür.
bu filmi izledikten sonra dağarcığıma kattığım ve imkan oldukça kullandığım -takdir edersiniz ki her zaman böyle afili ifadeler kullanacak imkan olmuyor- bir kullanımdır.
sigara içenlerin en iyi bildiği şeylerden bir tanesi de sigaranın tüm o zararlarına rağmen vazgeçilmez olmasıdır. yemek sonrası keyif için yakılan sigaradan bahsetmiyorum. o tamamen konu dışı.
ben insanın kendini en kötü hissettiği zamanlar sarıldığı vefalı arkadaş olarak sigaradan bahsediyorum.
bazı dertler vardır ki onlar filtrelidir. yani o dertlerle baş edebilmek için paketin içinden nazikçe bir sigara çekmek, sigarayı önce parmaklarının arasında hissetmek, sonra büyük bir ihtimamla dudakların arasına yerleştirmek, tam yanacağı zamana kadar ucunu ateşlemek - ne daha az ne daha çok- sonra da ilk nefesi alıp uzaklara dalıp derin derin düşünmek gerekir.
daha sonra da o ilk dumanı içindeki derdi uzaklara gönderir gibi salmak icabet eder ciğerlerden.
umarım hiç kimse filtreli dertlere gark olmaz.
smoking kills everything inside. ıt may be good or evil depending on what you have deep in you.
bu filmi izledikten sonra dağarcığıma kattığım ve imkan oldukça kullandığım -takdir edersiniz ki her zaman böyle afili ifadeler kullanacak imkan olmuyor- bir kullanımdır.
sigara içenlerin en iyi bildiği şeylerden bir tanesi de sigaranın tüm o zararlarına rağmen vazgeçilmez olmasıdır. yemek sonrası keyif için yakılan sigaradan bahsetmiyorum. o tamamen konu dışı.
ben insanın kendini en kötü hissettiği zamanlar sarıldığı vefalı arkadaş olarak sigaradan bahsediyorum.
bazı dertler vardır ki onlar filtrelidir. yani o dertlerle baş edebilmek için paketin içinden nazikçe bir sigara çekmek, sigarayı önce parmaklarının arasında hissetmek, sonra büyük bir ihtimamla dudakların arasına yerleştirmek, tam yanacağı zamana kadar ucunu ateşlemek - ne daha az ne daha çok- sonra da ilk nefesi alıp uzaklara dalıp derin derin düşünmek gerekir.
daha sonra da o ilk dumanı içindeki derdi uzaklara gönderir gibi salmak icabet eder ciğerlerden.
umarım hiç kimse filtreli dertlere gark olmaz.
smoking kills everything inside. ıt may be good or evil depending on what you have deep in you.
devamını gör...
geceye acı ama gerçek bir cümle bırak
bizler kimliğini, hafızasını kaybetmiş ve bunun sonucu şu an başı kopmuş tavuklar gibi dolaşan bir toplumuz.
uyanmamız dileğiyle.
uyanmamız dileğiyle.
devamını gör...
şeytan
aklıma orhan pamuk' un benim adım kırmızı da ki - ben seytan- bölümü geldi..
okumayanlara.. hatırlamak isteyenler için..
[[alıntı]]
orhan pamuk'un benim adım kırmızı isimli kitabında geçen enfes bölüm.
--- alıntı ---
-ben şeytan-
zeytinyağında kızarmış kırmızı biberin kokusunu, şafak vakti durgun denize yağan yağmurları, açık pencerenin kenarında bir an bir kadının belirişini, sessizlikleri, düşünmeyi ve sabrı severim. kendime inanırım ve çoğu zaman benim hakkımda söylenenlere aldırmam. ama bu akşam, bu kahvehaneye nakkaş ve hattat kardeşlerimi bazı dedikodular, yalanlar, söyletiler yüzünden uyarmaya geldim.
elbette, ben söyledim diye tam tersine inanmaya hazır olduğunuzu biliyorum. ama benim söylediğimin tam tersinin her zaman doğru olmadığını sezecek kadar da akıllı ve kanmasanız da söylediğim her şeye ilgi duyacak kadar da hassassınız. kuran-ı kerim'de elli kere geçen adımın, en çok anılan adlardan biri olduğunu bilirsiniz.
peki, allah'ın kitabından, kuran-ı kerim'den başlayalım. orada hakkımda söylenenlerin hepsi doğrudur. bunu söylerken bir alçakgönüllülük ettiğim bilinsin isterim. çünkü bir de üslup meselesi var. kuran-ı kerim'in beni aşağılayışı bana hep acı verdi. bu acı benim hayat tarzımdır. bunu tartışmıyorum.
evet, biz meleklerin gözleri önünde allah insanı yarattı. sonra bizden ona secde etmemizi istedi. evet, araf suresinde yazıldığı gibi bütün melekler secde ederken ben itiraz ettim. adem'in çamurdan, benim ise, çok daha üstün bir madde olduğunu hepinizin bildiği ateşten yaratıldığımı hatırlattım. insana secde etmedim. allah da beni “mağrur” buldu.
“cennet'ten in,” dedi. orada büyüklük taslamak senin haddin değil.“
"kıyamete, ölüler dirilene kadar yaşamama izin ver,” dedim.
verdi. ben de, bütün bu sürede ona secde etmediğim için cezalandırılmama sebep olan adem'in soyunu, yoldan çıkaracağımı söyledim. o da, yoldan çıkardıklarımı cehenneme'e yollayacağını söyledi. bunları karşılıklı yapmaya devam ettiğimizi biliyorsunuz. bu konuda ekleyecek çok fazla bir şeyim yok.
bazıları, o sırada yüce allah ile aramızda bi anlaşma yapılmış olduğunu ileri sürdüler. bu mantığa göre, ben yüce allah'a kullarını sınamak için yardımcı oluyor, onların aklını çelmeye çalışıyordum. iyiler iyi karar verip yoldan çıkmıyor, kötüler nefislerine yenik düşüp günah işliyor, cehennem'i de boyluyorlardı. herkes cennet'e gidecekse kimse korkutulamayacağı, dünya ve devlet işleri yalnız iyilikle yürütülemeyeceği ve alemde iyilik kadar kötülük, sevap kadar günah da gerekli olduğu için yaptığım çok önemliydi. allah'ın düzeninin benim sayemde ve yüce allah'ın (niye kıyamete kadar yaşamam için bana süre vermişti?) izniyle gerçekleştiği halde, benim “kötü” olmam, hakkımın hiçbir zaman teslim edilmemesi benim gizli acımdı. benim hasabıma bu mantığı sonuna kadar götüren hallacı mansur, veya meşhur imam gazali'nin kardeşi ahmet gazzali gibiler, demek ki, allah'ın izni ve isteğiyle yapıldığına göre, aslına benim işlettiğim günahların da, allah'ın istediği şeyler olduğu, iyi ile kötü olmadığı, çünkü her şeyin allah'tan geldiğini, hatta benim de allah'ın bir parçası olduğumu yazıp söylemeye kadar vardırmışlardır işi.
bu akılsızların bazıları, haklı olarak, kitaplarıyla birlikte yakılıp öldürülmüşlerdir. çünkü, tabii ki, iyi ve kötü vardır, bu ikisi arasında bir sınır çizmek hepimizin işidir, ben -haşa- allah değilim ve bu saçmalıkları da bu akılsızların kafasına ben sokmadım, onlar kendileri düşündüler.
bu da beni ikinci itirazıma getiriyor: alemdeki bütün kötülüklerin, ve günahların kaynağı ben değilim. pek çok insan benim kışkırtmam, kandırmam, vesveselendirmem olmadan kendi hırsları, şehvetleri, iradesizlikleri, alçaklıkları ve çoğunlukla da aptallıkları yüzünden günah işliyorlar. bazı okumuş yazmış mutasavvıfların, beni bütün kötülüklerden arındırma gayretleri ne kadar saçmaysa, her kötülüğün benden çıktığını sanmak da kuran-ı kerim'e o kadar aykırı. müşterisini kazıklayıp çürük elmayı hileyle satan her manavı, yalan söyleyen her çocuğu, her dalkavukluk edeni, edepsiz hayaller gören her ihtiyarı, otuz bir çeken her oğlanı ben kandırmıyorum. hatta, yüce allah, bu son ikisinde beni anmalarına yol açacak bir kötülük bile bulamaz. elbette vahim günahlar işlensin diye çok uğraşıyorum, ama ağzı açık esneyenleri, hapşıranları, hatta osuranları da benim kandırdığımı yazıyor bazı hocalar. beni hiç anlamadıkları anlamına geliyor bunlar.
anlamasınlar, sen de onları daha kolay kandırırsın, diyebilirsiniz. doğru. ama benim de bir gururum olduğunu, zaten yüce allah ile aramı bunun açtığını hatırlatmam gerekir. her kılığa kolaylıkla girebildiğim, özellikle şehvet uyandıran güzel kadın olarak dini bütünlerin yoluna çıktığım on binlerce cilt kitapta kaç kere yazıldığı halde, buradaki nakkaş kardeşlerim beni niye hala yüzü et benleriyle kaplı, eciş bucüş, boynuzlu ve kuyruklu bir korkunç mahluk gibi çizdiklerini açıklayabilirler mi?
asıl konumuza böylece geldik: nakış. istanbul sokaklarını dolduran ve sizleri daha sonra üzmesin diye adını anmayacağım bir vaizin kışkırttığı bir kalabalık, makam ile ezan okumanın, tekkelere toplanıp kucak kucağa zikredip çalgı eşliğinde kendinden geçmenin allah'ın sözüne aykırı olduğunu söylüyormuş. bu vaizden ve kalabalığından korkan aramızdan bazı nakkaşlar, frenk usüllerince nakşetmenin benim işim olduğunu söylüyorlarmış, işittim. bana yüzlerce yılda sayısız iftira edildi. hiçbiri hakikatten bu kadar uzak değildi.
her şeyin başına dönelim. herkes havva'ya yasak meyveden yedirmeme takıldığı için bu başlangıcı unutuyor. hayır, başlangıç yüce allah'ın beni mağrur bulması da değildir. her şeyin başlangıcında o'nun bana ve diğer meleklerine insanı gösterip secde etmemizi istemesi ve öteki melekler insana secde ederken çok yerinde bir kararla,
-benim insana secde etmemem-
var. beni ateşten yarattıktan sonra, daha değersiz bir malzeme olan çamurdan yapılmış
-insana secde et-
demesi sizce yerinde mi? vicdanınızla söyleyin kardeşlerim? peki, biliyorum, burada hiçbir şeyin aramızda kalmayacağını, o'nun her şeyi işiteceğini ve birgün de sizden hesabını soracağını düşünüp korkuyorsunuz. o zaman size o vicdanı niye verdi diye sormuyorum, korkmakta haklısınız, diyorum ve bu sorumu ve ateş-çamur ayrıntısını unutuyorum. ama hiç unutmayacağım, evet gururla hatırlayacağım bir şey var:
-ben insana secde etmedim.-
oysa yeni frenk üstatları, şimdi tam bunu yapıyorlar. beylerin, papazların, zengin tüccarların ve hatta kadınların bile gözlerinin rengi, tenlerinin dokusunu, dudaklarının benzersiz kıvrımını, göğüslerinin arasındaki güzel gölgeye, alınlarındaki kırışıklara, parmaklarındaki yüzüklere, hatta kulaklarından fışkıran iğrenç kıllara kadar her şeyi olduğu gibi resmedip göstermekle yetinmiyorlar, sanki insan secde edilecek bir yaratıkmış gibi onları resimlerinin tam merkezine yerleştirip bu resimleri tapılacak put gibi duvarlara asıyorlar. insan, gölgesi bile bütün ayrıntısıyla resmedilecek kadar önemli bir mahluk mudur? bir sokaktaki evler insanın gözünün yanlışlıkla gördüğü gibi gitgide küçülüyormuş gibi resmedilirse alemin merkezine allah değil, insan yerleştirilmiş olmaz mı? bunları her şeye muktedir yüce allah daha iyi bilir. ama, insana secde etmeyi reddetmiş, bu yüzden ne acılar, ne yalnızlıklar çekmiş, bu yüzden allah'ın gözünden düşmüş, küfürler edilmiş olan benim, bu resimlerin fikrini verdiğimi ileri sürmenin ne kadar saçma olduğu anlaşılmıştır sanıyorum. bazı mollaların yazdığı, bazı vaizlerin söylediği gibi, bütün çocukların benim yüzümden otuz bir çektiğine, herkesi benim osurttuğuma inanmak bile daha mantıklıdır.
bu konuda son bir şey daha söylemek istiyorum, ama sözüm kafası kendine gösterme hevesleri, şehvet ve para düşkünlüğü ve abuk sabuk tutkuları yüzünden her zaman bulanık olan insanlara değil! sınırsız aklıyla beni yüce allah anlar ancak: meleklerini insana secde ettirerek onlara mağrur olmayı sen öğretmedin mi? şimdi de senin meleklerinden öğrendikleri şeyleri kendileri yapıyor, kendi kendilerine secde edip kendilerini alemin merkezine yerleştiriyorlar. herkes, senin en sadık kulların bile, frenk üstatlarının tarzında resmedilmek istiyor. bu kendine hayranlığın sonucu, yakında seni unutmaları olacak, bunu kendimi bilir gibi biliyorum. üstelik, seni unutmalarının bütün suçunu yine bana atacaklar.
bütün bunlara sanıldığı kadar aldırmadığımı nasıl anlatabilirim size? tabii ki yüzlerce yıldır acımasızca, taşlanmama, küfürlere, lanetlere, beddualara rağmen sağ salim ayakta durduğumu göstererek. kıyamete kadar yaşam iznimi bana ulu allah'ın verdiğini, bana olur olmaz küfür eden öfkeli ve yüzeysel düşmanlarım hatırlasalar hepimizin işi kolaylaşırdı. onların ise, allah'tan alabildikleri ömür altmış yetmiş yılı ancak geçer. bari kahve içerek bunu uzatmaya çalışın, desem, aman şeytan böyle istiyorsa tam tersini yapayım diye bazılarının hiç kahve içmeyeceğini ya da baş aşağı dikilip kıçına kahve döktürmeye çalışacağını da biliyorum.
gülmeyin. düşüncelerin içeriği değil, biçimi önemlidir. nakkaşın ne resmettiği değil, üslubu. ama bunların da hiç belli olmaması gerekir. son olarak bir aşk hikayesi anlatacaktım, geç olmuş. beni bu gece seslendiren üstat meddah, yarın değil, öbür gün, çarşamba gecesi duvara bir kadın resmi astığında bu aşk hikayesini tatlı diliyle seslendirmeye söz verdi.
--- alıntı ---
okumayanlara.. hatırlamak isteyenler için..
[[alıntı]]
orhan pamuk'un benim adım kırmızı isimli kitabında geçen enfes bölüm.
--- alıntı ---
-ben şeytan-
zeytinyağında kızarmış kırmızı biberin kokusunu, şafak vakti durgun denize yağan yağmurları, açık pencerenin kenarında bir an bir kadının belirişini, sessizlikleri, düşünmeyi ve sabrı severim. kendime inanırım ve çoğu zaman benim hakkımda söylenenlere aldırmam. ama bu akşam, bu kahvehaneye nakkaş ve hattat kardeşlerimi bazı dedikodular, yalanlar, söyletiler yüzünden uyarmaya geldim.
elbette, ben söyledim diye tam tersine inanmaya hazır olduğunuzu biliyorum. ama benim söylediğimin tam tersinin her zaman doğru olmadığını sezecek kadar da akıllı ve kanmasanız da söylediğim her şeye ilgi duyacak kadar da hassassınız. kuran-ı kerim'de elli kere geçen adımın, en çok anılan adlardan biri olduğunu bilirsiniz.
peki, allah'ın kitabından, kuran-ı kerim'den başlayalım. orada hakkımda söylenenlerin hepsi doğrudur. bunu söylerken bir alçakgönüllülük ettiğim bilinsin isterim. çünkü bir de üslup meselesi var. kuran-ı kerim'in beni aşağılayışı bana hep acı verdi. bu acı benim hayat tarzımdır. bunu tartışmıyorum.
evet, biz meleklerin gözleri önünde allah insanı yarattı. sonra bizden ona secde etmemizi istedi. evet, araf suresinde yazıldığı gibi bütün melekler secde ederken ben itiraz ettim. adem'in çamurdan, benim ise, çok daha üstün bir madde olduğunu hepinizin bildiği ateşten yaratıldığımı hatırlattım. insana secde etmedim. allah da beni “mağrur” buldu.
“cennet'ten in,” dedi. orada büyüklük taslamak senin haddin değil.“
"kıyamete, ölüler dirilene kadar yaşamama izin ver,” dedim.
verdi. ben de, bütün bu sürede ona secde etmediğim için cezalandırılmama sebep olan adem'in soyunu, yoldan çıkaracağımı söyledim. o da, yoldan çıkardıklarımı cehenneme'e yollayacağını söyledi. bunları karşılıklı yapmaya devam ettiğimizi biliyorsunuz. bu konuda ekleyecek çok fazla bir şeyim yok.
bazıları, o sırada yüce allah ile aramızda bi anlaşma yapılmış olduğunu ileri sürdüler. bu mantığa göre, ben yüce allah'a kullarını sınamak için yardımcı oluyor, onların aklını çelmeye çalışıyordum. iyiler iyi karar verip yoldan çıkmıyor, kötüler nefislerine yenik düşüp günah işliyor, cehennem'i de boyluyorlardı. herkes cennet'e gidecekse kimse korkutulamayacağı, dünya ve devlet işleri yalnız iyilikle yürütülemeyeceği ve alemde iyilik kadar kötülük, sevap kadar günah da gerekli olduğu için yaptığım çok önemliydi. allah'ın düzeninin benim sayemde ve yüce allah'ın (niye kıyamete kadar yaşamam için bana süre vermişti?) izniyle gerçekleştiği halde, benim “kötü” olmam, hakkımın hiçbir zaman teslim edilmemesi benim gizli acımdı. benim hasabıma bu mantığı sonuna kadar götüren hallacı mansur, veya meşhur imam gazali'nin kardeşi ahmet gazzali gibiler, demek ki, allah'ın izni ve isteğiyle yapıldığına göre, aslına benim işlettiğim günahların da, allah'ın istediği şeyler olduğu, iyi ile kötü olmadığı, çünkü her şeyin allah'tan geldiğini, hatta benim de allah'ın bir parçası olduğumu yazıp söylemeye kadar vardırmışlardır işi.
bu akılsızların bazıları, haklı olarak, kitaplarıyla birlikte yakılıp öldürülmüşlerdir. çünkü, tabii ki, iyi ve kötü vardır, bu ikisi arasında bir sınır çizmek hepimizin işidir, ben -haşa- allah değilim ve bu saçmalıkları da bu akılsızların kafasına ben sokmadım, onlar kendileri düşündüler.
bu da beni ikinci itirazıma getiriyor: alemdeki bütün kötülüklerin, ve günahların kaynağı ben değilim. pek çok insan benim kışkırtmam, kandırmam, vesveselendirmem olmadan kendi hırsları, şehvetleri, iradesizlikleri, alçaklıkları ve çoğunlukla da aptallıkları yüzünden günah işliyorlar. bazı okumuş yazmış mutasavvıfların, beni bütün kötülüklerden arındırma gayretleri ne kadar saçmaysa, her kötülüğün benden çıktığını sanmak da kuran-ı kerim'e o kadar aykırı. müşterisini kazıklayıp çürük elmayı hileyle satan her manavı, yalan söyleyen her çocuğu, her dalkavukluk edeni, edepsiz hayaller gören her ihtiyarı, otuz bir çeken her oğlanı ben kandırmıyorum. hatta, yüce allah, bu son ikisinde beni anmalarına yol açacak bir kötülük bile bulamaz. elbette vahim günahlar işlensin diye çok uğraşıyorum, ama ağzı açık esneyenleri, hapşıranları, hatta osuranları da benim kandırdığımı yazıyor bazı hocalar. beni hiç anlamadıkları anlamına geliyor bunlar.
anlamasınlar, sen de onları daha kolay kandırırsın, diyebilirsiniz. doğru. ama benim de bir gururum olduğunu, zaten yüce allah ile aramı bunun açtığını hatırlatmam gerekir. her kılığa kolaylıkla girebildiğim, özellikle şehvet uyandıran güzel kadın olarak dini bütünlerin yoluna çıktığım on binlerce cilt kitapta kaç kere yazıldığı halde, buradaki nakkaş kardeşlerim beni niye hala yüzü et benleriyle kaplı, eciş bucüş, boynuzlu ve kuyruklu bir korkunç mahluk gibi çizdiklerini açıklayabilirler mi?
asıl konumuza böylece geldik: nakış. istanbul sokaklarını dolduran ve sizleri daha sonra üzmesin diye adını anmayacağım bir vaizin kışkırttığı bir kalabalık, makam ile ezan okumanın, tekkelere toplanıp kucak kucağa zikredip çalgı eşliğinde kendinden geçmenin allah'ın sözüne aykırı olduğunu söylüyormuş. bu vaizden ve kalabalığından korkan aramızdan bazı nakkaşlar, frenk usüllerince nakşetmenin benim işim olduğunu söylüyorlarmış, işittim. bana yüzlerce yılda sayısız iftira edildi. hiçbiri hakikatten bu kadar uzak değildi.
her şeyin başına dönelim. herkes havva'ya yasak meyveden yedirmeme takıldığı için bu başlangıcı unutuyor. hayır, başlangıç yüce allah'ın beni mağrur bulması da değildir. her şeyin başlangıcında o'nun bana ve diğer meleklerine insanı gösterip secde etmemizi istemesi ve öteki melekler insana secde ederken çok yerinde bir kararla,
-benim insana secde etmemem-
var. beni ateşten yarattıktan sonra, daha değersiz bir malzeme olan çamurdan yapılmış
-insana secde et-
demesi sizce yerinde mi? vicdanınızla söyleyin kardeşlerim? peki, biliyorum, burada hiçbir şeyin aramızda kalmayacağını, o'nun her şeyi işiteceğini ve birgün de sizden hesabını soracağını düşünüp korkuyorsunuz. o zaman size o vicdanı niye verdi diye sormuyorum, korkmakta haklısınız, diyorum ve bu sorumu ve ateş-çamur ayrıntısını unutuyorum. ama hiç unutmayacağım, evet gururla hatırlayacağım bir şey var:
-ben insana secde etmedim.-
oysa yeni frenk üstatları, şimdi tam bunu yapıyorlar. beylerin, papazların, zengin tüccarların ve hatta kadınların bile gözlerinin rengi, tenlerinin dokusunu, dudaklarının benzersiz kıvrımını, göğüslerinin arasındaki güzel gölgeye, alınlarındaki kırışıklara, parmaklarındaki yüzüklere, hatta kulaklarından fışkıran iğrenç kıllara kadar her şeyi olduğu gibi resmedip göstermekle yetinmiyorlar, sanki insan secde edilecek bir yaratıkmış gibi onları resimlerinin tam merkezine yerleştirip bu resimleri tapılacak put gibi duvarlara asıyorlar. insan, gölgesi bile bütün ayrıntısıyla resmedilecek kadar önemli bir mahluk mudur? bir sokaktaki evler insanın gözünün yanlışlıkla gördüğü gibi gitgide küçülüyormuş gibi resmedilirse alemin merkezine allah değil, insan yerleştirilmiş olmaz mı? bunları her şeye muktedir yüce allah daha iyi bilir. ama, insana secde etmeyi reddetmiş, bu yüzden ne acılar, ne yalnızlıklar çekmiş, bu yüzden allah'ın gözünden düşmüş, küfürler edilmiş olan benim, bu resimlerin fikrini verdiğimi ileri sürmenin ne kadar saçma olduğu anlaşılmıştır sanıyorum. bazı mollaların yazdığı, bazı vaizlerin söylediği gibi, bütün çocukların benim yüzümden otuz bir çektiğine, herkesi benim osurttuğuma inanmak bile daha mantıklıdır.
bu konuda son bir şey daha söylemek istiyorum, ama sözüm kafası kendine gösterme hevesleri, şehvet ve para düşkünlüğü ve abuk sabuk tutkuları yüzünden her zaman bulanık olan insanlara değil! sınırsız aklıyla beni yüce allah anlar ancak: meleklerini insana secde ettirerek onlara mağrur olmayı sen öğretmedin mi? şimdi de senin meleklerinden öğrendikleri şeyleri kendileri yapıyor, kendi kendilerine secde edip kendilerini alemin merkezine yerleştiriyorlar. herkes, senin en sadık kulların bile, frenk üstatlarının tarzında resmedilmek istiyor. bu kendine hayranlığın sonucu, yakında seni unutmaları olacak, bunu kendimi bilir gibi biliyorum. üstelik, seni unutmalarının bütün suçunu yine bana atacaklar.
bütün bunlara sanıldığı kadar aldırmadığımı nasıl anlatabilirim size? tabii ki yüzlerce yıldır acımasızca, taşlanmama, küfürlere, lanetlere, beddualara rağmen sağ salim ayakta durduğumu göstererek. kıyamete kadar yaşam iznimi bana ulu allah'ın verdiğini, bana olur olmaz küfür eden öfkeli ve yüzeysel düşmanlarım hatırlasalar hepimizin işi kolaylaşırdı. onların ise, allah'tan alabildikleri ömür altmış yetmiş yılı ancak geçer. bari kahve içerek bunu uzatmaya çalışın, desem, aman şeytan böyle istiyorsa tam tersini yapayım diye bazılarının hiç kahve içmeyeceğini ya da baş aşağı dikilip kıçına kahve döktürmeye çalışacağını da biliyorum.
gülmeyin. düşüncelerin içeriği değil, biçimi önemlidir. nakkaşın ne resmettiği değil, üslubu. ama bunların da hiç belli olmaması gerekir. son olarak bir aşk hikayesi anlatacaktım, geç olmuş. beni bu gece seslendiren üstat meddah, yarın değil, öbür gün, çarşamba gecesi duvara bir kadın resmi astığında bu aşk hikayesini tatlı diliyle seslendirmeye söz verdi.
--- alıntı ---
devamını gör...
ucemak
tanımlarını ilgi ve beğeniyle takip ettiğim sözlüğe nefes veren yazarlardan birisidir. türkçe'yi güzel kullanması ayrıca övgüyü hak ediyor. nickaltımı açarak bana sözlükte yapılabilecek en büyük jestlerden birini yapmıştır.
devamını gör...
annelerin garip huyları
hem cok baskici hemde cok rahat olmasi. bazi konularda babam bile daha anlayışlıyken annemin boyle olmamasi. ruh halinin bazen bi oyle bi boyle olmasi. ve benim bu tutarsizliklar karşısında napicagimi bilememem. neden yani neden diye sorguladigim durum ayni zamanda da..
devamını gör...
kütüphane
vizontele tuuba da çok güldüğüm bir repliği aklıma getirdi.
tarık akan'ın "ben şehrin yeni kütüphane müdürüyüm" sözü üzerine belediye başkanı "ne güzel, bir de kütüphanemiz olsaydı çok güzel olacaktı" der. tarık akan "yok mu?" diye sorunca deli emin:
- daha ilk defa bir cümlede adı geçiyor der.
yazarken yine güldüm.
tarık akan'ın "ben şehrin yeni kütüphane müdürüyüm" sözü üzerine belediye başkanı "ne güzel, bir de kütüphanemiz olsaydı çok güzel olacaktı" der. tarık akan "yok mu?" diye sorunca deli emin:
- daha ilk defa bir cümlede adı geçiyor der.
yazarken yine güldüm.
devamını gör...
geceye ilginç bir bilgi bırak
yalnızca tavşanlar ve papağanlar, kafalarını çevirmeden arkalarını görebilirler.
devamını gör...
m.cricoarytenoideus lateralis
mizmar aralığı'nı daraltarak sesin çıkmasını sağlayan kastır.
devamını gör...
normal sözlük bağımlılığı
maalesef bende de olan durumm. sınava 2 ay kalmış ben saatlerdir sözlükteyim yine.* kafa iznine çıkayım diyorum 2 gün sonra şıp yine sözlükteyim.* moderatörrllerrrrr hesabımı 2 ay boyunca kilitleyebilir misiniz acaba???*
devamını gör...
hiçbir şey bitişik yazılmaz her şey ayrı yazılır
vaktiyle bizim türkçe öğretmenimiz derdi ki;
şey öyle bir şeydir ki hiçbir şeyle birleşmez.
*
şey öyle bir şeydir ki hiçbir şeyle birleşmez.
*
devamını gör...
sigara içmeyen insan
11 buçuk aydır benim bu, birinci yılı dolduracağım iki hafta sonra. hayatımda aldığım en doğru karar. zaten nadiren doğru kararlar alırım...
devamını gör...
sözlük yazarlarının uzuvlarını görmekten gına gelmesi
yönetim bunu bilerek engellemez.
gündemde açılan bir konuya girilen entry sayısına bakın,
bir de yazarların çocukluk fotolarına girilen entry sayısına bakın.
arada dağlar kadar fark mevcut, bu tarz formatlar ne kadar çok entry girilirse büyümekte.
kısaca ne kadar çok etkileşim ona doğru orantılı olarak büyümeden söz konusu diyebiliriz.
sana sonuna kadar hak veriyorum, ekşi sözlük gibi olmak istiyorsa bu format, yönetimin açılan başlıkları, girilen entryleri içinin doluluğuna göre biraz daha denetim altına almalı.
yok sevgili başlığı,
yok yazarların gözü başlığı,
yok yazarların saçı başlığı,
tamamen bir saçmalık ve ilginçtir ki bir çok insan ilgiye muhtaç olduğunu görüyorum ve üzülüyorum onların adına.
daha önceleri burası böyle değildi, daha gündemde olan konular takip edilirdi, tartışılırdı vs. sanırım sözlüğe üye olanların yaş skalasından kaynaklı bir değişim var.
yönetimin bu tarz başlıklar hakkında neler yapacağı konusunda tamamen uzaktan sessiz sedasız izliyorum.
gündemde açılan bir konuya girilen entry sayısına bakın,
bir de yazarların çocukluk fotolarına girilen entry sayısına bakın.
arada dağlar kadar fark mevcut, bu tarz formatlar ne kadar çok entry girilirse büyümekte.
kısaca ne kadar çok etkileşim ona doğru orantılı olarak büyümeden söz konusu diyebiliriz.
sana sonuna kadar hak veriyorum, ekşi sözlük gibi olmak istiyorsa bu format, yönetimin açılan başlıkları, girilen entryleri içinin doluluğuna göre biraz daha denetim altına almalı.
yok sevgili başlığı,
yok yazarların gözü başlığı,
yok yazarların saçı başlığı,
tamamen bir saçmalık ve ilginçtir ki bir çok insan ilgiye muhtaç olduğunu görüyorum ve üzülüyorum onların adına.
daha önceleri burası böyle değildi, daha gündemde olan konular takip edilirdi, tartışılırdı vs. sanırım sözlüğe üye olanların yaş skalasından kaynaklı bir değişim var.
yönetimin bu tarz başlıklar hakkında neler yapacağı konusunda tamamen uzaktan sessiz sedasız izliyorum.
devamını gör...
yazarlar karma puanlarıyla ne yapacak sorunsalı
gece sarilip uyuyacagim. malum havalar sogudu.
devamını gör...
united colors of benetton
trabzon'un en lüks caddesinde kocaman bir mağazası vardı. yanında da tifany&tomato vardı. benetton'a bakar bakar, tifany&tomato'dan kombin yapar çıkardık. çok pahalı idi. sene 90ların ortası. şimdi hiç ilgimi çekmiyor. o kadar çok marka var ki.
devamını gör...
koca yaşlı şişko dünya
çok sevdiğim bir adamlar şarkısıdır. modunuz mu düşük, hayata mı kızdınız, motive mi lazım bir tık parmağınızın ucunda olan şarkı.
kiminin babası padişah, sorunu çözer
kiminin babası fotoğraftan gülümser
kimi gider uzaya öbürü bir odada
müebbet komada
her sabah yeni bir filme başladım
farklı sonlar istesem de hep aynı finalle bitti
sonra birden dank etti, dünyayı anladım
aldım onu karşıma anlatmaya başladım
koca yaşlı şişko dünya
koca yaşlı şişko dünya
kiminin babası padişah, sorunu çözer
kiminin babası fotoğraftan gülümser
kimi gider uzaya öbürü bir odada
müebbet komada
her sabah yeni bir filme başladım
farklı sonlar istesem de hep aynı finalle bitti
sonra birden dank etti, dünyayı anladım
aldım onu karşıma anlatmaya başladım
koca yaşlı şişko dünya
koca yaşlı şişko dünya
devamını gör...
nar ekşisi
tavuklu salatamı güzelleştiren, ekşi gibi olan ama pek ekşi de olmayan muhteşem sos. iyi ki varsın nar ekşisi, iyi ki hayatımdasın. sen olmasan tavuklu salatalarım yavan ve anlamsız kalırdı...
devamını gör...



