alkolik
bir zamanlar çok sevdiğim kişi bir alkolikti. gündüz gecele fark etmezdi onun için yani her an kafası dumanlıydı...
veya ayık olduğu günlerse sadece kendi duyguları varmışcasına herkesi suçlayıp dururdu..
aslında şimdi anlıyorum ne kadar güçsüz bir adam olduğunu, tüm dertlerini unutmak için elindeki şişe ona yeterdi..
gerçi bunu başından beri biliyordum ama onu iyileştireceğimi düşünmek benim cahiliğimin isabet ettiği zamana denk gelmişti.
ben de yaralar bırakmaya yeminli olanlara güvenip bana en çok güvenenleri yaraladım bir dönemler.
veya ayık olduğu günlerse sadece kendi duyguları varmışcasına herkesi suçlayıp dururdu..
aslında şimdi anlıyorum ne kadar güçsüz bir adam olduğunu, tüm dertlerini unutmak için elindeki şişe ona yeterdi..
gerçi bunu başından beri biliyordum ama onu iyileştireceğimi düşünmek benim cahiliğimin isabet ettiği zamana denk gelmişti.
ben de yaralar bırakmaya yeminli olanlara güvenip bana en çok güvenenleri yaraladım bir dönemler.
devamını gör...
kanser
kanser, hem genetik hem epigenetik bir hastalıktır. yani, kanserleşmede görülen genom değişiklikleri, dna'daki mutasyonlarla sınırlı değildir; epigenetik değişiklikler de bu süreçte rol oynamaktadır.
kanserde basitçe, 3 tane ana gen tipinden bahsedebiliriz :
1-onkogenler (kanserleşmeye neden olan genler),
2-proto-onkogenler (normalde sorunsuz yaratmayan fakat çeşitli mutasyonlar sonucu onkogenlere dönüşebilen genler)
3-tümör baskılayıcı genler (kontrolsüz büyümeyi baskılayan genler)
genetik olarak, dna'da mutasyon birikmesi sonucunda kanserleşme oluşur. bu mutasyonlar genetik olarak aileden gelebilir ya da dış etmenlerle (sigara, uv, vs) sonradan edinilebilir. örneğin, bir tümör baskılayıcı gende oluşan mutasyon, bu genin işlevini (yani kontrolsüz büyümeyi) bozabilir ve kanserleşmenin yolunu açabilir. bunun sonucu olarak hücrenin kontrolsüz büyümesi, değişmesi, ve sonrasında yayılması görülür. dolayısıyla, kanserlerde sıklıkla hücre döngüsünü, bunun regülasyonunu ve dna tamir mekanizmalarını etkileyen genlerde mutasyonların saptanması şaşırtıcı değildir. fakat genetik, tek başına, kanserleşme mekanizmalarının aydınlatılmasında yetersiz kalmaktadır. burada devreye epigenetik girer.
epigenetik, gen ifadesini düzenleyen ancak (genetikten farklı olarak) dna dizisini etkilemeyen olaylar (metilasyon, histon modifikasyonları, vs) ile ilgilenir. bu epigenetik değişimler, dna dizisindeki nükleotitlerin dizisini değiştirmez, fakat genlerin ifade miktarlarını belirler. örneğin, epigenetik değişimlerle onkogenlerin aktivasyonu (aşırı üretimi) ve tümör baskılayıcı genlerin fonksiyonunu yitirmesi ya da işlevinin azalması sonucunda da, dna dizisi değişmeden, kanserleşmenin yolu açılabilmektedir.
kanserde basitçe, 3 tane ana gen tipinden bahsedebiliriz :
1-onkogenler (kanserleşmeye neden olan genler),
2-proto-onkogenler (normalde sorunsuz yaratmayan fakat çeşitli mutasyonlar sonucu onkogenlere dönüşebilen genler)
3-tümör baskılayıcı genler (kontrolsüz büyümeyi baskılayan genler)
genetik olarak, dna'da mutasyon birikmesi sonucunda kanserleşme oluşur. bu mutasyonlar genetik olarak aileden gelebilir ya da dış etmenlerle (sigara, uv, vs) sonradan edinilebilir. örneğin, bir tümör baskılayıcı gende oluşan mutasyon, bu genin işlevini (yani kontrolsüz büyümeyi) bozabilir ve kanserleşmenin yolunu açabilir. bunun sonucu olarak hücrenin kontrolsüz büyümesi, değişmesi, ve sonrasında yayılması görülür. dolayısıyla, kanserlerde sıklıkla hücre döngüsünü, bunun regülasyonunu ve dna tamir mekanizmalarını etkileyen genlerde mutasyonların saptanması şaşırtıcı değildir. fakat genetik, tek başına, kanserleşme mekanizmalarının aydınlatılmasında yetersiz kalmaktadır. burada devreye epigenetik girer.
epigenetik, gen ifadesini düzenleyen ancak (genetikten farklı olarak) dna dizisini etkilemeyen olaylar (metilasyon, histon modifikasyonları, vs) ile ilgilenir. bu epigenetik değişimler, dna dizisindeki nükleotitlerin dizisini değiştirmez, fakat genlerin ifade miktarlarını belirler. örneğin, epigenetik değişimlerle onkogenlerin aktivasyonu (aşırı üretimi) ve tümör baskılayıcı genlerin fonksiyonunu yitirmesi ya da işlevinin azalması sonucunda da, dna dizisi değişmeden, kanserleşmenin yolu açılabilmektedir.
devamını gör...
hiç gelmeyecek birini özlemek
hiç gelmeyeceğini bile bile özlemektir. en saf en masum özlemdir bir arayışın yoktur kendi halinde özlersin.
kimsenin haberi yoktur olmasına da gerek yoktur sen tebessümle gözyaşıyla özlersin.
ona çok yakın aynı zaman da çok uzak olursun.
saçlarını okşarsın haberi olmaz. kıyafetin çok yakışmış dersin haberi olmaz. hasta olur geçmiş olsun dersin haberi hiç olmaz.
özleyin yahu bedava işte garip duygu tadına bakın.
kimsenin haberi yoktur olmasına da gerek yoktur sen tebessümle gözyaşıyla özlersin.
ona çok yakın aynı zaman da çok uzak olursun.
saçlarını okşarsın haberi olmaz. kıyafetin çok yakışmış dersin haberi olmaz. hasta olur geçmiş olsun dersin haberi hiç olmaz.
özleyin yahu bedava işte garip duygu tadına bakın.
devamını gör...
hiç bilinen türk ressam olmaması
google arama kutusuna türk ressamlar diye yazıp bilgilenmek yerine sözlükte başlık açıp cehalet sergilemek dediğim başlıktır.
devamını gör...
hobaaa3434
daha bir hafta önce kendisinin sahte bir karakter olduğunu şu #828679 girdimde belirtmiştim. tamamen beğenilmek için buralarda var olduğu her yazısından belliydi. her başlığa acaba nasıl daha çok beğenilirim diye oturan bir yazarımsıydı. yazarımsı çünkü yazar olmak için yazdıklarının sana ait olması gerekiyor*
ya bu tipler çok belli ya. bu yazara kızamıyorum belli ki sevilmek istiyor, ilgi görmek istiyor. milyonlarca var bundan. ama 'çok iyi yazardı' diye övenleri gerçekten anlamıyorum. siz gerçek misiniz ? iki girdisini okuduğum zaman kendimi slime havuzuna düşmüş gibi hissediyorum. öyle bir vıcıklık öyle bir yapaylık. bunu siz fark edemiyor musunuz gerçekten ?
bak bir de bu tiplerin harika bir özelliği var. çok 'iyi' siyasetçiler kullanır genelde bunu. sahte insanları anlama turnusolü. 'mağdura yatma'
"bunu yapan dışarıda hırsızlık da yapar " demiş.
ailemin bana öğrettiği en önemli şey ne olursa olsun helal kazanmaya çalışmak gerektiği.
bilip bilmeden insanları yaftalamak, linçi etmek çok kolay. popüler olan neyse ona yönelir insanlar.
bir yazarımız da kafa sözlük'ün kalitesini düşürdüğümü söylemiş.
bana yapılan, emek vererek yazdığım tanımlara yapılan ciddi bir haksızlık olduğunu düşünüyorum.
bak bak giderken böyle bir şey döktürmüş. başkasının yazısını buraya kopyalamışsın. alıntı vermemişsin. nereden alıntıladığını yazmamışsın. sonrada hırsız denilince. ailem helal falan dedi diyorsun. ailen sana helal falan diyeceğine ilgi gösterseydi bunları hayatının hiç bir evresinde yaşamayacaktın belki de. sana da kızamıyorum o yüzden çok. evet ayrıca buranın kalitesini düşürür yaptığın. bunu niye yapıyorsunuz ben bunu anlamıyorum. hadi kopyalayıp geldin. bende 'aaaaa çok içi yazar lanaananan' dedim ve beğendim. bu mu tatmin ediyor sizi. wowwwwww. bitiklik.
sözlük yönetiminin 'ne demek beni uçurun bizim böyle bir uygulamamız yok, isterseniz dondurun hesabınızı' demek yerine gelen pası gole çevirip yazarı uçurması kaç puan peki? * sıfır şaka, her geçen gün burada daha çok eğleniyorum. inanılmaz.
***
özür editi: yazar kardeşimizden özür diliyorum yazdıklarım için. ben sadece evernevergreen'in #856622 şu girdisini okuyup gelmiştim. şimdi gördüm asıl linçi. biri tutmuş diğer kollarını falan koparmış senin. sende ''bunu yapan dışarıda hırsızlık da yapar'' tanımına takılmışsın. abla kalbini sökmüşler senin* birileri benim yaptığım olay yüzünden şöyle #857145 #857472 iki girdi yazsa bir süre yemek falan yiyemem. içim cız etti. bende geldim burada boş yapıyorum. meğerse seni zaten sadece like müptezelleri beğeniyormuş.
dövüş oyunlarında, en sonra ekranda bir kısaltma belirir bildin mi ? k.o, açılımına knockout derler.
ya bu tipler çok belli ya. bu yazara kızamıyorum belli ki sevilmek istiyor, ilgi görmek istiyor. milyonlarca var bundan. ama 'çok iyi yazardı' diye övenleri gerçekten anlamıyorum. siz gerçek misiniz ? iki girdisini okuduğum zaman kendimi slime havuzuna düşmüş gibi hissediyorum. öyle bir vıcıklık öyle bir yapaylık. bunu siz fark edemiyor musunuz gerçekten ?
bak bir de bu tiplerin harika bir özelliği var. çok 'iyi' siyasetçiler kullanır genelde bunu. sahte insanları anlama turnusolü. 'mağdura yatma'
"bunu yapan dışarıda hırsızlık da yapar " demiş.
ailemin bana öğrettiği en önemli şey ne olursa olsun helal kazanmaya çalışmak gerektiği.
bilip bilmeden insanları yaftalamak, linçi etmek çok kolay. popüler olan neyse ona yönelir insanlar.
bir yazarımız da kafa sözlük'ün kalitesini düşürdüğümü söylemiş.
bana yapılan, emek vererek yazdığım tanımlara yapılan ciddi bir haksızlık olduğunu düşünüyorum.
bak bak giderken böyle bir şey döktürmüş. başkasının yazısını buraya kopyalamışsın. alıntı vermemişsin. nereden alıntıladığını yazmamışsın. sonrada hırsız denilince. ailem helal falan dedi diyorsun. ailen sana helal falan diyeceğine ilgi gösterseydi bunları hayatının hiç bir evresinde yaşamayacaktın belki de. sana da kızamıyorum o yüzden çok. evet ayrıca buranın kalitesini düşürür yaptığın. bunu niye yapıyorsunuz ben bunu anlamıyorum. hadi kopyalayıp geldin. bende 'aaaaa çok içi yazar lanaananan' dedim ve beğendim. bu mu tatmin ediyor sizi. wowwwwww. bitiklik.
sözlük yönetiminin 'ne demek beni uçurun bizim böyle bir uygulamamız yok, isterseniz dondurun hesabınızı' demek yerine gelen pası gole çevirip yazarı uçurması kaç puan peki? * sıfır şaka, her geçen gün burada daha çok eğleniyorum. inanılmaz.
***
özür editi: yazar kardeşimizden özür diliyorum yazdıklarım için. ben sadece evernevergreen'in #856622 şu girdisini okuyup gelmiştim. şimdi gördüm asıl linçi. biri tutmuş diğer kollarını falan koparmış senin. sende ''bunu yapan dışarıda hırsızlık da yapar'' tanımına takılmışsın. abla kalbini sökmüşler senin* birileri benim yaptığım olay yüzünden şöyle #857145 #857472 iki girdi yazsa bir süre yemek falan yiyemem. içim cız etti. bende geldim burada boş yapıyorum. meğerse seni zaten sadece like müptezelleri beğeniyormuş.
dövüş oyunlarında, en sonra ekranda bir kısaltma belirir bildin mi ? k.o, açılımına knockout derler.
devamını gör...
aile ile iş yapmak
iş hayatı profesyonellik gerektirir. aile ile bu ilişkiyi kurmak zordur. başarılı iş yürüten aileler görsem de genellikle ikinci kuşaktı. ben de tecrübemi bırakayım; düşman başına. hala konuşmayız görüşmeyiz.
devamını gör...
ömrüm
içten şekilde ömrüm deyişiyle zihnime kazınan cem karaca şarkısıdır.
sendelesen bile bazı yürümek var ya
oh ne rahat deyiverip yayılmak varken
kim demiş köşe başında tezgah kurmuşlar
düşmüş işportalara sevda gibi sevdalar
doğuştaki o muhteşem güzellik bile
nereden gözlersen gözle
doğuştaki o muhteşem güzellik bile
nereden gözlersen gözle
dolu dolu gözyaşı ile
kan ile terle değil mi?
ömrüm
ömrüm
ömrüm
ömrüm
elalemdir neler derler yaşamak var ya
öküz altında buzağı aranırlarken
o ki bir an içindir tuz basılır yaralara
hasretlerden süzülünür sevda gibi sevdalara
doğuştaki o muhteşem güzellik bile
nereden gözlersen gözle
doğuştaki o muhteşem güzellik bile
nereden gözlersen gözle
dolu dolu gözyaşı ile
kan ile terle değil mi?
ömrüm
ömrüm
ömrüm
ömrüm
ömrüm
sendelesen bile bazı yürümek var ya
oh ne rahat deyiverip yayılmak varken
kim demiş köşe başında tezgah kurmuşlar
düşmüş işportalara sevda gibi sevdalar
doğuştaki o muhteşem güzellik bile
nereden gözlersen gözle
doğuştaki o muhteşem güzellik bile
nereden gözlersen gözle
dolu dolu gözyaşı ile
kan ile terle değil mi?
ömrüm
ömrüm
ömrüm
ömrüm
elalemdir neler derler yaşamak var ya
öküz altında buzağı aranırlarken
o ki bir an içindir tuz basılır yaralara
hasretlerden süzülünür sevda gibi sevdalara
doğuştaki o muhteşem güzellik bile
nereden gözlersen gözle
doğuştaki o muhteşem güzellik bile
nereden gözlersen gözle
dolu dolu gözyaşı ile
kan ile terle değil mi?
ömrüm
ömrüm
ömrüm
ömrüm
ömrüm
devamını gör...
unutulan internet fenomenleri
(bkz: al kırdın kırdın)
devamını gör...
geceye ilginç bir bilgi bırak
aranılan kişinin telefonu kapalıysa, anons hemen devreye girer.
eğer, kapalı değil çekmiyorsa bu anons 3-4 saniye sonra devreye girer.
eğer, kapalı değil çekmiyorsa bu anons 3-4 saniye sonra devreye girer.
devamını gör...
okuduğun kitaptan bir alıntı bırak
"yaşamak görevdir bu yangın yerinde
yaşamak, insan kalarak"
aşk iki kişiliktir - ataol behramoğlu
sayfa 48
yaşamak, insan kalarak"
aşk iki kişiliktir - ataol behramoğlu
sayfa 48
devamını gör...
türkiye'de vasfı olmayanların bile ünlü olması
hiç bir vasfı olmayanlar 20 senedir ülkeyi yönetiyor. üç beş tane yeteneksizin ünlü olması mı rahatsız etti? bu halka çok normal.. ne demişler: (bkz: öyle saça böyle tarak)
devamını gör...
fırtına
giorgione'in 1507 yılında bitirdiği, venedik rönesansı denildiği zaman akla ilk gelen eserlerden biri olan, bugünlerde gallerie dell'accademia'da sergilenen müthiş sanat eseri.

tamamlanışından bu yana beş yüz yıl geçmesinra rağmen fırtına hakkında hala kesin bir yorum yapılamamaktadır. resim ,gabriele vendramin tarafından, giorgione'ye ısmarlanmıştır.
venedik sanatı uzmanı marcantonio michel, eseri, 1530'da vendramin'in evinde görür ve resim hakkında,"çingene bir kıla bir askerin bulunduğu, küçük fırtınalı bir manzara..." der.
daha sonra eser, vendramin ailesinin koleksiyonuna merkür ve isis adıyla kaydedilir. resimdei figürler, oğlunu emziren su perisi io'yu ve tanrı merkür'ü temsil ediyor olabilir pekala am resmin hiçbir edebi kökeni bulunmayabilir de...
izleyicinin gözü, figürleri geride bırakıp resmin derinliklerinde kalan nehri takip ederek şimşeklerle dolu gökyüzüne ulaşır. belki de resmin gerçek teması, bu gergin atmosferdir...
x ışını çalışmaları, erkek figürun altında ayağını suya sokmuş, çıplak bir kadın figüru bulunduğunu ortaya koyar ve bu da giorgione'nin resmi yaparken fikir değiştirdiğini göstermektdir. yalnızca küçük bir çvre tarafından anlaşılan "gizli anlamlı" resimler, giorgione'ye sık sık resim ısmarlayan genç soylular tarafından hayranlıklar karşılanır..

tamamlanışından bu yana beş yüz yıl geçmesinra rağmen fırtına hakkında hala kesin bir yorum yapılamamaktadır. resim ,gabriele vendramin tarafından, giorgione'ye ısmarlanmıştır.
venedik sanatı uzmanı marcantonio michel, eseri, 1530'da vendramin'in evinde görür ve resim hakkında,"çingene bir kıla bir askerin bulunduğu, küçük fırtınalı bir manzara..." der.
daha sonra eser, vendramin ailesinin koleksiyonuna merkür ve isis adıyla kaydedilir. resimdei figürler, oğlunu emziren su perisi io'yu ve tanrı merkür'ü temsil ediyor olabilir pekala am resmin hiçbir edebi kökeni bulunmayabilir de...
izleyicinin gözü, figürleri geride bırakıp resmin derinliklerinde kalan nehri takip ederek şimşeklerle dolu gökyüzüne ulaşır. belki de resmin gerçek teması, bu gergin atmosferdir...
x ışını çalışmaları, erkek figürun altında ayağını suya sokmuş, çıplak bir kadın figüru bulunduğunu ortaya koyar ve bu da giorgione'nin resmi yaparken fikir değiştirdiğini göstermektdir. yalnızca küçük bir çvre tarafından anlaşılan "gizli anlamlı" resimler, giorgione'ye sık sık resim ısmarlayan genç soylular tarafından hayranlıklar karşılanır..
devamını gör...
gece kalkıp tencereden atıştırmak
beyaz atletli, mavi çizgili pijamalı baba davranışıdır. babadan oğula geçen özelliktir. anneye yakalanılırsa evde kazan kaldırılır isyan çıkar. kadınlar istemezük, istemezük diye yakınsa da o sarmalar gömülür , sürahide ki o su lıkır lıkır kafaya dikilir.
devamını gör...
karşı cinste tahammül edilemeyen özellikler
kendini büyükçe bir dışkı sanması.
devamını gör...
kelimenin son harfini uzatan insan iticiliği
katılmadığım önermedir. mesajlar daha samimi gözüksün diye yapılıyor. konuşma dilinde neyi, nasıl söylediğin çok rahat anlaşılıyor fakat mesajlaşmada bu farkı ancak böyle kapatabiliyorsun. günaydın ile günaydııın aynı değildir şimdi. bunu bilen insan da kullanmaktan çekinmiyordur. cümledeki her kelime için yapıyorsa bilemicem, gerek yok o kadarına.
devamını gör...
haytarma
haytarma, kırım tatar türklerinin milli halk oyunudur. konusu doğa olan bu dans kırım ve çevresindeki halkların düğünlerinde sıkça görülür. geri dönüş anlamına gelen bu halk oyununu son zamanlarda ülkemizdeki düğünlerde de görmek mümkündür.
haytarma filmi ise 1944 kırım tatar sürgününü konu alarak, "bağımsız devletler topluluğu ve baltık devletleri en iyi film ödülünü" kazanmıştır. haytarma filmi
haytarma filmi ise 1944 kırım tatar sürgününü konu alarak, "bağımsız devletler topluluğu ve baltık devletleri en iyi film ödülünü" kazanmıştır. haytarma filmi
devamını gör...
fran lebowitz
2021 başında çıkan bir mini dizi ve konusu fran lebowitz. bu dobra kadın ile yapılan enfes bir söyleşi/sohbet (belki de belgesel). her bölüm yaklaşık 30 dakika ve 7 bölüm. kullanılan müzik ve görseller diziye çok hoş bir hava katıyor. bu mini dizi birkaç saatte, yavaş yavaş sindirilerek izlenmek isterse en fazla 1 haftada izlenebilir.
fran lebowitz 70 yaşında ve birçok tecrübesi var. liseden atıldıktan sonra ve 20 yaşında tecrübesiz bir şekilde new york'a geliyor ve her ne kadar şehirden nefret ediyor gibi görünse de hayatının kalan yıllarını bu şehirde devam ettiriyor. bu süreçte birçok tecrübesi de oluyor tabii ki. kendisinin ayrıca birçoğumuzun toplumda söylemeye korkacağı fikirleri var fakat kendisi bunları çok açık bir şekilde dile getirebiliyor. aslına bakılırsa neşeli ve espritüel bir insan ama espri tarzı daha çok iğneleyici ve ironik. hayatında birçok alanda cinsiyetçiliğe maruz kalmış aslında fakat bunlar onu engelleyememiş. taksicilik anılarını anlatırken bir daha yaşasa asla yapmayacağını söylüyor. kadın oluşu bu alanda onun çok fazla zorbalığa maruz kalmasına sebep olmuş. yemek yemeye gittiğinde bile kimse onla konuşmazmış.
•••geriye kalan kısım dizideki sohbetleri kapsıyor eğer izleyeceksiniz alt kısmı sakın okumayın. bu kısım size yeter•••
•••spoiler bölgesi••••
•••ama aslında fran'ın düşünceleri var sadece•••
ilk dakikalardan itibaren yalnızlığı insanlara yeğlediğini üstüne basa basa söylüyor. hatta kalabalık insan topluluklarından nefret ettiğinde de hem fikiriz. küçük çocukları da çok sevdiği söylüyor. sanırım sorunu yetişkin insanlar ve kalabalıkla. öyle ki filmleri genelde sinemada izleyemiyor çünkü insanlardan rahatsız oluyor. insanlara asla güvenmiyor. elinde bir kalem olsa ve karşısında birisi olsa o kaleme sıkı sıkıya sarılacağını asla elinden bırakmayacağını söylüyor. insanları sevmiyor fakat partiye gitmeyi de çok seviyor hatta hayatındaki çoğu kişiyle partilerde tanıştığını varsayıyor.
yaşam tarzını tam olarak şu şekilde tanımlıyor: emin olun, ben bu yaşam tarzına “yaşam tarzı” demezdim. neden hala new york’ta olduğu sorulunca ise aklına başka bir yer gelmediğini söylüyor. aslında bu soruya verdiği cevap birçoğumuzun yaşadığı problemi gözler önüne seriyor. yaşadığımız şehirden ya da değiştirebileceğimiz bir şeylerden memnun değiliz ama başka gidecek bir yer ya da yapacak başka bir şey aklımıza gelmiyor.
new york belediyeciliğinden ve toplu taşımadan nefret ettiğini fazlasıyla dile getiriyor ve anılarını anlatırken gözlemlediğim kadarıyla teknoloji ve bilime olan yakınlığı göz yaşartıyor. teknolojiden nefret ettiğini ve bilmediği için değil bildiği için kullanmadığını söylüyor.
kendi züppeliklerinden bahsederken bunların kendine ait olan şeyler olduğunu gözlemliyoruz. züppelik adını verdiği şeyler ailesinin mesleği, okuduğu okullar, yaşadığı yer değil tamamen kendi emeği ve düşünceleriyle kazandığı şeyler. bu söylediklerine fazlasıyla katılıyorum, züppelik kötü bir şey ama eğer züppelik yapmak istiyorsa birisi bu tarz şeylerle yapmalı.
parayı sevmeyip eşyaları sevdiğini söylüyor. sorulması üzerine new york’a ilk geldiği zamandaki kendine bir tavsiye vermesi gerekecekse paralı gelmesi gerektiğini de ekliyor. para konusunda bu kadar tembel olmasının sebebini 50’lerde küçük bir kız olmaya bağlıyor yani cinsiyetçiliğe. erkek olsaydı para daha düşkün olabileceğini söylüyor. new york’a ilk geldiği zaman cebinde 200 doları olduğunu ve bu paranın ömür boyu yeteceğini düşünmüş ama new york’a geldiği günden sonra şoförlük, satıcılık, temizlikçilik yapmış. haftanın 5-6 günü çalışmış. umudunu kaybetmeyip her gün daha iyi bir iş bulacağını düşünmüş.
zindeliği aç gözlülük olarak görüyor ve tahammül edemiyor. zindeliği fazladan sağlık olarak görüyor. ayrıca sağlığın abartıldığını ve üstüne fazla düşünüldüğünü düşünüyor. küçükken sağlıksız bir ortamda büyümesine ve sağlıksız bir bağımlılığı olmasına rağmen onun hayatta ve bir dostunun da sağlığına çok dikkat etmesine rağmen mezarda oluşunu buna kanıt olarak gösteriyor. sporla da ilgilenmiyor hatta nefret ediyor. spor dallarını da seksek ve beş taş gibi bir oyun olarak görüyor. sporu çocuk işi olarak görüyor -çocuk işi derken kastettiği şey insanların yüzlerini boyayıp kazanıldığında deli gibi eğlenmesi-. spordan nefret etmesinin diğer sebebi ise sporu genel olarak erkeklerin yönetmesi. buna rağmen daha çok spor yapan kadın olmasını değil de mecliste daha çok kadın olmasını yeğlermiş.
fran bir bölümde şöyle diyor “insanlar bana sık sık gıcık oluyor hatta öfkeleniyorlar. oysaki ben kimse yerine karar vermiyorum. herhangi bir şeyi değiştirebilecek bir yetkim yok. eğer böyle bir yetkim olsa kızmalarını anlardım. belki değiştirebilseydim ben de daha az öfkeli olurdum. bir sürü fikrim var ama yetkim yok, ben buna öfkeliyim.” diyor. belki de birçok kişinin problemi bu fikrimiz var ama bazen kendi hayatımızda bile yetkimiz yok. istediğimiz mesleği yapmak için hatta ve hatta herkesin olan bu gezegende farklı topraklara gitmek için bile birçok kişiden izin almamız gerekiyor. bu gezegende benim de en büyük öfkelerimden biri buna. kontrolün bir şekilde bizde olamayışına.
her şeyin sanat olmadığını savunuyor –ki bence de öyle-. her şey sanat olamaz. 1 saat sonra yenecek bir pasta sanat olamaz. sanat kalıcı olmalıdır ve yetenek işidir. herkes sanatta yetenekli de olamaz ve kötü olan ve sanat olduğunu düşünülen şeylerin kişinin kendisine saklaması gerektiğini savunuyor. bu kısma katılmıyorum çünkü geri bildirimlerle yeteneğini kanıtlayabilecek binlerce kişi var. yetenek çok özel bir şey ve keşfedilmesi için adımlar atılmalıdır. bir kısımda kapitalizm ve sanatla ilgili önemli bir örnekte bulunuyor. picasso’nun tablosu açık arttırmaya sunulduğunda ve satıldığında eserin değil verilen paranın alkışlandığını söylüyor. kapitalizm daha iyi bir örnekle açıklanamazdı.
kitapların en büyük zenginlik olduğunu düşünüyor. bunun sebebi kitapların sayısız dünya ve hayat barındırması. okumaya başlar başlamaz zengin olduğunu söylüyor. bu konu hakkında şunları söylüyor “sürekli okuyabilsek para düşünmeye zamanımız kalmaz. para teferruattır, kitapsa devasadır.”. sonuna kadar katıldığım bir söylemdi bu. para sadece küçük bir ayrıntı, bir teferruattır fakat kitaplar her şeyi kapsayabilecek bir güç.
fran lebowitz 70 yaşında ve birçok tecrübesi var. liseden atıldıktan sonra ve 20 yaşında tecrübesiz bir şekilde new york'a geliyor ve her ne kadar şehirden nefret ediyor gibi görünse de hayatının kalan yıllarını bu şehirde devam ettiriyor. bu süreçte birçok tecrübesi de oluyor tabii ki. kendisinin ayrıca birçoğumuzun toplumda söylemeye korkacağı fikirleri var fakat kendisi bunları çok açık bir şekilde dile getirebiliyor. aslına bakılırsa neşeli ve espritüel bir insan ama espri tarzı daha çok iğneleyici ve ironik. hayatında birçok alanda cinsiyetçiliğe maruz kalmış aslında fakat bunlar onu engelleyememiş. taksicilik anılarını anlatırken bir daha yaşasa asla yapmayacağını söylüyor. kadın oluşu bu alanda onun çok fazla zorbalığa maruz kalmasına sebep olmuş. yemek yemeye gittiğinde bile kimse onla konuşmazmış.
•••geriye kalan kısım dizideki sohbetleri kapsıyor eğer izleyeceksiniz alt kısmı sakın okumayın. bu kısım size yeter•••
•••spoiler bölgesi••••
•••ama aslında fran'ın düşünceleri var sadece•••
ilk dakikalardan itibaren yalnızlığı insanlara yeğlediğini üstüne basa basa söylüyor. hatta kalabalık insan topluluklarından nefret ettiğinde de hem fikiriz. küçük çocukları da çok sevdiği söylüyor. sanırım sorunu yetişkin insanlar ve kalabalıkla. öyle ki filmleri genelde sinemada izleyemiyor çünkü insanlardan rahatsız oluyor. insanlara asla güvenmiyor. elinde bir kalem olsa ve karşısında birisi olsa o kaleme sıkı sıkıya sarılacağını asla elinden bırakmayacağını söylüyor. insanları sevmiyor fakat partiye gitmeyi de çok seviyor hatta hayatındaki çoğu kişiyle partilerde tanıştığını varsayıyor.
yaşam tarzını tam olarak şu şekilde tanımlıyor: emin olun, ben bu yaşam tarzına “yaşam tarzı” demezdim. neden hala new york’ta olduğu sorulunca ise aklına başka bir yer gelmediğini söylüyor. aslında bu soruya verdiği cevap birçoğumuzun yaşadığı problemi gözler önüne seriyor. yaşadığımız şehirden ya da değiştirebileceğimiz bir şeylerden memnun değiliz ama başka gidecek bir yer ya da yapacak başka bir şey aklımıza gelmiyor.
new york belediyeciliğinden ve toplu taşımadan nefret ettiğini fazlasıyla dile getiriyor ve anılarını anlatırken gözlemlediğim kadarıyla teknoloji ve bilime olan yakınlığı göz yaşartıyor. teknolojiden nefret ettiğini ve bilmediği için değil bildiği için kullanmadığını söylüyor.
kendi züppeliklerinden bahsederken bunların kendine ait olan şeyler olduğunu gözlemliyoruz. züppelik adını verdiği şeyler ailesinin mesleği, okuduğu okullar, yaşadığı yer değil tamamen kendi emeği ve düşünceleriyle kazandığı şeyler. bu söylediklerine fazlasıyla katılıyorum, züppelik kötü bir şey ama eğer züppelik yapmak istiyorsa birisi bu tarz şeylerle yapmalı.
parayı sevmeyip eşyaları sevdiğini söylüyor. sorulması üzerine new york’a ilk geldiği zamandaki kendine bir tavsiye vermesi gerekecekse paralı gelmesi gerektiğini de ekliyor. para konusunda bu kadar tembel olmasının sebebini 50’lerde küçük bir kız olmaya bağlıyor yani cinsiyetçiliğe. erkek olsaydı para daha düşkün olabileceğini söylüyor. new york’a ilk geldiği zaman cebinde 200 doları olduğunu ve bu paranın ömür boyu yeteceğini düşünmüş ama new york’a geldiği günden sonra şoförlük, satıcılık, temizlikçilik yapmış. haftanın 5-6 günü çalışmış. umudunu kaybetmeyip her gün daha iyi bir iş bulacağını düşünmüş.
zindeliği aç gözlülük olarak görüyor ve tahammül edemiyor. zindeliği fazladan sağlık olarak görüyor. ayrıca sağlığın abartıldığını ve üstüne fazla düşünüldüğünü düşünüyor. küçükken sağlıksız bir ortamda büyümesine ve sağlıksız bir bağımlılığı olmasına rağmen onun hayatta ve bir dostunun da sağlığına çok dikkat etmesine rağmen mezarda oluşunu buna kanıt olarak gösteriyor. sporla da ilgilenmiyor hatta nefret ediyor. spor dallarını da seksek ve beş taş gibi bir oyun olarak görüyor. sporu çocuk işi olarak görüyor -çocuk işi derken kastettiği şey insanların yüzlerini boyayıp kazanıldığında deli gibi eğlenmesi-. spordan nefret etmesinin diğer sebebi ise sporu genel olarak erkeklerin yönetmesi. buna rağmen daha çok spor yapan kadın olmasını değil de mecliste daha çok kadın olmasını yeğlermiş.
fran bir bölümde şöyle diyor “insanlar bana sık sık gıcık oluyor hatta öfkeleniyorlar. oysaki ben kimse yerine karar vermiyorum. herhangi bir şeyi değiştirebilecek bir yetkim yok. eğer böyle bir yetkim olsa kızmalarını anlardım. belki değiştirebilseydim ben de daha az öfkeli olurdum. bir sürü fikrim var ama yetkim yok, ben buna öfkeliyim.” diyor. belki de birçok kişinin problemi bu fikrimiz var ama bazen kendi hayatımızda bile yetkimiz yok. istediğimiz mesleği yapmak için hatta ve hatta herkesin olan bu gezegende farklı topraklara gitmek için bile birçok kişiden izin almamız gerekiyor. bu gezegende benim de en büyük öfkelerimden biri buna. kontrolün bir şekilde bizde olamayışına.
her şeyin sanat olmadığını savunuyor –ki bence de öyle-. her şey sanat olamaz. 1 saat sonra yenecek bir pasta sanat olamaz. sanat kalıcı olmalıdır ve yetenek işidir. herkes sanatta yetenekli de olamaz ve kötü olan ve sanat olduğunu düşünülen şeylerin kişinin kendisine saklaması gerektiğini savunuyor. bu kısma katılmıyorum çünkü geri bildirimlerle yeteneğini kanıtlayabilecek binlerce kişi var. yetenek çok özel bir şey ve keşfedilmesi için adımlar atılmalıdır. bir kısımda kapitalizm ve sanatla ilgili önemli bir örnekte bulunuyor. picasso’nun tablosu açık arttırmaya sunulduğunda ve satıldığında eserin değil verilen paranın alkışlandığını söylüyor. kapitalizm daha iyi bir örnekle açıklanamazdı.
kitapların en büyük zenginlik olduğunu düşünüyor. bunun sebebi kitapların sayısız dünya ve hayat barındırması. okumaya başlar başlamaz zengin olduğunu söylüyor. bu konu hakkında şunları söylüyor “sürekli okuyabilsek para düşünmeye zamanımız kalmaz. para teferruattır, kitapsa devasadır.”. sonuna kadar katıldığım bir söylemdi bu. para sadece küçük bir ayrıntı, bir teferruattır fakat kitaplar her şeyi kapsayabilecek bir güç.
devamını gör...
bir şehri sevmemek için sebepler
ait olduğun kişinin şehirde olmamasıdır.
devamını gör...

