yazılı olmayan ilişki kuralları
her bireyin özel alanı vardır.
devamını gör...
nişanlısı tarafından katledilen 16 yaşındaki genç kız
16 yaşında, ailesi zorla nişanlandırıyor ve uygun gördükleri damat adayı da cani oluyor.
nereden tutsan elinde kalacak bir vahşet.
16 yaşında bir kızı neden evlendirmek istersin ki?
nereden tutsan elinde kalacak bir vahşet.
16 yaşında bir kızı neden evlendirmek istersin ki?
devamını gör...
geceye bir kelime bırak
muvaffakiyetsizleştiricileştiriveremeyebileceklerimizdenmişsinizcesine
devamını gör...
bir iş yerinden soğutan nedenler
mobbing.
iltimas.
haksızlık.
vb.
iltimas.
haksızlık.
vb.
devamını gör...
geceye tatsız bir hayat kuralı bırak
o kadar çırptığınız, malzemelerini gramajına göre koyduğunuz kekiniz günü gelecek kabarmayacak. belki de sönecek. buna hazırlıklı olun. bir b planınız olsun. en kötü hazır kek alın. çayla/kahveyle mis...
devamını gör...
mabel matiz'in kocası
devamını gör...
beğenmediğin tanıma eksi vermek
sözlüğün aşırı trolleşmesini engellemek için iyi olabilir ama bence mevzu farklı düşünen yazarı, hali hazırda herhangi bir sebeple sevmediğin bir yazarı yıpratmaya dönecek. beğenmediğin bir tanım varsa geçer gidersin veya tanıma karşılık kendi düşünceni yazarsın. illa bir eksiye ihtiyaç olduğunu düşünmüyorum açıkcası.
devamını gör...
paddington
londra bölgesindeki meşhur istasyon duraklarından biri olan paddington'ı meşhur kılan önemli faktörlerden biri istasyonun adını verdiği paddington ayısıdır. tabii yine daha meşhur ve işlek olan duraklar hayri pıtırlı kings cross, jubilee line yani iş hattına ve pek çok hatta bağlanmasıyla waterloo ve bunun dışında euston denilebilinir.
benim bu başlığı açma sebebim tabii ki zaten tren hattı değil michael bond'un paddingtonudur. marmelat seven ayımız paddington'un hikayesi peruda başlar ve teyzesi lucy'nin etkisiyle beraber birleşik krallığa kayar. paddington paddington ismini zaten varış noktasında alır (orijinal ismi pastuso muymuş). bu arada michael bond bu ayı arkadaşımızı esasen afrika menşeili istemiş ancak orada ayı olmadığından peruya değiştirmiş çünkü orası gözlüklü ayıların memleketiymiş.
paddington'un açılış hikayesi a bear called paddington'la başlar.yayım tarihi 1958 yıllına rastlayan bu eserimizin ilham kaynağının noel arifesinde paddington istasyonunda rastlanılan bir peluş ayı ya da ikinci dünya savaşındaki yahudi göçmenler ve şehirden kırsal alanlara göç eden (savaş esnasında londra sürekli saldırı aldığı ve tarihi siyası önemi nedeniyle çocuklar kırsal alanlara yollanmıştır) çocuklar olunabileceği düşünülmektedir.
neyse artık vikipedi bilgilerini geçiyor ve ana konuya geliyorum. bu padington efendinin kitapları çocuklar için yazılmış olsa da aslında mizah yönünden kuvvetli romanlardır. her kitap genelde bir ana hikayeden başlığını alır ve minik hikayelere bölünürler. ana tema paddington'un insanları anlaması ve sakarlıkları üzerine kuruludur. zaten düşününce dünyadan bihaber paddington'un dünyayı öğrenmesi yeni okumaya başlayan bir çocuğun dünyasıyla da kısmi benzerlikler gösterir. bu anlamda paddington eserinde yine pek çok idioma yani deyişlere de rastlarsınız. dolayısıyla çocuk yetişkin herkesin paddington serisine şans vermesini tavsiye ederim.
benim bu başlığı açma sebebim tabii ki zaten tren hattı değil michael bond'un paddingtonudur. marmelat seven ayımız paddington'un hikayesi peruda başlar ve teyzesi lucy'nin etkisiyle beraber birleşik krallığa kayar. paddington paddington ismini zaten varış noktasında alır (orijinal ismi pastuso muymuş). bu arada michael bond bu ayı arkadaşımızı esasen afrika menşeili istemiş ancak orada ayı olmadığından peruya değiştirmiş çünkü orası gözlüklü ayıların memleketiymiş.
paddington'un açılış hikayesi a bear called paddington'la başlar.yayım tarihi 1958 yıllına rastlayan bu eserimizin ilham kaynağının noel arifesinde paddington istasyonunda rastlanılan bir peluş ayı ya da ikinci dünya savaşındaki yahudi göçmenler ve şehirden kırsal alanlara göç eden (savaş esnasında londra sürekli saldırı aldığı ve tarihi siyası önemi nedeniyle çocuklar kırsal alanlara yollanmıştır) çocuklar olunabileceği düşünülmektedir.
neyse artık vikipedi bilgilerini geçiyor ve ana konuya geliyorum. bu padington efendinin kitapları çocuklar için yazılmış olsa da aslında mizah yönünden kuvvetli romanlardır. her kitap genelde bir ana hikayeden başlığını alır ve minik hikayelere bölünürler. ana tema paddington'un insanları anlaması ve sakarlıkları üzerine kuruludur. zaten düşününce dünyadan bihaber paddington'un dünyayı öğrenmesi yeni okumaya başlayan bir çocuğun dünyasıyla da kısmi benzerlikler gösterir. bu anlamda paddington eserinde yine pek çok idioma yani deyişlere de rastlarsınız. dolayısıyla çocuk yetişkin herkesin paddington serisine şans vermesini tavsiye ederim.
devamını gör...
berat albayrak'ın geri döneceği iddiası
nereye geri dönecek acaba yani çok çok geriye dönecekse olur kendisini hiç tanımadığımız günlere mesela
devamını gör...
ölümle yüzleşmek
aynayla yüzleşmektir. çünkü ölüm insanın kendisidir. hayalleri suya düşenler bu yüzden daha çabuk yüzleşirler ölümle. ölümle yüzleşmek yürek ister. o da herkeste yok.
devamını gör...
bilim bir gün tanrının varlığını somut olarak ispatlarsa olabilecek şeyler
olması imkansız hede.
hadi diyelim teleskopla izliyorlar tanrıyı. tanrı da bilim insanlarına el sallıyor.
mesaj filan yollardık herhalde. hangi din doğru yol diye.
hadi diyelim teleskopla izliyorlar tanrıyı. tanrı da bilim insanlarına el sallıyor.
mesaj filan yollardık herhalde. hangi din doğru yol diye.
devamını gör...
martina hingis
bir zamanlar tenis sporuna gönül vermeme neden olan, her maçını büyük bir hayranlıkla izlediğim, bir dönemin teniste bir numaralı ismi olan hala hafızalarımızdan silinmemiş efsane tenisçidir.

güzelliği kadar muhteşem tenis yeteneği ile de ilgi odağı olan hingis henüz 17 yaşında iken dünya bir numarası olmayı başardı. slovak asıllı isviçreli bir tenisçi olan canımız ciğerimiz martina tüm zamanların en iyi tenisçilerinden biri sayılır hala.

aklımda en çok yer eden olay ise 99 fransa açık turnuvasında steffi graf ile oynadığı final maçında topun dışarıya çıktığını iddia edip iddiası kabul görmeyince sinirlenerek saçmasapan bir servis kullanması ve seyircileri karşısına alıp setlerde bir sıfır önde olduğu maçı kazanmak için iki servis kullanmasına rağmen kaybetmesidir.

maç bitiminde kimseyi dinlemeden çıkıp giden martina daha sonra annesinin kollarında tören için ağlayarak geri dönmüştür. ulusça ağladığımız bu anlarda martina güzelliğinden hiçbir şey kaybetmeyerek bir kez daha gönüllerin bir numarası olmayı başarmıştır.

o maçı kaybetmiş olmasına rağmen martina her zaman gönüllerimizin kazananı olmaya devam etmiştir. ve hala hiçbir tenisçi bir martina hingis olamamıştır.

güzelliği kadar muhteşem tenis yeteneği ile de ilgi odağı olan hingis henüz 17 yaşında iken dünya bir numarası olmayı başardı. slovak asıllı isviçreli bir tenisçi olan canımız ciğerimiz martina tüm zamanların en iyi tenisçilerinden biri sayılır hala.

aklımda en çok yer eden olay ise 99 fransa açık turnuvasında steffi graf ile oynadığı final maçında topun dışarıya çıktığını iddia edip iddiası kabul görmeyince sinirlenerek saçmasapan bir servis kullanması ve seyircileri karşısına alıp setlerde bir sıfır önde olduğu maçı kazanmak için iki servis kullanmasına rağmen kaybetmesidir.

maç bitiminde kimseyi dinlemeden çıkıp giden martina daha sonra annesinin kollarında tören için ağlayarak geri dönmüştür. ulusça ağladığımız bu anlarda martina güzelliğinden hiçbir şey kaybetmeyerek bir kez daha gönüllerin bir numarası olmayı başarmıştır.

o maçı kaybetmiş olmasına rağmen martina her zaman gönüllerimizin kazananı olmaya devam etmiştir. ve hala hiçbir tenisçi bir martina hingis olamamıştır.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının karalama defteri
birbirlerine baktılar. ikisinin de kafasında aynı şey, bakışlarından belli. birbirlerini bakışlarından anlayacak kadar uzun zamandır sürüyor dostlukları.
“alalım mı?”
“hiç üstümü değiştiremem, böyle çıkıyorum?”
“amaan kim takar kıyafeti?”
başka tek kelime etmeden, ev terlikleriyle çıktılar evden. ne mont ne telefon. anahtar ve cüzdan yeterliydi evlerinin iki üç dükkan yanındaki tekele gitmeleri için. sessizce, soğuğun getirdiği titremeyle vardılar tekele. biri dolaptan kırmızı şarabı alırken diğeri kasaya yöneldi, sanki anlaşmışlar gibi.
anahtar sesi yankılandı evde, ardından koridor aydınlandı. kendilerinin olmayan bu dört duvarın ortasında evlerindeymiş gibi hissetti ikisi de ve başlamış oldu bu uzun gece. bardak ihtiyacı bile duymadan dakikalar içinde yitirdiler kırmızılığı. önce biri açtı bir şarkı, ardından diğeri. sıra (bkz: sezen)’e geldi.
“hangi şarkı bu?”
“hasret”
“hasret…”
sessiz sessiz dinlediler şarkıyı. önce kadınlardan biri ağlamaya başladı, ardından senfoniye dahil oldu diğeri. soğuk bir kış akşamı, açık pencerelerden esen rüzgarın fısıltısıyla iki kadın başladılar ağlamaya. feryada döndü kısa süre içinde sessiz sessiz dökülen göz yaşları. birinin kahkahası yankılandı soğuk fayanslarda, ardından diğerinin kikirdemesi. sonra bardaklar, tabaklar, çatallar, kaşıklar… göz göze geldiler. sustular, gözleri buluştu yoklukta.
“delirdik mi biz?”
“ ben hep deliydim, sen kendi haline yan!”
sessizlik bilmedikleri kadar uzun sürdü. çakmak sesleri susturdu sessizliği. derin bir nefes, biraz zehir…
telefonu aldı kadın, hiçbir şey demeden çıktı mutfaktan. ardından duydu duymak istediği tek sesi. ilk önce ne diyeceğini bilemedi, ne dese eksikti. peki dedi, sadece peki!
ardından durdu, hissetti. düşünmedi, düşünse yapamazdı. ne zaman yapabilmişti ki?
bir daha kulağına götürdü telefonu, yine aynı ses, yine aynı nefes. döktü dökebildiği kadar içindekileri. sonra sustu, dinleme sırası kendisindeydi. adamın hiç söylemediklerini dinledi kısa bir süre. içinde sakladıklarını, gizlediklerini.
bıraktı kendini, çöktü yere. oturdu, düşündü. “ konuşmam gereken yerlerde susmuşum susmam gereken yerlerde konuşurken “ diye düşündü. “olaylar bu raddeye gelmeden neden konuşmadık? neden izin verdik bunlara?”
kapıdan kendisini izleyen dostuna baktı. ağzında biriktirdiği küflenmiş kelimeleri kusmak istedi sessizce. ancak yutkundu ve birkaç kelime döküldü kurumuş dudaklarından.
“devam edecek, etmeli…”
“alalım mı?”
“hiç üstümü değiştiremem, böyle çıkıyorum?”
“amaan kim takar kıyafeti?”
başka tek kelime etmeden, ev terlikleriyle çıktılar evden. ne mont ne telefon. anahtar ve cüzdan yeterliydi evlerinin iki üç dükkan yanındaki tekele gitmeleri için. sessizce, soğuğun getirdiği titremeyle vardılar tekele. biri dolaptan kırmızı şarabı alırken diğeri kasaya yöneldi, sanki anlaşmışlar gibi.
anahtar sesi yankılandı evde, ardından koridor aydınlandı. kendilerinin olmayan bu dört duvarın ortasında evlerindeymiş gibi hissetti ikisi de ve başlamış oldu bu uzun gece. bardak ihtiyacı bile duymadan dakikalar içinde yitirdiler kırmızılığı. önce biri açtı bir şarkı, ardından diğeri. sıra (bkz: sezen)’e geldi.
“hangi şarkı bu?”
“hasret”
“hasret…”
sessiz sessiz dinlediler şarkıyı. önce kadınlardan biri ağlamaya başladı, ardından senfoniye dahil oldu diğeri. soğuk bir kış akşamı, açık pencerelerden esen rüzgarın fısıltısıyla iki kadın başladılar ağlamaya. feryada döndü kısa süre içinde sessiz sessiz dökülen göz yaşları. birinin kahkahası yankılandı soğuk fayanslarda, ardından diğerinin kikirdemesi. sonra bardaklar, tabaklar, çatallar, kaşıklar… göz göze geldiler. sustular, gözleri buluştu yoklukta.
“delirdik mi biz?”
“ ben hep deliydim, sen kendi haline yan!”
sessizlik bilmedikleri kadar uzun sürdü. çakmak sesleri susturdu sessizliği. derin bir nefes, biraz zehir…
telefonu aldı kadın, hiçbir şey demeden çıktı mutfaktan. ardından duydu duymak istediği tek sesi. ilk önce ne diyeceğini bilemedi, ne dese eksikti. peki dedi, sadece peki!
ardından durdu, hissetti. düşünmedi, düşünse yapamazdı. ne zaman yapabilmişti ki?
bir daha kulağına götürdü telefonu, yine aynı ses, yine aynı nefes. döktü dökebildiği kadar içindekileri. sonra sustu, dinleme sırası kendisindeydi. adamın hiç söylemediklerini dinledi kısa bir süre. içinde sakladıklarını, gizlediklerini.
bıraktı kendini, çöktü yere. oturdu, düşündü. “ konuşmam gereken yerlerde susmuşum susmam gereken yerlerde konuşurken “ diye düşündü. “olaylar bu raddeye gelmeden neden konuşmadık? neden izin verdik bunlara?”
kapıdan kendisini izleyen dostuna baktı. ağzında biriktirdiği küflenmiş kelimeleri kusmak istedi sessizce. ancak yutkundu ve birkaç kelime döküldü kurumuş dudaklarından.
“devam edecek, etmeli…”
devamını gör...
anime kızlarının gerçek olmaması
gerçek değillerse nasıl video çekiyorlar sorusunu soran olabilir. pek üstelenmemesi gereken bir iddia deyip geçelim.
devamını gör...
geceye ilginç bir bilgi bırak
woman kelimesi, wife of a man kelimesinin kısaltması ile oluşmuştur.
devamını gör...
insanı olgunlaştıran şeyler
hayattaki her tecrübe.
devamını gör...
bayraktar tb2 vuran pilotun kahraman olması
ukrayna'ya ait 2 bayraktar tb-2 siha'nın imha edildiği uçaksavar taburunun komutanı kaptan aleksey pankratov'a ''rusya kahramanı'' ünvanı verildi.
(bkz: clash report)
(bkz: clash report)
devamını gör...
menemeni bir üst noktaya taşıyan detaylar
ben denemedim ama sadece yumurta sarısı ile güzel olabilir, nasıl bir empatiyle okuduysam ilham geldi,
aralıklı açlık yapıyorum, sabahı bekliycem artık, yorumları okuyunca resmen canım istedi, normalde hiç aklıma gelen yaptığım yediğim bir şey değildir, üstelik diyette yapacak yemek bulamıyordum, sadece sebze ve yumurtayla beslenip aklıma gelmemesi de enteresanmış.
aralıklı açlık yapıyorum, sabahı bekliycem artık, yorumları okuyunca resmen canım istedi, normalde hiç aklıma gelen yaptığım yediğim bir şey değildir, üstelik diyette yapacak yemek bulamıyordum, sadece sebze ve yumurtayla beslenip aklıma gelmemesi de enteresanmış.
devamını gör...

