bugün doğum günü olan yazarımızdır. kendisiyle kısa bir konuşma sonrası kaliteli ve iyi biri olduğunu düşündüğüm kişidir. doğum gününü ilk kutlayan kişi oldum bu arada. yeni yaşında tüm dileklerinin gerçekleşmesini dilerim. ayrıca doğum günü kimse tarafından hatırlanmamış ama yıkılmamış bir yazarımızdır. yıkılmadı ayakta. yola devam.
devamını gör...

şiirlerinde ülkesinin acılarından, isyan ruhundan ve ülkesindeki insanların bitmeyen umudundan beslenen guatemala asıllı aktivist şair otto rené castillo'nun kaleminden dökülen şiir. şiirin yazıldığı orijinal dilinde* ismi ıntelectuales apolíticos ve castillo'nun yine meşhur bir şirinden ismini almış olan vámonos patria a caminar şiir derlemesinde bulunuyor. tam ismi vámonos patria a caminar, yo te acompaño olan eser şair ölmeden iki yıl önce 1965 yılında basılmıştır. dilimize tarafsız aydınlar olarak ülkü tamer tarafından çevrilen şiir ismi dahil oldukça iyi bir çeviriye sahip.

ülkü tamer çevirisi ile:


1
tarafsız aydınları
yurdumun
sorguya çekilecek
günün birinde
en basit insanları
tarafından
halkımızın.


un día,
los intelectuales
apolíticos
de mi país
serán interrogados
por el hombre
sencillo
de nuestro pueblo.


soracaklar onlara
ne yaptılar diye
ağır ağır ölürken
ulusları,
tatlı bir ateş gibi
ufacık, bir başına.


se les preguntará
sobre lo que hicieron
cuando
la patria se apagaba
lentamente,
como una hoguera dulce,
pequeña y sola.


kimse sormayacak onlara
giysilerini,
uzun öğle uykularını
yemek sonrasında,
bilmek istemeyecek kimse
anlamsız uğraşlarını,
hiçlik konusunda görüşlerini,
nasıl para kazandıklarını
felsefe yaparak.
sorguya çekilmeyecekler
yunan mitolojisi konusunda,
nasıl iğrendikleri konusunda
kendi kendilerinden,
korkuyla ölürken içlerinde bir şeyler.


no serán interrogados
sobre sus trajes,
ni sobre sus largas
siestas
después de la merienda,
tampoco sobre sus estériles
combates con la nada,
ni sobre su ontológica
manera
de llegar a las monedas.
no se les interrogará
sobre la mitología griega,
ni sobre el asco
que sintieron de sí,
cuando alguien, en su fondo,
se disponía a morir cobardemente.


sormayacaklar
nasıl vardıklarını
doğrulara
yalanın gölgesinde.


nada se les preguntará
sobre sus justificaciones
absurdas,
crecidas a la sombra
de una mentira rotunda.




2
o gün
basit insanlar,
tarafsız aydınların
kitaplarında, şiirlerinde
yer almayanlar,
her gün ekmek getirenler onlara,
süt getirenler,
çörek ve yumurta getirenler,
giysilerini dikenler,
arabalarını sürenler,
köpeklerine, bahçelerine bakanlar,
onlar için çalışanlar,
gelip soracaklar:
"ne yaptınız
acı çekerken yoksullar
içlerindeki sevgi
ve yaşam sönüp giderken?"


ese día vendrán
los hombres sencillos.
los que nunca cupieron
en los libros y versos
de los intelectuales apolíticos,
pero que llegaban todos los días
a dejarles la leche y el pan,
los huevos y las tortillas,
los que les cosían la ropa,
los que le manejaban los carros,
les cuidaban sus perros y jardines,
y trabajaban para ellos,
y preguntarán,
“¿qué hicisteis cuando los pobres
sufrían, y se quemaba en ellos,
gravemente, la ternura y la vida?”



3
tarafsız aydınları
güzel yurdumun,
cevap veremeyeceksiniz.


ıntelectuales apolíticos
de mi dulce país,
no podréis responder nada.


yiyip bitirecek sizi
bir sessizlik kuzgunu.
yüreğinizi kemirecek
zavallılığınız.
susup kalacaksınız
kendi utancınızla.


os devorará un buitre de silencio
las entrañas.
os roerá el alma
vuestra propia miseria.
y callaréis,
avergonzados de vosotros.


devamını gör...

'bu dünyanın direği yok
merhameti yüreği yok
kılavuzun gereği yok
yolun sonu görünüyor.'
devamını gör...

haftasonları da alarmı kuruyorum sonra kapatıp oohhhh tatil diye uyuyorum
devamını gör...

bu hafta da orda olacağız.
devamını gör...

v ile başlayan hayvana vampir yazdılar.*
devamını gör...

ölü ozanlar derneği.
devamını gör...

"bazen diyorum ki eğer beni tanıyorlarsa şu an üzgün olduğumu ben söylemeden anlamaları gerekir. anlamıyorsunuz deyince anlatmıyorsun ki bilelim diyorlar anlatsan boşver geçer deyip kendi dertlerini anlatıyorlar. üzgün olduğunu belli etsen de ilgi görmek içinmiş gibi oluyor. desenize yine çıktı mı kapılar yalnızlığa..."
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

tam istediğim tarz program. beklemedeyim efenim.
devamını gör...

sadece sinir krizi yaşasa iyi, eleştiri yapcam diye anlatılanı anlamak zahmetine girmeyip bir de etiketleme yapan versiyonları mevcut. bu tiplere kızmak yerine karşılarına geçip nasıl kudurduklarını, ne derece seviyesizleştiklerini, nasıl insan olunmazın muhteşem örneğini nasıl da muazzam sergilediklerini izlemek hoşuma gidiyor doğrusu. 'kudurun köpekleeer!' diye kahkahalar atmak da ayrı keyifli, tavsiye olunur.
devamını gör...

(bkz: merak etmeyin yoldaş sizi bulur)

tır şoförü/kamyon şoförü bir yazarımız yok mu şimdi bembeyaz font üzerine tupturuncu renklerle bunu yazdıracak?
devamını gör...

aklıma gdo karakedi filmindeki komşu kızı kardeştir ile başlayan absürd espriyi getiren olay.
devamını gör...

kardeşlik gerektiğinde kardeşini sırtında taşımaktır. maimana - faryab, 2007.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

depresyon hırkası olmasına rağmen huzur veren bir tarafı vardır. ayrıca hırka seven arkadaşlara melamet hırkasını da öneririm.
devamını gör...

su cagatay ulusoy, cok gercek adam. her seyi yapabiliyor. her rolde farklı bir hayatı canlandırmıyor adeta barındırıyor gibi.
hepimizin bildiği ,gormek istemediği ,olmaktan korktuğu ,kücükleri korkutmak icin nadiren ağzına aldığı hayatları konu alan bu film belki biraz klise, cok umulmadık değil ama cok unutuldukları gozler onune sermis. benim icin olay film değil. olay gercekten boyle seyleri her gün yasayan, sokakta gercekten buna benzer hayatların varlığını hatırlamak,hatırlatmak. bu insanlara uzulup bu insanlara aglamak. belki bir oyunculuk da olsa birebir gorunce insanın kendi duygusunda bogulması kacınılmaz oluyor. allah kimseyi cekemeyeceği dertle sınamasın.
devamını gör...

renksiz dünyaları barındıran evrenlerim var benim,
hayattan tat alamayanların sığındığı.
umudu unutmuş insanlarım var benim,
yaşamdan kopanların yer aldığı.

soğuk metalden yapılma duvarlarım var benim,
çarpanların bin parçaya ayrıldığı.
ardı arkası kesilmez yokuşlarım var benim,
tırmanmaya çalışanların dizlerini kanattığı.

birkaç gerçeğe kurban gitmiş hayallerim var benim,
sönmeye yüz tutan dileklerin olduğu.
başlangıçları öldüren sonlarım var benim,
yola çıkışların tekrardan başladığı.

berserk_gloria
devamını gör...

nazım usta'nın piraye hanımefendi'ye yine içine bolca solculuk ve dava sosları ekleyerek, hapishanede yazdığı şiirleri. 5 ekim benim favorim, herkesin bir popisi var. ha unutmadan, başlık bir bengaripsengüzeldünyaumutlu uktesi.*


ne güzel şey hatırlamak seni :
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...

ne güzel şey hatırlamak seni :
bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
ve saçlarında
vakur yumuşaklığı canımın içi istanbul toprağının...
içimde ikinci bir insan gibidir
seni sevmek saadeti...
parmakların ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının,
güneşli bir rahatlık
ve etin daveti :
kıpkızıl çizgilerle bölünmüş
sıcak
koyu bir karanlık...

ne güzel şey hatırlamak seni,
yazmak sana dair,
hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek :
filânca gün, falanca yerde söylediğin söz,
kendisi değil
edasındaki dünya...

ne güzel şey hatırlamak seni.
sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine :
bir çekmece
bir yüzük,
ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.
ve hemen
fırlayarak yerimden
penceremde demirlere yapışarak
hürriyetin sütbeyaz maviliğine
sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım...

ne güzel şey hatırlamak seni :
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...

20 eylül 1945
bu geç vakit
bu sonbahar gecesinde
kelimelerinle doluyum;
zaman gibi, madde gibi ebedî,
göz gibi çıplak,
el gibi ağır
ve yıldızlar gibi pırıl pırıl
kelimeler.
kelimelerin geldiler bana,
yüreğinden, kafandan, etindendiler.
kelimelerin getirdiler seni,
onlar : ana,
onlar : kadın
ve yoldaş olan...
mahzundular, acıydılar, sevinçli, umutlu, kahramandılar,
kelimelerin insandılar...

21 eylül 1945
oğlumuz hasta,
babası hapiste,
senin yorgun ellerinde ağır başın,
dünyanın hali gibi halimiz...

insanlar, daha güzel günlere insanları taşır,
oğlumuz iyileşir,
babası çıkar hapisten,
güler senin altın gözlerinin içi,
dünyanın hali gibi halimiz...

22 eylül 1945
kitap okurum :
içinde sen varsın,
şarkı dinlerim :
içinde sen.
oturdum ekmeğimi yerim :
karşımda sen oturursun,
çalışırım :
karşımda sen.
sen ki, her yerde «hâzırı nâzır»ımsın,
konuşamayız seninle,
duyamayız sesini birbirimizin :
sen benim sekiz yıldır dul karımsın...

23 eylül 1945
o şimdi ne yapıyor
şu anda şimdi, şimdi?
evde mi, sokakta mı,
çalışıyor mu, uzanmış mı, ayakta mı?
kolunu kaldırmış olabilir,
— hey gülüm,
beyaz, kalın bileğini nasıl da çırçıplak eder bu hareketi!...—

o şimdi ne yapıyor,
şu anda, şimdi, şimdi?
belki dizinde bir kedi yavrusu var,
okşuyor.
belki de yürüyordur, adımını atmak üzredir,
— her kara günümde onu bana tıpış tıpış getiren
sevgili, canımın içi ayaklar!...—
ve ne düşünüyor
beni mi?
yoksa
ne bileyim
fasulyanın neden bir türlü pişmediğini mi?
yahut, insanların çoğunun
neden böyle bedbaht olduğunu mu?

o şimdi ne düşünüyor,
şu anda, şimdi, şimdi?...

24 eylül 1945
en güzel deniz :
henüz gidilmemiş olanıdır.
en güzel çocuk :
henüz büyümedi.
en güzel günlerimiz :
henüz yaşamadıklarımız.
ve sana söylemek istediğim en güzel söz :
henüz söylememiş olduğum sözdür...

25 eylül 1945
saat 21.
meydan yerinde kampana vurdu,
nerdeyse koğuşların kapıları kapanır.
bu sefer hapislik uzun sürdü biraz :
8 yıl...
yaşamak : ümitli bir iştir, sevgilim,
yaşamak :
seni sevmek gibi ciddî bir iştir...

26 eylül 1945
bizi esir ettiler,
bizi hapse attılar :
beni duvarların içinde,
seni duvarların dışında.

ufak iş bizimkisi.
asıl en kötüsü :
bilerek, bilmeyerek
hapisaneyi insanın kendi içinde taşıması...
insanların birçoğu bu hale düşürülmüş,
namuslu, çalışkan, iyi insanlar
ve seni sevdiğim kadar sevilmeye lâyık...

30 eylül 1945
seni düşünmek güzel şey
ümitli şey
dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey.
fakat artık ümit yetmiyor bana,
ben artık şarkı dinlemek değil
şarkı söylemek istiyorum...

1 ekim 1945
dağın üstünde :
akşam güneşiyle yüklü olan bir bulut var dağın üstünde.
bugün de :
sensiz, yani yarı yarıya dünyasız geçti bugün de.
birazdan açar
kırmızı kırmızı :
gecesefaları birazdan açar kırmızı kırmızı.
taşır havamızda sessiz, cesur kanatlar
vatandan ayrılığa benzeyen ayrılığımızı...

2 ekim 1945
rüzgâr akar gider,
aynı kiraz dalı bir kere bile sallanmaz aynı rüzgârla.
ağaçta kuşlar cıvıldaşır :
kanatlar uçmak ister.
kapı kapalı :
zorlayıp açmak ister.
ben seni isterim :
senin gibi güzel,
dost
ve sevgili olsun hayat...
biliyorum henüz bitmedi
sefaletin ziyafeti...
bitecek fakat...

5 ekim 1945
ikimiz de biliyoruz, sevgilim,
öğrettiler :
aç kalmayı, üşümeyi,
yorgunluğu ölesiye
ve birbirimizden ayrı düşmeyi.
henüz öldürmek zorunda bırakılmadık
ve öldürülmek işi geçmedi başımızdan.

ikimiz de biliyoruz, sevgilim,
öğretebiliriz :
dövüşmeyi insanlarımız için
ve her gün biraz daha candan
biraz daha iyi
sevmeyi...

6 ekim 1945
bulutlar geçiyor : haberlerle yüklü, ağır.
buruşuyor hâlâ gelmeyen mektup avucumda.
yürek kirpiklerin ucunda
uzayıp giden toprak uğurlanır.
benim bağırasım gelir : — «p î r â y e ,
p î r â y e !...» — diye...

7 ekim 1945
insan çığlıkları geçti geceleyin açık denizleri
rüzgâr-
-larla.
dolaşmak tehlikeli hâlâ
geceleyin açık denizleri...

altı yıldır sürülmedi bu tarla,
duruyor olduğu gibi tank paletlerinin izleri.
tank paletlerinin izleri
kapanır bu kış karla.

ah, gözümün nuru, gözümün nuru,
yine yalan söylüyor antenler :
alın teri tacirleri kapatabilsin diye defteri yüzde yüz kârla.
fakat ezrailin sofrasından dönenler
döndüler verilmiş kararlarla...

8 ekim 1945
çekilmez bir adam oldum yine :
uykusuz, aksi, nâlet.
bir bakıyorsun ki
ana avrat söver gibi, azgın bir hayvanı döver gibi bugün çalışıyorum,
sonra bir de bakıyorsun ki
ağzımda sönük bir cıgara gibi tembel bir türkü
sabahtan akşama kadar sırtüstü yatıyorum ertesi gün.
ve beni çileden çıkartıyor büsbütün
kendime karşı duyduğum nefret
ve merhamet...

çekilmez bir adam oldum yine :
uykusuz, aksi, nâlet.
yine her seferki gibi haksızım.
sebep yok,
olması da imkânsız.
bu yaptığım iş ayıp
rezalet.
fakat elimde değil
seni kıskanıyorum
beni affet...

9 ekim 1945
dün gece rüyama girdin :
dizimin dibinde oturuyormuşun.
başını kaldırdın, kocaman, sarı gözlerini bana çevirdin.
bir şeyler soruyormuşun.
ıslak dudakların kapanıp açılıyor,
sesini duymuyorum ama.

gecenin içinde bir yerlerde aydınlık bir haber gibi saat çalıyor.
havada fısıltısı başsızlığın ve sonsuzluğun.
kırmızı kafesinde, kanaryamın : «memo»mun türküsü,
sürülmüş bir tarlada toprağı itip yükselen tohumların çıtırdısı
ve bir kalabalığın haklı ve muzaffer uğultusu geliyor kulağıma.
senin ıslak dudakların hep öyle açılıp kapanıyor
sesini duymuyorum ama...

kahrederek uyandım.
kitabın üstünde uyuyakalmışım meğer.
düşünüyorum :
yoksa senin miydi bütün o sesler?

10 ekim 1945
gözlerine bakarken
güneşli bir toprak kokusu vuruyor başıma,
bir buğday tarlasında, ekinlerin içinde kayboluyorum...

yeşil pırıltılarla uçsuz bucaksız bir uçurum,
durup dinlenmeden değişen ebedî madde gibi gözlerin :
sırrını her gün bir parça veren
fakat hiçbir zaman
büsbütün teslim olmayacak olan...

18 ekim 1945
kale kapısından çıkarken ölümle buluşmak üzre,
son defa dönüp baktığımızda şehre,
sevgilim, şu sözleri söyleyebileceğiz :
«— pek de öyle güldürmedinse de yüzümüzü,
çalıştık gücümüzün yettiği kadar
seni bahtiyar
kılalım diye.
devam ediyor bahtiyarlığa doğru gidişin,
devam ediyor hayat.
içimiz rahat,
gönlümüzde hak edilmiş ekmeğine doymuşluk,
gözümüzde ışığından ayrılmanın kederi,
işte geldik gidiyoruz
şen olasın halep şehri...»

27 ekim 1945
bir elmanın yarısı biz
yarısı bu koskoca dünya.
bir elmanın yarısı biz
yarısı insanlarımız.
bir elmanın yarısı sen
yarısı ben
ikimiz...

28 ekim 1945
ıtır saksısında artan koku,
denizlerde uğultular
ve işte dolgun bulutları ve akıllı toprağıyla sonbahar...

sevgilim,
yaş kemâlini buldu.
bana öyle gelir ki
belki bin yıllık bir ömrün macerası geçti başımızdan.
ama biz hâlâ
güneşin altında el ele yalnayak koşan
hayran gözlü çocuklarız...

5 kasım 1945
çiçekli badem ağaçlarını unut.
değmez,
bu bahiste
geri gelmesi mümkün olmayan hatırlanmamalı.
ıslak saçlarını güneşte kurut :
olgun meyvelerin baygınlığıyla pırıldasın
nemli, ağır kızıltılar...
sevgilim, sevgilim,
mevsim
sonbahar...

8 kasım 1945
uzaktaki şehrimin damları üzerinden
ve marmara denizinin dibinden geçip
sonbahar topraklarını aşarak
olgun ve ıslak
geldi sesin.
bu, üç dakikalık bir zamandı.
sonra, telefon simsiyah kapandı...

12 kasım 1945
damardan boşanan kan gibi ılık ve uğultulu
son lodoslar esmeye başladı.
havayı dinliyorum :
nabız yavaşladı.
uludağda, zirvede kar
ve kirezli-yaylada şahane ve şipşirin yatmış uykudadır
kırmızı kestane yapraklarının üstünde ayılar.
ovada kavaklar soyunuyor.
ipekböceği tohumları kışlaklarına gitti gidecek,
sonbahar bitti bitecek,
nerdeyse girecek gebe-uykularına toprak.
ve biz yine bir kış daha geçireceğiz :
büyük öfkemizin içinde
ve mukaddes ümidimizin ateşinde ısınarak...

13 kasım 1945
tarif kabul etmez, — diyorlar, — istanbulun sefaleti,
milleti, — diyorlar, — kırıp geçirdi açlık,
verem illeti, — diyorlar, — diz boyu.
şu kadarcık kız çocuklarını, — diyorlar, —
yangın yerlerinde, sinema localarında...

. . . . .
. . . . . . . . .

kara haberler geliyor uzaktaki şehrimden :
namuslu, çalışkan, fakir insanların şehri —
sahici istanbulum,
sevgilim, senin mekânın olan
ve nereye sürülsem, hangi hapiste yatsam
sırtımda, torbamın içinde götürdüğüm
ve evlât acısı gibi yüreğimde,
senin hayalin gibi gözlerimde taşıdığım şehir...

20 kasım 1945
saksılarda hâlâ tek tük karanfil bulunursa da
ovada güz nadasları yapıldı çoktan,
tohum saçılıyor.
ve zeytin devşirilmekte.
bir yandan kışa girilmekte,
bir yandan bahar fidelerine yer açılıyor.
bense hasretinle dolu
ve büyük yolculukların sabırsızlığıyla yüklü
yatıyorum demirli bir şilep gibi bursada...

1945 yılı aralık ayının dördü
ilk göz göze geldiğimiz günkü elbiseni çıkar sandıktan,
giyin, kuşan,
benze bahar ağaçlarına...
hapisten
mektubun içinde yolladığım karanfili tak saçlarına,
kaldır, öpülesi çizgilerle kırışık beyaz, geniş alnını,
böyle bir günde yılgın ve kederli değil,
ne münasebet,
böyle bir günde bir isyan bayrağı gibi güzel olmalı nâzım hikmetin
kadını...

5 aralık 1945
delindi sintine,
esirler parçalamakta pırangaları.
yıldız-poyrazdır esen,
tekneyi kayaların üstüne atacak.
bu dünya, bu korsan gemisi batacaktır,
taş çatlasa batacak.
ve senin alnın gibi hür, ferah ve ümitli bir âlem
kuracağız pirâyem...

6 aralık 1945
onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,
akar suyun,
meyve çağında ağacın,
serpilip gelişen hayatın düşmanı.
çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına :
— çürüyen diş, dökülen et —,
bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler.
ve elbette ki, sevgilim, elbet,
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle : işçi tulumuyla
bu güzelim memlekette hürriyet...

7 aralık 1945
bursada havlucu recebe,
karabük fabrikasında tesviyeci hasana düşman,
fakir-köylü hatçe kadına,
ırgat süleymana düşman,
sana düşman, bana düşman,
düşünen insana düşman,
vatan ki bu insanların evidir,
sevgilim, onlar vatana düşman...

12 aralık 1945
ağaçlar ovada son bir gayretle pırıldamakta :
pul pul altın
bakır
tunç ve tahta...
öküzlerin ayakları yaş toprağa gömülüyor yumuşacık.
ve dağlar dumana batık
kurşunî, sırılsıklam...
tamam,
sonbahar belki bugün bitti artık.
yaban kazları hızla gelip geçti demin
herhal iznik gölüne gidiyorlar.
havada serin
havada is kokusu gibi bir şey :
havada kar kokusu var...

şimdi dışarda olmak,
dörtnala sürmek dağlara doğru atı.
«— ata binmesini de bilmezsin,» —- diyeceksin ama
şakayı bırak ve kıskanma,
yeni bir huy edindim hapiste :
seni sevdiğim kadar değilse de
hemen hemen ona yakın seviyorum tabiatı...
ve ikiniz de uzaktasınız...

13 aralık 1945
gece kar birdenbire bastırmış.
bembeyaz dallardan dağılan kargalarla başladı sabah.
göz alabildiğine bursa ovasında kış :
başsızlık ve sonsuzluk geliyor akla.
sevgilim,
değişti mevsim
çekişen gelişmelerden sonra bir sıçramakla.
ve karın altında mağrur
hamarat
sürüp gidiyor hayat...

14 aralık 1945
hay aksi lânet, fena bastırdı kış...
sen ve namuslu istanbulum ne haldesiniz kim bilir?
kömürün var mı?
odun alabildin mi?
camların kıyısına gazete kâadı yapıştır.
gece erkenden yatağa gir.
evde de satılacak bir şey kalmamıştır.
yarı aç, yarı tok üşümek :
dünyada, memleketimizde ve şehrimizde
bu işte de çoğunluk bizde...
devamını gör...

şahsım adına çetik örüp satan ya da vapurda elleriyle yaptığı poğaçaları satmaya çalışan yaşlı teyzeciklerden param olmadığı için bir şey alamadığım zaman.
devamını gör...

pancar motoru.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim