ali ekber çiçek
1935 erzincan doğumlu türk halk müziği sanatçısı. 2006 yılında hakkın rahmetine kavuşmuştur, nurlar içinde yatsın büyük ustamız.
oy oy en sevdiğimm.*
gafil gezme şaşkın
oy oy en sevdiğimm.*
gafil gezme şaşkın
devamını gör...
mutlu insanların ortak özellikleri
kanımca mutlu insanların en önemli ortak özelliği, küçük şeylerle mutlu olmasını bilmeleridir. küçük şeylerle mutlu olmasını bilmeyen insanlar, paraya, rahata, maddi imkanlara ulaşabilirler ama mutluluğu yakalayamayabilirler.
mutlu insanlar, hayatın küçük zevklerini kaçırmıyorlar ve acele etmiyorlar: hayat hepimiz için dönem dönem monotonlaşır. bir bakıma bazı rutinlerin olması iyidir, bizleri ek efordan kurtarır ama bu hayatın küçük zevklerini kaçırmamız anlamına gelmez. mutlu insanlar küçük şeylerle mutlu olmayı bilirler ve hayatı aceleye getirmezler.
bunu kilo verme serüvenimizde de kendimize uyarlayabiliriz. eğer acele edip, hızlı kilo vermeye çalışırsak ve kendimize ulaşması imkansız hedefler koyarsak kısa süre sonra başarısız ve sonrasında mutsuz olabiliriz. daha mutlu olmak için emin ve yavaş adımlarla ilerleyelim ve küçük şeylerin değerini bilelim.
çiçeklerin, otların, toprağın kokusunu almak, dağların, ormanların, denizlerin güzelliğine bakmak, dostlarla güzel bir sohbet, lezzetli bir yemeğin tadına vararak yemek…küçük ama mutlu eden anlardır.
mutlu insanlar, hayatın küçük zevklerini kaçırmıyorlar ve acele etmiyorlar: hayat hepimiz için dönem dönem monotonlaşır. bir bakıma bazı rutinlerin olması iyidir, bizleri ek efordan kurtarır ama bu hayatın küçük zevklerini kaçırmamız anlamına gelmez. mutlu insanlar küçük şeylerle mutlu olmayı bilirler ve hayatı aceleye getirmezler.
bunu kilo verme serüvenimizde de kendimize uyarlayabiliriz. eğer acele edip, hızlı kilo vermeye çalışırsak ve kendimize ulaşması imkansız hedefler koyarsak kısa süre sonra başarısız ve sonrasında mutsuz olabiliriz. daha mutlu olmak için emin ve yavaş adımlarla ilerleyelim ve küçük şeylerin değerini bilelim.
çiçeklerin, otların, toprağın kokusunu almak, dağların, ormanların, denizlerin güzelliğine bakmak, dostlarla güzel bir sohbet, lezzetli bir yemeğin tadına vararak yemek…küçük ama mutlu eden anlardır.
devamını gör...
meditopia
vodafonelu iseniz indirimli olarak yararlanabileceğiniz bir uygulamadır.
devamını gör...
enemy
denis villeneuve imzalı 2013 yapımı psikolojik gerilim filmi.jake gyllenhaal başrolde oynadığı için benim için "izlenir, sevilmek için kişi kendini zorlar" filmlerindendir. bunun dışında akıl defteri filmi gibi kurgusu tam sevdiğim dozda. karakter sayısı az, mekan kullanımı ve görsel mesajlar çok yerinde.
filmde birbirine tıpatıp benzeyen ancak farklı hayatlar yaşayan iki erkeğin birbiri ile karşılaşması ve sonrasında yaşananları anlatıyor. burada benim dikkatimi çeken nokta karakterlerin birbirine benzemesinden ziyade kadınların onlar üzerinde biraktiklar etki ya da filmin kadına bakış açısı. benim algıladığım; kadın ister anne olsun, ister sevgili, ister eş hep baskılayıcı, kontrol edici, güvenmeyen konumda. tabi ki burada erkek karakterlerin normal olup olmadığını da dikkate katarak değerlendirmek lazim. izlerken ilk başta yavaş ve vasat ilerleyen film size son bölümde kafanızı karıştıracak ve "e öyle ise neden böyle, böyle ise neden öyle ?" diye sorular sorduracak kıvama getiriyor. yine filmde insanın kendisine ve bulunduğu konuma tepeden, dışarıdan bir gözle bakarak üstüne yapışan etiketler hakkında kendisini ve içinde bulunduğu düzeni elestirmesi fikri empoze edilmeye çalışılıyor. çünkü varolan etiketlere dikkat edilmez ve o etiketler için yaşanmaya başlanırsa bir süre sonra sizi gerçekten içinizde var olan insandan bambaşka bir yere getirerek kişiliğinizin bölünmesine (!) neden olabilir. ( mi acaba ?) filmle ilgili aradığınız tüm sorulara cevap verecek bir film analizi için buradan ulaşabilirsiniz. ancak şimdiden söyleyeyim filmi izlemeden önce okursaniz tüm suprizbozanlari kaciracaksiniz.
filmde birbirine tıpatıp benzeyen ancak farklı hayatlar yaşayan iki erkeğin birbiri ile karşılaşması ve sonrasında yaşananları anlatıyor. burada benim dikkatimi çeken nokta karakterlerin birbirine benzemesinden ziyade kadınların onlar üzerinde biraktiklar etki ya da filmin kadına bakış açısı. benim algıladığım; kadın ister anne olsun, ister sevgili, ister eş hep baskılayıcı, kontrol edici, güvenmeyen konumda. tabi ki burada erkek karakterlerin normal olup olmadığını da dikkate katarak değerlendirmek lazim. izlerken ilk başta yavaş ve vasat ilerleyen film size son bölümde kafanızı karıştıracak ve "e öyle ise neden böyle, böyle ise neden öyle ?" diye sorular sorduracak kıvama getiriyor. yine filmde insanın kendisine ve bulunduğu konuma tepeden, dışarıdan bir gözle bakarak üstüne yapışan etiketler hakkında kendisini ve içinde bulunduğu düzeni elestirmesi fikri empoze edilmeye çalışılıyor. çünkü varolan etiketlere dikkat edilmez ve o etiketler için yaşanmaya başlanırsa bir süre sonra sizi gerçekten içinizde var olan insandan bambaşka bir yere getirerek kişiliğinizin bölünmesine (!) neden olabilir. ( mi acaba ?) filmle ilgili aradığınız tüm sorulara cevap verecek bir film analizi için buradan ulaşabilirsiniz. ancak şimdiden söyleyeyim filmi izlemeden önce okursaniz tüm suprizbozanlari kaciracaksiniz.
devamını gör...
ceyda düvenci'nin kızının regl olmasını sosyal medyadan duyurması
biraz önce bi instagram sayfasında gördüğüm yorumu buraya bırakıyorum.
"doğru mu değil mi yorumundan ziyade, kızının özel durumu sebebiyle hassasiyetinden dolayı bir duygu patlaması olarak gördüm. yaşıtlarıyla eşit şekilde hayati yaşayamadığı için büyüdüğünü görmek, genç kızlığa adım olarak görüp düşünmeden o anki his ve sevinci ile bu durumu paylaşmış olabilir. "
yazan arkadaşa katılıyorum. kızının serebral palsi hastalığı nedeniyle yaşıtlarından farklı bir gelişim gösteren çocuk. kendi yaşıtlarına yaklaştığını, büyüdüğünü paylaşması bence bir annenin verdiği mücadeledir. çünkü kızı melisanin rahatsızlığı çok küçük yaşlarda ortaya çıkmış ve ceyda hanım çok ilgilenmiş, ayni hastalığı yaşayan çocuklara destek olmuştu. bence olumsuz ve eleştirici yorum yapmadan önce bunu gözeterek yorum yapmak en iyisi. bırakın insanlar sevinçlerini paylaşsın ve yaşasın.
sosyal medya üzerinden çocuğunun afedersiniz, kakasını atan anneler varken bu bir hiçtir benim gözümde.
"doğru mu değil mi yorumundan ziyade, kızının özel durumu sebebiyle hassasiyetinden dolayı bir duygu patlaması olarak gördüm. yaşıtlarıyla eşit şekilde hayati yaşayamadığı için büyüdüğünü görmek, genç kızlığa adım olarak görüp düşünmeden o anki his ve sevinci ile bu durumu paylaşmış olabilir. "
yazan arkadaşa katılıyorum. kızının serebral palsi hastalığı nedeniyle yaşıtlarından farklı bir gelişim gösteren çocuk. kendi yaşıtlarına yaklaştığını, büyüdüğünü paylaşması bence bir annenin verdiği mücadeledir. çünkü kızı melisanin rahatsızlığı çok küçük yaşlarda ortaya çıkmış ve ceyda hanım çok ilgilenmiş, ayni hastalığı yaşayan çocuklara destek olmuştu. bence olumsuz ve eleştirici yorum yapmadan önce bunu gözeterek yorum yapmak en iyisi. bırakın insanlar sevinçlerini paylaşsın ve yaşasın.
sosyal medya üzerinden çocuğunun afedersiniz, kakasını atan anneler varken bu bir hiçtir benim gözümde.
devamını gör...
sabah sabah edebi başlıklara tanım girmek
takdir ettiğim yazar eylemidir.
bu nasıl bir edebiyat aşkı sayın sözlük yazarları.
neyse,
günaydın.
bu nasıl bir edebiyat aşkı sayın sözlük yazarları.
neyse,
günaydın.
devamını gör...
orhan veli kanık
ölüm şekli beni etkileyen şair.
ankara'da bir gece belediye çukuruna düşer, daha sonra çıkarılır istanbul'a gider. birkaç gün sonra da vefat eder. ölüm nedeni başta alkol zehirlenmesi sanılsa da beyin kanamasıdır. bunun üzerine halim şefik bir şiir yazar:
--- alıntı ---
orhan veli'ye ağıt
morgta açılınca kafatası
doktor beyler beyin gördüler
indirince tenkafesine neşteri
doktor beyler yürek gördüler
yürekte ne gördüler dersiniz
yürekte memleket gördüler
dünya gördüler
bir de dost gördüler
ama bu işte doktor beyler
doğrusu geç kaldılar
çok geç kaldılar
--- alıntı ---
ankara'da bir gece belediye çukuruna düşer, daha sonra çıkarılır istanbul'a gider. birkaç gün sonra da vefat eder. ölüm nedeni başta alkol zehirlenmesi sanılsa da beyin kanamasıdır. bunun üzerine halim şefik bir şiir yazar:
--- alıntı ---
orhan veli'ye ağıt
morgta açılınca kafatası
doktor beyler beyin gördüler
indirince tenkafesine neşteri
doktor beyler yürek gördüler
yürekte ne gördüler dersiniz
yürekte memleket gördüler
dünya gördüler
bir de dost gördüler
ama bu işte doktor beyler
doğrusu geç kaldılar
çok geç kaldılar
--- alıntı ---
devamını gör...
nihilizm
her gerçeği, her değeri inkâr şeklinde var olan; her şeye şüphe ile yaklaşan ve kesin olarak hiçbir şeyin var olamayacağını savunan felsefi görüş.
görüşün temelleri antik yunan filozoflarından biri olan gorgias’ın üç önermesine dayanmaktadır. işbu üç önerme: (1) hiçbir şey yoktur, (2) bir şey olsa bile bilemeyiz, (3) bilsek bile başkalarına anlatamayız şeklindedir.
ayrıca tevfik fikret tarafından özet kıvamında bir tanımı mevcuttur:
“her şeref yapma, her saadet piç;
her şeyin ibtidası, ahiri hiç.”
görüşün temelleri antik yunan filozoflarından biri olan gorgias’ın üç önermesine dayanmaktadır. işbu üç önerme: (1) hiçbir şey yoktur, (2) bir şey olsa bile bilemeyiz, (3) bilsek bile başkalarına anlatamayız şeklindedir.
ayrıca tevfik fikret tarafından özet kıvamında bir tanımı mevcuttur:
“her şeref yapma, her saadet piç;
her şeyin ibtidası, ahiri hiç.”
devamını gör...
şükrü erbaş
muhteşem şiirlerin sahibi değerli şairimizin bu şiiri biraz düz yazı gibi. çok ciddiyim okullarda felsefe derslerinde okutulmalı, edebiyat dersi diyenlere de itirazım olmaz.
baştan söyleyim oldukça uzun ama bence her cümlesinin altı çizilir.
"ve güz geldi ömür hanım. dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor usul usul. insanın içini karartan bulutların seferi var göğün maviliğinde.yağmur ha yağdı ha yağacak. incecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin. hüznün bütün koşulları hazır. nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan. kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı, yüzüm ömrümün atlası, düzlükleri bunaltı, yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir engebeler atlası. yaşamak bir can sıkıntısı mıdır ömür hanım?
her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, umuttan, sevinçten ne anlar?
göğü görmeden, denizi görmeden maviyi anlamaya benzemez mi bu? bir güz düşünün ki ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış. böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? başlamanın bir anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa başlangıcı olmak değil midir?
yaşamı düz bir çizgide tutmak tükenmektir. yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik olur tükenmek değil de?
yağmur yağıyor ömür hanım...gökten değil, yüreğimin boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...ve ben sonsuz bir düzlükte bir küçücük bir silik nokta gibi eriyip gidiyorum. seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar katından?
dönelim...dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü kabuklarına sığınmaktır...olsun dönelim biz yine de. bilincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var. evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dönelim. ölçüsüz yaşamak bize göre değil ömür hanım. büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. küçücük avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın binlerce engeli yığıldı önümüze. hangi birini yenebilirdik bunca olanaksızlık içinde. umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi öğrendik böylece.
yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı ömür hanım. bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir göz bebeklerimden. sahi nedir yaşamın anlamı? geriye dönüyorum sık sık yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır yükler aldığı zamanın derin denizlerine. bakıyorum umut karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka ne ki?
yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi içine alan kocaman bir yanılsama değil mi yoksa?
öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim, özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. koşullarım beni oluşturdu ben acılarımı buldum. herkes gibi yaşasaydım eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi avutmaya beni. bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise, bir yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, varolmaya, dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya...
oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının eteklerine yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. öyle bir tüketmek ki, sonucu yepyeni bir ben'e ulaştırırdı beni, kederli dalgınlığımdan her döndüğümde...bir ben ki tüm ilişkilerin perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay yakınlıklarına insanların. kim kimi ne kadar anlayabilir ömür hanım?
susmak yalnızlığın ana dilidir, ömür hanım, şiiridir beni konuşmaya zorlama ne olur. sözün sularını tükettim ben, kaynağını kuruttum. geriye bir büyük sessizlik kaldı yüreğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...yalnızım ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi karanlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...sularım toprağa sızıyor bak. yüzümü geceler örtüyor. binlerce taş saklanıyor içimde. kim kimin derinliğini görebilir, hem hangi gözle?
kendilerinden olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok konuşuyorlar ki...bir söz insanın neresinden doğar dersiniz? dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? düşlerinden mi yoksa gerçeğinden mi? ve kaç kapıdan geçip yerini bulur bir başka insanda? yerini bulur mu gerçekten? sözü yasaklamalı ömür hanım yasaklamalı...kimsenin kimseyi anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne işe yarıyor ki?
olanağı olsa da insanların yürekleri konuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten olurdu. aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. yanılıyor muyum? olsun. yanıldığımı biliyorum ya...
yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. kurşun aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan. belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. sessizlik sesten hele de güncel ve kof her zaman iyidir, düş gücü, iç zenginliği verir insana. dünyanın usul usul ağaran o puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. anlık izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü, kalıcı ömürlüdür...alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi, bizi değişmek çirkinleştirir de.
kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir adım bile, bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz olur insanın küçücük ömrünün karşısında. istemenin kuralı yoktur; istemek yaşamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız, ne yerinde ne yersiz.
biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir parçamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. en büyük hünerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak...
kıyılarımız duygularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir, ufuklarımızsa sisler içinde...o kıyısız gökyüzü nasıl sığar küçücük gözlerimize, bir bardak suya, ağız dil vermez geceye? ve nedir ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir içimize. çözemeyiz de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek, bu ezbere yaşamla.
dünya bir testidir, de, ömür hanım, ömür bir su...sızar iğne ucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir yudum mutluluk için. ve bir gün ölümün balkonundan...dökülür toprağa el içi kadar bir su. yerde birkaç damla nem bir avuç ıslaklık...ölümü bilerek nasıl yaşar insan, geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün acıların anasıdır, de...
sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. değişik şeyler söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. yıldım ömrümün kalıplarından. beni duy ve anla.
yağmur dindi ömür hanım. gökyüzü masmavi gülümsedi yine. doğa aynı oyunu oynuyor bizimle. umudun ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi atlasından. ne aldanış! bulutların rengi mavi-beyaz mıdır, kurşuni-külrengi mi yoksa?
gökyüzünü öpmek isterdim ömür hanım, gözlerimle değil dudaklarımla. yoruldum bulutları kirpiklerimde taşımaktan. delilik mi dedin? kim bilir...belki de yerde sürünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir aykırı olmak duygusu. gökyüzü de olmak isteyebilirdim değil mi? kim ne diyebilir ki?
kimseler görmedi ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim. içimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim olmayan garip bir gülümsemeyle yüzümde, incelik adına ben geçtim...yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde, ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. beni cam kırıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü ve dağınıklığı ile... yükümü yanlış bedestanlarla çözdüm.
ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. saatlerce dayak yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. ürperiyorum. bir at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın sokaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. içimde bir çocuk, yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek. sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş, yanılmış bir çocukluk olmasın ömür hanım?"
baştan söyleyim oldukça uzun ama bence her cümlesinin altı çizilir.
"ve güz geldi ömür hanım. dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor usul usul. insanın içini karartan bulutların seferi var göğün maviliğinde.yağmur ha yağdı ha yağacak. incecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin. hüznün bütün koşulları hazır. nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan. kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı, yüzüm ömrümün atlası, düzlükleri bunaltı, yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir engebeler atlası. yaşamak bir can sıkıntısı mıdır ömür hanım?
her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, umuttan, sevinçten ne anlar?
göğü görmeden, denizi görmeden maviyi anlamaya benzemez mi bu? bir güz düşünün ki ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış. böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? başlamanın bir anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa başlangıcı olmak değil midir?
yaşamı düz bir çizgide tutmak tükenmektir. yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik olur tükenmek değil de?
yağmur yağıyor ömür hanım...gökten değil, yüreğimin boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...ve ben sonsuz bir düzlükte bir küçücük bir silik nokta gibi eriyip gidiyorum. seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar katından?
dönelim...dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü kabuklarına sığınmaktır...olsun dönelim biz yine de. bilincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var. evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dönelim. ölçüsüz yaşamak bize göre değil ömür hanım. büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. küçücük avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın binlerce engeli yığıldı önümüze. hangi birini yenebilirdik bunca olanaksızlık içinde. umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi öğrendik böylece.
yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı ömür hanım. bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir göz bebeklerimden. sahi nedir yaşamın anlamı? geriye dönüyorum sık sık yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır yükler aldığı zamanın derin denizlerine. bakıyorum umut karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka ne ki?
yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi içine alan kocaman bir yanılsama değil mi yoksa?
öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim, özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. koşullarım beni oluşturdu ben acılarımı buldum. herkes gibi yaşasaydım eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi avutmaya beni. bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise, bir yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, varolmaya, dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya...
oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının eteklerine yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. öyle bir tüketmek ki, sonucu yepyeni bir ben'e ulaştırırdı beni, kederli dalgınlığımdan her döndüğümde...bir ben ki tüm ilişkilerin perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay yakınlıklarına insanların. kim kimi ne kadar anlayabilir ömür hanım?
susmak yalnızlığın ana dilidir, ömür hanım, şiiridir beni konuşmaya zorlama ne olur. sözün sularını tükettim ben, kaynağını kuruttum. geriye bir büyük sessizlik kaldı yüreğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...yalnızım ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi karanlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...sularım toprağa sızıyor bak. yüzümü geceler örtüyor. binlerce taş saklanıyor içimde. kim kimin derinliğini görebilir, hem hangi gözle?
kendilerinden olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok konuşuyorlar ki...bir söz insanın neresinden doğar dersiniz? dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? düşlerinden mi yoksa gerçeğinden mi? ve kaç kapıdan geçip yerini bulur bir başka insanda? yerini bulur mu gerçekten? sözü yasaklamalı ömür hanım yasaklamalı...kimsenin kimseyi anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne işe yarıyor ki?
olanağı olsa da insanların yürekleri konuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten olurdu. aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. yanılıyor muyum? olsun. yanıldığımı biliyorum ya...
yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. kurşun aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan. belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. sessizlik sesten hele de güncel ve kof her zaman iyidir, düş gücü, iç zenginliği verir insana. dünyanın usul usul ağaran o puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. anlık izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü, kalıcı ömürlüdür...alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi, bizi değişmek çirkinleştirir de.
kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir adım bile, bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz olur insanın küçücük ömrünün karşısında. istemenin kuralı yoktur; istemek yaşamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız, ne yerinde ne yersiz.
biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir parçamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. en büyük hünerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak...
kıyılarımız duygularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir, ufuklarımızsa sisler içinde...o kıyısız gökyüzü nasıl sığar küçücük gözlerimize, bir bardak suya, ağız dil vermez geceye? ve nedir ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir içimize. çözemeyiz de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek, bu ezbere yaşamla.
dünya bir testidir, de, ömür hanım, ömür bir su...sızar iğne ucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir yudum mutluluk için. ve bir gün ölümün balkonundan...dökülür toprağa el içi kadar bir su. yerde birkaç damla nem bir avuç ıslaklık...ölümü bilerek nasıl yaşar insan, geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün acıların anasıdır, de...
sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. değişik şeyler söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. yıldım ömrümün kalıplarından. beni duy ve anla.
yağmur dindi ömür hanım. gökyüzü masmavi gülümsedi yine. doğa aynı oyunu oynuyor bizimle. umudun ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi atlasından. ne aldanış! bulutların rengi mavi-beyaz mıdır, kurşuni-külrengi mi yoksa?
gökyüzünü öpmek isterdim ömür hanım, gözlerimle değil dudaklarımla. yoruldum bulutları kirpiklerimde taşımaktan. delilik mi dedin? kim bilir...belki de yerde sürünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir aykırı olmak duygusu. gökyüzü de olmak isteyebilirdim değil mi? kim ne diyebilir ki?
kimseler görmedi ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim. içimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim olmayan garip bir gülümsemeyle yüzümde, incelik adına ben geçtim...yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde, ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. beni cam kırıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü ve dağınıklığı ile... yükümü yanlış bedestanlarla çözdüm.
ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. saatlerce dayak yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. ürperiyorum. bir at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın sokaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. içimde bir çocuk, yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek. sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş, yanılmış bir çocukluk olmasın ömür hanım?"
devamını gör...
jigolo olmak isterken dolandırılan erkekler
türkiye'de bir erkeğin cinselliğini satabilmesi için, epey bir extrem özelliklere sahip olması gerekiyor.
bu adamların çoğu, ağasın, paşasın, kralsın, yıkar geçersin usulü büyütülmüş sanırım.
aslanım öyle olmuyor o işler. ama şurada bir hatun kişisi çıkıp, var mı benimle yatacak yazsa, server kilitlenir, kafaya bir hafta ulaşılamaz anasını satayım.*
öyle bir cinsel açlık mevcut ne yazık ki.
bu adamların çoğu, ağasın, paşasın, kralsın, yıkar geçersin usulü büyütülmüş sanırım.
aslanım öyle olmuyor o işler. ama şurada bir hatun kişisi çıkıp, var mı benimle yatacak yazsa, server kilitlenir, kafaya bir hafta ulaşılamaz anasını satayım.*
öyle bir cinsel açlık mevcut ne yazık ki.
devamını gör...
at fobisi
at fobisi yaşamak için atın çiftesini yemek gerek. başka da bir şey düşünemiyorum. bir de yalan mı gerçek mi bilinmez atın ısırdığı da söylenir.
at ısırması deyince aklıma geldi. böyle ortaokuldayken sınıfta hiç sevilmeyen bir oğlan vardı. o gün okula gelmeyince öğretmen nerede olduğunu sınıfa sorar. babası rahatsızlanmış, güya babasını at ısırmış. tabi konu tam anlaşılamadı. oğlan sevilmiyor ya bir kere, sınıfın muzip öğrencileri yokluğunda dalga yollu öğretmene durumu şöyle anlatırlar.
"hocam, babası önce atı ısırmış, babası atı ısırınca at da babasını ısırmış. "
at ısırması deyince aklıma geldi. böyle ortaokuldayken sınıfta hiç sevilmeyen bir oğlan vardı. o gün okula gelmeyince öğretmen nerede olduğunu sınıfa sorar. babası rahatsızlanmış, güya babasını at ısırmış. tabi konu tam anlaşılamadı. oğlan sevilmiyor ya bir kere, sınıfın muzip öğrencileri yokluğunda dalga yollu öğretmene durumu şöyle anlatırlar.
"hocam, babası önce atı ısırmış, babası atı ısırınca at da babasını ısırmış. "
devamını gör...
bir baltaya sap olamamak
'bir baltaya sap olmanın' tersi olan durum. bomboş yaşamayı anlatır çoğu kez. vicdan azabından kahreden durumdur kendi adıma.
devamını gör...
gereksiz yere pahalı olan şeyler
hijyenik ped. keyfimizden satın almıyoruz bu ürünü. ihtiyaç. azcık insaf.
devamını gör...
cebir
el harezmi'nin kurucusu kabul edildiği, matematik biliminin bir kolu.
devamını gör...
kal benim için
zülfü livaneli 'nin 1998 yılı nefesim nefesine albümünden gönlüme göre pek güzel şarkısı.
yağan yağmur esen yeller
dosta karşı giden yollar
bülbülün konduğu dallar
sararıp da solmaz imiş
yağan yağmur esen yeller
dosta karşı giden yollar
bülbülün konduğu dallar
sararıp da solmaz imiş
devamını gör...
nilgün marmara
mezarını sık sık ziyaret ettiğimdir.mezarındaki huzur dolu sessizlik bana her şeyi unutturuyor,yaşamak zorunda olduğum dünyayı,sorumluluklarımı kendimi bile.belki de iki adımlık yer kürenin en derin acısını nilgün çektiği için mezarında bu kadar rahatlıyorumdur.görmemiş tanımamış olabilirim ama görseydim ve tanısaydım kesin çok severdim.gittiğimde mezarını sularım,alıcısı olmayan mektuplar bırakırım.kuşların sesine kulak veririm..
devamını gör...
animasyon film önerileri
a christmas carol.
monster house.
arrugas.
la tortue rouge.
monster house.
arrugas.
la tortue rouge.
devamını gör...
görüyorum ki çaresizliği hiç tatmamışsınız hayatınızda
beni her defasında ağlatan ve insanlığımdan utandıran cümle.
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının karalama defteri
gece biter,
gün biter,
yol biter,
ömür biter,
insan ölür,
insan bitmez!
toprağa gömersin,
ruhu gökyüzüne savrulur...
gün biter,
yol biter,
ömür biter,
insan ölür,
insan bitmez!
toprağa gömersin,
ruhu gökyüzüne savrulur...
devamını gör...
