16 ocak 2021 istanbul kar yağışı ihtimali
eğer gerçekleşmezse beni derin hüzünlere sürükleyecek ihtimal. kaç gündür sabah uyandığımda kar göreyim ve çocuklar gibi mutlu olayım diye bekliyorum. yağacağına yüzde 7 falan inanıyorum ama yine de bekliyorum. gel artık canım kar. lütfen.
devamını gör...
mal
bazen hakaret olarak da kullanılan kelime.
devamını gör...
nutuk okumamış türk genci
okuma oranının düşük olduğu ülkede şaşırmayacağımız bir durumdur.
sosyal medyada yorum okuma oranımız daha yüksektir. *
sosyal medyada yorum okuma oranımız daha yüksektir. *
devamını gör...
internet kafe kültürü
birçok çocuğun gelişiminde olumlu/olumsuz çok fazla etkisi olan bir kültürdür.
günümüzde popülerliğin ve paranın, manevi dünyaya da mutlak hakimiyet kurmaya başlamasıyla görüldü ki paradan ve maddiyattan hiçbir şey kaçamaz. bundan, hayatın en kayıtsız dönemi olan ergenlik dönemleri dahi kaçamadı. o yüzden bugünün internet kafe gençliği, ancak bir e spor takımında oynamak hedefiyle birleşiyor. bireyselcilik her tarafı sarmış, millet daracık alanda sigara içerken bile birbirinin yüzüne bakmıyor. bizim zamanımızda bu böyle değildi, şahane bir yerdi.
ben internet kafeye 6. sınıfta başladım ve lise son sınıfa kadar bu ortamdan hiç kopmadım. okuldan çıkardık, çantaları fırlatır internet kafenin önünde toplanırdık. önce ben giderdim, bakardım iki kişi var, muhabbet bir başlardı, bir iki bir iki derken bir bakardık ki merdiven, kafenin önü arkadaşlarla dolmuş. müthiş bir ortam, bir enerji vardı.
bireyselliğin içinden geçmiştik adeta. küçük bir komün gibi davranıyorduk, parası olmayana döner ısmarlanırdı, herkesten bozuk toplanıp kola çekirdek alınırdı ama parası olmayanlar da bundan faydalanırdı. ortama sonradan gelebilecekler için her daim fazladan bir pet bardak alınırdı, bu bana miras kalmıştır; her daim fazladan biri gelecekmiş ve soframa oturacakmış gibi bir yaklaşımda bulunurum; müthiş bir kazanım bana göre.
bir tane mühendis, uluslararası ilişkiler, edebiyat ve ingilizce öğretmenliği okuyan abilerimiz vardı. gerek futbol, basketbol, gerek siyaset, gerek hayat hakkında müthiş konuşmalarla büyüyorduk; o günlerde size neler kazandırdıklarını fark etmeyeceğiniz ama size taş gibi bakış açıları kazandıran müthiş konuşmalardı bunlar. neye merhamet edilmeliydi, neye kızılmalıydı, hangi konularda kitlesel hareket edilmeliydi ve kitlesel tepki gösterilmeliydi öğreniyorduk. topluluk içinde nasıl davranılması gerektiğini, sınırlara saygı gösterilmesi gerektiğini öğreniyorduk, bugün baktığımda adeta hepsi birer altın değerinde.
ergenlik sürecinde özellikle hayatta yeni keşfettiğimiz duygularımızı, alışkanlıklarımızı da test etme imkanı buluyorduk. sevdiğimiz kıza karşı neler yapmalıydık, kuru bir mesajla değil gözlerimizdeki ışıltıyla soruyorduk. her şeyi ben bilirimci davranmıyorduk çünkü etrafımızda babalar vardı, bu adamlar sevmişti, sevilmişti, bergen dinlemeyi, gülden karaböcek dinlemeyi onlardan öğrenmiştik bir defa. haddimizi aşarsak kulaklarımızdan tutar geçmişimizi s..ip atarlardı. saygıyı öğrenmiştik, sevgiyi öğrenmiştik, abilik ve kardeşlik öğrenmiştik.
bu dönemlerde internet kafe ortamı ikinci ailesi gibi olmuş arkadaşlar çok iyi bilirler ki bu ortamların o samimiyeti, o güzellikleri bir daha asla geri gelmeyecek. hayatımızın belli bir dönemine imza atan internet kafelere saygı ve sevgilerimi sunmak istiyorum; hayatımın sonuna kadar unutmayacağım.
günümüzde popülerliğin ve paranın, manevi dünyaya da mutlak hakimiyet kurmaya başlamasıyla görüldü ki paradan ve maddiyattan hiçbir şey kaçamaz. bundan, hayatın en kayıtsız dönemi olan ergenlik dönemleri dahi kaçamadı. o yüzden bugünün internet kafe gençliği, ancak bir e spor takımında oynamak hedefiyle birleşiyor. bireyselcilik her tarafı sarmış, millet daracık alanda sigara içerken bile birbirinin yüzüne bakmıyor. bizim zamanımızda bu böyle değildi, şahane bir yerdi.
ben internet kafeye 6. sınıfta başladım ve lise son sınıfa kadar bu ortamdan hiç kopmadım. okuldan çıkardık, çantaları fırlatır internet kafenin önünde toplanırdık. önce ben giderdim, bakardım iki kişi var, muhabbet bir başlardı, bir iki bir iki derken bir bakardık ki merdiven, kafenin önü arkadaşlarla dolmuş. müthiş bir ortam, bir enerji vardı.
bireyselliğin içinden geçmiştik adeta. küçük bir komün gibi davranıyorduk, parası olmayana döner ısmarlanırdı, herkesten bozuk toplanıp kola çekirdek alınırdı ama parası olmayanlar da bundan faydalanırdı. ortama sonradan gelebilecekler için her daim fazladan bir pet bardak alınırdı, bu bana miras kalmıştır; her daim fazladan biri gelecekmiş ve soframa oturacakmış gibi bir yaklaşımda bulunurum; müthiş bir kazanım bana göre.
bir tane mühendis, uluslararası ilişkiler, edebiyat ve ingilizce öğretmenliği okuyan abilerimiz vardı. gerek futbol, basketbol, gerek siyaset, gerek hayat hakkında müthiş konuşmalarla büyüyorduk; o günlerde size neler kazandırdıklarını fark etmeyeceğiniz ama size taş gibi bakış açıları kazandıran müthiş konuşmalardı bunlar. neye merhamet edilmeliydi, neye kızılmalıydı, hangi konularda kitlesel hareket edilmeliydi ve kitlesel tepki gösterilmeliydi öğreniyorduk. topluluk içinde nasıl davranılması gerektiğini, sınırlara saygı gösterilmesi gerektiğini öğreniyorduk, bugün baktığımda adeta hepsi birer altın değerinde.
ergenlik sürecinde özellikle hayatta yeni keşfettiğimiz duygularımızı, alışkanlıklarımızı da test etme imkanı buluyorduk. sevdiğimiz kıza karşı neler yapmalıydık, kuru bir mesajla değil gözlerimizdeki ışıltıyla soruyorduk. her şeyi ben bilirimci davranmıyorduk çünkü etrafımızda babalar vardı, bu adamlar sevmişti, sevilmişti, bergen dinlemeyi, gülden karaböcek dinlemeyi onlardan öğrenmiştik bir defa. haddimizi aşarsak kulaklarımızdan tutar geçmişimizi s..ip atarlardı. saygıyı öğrenmiştik, sevgiyi öğrenmiştik, abilik ve kardeşlik öğrenmiştik.
bu dönemlerde internet kafe ortamı ikinci ailesi gibi olmuş arkadaşlar çok iyi bilirler ki bu ortamların o samimiyeti, o güzellikleri bir daha asla geri gelmeyecek. hayatımızın belli bir dönemine imza atan internet kafelere saygı ve sevgilerimi sunmak istiyorum; hayatımın sonuna kadar unutmayacağım.
devamını gör...
karacoğlan'ın en çapkın şair olması
esasinda bilgi tanımı girmeye hiç niyetim yok lakin bir yazar arkadaşım karacaoğlan icin 'o elif elif diye gezerdi' diye söyleyince bu konuyu izah etmek şart oldu.
yaz gelip de beş ayları doğunca
yaz gelip de beş ayları doğunca
açılmış bahçanın gülleri güzel
yaktı beni fadime’nin nazarı
zülüften ayrılmış telleri güzel
elif’i der isen nazlıdır nazlı
eşme’yi dersen de sırf ala gözlü
söyletme şerfe’yi bülbül avazlı
söylüyor zilha’nın dilleri güzel
emine’yi dersen incedir ince
bağdat’ın mısır’ın gülleri gonca
ayşe’nin kaşı da kalemden ince
sevmeye hürü’nün belleri güzel
döne güzelliğin halka bildirir
kamer pınardan da kabın doldurur
eşşe yürüşünde beni öldürür
sevmeli cennet’in boylan güzel
karadan da karac’oğlan karadan
sürün çirkinleri çıksın aradan
herkesi sevdiğ’ne verse yaradan
sevdiğim meryem'in benleri güzel.
fadime, elif, eşme, şerfe, zilha, emine, ayşe, hürü, döne, eşşe,cennet ve meryem yavaş, yavaş gel.* bir de burada geçmeyen leyla ve hatçe var.
aynı orhan veli kanık'ın garip'inde geçen dedikodu şiiri gibi değil mi?
dedikodu
kim söylemiş beni süheylâ'ya vurulmuşum diye?
kim görmüş, ama kim,eleni'yi öptüğümü
yüksekkaldırım'da, güpegündüz?
melâhat'i almışım da sonra
alemdar'a gitmişim, öyle mi?
onu sonra anlatırım fakat
kimin bacağını sıkmışım tramvayda?
güya bir de galata'ya dadanmışız;
kafaları çekip çekip
orada alıyormuşuz soluğu;
geç bunları, anam babam, geç;
geç bunları bir kalem;
bilirim ben yaptığımı.
ya o, muallâ'yı sandala atıp,
ruhumda hicranın'ı söyletme hikâyesi?
tüm bu "elif" yanılgısının sebebi; yaşar kemal'in üç anadolu efsanesi adlı kitabında, karacaoğlan ile elif'in kederli aşklarını anlatıyor olması. karacaoğlan ve elif ayrılıyorlardı sevdaları mutlu sonla bitmeyince bizimki yola revan olmuş haliyle sonra tut karacaoğlan'ı tutabilirsen.
bakar mısınız şu dizelerine?
seherden uğradım dostun köyüne
hoş geldin sevdiğim in dedi bana
tomurcuk memesin verdi ağzıma
yorgunsun sevdiğim em dedi bana
benim yârim gelişinden bellidir
ak elleri deste deste güllüdür
ibrişim kuşaklı ince bellidir
ince bellerimi sar dedi bana
benim yârim bana yalan söylemez
söylerse de gıybetimi eylemez
el yanında ikrarını söylemez
elleri uyut da gel dedi bana
mestine de deli gönül mestine
aşık olan gül gönderir dostuna
telli mahramasın attı üstüme
terlisin sevdiğim sil dedi bana
karac'oglan sırrın kime danışır
siyah zülfü mah yüzüne kıvrışır
ayrılanlar elbet bir gün kavuşur
ağlama sevdiğim gül dedi bana
sevdiğim kız abi dedi cümlesinin atası yine karacaoğlan imzası taşır. yaş alsa da uslanmamış.*
değirmenden geldim beygirim yüklü
şu kızı görenin del'olur aklı
on beş yaşında kırk beş belikli
bir kız bana emmi dedi neyleyim
birem birem toplayayım odunu
bilem dedim bilemedim adını
albıstan yanaklı türkmen kadını
bir kız bana emmi dedi neyleyim
bizim ilde urum olur uc olur
sızılaşır bozkurtları aç olur
bir yiğide emmi demek güç olur
bir kız bana emmi dedi neyleyim
karac'oğlan der ki n'olup n'olayım
akan sularınan ben de geleyim
sakal seni makkabınan yolayım
bir kız bana emmi dedi neyleyim
bu adam uslanmış elif elif diye gezmiş olabilir mi? gezmiş ama bir yere kadar.
incecikten bir kar yağar,
tozar elif, elif deyi...
deli gönül abdal olmuş,
gezer elif, elif deyi...
elif’in uğru nakışlı,
yavrı balaban bakışlı,
yayla çiçeği kokuşlu,
kokar elif, elif deyi...
elif kaşlarını çatar,
gamzesi sineme batar.
ak elleri kalem tutar,
yazar elif, elif deyi...
evlerinin önü çardak,
elif'in elinde bardak,
sanki yeşil başlı ördek
yüzer elif, elif deyi...
karac'oğlan eğmelerin,
gönül sevmez değmelerin,
iliklemiş düğmelerin,
çözer elif, elif deyi...
orhan veli'nin dediği gibi;
geç bunları anam babam geç bunları *
yaz gelip de beş ayları doğunca
yaz gelip de beş ayları doğunca
açılmış bahçanın gülleri güzel
yaktı beni fadime’nin nazarı
zülüften ayrılmış telleri güzel
elif’i der isen nazlıdır nazlı
eşme’yi dersen de sırf ala gözlü
söyletme şerfe’yi bülbül avazlı
söylüyor zilha’nın dilleri güzel
emine’yi dersen incedir ince
bağdat’ın mısır’ın gülleri gonca
ayşe’nin kaşı da kalemden ince
sevmeye hürü’nün belleri güzel
döne güzelliğin halka bildirir
kamer pınardan da kabın doldurur
eşşe yürüşünde beni öldürür
sevmeli cennet’in boylan güzel
karadan da karac’oğlan karadan
sürün çirkinleri çıksın aradan
herkesi sevdiğ’ne verse yaradan
sevdiğim meryem'in benleri güzel.
fadime, elif, eşme, şerfe, zilha, emine, ayşe, hürü, döne, eşşe,cennet ve meryem yavaş, yavaş gel.* bir de burada geçmeyen leyla ve hatçe var.
aynı orhan veli kanık'ın garip'inde geçen dedikodu şiiri gibi değil mi?
dedikodu
kim söylemiş beni süheylâ'ya vurulmuşum diye?
kim görmüş, ama kim,eleni'yi öptüğümü
yüksekkaldırım'da, güpegündüz?
melâhat'i almışım da sonra
alemdar'a gitmişim, öyle mi?
onu sonra anlatırım fakat
kimin bacağını sıkmışım tramvayda?
güya bir de galata'ya dadanmışız;
kafaları çekip çekip
orada alıyormuşuz soluğu;
geç bunları, anam babam, geç;
geç bunları bir kalem;
bilirim ben yaptığımı.
ya o, muallâ'yı sandala atıp,
ruhumda hicranın'ı söyletme hikâyesi?
tüm bu "elif" yanılgısının sebebi; yaşar kemal'in üç anadolu efsanesi adlı kitabında, karacaoğlan ile elif'in kederli aşklarını anlatıyor olması. karacaoğlan ve elif ayrılıyorlardı sevdaları mutlu sonla bitmeyince bizimki yola revan olmuş haliyle sonra tut karacaoğlan'ı tutabilirsen.
bakar mısınız şu dizelerine?
seherden uğradım dostun köyüne
hoş geldin sevdiğim in dedi bana
tomurcuk memesin verdi ağzıma
yorgunsun sevdiğim em dedi bana
benim yârim gelişinden bellidir
ak elleri deste deste güllüdür
ibrişim kuşaklı ince bellidir
ince bellerimi sar dedi bana
benim yârim bana yalan söylemez
söylerse de gıybetimi eylemez
el yanında ikrarını söylemez
elleri uyut da gel dedi bana
mestine de deli gönül mestine
aşık olan gül gönderir dostuna
telli mahramasın attı üstüme
terlisin sevdiğim sil dedi bana
karac'oglan sırrın kime danışır
siyah zülfü mah yüzüne kıvrışır
ayrılanlar elbet bir gün kavuşur
ağlama sevdiğim gül dedi bana
sevdiğim kız abi dedi cümlesinin atası yine karacaoğlan imzası taşır. yaş alsa da uslanmamış.*
değirmenden geldim beygirim yüklü
şu kızı görenin del'olur aklı
on beş yaşında kırk beş belikli
bir kız bana emmi dedi neyleyim
birem birem toplayayım odunu
bilem dedim bilemedim adını
albıstan yanaklı türkmen kadını
bir kız bana emmi dedi neyleyim
bizim ilde urum olur uc olur
sızılaşır bozkurtları aç olur
bir yiğide emmi demek güç olur
bir kız bana emmi dedi neyleyim
karac'oğlan der ki n'olup n'olayım
akan sularınan ben de geleyim
sakal seni makkabınan yolayım
bir kız bana emmi dedi neyleyim
bu adam uslanmış elif elif diye gezmiş olabilir mi? gezmiş ama bir yere kadar.
incecikten bir kar yağar,
tozar elif, elif deyi...
deli gönül abdal olmuş,
gezer elif, elif deyi...
elif’in uğru nakışlı,
yavrı balaban bakışlı,
yayla çiçeği kokuşlu,
kokar elif, elif deyi...
elif kaşlarını çatar,
gamzesi sineme batar.
ak elleri kalem tutar,
yazar elif, elif deyi...
evlerinin önü çardak,
elif'in elinde bardak,
sanki yeşil başlı ördek
yüzer elif, elif deyi...
karac'oğlan eğmelerin,
gönül sevmez değmelerin,
iliklemiş düğmelerin,
çözer elif, elif deyi...
orhan veli'nin dediği gibi;
geç bunları anam babam geç bunları *
devamını gör...
ilginç genel kültür bilgileri
dünyanın en hızlı büyüyen bitkisi bambu, günde 90 cm uzayabilir.
devamını gör...
din dersinde kopya çekmek
din dersinde kopya çekilmez. din sınavında çekilir .
devamını gör...
geceye bir söz bırak
her seçiş, bir vazgeçiştir.
jean paul sartre
jean paul sartre
devamını gör...
su kasidesi
üstat fuzulinin türkçe divanında olan en güzel kasidelerinden birisidir. aruzu fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilün'dür. redifinin su olmasından mütevellit su kasidesi olarak bilinen bu manzume bir naattır.
hz. muhammed’e duyduğu derin sevginin yanında, suya duyulan hasret ve aşk temaları işlenen bu kaside lirik söyleyişi ve sanatsal anlatımıyla fuzulinin söz şaheseridir.
32 beyitten oluşan eserin girizgah kısmına kadar olan aşk dolu ilk 15 beyitini sizlerle paylaştım..
1.beyit*
saçma ey göz eşkten gönlümdeki odlare su
kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su
ey göz! gönlümdeki (içimdeki) ateşlere gözyaşımdan su saçma ki. çünkü bu kadar (çok) tutuşan ateşlere suyun faydası olmaz.
2.beyit*
âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem
yâ muhît olmış gözümden günbed-i devvâra su
şu dönen gök kubbenin rengi su rengi midir; yoksa gözümden akan sular, göz yaşları mı şu dönen gök kubbeyi kaplamıştır, bilemem.
3.beyit*
zevk-i tîgundan aceb yoh olsa gönlüm çâk çâk
kim mürûr ilen bırağur rahneler divâra su
(ey sevgili.!) senin kılıcının ( kılıca benzeyen keskin bakışlarının) zevkinden gönlüm parça parça olsa da buna şaşılmaz. (nitekim) su da akarken duvarda yarıklar meydana getirir.
4.beyit*
vehm ilen söyler dil-i mecrûh peykânın sözün
ihtiyât ilen içer her kimde olsa yâre su
yaralı gönül senin okunun (ok temrenine benzeyen kirpiklerinin) sözünü korka korka söyler. (nitekim) yarası olan suyu ihtiyatla, çekine çekine içer.
5.beyit*
suya versün bâğban gülzârı zahmet çekmesün
bir gül açılmaz yüzün teg verse min gülzâre su
bahçıvan, gül bahçesini sele versin (boşuna) zahmet çekmesin. bin gül bahçesine su verse senin yüzün gibi (güzel) bir gül açılmaz.
6.beyit*
ohşatabilmez gubârını muharrir hattuna
hâme tek bahmahdan inse gözlerine kara su
hattatın gözlerine (aynı levhaya) bakmaktan kalem gibi kara su inse de (yine de) gubari yazısını senin yüzündeki tüylere benzetemez.
7.beyit*
ârızun yâdıyla nemnâk olsa müjgânım n’ola
zayi’ olmaz gül temennâsiyle vermek hâre su
senin yanağını anmaktan dolayı kirpiklerim ıslansa ne çıkar? zira gül elde etmek isteğiyle dikene verilen su boşa gitmez.
8.beyit*
gam güni etme dil-i bîmârdan tîgin dirîğ
hayrdur vermek karanu gicede bîmare su
gamlı günümde kılıcını (kılıç gibi keskin olan bakışını) hasta gönlümden esirgeme; (zira) karanlık gecede hastaya su vermek hayırlı bir iştir.
9.beyit*
iste peykânın gönül hecrinde şevkum sâkin it
susuzam bir kez bu sahrada menüm-çün ara su
gönül.! onun ok temrenine benzeyen kirpiklerini iste ve ayrılığında arzumu, özlemimi yatıştır; susuzum, bu çölde bir defa da benim için su ara.
10.beyit*
men lebün müştâkıyam zühhâd kevser talibi
nitekim meste mey içmek hoş gelür huşyâra su
ben dudağını arzuluyorum, sofular ise cennetteki kevseri istiyorlar. nitekim sarhoşa şarap içmek, aklı başında olana da su içmek hoş gelir.
11.beyit*
ravza-i kûyuna her dem durmayıp eyler güzâr
âşık olmuş galibâ ol serv-i hoş-reftâre su
su, her zaman senin cennet misali mahallenin bahçesine doğru akar. galiba o da, o serviye benzeyen nazlı gidişli güzele aşık olmuş.
12.beyit*
su yolın ol kûyundan taprag olup dutsam gerek
çün rakîbümdür dahı ol kûya koyman vara su
toprak olup suyun yolunu sevgilinin mahallesinden kesmeliyim, çünkü su benim rakibimdir, o yere varmaya bırakamam.
13.beyit*
dest-bûsi ârzusiyle ger ölsem dostlar
kûze eylen toprağım sunun anınla yâre su
dostlarım! eğer (sevgilinin) elini öpmek arzusuyla ölürsem toprağımdan bir testi yapın ve sevgiliye onunla su verin.
14.beyit*
serv serkeşlük kılur kumrî niyâzından meger
dâmenin duta ayagına düşe yalvara su
servi kumrunun yalvarmasından dolayı dik başlılık ediyor. su, servinin eteğine sarılır, ayağına düşüp yalvarırsa belki onu bundan vazgeçirebilir.
15.beyit*
içmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile
gül budagınun mizâcına gire kurtara su
gül , bir hile ile bülbülün kanını içmek istiyor. su, gül dalının damarlarına girerek bülbülü bundan kurtarsın.
hayatta her insanın sevgilisi olmayabilir fakat her insanın sevgi göstereceği bir şeyleri mutlaka vardır ve bu kişiye mutluluk verir. bize kendimizi iyi hissettiren kişiler hep olmuştur hayatımızda ancak bazılar farklı bir şekilde etkilemiştir hayatlarımızı.
sesini dahi duymasanız da sadece hissetmeniz aptal, sıcak bir tebessüm oluşturabilir yüzünüzde. tek kelimesiyle hayat ritminizin değişmesine sebep olabilir. aya'nızın ısısını artırıp, ateşinizi yükseltebilir. ne söyleyeceğinizi, söyleyeceğinizi nasıl güzel söylemeniz gerektiğini bilemezsiniz ona karşı. mevlana'nın dediği gibi; “ben bende değil, sende de hem sen, hem ben, ben hem benimim, hem de senin, sen de benim, bir öyle garip hale bugün geldim ki sen ben misin, bilmiyorum, ben mi senim.” hissedilir bazen de..
öylesi güzel insanlar vardır ki hayatta uzakta da olsa sadece var olduklarını bilmemiz bile kendimizi mutlu etmemiz için bir sebeptir. gözlerimizi almak için mücevher takmaları gerekmemektedir bu kişilerin, ruhlarının parıltısı yetmektedir. hep yanı başımızda, etrafımızda olması ve sürekli görülmeleri gerekmez. fiziken olması, dokunulması şart değildir, hayaller kurduracak kadar gerçektirler ancak.
hissedersiniz, hep oradadır ve iyi ki vardır..
hz. muhammed’e duyduğu derin sevginin yanında, suya duyulan hasret ve aşk temaları işlenen bu kaside lirik söyleyişi ve sanatsal anlatımıyla fuzulinin söz şaheseridir.
32 beyitten oluşan eserin girizgah kısmına kadar olan aşk dolu ilk 15 beyitini sizlerle paylaştım..
1.beyit*
saçma ey göz eşkten gönlümdeki odlare su
kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su
ey göz! gönlümdeki (içimdeki) ateşlere gözyaşımdan su saçma ki. çünkü bu kadar (çok) tutuşan ateşlere suyun faydası olmaz.
2.beyit*
âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem
yâ muhît olmış gözümden günbed-i devvâra su
şu dönen gök kubbenin rengi su rengi midir; yoksa gözümden akan sular, göz yaşları mı şu dönen gök kubbeyi kaplamıştır, bilemem.
3.beyit*
zevk-i tîgundan aceb yoh olsa gönlüm çâk çâk
kim mürûr ilen bırağur rahneler divâra su
(ey sevgili.!) senin kılıcının ( kılıca benzeyen keskin bakışlarının) zevkinden gönlüm parça parça olsa da buna şaşılmaz. (nitekim) su da akarken duvarda yarıklar meydana getirir.
4.beyit*
vehm ilen söyler dil-i mecrûh peykânın sözün
ihtiyât ilen içer her kimde olsa yâre su
yaralı gönül senin okunun (ok temrenine benzeyen kirpiklerinin) sözünü korka korka söyler. (nitekim) yarası olan suyu ihtiyatla, çekine çekine içer.
5.beyit*
suya versün bâğban gülzârı zahmet çekmesün
bir gül açılmaz yüzün teg verse min gülzâre su
bahçıvan, gül bahçesini sele versin (boşuna) zahmet çekmesin. bin gül bahçesine su verse senin yüzün gibi (güzel) bir gül açılmaz.
6.beyit*
ohşatabilmez gubârını muharrir hattuna
hâme tek bahmahdan inse gözlerine kara su
hattatın gözlerine (aynı levhaya) bakmaktan kalem gibi kara su inse de (yine de) gubari yazısını senin yüzündeki tüylere benzetemez.
7.beyit*
ârızun yâdıyla nemnâk olsa müjgânım n’ola
zayi’ olmaz gül temennâsiyle vermek hâre su
senin yanağını anmaktan dolayı kirpiklerim ıslansa ne çıkar? zira gül elde etmek isteğiyle dikene verilen su boşa gitmez.
8.beyit*
gam güni etme dil-i bîmârdan tîgin dirîğ
hayrdur vermek karanu gicede bîmare su
gamlı günümde kılıcını (kılıç gibi keskin olan bakışını) hasta gönlümden esirgeme; (zira) karanlık gecede hastaya su vermek hayırlı bir iştir.
9.beyit*
iste peykânın gönül hecrinde şevkum sâkin it
susuzam bir kez bu sahrada menüm-çün ara su
gönül.! onun ok temrenine benzeyen kirpiklerini iste ve ayrılığında arzumu, özlemimi yatıştır; susuzum, bu çölde bir defa da benim için su ara.
10.beyit*
men lebün müştâkıyam zühhâd kevser talibi
nitekim meste mey içmek hoş gelür huşyâra su
ben dudağını arzuluyorum, sofular ise cennetteki kevseri istiyorlar. nitekim sarhoşa şarap içmek, aklı başında olana da su içmek hoş gelir.
11.beyit*
ravza-i kûyuna her dem durmayıp eyler güzâr
âşık olmuş galibâ ol serv-i hoş-reftâre su
su, her zaman senin cennet misali mahallenin bahçesine doğru akar. galiba o da, o serviye benzeyen nazlı gidişli güzele aşık olmuş.
12.beyit*
su yolın ol kûyundan taprag olup dutsam gerek
çün rakîbümdür dahı ol kûya koyman vara su
toprak olup suyun yolunu sevgilinin mahallesinden kesmeliyim, çünkü su benim rakibimdir, o yere varmaya bırakamam.
13.beyit*
dest-bûsi ârzusiyle ger ölsem dostlar
kûze eylen toprağım sunun anınla yâre su
dostlarım! eğer (sevgilinin) elini öpmek arzusuyla ölürsem toprağımdan bir testi yapın ve sevgiliye onunla su verin.
14.beyit*
serv serkeşlük kılur kumrî niyâzından meger
dâmenin duta ayagına düşe yalvara su
servi kumrunun yalvarmasından dolayı dik başlılık ediyor. su, servinin eteğine sarılır, ayağına düşüp yalvarırsa belki onu bundan vazgeçirebilir.
15.beyit*
içmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile
gül budagınun mizâcına gire kurtara su
gül , bir hile ile bülbülün kanını içmek istiyor. su, gül dalının damarlarına girerek bülbülü bundan kurtarsın.
hayatta her insanın sevgilisi olmayabilir fakat her insanın sevgi göstereceği bir şeyleri mutlaka vardır ve bu kişiye mutluluk verir. bize kendimizi iyi hissettiren kişiler hep olmuştur hayatımızda ancak bazılar farklı bir şekilde etkilemiştir hayatlarımızı.
sesini dahi duymasanız da sadece hissetmeniz aptal, sıcak bir tebessüm oluşturabilir yüzünüzde. tek kelimesiyle hayat ritminizin değişmesine sebep olabilir. aya'nızın ısısını artırıp, ateşinizi yükseltebilir. ne söyleyeceğinizi, söyleyeceğinizi nasıl güzel söylemeniz gerektiğini bilemezsiniz ona karşı. mevlana'nın dediği gibi; “ben bende değil, sende de hem sen, hem ben, ben hem benimim, hem de senin, sen de benim, bir öyle garip hale bugün geldim ki sen ben misin, bilmiyorum, ben mi senim.” hissedilir bazen de..
öylesi güzel insanlar vardır ki hayatta uzakta da olsa sadece var olduklarını bilmemiz bile kendimizi mutlu etmemiz için bir sebeptir. gözlerimizi almak için mücevher takmaları gerekmemektedir bu kişilerin, ruhlarının parıltısı yetmektedir. hep yanı başımızda, etrafımızda olması ve sürekli görülmeleri gerekmez. fiziken olması, dokunulması şart değildir, hayaller kurduracak kadar gerçektirler ancak.
hissedersiniz, hep oradadır ve iyi ki vardır..
devamını gör...
normal sözlük - koruncuk vakfı yılbaşı hediye ve yardım etkinliği
kafa sözlük ailesi olarak, yeni yılda çocuklarımızı bir nebze de olsa mutlu etme şansımız varsa, ne mutlu bize.
devamını gör...
saklımdasın
buram buram özlem kokan bir erdal güney şarkısıdır.
sadece geçen yıllara değil bu zamana ve geleceğe de (b)ulaşacak olan, özleyişi anlatır.
özlem, mahrum kalış değil midir? sonuna kadar yaşatır. yenilmiştirsiniz, bilginize.
edit: (s)aklımdasın..
sadece geçen yıllara değil bu zamana ve geleceğe de (b)ulaşacak olan, özleyişi anlatır.
özlem, mahrum kalış değil midir? sonuna kadar yaşatır. yenilmiştirsiniz, bilginize.
edit: (s)aklımdasın..
devamını gör...
smeraldo çiçeği
italyanca'da ''zümrüt'' anlamına gelen efsanevi bir çiçektir, gerçi bazıları bu çiçeğin gerçek olduğunu savunur fakat yine de yetiştirilmesi mümkün olmadığından şu an mevcut değildir. o kadar anlamlı ve yüreklere dokunan bir hikayesi var ki, sözlüğe aktarmamak yazık olur.
bir gün italya'da bir dükün evlilik dışı bir çocuğu olur. bebeğin annesi çiçekçidir ve doğumda ölür. babasıyla bir başına kalan çocuğu üvey annesi öldürmeye çalıştığından dük onu uzak bir yere yollar
söylentilere göre çocuk büyüdüğünde kendini bir kaleye kapatır ve maske takar çünkü kendisini çok çirkin bulur. hem yapayalnız hem de kendini çirkin bulduğundan kalbini kimseye açamaz fakat bahçesinde özenle çiçekler yetiştirir, tıpkı annesi gibi.
bir gün, yoksul bir kız, duvarı aşıp adamın birkaç çiçeğini alıp kaçar. tabii bizim maskeli çocuk buna çok sinirlenir. o, bu kadar özenle çiçek yetiştirirken bu kız da kim oluyordur? bundan sonra çiçeklerinin yanı başında kalıp bekçilik yapmaya karar verir fakat kısacık uykuya daldığı bir anda kız tekrar belirip çiçeklerini çalıp kaçar. adam merak etmeye başlar, kimdir o, neden çiçeklerini çalıyordur? bu düşünceler eşliğinde artık farkında olmadan her gece kızı beklemeye başlar ve yine kızın geldiği bir gece pelerin giyip onu takip etmeye başlar. takibi sonucu kasabaya geldiklerinde anlar ki, kız çok fakir olduğundan adamdan çaldığı çiçekleri satarak geçimini sağlamaya çalışıyordur.
adamın içini suçluluk duygusu kaplar. kıza yardım etmek, nasıl çiçek yetiştirildiğini ona öğretmek ister fakat çirkindir, yapamaz. kızın onu gördüğü anda kaçacağından korkar. sırf o yoksul kız için en nadide ve pahalı çiçeği (smeraldo) yetiştirmeye karar verir. bu, kıza olan içtenliğini, samimiyetini göstereceği en güzel yoldur çünkü. çok zor da olsa çiçeği yetiştirmeyi başarır. şimdi tek yapması gereken kızın gelip çiçeği almasını beklemektir fakat günler, aylar geçer ama kız gelmez. adam endişelenir, korkar ve pelerinini takıp kasabaya ona bakmaya gider. gittiğinde kızın öldüğünü öğrenir. acaba, eğer adamın cesareti olsaydı, kendisini gösterseydi ve hislerini itiraf etseydi her şey değişir miydi?
"o günden bugüne smeraldo'nun anlamı; sunulamamış, açıklanamamış samimiyet ve hisler demektir."
bu çiçeği metafor alarak yazılan çok anlamlı bir de şarkı vardır. merak edenler için
türkçe altyazılı hali burada.
ayrıca kaynak.
bir gün italya'da bir dükün evlilik dışı bir çocuğu olur. bebeğin annesi çiçekçidir ve doğumda ölür. babasıyla bir başına kalan çocuğu üvey annesi öldürmeye çalıştığından dük onu uzak bir yere yollar
söylentilere göre çocuk büyüdüğünde kendini bir kaleye kapatır ve maske takar çünkü kendisini çok çirkin bulur. hem yapayalnız hem de kendini çirkin bulduğundan kalbini kimseye açamaz fakat bahçesinde özenle çiçekler yetiştirir, tıpkı annesi gibi.
bir gün, yoksul bir kız, duvarı aşıp adamın birkaç çiçeğini alıp kaçar. tabii bizim maskeli çocuk buna çok sinirlenir. o, bu kadar özenle çiçek yetiştirirken bu kız da kim oluyordur? bundan sonra çiçeklerinin yanı başında kalıp bekçilik yapmaya karar verir fakat kısacık uykuya daldığı bir anda kız tekrar belirip çiçeklerini çalıp kaçar. adam merak etmeye başlar, kimdir o, neden çiçeklerini çalıyordur? bu düşünceler eşliğinde artık farkında olmadan her gece kızı beklemeye başlar ve yine kızın geldiği bir gece pelerin giyip onu takip etmeye başlar. takibi sonucu kasabaya geldiklerinde anlar ki, kız çok fakir olduğundan adamdan çaldığı çiçekleri satarak geçimini sağlamaya çalışıyordur.
adamın içini suçluluk duygusu kaplar. kıza yardım etmek, nasıl çiçek yetiştirildiğini ona öğretmek ister fakat çirkindir, yapamaz. kızın onu gördüğü anda kaçacağından korkar. sırf o yoksul kız için en nadide ve pahalı çiçeği (smeraldo) yetiştirmeye karar verir. bu, kıza olan içtenliğini, samimiyetini göstereceği en güzel yoldur çünkü. çok zor da olsa çiçeği yetiştirmeyi başarır. şimdi tek yapması gereken kızın gelip çiçeği almasını beklemektir fakat günler, aylar geçer ama kız gelmez. adam endişelenir, korkar ve pelerinini takıp kasabaya ona bakmaya gider. gittiğinde kızın öldüğünü öğrenir. acaba, eğer adamın cesareti olsaydı, kendisini gösterseydi ve hislerini itiraf etseydi her şey değişir miydi?
"o günden bugüne smeraldo'nun anlamı; sunulamamış, açıklanamamış samimiyet ve hisler demektir."
bu çiçeği metafor alarak yazılan çok anlamlı bir de şarkı vardır. merak edenler için
türkçe altyazılı hali burada.
ayrıca kaynak.
devamını gör...
sözlükçülerin en iyi 3 çorba listesi
domates çorbasına bayılırım. bizim üniversitenin orda bir çorbacı vardı her gece yarısı giderdik domates çorbası var mı diye sorardım bir bakayım derdi sonra gelip maalesef kalmamış derdi. bende süzme mercimek isterdim. bir gün yine gittik domates çorbası var mı dedim var dedi. kaşar atıyor musunuz içine dedim evet dedi. iyi o zaman bana bir süzme mercimek çorbası dedim. muhtemelen sövdü. ama alıştım artık napim.
ha bu arada yuvalama harika bir şey.
ha bu arada yuvalama harika bir şey.
devamını gör...
ülkemizde saygı duyulan meslekler
bence temizlik işçileri olmalıdır. iki gün grev yaptıklarında bile, özellikle büyük şehirlerde oluşan çöp dağları, çok büyük hastalık yuvaları olabilmekte. sokakları temizleyen, tüketim çılgını bir toplumun atıklarını toplayan tüm emekçilere selam olsun..
devamını gör...
ümit yaşar oğuzcan'dan bir şiir bırak
bu şiiri beni çok etkiliyor.
"doğarken mi başladı benim son yolculuğun
ondan mı öyle geçti o garip çocukluğum
masallarla düşlerle beni hep aldattılar
yaşadığım; en büyük yalandı biliyorum
boşluğu kucaklardım uzatsam ellerimi
düşsem diye beklerdi pusuda bir uçurum
kol gezerdi çevremde acılar, ölüm gibi
ben ondan böyle kaldım, ondan karardı ruhum
yağmur mu yağmazdı ne, tarlalar mı çoraktı
neden hiç yeşermedi serptiğim onca tohum
şimdi ölen bir şey var içimde azar azar
ha söndü ha sönecek yıllar önce yanan mum
susmayın biliyorum, ben bir yalan dünyada
gürültülü yaşadım, sessizce ölüyorum."
sessizce ölmek - ümit yaşar oğuzcan
"doğarken mi başladı benim son yolculuğun
ondan mı öyle geçti o garip çocukluğum
masallarla düşlerle beni hep aldattılar
yaşadığım; en büyük yalandı biliyorum
boşluğu kucaklardım uzatsam ellerimi
düşsem diye beklerdi pusuda bir uçurum
kol gezerdi çevremde acılar, ölüm gibi
ben ondan böyle kaldım, ondan karardı ruhum
yağmur mu yağmazdı ne, tarlalar mı çoraktı
neden hiç yeşermedi serptiğim onca tohum
şimdi ölen bir şey var içimde azar azar
ha söndü ha sönecek yıllar önce yanan mum
susmayın biliyorum, ben bir yalan dünyada
gürültülü yaşadım, sessizce ölüyorum."
sessizce ölmek - ümit yaşar oğuzcan
devamını gör...
pablo neruda
seni sevdiğimi göreceksin sevmediğim zaman,
çünkü iki yüzüyle karşına çıkar hayat.
bir sözcük sessizliğin kanadı olur bakarsın,
ateş de pay alır kendine soğuktan.
seni sevmeye başlamak için seviyorum seni,
sana olan sevgimi sonsuzlaştıracak
bir yolculuğa yeniden başlamak için:
bu yüzden şimdilik sevmiyorum seni.
sanki ellerindeymiş gibi mutluluğun
ve hüzün dolu belirsiz bir yarının anahtarları
hem seviyorum, hem de sevmiyorum seni.
sevgimin iki canı var seni sevmeye.
bu yüzden sevmezken seviyorum seni
ve bu yüzden severken seviyorum seni.
çünkü iki yüzüyle karşına çıkar hayat.
bir sözcük sessizliğin kanadı olur bakarsın,
ateş de pay alır kendine soğuktan.
seni sevmeye başlamak için seviyorum seni,
sana olan sevgimi sonsuzlaştıracak
bir yolculuğa yeniden başlamak için:
bu yüzden şimdilik sevmiyorum seni.
sanki ellerindeymiş gibi mutluluğun
ve hüzün dolu belirsiz bir yarının anahtarları
hem seviyorum, hem de sevmiyorum seni.
sevgimin iki canı var seni sevmeye.
bu yüzden sevmezken seviyorum seni
ve bu yüzden severken seviyorum seni.
devamını gör...
hoşlandığın kişi ile kanka olmak
(bkz: düşman başına)
devamını gör...
varlık vergisi
1942'de yürürlüğe giren yanlış bir vergi yasasıydı. çiftçiler, müslümanlar ve çoğunluğu gayrimüslimlerden alınan bir vergiydi.
devamını gör...
