regl oldum demenin alternatif yolları
ana vatan kan ağlıyor.*
devamını gör...
valorant
kadın olarak barınamadığım oyun. dişi sesi duyduğu gibi yavşak yavşak konuşan erkekler oldukça, oyun oynayan kadın sayısı bu kadar az olmaya devam edecek.
devamını gör...
11 ocak 2021 normal sözlük olayları
kafa sözlük diye bir yer varmış üye olcam lan
açtığı başlıktır.
olaylar oluyor bir ekmek de ben yiyeyim amacıyla kaosun ateşinin sönmemesini amaçlar.
az değilsin seni muzip seni.
açtığı başlıktır.
olaylar oluyor bir ekmek de ben yiyeyim amacıyla kaosun ateşinin sönmemesini amaçlar.
az değilsin seni muzip seni.
devamını gör...
türkiye'de gençlerin yüzde 77'sinin işinden memnun olması
türkiyede gençlerin hemen hemen hepsi işsiz.her yer nitelikli issiz gençle dolu.
(bkz: iş varda biz mi çalışmıyoruz)
(bkz: iş varda biz mi çalışmıyoruz)
devamını gör...
fiyatı pahalı gelince mağazada uydurulan yalanlar
o kadar param yok der çıkarım. kıvranmaya gerek yok.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının şiirleri
bir pazar sabahı
kuş sesleriyle kuşatılmış gökyüzü
seyre daldım akıp giden nehri
sarıp sarmalar umut her gülen yüzü.
kuş sesleriyle kuşatılmış gökyüzü
seyre daldım akıp giden nehri
sarıp sarmalar umut her gülen yüzü.
devamını gör...
tayyip erdoğan'ın madalyaları çaldırmayın demesi
evet arkadaş aldınız mesajı, madalyalı tanımlarınıza sahip çıkıyorsunuz!
devamını gör...
senaryo yazmak
becerinin yanında bir o kadar da sabır gerektiren bir eylemdir.
öncelikle iyi bir hikâye yazarı olmak, ortalama bir senaryo yazacağınız anlamına gelmez. senaryonun bir matematiği vardır. ilk kez senaryo yazımını deneyimleyen kişilerde sıklıkça görülen hata; senaryonun mizansen bölümünü, edebi bir metin gibi betimlemeleridir.
yüreğinin çarpıntısı yavaşlıyordu. demiri bırakıp bir adım geri çekildi. yerdeki bardak kırıntılarına baktı, oda bozulmuştu kadın gelmezdi artık-roman
demiri bıraktı. bir adım geri çekildi. yerdeki bardak kırıntılarına baktı.-senaryo
yüreğinin çarpıntısı yavaşlıyordu ; bu, görüntü olarak aktarılabilecek bir şey değildir. ayrıca burada karar mercii yönetmendir. senaryo yazarı; yalın bir dil kullanarak his aktarımını yönetmene bırakmalıdır.
aynı şekilde; oda bozulmuştu, kadın gelmezdi artık ; bu kısım, anlatımı kuvvetlendiren bir aktarım olsa da görüntü olarak karşılığı olmadığından senaryo formuna uygun değildir.
öncelikle iyi bir hikâye yazarı olmak, ortalama bir senaryo yazacağınız anlamına gelmez. senaryonun bir matematiği vardır. ilk kez senaryo yazımını deneyimleyen kişilerde sıklıkça görülen hata; senaryonun mizansen bölümünü, edebi bir metin gibi betimlemeleridir.
yüreğinin çarpıntısı yavaşlıyordu. demiri bırakıp bir adım geri çekildi. yerdeki bardak kırıntılarına baktı, oda bozulmuştu kadın gelmezdi artık-roman
demiri bıraktı. bir adım geri çekildi. yerdeki bardak kırıntılarına baktı.-senaryo
yüreğinin çarpıntısı yavaşlıyordu ; bu, görüntü olarak aktarılabilecek bir şey değildir. ayrıca burada karar mercii yönetmendir. senaryo yazarı; yalın bir dil kullanarak his aktarımını yönetmene bırakmalıdır.
aynı şekilde; oda bozulmuştu, kadın gelmezdi artık ; bu kısım, anlatımı kuvvetlendiren bir aktarım olsa da görüntü olarak karşılığı olmadığından senaryo formuna uygun değildir.
devamını gör...
fleabag
kara mizah ve "mockumentary" severlerin kaçırmaması gerektiğini düşündüğüm, kendisini bir çırpıda izleten, adeta şeytan tüyüne sahip dizi.
künyesini pas geçiyorum. ne hakkında olduğuna dair sağda solda bir şeyler okumadan, direkt olarak balıklama dalınması gereken bir dizi bence fleabag. bunun birkaç sebebi var. ilki, derdini daha ilk birkaç dakikadan anlatabiliyor. olayların ve diyalogların akıcılığı kadar, izleyici olarak bizleri de birer karakter haline getirmesinden kaynaklı bence bu. dizi boyunca gerçek adını asla duymadığımız fleabag, kendisini sürekli takip eden izleyiciye olanı biteni anlatmak, kameraya ara sıra haylaz bakışlar atmak ya da hiçbir kelimesine gerek kalmadan ne hissettiğini anlamamızı sağlayacak şekilde mimikler kullanmak suretiyle bizi dizinin içine çekiyor. adeta orada olan ama fleabag hariç kimsenin bunu bilmediği bir avatar gibi dolanıyoruz etrafta.
ikinci sebep ise, sadece bir ya da birkaç konuya saplanıp kalmaması yahut gerçek hayata bir ya da birkaç konuyla özetlenemeyecek kadar fazla kökle bağlanmış olması. 12 bölüm boyunca kendimizi aşkı, seksi, aileyi, sanatı, kariyeri, dini, felsefeyi, sosyolojiyi, ekonomiyi, psikolojiyi aynı zaman parçacıklarında anlamlandırmaya, bunlara dair zincirleme sorgular yapmaya dalmışken buluyoruz. her bir karakter o kadar incelikli ve duyarlı yazılmış ki, sahnelerin birçoğu en az iki karakterin herhangi bir sebeple kutuplaşması üzerine kurulu olsa da, bir haklı ya da haksız atayamıyoruz çünkü her iki tarafı da anlayabiliyor, özümseyebiliyoruz. dizinin kurgusu ve mimarisi buna izin veriyor. başarılması çok zor bir şey bu: bir kurgu içinde gerçek hayatı, gerçek hayatı yaşayan birilerine anlatmak. hissetmesini, merak etmesini, düşünmesini, sorgulamasını, empati yapmasını sağlamak. özellikle bir mini dizi için, harikulade bir başarı.
birçok detay var hoşuma giden ama, fleabag ve claire arasındaki abla-kardeş ilişkisinde her iki tarafın da kendilerinden en beklenmedik anlarda özverili davranabilmesi, dizi boyunca herkesin elinden geçen heykelin fleabag'in karakter gelişimini yansıtır şekilde oradan oraya savrulması ve aslında fleabag'in annesinden esinlenilmesi, fleabag'in bizimle konuştuğunu bir tek aşık olduğu rahibin duyması çünkü fleabag'i gerçekten can kulağıyla dinleyen tek karakterin o olması, kredi başvurusu için mülakata girdiği bankacıyla sürdürdükleri sessiz sakin ama samimi dostluk sanırım hafızamda kalıcı yer edinenlerden.
künyesini pas geçiyorum. ne hakkında olduğuna dair sağda solda bir şeyler okumadan, direkt olarak balıklama dalınması gereken bir dizi bence fleabag. bunun birkaç sebebi var. ilki, derdini daha ilk birkaç dakikadan anlatabiliyor. olayların ve diyalogların akıcılığı kadar, izleyici olarak bizleri de birer karakter haline getirmesinden kaynaklı bence bu. dizi boyunca gerçek adını asla duymadığımız fleabag, kendisini sürekli takip eden izleyiciye olanı biteni anlatmak, kameraya ara sıra haylaz bakışlar atmak ya da hiçbir kelimesine gerek kalmadan ne hissettiğini anlamamızı sağlayacak şekilde mimikler kullanmak suretiyle bizi dizinin içine çekiyor. adeta orada olan ama fleabag hariç kimsenin bunu bilmediği bir avatar gibi dolanıyoruz etrafta.
ikinci sebep ise, sadece bir ya da birkaç konuya saplanıp kalmaması yahut gerçek hayata bir ya da birkaç konuyla özetlenemeyecek kadar fazla kökle bağlanmış olması. 12 bölüm boyunca kendimizi aşkı, seksi, aileyi, sanatı, kariyeri, dini, felsefeyi, sosyolojiyi, ekonomiyi, psikolojiyi aynı zaman parçacıklarında anlamlandırmaya, bunlara dair zincirleme sorgular yapmaya dalmışken buluyoruz. her bir karakter o kadar incelikli ve duyarlı yazılmış ki, sahnelerin birçoğu en az iki karakterin herhangi bir sebeple kutuplaşması üzerine kurulu olsa da, bir haklı ya da haksız atayamıyoruz çünkü her iki tarafı da anlayabiliyor, özümseyebiliyoruz. dizinin kurgusu ve mimarisi buna izin veriyor. başarılması çok zor bir şey bu: bir kurgu içinde gerçek hayatı, gerçek hayatı yaşayan birilerine anlatmak. hissetmesini, merak etmesini, düşünmesini, sorgulamasını, empati yapmasını sağlamak. özellikle bir mini dizi için, harikulade bir başarı.
birçok detay var hoşuma giden ama, fleabag ve claire arasındaki abla-kardeş ilişkisinde her iki tarafın da kendilerinden en beklenmedik anlarda özverili davranabilmesi, dizi boyunca herkesin elinden geçen heykelin fleabag'in karakter gelişimini yansıtır şekilde oradan oraya savrulması ve aslında fleabag'in annesinden esinlenilmesi, fleabag'in bizimle konuştuğunu bir tek aşık olduğu rahibin duyması çünkü fleabag'i gerçekten can kulağıyla dinleyen tek karakterin o olması, kredi başvurusu için mülakata girdiği bankacıyla sürdürdükleri sessiz sakin ama samimi dostluk sanırım hafızamda kalıcı yer edinenlerden.
devamını gör...
müslüm gürses
kimsenin kalbini kırmayan, mafyaclık ve kabadayıcılık oynanmayan, eşsiz bir sese ve muhteşem bir karaktere sahip olan güzel ve naif insan.
devamını gör...
son zamanlarda ortaya çıkmış saçma kelimeler
yıkık. duyar kasmak. yüreğinden öperim, emeğinden öperim. bu şey değil mi....
trol. trollemek.... daha gider bu liste.
birde sözlükte sıkça gördüğüm ve canımı sıkan bir durum var; sorunsal'ın anlamını kimse bilmiyor ve olur olmaz her yerde kullanıyor.
trol. trollemek.... daha gider bu liste.
birde sözlükte sıkça gördüğüm ve canımı sıkan bir durum var; sorunsal'ın anlamını kimse bilmiyor ve olur olmaz her yerde kullanıyor.
devamını gör...
süt dökmüş kedi (yazar)
umursamadan yoluna devam eden kedidir. arsızdır. nasıl olsa sahibi, pardon kölesi, gelip temizleyecektir. üzülmeye ne hacettir.
devamını gör...
kendi içinde cevabını bulamadığın saçma sorular
insanlar değiştiremeyeceği olaylar üzerinde neden çok düşünür.
devamını gör...
arabasıyla fotoğraf paylaşan insanlar
neden bu kadar ön yargılı davrandığınızı anlamadığım durum.
senelerce hayalini kurduğu bir nesneye sahip olmuş birinin mutluluk anında anı olarak çektirdiği fotoğraf olabilir bu.
arabasıyla fotoğraf çektiren denilince aklınıza eli tespihli, parlament mavisi bmw sahibi adamlar geliyorsa yaşadığınız ilçeyi değiştirin derim.
yoksa tıpkı gökyüzünün fotoğrafını çekmek gibi normal bir durumdur.
senelerce hayalini kurduğu bir nesneye sahip olmuş birinin mutluluk anında anı olarak çektirdiği fotoğraf olabilir bu.
arabasıyla fotoğraf çektiren denilince aklınıza eli tespihli, parlament mavisi bmw sahibi adamlar geliyorsa yaşadığınız ilçeyi değiştirin derim.
yoksa tıpkı gökyüzünün fotoğrafını çekmek gibi normal bir durumdur.
devamını gör...
fermi paradoksu
enrico fermi'nin ortaya sürdüğü iddia edilen, dünya dışında da çok sayıda canlı olduğuna ilişkin iddialar ile bugüne dek herhangi biri ile doğrudan ya da dolaylı olarak bir temasa geçilememiş olduğu gerçeği arasındaki çelişkiyi ifade eden durum.
fermi'nin ortaya sürdüğü iddia ediliyor dedim çünkü bu görüş sanıldığı gibi fermi'ye ait değil. fermi'nin bu konu hakkında bir yorum yapmadığı ama bunun yerine konuyu daha farklı bir boyutuyla ele aldığı biliniyor. fermi, bugüne dek dünya dışından herhangi bir canlı formunun gelmemiş olmasını, yıldızlar arası seyahatin mümkün olmamasına, hatta hiçbir uygarlığın böyle bir seyahati yapabilecek kadar uzun süre hayatta kalmayacak oluşuna bağlıyordu. belki de diğer uygarlıklar, bu çabaya değmeyeceğini düşünmüştü.
yani aslında fermi, bu paradoksun altında yatan "bizi ziyaret etmiyorlar. demek ki yoklar" şeklinde özetlenebilecek bakış açısına sahip değildi.
fermi'nin ortaya sürdüğü iddia ediliyor dedim çünkü bu görüş sanıldığı gibi fermi'ye ait değil. fermi'nin bu konu hakkında bir yorum yapmadığı ama bunun yerine konuyu daha farklı bir boyutuyla ele aldığı biliniyor. fermi, bugüne dek dünya dışından herhangi bir canlı formunun gelmemiş olmasını, yıldızlar arası seyahatin mümkün olmamasına, hatta hiçbir uygarlığın böyle bir seyahati yapabilecek kadar uzun süre hayatta kalmayacak oluşuna bağlıyordu. belki de diğer uygarlıklar, bu çabaya değmeyeceğini düşünmüştü.
yani aslında fermi, bu paradoksun altında yatan "bizi ziyaret etmiyorlar. demek ki yoklar" şeklinde özetlenebilecek bakış açısına sahip değildi.
devamını gör...
evişmek
iki şeyi birbiri üzerine getirmek.
bir kaç kişi ile uyuşmak.
çalışıp çabalamak.
hazırlanmak.
toprağın suyu emmesi anlamına da gelir.
son zamanlarda ergenlerin birbirlerine gönderdikleri "zoom'da çok iyi eviştiler" mesajlarından dolayı merak unsuru olmuş bir kelimedir.
bir kaç kişi ile uyuşmak.
çalışıp çabalamak.
hazırlanmak.
toprağın suyu emmesi anlamına da gelir.
son zamanlarda ergenlerin birbirlerine gönderdikleri "zoom'da çok iyi eviştiler" mesajlarından dolayı merak unsuru olmuş bir kelimedir.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının karalama defteri
gece 02.25. kimbilir yazmayı bitirdiğimde yelkovan kaçı zorluyor olacak? biraz uzun yazacağım, okuyasınız yoksa hiç başlamayınız. buraya yazmayalı bir ayı geçmiş. hoş, geçtiğimiz hafta uzunca içimi döktüm de birkaç dakika sonra sessiz sedasız kaldırıverdim. yazdığım bir şeyin ilgi çekmek maksatlı yazılmış olduğunu düşünmesin diye sevgili yazarlar.*
biraz böyleyiz işte. başkalarının hisleri, başkalarının düşünceleri, başkalarının herhangi bir şeyleri bizi biz olmaktan alıkoyuyor. insanların beklentilerine kendimizi öylesine kaptırıyoruz ki biz kendimizden ne bekliyoruz, kendimiz için ne bekliyoruz, bunu unutuveriyoruz. birkaç yıl evvel bu minvalde bir twit attığımda o dönemler psikolojik olarak pek de iyi durumda olmayan bir arkadaşım, bu twiti okuduktan sonra günlerce kendisinin ne istediğini aradığını ancak bir türlü bulamadığını söylemişti. ben o twiti alelade bir şekilde attıktan sonra yatıp uyumuştum halbuki. bugün aklıma geldi ve düşündüm: dün birkaç arkadaşla modada ne de güzel vakit geçirmişiz. bugün üsküdarda farklı birkaç arkadaşla ne de uzun oturmuş zaman nasıl geçmiş anlamamışız. daha da düşündüm sonra. benimle sık konuşan, beni az buçuk tanıyan insanlardan daima duyduğum o söz öbekleri: “yine mi dışardasın? yine kimle takılıyosun? yine nerede sürtüyosun?”*
daima bir goygoy masasında yerim var* sevdiğim pek çok insan, beni sevdiğine inandığım pek çok insan, fena sayılmayan bir meslek, eh işte denilecek bir sosyal statü, yaşıyoruz, mutluyuz falan seviyoruz da hani yaşamayı. işte böyle şeyler. peki bu pembemsi, pembemtrak tablonun içerisinde ben neden sürekli biraz eksik, neden sürekli biraz doyumsuz, neden sürekli biraz melankolik hissediyorum? neden olur olmadık anlarda sürekli en kötü en gaddar en başarısız insan benmişim gibi hissediyorum?*
yoksa insan “tamamlanamayan bir varlık” diyenler kurşunu doğru yere mi isabet ettirmişler? eğer çizdiğim bu güzel tabloya rağmen dönüp dolaşıp kalbimi yoklayan ağrı için “ kanka boşver be insan tamamlanamayan bir varlıktır demişler, olur bunlar” derseniz bana ağır bir küfür ettiğinizi düşünürüm. nasılsa kimse yarası öyle kolay tanımlanabilsin istemez. öyle ya anlaşılmak isteriz de daima; derdimiz, tasamız, sızımız, ağrımız, yaramız öyle birkaç kelime ile ifade edilecek alelade bir mesele değildir, hep çetrefilli, en çetrefillidir. napayım benim için de böyle. bana bu kalbimin sıkışmasını iki cümleyle izah ederseniz buna darılırım. isteğim bir lejyoner hastalığı teşhisi de değil elbet, ağrım küçümsenmesin bana yeter.
burası artık konudan saparak ve bir hayli uzatarak geldiğimiz nokta. doğrusu bu kadar uzun yazmamın sebebi de buydu; varsın okunmasın, ben kendim için yazacağım. -bana kalırsa bu da bir aldatmaca, kendim için yazıyorsam neden günlüğüme yazmıyorum, yahut günlüğüm yoksa neden ismini karalama defteri koyduğum bir word dosyasına çiziktirmiyorum da buraya yazıyorum? demek siz de biraz okuyun diye niyetlenmişim, öyle ya kendi kendine nasıl yetsin insan?-* evet ne diyordum, iyi değilim. hayır mutlak iyi değilim. yahut mutlaka iyi değilim. sahi salvadore nasılım? sahi siz nasılsınız ruhi bey? iyiyim, iyiyim.
velhasılı bu uzun yazının özeti şu: görünüşü fena olmayan, orta halli, dümdüz, dışardan bakılınca asla görünmeyen bir düğüme sahip bir ipliğim ben. elinize ilk alışta da fark etmiyorsunuz. şöyle bir dokunmayla hissetmeniz dahi zor. iyice dokunmanız, temas etmeniz, elinizi şefkatle* şöyle bir gezdirmeniz gerekiyor. o zaman birden o düğüme temas edip oha bu nasıl olmuş böyle diye şaşırıyorsunuz. yani o kadar gizli saklı bir düğüm bu. diyorsunuz ki nasıl olmuş böyle? neden böyle? hangi böyle?*
işte benim bu gece yarım saattir meramımı arz etmeye çalıştığım mevzudaki bahis bundan başkası değildir. o dümdüz ipe* bazı geceler hışımla saldırıyor, o düğüme dokanıyor, neden böyle nasıl böyle hangi böyle diye hayıflanıyorum. hayıflandıkça buraya geliyor, buraya geldikçe kafa ütülüyorum.
insan tamamlanamayan varlık mıdır bilemem. sorduğu bazı soruların yanıtını asla bulamayan, asla bulamayacak olan ama bulamasa da sormaktan asla vazgeçemeyecek olan bir varlık var. ona insan dediklerini çok sonra öğrendim.
buraya kadar aralıksız okuyan yüce gönüllü bütün yazarlar, sorduğunuz sorulara doğru yanıtlar bulmanızı dilerim, daima.
biraz böyleyiz işte. başkalarının hisleri, başkalarının düşünceleri, başkalarının herhangi bir şeyleri bizi biz olmaktan alıkoyuyor. insanların beklentilerine kendimizi öylesine kaptırıyoruz ki biz kendimizden ne bekliyoruz, kendimiz için ne bekliyoruz, bunu unutuveriyoruz. birkaç yıl evvel bu minvalde bir twit attığımda o dönemler psikolojik olarak pek de iyi durumda olmayan bir arkadaşım, bu twiti okuduktan sonra günlerce kendisinin ne istediğini aradığını ancak bir türlü bulamadığını söylemişti. ben o twiti alelade bir şekilde attıktan sonra yatıp uyumuştum halbuki. bugün aklıma geldi ve düşündüm: dün birkaç arkadaşla modada ne de güzel vakit geçirmişiz. bugün üsküdarda farklı birkaç arkadaşla ne de uzun oturmuş zaman nasıl geçmiş anlamamışız. daha da düşündüm sonra. benimle sık konuşan, beni az buçuk tanıyan insanlardan daima duyduğum o söz öbekleri: “yine mi dışardasın? yine kimle takılıyosun? yine nerede sürtüyosun?”*
daima bir goygoy masasında yerim var* sevdiğim pek çok insan, beni sevdiğine inandığım pek çok insan, fena sayılmayan bir meslek, eh işte denilecek bir sosyal statü, yaşıyoruz, mutluyuz falan seviyoruz da hani yaşamayı. işte böyle şeyler. peki bu pembemsi, pembemtrak tablonun içerisinde ben neden sürekli biraz eksik, neden sürekli biraz doyumsuz, neden sürekli biraz melankolik hissediyorum? neden olur olmadık anlarda sürekli en kötü en gaddar en başarısız insan benmişim gibi hissediyorum?*
yoksa insan “tamamlanamayan bir varlık” diyenler kurşunu doğru yere mi isabet ettirmişler? eğer çizdiğim bu güzel tabloya rağmen dönüp dolaşıp kalbimi yoklayan ağrı için “ kanka boşver be insan tamamlanamayan bir varlıktır demişler, olur bunlar” derseniz bana ağır bir küfür ettiğinizi düşünürüm. nasılsa kimse yarası öyle kolay tanımlanabilsin istemez. öyle ya anlaşılmak isteriz de daima; derdimiz, tasamız, sızımız, ağrımız, yaramız öyle birkaç kelime ile ifade edilecek alelade bir mesele değildir, hep çetrefilli, en çetrefillidir. napayım benim için de böyle. bana bu kalbimin sıkışmasını iki cümleyle izah ederseniz buna darılırım. isteğim bir lejyoner hastalığı teşhisi de değil elbet, ağrım küçümsenmesin bana yeter.
burası artık konudan saparak ve bir hayli uzatarak geldiğimiz nokta. doğrusu bu kadar uzun yazmamın sebebi de buydu; varsın okunmasın, ben kendim için yazacağım. -bana kalırsa bu da bir aldatmaca, kendim için yazıyorsam neden günlüğüme yazmıyorum, yahut günlüğüm yoksa neden ismini karalama defteri koyduğum bir word dosyasına çiziktirmiyorum da buraya yazıyorum? demek siz de biraz okuyun diye niyetlenmişim, öyle ya kendi kendine nasıl yetsin insan?-* evet ne diyordum, iyi değilim. hayır mutlak iyi değilim. yahut mutlaka iyi değilim. sahi salvadore nasılım? sahi siz nasılsınız ruhi bey? iyiyim, iyiyim.
velhasılı bu uzun yazının özeti şu: görünüşü fena olmayan, orta halli, dümdüz, dışardan bakılınca asla görünmeyen bir düğüme sahip bir ipliğim ben. elinize ilk alışta da fark etmiyorsunuz. şöyle bir dokunmayla hissetmeniz dahi zor. iyice dokunmanız, temas etmeniz, elinizi şefkatle* şöyle bir gezdirmeniz gerekiyor. o zaman birden o düğüme temas edip oha bu nasıl olmuş böyle diye şaşırıyorsunuz. yani o kadar gizli saklı bir düğüm bu. diyorsunuz ki nasıl olmuş böyle? neden böyle? hangi böyle?*
işte benim bu gece yarım saattir meramımı arz etmeye çalıştığım mevzudaki bahis bundan başkası değildir. o dümdüz ipe* bazı geceler hışımla saldırıyor, o düğüme dokanıyor, neden böyle nasıl böyle hangi böyle diye hayıflanıyorum. hayıflandıkça buraya geliyor, buraya geldikçe kafa ütülüyorum.
insan tamamlanamayan varlık mıdır bilemem. sorduğu bazı soruların yanıtını asla bulamayan, asla bulamayacak olan ama bulamasa da sormaktan asla vazgeçemeyecek olan bir varlık var. ona insan dediklerini çok sonra öğrendim.
buraya kadar aralıksız okuyan yüce gönüllü bütün yazarlar, sorduğunuz sorulara doğru yanıtlar bulmanızı dilerim, daima.
devamını gör...
ağlamak için sudan sebepler bulmak
camın önüne koyduğum pilavları iki çift kumru yemeyince;” yeaaa bunlarda pilavları yemediler, aç kaldılar yeaaa.” diye sümüğümü çeke çeke iki saat ağlamışlığım var benim. ağlanıyor yani. gözyaşları kalbin arınma şekli.
devamını gör...