nickaltında edebi ailesinden alamamışlardan edepli olmalarının "rica" edildiği yazar.

bugün yazılanlar karşısında birlikte kahkahalarla güldüğümüz doğrudur. nitekim kimin ne olduğunu biz biliyorduk da, koca sözlüğe anlatmaya kalksaydık bu kadar başarılı olamazdık.
devamını gör...

yok kadın yazarlar, yok karı kız kaynaması. erkekler kadar kadınlar da kullanıyor bu sözlüğü, gayet normal. artık alışsanız mı diyorum.
devamını gör...

bunu bu kalıba sığdırmayan diye tahmin ediyorum.
devamını gör...

bir şehri yok oluştan kurtarıp dirilten dmitri shostakocivh'in 2. dünya savaşı'nın en çetin döneminde nazilerin günümüz st. petersburg'una kadar kuşattığı vakit yazdığı eser, 7. senfoni olarak da bilinir.
leningrad hitler'in ssc üzerindeki planındaki üç stratejik noktadan biriydi. kuşatmanın birinci yılında kesilen dış bağlantılar ile şehir sefalet içerisindeydi. leningrad'ın düşmesinin an meselesi olduğu dönemde shostakovich kapı kapı dolaşır ve müzisyenlere haber verir büyük bir konser yapılması için. hazırlıklar yapılır, tüm halk o günü bekler, tepe noktalara hoparlörler kurulur, nazi bombardımanının altında büyük bir konser verilir. halk gözyaşı ve mutlulukla dinler ve çalan kişiler çalmaktan bayılmak üzereyken onlara güç verir.
kuşatma bunun üzerine devam etse de sonucunda naziler kaybeder ve ssc bir yıl sonunda berlin'e kadar ulaşır.
müzisyenin eserin ilk bölümünde halkın savaş öncesi mutlu düzenini anlatır, ikinci bölüme geldiğimizde savaşın izleri ve o acı kendini belli eder. üçüncü bölümde halkın ayağı kalkışı ve yaşama isteği, final bölümünde ise yükselerek zaferin gücünü hissettirir.
daha sonrasında alman subayları senfoniyi dinlerken kaybedeceklerini anladıklarını söyler.
leningrad bir kurtuluşun müziğidir yeniden dirilen halkın.

devamını gör...

fransız şair yves bonnefoy tarafından kaleme alınmış ve sıklıkla aynı şairin lieu de la salamandre şiiri ile karıştırılan şiir. bonnefoy tarafından 50'li yıllarda yayımlanmış olan du mouvement et de l'immobilité de douve'un bir parçası olan şiir ne yazık ki çeviri sırasında parçalara ayrılmış ve eksiltilmiş durumda. zaten doğru düzgün bonnefoy çevirisi bulmak mümkün değilken olanının da bu kadar eksiltilmiş olması gerçekten can sıkıcı bir durum. sait maden tarafından dilimize semender ismi ile kazandırılmıştır aynı zamanda. du mouvement et de l'immobilité de douve zaten başlı başına okuyucuyu dibi olmayan bir kuyuya atlıyormuş gibi hissettirmek için yazılmışken - ki bana kalırsa bonnefoy l’acte et le lieu de la poésie'de söylediklerini resmen canlı bir biçimde yaratmış- la salamandre'de pek farklı sayılmaz. şiire dair hoş bir ismet özel detayı var ki onu da not düşeyim*:

"değil mi ki albatrosu baudelaire'den
yves bonnefoy'dan semenderi öğrendim
bir gün bakarsınız
şu güzelim bilgiç beynimi kırıp
teneşir tahtası olarak kullanabilirim."

- ismet özel, akla karşı tezler

la salamandre, sait maden çevirisi ile:


ve douve’sun işte sen şimdi son odasında yazın.
bir semender duvarda kaçıp gitmede. o güzel
insan başı yaymada yaz ölümünü. “yok
olmak isterim sende, dar yaşayış” diye haykırıyor douve.
boş şimşek dudaklarıma koş, içime işle!

“bak bana, bak bana, koştum ben! ”

yanındayım senin, douve, ısıtıyorum seni.
aramızda yalnız bu çakıldan lamba var, bu
dinmiş biraz gölge, ellerimiz ki gölge
bekleyip durur. şaşırmış semender, kalmışsın
kımıltısız.

yaşamış olmakla ânını bilgiye dönüşen en yakın tenin.

semender yeniden göründüğünde, güneş
daha yeryüzünde pek alçaktaydı,
o parlayan gövdeyle bezenmişti yol taşlarıysa.

daha yeni koparmıştı son
bağlantıyı ki gölgede dokunulan yürektir o.

yarattı yarası, o kayalar görünümü,
bir ölüm vadisini kımıltısız bir gök altında.
dönüp gene bütün camlara, yüzü
ışıdı yıllanmış ölüm ağaçlarıyla.


yazıldığı dilde:


ı

et maintenant tu es douve dans la dernière chambre d’été.

une salamandre fuit sur le mur. sa douce tête d’homme répand la mort de l’été. « je veux m’abîmer en toi, vie étroite, crie douve. éclair vide, cours sur mes lèvres, pénètre-moi !

« j’aime m’aveugler, me livrer à la terre. j’aime ne plus savoir quelles dents froides me possèdent. »

ıı

toute une nuit je t’ai rêvée ligneuse. douve, pour mieux t’offrir à la flamme. et statue verte épousée par l’écorce, pour mieux jouir de ta tête éclairante.

éprouvant sous mes doigts le débat du brasier et des lèvres : je te voyais me sourire. or, ce grand jour en toi des braises m’aveuglait.

ııı

« regarde-moi, regarde-moi, j’ai couru ! »

je suis prés de toi, douve, je t’éclaire. ıl n’y a plus entre nous que cette lampe rocailleuse, ce peu d’ombre apaisé, nos mains que l’ombre attend. salamandre surprise, tu demeures immobile.

ayant vécu l’instant où la chair la plus proche se mue en connaissance.

ıv

ainsi restions-nous éveillés au sommet de la nuit de l’être. un buisson céda.

rupture secrète, par quel oiseau de sang circulais-tu dans nos ténèbres ?

quelle chambre rejoignais-tu, où s’aggravait l’horreur de l’aube sur les vitres

quand reparut la salamandre, le soleil
était déjà très bas sur toute terre,
les dalles se paraient de ce corps rayonnant.
et déjà il avait rompu cette dernière
attache qu’est le cœur que l’on touche dans l’ombre

sa blessure créa, paysage rocheux, une combe où mourir sous un ciel immobile. tourné encor à toutes vitres, son visage s’illumina de ces vieux arbres où mourir.

cassandre, dira-t-il, mains désertes et peintes, regard puisé plus bas que tout regard épris, accueille dans tes mains, sauve dans leur étreinte ma tête déjà morte où le temps se détruit.

l’ıdée me vient que je suis pur et je demeure dans la haute maison dont je m’étais enfui. oh pour que tout soit simple aux rives où je meure resserre entre mes doigts le seul livre et le prix.

lisse-moi, farde-moi. colore mon absence. désœuvré ce regard qui méconnaît la nuit. couche sur moi les plis d’un durable silence, éteins avec la lampe une terre d’oubli.
devamını gör...

öncelikle böyle bir projeye girişen herkese teşekkür ederim. böyle bir iyiliğin içinde ufak da olsa yer alabilmek, hiç tanımadığım insanların yüzlerinde küçücük de olsa bir tebessüm oluşturabileceğimi bilmek beni o kadar mutlu etti ve o kadar heyecanlandırdı ki, bazı şeylerin ne kadar basit olduğunu fark ettim. aslında hepimiz iyi insanlarız, içimizde iyilik barındırıyoruz. iyilik içinde bulunduğu ruhu güzelleştirmekle beraber eğer dışarı taşar ve gerçek amacına ulaşır, başka ruhlara da dokunabilirse ancak kendini gerçekleştirebilir. bizim sıkıntımız iyi olmamakta değil. bizim sıkıntımız bu iyiliği doğru yönlendirememekte. bizim sıkıntımız gözümüzün önünde duran bazı gerçekleri görememekte, görmek istememekte, düşünmekten kaçmaktadır. hızla akıp giden dünyanın meşguliyetine kendimizi o kadar kaptırıyor, kendi hayatlarımızda kendimizi o kadar kaybediyoruz ki; gerçekten yardıma ihtiyacı olan insanları görmeyebiliyor, insanları mutlu etmenin ne kadar kolay olduğunu unutuyoruz. keşke hepimiz bunu her zaman görebilsek, düşünebilsek de içimizdeki iyilik her zaman başka ruhlara da bulaşabilse. kendi adıma yeni yılda bu gerçekleri gördüğünüz, bizlere de hatırlatıp böyle bir projede yer almama vesile olduğunuz için teşekkür ederim. bu etkinlikte bir şekilde emeği geçen, yardımı dokunan herkesin yüreğine sağlık.
devamını gör...

sadece angola'da, namib çölünde yetişen bir bitki. bilinen bir diğer adı ise çöl soğanı.

bu ilginç bitkinin ömdü, 500 ile 1400 yıl arasında değişir.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

başkan mustafa sarıgül, kış koşulları sebebiyle, sokakta yaşayan hayvanların yaşamlarını idame etmeleri için makam aracı dahil belediye aracını satıp , elde edilen kaynakla hayvanlar için kulübeler yaptırma hadisesi.
başkan yaşanan bu durumla ilgili şunları söyledi;
--- alıntı ---
ovacık, çok soğuk bir ilçe ve bizler de bu ilçede sokaktaki dostlarımızı soğuktan korumak için onlara kulübe ve barınak yapmak için yola çıktık. hayvansever ışık berfin ve arkadaşlarının katkılarıyla küçük kulübeler yaptık. bu kulübelerin bir kısmına büyük köpekleri bir kısmına da kedileri yerleştiriyoruz. sokak hayvanlarını bu şekilde soğuktan koruyacağız.
belediyemizin bütçesi düşük olduğu için hayvanseverlerden mama desteği de isteyeceğiz. fakat şu an yaptığımız ve yapacağımız barınaklar için belediyemizde makam aracı dahil 3 aracımızı sattık ve 170 bin tl'lik kaynak yarattık. bu kaynağın tamamını hem bu yıldan hem de gelecek yıl yapacağımız barınaklar dahil olmak üzere sokak hayvanları için kullanacağız. halkımızdan istediğimiz; bu hayvanların da canının olduğunu, soğuk kış günlerinde yavruların ölebileceğini hatırlayarak sahiplenmeleridir. bu vesileyle her binanın önüne kulübe yapıyoruz.
makam aracıyla 3 aracımız vardı. otomobil, traktör ve eski bir kamyonumuz vardı. bunları satarak iyi bir kaynak elde ettik. bizler burada makam aracı olmadan da gezebiliyoruz.
zaman zaman belediyemizin araçlarıyla acil gideceğimiz bir yerler olursa gidebiliriz. kendi özel aracımızı kullanabiliriz, bir makam aracı gerekmiyordu. makam aracının zamanla değeri düşecek. sokak hayvanlarının üşümemesi için onu satmak daha mantıklı geldi

--- alıntı ---
kaynak
devamını gör...

aradığımı bulamadım, buldum sandığımda da yanıldım. *
devamını gör...

bu hükümetin sayesinde ırkçı faşist oldum. emeği geçenlerin allah belasını versin diyeceğim de şu durumda belasını bulan tarafın biz olduğu görünüyor masmalesef.
devamını gör...


antik yunan döneminde argos ilinde ephyra kralı’nın yiğit bir oğlu yaşarmış. asıl adı hipponus olan bu delikanlı, bir gün avlanırken yanlışlıkla talihsiz bir şekilde kardeşi belleron’u öldürmüş. bu olaydan sonra ona “belleron’u yiyen” anlamında olan ‘bellerophon’ ismini takmışlar. kardeşinin ölümüne ve bu olaylara çok üzülen yiğit hipponus, keder içinde baba ocağını terk ederek; o zamanki tiryns şehrine, o bölgenin kralı olan proitos’un yanına gitmiş ve onun konuğu olmuş.

kral proitos’un güzel karısı ante, yakışıklı ve yiğit hipponus’a tutulmuş. ne var ki, yiğit olduğu kadar dürüst de olan delikanlı, kralın karısının bu aşkına karşılık vermemiş ve her defasında kraliçenin yakınlaşma çabalarından bir şekilde yolunu bularak, kurtulmuş.

aşkına bir türlü karşılık bulamayan ante, hırsla ve kinle kocasına: “bana aşkını ilan ederek, benimle birlikte olmak isteyen bellerophon’u öldürmezsen, tanrılardan senin lanetini isterim.” demiş.
karısının bu sözleri üzerine çok kızan kral yine de elini, konuğunun kanıyla kirletmek istememiş. bir tahtanın üzerine bir şeyler yazmış, tahtayı dokuz kez sarmış onu, bellerophon’un eline tutuşturarak delikanlıya elindekini; akrabası olan lykia kralı lobates’e götürmesini söylemiş. tahtada, delikanlının kraliçeye sarkıntılık ettiği ve bu yüzden öldürülmesi gerektiği yazılıymış. tüm bu olanlardan habersiz olan delikanlı, ölüm fermanı koltuğunun altına alarak lykia ülkesinin başşsehri olan xanthos (kınık)’taki kralın sarayına varmış.

kral lobates, delikanlıyı sevgiyle karşılamış, onu dokuz gün dokuz gece konuk etmiş. konuğuna, her gün bir boğa kestirip, ikramda bulunmuş. onuncu günün sabahı kral, damadı proitos’tan gelen mektubu istemiş. kral, mektubu okuduğunda bellerophon’un öldürülmesi gerektiğini anlamış. ne var ki, lobates de elini kana bulamak istememiş ve onu lykia ülkesinde dehşet saçan chimera ejdarhasına göndermiş.

chimera ejdarhası o zamanlar chimera’da, olympos dağının eteklerinde yaşarmış. ejderha; bir aslan gibi kükreyerek, ağzından ateşler saçarmış ve bu ateşin alevleri, değdiği her şeyi yakıp kül edermiş. bu ejderhanın kafası aslan kafası, vücudunun yarısı keçi vücudu ve vücudunun arka kısmı da yılan şeklindeymiş.

delikanlı, kendisine söylenen, ejderhanın yaşadığı yere gitmiş ve bu canavarla karşılaşmış. canavar, gördüğü yerde delikanlıya, ağzından ateşler saçmaya başlamış. bellerephon, tek başına bu ejderhayla baş edemeyeceğini anlamış ve tanrılardan yardım istemiş.

mitolojide kanatlı at olarak bilinen pegasus, tanrılar tarafından delikanlıya yardım etmesi için gönderilmiş. delikanlı, kendisine yardım için gelen bu atı yakalamış ve üzerine binmiş. atın üzerinde, bellerephon’u gören ejderha, doğuya doğru kaçmaya başlamış ancak, ejderhanın önüne deniz çıkmış. delikanlı, ejderhayı denizin kıyısında yakalayarak, atıyla gökyüzüne yükselmiş ve onu yukarıda tam yanartaş tepesinin üzerinde mızraklayarak, onu öldürmüş.

ejderha ölmeden önce son bir kez olanca gücüyle ağzından saçtığı alevler her yere düşmüş. ejderhanın bu yakan kavuran ateşinin, tam öldürüldüğü yerde hala daha yandığına inanılır.

bu efsaneye göre ejderhanın ateşinin düştüğü yerin antalya'da bulunan çıralı yanartaş olduğu bilinmektedir ama oradaki ateşin asıl kaynağı metan gazıdır.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


kaynak
devamını gör...

(bkz: murphy kanunları)
o şey kesin istemekten vazgeçtiğinde seni bulacaktır.
devamını gör...

ortaya koyduğu sembollerle tarihin en önemli sanat eserlerinden kabul edilen leonardo da vinci tablosu.
devamını gör...

(bkz: japonya)
ton balığı gözünün tüketildiği tek ülke. bir de eşek arılı kurabiyeleri var japonların.
devamını gör...

yapay nöral ağlar kullanılarak, senaryosu benjamin adında bir yapay zeka tarafından oluşturulan ilk kısa filmin adıdır. film içindeki şarkılar da benjamin tarafından oluşturulmuş. sürrealist bir çalışma gibi. gelecekte belki de yapay zeka tarafından oluşturulmuş kişiye özel filmler izleyeceğiz; şarkılar dinleyeceğiz. bizleri neler bekliyor acaba..?
devamını gör...

raftan sözlüğü alıp ona günaydın demektir.
devamını gör...

"dertsiz gönüllere kramp
işte benim donald trump"
cümlesiyle ölümüne kapışabilecek zeki müren şarkısı.
devamını gör...

uzun süre yurtdışında yaşamış olan insandır o. sürekli farklı bir dile ve aksana maruz kaldığı için gayet normal olan bir durumdur.

ha bide bunun tam tersi grup var. bunlar genelde plazada çalışırlar, günlük aldıkları vitaminlerle ayakta dururlar. zaten farklı bir jargonları vardır, onlara da çok görmemek lazım. *
devamını gör...

millet tecavüze uğrayıp, intihara teşebbüs ederken komalık oluyor, failleride mahkeme çıkışı davul zurnayla karşılanıyor sayın bakan. hanginize yanalım...
devamını gör...

bazen içine sıkışıp kaldığım düşlerden uyandığımda, her zamankinden daha çok üşüyor ruhum. bu düşlerden uyanıp aynaya bakıyorum, her şey hatırladığımdan çok daha farklı, fakat kabuğumun içine indikçe minicik bir parça kalıyor orada, işte tam orada. onu görüyorum. yanından yöresinden toz fırtınaları geçiyor, kendini nasılda muhafaza etmiş yahu diyorum. bir şişe, içinde artık sararmış bir kağıt ve şişenin etrafı hala ıslak. ah.. anladım muhafaza etmemiş ki, gerek kalmamış onu zaten benden başka görmeye gelen olmamış ki. ama bu göl diyorum tamamen kurumuş, toprak nasılda çatlamış. öyleyse bu şişe nasıl ıslak! nasıl bu göl bu şişeyi yeniden verdi bana?

kızmıyorum. hemde hiç. kendimden başka kimseye kızmam zaten ben fakat bu sefer kendime dahi kızmıyorum. çünkü o şişeyi açıp okumak herkes için zor, banada zor.. yakınıyorum fakat bende okumayacağım işte, özür diliyorum.

yanımdaki kadını tanımıyorum, bembeyaz bir teni var. bu teni de boyayan bir kırmızı.. tam alnının ortasından simetrik bir kesi atılmış. ama diyorum koca adamlara 'yemin ederim ben yapmadım!' nasılda ağlıyorum fakat dinlemiyorlar bile.. 'bakın!' diyorum o yaradan bende de var, bana da yaptılar diyorum.. 'kim yaptı?' bilmiyorum ki işte onu. dolabın içindeydim ki ben. hatta o kadın koydu beni dolaba.. 'bilmiyorum, görmedim, görmedim!' hayır diyor 'sen yaptın! sen yaptın!'
kadın ölmüş..
elindeki şişeye bakıyorum, kırılmış..
ne? şişe mi?
hatırama düşüyor.. 'o adamın yüzüne bu şişeyle geçireceğim!'
'olmaz!' diyorum, şişenin içindeki kağıda bakarak. 'sus sus, gir şu dolaba!'
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim