tası tarağı toplayıp gitmek istenen yerler
devamını gör...
italya
italya birinci dünya savaşını kazansa bile italya istediği yerleri hepsini tam alamamıştı aslında 1915 yılında imzalanan londra antlaşmasında italya'ya adriyatik kıyısında ve anadolu üzerinde toprak vaat edilmişti. italya savaşın sonunda londra antlaşmasına göre italya'nın toprak talepleri şunlardı:
londra antlaşması not: savaşın sonunda kuzeyde hırvatistan ve slovenya kurulması planlanıyordu ancak sırbistan, slovenya ve hırvatistan birleşip yugoslavya'yı oluşturdular.
ın the event of the partition of ottoman empire, ıtaly "ought to obtain a just share of the mediterranean region adjacent to the province of adalia" türkçesi: osmanlı imparatorluğunun bölünmesi durumunda antalya ve bitişiğindeki bölgeden italya pay alacaktır.
savaşın sonunda ingiltere, italya akdeniz üzerinde fazla güçleneceği için anadolu'da yunanistan'ı destekledi bu yüzden italya türkiye ile savaşmadı ancak yunanistan türkiye'ye yenilince kimse tam istediğini alamadı. adriyatik kıyısında ise haritalar yeniden çizlidi. çünkü wilson ilkeleri gereği topraklar bölgede kimin çoğunlukta olduğuna göre çizilecekti bu ise italyan taleplerini sekteye uğratmıştı ve savaş sonunda avrupa harita işte böyleydi:
avrupa haritası
italya anadolu üzerinde hiçbir talebini alamamış, adriyatik kıyısında ise istekleri tamamı alınamamıştı. italya'ya atılan bu kazık faşizme büyük bir alan açmış toprak iddialarını iyice genişletip latince "mare nostrum" yani "bizim deniz" anlamına gelen akdeniz için romalılar tarafından kullanılan bu kelime daha sonra faşistlerin tüm akdeniz üzerindeki toprak iddialarında propaganda olarak kullanılmıştır
kısacası yayılmacı politikaları ve atılan kazıklar sonucu birinci dünya savaşı sonrasında faşizmin yükselmiş olduğu ülke.
(bkz: irredantizm)
londra antlaşması not: savaşın sonunda kuzeyde hırvatistan ve slovenya kurulması planlanıyordu ancak sırbistan, slovenya ve hırvatistan birleşip yugoslavya'yı oluşturdular.
ın the event of the partition of ottoman empire, ıtaly "ought to obtain a just share of the mediterranean region adjacent to the province of adalia" türkçesi: osmanlı imparatorluğunun bölünmesi durumunda antalya ve bitişiğindeki bölgeden italya pay alacaktır.
savaşın sonunda ingiltere, italya akdeniz üzerinde fazla güçleneceği için anadolu'da yunanistan'ı destekledi bu yüzden italya türkiye ile savaşmadı ancak yunanistan türkiye'ye yenilince kimse tam istediğini alamadı. adriyatik kıyısında ise haritalar yeniden çizlidi. çünkü wilson ilkeleri gereği topraklar bölgede kimin çoğunlukta olduğuna göre çizilecekti bu ise italyan taleplerini sekteye uğratmıştı ve savaş sonunda avrupa harita işte böyleydi:
avrupa haritası
italya anadolu üzerinde hiçbir talebini alamamış, adriyatik kıyısında ise istekleri tamamı alınamamıştı. italya'ya atılan bu kazık faşizme büyük bir alan açmış toprak iddialarını iyice genişletip latince "mare nostrum" yani "bizim deniz" anlamına gelen akdeniz için romalılar tarafından kullanılan bu kelime daha sonra faşistlerin tüm akdeniz üzerindeki toprak iddialarında propaganda olarak kullanılmıştır
kısacası yayılmacı politikaları ve atılan kazıklar sonucu birinci dünya savaşı sonrasında faşizmin yükselmiş olduğu ülke.
(bkz: irredantizm)
devamını gör...
ağzını şapırdatarak yemek yemek
yapanın yaptığını fark etmediği , dikkat edenin km'lerce uzaktan duyabileceği rahatsız edici ağız sesi.
devamını gör...
bi bitmediniz dedirtenler
patavatsızlığı açık sözlülük sanan insanlar.
devamını gör...
geceye bir şiir bırak
ben, kendi ruhumda durgunlaşıyorum!
düşü gerçek yerine koymaktan,
kendi düşlerimi fazlasıyla derin yaşamaktan ötürü,en sonunda düşsel
hayatımın gerçek olmayan gülünde bir diken çıktı!
acı çekiyorum,
ama bunu hak edip etmediğimi bilmiyorum.
kendimi arıyorum, bulamıyorum!
hissetmek ne büyük bir ağırlık!
hissetmek zorunda olmak ne büyük bir ağırlık!
soğuk bir el boğazımı sıkıyor, hayatı solumamı engelliyor.
içimde ki her şey ölüyor;
hatta düş kurabildiğime olan güvenim bile!
ne yaparsam yapayım,
fiziksel olarak kendimi iyi hissedemiyorum.
gönlümün kaydığı bütün
dinginliklerin, ruhumu parçalayan sivri köşeleri var!
kendim için kimim ben?
hissettiğim şeylerden biriyim sadece.
yüreğim çaresizce,delik bir kova gibi boşalıyor!
gerçekten ıstırap çekenler böyle sürüler halinde dolaşmaz,
gruplar kurmazlar.
acı denen şey, yalnız başına çekilir.
içimiz gibi dışımız da ‘oyuk’ ve ‘boştur!”
ölümden yapılmışız biz.
hayat diye kabul ettiğimiz şey,
gerçek hayatın uykusu varlığımızın gerçek halinin ölümüdür.
ölüler doğar, ölmezler.
iki dünyayı ters sırayla biliriz biz.
yaşadığımızı sanırken ölüyüzdür.
ölümle pençeleşirken yaşamaya başlarız!
sıkıntıdan ve kendimi başka hissetmekten dolayı parçalanırım.
hayatım kavruk kaldı,
çünkü düşlerdeki halinde bile cazibeden yoksun gibiydi.
sonunda düşlerin verdiği
yorgunluk beni ele geçirdi…
bunu hissedince, dışımdan gelen sahte bir duyguya kapıldım.
sonsuz bir yolun sonuna mı gelmiştim yoksa…
kendimden taşıp kim bilir nereye düştüm.
ve hiç kıpırdamadan, boş yere kaldım orada.
daha önce olduğum bir şeyim.
var olduğumu hissettiğim yerde değilim;
kendimi ararken, beni arayanın kim olduğunu bilemiyorum.
her şeyden sıkılarak gevşiyorum.
ruhumdan kovulmuşum sanki.
kendime bakıyorum.
kendi kendimin seyircisiyim ben.
duygularım, içimdeki bilmediğim bir gözün önünden,
dışarıya ait şeylermiş gibi dizi dizi geçiyor.
kendimden sıkılıyorum.
her şey, hatta gizemden yapılmış kökleri bile,
sıkıntımın rengine bürünmüş!
özlediğim hiçbir şey yok. hayatım acıyor.
bulunduğum yer acıyor, kendimi
bulabileceğimi düşündüğüm yer çoktandır acıyor!
fernando pessoa
düşü gerçek yerine koymaktan,
kendi düşlerimi fazlasıyla derin yaşamaktan ötürü,en sonunda düşsel
hayatımın gerçek olmayan gülünde bir diken çıktı!
acı çekiyorum,
ama bunu hak edip etmediğimi bilmiyorum.
kendimi arıyorum, bulamıyorum!
hissetmek ne büyük bir ağırlık!
hissetmek zorunda olmak ne büyük bir ağırlık!
soğuk bir el boğazımı sıkıyor, hayatı solumamı engelliyor.
içimde ki her şey ölüyor;
hatta düş kurabildiğime olan güvenim bile!
ne yaparsam yapayım,
fiziksel olarak kendimi iyi hissedemiyorum.
gönlümün kaydığı bütün
dinginliklerin, ruhumu parçalayan sivri köşeleri var!
kendim için kimim ben?
hissettiğim şeylerden biriyim sadece.
yüreğim çaresizce,delik bir kova gibi boşalıyor!
gerçekten ıstırap çekenler böyle sürüler halinde dolaşmaz,
gruplar kurmazlar.
acı denen şey, yalnız başına çekilir.
içimiz gibi dışımız da ‘oyuk’ ve ‘boştur!”
ölümden yapılmışız biz.
hayat diye kabul ettiğimiz şey,
gerçek hayatın uykusu varlığımızın gerçek halinin ölümüdür.
ölüler doğar, ölmezler.
iki dünyayı ters sırayla biliriz biz.
yaşadığımızı sanırken ölüyüzdür.
ölümle pençeleşirken yaşamaya başlarız!
sıkıntıdan ve kendimi başka hissetmekten dolayı parçalanırım.
hayatım kavruk kaldı,
çünkü düşlerdeki halinde bile cazibeden yoksun gibiydi.
sonunda düşlerin verdiği
yorgunluk beni ele geçirdi…
bunu hissedince, dışımdan gelen sahte bir duyguya kapıldım.
sonsuz bir yolun sonuna mı gelmiştim yoksa…
kendimden taşıp kim bilir nereye düştüm.
ve hiç kıpırdamadan, boş yere kaldım orada.
daha önce olduğum bir şeyim.
var olduğumu hissettiğim yerde değilim;
kendimi ararken, beni arayanın kim olduğunu bilemiyorum.
her şeyden sıkılarak gevşiyorum.
ruhumdan kovulmuşum sanki.
kendime bakıyorum.
kendi kendimin seyircisiyim ben.
duygularım, içimdeki bilmediğim bir gözün önünden,
dışarıya ait şeylermiş gibi dizi dizi geçiyor.
kendimden sıkılıyorum.
her şey, hatta gizemden yapılmış kökleri bile,
sıkıntımın rengine bürünmüş!
özlediğim hiçbir şey yok. hayatım acıyor.
bulunduğum yer acıyor, kendimi
bulabileceğimi düşündüğüm yer çoktandır acıyor!
fernando pessoa
devamını gör...
ilk kez yapıldığında acı veren sonradan keyif veren şeyler
sade soda içmek.
insan sade sodayı bitirebildiği gün büyüyor yeğeen.
insan sade sodayı bitirebildiği gün büyüyor yeğeen.
devamını gör...
polizei
1988 türk-alman ortak yapımı olan bu filmin yönetmen koltuğunda şerif gören otururken, müzikleri de timur selçuk'a emanettir.
başrollerini ise kemal sunal (ali ekber) babett jutte (babett), ve yalçın güzelce (filinta cemal) paylaşır.
şahsi fikrim kemal sunal'ın en iyi filmlerinden birisidir.
ben bu ifadeyi sevmesem de genel kullanılan şekli ile gurbetçilerin uyum sorunu, yaşadıkları zorluklar, sıkıntılar ve kültür çatışmalarını çok iyi işlemiş bir filmdir. orada açık seçik görebilirsiniz almanya'ya göçmüş ama kafası hiç değişmemiş ve uyum sorunu had safada olan nesil ile onların, ailesi ve oradaki mevcut yaşam arasında sıkışıp kalmış, ne yapacağını bilmez çocukları arasındaki farkı.
ali ekber almanya'ya göçmüş olmalarına rağmen saf, temiz bir o kadar da namuslu klasik bir türk insanıdır. çöpçülük yaparak hayatını kazanmakta, akşamları ise bir tiyatroda temizlik işleri yapmaktadır. en yakın arkadaşı ali ekber'e hiç parası olmayan, sahtekarın önce gideni, kendisi de beş para etmez bir adam olan filinta cemal sayesinde aşık olduğu babett'i tavlamaya çalışmaktadır. cemal yalan dolan işlerle bizim saf ali ekber'imizi sürekli kandırmaktadır.
babası hamza'nın, memleketten gelen adaşı; neredeyse tek repliği olan "şu sex shop neredeydi" ile filmi bitiren, pardon diğeri de "gavura bakmak sevaptır" olan memleket kokulu arkadaşına medeniyet öğretmeye çalışırken ali ekber'le her karşılaşmalarında ona şamarı basması ne yaman bir çelişkidir.
ali ekber aynı zamanda hafize'nin evden kaçan kızı şenay ya da kimin kızı olduğunu bilmediğimiz ayşe ile ilgili atıp tutan namus timsali abilerden de el alır. o el zamanı gelince kızın yüzünde patlar ama kız kolay lokma değildir ve bundan da iyi bir ders çıkartılmalıdır...
ali ekber'in en mutlu olduğu zamanlar bence evdeki muhabbet kuşu "garip" ile ve sevimli komşu çocuğu ile geçirdiği zamanlardır. çünkü onların yanında ali ekber gerçekten ali ekber'dir. ama garip gerçekten gariptir ve kısacık ömrü karda yürüyüp izini belli etmeyen zalım bir kedi sayesinde son bulur. ve tiyatroda geçirdiği zamanlar. yeteneklidir ali ekber ve elbette keşfedilir. ona repliği olmasa da bir polizei rolü verir klaus abisi. zaten ne olursa da bundan sonra olur. üzerinde o kostümle bakkala gittiğinde onu her zaman ve daima bekleten çakal bakkal mehmet ilk önce ona hizmet eder. ve maymun gözünü açar. artık ali ekber'den korkmalıdır onu saf yerine koyan herkes. yeni rolü paraya doymak bilmeyen alman polizei olan ali ekber bunu anlatan hareketleri bulmakta da gecikmez. kulağını kaşımakla başlayıp açılan cebe doldurulan paralar ile sonlanan bir ezberi vardır artık. filinta cemal'e ısmarladığı yemekleri, içkileri misli ile alır bu şekilde. polizei kimliği sayesinde alabileceği her avantayı almaktan asla çekinmez. gerçek alman polisi ile karşılaştığında da istikbal göklerdedir sözünün büyüklüğüne sığınarak yırtar her seferinde.
arada üniforması ile babett'in büfesinin oradan geçmeyi de ihmal etmez. daha önce onunla uğraşan bisikletli çocuklarla anlaşıp sarı civcivimiz, canımız ciğerimiz, tatlı kızımız babett'i sonunda etkilemeyi başarır. fakat sayesinde kızı tavladığı üniformadan kızı tavlar tavlamaz kurtulup kendi kimliğine geri döner ali kemal.
ve gökten üç elma düşer...
birisi hala "şu sex shop neredeydi?" diye soran hamza dayıya gelsin lütfen...
izlememiş olanlar veya yeniden izlemek isteyenler için restorasyonlu hali : buradan
başrollerini ise kemal sunal (ali ekber) babett jutte (babett), ve yalçın güzelce (filinta cemal) paylaşır.
şahsi fikrim kemal sunal'ın en iyi filmlerinden birisidir.
ben bu ifadeyi sevmesem de genel kullanılan şekli ile gurbetçilerin uyum sorunu, yaşadıkları zorluklar, sıkıntılar ve kültür çatışmalarını çok iyi işlemiş bir filmdir. orada açık seçik görebilirsiniz almanya'ya göçmüş ama kafası hiç değişmemiş ve uyum sorunu had safada olan nesil ile onların, ailesi ve oradaki mevcut yaşam arasında sıkışıp kalmış, ne yapacağını bilmez çocukları arasındaki farkı.
ali ekber almanya'ya göçmüş olmalarına rağmen saf, temiz bir o kadar da namuslu klasik bir türk insanıdır. çöpçülük yaparak hayatını kazanmakta, akşamları ise bir tiyatroda temizlik işleri yapmaktadır. en yakın arkadaşı ali ekber'e hiç parası olmayan, sahtekarın önce gideni, kendisi de beş para etmez bir adam olan filinta cemal sayesinde aşık olduğu babett'i tavlamaya çalışmaktadır. cemal yalan dolan işlerle bizim saf ali ekber'imizi sürekli kandırmaktadır.
babası hamza'nın, memleketten gelen adaşı; neredeyse tek repliği olan "şu sex shop neredeydi" ile filmi bitiren, pardon diğeri de "gavura bakmak sevaptır" olan memleket kokulu arkadaşına medeniyet öğretmeye çalışırken ali ekber'le her karşılaşmalarında ona şamarı basması ne yaman bir çelişkidir.
ali ekber aynı zamanda hafize'nin evden kaçan kızı şenay ya da kimin kızı olduğunu bilmediğimiz ayşe ile ilgili atıp tutan namus timsali abilerden de el alır. o el zamanı gelince kızın yüzünde patlar ama kız kolay lokma değildir ve bundan da iyi bir ders çıkartılmalıdır...
ali ekber'in en mutlu olduğu zamanlar bence evdeki muhabbet kuşu "garip" ile ve sevimli komşu çocuğu ile geçirdiği zamanlardır. çünkü onların yanında ali ekber gerçekten ali ekber'dir. ama garip gerçekten gariptir ve kısacık ömrü karda yürüyüp izini belli etmeyen zalım bir kedi sayesinde son bulur. ve tiyatroda geçirdiği zamanlar. yeteneklidir ali ekber ve elbette keşfedilir. ona repliği olmasa da bir polizei rolü verir klaus abisi. zaten ne olursa da bundan sonra olur. üzerinde o kostümle bakkala gittiğinde onu her zaman ve daima bekleten çakal bakkal mehmet ilk önce ona hizmet eder. ve maymun gözünü açar. artık ali ekber'den korkmalıdır onu saf yerine koyan herkes. yeni rolü paraya doymak bilmeyen alman polizei olan ali ekber bunu anlatan hareketleri bulmakta da gecikmez. kulağını kaşımakla başlayıp açılan cebe doldurulan paralar ile sonlanan bir ezberi vardır artık. filinta cemal'e ısmarladığı yemekleri, içkileri misli ile alır bu şekilde. polizei kimliği sayesinde alabileceği her avantayı almaktan asla çekinmez. gerçek alman polisi ile karşılaştığında da istikbal göklerdedir sözünün büyüklüğüne sığınarak yırtar her seferinde.
arada üniforması ile babett'in büfesinin oradan geçmeyi de ihmal etmez. daha önce onunla uğraşan bisikletli çocuklarla anlaşıp sarı civcivimiz, canımız ciğerimiz, tatlı kızımız babett'i sonunda etkilemeyi başarır. fakat sayesinde kızı tavladığı üniformadan kızı tavlar tavlamaz kurtulup kendi kimliğine geri döner ali kemal.
ve gökten üç elma düşer...
birisi hala "şu sex shop neredeydi?" diye soran hamza dayıya gelsin lütfen...
izlememiş olanlar veya yeniden izlemek isteyenler için restorasyonlu hali : buradan
devamını gör...
sensedim
eski türkçede susamak gibi, sensiz kaldım, sana hasret kaldım, seni özledim anlamına gelen sözcük.
devamını gör...
michelangelo
sistine şapeli'nin fresklerini yapan muhteşem ressam.
ayrıca ilk resmini 12-13 yaşlarındayken yapmıştır.
ayrıca ilk resmini 12-13 yaşlarındayken yapmıştır.
devamını gör...
rögar kapağı
bir ülkenin gelişmişlik düzeyini anlamak için nelere bakmak gerekir?
önemsiz bir gösterge olarak düşünülse de rögar kapaklarının da kesinlikle bir kıstas olduğu düşüncesindeyim.

kendi gözlerimle rögar kapağı çıkıntısını farkedemeyen motosiklet sürücüsünün düşüşüne tanık olduğum için bu tanımı girmek istedim. belediyelerimiz malesef futbol kulüpleri, konser gibi işler peşinde koşuyor. asıl böyle meselelere eğilmesi gerekmektedir.

8 milyon üniversite öğrencimiz var diye övünüyoruz fakat rögar kapağını düzgün takabilecek kadar kalifiye değiliz. rögar kapaklarının yol ile aynı seviyede yapılabildiği zaman ülkemin iyiye gittiğine kanaat getireceğim.
önemsiz bir gösterge olarak düşünülse de rögar kapaklarının da kesinlikle bir kıstas olduğu düşüncesindeyim.

kendi gözlerimle rögar kapağı çıkıntısını farkedemeyen motosiklet sürücüsünün düşüşüne tanık olduğum için bu tanımı girmek istedim. belediyelerimiz malesef futbol kulüpleri, konser gibi işler peşinde koşuyor. asıl böyle meselelere eğilmesi gerekmektedir.

8 milyon üniversite öğrencimiz var diye övünüyoruz fakat rögar kapağını düzgün takabilecek kadar kalifiye değiliz. rögar kapaklarının yol ile aynı seviyede yapılabildiği zaman ülkemin iyiye gittiğine kanaat getireceğim.

devamını gör...
haziran ayında 20 yaş üstü herkes aşılanacak
durumun turizm sezonuyla alakalı olduğunu düşünenler hem haklılar hem de haksızlar.
turizmciyim, 2019 kasım ayından beri sadece 60 gün çalıştık. diğer tüm sektörler ya full çalıştılar ya da aralıklı çalıştılar ama çalıştılar ve sofralarına yemek koyabildiler.
bizler kredi dahi alamıyoruz, bankalar yüksek risk grubunda görüyorlar. hibeler ise komedi gibi. para lazım, para için aşılanma lazım, aşılanma yoksa turist yok.
gelelim yanıldıkları kısma. ruslar şu an için gelmeyecek, birleşik krallıktan turist gelmesi ise şu an için imkansız. ruslar hem covid hem de politik sebeplerle ambargo uyguluyorlar. 9 milyon rus turiste elveda dedik diyeceğiz, bu durum otelcileri zor duruma sokacaktır. diğer esnaf için olsa da olur olmasa da olur.
birleşik krallıktan gelecek turistler için durum biraz vahim, birleşik krallığın bizi seyahat edilebilir ülkeler listesine alabilmesi için haftalık vaka sayısının yüzbin kişide, altmış beş kişinin altında olması gerekir (yanılmıyorsam). ingilterede bilim kurulu gibi bir kurul var, bunlar haftalık toplanıp yeşil ülkeler listesi hazırlıyorlar ve bu listeye bizim ağustostan önce girebilme şansımız yok.
gelelim turizm politikasında yaptığımız hataya. tüm ülkeyi aşıladığımızı varsayalım. gelen turistten aşı kartı ve pcr testi istemiyoruz. işte dananın kuyruğu burada kopuyor. biz covid çorbası bir ülke haline geliyoruz.
gelen turist, süper yayıcı mı, hasta mı, değil mi bilmiyoruz. varsayalım x ülkesindem süper yayıcı bir turist geldi. 1000 yataklı bir otelde konaklıyor, otelde de ingiliz, alman, hollandalı, ukraynalı, polonyalı, slovak turistler olsun.
bu x turist diğer turistlerle restoranda yemek yiyecek, aynı havuza girecek, aynı barda içecek, aynı şezlonga yatacak.
tamam türkü aşıladın biz yırttık varsayalım.
diğer turistler ne olacak?
hepsi birbirinden kapıp ülkesine taşıyacak.
sen daha sezonu açtım dediğin gün geri dönen ilk turist kafilesi içerisindeki bir tek covidli çıkması halinde herkes ülkelerini türkiyeye kapatacak.
turizm işi ciddi iştir, lakin bizim bakanlıklar sadece vatandaşı aşılayarak problemi çözeceğini zannedecek kadar sığ düşünüyorlar.
gelen turisten aşı kartı ve pcr testi istemek akıllarına gelmiyor.
çok basit bir örnek de vereyim, birleşik krallık hindistan varyantı için bizi suçluyor.
haklılar. neden haklılar?
mart nisan aylarında ingiltereden hindistana giden hint vatandaşlarına ingiltere dönüşte karantina uyguluyordu ama türkiyeden dönenlere karantina uygulanmıyordu. hintli de klasik kurnazlığını yapıyor, hindistandan dönerken türkiyede 10 gün konaklıyor, türkiyeden ingiltereye uçuyordu. dolayısıyla karantinaya girmeden ingiltereye giriyorlardı. böylece hindistan varyantını hem ülkemize taşıdık hem de ingiltere ile arasında köprü kurduk.
ingilterenin uyarısıyla hindistandan gelenlerden pcr testi istemeye başladık.
yani işler turizm için kötü, sığ adamlar önünü arkasını düşünmeden kararlar alıyorlar ve bu nedenle turizm falan olur mu bu sene kimse bilmiyor.
benim oyum bu önlemlerle turizm falan olmayacağı.
turizm için vatandaşları aşılıyorlar derken bir kez daha düşünün.
turizmciyim, 2019 kasım ayından beri sadece 60 gün çalıştık. diğer tüm sektörler ya full çalıştılar ya da aralıklı çalıştılar ama çalıştılar ve sofralarına yemek koyabildiler.
bizler kredi dahi alamıyoruz, bankalar yüksek risk grubunda görüyorlar. hibeler ise komedi gibi. para lazım, para için aşılanma lazım, aşılanma yoksa turist yok.
gelelim yanıldıkları kısma. ruslar şu an için gelmeyecek, birleşik krallıktan turist gelmesi ise şu an için imkansız. ruslar hem covid hem de politik sebeplerle ambargo uyguluyorlar. 9 milyon rus turiste elveda dedik diyeceğiz, bu durum otelcileri zor duruma sokacaktır. diğer esnaf için olsa da olur olmasa da olur.
birleşik krallıktan gelecek turistler için durum biraz vahim, birleşik krallığın bizi seyahat edilebilir ülkeler listesine alabilmesi için haftalık vaka sayısının yüzbin kişide, altmış beş kişinin altında olması gerekir (yanılmıyorsam). ingilterede bilim kurulu gibi bir kurul var, bunlar haftalık toplanıp yeşil ülkeler listesi hazırlıyorlar ve bu listeye bizim ağustostan önce girebilme şansımız yok.
gelelim turizm politikasında yaptığımız hataya. tüm ülkeyi aşıladığımızı varsayalım. gelen turistten aşı kartı ve pcr testi istemiyoruz. işte dananın kuyruğu burada kopuyor. biz covid çorbası bir ülke haline geliyoruz.
gelen turist, süper yayıcı mı, hasta mı, değil mi bilmiyoruz. varsayalım x ülkesindem süper yayıcı bir turist geldi. 1000 yataklı bir otelde konaklıyor, otelde de ingiliz, alman, hollandalı, ukraynalı, polonyalı, slovak turistler olsun.
bu x turist diğer turistlerle restoranda yemek yiyecek, aynı havuza girecek, aynı barda içecek, aynı şezlonga yatacak.
tamam türkü aşıladın biz yırttık varsayalım.
diğer turistler ne olacak?
hepsi birbirinden kapıp ülkesine taşıyacak.
sen daha sezonu açtım dediğin gün geri dönen ilk turist kafilesi içerisindeki bir tek covidli çıkması halinde herkes ülkelerini türkiyeye kapatacak.
turizm işi ciddi iştir, lakin bizim bakanlıklar sadece vatandaşı aşılayarak problemi çözeceğini zannedecek kadar sığ düşünüyorlar.
gelen turisten aşı kartı ve pcr testi istemek akıllarına gelmiyor.
çok basit bir örnek de vereyim, birleşik krallık hindistan varyantı için bizi suçluyor.
haklılar. neden haklılar?
mart nisan aylarında ingiltereden hindistana giden hint vatandaşlarına ingiltere dönüşte karantina uyguluyordu ama türkiyeden dönenlere karantina uygulanmıyordu. hintli de klasik kurnazlığını yapıyor, hindistandan dönerken türkiyede 10 gün konaklıyor, türkiyeden ingiltereye uçuyordu. dolayısıyla karantinaya girmeden ingiltereye giriyorlardı. böylece hindistan varyantını hem ülkemize taşıdık hem de ingiltere ile arasında köprü kurduk.
ingilterenin uyarısıyla hindistandan gelenlerden pcr testi istemeye başladık.
yani işler turizm için kötü, sığ adamlar önünü arkasını düşünmeden kararlar alıyorlar ve bu nedenle turizm falan olur mu bu sene kimse bilmiyor.
benim oyum bu önlemlerle turizm falan olmayacağı.
turizm için vatandaşları aşılıyorlar derken bir kez daha düşünün.
devamını gör...
feministlik uğruna filozofları aşağılamaya kalkan cahil insan
bir kişinin düşüncesinin saçma/yanlış/saygısızca/cinsiyetçi olduğunu düşünmek veya belirtmek ne zamandan beri aşağılamak oluyor?
ha tabii sırf filozof, bilim insanı, sanatçı vb. diye körü körüne dediklerini takip etmeyi seçiyorsa bazıları, o başka*. işte asıl cahillik budur.
bir de kişinin kendi cinsiyetçiliğini beslediği için bu isimlerin cinsiyetçi söylemlerini gururla oraya buraya kopyala yapıştır yapan kişiler de var elbette. bence onlar hakkında konuşmaya bile gerek yok, tek yaptıkları ctrl+c, ctrl+v'ye basmak çünkü.
edit: bu da amacı cinsiyetçi söylemleri ctrl+c, ctrl+v yapmak ve sözlüğü cinsiyetçi başlık ve tanımlarla doldurmaya çalışmak olan yazara verdiğim ikinci ve son prim olsun.
edit 2: tarih; savaşlara, açlığa, doğal afetlere, reform-rönesans'a olduğu gibi ''cadı avı'' altında yakılan kadınlara da şahitlik etmiştir. kadınların tek yapması gerekenin ev işleriyle uğraşmak olarak görülen bir geçmişte, kadınların zihninin bilim, felsefe gibi konularla uğraşmak için uygun olmadığını söylemek, empatiden yoksunluk ve geniş çaplı düşünememektir. demek ki filozof da olsan tam manasıyla düşünemeyebiliyorsun. kadınların yaptıkları sabote ediliyor, birçok şeyden alıkonuluyor, diri diri yakılıp toprağa gömülüyor, ama çıkıp da insanlar ''kadınların zihni yetersiz'' diyebiliyor. yahu zihinlerini gösterebilecekleri fırsatı vermediniz ki. ama onlar yine de, tüm baskılara rağmen bir şekilde o kabuklarından çıkmaya çalışmayı başardı.
bu filozofların kurdukları cinsiyetçi cümlelerin üzerinden yüzyıllar geçti, 21. yüzyıldayız ve gururla bu sözlere hak verenler, körü körüne, reddetmeyi eleştirenler var. cinsiyetçiliğin kişileri ve toplumu geriye götürmekten başka bir şeye yaramadığını görebiliyorum. eğer bu körlükse, cinsiyetçiliğe hak verecek cümleleri görmeyi reddettikleri için gözlerimle gurur duyarım.
ha tabii sırf filozof, bilim insanı, sanatçı vb. diye körü körüne dediklerini takip etmeyi seçiyorsa bazıları, o başka*. işte asıl cahillik budur.
bir de kişinin kendi cinsiyetçiliğini beslediği için bu isimlerin cinsiyetçi söylemlerini gururla oraya buraya kopyala yapıştır yapan kişiler de var elbette. bence onlar hakkında konuşmaya bile gerek yok, tek yaptıkları ctrl+c, ctrl+v'ye basmak çünkü.
edit: bu da amacı cinsiyetçi söylemleri ctrl+c, ctrl+v yapmak ve sözlüğü cinsiyetçi başlık ve tanımlarla doldurmaya çalışmak olan yazara verdiğim ikinci ve son prim olsun.
edit 2: tarih; savaşlara, açlığa, doğal afetlere, reform-rönesans'a olduğu gibi ''cadı avı'' altında yakılan kadınlara da şahitlik etmiştir. kadınların tek yapması gerekenin ev işleriyle uğraşmak olarak görülen bir geçmişte, kadınların zihninin bilim, felsefe gibi konularla uğraşmak için uygun olmadığını söylemek, empatiden yoksunluk ve geniş çaplı düşünememektir. demek ki filozof da olsan tam manasıyla düşünemeyebiliyorsun. kadınların yaptıkları sabote ediliyor, birçok şeyden alıkonuluyor, diri diri yakılıp toprağa gömülüyor, ama çıkıp da insanlar ''kadınların zihni yetersiz'' diyebiliyor. yahu zihinlerini gösterebilecekleri fırsatı vermediniz ki. ama onlar yine de, tüm baskılara rağmen bir şekilde o kabuklarından çıkmaya çalışmayı başardı.
bu filozofların kurdukları cinsiyetçi cümlelerin üzerinden yüzyıllar geçti, 21. yüzyıldayız ve gururla bu sözlere hak verenler, körü körüne, reddetmeyi eleştirenler var. cinsiyetçiliğin kişileri ve toplumu geriye götürmekten başka bir şeye yaramadığını görebiliyorum. eğer bu körlükse, cinsiyetçiliğe hak verecek cümleleri görmeyi reddettikleri için gözlerimle gurur duyarım.
devamını gör...
öğrenciler için ücretsiz online kurslar
1-afad gönüllülük sistemi: sertifikalar almanızın yanında biriken puanlar ile mağazadan afad ürünleri (termos, çakı fener seti, defter) alabildiğiniz bir sistem.
buradan
2- btk akademi: yine devlet destekli genellikle yazılım, sosyal medya üzerine kursların olduğu. uzmanların kurs verdiği platform. sadece sınavlı kurslar sertifika vermekte.
buradan
3-bilgeiş: bu platform sayesinde odtü'den ilkyardım sertifikası aldım.
buradan
not: hepsi tamamen ücretsizdir.
alıntıladığım yazı ve detay için: buradan
buradan
2- btk akademi: yine devlet destekli genellikle yazılım, sosyal medya üzerine kursların olduğu. uzmanların kurs verdiği platform. sadece sınavlı kurslar sertifika vermekte.
buradan
3-bilgeiş: bu platform sayesinde odtü'den ilkyardım sertifikası aldım.
buradan
not: hepsi tamamen ücretsizdir.
alıntıladığım yazı ve detay için: buradan
devamını gör...
müteşekkir
her ne kadar çok eskilerden günümüze ulaşmış olsa bile, hala yaygın şekilde değerlendirilebilen minnet ve teşekkür etme sözü.
devamını gör...
sinirli bir insan olmak
daha yıkıcı bir duygu yok cidden öfkeden. öfke tetikler diğer duyguları da. yorucu bozucu ne varsa ona ait.
devamını gör...
sahte
feyk yani. (bkz: feyk ulan feyk)
devamını gör...
bütün hesaplarında aynı şifre olan insan
başka nasıl aklımda tutacağım ki? gerçi bunu da tutamıyorum ama neyse.
devamını gör...
islam barış dinidir
dünyadaki bütün dinler arasında en barışçıl ve huzur veren din islamdır. müslüman bir kişi diğer görüşteki insanlara saygısızlık yapmaz, onlara şiddet kullanmaz. 2-3 tane beyni yıkanmış, psikolojik sorunlu teröristin çıkıp bütün müslümanları lekelemesine izin verilmemelidir. islam daima gittiği yere kardeşlik götürür.
devamını gör...
ibranice
. שלום
semitik bir dil. günümüzde iletişim için kullanılan modern ibranice, 1900'lerin başlarında oluşturuldu ve kullanılmaya başlandı. oldukça yeni bir tarihi var modern ibranicenin. alfabesindeki harflerin ise davud yıldızı baz alınırak tasarlandığı söylemekte. ben bir ara merak salmıştım.
ayrıca yanılmıyorsam israil'e taşınmaya karar veren yahudiler için devlet, ücretsiz modern ibranice kursu veriyor. aslında oradaki insanlar cidden iyi arapça ve ingilizce konuşabiliyorlar ama devlet ibraniceyi yaymak ve bilinir kılmak istiyor çünkü bir dil her şeydir. dil, toplumun ne olduğunu belirler. biz de türkçeye sahip çıkmalıyız. oktay sinanoğlu ne derdi? "türkçe biterse türkiye biter."
semitik bir dil. günümüzde iletişim için kullanılan modern ibranice, 1900'lerin başlarında oluşturuldu ve kullanılmaya başlandı. oldukça yeni bir tarihi var modern ibranicenin. alfabesindeki harflerin ise davud yıldızı baz alınırak tasarlandığı söylemekte. ben bir ara merak salmıştım.
ayrıca yanılmıyorsam israil'e taşınmaya karar veren yahudiler için devlet, ücretsiz modern ibranice kursu veriyor. aslında oradaki insanlar cidden iyi arapça ve ingilizce konuşabiliyorlar ama devlet ibraniceyi yaymak ve bilinir kılmak istiyor çünkü bir dil her şeydir. dil, toplumun ne olduğunu belirler. biz de türkçeye sahip çıkmalıyız. oktay sinanoğlu ne derdi? "türkçe biterse türkiye biter."
devamını gör...