angel-a
-spoiler içerir-
yönetmeni luc besson olan, romantik/dram tarzında 2005 yapımı bir film. başrollerinde rie rasmussen ve jamel debbouze var. paris'te geçen bu film, andre moussah adında bir adamın etrafında dönüyor. intihar etmek üzereyken rastgele tanıştığı, angela adındaki bir kadınla harap olmuş hayatına bir göz atmaya başlıyor. angela ona adeta bir rehber oluyor, fakat bunu yaparken "ben senin yansımanım." demekten geri durmuyor. bu da bana şunu çağrıştıryor: andre'nin içinde zaten angela'nın söylediği sözleri söyleyen birisi var. fakat angela gelene kadar bunu duymakta zorlanan birisi andre. onun gelişi sadece kulaklarının açılmasını sağlıyor. bu noktada büyük yol katetmeye başlıyor.
ve kimlikler... belki de filmin en güzel noktasıydı benim için. andre'nin kadın kimliğinin ortaya çıkması. hep yanında taşıdığı sağlıksız erkek kimliğinin ise farkına varması. kendisinin içinde bastırdığı kadın kimliğiyle birlikte, sağlıklı erkek kimliğini de gömüyordu. oysa yansıması olan angela, hem kadın kimliğini hem de erkek kimliğini içinde yaşatabilen bir karakterdi. andre de içindeki kadının farkına vardıktan sonra, yanlışları ve yalanları olan angela'nın da farkına varıyordu. evet, bir insanı sevmek gerçekten böyle olsa gerek: kendi yansımanı görmek. bu çiftse sevgiyi tamamıyla böyle betimliyor ve yaşıyorlardı. güzel, kişinin yolculuğunu farklı bir yerden yakalayıp anlatan bir filmdir, tavsiye edilir.
-spoiler içerir-
yönetmeni luc besson olan, romantik/dram tarzında 2005 yapımı bir film. başrollerinde rie rasmussen ve jamel debbouze var. paris'te geçen bu film, andre moussah adında bir adamın etrafında dönüyor. intihar etmek üzereyken rastgele tanıştığı, angela adındaki bir kadınla harap olmuş hayatına bir göz atmaya başlıyor. angela ona adeta bir rehber oluyor, fakat bunu yaparken "ben senin yansımanım." demekten geri durmuyor. bu da bana şunu çağrıştıryor: andre'nin içinde zaten angela'nın söylediği sözleri söyleyen birisi var. fakat angela gelene kadar bunu duymakta zorlanan birisi andre. onun gelişi sadece kulaklarının açılmasını sağlıyor. bu noktada büyük yol katetmeye başlıyor.
ve kimlikler... belki de filmin en güzel noktasıydı benim için. andre'nin kadın kimliğinin ortaya çıkması. hep yanında taşıdığı sağlıksız erkek kimliğinin ise farkına varması. kendisinin içinde bastırdığı kadın kimliğiyle birlikte, sağlıklı erkek kimliğini de gömüyordu. oysa yansıması olan angela, hem kadın kimliğini hem de erkek kimliğini içinde yaşatabilen bir karakterdi. andre de içindeki kadının farkına vardıktan sonra, yanlışları ve yalanları olan angela'nın da farkına varıyordu. evet, bir insanı sevmek gerçekten böyle olsa gerek: kendi yansımanı görmek. bu çiftse sevgiyi tamamıyla böyle betimliyor ve yaşıyorlardı. güzel, kişinin yolculuğunu farklı bir yerden yakalayıp anlatan bir filmdir, tavsiye edilir.
-spoiler içerir-
devamını gör...
top sakal
insana istemsizce entel bir hava veren sakal şeklidir.
devamını gör...
kayaköy
ömrümün dört yazı fethiye ovacık’ta ailemle birlikte işletmecilik yaparak geçti. küçük kafe restoran ve içinden badem ağacı geçen( ağacı kesmeyip düşünen yüce ruhlu köylüye ve mimara selam olsun) altı odalı bir pansiyon.uzun süre kapı gıcırtısı sandığımız sesin kaynağı işte bu payamda(bademde) yaşayan ağaçkakan ailesiydi.
işler hafiflediğinde, o yıllarda hırsızlık diye bir şey olmadığından buzdolabına asma kilidi takar etrafı gezmeye çıkardık.bütün anahtarlar omuz atsan açılacak mutfak kapısının hemen yanında bir kâse içinde dururdu.
çocukluğumda aile büyüklerinin yaşadığı eski rum evlerinde bu kadar bile kilit yoktu: mevsim yazsa kapı da açıktı, içeri girmek için seslenmeniz yeterliydi.
bu evlerin benzerleri bizden çok uzakta fethiye’de vardı işte: kayaköy. bıkmadan defalarca gittiğimiz,parça parça gezdiğimiz terkedilmiş rum köyü.

yaşlı amca ve teyzenin bir gözlemecisi vardı gittiğimiz.kimi zaman atla hisarönü’nden gelen turist kafilesi uğrardı buraya. yaşlı aile ile oturup söyleşir ağaçların hışırtısıyla köyün o kimsesiz halini duyumsardık bir yandan.

babam mübadil bir aileden geliyor, bu yüzden zorunlu göç her zaman hassas olduğum bir konu oldu.yalnızca dinine bakarak bir anlaşmayla yurtlarını bırakmaya zorlanan insanlar içimi burkar: kıyının her iki tarafı için de.
etrafa baktığınızda yamaca sıralanmış çoğu harap olmuş ( gerek depremler gerek hazine bulma amacıyla kazı yapanlar yüzünden) taş binalar, büyüklü küçüklü kilise ve okullar görürsünüz.bazılarında oda bölümleri belirgindir, ocakları vardır.kiliselerinin içi fresklerle süslü,bahçesi de mozaikle döşelidir.
mübadele öncesi köyün adı levissiymiş. likya uygarlığının karmylassos yerleşimine dayalı bulguların m.ö. 400’lere kadar köyde yerleşimin var olduğunu gösteriyor.değişimle gelen türkler ne yamaçta çiftçilik yapmak ne de rum evlerini de sahiplenmek istemiş.içinde oturulmayan,bakılmayan 1957’de de büyük bir depremle (7,3 ) darbe alan bu evler, hazine bulmak için kırıp döken soyguncuların da elinde iyice yaşanmaz hale gelmiş.
tarihi yerleri gezerken içimi kaplayan garip bir hüzün şimdi bu satırları yazarken de gelip buluyor beni.bir gün dönebilmek umuduyla ufak tefek eşyasını anca alabildiği evine son kez nasıl bakmıştır o insanlar? bir gemiye doluşmuş bilinmeze yolculuk edenler geride neler bırakmıştı? tek bildiğim bizimkilerin gemisinin adı: gülcemal. ne hayatlar taşıdı gülcemal karşı kıyıya?
gülcemal

çok önceleri gezmiş olduğum kayaköy hakkında yazı yazmak istedim.şöyle bir bilgilerimi tazelemek amacıyla baktığımda hakkındaki bilgiyi çok organize bir şekilde sunan bu site içlerinde en beğendiğim:
işi ehline bırakayım
gülcemal hakkında çok çok bilgi
işler hafiflediğinde, o yıllarda hırsızlık diye bir şey olmadığından buzdolabına asma kilidi takar etrafı gezmeye çıkardık.bütün anahtarlar omuz atsan açılacak mutfak kapısının hemen yanında bir kâse içinde dururdu.
çocukluğumda aile büyüklerinin yaşadığı eski rum evlerinde bu kadar bile kilit yoktu: mevsim yazsa kapı da açıktı, içeri girmek için seslenmeniz yeterliydi.
bu evlerin benzerleri bizden çok uzakta fethiye’de vardı işte: kayaköy. bıkmadan defalarca gittiğimiz,parça parça gezdiğimiz terkedilmiş rum köyü.

yaşlı amca ve teyzenin bir gözlemecisi vardı gittiğimiz.kimi zaman atla hisarönü’nden gelen turist kafilesi uğrardı buraya. yaşlı aile ile oturup söyleşir ağaçların hışırtısıyla köyün o kimsesiz halini duyumsardık bir yandan.

babam mübadil bir aileden geliyor, bu yüzden zorunlu göç her zaman hassas olduğum bir konu oldu.yalnızca dinine bakarak bir anlaşmayla yurtlarını bırakmaya zorlanan insanlar içimi burkar: kıyının her iki tarafı için de.
etrafa baktığınızda yamaca sıralanmış çoğu harap olmuş ( gerek depremler gerek hazine bulma amacıyla kazı yapanlar yüzünden) taş binalar, büyüklü küçüklü kilise ve okullar görürsünüz.bazılarında oda bölümleri belirgindir, ocakları vardır.kiliselerinin içi fresklerle süslü,bahçesi de mozaikle döşelidir.
mübadele öncesi köyün adı levissiymiş. likya uygarlığının karmylassos yerleşimine dayalı bulguların m.ö. 400’lere kadar köyde yerleşimin var olduğunu gösteriyor.değişimle gelen türkler ne yamaçta çiftçilik yapmak ne de rum evlerini de sahiplenmek istemiş.içinde oturulmayan,bakılmayan 1957’de de büyük bir depremle (7,3 ) darbe alan bu evler, hazine bulmak için kırıp döken soyguncuların da elinde iyice yaşanmaz hale gelmiş.
tarihi yerleri gezerken içimi kaplayan garip bir hüzün şimdi bu satırları yazarken de gelip buluyor beni.bir gün dönebilmek umuduyla ufak tefek eşyasını anca alabildiği evine son kez nasıl bakmıştır o insanlar? bir gemiye doluşmuş bilinmeze yolculuk edenler geride neler bırakmıştı? tek bildiğim bizimkilerin gemisinin adı: gülcemal. ne hayatlar taşıdı gülcemal karşı kıyıya?
gülcemal

çok önceleri gezmiş olduğum kayaköy hakkında yazı yazmak istedim.şöyle bir bilgilerimi tazelemek amacıyla baktığımda hakkındaki bilgiyi çok organize bir şekilde sunan bu site içlerinde en beğendiğim:
işi ehline bırakayım
gülcemal hakkında çok çok bilgi
devamını gör...
pazar günü erken kalkmak için bir sebep
kursa gidiyorum. derd-i maişet derlermiş eskiler.
devamını gör...
normal sözlük ocak devrimi
devrimin ayak sesleri geliyordu fakat yetişemedik yazarlığa. çaylak olarak silik görünmek de soğutmuyor değil insanı yazmaktan. ammavelakin güzel şeyler olacağına dair bir umut varsa çekilen acılar kutsaldır deyip devam edeceğim. ve her şeyin bunca yozlaştığı sözlük aleminde olsun artık güzel bir şeyler.
devamını gör...
güzel bir kadın olarak normal sözlük’te yazar olmak
gayet normal ve olması gerekendir. biz olmasak erkek erkeğe ne yapacaksınız bu ortamda? iyi ki varız ve güzel kadınlar olarak iyi ki kafa sözlük yazarıyız.
devamını gör...
karl marx
komünist manifesto teorilerinin manifestosu niteliğinde bir kitaptır. komünizmin temel ilkelerini ortaya koymuştur. kısadır. bir oturuşta biter. iktisat literatürüne hakim olmayan bir insan ilk okuyuşta sadece okur, ancak bir şey anlamaz. örneğin meta ne demek? das kapital ise ciddi birikim isteyen bir kitaptır. teoriye hakim olmadan asla anlayamazsınız. karl marx ve friedrich engels birlikte çalışmışlar ve derlemeleri engels yapmıştır. bilinenin aksine marxist iktisat diye bir şey yoktur. karl marx bir klasik iktisatçıdır. elbette bir gün kapitalist sistemin kilitlenip çıkmaza gireceğini savunur, ispat etmeye çalışır.
emek sınıfının sermaye sınıfına karşı bir gün mutlaka kazanacağını söyler. bu yüzden komünist manifesto'nun sonunda dünyanın bütün işçileri birleşin der. üniversitede beni en çok güldüren olaylardan birisinde, sosyoloji dersinde çocuğun bir tanesi hocaya soru sorarken karl marx'ı kast edip; kral marx demişti. belki komik değil ama yine de sınıf kopmuştu baya. yani okuduğumuz okul da %1'lik dilime girmiş öğrencilerin girdiği bir okuldu. belki de o kadar zekî bir çocuğun böyle bir hata yapmasına gülmüştük. o günden beri karl marx'tan bahsederken hep kral marx derim ve ardına bir gülerim.
emek sınıfının sermaye sınıfına karşı bir gün mutlaka kazanacağını söyler. bu yüzden komünist manifesto'nun sonunda dünyanın bütün işçileri birleşin der. üniversitede beni en çok güldüren olaylardan birisinde, sosyoloji dersinde çocuğun bir tanesi hocaya soru sorarken karl marx'ı kast edip; kral marx demişti. belki komik değil ama yine de sınıf kopmuştu baya. yani okuduğumuz okul da %1'lik dilime girmiş öğrencilerin girdiği bir okuldu. belki de o kadar zekî bir çocuğun böyle bir hata yapmasına gülmüştük. o günden beri karl marx'tan bahsederken hep kral marx derim ve ardına bir gülerim.
devamını gör...
amaterasu (yazar)
okudukça okuyasımın geldiği, fularını kıskandığım canım yazarı.
yeni kitaplar keşfettirdi, yeni filmler ekletti izlenecekler listesine... e daha ne olsun? kendini ifade ediş biçimi de çok hoşuma gitti. henüz tanışmadık, tanıştığımız zaman yazdıklarımdan daha fazlasını hissedeceğime de neredeyse eminim.
iyi ki varsınızmış. *
yeni kitaplar keşfettirdi, yeni filmler ekletti izlenecekler listesine... e daha ne olsun? kendini ifade ediş biçimi de çok hoşuma gitti. henüz tanışmadık, tanıştığımız zaman yazdıklarımdan daha fazlasını hissedeceğime de neredeyse eminim.
iyi ki varsınızmış. *
devamını gör...
normal sözlük moderatörlerinin gizemi
moderasyonu şaşkınlık içinde bırakan gizemdir. şu an herkes yarı uykulu kerim kim diye soruyor mecliste. allah sizi inandırsın 28 yıldır hanımım. acaba kerim miyim diye şüpheleniyorum kendimden.
devamını gör...
kahvaltıda yaş pasta yemek
ekmek bulamadıklari için yaptıklarıdir.
devamını gör...
dinlerin tek cümlelik özeti
(bkz: mitolojik hikayeler)
devamını gör...
yazarların tek bir şansı olsa değiştireceği şey
banka hesabımdaki parayı.
devamını gör...
baphomet
katolik kilisesi'nin 14. yüzyılda afaroz ettiği tapınak şövalyeleri'nin taptığı iddaa edilen şeytani figürdür.
devamını gör...
10 mayıs 2021 tüik'in işsizlik azaldı açıklaması
tüik beni ara seninle konuşacaklarım var. azalan nedir? gençliğimiz.
ne hiçbir şey yapmamak, ne de hâşâ hayattan vazgeçmek. gönüllü bir istirahat sadece, düşünerek eyleyebileceğimiz bir iç sürgün. seneca'nın işsizliğe övgüsüyle tutunuyorum hayata. kes felsefe yapma diyenlere boş vaktim var yaparım banane diyorum.
kalbi kırık işsizler derneği
işsizlik felsefesi bölüm başkanı
ne hiçbir şey yapmamak, ne de hâşâ hayattan vazgeçmek. gönüllü bir istirahat sadece, düşünerek eyleyebileceğimiz bir iç sürgün. seneca'nın işsizliğe övgüsüyle tutunuyorum hayata. kes felsefe yapma diyenlere boş vaktim var yaparım banane diyorum.
kalbi kırık işsizler derneği
işsizlik felsefesi bölüm başkanı
devamını gör...
mahalle maçı
insanolunbiraz ve küçükken halı kenarında araba kullanmış çocuk genel hatları ile gayet güzel anlatmışlar ama bir kaç kelâm da ben etmezsem olmaz *
maçların yapılacağı yer seçimi çok önemlidir. iki mahallenin arasında boş bir arsa yada toprak bir saha varsa, ekseriya bu alan tarafsız saha olması sebebiyle tercih edilirdi. eğer bu tarz bir alan yoksa, maçlar sırayla bir rakip mahallede bir sizin mahallenizde oynanırdı. özellikle deplasman kafilesi mevzusu mühimdir zira orada başınıza ne geleceği belli olmaz. bu sebeple mahallenin abilerinden müsait olanlar muhakkak kafileye dahil edilir ve çiğdem çitleyerek maçı izlemeleri temin edilirdi. kale direkleri yerine genelde taş kullanılırdı lakin bu durum topun gol olup olmadığı konusunda ciddi tartışmalara sebep olduğu için inşaatlardan bir kaç tuğla araklanması bu işin olmazsa olmazıydı. zaten iki takımın müşterek çalıştığı ve ortaklaşa yaptığı tek işte tuğla aşırma işidir. tuğlalar üst üste konur. yarım direk haline getirilir böylece tartışmaların önüne geçilmeye çalışılırdı. maç bitiminde tuğlalar bir daha ki maçta da kullanılsın diye kuytu bir yere konur ve saklanırdı. ancak her ne hikmetse yeni maç yapılacağı zaman bu tuğlalar hep kırılmış olur ve tuğla aşırma mesaisi yeniden başlardı. maçlar genelde gazozuna oynanırdı ve muhakkak gazoz almak istemeyen biri çıkıntı olur ve bu durum bazen ciddi arbedelerin çıkmasına neden olurdu.
evvel zaman içinde kalbur saman içinde bizimde deplasmana gittiğimiz bir günü hiç unutmam. bizim mahallede eko vardı. çocuk inanılmaz yetenekli. maradona eko zaten lakabı. milleti tespih tanesi gibi ipe diziyor. bu çocuk bizim en büyük silahımız. geri kalanlar bende dahil vasat oyuncularız. birde kazmalarımız var ki, onlar ayrı terane. neyse efendim eko maç esnasında yine milleti ipe dizdi, kalenin dibinde bomboş duruyorum verdi pası bana gönderdim kaleye. serde beleşçilik var. çok pis gol koklarım, tanju çolağın uzun boylu versiyonu gibi bir şeyim. ama benim saçlar diğer çocuklara göre biraz uzun olduğu için bana metin tekin muamelesi yapıyorlar. sarı fırtına falan diyorlar. havam bin beş yüz yani. rakip takımın kalecisi golü yedikten sonra topu alıp gelirken, bana doğru pis beleşçi diye çıkışmasın mı, benim şalterler attı. yürüdüm bunun üzerine, ortalık toz duman, millet ikimizi ayırmaya çalışıyor. neyse o arbede bir şekilde geçti gitti. maç devam etti. bizim maradona yine milleti tespih tanesi gibi ipe dizdikten sonra birde kaleciyi çalımladı. ben yine kalenin önünde bomboşum. alışmışız beleşçiliğe hiç sekmiyor, o kale tuğlasının arkasında bitiveriyorum. verdi yine pası bana. kendi de atsa atardı ama çocuk da bencillik namına zerre belirti yok. şimdi düşünüyorum da futbol oynarken bu kadar paylaşımcı olan bir çocuğu bir daha asla görmedim. futbol azizi olabilir. yalnız o esnada benim keçi inadım tuttu. topu beklettim ayağımın altında. atmadım içeri. o sırada kaleci geldi ayağımdan topu alıverdi.
maradona eko sinirlendi. bana doğru el kol hareketi yaparak koşmaya başladı;
maradona: ne yapıyorsun lan sen!
ben: adam bana beleşçi dedi. atmadım işte.
maradona: e beleşçisin!
ben: sensin beleşçi! (sinirle paylaşım noktasında kaf dağına çıkmış adama beleşçi diyorum.)
birbirimizi iteklemeye başlıyoruz. takım içi anlaşmazlık arş-ı alaya çıkmış. birileri bizi ayırmaya çalışıyor. baktık içlerinde karşı mahalleden çocuklar da var. hızlı bir manevra ile ''size ne oluyor lan!'' diyerek bunlara daldık. çocuklar neye uğradığını şaşırdı. sonrasında kavgaya sahadaki herkes katıldı. yalnız çok temiz dövdük adamları demek isterdim lakin anlamadığımız bir şekilde her iki tarafında temiz dayak yediğini söyleyebilirim. yani bize göre biz onları dövmüştük. onlara göre ise onlar bizi dövmüştü. bunun muhabbeti de aylarca sürdü. neyse sonrasında oramız buramız ağrılar içerisinde mahalleye dönerken, eko bana seslendi; ''lan senin yüzünden başımıza gelenlere bak.'' ''adam bana beleşçi dedi, hak ettiler' dedim hafif gülümseyerek. eko tekrar baktı bana, '' eee beleşçisin'' dedi. gülmeye başladık. hatta biraz anırmış dahi olabiliriz. o gün beleş gazoz da alamadığımız için gittik mahalle bakkalımızdan kendi kendimize gazoz ısmarlayıp içtik, üzerine de leblebi tozlarını höpürdettik. güzel günlerdi vesselam...
eko bak buraları okuyorsan benim beleşçilik halen devam ediyor haberin olsun, o zamanlar futbol oynarken vardı, şimdilerde sözlükte yapıyorum bu işi. hazır başlık buldum mu girip, yazıp, çıkıyorum. milleti ipe dizip açtığım başlık sayısı sınırlıdır. allah'tan bu beleşçilik bende sadece bir alanda zuhur ediyor da paçayı sıyırıyoruz. yoksa yandı gülüm keten helva...
tanım: her güzel şey gibi geçmişin tozlu sayfalarında kalan bir etkinlik.
maçların yapılacağı yer seçimi çok önemlidir. iki mahallenin arasında boş bir arsa yada toprak bir saha varsa, ekseriya bu alan tarafsız saha olması sebebiyle tercih edilirdi. eğer bu tarz bir alan yoksa, maçlar sırayla bir rakip mahallede bir sizin mahallenizde oynanırdı. özellikle deplasman kafilesi mevzusu mühimdir zira orada başınıza ne geleceği belli olmaz. bu sebeple mahallenin abilerinden müsait olanlar muhakkak kafileye dahil edilir ve çiğdem çitleyerek maçı izlemeleri temin edilirdi. kale direkleri yerine genelde taş kullanılırdı lakin bu durum topun gol olup olmadığı konusunda ciddi tartışmalara sebep olduğu için inşaatlardan bir kaç tuğla araklanması bu işin olmazsa olmazıydı. zaten iki takımın müşterek çalıştığı ve ortaklaşa yaptığı tek işte tuğla aşırma işidir. tuğlalar üst üste konur. yarım direk haline getirilir böylece tartışmaların önüne geçilmeye çalışılırdı. maç bitiminde tuğlalar bir daha ki maçta da kullanılsın diye kuytu bir yere konur ve saklanırdı. ancak her ne hikmetse yeni maç yapılacağı zaman bu tuğlalar hep kırılmış olur ve tuğla aşırma mesaisi yeniden başlardı. maçlar genelde gazozuna oynanırdı ve muhakkak gazoz almak istemeyen biri çıkıntı olur ve bu durum bazen ciddi arbedelerin çıkmasına neden olurdu.
evvel zaman içinde kalbur saman içinde bizimde deplasmana gittiğimiz bir günü hiç unutmam. bizim mahallede eko vardı. çocuk inanılmaz yetenekli. maradona eko zaten lakabı. milleti tespih tanesi gibi ipe diziyor. bu çocuk bizim en büyük silahımız. geri kalanlar bende dahil vasat oyuncularız. birde kazmalarımız var ki, onlar ayrı terane. neyse efendim eko maç esnasında yine milleti ipe dizdi, kalenin dibinde bomboş duruyorum verdi pası bana gönderdim kaleye. serde beleşçilik var. çok pis gol koklarım, tanju çolağın uzun boylu versiyonu gibi bir şeyim. ama benim saçlar diğer çocuklara göre biraz uzun olduğu için bana metin tekin muamelesi yapıyorlar. sarı fırtına falan diyorlar. havam bin beş yüz yani. rakip takımın kalecisi golü yedikten sonra topu alıp gelirken, bana doğru pis beleşçi diye çıkışmasın mı, benim şalterler attı. yürüdüm bunun üzerine, ortalık toz duman, millet ikimizi ayırmaya çalışıyor. neyse o arbede bir şekilde geçti gitti. maç devam etti. bizim maradona yine milleti tespih tanesi gibi ipe dizdikten sonra birde kaleciyi çalımladı. ben yine kalenin önünde bomboşum. alışmışız beleşçiliğe hiç sekmiyor, o kale tuğlasının arkasında bitiveriyorum. verdi yine pası bana. kendi de atsa atardı ama çocuk da bencillik namına zerre belirti yok. şimdi düşünüyorum da futbol oynarken bu kadar paylaşımcı olan bir çocuğu bir daha asla görmedim. futbol azizi olabilir. yalnız o esnada benim keçi inadım tuttu. topu beklettim ayağımın altında. atmadım içeri. o sırada kaleci geldi ayağımdan topu alıverdi.
maradona eko sinirlendi. bana doğru el kol hareketi yaparak koşmaya başladı;
maradona: ne yapıyorsun lan sen!
ben: adam bana beleşçi dedi. atmadım işte.
maradona: e beleşçisin!
ben: sensin beleşçi! (sinirle paylaşım noktasında kaf dağına çıkmış adama beleşçi diyorum.)
birbirimizi iteklemeye başlıyoruz. takım içi anlaşmazlık arş-ı alaya çıkmış. birileri bizi ayırmaya çalışıyor. baktık içlerinde karşı mahalleden çocuklar da var. hızlı bir manevra ile ''size ne oluyor lan!'' diyerek bunlara daldık. çocuklar neye uğradığını şaşırdı. sonrasında kavgaya sahadaki herkes katıldı. yalnız çok temiz dövdük adamları demek isterdim lakin anlamadığımız bir şekilde her iki tarafında temiz dayak yediğini söyleyebilirim. yani bize göre biz onları dövmüştük. onlara göre ise onlar bizi dövmüştü. bunun muhabbeti de aylarca sürdü. neyse sonrasında oramız buramız ağrılar içerisinde mahalleye dönerken, eko bana seslendi; ''lan senin yüzünden başımıza gelenlere bak.'' ''adam bana beleşçi dedi, hak ettiler' dedim hafif gülümseyerek. eko tekrar baktı bana, '' eee beleşçisin'' dedi. gülmeye başladık. hatta biraz anırmış dahi olabiliriz. o gün beleş gazoz da alamadığımız için gittik mahalle bakkalımızdan kendi kendimize gazoz ısmarlayıp içtik, üzerine de leblebi tozlarını höpürdettik. güzel günlerdi vesselam...
eko bak buraları okuyorsan benim beleşçilik halen devam ediyor haberin olsun, o zamanlar futbol oynarken vardı, şimdilerde sözlükte yapıyorum bu işi. hazır başlık buldum mu girip, yazıp, çıkıyorum. milleti ipe dizip açtığım başlık sayısı sınırlıdır. allah'tan bu beleşçilik bende sadece bir alanda zuhur ediyor da paçayı sıyırıyoruz. yoksa yandı gülüm keten helva...
tanım: her güzel şey gibi geçmişin tozlu sayfalarında kalan bir etkinlik.
devamını gör...
aklının almadığı bir şey yaz
onca insan içinden sadece bir kişiye karşı kalbin, ritmini değiştirmesi. neden onu seçmiş olması ve bu görevi neden kalbin üstlenmesi.
devamını gör...
seri artı oy veren melek
burada melek diyorlar köşeyi dönünce sövüyorlar. ne oluyor yahu?
devamını gör...
türk kahvesi diye bir şeyin olmaması
pizza da aslında italyanların lahmacun pişirme tekniğine verilen addır, dediğim tespittir.
devamını gör...
kırık kalp sendromu
fazla stres olduğumuz zaman vucüdumuzun bunu kaldıramayıp, kalp krizi geçiriyomuşuz gibi hissettiren bir hastalık çeşidi.
devamını gör...
2250 yılında normal sözlük başlıkları
19 nisan 2250 gezegenler arası seyahat rezaletidir.
devamını gör...