gün geçtikçe azalan şeyler
hayat enerjim, hevesim, konsantrasyonum, bir işe odaklanmaktaki motivasyonum...
pandemi devam ettiği sürece azalmaya da devam edecek.
pandemi devam ettiği sürece azalmaya da devam edecek.
devamını gör...
intihar etmek
suicide doesn’t stop the pain,” “ıt gives it to someone else.” der yabancılar.
türkeçesi;
acıyı durdurmaz, sadece başka birisine verir şeklindedir.
tabi ki acıyacak başka biri yok ise kimse yok ise yine çözüm değildir.
hayat her ne kadar anlamsız olsa da, bize gerçekten ait olan tek şeydir.
türkeçesi;
acıyı durdurmaz, sadece başka birisine verir şeklindedir.
tabi ki acıyacak başka biri yok ise kimse yok ise yine çözüm değildir.
hayat her ne kadar anlamsız olsa da, bize gerçekten ait olan tek şeydir.
devamını gör...
1984
totaliter rejimler ve insanın özne olarak rolü*nün azaltılması konulu bir yapıt.
bu kısıtlama ve insanı indirgeme çabası birkaç alana yayılıyor.
düşünsel alanda, gerçeğin sürekli değişken tutulması, tarih ve geçmişin ortadan kaldırılması, dilin kapsamının daraltılarak düşünme yeteneğinin baskılanması gibi faktörler var.
duygusal alanda :insanın sosyalleşme, aile kurma, çocuk sahibi olma gibi ihtiyaç ve isteklerinin kendisine karşı çevrilmesi durumu var. arkadaşlarınız, eşiniz, çocuklarınız hepsi size karşı gerek onları sevdiğiniz ve kollamak istediğiniz için; gerekse sizin zaaflarınızı ve kimliğinizi en yakından takip etme şansına sahip oldukları için birer silah olarak kullanılıyor.
fizyolojik alanda : yemek yemek, sevişmek gibi insanı duygusal olarak da değiştirme gücüne sahip eylemleri katı, monoton, zevksiz süreçler haline getirip insanın içindeki enerjinin nefrete kanalize edilmesi var.
içgüdüler ve duygular otokratik rejimin bir numaralı düşmanı iken akıl eğitilip yönlendirilebilir olduğu için bazen dostu bile oluyor.
insanın bir etken faktör olarak doğada bulunma hakkının bariz yansımaları yaratma eyleminde,aşk ve nefret gibi yoğun duygularda, analiz veya tasarım gerektiren mesleklerde, kompleks ve kullanıcının düşüncelerinin doğrultusunu evrilten bir dil kullanmakta iken bunların hepsi yok edilerek ya da azaltılarak insan nesne konumuna indirgeniyor.
bilgi alma ve onu uslamlama hakkı 'çiftdüşün' denen bir süreçle proleter olmayan kesime farklı yollardan veriliyor ve çoğunluk bundan memnun. tıpkı matrix çözülse de özgür şehirlere değil yapay rahimlere gitmek isteyecek insanlar gibi ya da cesur yeni dünya'da meskalinleri elinden alınınca ağlayan ve gerçeklik algısının çarpıtılmış halini sevenlerin varlığı gibi.
bu kitapla beraber iyi gidecek yapımlardan biri de das leben der anderen. burada hem otoritenin belli bir kademesindeki anti kahramanımız güçlü olmayı , baskın çıkmayı reddederek diğer insanlar üzerindeki yaptırımından vazgeçiyor. bu kahraman bu şekilde evrilirken, ilk başta rejim tarafından çizilen sınırlar içerisinde hoplayıp zıplayan bir piyes yazarının giderek yaratma eylemini bir karşı duruş'a çevirmesi ve özne olma hakkını elde etme mücadelesini görüyoruz.
bu olay 1984'te en başından düşünülüp engellenmiş durumda. meslek tanımları daha mekanik ve arada bir çalışanlar biraz zeka isteyen işlerle yemlenerek itiraz etmemeleri sağlanıyor. daha sorgulayan yapıdaki bireyleri de sistem kendi lehine kullanacak alanlar buluyor, iç parti üyeleri, newspeak yaratıcıları (daha doğrusu yok edicileri) nispeten daha kafa yoran işlerle oyalanıyor.
umudumuz proleterlerde lafı sık sık geçiyor ve mesaj veriliyor lakin, realiteye bakılınca winston proleterlerin çoğunun günlük hayatlarının koşuşturmacası içinde olduğunu, muhabbetlerinde büyük ölçekli işlere , değişimlere yer kalmadığı gibi hafızalarından da önemli şeylerin silinmiş olduğunu görüp hayal kırıklığına uğruyor. burada kafka'nın der prozess'indeki gibi bir kabulleniş ve maktulün giderek işkencecisini ve süreci tersinden algılama eğilimi yani stokholm sendromu görülüyor. bir başka benzerlikse düşmanın kim olduğunun bilinmezliği, bir otorite ve ters gidişat mevcut lakin belli bir birey ya da olay doğrudan sebep gösterilemiyor.
dilin indirgenmesinin human as an agent rolüne vurulan en büyük darbe olduğunu görüyoruz. fazla konuştuğu için sonradan uçurulan arkadaş winston'a yaptıkları işin önemini anlatan uzun bir nutuk çekmişti. iyiyi ve kötüyü aynı kelimelerle tanımlamaya en sonunda da sadece 1 kelime kalana kadar dili bitirmeye çalıştıklarını, böylece kimsenin düşünce suçu işleyemeyeceğini dile getiriyor. yani düşünme sürecini en başından baskılarsanız, her şey tıkır tıkır işler ve kimse aksini düşünüp mutsuz olamaz .
1984, cesur yeni dünya vb. romanların distopya mı ütopya mı olduğu konusu aslında o kadar basit değil. içindeki bütün insanların gidişattan memnun olduğu, herkesin rolünü benimsediği, hayatını sevdiği , aykırı düşüncelerin hiç oluşmadığı bir mekana distopya demek için dışarıdan bakanların aksaklıklar görüyor olması yeterli midir? özellikle cesur yeni dünya içeriden bakıldığında bir ütopyadır. toplumsal hiyerarşi vardır lakin herkes kendi sınıfını sevmeye koşullanmıştır, yaşam şartlarından memnundur. şu anki dünya düzenindeki aksaklıkların ve özne rolünü elde etmiş ama bunu birbiri üzerinde egemenlik kurmak için harcamış insanların, kakao çekirdeği işleyip çikolatanın tadından habersiz insanların mevcudiyetinde; fırsat eşitliği , demokrasi gibi yalanların mevcudiyetinde; insanların hırsı kullanılarak emek sömürüsünün kariyer diye yutturulduğu yalan dolan mesleklerin mevcudiyetinde bu yapımların dünyasına distopya demekte ve bunları değiştirmeye çalışan baş kahramanları övmekte ne kadar haklıyız?
bu kısıtlama ve insanı indirgeme çabası birkaç alana yayılıyor.
düşünsel alanda, gerçeğin sürekli değişken tutulması, tarih ve geçmişin ortadan kaldırılması, dilin kapsamının daraltılarak düşünme yeteneğinin baskılanması gibi faktörler var.
duygusal alanda :insanın sosyalleşme, aile kurma, çocuk sahibi olma gibi ihtiyaç ve isteklerinin kendisine karşı çevrilmesi durumu var. arkadaşlarınız, eşiniz, çocuklarınız hepsi size karşı gerek onları sevdiğiniz ve kollamak istediğiniz için; gerekse sizin zaaflarınızı ve kimliğinizi en yakından takip etme şansına sahip oldukları için birer silah olarak kullanılıyor.
fizyolojik alanda : yemek yemek, sevişmek gibi insanı duygusal olarak da değiştirme gücüne sahip eylemleri katı, monoton, zevksiz süreçler haline getirip insanın içindeki enerjinin nefrete kanalize edilmesi var.
içgüdüler ve duygular otokratik rejimin bir numaralı düşmanı iken akıl eğitilip yönlendirilebilir olduğu için bazen dostu bile oluyor.
insanın bir etken faktör olarak doğada bulunma hakkının bariz yansımaları yaratma eyleminde,aşk ve nefret gibi yoğun duygularda, analiz veya tasarım gerektiren mesleklerde, kompleks ve kullanıcının düşüncelerinin doğrultusunu evrilten bir dil kullanmakta iken bunların hepsi yok edilerek ya da azaltılarak insan nesne konumuna indirgeniyor.
bilgi alma ve onu uslamlama hakkı 'çiftdüşün' denen bir süreçle proleter olmayan kesime farklı yollardan veriliyor ve çoğunluk bundan memnun. tıpkı matrix çözülse de özgür şehirlere değil yapay rahimlere gitmek isteyecek insanlar gibi ya da cesur yeni dünya'da meskalinleri elinden alınınca ağlayan ve gerçeklik algısının çarpıtılmış halini sevenlerin varlığı gibi.
bu kitapla beraber iyi gidecek yapımlardan biri de das leben der anderen. burada hem otoritenin belli bir kademesindeki anti kahramanımız güçlü olmayı , baskın çıkmayı reddederek diğer insanlar üzerindeki yaptırımından vazgeçiyor. bu kahraman bu şekilde evrilirken, ilk başta rejim tarafından çizilen sınırlar içerisinde hoplayıp zıplayan bir piyes yazarının giderek yaratma eylemini bir karşı duruş'a çevirmesi ve özne olma hakkını elde etme mücadelesini görüyoruz.
bu olay 1984'te en başından düşünülüp engellenmiş durumda. meslek tanımları daha mekanik ve arada bir çalışanlar biraz zeka isteyen işlerle yemlenerek itiraz etmemeleri sağlanıyor. daha sorgulayan yapıdaki bireyleri de sistem kendi lehine kullanacak alanlar buluyor, iç parti üyeleri, newspeak yaratıcıları (daha doğrusu yok edicileri) nispeten daha kafa yoran işlerle oyalanıyor.
umudumuz proleterlerde lafı sık sık geçiyor ve mesaj veriliyor lakin, realiteye bakılınca winston proleterlerin çoğunun günlük hayatlarının koşuşturmacası içinde olduğunu, muhabbetlerinde büyük ölçekli işlere , değişimlere yer kalmadığı gibi hafızalarından da önemli şeylerin silinmiş olduğunu görüp hayal kırıklığına uğruyor. burada kafka'nın der prozess'indeki gibi bir kabulleniş ve maktulün giderek işkencecisini ve süreci tersinden algılama eğilimi yani stokholm sendromu görülüyor. bir başka benzerlikse düşmanın kim olduğunun bilinmezliği, bir otorite ve ters gidişat mevcut lakin belli bir birey ya da olay doğrudan sebep gösterilemiyor.
dilin indirgenmesinin human as an agent rolüne vurulan en büyük darbe olduğunu görüyoruz. fazla konuştuğu için sonradan uçurulan arkadaş winston'a yaptıkları işin önemini anlatan uzun bir nutuk çekmişti. iyiyi ve kötüyü aynı kelimelerle tanımlamaya en sonunda da sadece 1 kelime kalana kadar dili bitirmeye çalıştıklarını, böylece kimsenin düşünce suçu işleyemeyeceğini dile getiriyor. yani düşünme sürecini en başından baskılarsanız, her şey tıkır tıkır işler ve kimse aksini düşünüp mutsuz olamaz .
1984, cesur yeni dünya vb. romanların distopya mı ütopya mı olduğu konusu aslında o kadar basit değil. içindeki bütün insanların gidişattan memnun olduğu, herkesin rolünü benimsediği, hayatını sevdiği , aykırı düşüncelerin hiç oluşmadığı bir mekana distopya demek için dışarıdan bakanların aksaklıklar görüyor olması yeterli midir? özellikle cesur yeni dünya içeriden bakıldığında bir ütopyadır. toplumsal hiyerarşi vardır lakin herkes kendi sınıfını sevmeye koşullanmıştır, yaşam şartlarından memnundur. şu anki dünya düzenindeki aksaklıkların ve özne rolünü elde etmiş ama bunu birbiri üzerinde egemenlik kurmak için harcamış insanların, kakao çekirdeği işleyip çikolatanın tadından habersiz insanların mevcudiyetinde; fırsat eşitliği , demokrasi gibi yalanların mevcudiyetinde; insanların hırsı kullanılarak emek sömürüsünün kariyer diye yutturulduğu yalan dolan mesleklerin mevcudiyetinde bu yapımların dünyasına distopya demekte ve bunları değiştirmeye çalışan baş kahramanları övmekte ne kadar haklıyız?
devamını gör...
matematik öğrenmenin zorluğu
çözülmek istenseydi çoktan çözülmüş olacaktı denilesi sorunlar. (edit: tanım başlığın ilk haline göre yapılmıştı.) bir yerde bir sorun çok uzun süre devam ediyorsa, o sorunun çözülmesi birilerinin işine gelmiyor demektir. eğitim sorunumuz da, matematikten bağımsız olarak, genel bakışla böyle.
genel olarak bazı öğretmenlerin, düzgün ve anlaşılır cümle kurma problemi var. türkçe konusunda da eksik var çünkü eğitimde. bu kısmı geçiyorum. ne söylediği anlaşılmayan insanın anlattığı matematik de anlaşılmaz, bu 1.
matematik öğretenlerin en büyük eksiklerinden biri, anlattıkları konuların ne işe yaradığından bahsetmiyor olmaları. bunun müfredatta olmasına gerek yok. uzun uzun anlatmaya da gerek yok. "karmaşık sayılar mesela elektronik devrelerde kullanılır" de geç. öğrencinin kafasında hiçbir yere oturmayan, saçma sapan ve gereksiz konular haline geliyor konuların çoğu. zaten bu nedenle "gerçek hayatta ne işimize yarayacak?" sorusu çıktı piyasaya. bu 2...
bir başka sorun, hepimizin kanayan yarası olan ezbercilik. bir gün bir derste bir soru sorup çözmemizi istemişti matematik hocamız. konuyla hiç ama hiç ilgisi olmadığı halde logaritma ile kurdum denklemi ve doğru cevabı buldum. "logaritmayla mı buldun?" dedi kaşlarını şöyle bir kaldırarak, bir de şöyle bir baktı çözümüme. "ilginç" dedi gitti... oysa belki de üzerinde durulması gereken önemli bir şeyi fark etmiştik ya da zaten o problemlerin bir de logaritma ile çözülmesi mümkündü, kim bilir. fakat hocalar istiyor ki, o sırada hangi konuyu anlatıyorlarsa ille de onunla çözülsün soru. başka yöntemlerle de sonuca ulaşabiliyorsa önemli olanın bu olduğu düşünülmüyor. bu 3...
aklıma gelenlerden son olarak şu var ki bu da yine ezbercilikle ilgili aslında. sınavlara ille de her formülü ezberlemiş olarak girmeniz istenir. oysa gerçek hayat böyle bir şey değil. bir formülü unuttuğunuzda açıp bakabilirsiniz. sınavda önemli olan, farklı bakış açılarıyla düşünebilmek, sorunun çözümüne odaklanmak olmalı, neydi o formül diye düşünmek değil. bu yüzdendir ki öğrencilerin çoğu çözüm yolunu ezberler ve farklı bir soru türüyle karşılaştığında bakakalır şaşkın şaşkın. üniversite sınavlarında iyi puan alanların bir kısmı gerçekten çalışkan ve zekidir de bazıları da sadece ezberini iyi yapmıştır. sonuçta ortaya çok da vasıflı olmayan üniversite öğrencilerinin çıkıyor olmasının nedeni budur. bu da 4.
genel olarak bazı öğretmenlerin, düzgün ve anlaşılır cümle kurma problemi var. türkçe konusunda da eksik var çünkü eğitimde. bu kısmı geçiyorum. ne söylediği anlaşılmayan insanın anlattığı matematik de anlaşılmaz, bu 1.
matematik öğretenlerin en büyük eksiklerinden biri, anlattıkları konuların ne işe yaradığından bahsetmiyor olmaları. bunun müfredatta olmasına gerek yok. uzun uzun anlatmaya da gerek yok. "karmaşık sayılar mesela elektronik devrelerde kullanılır" de geç. öğrencinin kafasında hiçbir yere oturmayan, saçma sapan ve gereksiz konular haline geliyor konuların çoğu. zaten bu nedenle "gerçek hayatta ne işimize yarayacak?" sorusu çıktı piyasaya. bu 2...
bir başka sorun, hepimizin kanayan yarası olan ezbercilik. bir gün bir derste bir soru sorup çözmemizi istemişti matematik hocamız. konuyla hiç ama hiç ilgisi olmadığı halde logaritma ile kurdum denklemi ve doğru cevabı buldum. "logaritmayla mı buldun?" dedi kaşlarını şöyle bir kaldırarak, bir de şöyle bir baktı çözümüme. "ilginç" dedi gitti... oysa belki de üzerinde durulması gereken önemli bir şeyi fark etmiştik ya da zaten o problemlerin bir de logaritma ile çözülmesi mümkündü, kim bilir. fakat hocalar istiyor ki, o sırada hangi konuyu anlatıyorlarsa ille de onunla çözülsün soru. başka yöntemlerle de sonuca ulaşabiliyorsa önemli olanın bu olduğu düşünülmüyor. bu 3...
aklıma gelenlerden son olarak şu var ki bu da yine ezbercilikle ilgili aslında. sınavlara ille de her formülü ezberlemiş olarak girmeniz istenir. oysa gerçek hayat böyle bir şey değil. bir formülü unuttuğunuzda açıp bakabilirsiniz. sınavda önemli olan, farklı bakış açılarıyla düşünebilmek, sorunun çözümüne odaklanmak olmalı, neydi o formül diye düşünmek değil. bu yüzdendir ki öğrencilerin çoğu çözüm yolunu ezberler ve farklı bir soru türüyle karşılaştığında bakakalır şaşkın şaşkın. üniversite sınavlarında iyi puan alanların bir kısmı gerçekten çalışkan ve zekidir de bazıları da sadece ezberini iyi yapmıştır. sonuçta ortaya çok da vasıflı olmayan üniversite öğrencilerinin çıkıyor olmasının nedeni budur. bu da 4.
devamını gör...
benim ülkemi kadın yönetemez
abi sene 2021 ya demek istiyorum cidden sene 2021 cidden mi ya.
devamını gör...
ayak topuklarını topuk taşıyla törpüleyen kadın
topuk taşı, puro, pembemsi kıvam. ben de kendimi marjinal sanıyorum. değilmişim.
devamını gör...
benden bir halt olmaz farkındalığı
benden bir halt olmaz farkındalığı değil o, yıldızını parlatamadan ölecek olma korkusu.
devamını gör...
kizlarsoruyor.com
erkek arkadaşımın kalktığı koltuğa oturdum, hamile kalır mıyım?
devamını gör...
sevilen kızın 40 numara ayakkabı giymesi
ayağım 41 numara diye mi sevmediniz lan beni püüğ yasssıklaar olsun.
devamını gör...
haber vermeden gelen akraba sorunsalı
biz de başkasına davetliyiz oraya gidiyoruz deyip def edilebilecek akrabadır. ben arkadaşıma yaptım. yolladım. pişman değilim.
devamını gör...
tarihi dizilerden öğrenmek
bir de bunları izleyip izleyip tarih dersi vermeye çalışan bir örgüt var. gülünçler cidden.
devamını gör...
kolu alçıda gezmek
hiç yaşamadığım ve yaşamak istemediğim bir durumdur.
hayatı kısıtlanır insanın.
hayatı kısıtlanır insanın.
devamını gör...
bir normal sözlük yazarına yürümek
(bkz: doktorlar yürüyün diyor)
devamını gör...
bir tanrıya inanmadan kutsal kitapları okumak
fantastik kitap okumak gibidir
devamını gör...
sedat peker vs süleyman soylu
olaya bak.
bir mafya ve içişleri bakanı sidik yarıştıyor,
komik olan ise yarışı mafya kazanıyor.
şaka gibi ülke.
bir mafya ve içişleri bakanı sidik yarıştıyor,
komik olan ise yarışı mafya kazanıyor.
şaka gibi ülke.
devamını gör...
canterbury
ingiltere'de yer alan ve dünyanın en eski kilisesinin yer aldığı bir kent... ayrıca kent üniversitesi de çok meşhurdur ve katedraline, her yıl yüzlerce turist ziyarette bulunmaktadır.
kendi öykülerini oluşturdukları bir de siteleri var ki, ingiliz edebiyatının ilk örneklerinden sayılan the canterbury tales'in devam etmesi ve turizm adına varlığını korumaktadır.
...ve bu bahar ve yaz boyunca şehrimizde, kıyılarımızda ve kırsalda, dört gözle bekleyeceğimiz olayların, deneyimlerin ve cazibe merkezlerinin hazinesi hakkında heyecanla dolup taşıyoruz! bizden hoşlanıyorsanız, kaybettiğiniz zamanı telafi etmek için sabırsızlanıyorsanız, işte rehberimiz canterbury, herne bay ve whitstable'da yaklaşan şeyler... diyerek bahar ve yaz etkinliklerini paylaştıkları sitelerine yer imimi ekledim ve ziyarete başladım bile..
şehrin ve şehirde yer alan nehrin efsanelerini anlattıkları gizem ve korku öyküleri de cabası. üstelik hepsi de, şehirde oturan, çalışan insanların sürdürdüğü yaşamdan kesitler niteliğinde ..
anladığım kadarıyla şehrin yalnızcayönetimi değil, insanları da bir o kadar ilgi çekici ve turizm adına, bakanlık ve kültür dernekleriyle yoğun, girift ve bilinçli bir çaba yürütmekteler. bu çaba bile insanı kendine hayran bırakmaya yetiyor...
gitmek istediğim şehirlere bir yenisini daha ekledim.. ahh canterbury bekle beni....
kendi öykülerini oluşturdukları bir de siteleri var ki, ingiliz edebiyatının ilk örneklerinden sayılan the canterbury tales'in devam etmesi ve turizm adına varlığını korumaktadır.
...ve bu bahar ve yaz boyunca şehrimizde, kıyılarımızda ve kırsalda, dört gözle bekleyeceğimiz olayların, deneyimlerin ve cazibe merkezlerinin hazinesi hakkında heyecanla dolup taşıyoruz! bizden hoşlanıyorsanız, kaybettiğiniz zamanı telafi etmek için sabırsızlanıyorsanız, işte rehberimiz canterbury, herne bay ve whitstable'da yaklaşan şeyler... diyerek bahar ve yaz etkinliklerini paylaştıkları sitelerine yer imimi ekledim ve ziyarete başladım bile..
şehrin ve şehirde yer alan nehrin efsanelerini anlattıkları gizem ve korku öyküleri de cabası. üstelik hepsi de, şehirde oturan, çalışan insanların sürdürdüğü yaşamdan kesitler niteliğinde ..
anladığım kadarıyla şehrin yalnızcayönetimi değil, insanları da bir o kadar ilgi çekici ve turizm adına, bakanlık ve kültür dernekleriyle yoğun, girift ve bilinçli bir çaba yürütmekteler. bu çaba bile insanı kendine hayran bırakmaya yetiyor...
gitmek istediğim şehirlere bir yenisini daha ekledim.. ahh canterbury bekle beni....
devamını gör...
bengaripsengüzeldünyaumutlu ile dünyadan uzak
sessiz sedasız ağlamaya geldim. keyifli yayınlar diyemeyeceğim, bol gözyaşı, yürek yangını bizi bekler..
yayında emeği geçen herkese teşekkürler.
yayında emeği geçen herkese teşekkürler.
devamını gör...
bengaripsengüzeldünyaumutlu ile dünyadan uzak
sözlükte nasıl işlediğini anlamadığım tek program. bulmaca gibi bir şey.
ama katılanları keyifle dinliyorum.
ama katılanları keyifle dinliyorum.
devamını gör...
eniştesi tarafından tecavüze uğrayan adam
2. palu ailesi vakası.
buradaki tuncer de ailenin eniştesi. tuncer de ailenin bütün fertlerine tecavüz etmişti.
bu aileye gelecek olursak da enişteyle evli olan abla 2 ay önce bahsi geçen enişteden ayrılmış. çünkü eniste ailenin saf ve evlilik vaadiyle kayınçosunu kandırmış. suriyeli bir kadın bulduğunu ve kızın düğün masrafları için önden 5.000 tl istemiş. tabi mağdur aile bu para istemelerin önüne geçememişler.
enişte, kayınçosunun motorunu, kıyıda köşede biriktirdiği 50.000 tl 'yi de alarak evlenme vaadiyle dolandırmış . sonra saf kayınçoyu bankaya götürüp, elinde avucunda biriktirdiği parasını zorla bankadan çektirmeye çalışmışlar. adam da önce kaçmış eniştenin elinden ama, sonra "beni önce yemeğe götürdüler sonra dövdüler" demiş. ormana götürüp tecavüz etmişler.
bununla da bitmiyor tabi eniştenin yaptıkları.
ailenin tüm fertlerini 6,7 saatlik büyücü bir herife götürüyor. aile istemese de kızını, karisini ve dolandırdığı kayınçosunu da götürüyor. hatta boşanan eş "bizi götürdüğü büyücü hiçbir şey yapmiyor anca taciz ediyordu " diyo.
bulduğu suriyeli kadinla da iliskisi varmış zaten. anlayacaginiz bu eniste hem hırsız, hem dolandirici, hem sapık hem de yürüyen suç makinesi.
edit1: bahsi geçen enişte ve 3 kişi daha tutuklanmış.
buradaki tuncer de ailenin eniştesi. tuncer de ailenin bütün fertlerine tecavüz etmişti.
bu aileye gelecek olursak da enişteyle evli olan abla 2 ay önce bahsi geçen enişteden ayrılmış. çünkü eniste ailenin saf ve evlilik vaadiyle kayınçosunu kandırmış. suriyeli bir kadın bulduğunu ve kızın düğün masrafları için önden 5.000 tl istemiş. tabi mağdur aile bu para istemelerin önüne geçememişler.
enişte, kayınçosunun motorunu, kıyıda köşede biriktirdiği 50.000 tl 'yi de alarak evlenme vaadiyle dolandırmış . sonra saf kayınçoyu bankaya götürüp, elinde avucunda biriktirdiği parasını zorla bankadan çektirmeye çalışmışlar. adam da önce kaçmış eniştenin elinden ama, sonra "beni önce yemeğe götürdüler sonra dövdüler" demiş. ormana götürüp tecavüz etmişler.
bununla da bitmiyor tabi eniştenin yaptıkları.
ailenin tüm fertlerini 6,7 saatlik büyücü bir herife götürüyor. aile istemese de kızını, karisini ve dolandırdığı kayınçosunu da götürüyor. hatta boşanan eş "bizi götürdüğü büyücü hiçbir şey yapmiyor anca taciz ediyordu " diyo.
bulduğu suriyeli kadinla da iliskisi varmış zaten. anlayacaginiz bu eniste hem hırsız, hem dolandirici, hem sapık hem de yürüyen suç makinesi.
edit1: bahsi geçen enişte ve 3 kişi daha tutuklanmış.
devamını gör...
