ilkokuldan akılda kalanlar
bahçede bir çocukla kavgaya tutuştuk.
çocuk bir şekilde yerlerde yuvarlandı. ben de tam olarak ne oldu bilmiyorum. sanırım ilahi bir güç dayak yememi engelledi.
neyse efem sınıfıma geçtim uslu uslu sıramda oturuyorum. kapıda bir hareketlilik. biz 4. sınıfız kapıda ortaokuldan 3 abi bunlar 'ne yapıyor? bu ses ne?' demeye kalmadı az aralandılar ve bizim yere kapaklanan sarı bebe göründü. salya sümük nasıl bir ağlama. kapıdan girdi ve beni işaret etti. yaşıtlarımın çeyreği kıvamındayım arkadaş zaten. ben içimden bari sadece biri dövse diye geçirip gözlerimi kapatmışken. arka sıramdaki canım orhan'a pata küte daldılar. çocukta nasıl efendi nasıl kibar bir bilseniz. sineği incitmez. uzun boylu, sarışın bir çocuktu bu orhan.
neyse işte bir hareketlilik oldu hesap soramadan kaçtı gittiler. olay açığa çıkamadı. bir daha sınıfa ne gelen ne giden oldu. sarı bebe ya çekindi 'şu kızdan dayak yedim' demeye ki ben hakikaten bir şey yapmadım ya da söyledi 'len sünepe kızdan mı dayak yedin?' deyip kafasına şaplağı attılar.
şimdi geleceğim nokta canım orhan sana hiç diyemedim o dayağı benim yüzümden yedin diye. yani arkadaşım vallahi beni sağlam kurtardın bak. sana teşekkür ederim yani biraz geç oldu ama kusura bakmayı ver. bugün bulsam seni itiraf ederim ama o zaman acayip korkmuştum. bir iki gün okula gitmemiştim o derece.
bu da böyle bir anı. orhan buradaysan ses ver gözüm.
çocuk bir şekilde yerlerde yuvarlandı. ben de tam olarak ne oldu bilmiyorum. sanırım ilahi bir güç dayak yememi engelledi.
neyse efem sınıfıma geçtim uslu uslu sıramda oturuyorum. kapıda bir hareketlilik. biz 4. sınıfız kapıda ortaokuldan 3 abi bunlar 'ne yapıyor? bu ses ne?' demeye kalmadı az aralandılar ve bizim yere kapaklanan sarı bebe göründü. salya sümük nasıl bir ağlama. kapıdan girdi ve beni işaret etti. yaşıtlarımın çeyreği kıvamındayım arkadaş zaten. ben içimden bari sadece biri dövse diye geçirip gözlerimi kapatmışken. arka sıramdaki canım orhan'a pata küte daldılar. çocukta nasıl efendi nasıl kibar bir bilseniz. sineği incitmez. uzun boylu, sarışın bir çocuktu bu orhan.
neyse işte bir hareketlilik oldu hesap soramadan kaçtı gittiler. olay açığa çıkamadı. bir daha sınıfa ne gelen ne giden oldu. sarı bebe ya çekindi 'şu kızdan dayak yedim' demeye ki ben hakikaten bir şey yapmadım ya da söyledi 'len sünepe kızdan mı dayak yedin?' deyip kafasına şaplağı attılar.
şimdi geleceğim nokta canım orhan sana hiç diyemedim o dayağı benim yüzümden yedin diye. yani arkadaşım vallahi beni sağlam kurtardın bak. sana teşekkür ederim yani biraz geç oldu ama kusura bakmayı ver. bugün bulsam seni itiraf ederim ama o zaman acayip korkmuştum. bir iki gün okula gitmemiştim o derece.
bu da böyle bir anı. orhan buradaysan ses ver gözüm.
devamını gör...
yazarların en sevdiği söz
"gücümü, içimdeki güçsüzlükle boğuşurken tükettim."
dostoyevski
dostoyevski
devamını gör...
türkiye'de doğurganlık oranının düşmesi
türkiye'de doğurganlık oranının nüfus yenileme düzeyinin altına düşmesi.
bu kirli ve pis dünyaya çocuk getirmek istemeyenlerin sayısı hızla artıyor demekki.
türkiye'de canlı doğan bebek sayısı, 2020'de 1 milyon 112 bin 859 olarak kayıtlara geçti- toplam doğurganlık hızı 2001'de 2,38 çocuk iken 2020'de 1,76 çocuk olarak gerçekleşti ve bu durum doğurganlığın nüfusun yenilenme düzeyi olan 2,1'in altında kaldığını gösterdi
kaynak: www.memurlar.net/haber/9713...
bu kirli ve pis dünyaya çocuk getirmek istemeyenlerin sayısı hızla artıyor demekki.
türkiye'de canlı doğan bebek sayısı, 2020'de 1 milyon 112 bin 859 olarak kayıtlara geçti- toplam doğurganlık hızı 2001'de 2,38 çocuk iken 2020'de 1,76 çocuk olarak gerçekleşti ve bu durum doğurganlığın nüfusun yenilenme düzeyi olan 2,1'in altında kaldığını gösterdi
kaynak: www.memurlar.net/haber/9713...
devamını gör...
kaynamış sütün üzerindeki ince kaymak tabakası (yazar)
dün aylık puan tablosu'nda 1 sıra gerilemesine rağmen bugün yaptığı atak sayesinde aylık puan tablosu'nda yeniden 2. olmayı başaran yazar. acaba ne olacak, köylü yazardan ironiler, kaynamış sütün üzerindeki ince kaymak tabakası'nı geçebilecek mi yoksa kaynamış sütün üzerindeki ince kaymak tabakası aylık puan tablosu'nda ilerlemeye devam mı edecek? bir sonraki bölümde...
devamını gör...
gestalt terapi
alman psikanalistlerinden fritz perls * tarafından 1940’larda geliştirilmiş bir psikanalitik teknik. sıcak sandalye tekniği de deniliyor.
kişi, sıcak sandalye adı verilen bir sandalyeye oturtularak topluluk önünde konuşması sağlanır. böylelikle toplumun tehlikeli bulduğu bastırılması gerektiği düşünülen hislerini topluluk önünde açığa çıkarmış olur. bu şekilde kişinin kendisinden dahi sakladığı duyguların farkına varması sağlanır. kişi o duyguları tanıyıp o duygulara hakim olabilme cesareti ya da yetisi kazanır.
amaç şudur: kişinin kim olduğunun, nasıl davrandığının ne hissettiğinin bir önemi yoktur. kişi ne hissederse hissetsin o şeye sahip olduğunu bilmeli, o şeyin başkaları tarafından bastırılmasına müsaade etmemeli, kontrol edilmesi gerekiyorsa da kendisi kontrol etmeli. yani böylelikle kişiye bir özerklik alanı tanınmış olur.
fritz perls hastasına gestalt terapi uygularken
kişi, sıcak sandalye adı verilen bir sandalyeye oturtularak topluluk önünde konuşması sağlanır. böylelikle toplumun tehlikeli bulduğu bastırılması gerektiği düşünülen hislerini topluluk önünde açığa çıkarmış olur. bu şekilde kişinin kendisinden dahi sakladığı duyguların farkına varması sağlanır. kişi o duyguları tanıyıp o duygulara hakim olabilme cesareti ya da yetisi kazanır.
amaç şudur: kişinin kim olduğunun, nasıl davrandığının ne hissettiğinin bir önemi yoktur. kişi ne hissederse hissetsin o şeye sahip olduğunu bilmeli, o şeyin başkaları tarafından bastırılmasına müsaade etmemeli, kontrol edilmesi gerekiyorsa da kendisi kontrol etmeli. yani böylelikle kişiye bir özerklik alanı tanınmış olur.
fritz perls hastasına gestalt terapi uygularken
devamını gör...
zeytin
zeytin yetiştiriciliği, ilk kez m.ö. 4000 yıllarında anadolu’da başlamış, buradan akdeniz’in diğer ülkelerine yayılmıştır. zeytin ağacı uzun ömürlü bir ağaç olup, yaklaşık 2000 yıl kadar yaşayabilir.
kuran, incil ve tevrat’taki sayısız bölümde zeytine yer verilmiştir. tarihi gelişimi içinde birçok efsaneye kaynak olan zeytin, eski uygarlıkların yazıtları ve kutsal kitaplarda yer almıştır. zeytin beyaz bir güvercinin nuh’un gemisine tufan sonrası canlılık belirtisi olarak, ağzında zeytin dalı ile dönmesi nedeniyle, yüzyıllardır barışın simgesi kabul edilmektedir.
antik yunan da mitolojik olarak bilim tanrıçası athena aynı zamanda zeytin ağacının koruyucu tanrıçası idi.
m.ö. atina anayasasında yer alan ve aristotle tarafından kaleme alınan “devlet malı veya özel mülkiyet farkı olmaksızın, zeytin ağacını kesen veya deviren herkes mahkemede yargılanacaktır eğer suçlu bulunurlarsa idam edilmek suretiyle cezalandırılacaklardır” sözü zeytin ağacının tarihteki yeri ve önemi anlatmaktadır.
hipokrat’ın zeytinyağının tedavi edici özelliğini kullanması bu önemi vurgulamaktadır.
hammurabi kanunları zeytin ağacını bir yıl içinde iki ayaktan fazla budamanın ölüm cezasına çaptırılacağını söyler.
zeytin ağacı akıl ve zaferin, zeytin dalı barışın, zeytinyağı da saflık ve sadeliğin sembolü olmuştur.
devamını gör...
telefonuna 100 kontör yüklemiş insan
rahmetli babam her ay 250 kontür yüklerdi telefonuma, başlığı görünce aklıma geldi üzüldüm lan sözlük.
neyse bu vesileyle tekrar babamı yad etmiş olayım, babalık neymiş biz sen de gördük allah gani gani rahmet eylesin.
neyse bu vesileyle tekrar babamı yad etmiş olayım, babalık neymiş biz sen de gördük allah gani gani rahmet eylesin.
devamını gör...
maydanoz
bazen hayat pahalılığından, bunalmış bünyelerin ''alt tarafı ot'' diyerek ''bu kadar pahalı olur mu'' diye serzenişte bulunduğu bitki.
hayat pahalılığından bunalmış bünyeler haklıdır elbette. ancak bence asıl sorun ''şehirleşme'' , ''topraktan kopma''
gerçi konumuz bu değil. her neyse deyip geçelim...
maydanoza başka bir açıdan yaklaşalım.
bizim hatay'da maydanoz tarlaları olur. eylül-ekimde ekilen maydanozlar, bu mevsimde biçilmeye başlanır.
aşağıdaki fotoğrafta, tarlada biçim yapan kadınlar görünüyor.

bu kadınlar yaptıkları bağ başına para alıyorlar.
günde ortalama olarak 5000 ila 10000 arasında bağ yapıyorlar.
ortalama olarak; 100 tl yevmiye ile çalışıyorlar.
bakın hava yağmurlu, tarla çamurlu, az önce dolu yağmış.
ve bu kadınlar bütün bunlar olurken, biçme işini bırakmıyorlar, bırakamıyorlar...
neden? çünkü yaptıkları bağ başına para alıyorlar. 1 kuruş, iki kuruş, üç kuruş... 100 tl.
hayat pahalılığından bunalmış bünyeler haklıdır elbette. ancak bence asıl sorun ''şehirleşme'' , ''topraktan kopma''
gerçi konumuz bu değil. her neyse deyip geçelim...
maydanoza başka bir açıdan yaklaşalım.
bizim hatay'da maydanoz tarlaları olur. eylül-ekimde ekilen maydanozlar, bu mevsimde biçilmeye başlanır.
aşağıdaki fotoğrafta, tarlada biçim yapan kadınlar görünüyor.

bu kadınlar yaptıkları bağ başına para alıyorlar.
günde ortalama olarak 5000 ila 10000 arasında bağ yapıyorlar.
ortalama olarak; 100 tl yevmiye ile çalışıyorlar.
bakın hava yağmurlu, tarla çamurlu, az önce dolu yağmış.
ve bu kadınlar bütün bunlar olurken, biçme işini bırakmıyorlar, bırakamıyorlar...
neden? çünkü yaptıkları bağ başına para alıyorlar. 1 kuruş, iki kuruş, üç kuruş... 100 tl.
devamını gör...
yazarların ettikleri dua
allah'ım benim gönlümde olanı ömrüme rahmetinle nakşet, ömrümde olanı da gönlüme aşık et.. hayırlı olmayan, hakkımda konuşulan ve kötülük dileyen her şeyden sana sığınırım. kim benim hakkımda ne düşünüyorsa bin o kadarını ona ver. kimin gönlünde ne muradı varsa hayırlısı ile ver. hastalara şifa, dertlilere deva, borçlulara eda eyle. görünür görünmez tüm belalardan ve şeytana uymaktan sana sığınırım.. yüreğimi delen derdin dermanını ver..
bir de bir tane daha var ama o bana özel.
bir de bir tane daha var ama o bana özel.
devamını gör...
insanların artık aşık olma duygularını kaybetmeye başlaması
ne olduysa son yıllarda bu duygu toplumdan silindi. çünkü nefret toplumu olduk. herkes gergin.
devamını gör...
isveç'te olsa açılacak başlıklar
sarışın, mavi gözlü, uzun kızlar gitsin,
kara kaşlı, kara gözlü, türk kızları gelsin.
kara kaşlı, kara gözlü, türk kızları gelsin.
devamını gör...
otostopçunun galaksi rehberi
şöyle başlar:
--- alıntı ---
galaksinin batı sarmal kolu'nun bir ucunda, haritası bile çıkarılmamış ücra bir köşede, gözlerden uzak, küçük ve sarı bir güneş vardır.
bu güneşin yörüngesinde, kabaca yüz kırk sekiz milyon kilometre uzağında, tamamıyla önemsiz ve mavi-yeşil renkli, küçük bir gezegen döner. gezegenin maymun soyundan gelen canlıları öyle ilkeldir ki dijital kol saatinin hâlâ çok etkileyici bir buluş olduğunu düşünürler.
bu gezegenin şöyle bir sorunu vardı – daha doğrusu eskiden vardı: üzerinde yaşayan halkın büyük bölümü çoğu zaman mutsuzdu. bu sorun için pek çok çözüm önerilmişti, ama bunların çoğu genellikle yeşil renkli küçük kâğıt parçalarının hareketleriyle ilgiliydi. bu da tuhaftı, çünkü aslında mutsuz olanlar yeşil renkli küçük kâğıt parçaları değildi.
bu nedenle sorun varlığını sürdürdü; halkın çoğunun durumu kötüydü ve onların büyük bölümüyse sefildi, dijital kol saatleri olanlar bile.
her şeyden önce, ağaçlardan inmekle büyük bir hata ettiklerini düşünenlerin sayısı gün geçtikçe artıyordu. bazıları ağaçlara çıkmanın bile yanlış bir hamle olduğunu ve hiç kimsenin okyanuslardan asla ayrılmamış olması gerektiğini söylüyordu.
sonra, adamın birinin, değişiklik olsun diye bundan böyle halka nazik davranmanın ne kadar iyi olacağını dile getirdiği için bir ağaca çivilenmesinden yaklaşık iki bin yıl sonra, bir perşembe günü, rick mansworth'de küçük bir kafede tek başına oturan bir kız, bunca zamandır ters giden şeyin ne olduğunu birdenbire fark edip en sonunda dünyanın nasıl iyileştirilebileceğini ve mutluluğun hüküm sürdüğü bir yere dönüştürülebileceğini anlamıştı. bu sefer doğru olanı bulmuştu, bu işe yarayacak ve hiç kimsenin bir yerlere çivilenmesi gerekmeyecekti.
ama ne yazıktır ki, bir telefon bulup birilerine bundan söz edemeden korkunç, aptal bir felaket meydana geldi ve fikir sonsuza dek yitip gitti.
bu, o kızın öyküsü değil.
--- alıntı ---
--- alıntı ---
galaksinin batı sarmal kolu'nun bir ucunda, haritası bile çıkarılmamış ücra bir köşede, gözlerden uzak, küçük ve sarı bir güneş vardır.
bu güneşin yörüngesinde, kabaca yüz kırk sekiz milyon kilometre uzağında, tamamıyla önemsiz ve mavi-yeşil renkli, küçük bir gezegen döner. gezegenin maymun soyundan gelen canlıları öyle ilkeldir ki dijital kol saatinin hâlâ çok etkileyici bir buluş olduğunu düşünürler.
bu gezegenin şöyle bir sorunu vardı – daha doğrusu eskiden vardı: üzerinde yaşayan halkın büyük bölümü çoğu zaman mutsuzdu. bu sorun için pek çok çözüm önerilmişti, ama bunların çoğu genellikle yeşil renkli küçük kâğıt parçalarının hareketleriyle ilgiliydi. bu da tuhaftı, çünkü aslında mutsuz olanlar yeşil renkli küçük kâğıt parçaları değildi.
bu nedenle sorun varlığını sürdürdü; halkın çoğunun durumu kötüydü ve onların büyük bölümüyse sefildi, dijital kol saatleri olanlar bile.
her şeyden önce, ağaçlardan inmekle büyük bir hata ettiklerini düşünenlerin sayısı gün geçtikçe artıyordu. bazıları ağaçlara çıkmanın bile yanlış bir hamle olduğunu ve hiç kimsenin okyanuslardan asla ayrılmamış olması gerektiğini söylüyordu.
sonra, adamın birinin, değişiklik olsun diye bundan böyle halka nazik davranmanın ne kadar iyi olacağını dile getirdiği için bir ağaca çivilenmesinden yaklaşık iki bin yıl sonra, bir perşembe günü, rick mansworth'de küçük bir kafede tek başına oturan bir kız, bunca zamandır ters giden şeyin ne olduğunu birdenbire fark edip en sonunda dünyanın nasıl iyileştirilebileceğini ve mutluluğun hüküm sürdüğü bir yere dönüştürülebileceğini anlamıştı. bu sefer doğru olanı bulmuştu, bu işe yarayacak ve hiç kimsenin bir yerlere çivilenmesi gerekmeyecekti.
ama ne yazıktır ki, bir telefon bulup birilerine bundan söz edemeden korkunç, aptal bir felaket meydana geldi ve fikir sonsuza dek yitip gitti.
bu, o kızın öyküsü değil.
--- alıntı ---
devamını gör...
veda konuşması yapamadan gitmek
ani ölümlerde yaşanan acı durumdur. helallik istemeye , geçmiş hakkında konuşup acı bir tebessümle uzaklara dalmaya , hıçkıra hıçkıra ağlamaya fırsat bulamadan gidenler ; ardında kalanlardan çok şey götürür.
devamını gör...
ucunda ölüm var
kemal varol'un iletişim yayınlarından çıkmış romanı.
romanda anadolu'da bir zamanlar yaygın bir adet olan ücret karşılığı ölüye ağıt yakma işini yapan yaşlı bir kadının kendi ölümü yaklaştıkca gençlik aşkı olan heves ali'yi arama yolculuğu ve bu süreçte karşılaştığı insanlar anlatılıyor. arguvan'dan başlayan yolculuk konya,bursa,istanbul diye devam ederken tekrar kendi evinde çok ilginç bir şekilde sona eriyor.
kitabın dili çok ağır olmamakla beraber olay zaman ve yer betimlemeleri, karakter tahlilleri, türkiye tarihinin kırılgan meseleleri ince ince işlenmiş. bir otobüs garında görebileceğiniz ya da gozlemleyebileceginiz her detaya bıkıp usanmadan yer verilmiş. konu olan şehrin iklimi birebir anlatılmış, kitaptaki kahramanların yaşlarina ve hayat tarzlarına bağlı vücut şekillerinden yüz hatlarına kadar gözlerinizin önüne getirilmis.
üslup olarak ölümle iç içe ve ölümden bahseden kitap olduğu için ve ağıtçı bir kadını anlattığı için destansı mi ya da lirik mi diyeyim bilemedim ama etkileyici bir anlatımı olduğunu soyleyebilirim. hatta öyle etkileyici ki çok kalın bir kitap olmamasına rağmen aynı kalinliktaki başka kitapları bir iki günde bitirebilirken bu kitabi dinlene dinlene, sindire sindire,bir kaç hafta da bitirebildiğimi hatirliyorum.
yine de her bölümde kadının ayrı bir şehirde ayrı bir hayatı ayrı bir hikayeyi karşılaması ile kitap hiç sıkılmadan bitiyor. finali ise insanın ağzını açık bırakarak biten filmler gibi ya da hic beklemediğiniz anda gelen ölüm haberi gibi bir anda bitiyor. zaten ölümden bahseden kitaptan da bu beklenirdi bence.
son yıllarda şehirden, beyaz yakalılardan, aşktan, varoluşsal acılardan bolca söz eden modern romanlar yerine fakirlikten, zenginlikten ama yalnızlıktan ya da kalabalığın bir üyesi olmaktan,gerçek bir mozaik olan anadolu kültüründen, insandan yazgıdan,mağrur ve mağdur olmaktan bahseden güzel bir roman.
#1608102 tanımda belirtildiği gibi günümüz yaşar kemal'i olabilecek kaleme sahip.
bir kaç alıntı ile tanımı sonlandıralım.
|harflerim tamam da
noktalarım eksik kaldı senden
sonra.
kelimeler birlik olup ağzına
doğru hareket etmek yerine
yorgun ve kirgın kalbine
yığıldı
hiçbir şey eskisi gibi değildi
bu ülkede. gezip dolaştığı
şehirlerin günden güne
şahsiyetlerini yitirip birbirine
benzediğini görüyordu
hayıflanarak. her şehir bir an
evvel ıstanbul olmak istiyordu.
romanda anadolu'da bir zamanlar yaygın bir adet olan ücret karşılığı ölüye ağıt yakma işini yapan yaşlı bir kadının kendi ölümü yaklaştıkca gençlik aşkı olan heves ali'yi arama yolculuğu ve bu süreçte karşılaştığı insanlar anlatılıyor. arguvan'dan başlayan yolculuk konya,bursa,istanbul diye devam ederken tekrar kendi evinde çok ilginç bir şekilde sona eriyor.
kitabın dili çok ağır olmamakla beraber olay zaman ve yer betimlemeleri, karakter tahlilleri, türkiye tarihinin kırılgan meseleleri ince ince işlenmiş. bir otobüs garında görebileceğiniz ya da gozlemleyebileceginiz her detaya bıkıp usanmadan yer verilmiş. konu olan şehrin iklimi birebir anlatılmış, kitaptaki kahramanların yaşlarina ve hayat tarzlarına bağlı vücut şekillerinden yüz hatlarına kadar gözlerinizin önüne getirilmis.
üslup olarak ölümle iç içe ve ölümden bahseden kitap olduğu için ve ağıtçı bir kadını anlattığı için destansı mi ya da lirik mi diyeyim bilemedim ama etkileyici bir anlatımı olduğunu soyleyebilirim. hatta öyle etkileyici ki çok kalın bir kitap olmamasına rağmen aynı kalinliktaki başka kitapları bir iki günde bitirebilirken bu kitabi dinlene dinlene, sindire sindire,bir kaç hafta da bitirebildiğimi hatirliyorum.
yine de her bölümde kadının ayrı bir şehirde ayrı bir hayatı ayrı bir hikayeyi karşılaması ile kitap hiç sıkılmadan bitiyor. finali ise insanın ağzını açık bırakarak biten filmler gibi ya da hic beklemediğiniz anda gelen ölüm haberi gibi bir anda bitiyor. zaten ölümden bahseden kitaptan da bu beklenirdi bence.
son yıllarda şehirden, beyaz yakalılardan, aşktan, varoluşsal acılardan bolca söz eden modern romanlar yerine fakirlikten, zenginlikten ama yalnızlıktan ya da kalabalığın bir üyesi olmaktan,gerçek bir mozaik olan anadolu kültüründen, insandan yazgıdan,mağrur ve mağdur olmaktan bahseden güzel bir roman.
#1608102 tanımda belirtildiği gibi günümüz yaşar kemal'i olabilecek kaleme sahip.
bir kaç alıntı ile tanımı sonlandıralım.
|harflerim tamam da
noktalarım eksik kaldı senden
sonra.
kelimeler birlik olup ağzına
doğru hareket etmek yerine
yorgun ve kirgın kalbine
yığıldı
hiçbir şey eskisi gibi değildi
bu ülkede. gezip dolaştığı
şehirlerin günden güne
şahsiyetlerini yitirip birbirine
benzediğini görüyordu
hayıflanarak. her şehir bir an
evvel ıstanbul olmak istiyordu.
devamını gör...
diş dolgusu
çok çiğneyen biri değilseniz elma yerken yutabileceğiniz ve yuttuğunuzu ancak dişlerinizi fırçalarken acıması ile farkedeceğiniz, türlü sebeplerle çürümüş dişlerin temizlenerek yerine konan estetik malzeme.
edit: hayır ben değil bir arkadaşım(swh)
edit: hayır ben değil bir arkadaşım(swh)
devamını gör...
kütle çekim kuvvetinin kaynağı
kütle çekimi ya da yer çekimi kavramları fiziğe resmî olarak giriş yaptığından beri merak edilen kaynak.
bu konu hakkında mesela döngüsel kuantum kütle çekim teorisi gibi birtakım yorumlar var; henüz hiçbiri kanıtlanamamış olsa da... ben burada olaya tersinden bakan farklı bir bakış açısına değineceğim.
şimdi, kütle çekimi diye bir şeyin olmadığını hayal edelim. bu bir ön koşul olsun düşünce deneyimiz için. bu durumda yerde durabilmemiz ya da newton'un hareket yasaları gereğince, durup dururken bir yerlere savrulmamız için hiçbir nedenimiz yok. şu halde atmosferdeki gazlar gibi bir akışkanın içinde havada duran bir elma hayal edebiliriz. hiç hareket etmiyor; ne aşağıya ne de yukarıya doğru çünkü ona dışarıdan herhangi bir güçle etki etmiyoruz.
bu elmayı bir uzay-zaman grafiğine oturtalım. bildiğimiz kartezyen koordinat sisteminden bahsediyorum. elmayı x ve y eksenleri arasında bir yere koyduk. unutmayalım; elma uzayda hareketsiz. diyelim ki y eksenimiz uzayı temsil ediyor. o halde elma y ekseninde hep aynı değere karşılık gelen bir noktada duruyor. fakat zamanı temsil eden x ekseninde sürekli olarak hareketli çünkü zaman sürekli "akış" halinde.
üşenmedim çizdim:

elma 2 numaralı görselde y1 ve x1 noktalarına karşılık gelen bir konumdayken, 3 numaralı görselde y1 sabit kaldı ama x2 noktasına ilerledi.
gerçek deneylerden biliyoruz ki, yerde duran bir saatle havadaki bir uçaktaki saat arasında, son derece küçük boyutta da olsa zaman genişlemesi kaynaklı bir fark vardır. bu farkı düşünce deneyimizde kullanacağız.
elmanın alt kısmını yerdeki saat en üstünü de uçaktaki saat gibi kullanacağız. bu iki alan arasında aşırı derecede küçük de olsa bir zaman farkı olacağını biliyoruz. elmamız zamanda hareket ettiğinden, elmanın üst kısmı zamanda daha hızlı hareket edecek (uçak deneyini unutmayın.)

evet, ortada elmanın alt ve üst kısmı arasında ve aslında elmanın tümü boyunca yukarıya doğru zamansal bir farklılık var. manzara şu: bir akışkan içerisinde, üst kısmı alt kısmına nazaran daha hızlı hareket eden bir cisim var karşımızda. bu durumda ortaya kendi ekseni etrafında dönme hareketine benzeyen dairesel bir hareket çıkacağı açık. zamanla bu harekete ait olan vektör yavaş yavaş yere doğru yönlenecek. bu durumda görmeyi beklediğimiz şey hareketsiz duran elmanın yere doğru hareketi olacak.
voila! yola zamandan çıktık ve zamandaki değişimin kütle çekimine neden olabileceğini gördük. unutmayın bu sadece bir düşünce deneyi. vardığımız bu sonuç bir kanıt değil.
olay "yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan" noktasına geldi de diyebiliriz. yani bugüne dek kütlenin zamanı bükmesinden yola çıkarak kütle çekiminin varlığına eğiliyorduk ama acaba tam tersi mi oluyor: yani zaman "aktığı" için mi kütle çekimi ortaya çıkıyor?
***
kütle çekiminin tam olarak ne olduğunu anlamak için biraz daha zamana ihtiyacımız var. bilim insanları bu konu üzerinde hararetli şekilde çalışıyor. umarım kendi ömür süremiz içerisinde bununla ilgili mihenk taşı olacak bir keşifte bulunulur ve cevabı bizim de öğrenme şansımız olur.
bu konu hakkında mesela döngüsel kuantum kütle çekim teorisi gibi birtakım yorumlar var; henüz hiçbiri kanıtlanamamış olsa da... ben burada olaya tersinden bakan farklı bir bakış açısına değineceğim.
şimdi, kütle çekimi diye bir şeyin olmadığını hayal edelim. bu bir ön koşul olsun düşünce deneyimiz için. bu durumda yerde durabilmemiz ya da newton'un hareket yasaları gereğince, durup dururken bir yerlere savrulmamız için hiçbir nedenimiz yok. şu halde atmosferdeki gazlar gibi bir akışkanın içinde havada duran bir elma hayal edebiliriz. hiç hareket etmiyor; ne aşağıya ne de yukarıya doğru çünkü ona dışarıdan herhangi bir güçle etki etmiyoruz.
bu elmayı bir uzay-zaman grafiğine oturtalım. bildiğimiz kartezyen koordinat sisteminden bahsediyorum. elmayı x ve y eksenleri arasında bir yere koyduk. unutmayalım; elma uzayda hareketsiz. diyelim ki y eksenimiz uzayı temsil ediyor. o halde elma y ekseninde hep aynı değere karşılık gelen bir noktada duruyor. fakat zamanı temsil eden x ekseninde sürekli olarak hareketli çünkü zaman sürekli "akış" halinde.
üşenmedim çizdim:

elma 2 numaralı görselde y1 ve x1 noktalarına karşılık gelen bir konumdayken, 3 numaralı görselde y1 sabit kaldı ama x2 noktasına ilerledi.
gerçek deneylerden biliyoruz ki, yerde duran bir saatle havadaki bir uçaktaki saat arasında, son derece küçük boyutta da olsa zaman genişlemesi kaynaklı bir fark vardır. bu farkı düşünce deneyimizde kullanacağız.
elmanın alt kısmını yerdeki saat en üstünü de uçaktaki saat gibi kullanacağız. bu iki alan arasında aşırı derecede küçük de olsa bir zaman farkı olacağını biliyoruz. elmamız zamanda hareket ettiğinden, elmanın üst kısmı zamanda daha hızlı hareket edecek (uçak deneyini unutmayın.)

evet, ortada elmanın alt ve üst kısmı arasında ve aslında elmanın tümü boyunca yukarıya doğru zamansal bir farklılık var. manzara şu: bir akışkan içerisinde, üst kısmı alt kısmına nazaran daha hızlı hareket eden bir cisim var karşımızda. bu durumda ortaya kendi ekseni etrafında dönme hareketine benzeyen dairesel bir hareket çıkacağı açık. zamanla bu harekete ait olan vektör yavaş yavaş yere doğru yönlenecek. bu durumda görmeyi beklediğimiz şey hareketsiz duran elmanın yere doğru hareketi olacak.
voila! yola zamandan çıktık ve zamandaki değişimin kütle çekimine neden olabileceğini gördük. unutmayın bu sadece bir düşünce deneyi. vardığımız bu sonuç bir kanıt değil.
olay "yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan" noktasına geldi de diyebiliriz. yani bugüne dek kütlenin zamanı bükmesinden yola çıkarak kütle çekiminin varlığına eğiliyorduk ama acaba tam tersi mi oluyor: yani zaman "aktığı" için mi kütle çekimi ortaya çıkıyor?
***
kütle çekiminin tam olarak ne olduğunu anlamak için biraz daha zamana ihtiyacımız var. bilim insanları bu konu üzerinde hararetli şekilde çalışıyor. umarım kendi ömür süremiz içerisinde bununla ilgili mihenk taşı olacak bir keşifte bulunulur ve cevabı bizim de öğrenme şansımız olur.
devamını gör...



