kar körlüğü
kar, buz, deniz, kum gibi ortamlardan yansıyan güneş ışığının, gözde oluşturduğu geçici hasar. duruma göre, kalıcı körlüğe de neden olabilir.
uygun gözlük kullanmadan kaynak yapanlarda da görülür.
eskimolar da bu durumdan korunmak için basit gözlükler kullanırlar:
uygun gözlük kullanmadan kaynak yapanlarda da görülür.
eskimolar da bu durumdan korunmak için basit gözlükler kullanırlar:
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının şiirleri
the darkness of your souls can not contaminate my spirit,
ıt just cause a tear from my heart...
don't ever think silence is the peace in me
ıt's just how i treat the distaste
my dignity is my revenge
and keeping my way is my strength
*
ıt just cause a tear from my heart...
don't ever think silence is the peace in me
ıt's just how i treat the distaste
my dignity is my revenge
and keeping my way is my strength
*
devamını gör...
sokak hayvanları
sevmek zorunda değilsin… öldürme yeter!
hayvanları koruyun, kollayın, besleyinle başlayan cümlelerimiz vardı bizim. nereden nereye geldik? şimdilerde onlar için ağzımızdan çıkan tek cümle oluyor; ‘öldürme, öldürtme ne olur?’.
insanoğlunun en büyük gafleti bu dünyayı bir tek kendinin sanması. kendisinden başka canlıların yaşama hakkının olmadığını düşünmesi. onların yaşama haklarını çok rahat bir şekilde ellerinden alabileceği hissine kapılması. insan eşref-i mahluktur. yani yaratılanların en şereflisi. en mükemmeli. neden yaratılma düzenimize uygun davranmayız? neden bu mükemmelliği yaralar, bereler, zedeleriz? bizim için biçilen; ‘yaratılanların en şereflisi’ giysisini neden hakkıyla taşıyamayız?
hiçbir canlının yaşam hakkını elinden alma gücü bizim elimizde değildir. ona o canı veren ne zaman alacağını da bilir. soyunduğumuz bu cellatlık işinin belki bu dünyada cezasını çekmeyebiliriz. ama onu yaratan bu azabın karşılığını er geç verecektir. bizim dinimiz merhameti, hoşgörüyü, paylaşımcılığı öğütlerken… güçsüzü koru, ekmeğini olmayanla paylaş, cana kıyma derken bizim bu denli acımasızlığımız ne dinimize ne de insanlığımıza yakışır.
çok beklentisi yok onların bizden. ses yapıyorlar, sokaklarda dolaşıp kalabalık ediyorlar, yanından geçerken hırlıyor, kapıda duran terliğimi götürüyor vs. vs. diyerek onları öldürmeyin. belediyeleri arayarak onların ölüme götürülmesine neden olmayın. sizin götürülmesine sebep olduğunuz her bir can ya çöplüğe ya da ıssız bir ormana bırakılıyor. orada ne mi oluyor? hayal bile edemezsiniz. siz sıcak yuvalarınızda ‘oh be kurtulduk’ derken. onlar soğukta açlıktan birbirlerini yiyor. bizlerin her rahatsız olduğu canlı hanelerimize birer ölü olarak yazılıyor. ne acı değil mi?
halbuki yapmamız gereken çok basit. herkesin evinde hemen hemen her gün atılan ekmekler, dökülen yemekler olur. hem dinimiz gereği de israf haram olduğundan bunları atmayıp köşe başlarına, çöp kenarlarına bir kabın içersin de bıraksak hem açlıktan oraya buraya saldıran kedi, köpekten hem de şikayet ettiğinizde acaba nereye götürdüler vicdan azabından kurtulursunuz. mahallede kimse yapmıyor mu? örnek olun. onlara yemek verirseniz ‘mahalleye iyice dadandırdınız canım, olmuyor böyle mi?’ derler. doğruyu anlatın, vicdanlarına seslenin. göreceksiniz o sizi rahatsız eden görüntülerden, seslerden kurtulacaksınız. bir canlıyı sevindirmiş, onunla yemeğini paylaşmış olmanın vermiş olduğu mutluluk ise paha biçilemez.
yeryüzü tüm canlılara ait. yaratılanların en mükemmeli olarak bunu bilip bu mükemmelliğe uygun bir vaziyette davranmamız gerekiyor. hala daha ‘sevmiyorum ama, korkuyorum ama, şunu yaptı ama, bunu yaptı ama’ diyebiliyorsanız. bizim size diyebilecek hiçbir sözümüz kalmıyor. evinize almayın. bahçenize almayın. yüzüne bakmayın. başını okşamayın. ama allah aşkına öldürmeyin. öldürülmelerine sebep olmayın. ‘merhamet etmeyen merhamet bulamaz’ hadis-i şerifine nail olmuş bir ümmetiz biz. merhamet edelim ki merhamet bulalım… saygılar…
23.07.2013 yerel bir gazetede yayınlanan köşe yazım.
bazı sıkıntılardan dolayı daha sonra kaldırıldı.
henüz temiz yürekli, gözü açılmamış bir müslümanım. hayat insanı nerelere getiriyor yahu hayret. neysem çok şey etmiyim.
hayvanları koruyun, kollayın, besleyinle başlayan cümlelerimiz vardı bizim. nereden nereye geldik? şimdilerde onlar için ağzımızdan çıkan tek cümle oluyor; ‘öldürme, öldürtme ne olur?’.
insanoğlunun en büyük gafleti bu dünyayı bir tek kendinin sanması. kendisinden başka canlıların yaşama hakkının olmadığını düşünmesi. onların yaşama haklarını çok rahat bir şekilde ellerinden alabileceği hissine kapılması. insan eşref-i mahluktur. yani yaratılanların en şereflisi. en mükemmeli. neden yaratılma düzenimize uygun davranmayız? neden bu mükemmelliği yaralar, bereler, zedeleriz? bizim için biçilen; ‘yaratılanların en şereflisi’ giysisini neden hakkıyla taşıyamayız?
hiçbir canlının yaşam hakkını elinden alma gücü bizim elimizde değildir. ona o canı veren ne zaman alacağını da bilir. soyunduğumuz bu cellatlık işinin belki bu dünyada cezasını çekmeyebiliriz. ama onu yaratan bu azabın karşılığını er geç verecektir. bizim dinimiz merhameti, hoşgörüyü, paylaşımcılığı öğütlerken… güçsüzü koru, ekmeğini olmayanla paylaş, cana kıyma derken bizim bu denli acımasızlığımız ne dinimize ne de insanlığımıza yakışır.
çok beklentisi yok onların bizden. ses yapıyorlar, sokaklarda dolaşıp kalabalık ediyorlar, yanından geçerken hırlıyor, kapıda duran terliğimi götürüyor vs. vs. diyerek onları öldürmeyin. belediyeleri arayarak onların ölüme götürülmesine neden olmayın. sizin götürülmesine sebep olduğunuz her bir can ya çöplüğe ya da ıssız bir ormana bırakılıyor. orada ne mi oluyor? hayal bile edemezsiniz. siz sıcak yuvalarınızda ‘oh be kurtulduk’ derken. onlar soğukta açlıktan birbirlerini yiyor. bizlerin her rahatsız olduğu canlı hanelerimize birer ölü olarak yazılıyor. ne acı değil mi?
halbuki yapmamız gereken çok basit. herkesin evinde hemen hemen her gün atılan ekmekler, dökülen yemekler olur. hem dinimiz gereği de israf haram olduğundan bunları atmayıp köşe başlarına, çöp kenarlarına bir kabın içersin de bıraksak hem açlıktan oraya buraya saldıran kedi, köpekten hem de şikayet ettiğinizde acaba nereye götürdüler vicdan azabından kurtulursunuz. mahallede kimse yapmıyor mu? örnek olun. onlara yemek verirseniz ‘mahalleye iyice dadandırdınız canım, olmuyor böyle mi?’ derler. doğruyu anlatın, vicdanlarına seslenin. göreceksiniz o sizi rahatsız eden görüntülerden, seslerden kurtulacaksınız. bir canlıyı sevindirmiş, onunla yemeğini paylaşmış olmanın vermiş olduğu mutluluk ise paha biçilemez.
yeryüzü tüm canlılara ait. yaratılanların en mükemmeli olarak bunu bilip bu mükemmelliğe uygun bir vaziyette davranmamız gerekiyor. hala daha ‘sevmiyorum ama, korkuyorum ama, şunu yaptı ama, bunu yaptı ama’ diyebiliyorsanız. bizim size diyebilecek hiçbir sözümüz kalmıyor. evinize almayın. bahçenize almayın. yüzüne bakmayın. başını okşamayın. ama allah aşkına öldürmeyin. öldürülmelerine sebep olmayın. ‘merhamet etmeyen merhamet bulamaz’ hadis-i şerifine nail olmuş bir ümmetiz biz. merhamet edelim ki merhamet bulalım… saygılar…
23.07.2013 yerel bir gazetede yayınlanan köşe yazım.
bazı sıkıntılardan dolayı daha sonra kaldırıldı.
henüz temiz yürekli, gözü açılmamış bir müslümanım. hayat insanı nerelere getiriyor yahu hayret. neysem çok şey etmiyim.
devamını gör...
içi dışı bir olmak
mevlana'nın "ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol" tavsiyesinin deyim halidir.
devamını gör...
beyaz gelinlik giyme hayali kurmak
dünyanın en saçma hayali olabilir. bir insan neden gelinlik giyme hayali kurar ki? onun yerine bir şeyleri başarma, istediği yerleri gezebilme, özgürce hayatını yaşayabilme hayalleri falan kursunlar. oldum olası düğünmüş gelinlikmiş evlilikmiş gibi şeyleri saçma buldum ve asla hayalini kurmadım çok şükür. bence üzerinde biraz düşünülmeli ve daha 'mantıklı' şeyler üzerine yoğunlaşılmalı.
devamını gör...
bir erkeğin en savunmasız olduğu an
arabayla giderken yolda kaybolduğunu anlayıp müziğin sesini kıstığı an.
devamını gör...
cumhurbaşkanı'nın bayram sonrası için açıklamaları
aç kapa aç kapa artema
devamını gör...
sigmund freud
insan denilen yaratığın basitliğini açıkladığından sevilmeyen deha.
devamını gör...
normal sözlük - yedikule hayvan barınağı yardım kampanyası
yine yeniden muthis bir yardim kampanyasi daha...sozlugumuzun en en sevdigim yani da bu sanirim. sadece iki yazip cizmeden ote bir de bir seylere el uzatma gibi bir gayemiz var. bu seyler de cocuklar ve hayvanlar olunca ozellikle,insanin sol yanini eksta bir celp etmiyor degil hani. bu arada "uykusuzkahvem" bu yardimlarda emegin oldukca buyuk iyi ki varsin.
devamını gör...
komatsu
japon iş makineleri üreticisi olup, en büyük rakibi abd'li caterpillar firmasıdır. adını japonya'da ki komatsu şehrinden almaktadır. kelime anlamı: küçük (ko) çam ağacı (matsu) dır.
devamını gör...
everest dağı'nın yüksekliğinin artması
son 1 metresi orada bırakılan çöplerin oluşturduğu küçük tepe olsa gerektir.
devamını gör...
modernist primat
tanımlarını çok beğendiğim aynı zamanda da beğenilerini eksik etmeyen yazar arkadaşımızdır.
nickaltını açmak da bana nasip olmuştur. hayırlı olsun.
nickaltını açmak da bana nasip olmuştur. hayırlı olsun.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının en eski eşyası
kalbim olabilir. eskittiler.
devamını gör...
siyasetçilerin z kuşağına yaranma samimiyetsizliği
z kuşağını anlamak için çeşitli platformlara girmelerine hiç gerek yok. gençlere iki dakika ayırıp dertlerini, sıkıntılarını dinleyip bunlara çözüm bulsalar; haklarına, özgürlüklerine sahip çıksalar yeter.
devamını gör...
bursa'da elinde bıçakla genç kızı takip eden afgan
yine afgan rezaleti.
bursa'da 19 yaşındaki genç kızı elinde bıçakla takip eden şahsın türkiye'ye kaçak yollarla giren afganistan uyruklu 'mohammed devleti' olduğu ortaya çıktı.
polis ekipleri tarafından gözaltına alınan afgan şahıs, sınır dışı edilmek üzere il göç idaresi'ne gönderildi.
elini kolunu sallayarak gelen vatansız serseriler bunlar işte.
kardeşlik edebiyatı yapanların hepsi evine birer afgan veya suri alsın, kardeşliği öyle yapsın.
instagram
bursa'da 19 yaşındaki genç kızı elinde bıçakla takip eden şahsın türkiye'ye kaçak yollarla giren afganistan uyruklu 'mohammed devleti' olduğu ortaya çıktı.
polis ekipleri tarafından gözaltına alınan afgan şahıs, sınır dışı edilmek üzere il göç idaresi'ne gönderildi.
elini kolunu sallayarak gelen vatansız serseriler bunlar işte.
kardeşlik edebiyatı yapanların hepsi evine birer afgan veya suri alsın, kardeşliği öyle yapsın.
devamını gör...
i wanna rock
80'lerdeki hard rock ekolünden bir twisted sister şarkısı, stay hungry albümünden. klibinde karikatürize bir öğretmen arzı endam eder. *
devamını gör...
ağzına kürekle vurulacak insanlar veri tabanı
her ortamda sürekli kendini övenler. bir bitmediniz.
devamını gör...
acıya alışmak
insanoğlu yaradılış gereği acı hissiyatına tepki vermeye programlanmıştır.
çok basittir denklemdir aslında, eğer bir şey acı veriyor ise, ondan uzak dur.
misal, eğer ateş elini yakıyor ise, bir daha dokunma veya yediğin bitki mideni ağrıttı ise bir daha onu yeme.
acı aslında vücudun bir koruma mekanizması olarak da düşünülebilir.
bir yerimizde sıkıntı çıktığında o bölge beyine sinyal yollar ve bu sinyalin karşılığı acı hissidir.
tabi bu her zaman fiziksel olmak zorunda değil, psikolojik ve duygusal kaynaklı çok ağır acılar da vardır.
can da öyle tatlıdır ki, insanlar acıdan korkmaya başlar zamanla.
fakat günümüz modern yaşam şeklinin getirdiği konfor insanları doğal yaşam alanlarından, doğanın içinden alıp betona hapis etmiştir. bunun yüzünden insanın fiziksel ve psikolojik gelişimi de değişime uğramıştır. şehir insanı yemeğini kazanmak için avlamak zorunda olmadığından veya göçebe bir hayat süremediği için ister istemez acının ne olduğunu unutmuştur aslında.
bu sebepten de, artık en ufak bir acı ihtimali bile strese sokar olmuştur onu. artık korkutuğu şey acının kendisi değil, acı yaşama fikridir. tabi burada bahsettiğim, nüfusun çoğunluğunu oluşturan şehir insanları.
bunların yanı sıra yine yaradılıştan gelen adapte olabilme/alışabilme güdüsü vardır insanoğlunun. bu da bizi evrim sürecinde ayakta tutan ve besin zincirinin en üstüne kadar çıkmamızı garantileyen bir hayatta kalma fonksiyonudur.
eğer birey yoğun ve sürekli olarak acı yaşıyor ise, adapte olma fonksiyonu zaman içerisine, yine hayatta kalma güdüsünden ötürü gelen acı fonksiyonunu baypas eder.
yani kişi elini ateşe götürdüğünde, bunun vücuda hasar verdiğini iletmek için uyarı veren, acı sinyalleri gönderen ve bunu koruma amaçlı yapan sistemin gönderdiği sinyali etkisizleştirir.
bunun nedeni ise aslında kişinin elini ateşe sokmaktan başka bir çaresinin olmadığını, adapte olma fonksiyonun algılaması fakat acı/uyarı fonksiyonunun algılayamamasıdır. kişinin akli sağlını korumak için, adapte olma fonksiyonunun, yine koruma amacı güden ama korumaktan çok zarar verdiğinin farkına varmayan acı/uyarı fonksiyonunu etkisiz hale getirmesi acıya alıştıran şeydir aslında.
bu yüzdendir ki zor günler geçiren,zor dönemler atlatmış, kayıplar vermiş insanlar, eğer hala ayaktalar ise kolay kolay yıkılmaz, etkilenmezler körpe acılardan.
üzerine kurulmuş felsefi bir okul da vardır bu düşüncenin stoa isminde.
şöyle güzel bir de sözleri vardır bu stoacıların;
"hayatın tamamı göz yaşları için ağlarken, kısımlarına ağlamak niye."
lucius annaeus seneca
çok basittir denklemdir aslında, eğer bir şey acı veriyor ise, ondan uzak dur.
misal, eğer ateş elini yakıyor ise, bir daha dokunma veya yediğin bitki mideni ağrıttı ise bir daha onu yeme.
acı aslında vücudun bir koruma mekanizması olarak da düşünülebilir.
bir yerimizde sıkıntı çıktığında o bölge beyine sinyal yollar ve bu sinyalin karşılığı acı hissidir.
tabi bu her zaman fiziksel olmak zorunda değil, psikolojik ve duygusal kaynaklı çok ağır acılar da vardır.
can da öyle tatlıdır ki, insanlar acıdan korkmaya başlar zamanla.
fakat günümüz modern yaşam şeklinin getirdiği konfor insanları doğal yaşam alanlarından, doğanın içinden alıp betona hapis etmiştir. bunun yüzünden insanın fiziksel ve psikolojik gelişimi de değişime uğramıştır. şehir insanı yemeğini kazanmak için avlamak zorunda olmadığından veya göçebe bir hayat süremediği için ister istemez acının ne olduğunu unutmuştur aslında.
bu sebepten de, artık en ufak bir acı ihtimali bile strese sokar olmuştur onu. artık korkutuğu şey acının kendisi değil, acı yaşama fikridir. tabi burada bahsettiğim, nüfusun çoğunluğunu oluşturan şehir insanları.
bunların yanı sıra yine yaradılıştan gelen adapte olabilme/alışabilme güdüsü vardır insanoğlunun. bu da bizi evrim sürecinde ayakta tutan ve besin zincirinin en üstüne kadar çıkmamızı garantileyen bir hayatta kalma fonksiyonudur.
eğer birey yoğun ve sürekli olarak acı yaşıyor ise, adapte olma fonksiyonu zaman içerisine, yine hayatta kalma güdüsünden ötürü gelen acı fonksiyonunu baypas eder.
yani kişi elini ateşe götürdüğünde, bunun vücuda hasar verdiğini iletmek için uyarı veren, acı sinyalleri gönderen ve bunu koruma amaçlı yapan sistemin gönderdiği sinyali etkisizleştirir.
bunun nedeni ise aslında kişinin elini ateşe sokmaktan başka bir çaresinin olmadığını, adapte olma fonksiyonun algılaması fakat acı/uyarı fonksiyonunun algılayamamasıdır. kişinin akli sağlını korumak için, adapte olma fonksiyonunun, yine koruma amacı güden ama korumaktan çok zarar verdiğinin farkına varmayan acı/uyarı fonksiyonunu etkisiz hale getirmesi acıya alıştıran şeydir aslında.
bu yüzdendir ki zor günler geçiren,zor dönemler atlatmış, kayıplar vermiş insanlar, eğer hala ayaktalar ise kolay kolay yıkılmaz, etkilenmezler körpe acılardan.
üzerine kurulmuş felsefi bir okul da vardır bu düşüncenin stoa isminde.
şöyle güzel bir de sözleri vardır bu stoacıların;
"hayatın tamamı göz yaşları için ağlarken, kısımlarına ağlamak niye."
lucius annaeus seneca
devamını gör...

