sözlük radyosu kaçak yayınları
herkese tekrardan iyi geceler sayın yazarlar,
ben yine kendi başıma dinleyemediğim şarkıları sizlere çalmaya geldim.
saat 00:30'da arabeskin dibine vurmak için sözlük radyosu'nda buluşalım.
isteklerinizi bekliyorum. *
ben yine kendi başıma dinleyemediğim şarkıları sizlere çalmaya geldim.
saat 00:30'da arabeskin dibine vurmak için sözlük radyosu'nda buluşalım.
isteklerinizi bekliyorum. *
devamını gör...
vizontele
kadrosunda müthiş isimler barındıran, unutulmayan yılmaz erdoğan filmi.
devamını gör...
hayatının aşkını normal sözlük'te bulmak
ben daha kimin kadın kimin erkek olduğunu ayıramıyorum. siz nasıl sözlükte hayatınızın aşkını buluyorsunuz?
devamını gör...
yazarların itiraf köşesi
kafa rahatlığına,kendi yalnizligina çok değer veren bir insan olduğum icin sevgililik muhabbetine çok sıcak bakmayan biriydim ama iki yıldır bir sevgilim var.hem kafa rahatligi,hem keyifli yalnizlik-birliktelik her şeyi yaşıyorum.yaklasik bir yıldır da birlikte yaşıyoruz.cok iyi her şey.
demem o ki arkadaşlar aşk yormuyor kişi yoruyor.kafa dengi sevgili ömrü uzatıyor yemin ederim.hayat kalitem arttı.bulursaniz bırakmayın ve birlikte yaşamayı deneyimleyin.hepsi birbirinden güzel şeyler.
demem o ki arkadaşlar aşk yormuyor kişi yoruyor.kafa dengi sevgili ömrü uzatıyor yemin ederim.hayat kalitem arttı.bulursaniz bırakmayın ve birlikte yaşamayı deneyimleyin.hepsi birbirinden güzel şeyler.
devamını gör...
çocukken sahip olunan yanlış bakış açıları
allah'ın sanki sis, bulut gibi bütün gökyüzünü kaplayıp bizi seyretmesi. böyle hayal ederdim ve nedenini bilmediğim bir şekilde suçlu hissederdim o ayrı.
devamını gör...
sözlüğe kız tavlamak için üye olmak
kızlarda muhtemelen şöyle diyor:
- aşko sözlükte bir oğlan aşırı iyi yazıyor düştüm.
- aşko sözlükte bir oğlan aşırı iyi yazıyor düştüm.
devamını gör...
normal sözlük online listesi
sözlük diye geldik, forum olma yolunda evriliyoruz.
devamını gör...
hayal edilen ölüm şekli
olan aklımı ve sağlığımı kaybetmeden kendi seçtiğim bir zamanda ölmek tercihen daha güzel olurdu. kimseye muhtaç olmadan, kimseyi uğraştırmadan, yormadan. üzmeden diyemiyorum. ona engel olamam. nasıl öleceğimi de seçme şansım olursa bunu o an geldiğinde bilirim sanırım. fakat elbette ölümüm de şiir gibi olsun isterim.
devamını gör...
okuduğun bölümü söylediğinde sorulan garip sorular
-ne okuyorsun?
+ingiliz dili ve edebiyatı.
-ingiliz mi olcan mezun olunca, ehuehue.
+...
+ingiliz dili ve edebiyatı.
-ingiliz mi olcan mezun olunca, ehuehue.
+...
devamını gör...
devrecilik
değerli arkadaşım hialiens'in ukdesidir.
devrecilik nedir? uzun dönem askerlik yapmış olanlar bilirler bu kavramı. kara kuvvetleri komutanlığına bağlı birliklerde, en üst iki devrenin askerlerinin, diğer devre askerlerden kendilerini üstün görmeleri, koğuşun ve kışlanın bilimum angarya işlerini onların üzerine yıkmaları, kendilerine ayrı bir misyon yüklemeleri ile gerçekleşir. işin ilginç tarafı komuta kademesi de tüm bu olanlara çanak tutarlar, yeni gelen askerlerin daha az şikayete gelmeleri, kafalarının ağrımaması gibi nedenler en üst iki devrenin bu sistemi hiyerarşik bir biçimde işletmesine olanak tanır. yani aslında komutanlar istemezse o kışlada devreciliğin d'sini bile yaptırmazlar adama, yazacağı bir yazıya bakar sürüverirler allahın şey ettiği yerlere.
peki bu işler nedir? bizim emir defterimizde şöyle yazıyordu ve komutan tarafından imzalıydı; koğuşların, merdivenlerin, duşların ve tuvaletlerin temizlikleri en alt iki devre tarafından yapılır ve bir üst devreleri tarafından kontrolleri gerçekleştirilir. tabi bunların yanında telefon kullanmak zaten yok ama üst devreler kullanabilir, eğer kullanırken yakalanırsan çok ağır bir azar yeme ihtimalin mevcut, biraz diklenirsen toplu bir şekilde saldırmaları da olası. ben çektim sende çekeceksin zihniyeti yani kısaca. bu ne kadar sürüyor? benim gibi kışlaya gelir gelmez 4 gün sonra aşağıdan bir iş kaptıysanız habercilik gibi kıyak bir iş rahatsınız, kimse aşağıda devamlı duran biriyle ters düşmek istemez, zira her gün komutanınızla birlikte olduğunuz için bazı durumları daha rahat aktarabilirsiniz, o yüzden sizi görmezden gelmeyi seçerler. ama bunun dışında kalan her uzun dönem asker, bu hiyerarşik yapıda yerini alır, 3 ay sonra alt devresi gelir ve 3 ay boyunca yapılacak işleri ona anlatır, 3 ay sonra çömezleri gelir artık işi p*ç torunları gelene kadar onları göz ucuyla takip etmektir. onlarda geldikten sonra artık en kıdemli iki devreden biri olur ve bum; kahramanımızın karakter değişimi tamamlanmıştır. düşünün sivilde yüzüne tükürmeyeceğiniz adam burada kendini kral falan ilan eder, ben ne dersem o üleynn diye gezinir ortalıkta.* kendisine eziyet edilmiştir, en çok işi o yapmıştır o yaptıysa herkes yapmalıdır, ya seve seve ya okşaya okşaya ama yapacaktır. nitekim emir defterinde tam açık bu şekilde yazmasa da böyle uygulanmaktadır. tabi bunları yapan kişilerin b tertip ya da devre kaybı olmaması çok önemli, peki neden önemli onu aşağıda anlatıyorum, toplanın*
devreciliğin tanımını yaptık, peki bu sistemin kendi içinde olan açık noktaları var mı? tabii ki var onu da anlatalım.
benim vereceğim örnekler biraz absürt, kimilerine göre aşırı bile kaçabilir ama tamamı yaşanmıştır. ben askerliğimi ara bölge ya da bizim tabirimizle "sürgün yeri" diye tabir edilen bir doğu ilinde yaptım. mevcudumuz 60 kişi civarında oluyordu genel olarak. bilen bilir; 3 çeşit sülüs tarihi ya da sevk işte her neyse vardır. a, b, ve devre kaybı olarak adlandırılır. a tarihli devreler 21 ağustos sülüs tarihliyken bunların b'leri 21-30 eylül arası sülüs tarihine sahiptir, aynı devredir ama 30-35 gün arası kayıpları vardır, geç terhis olurlar. devre kaybı ise nerdeyse diğer devre ile askere gelmek üzereyken diğer devreden 1 yahut 1.5 ay kadar önce gelmiştir. yani alt devresi ile arasında 40-45 gün falan olur, ama bunlarda a ve b'ler gibi aynı tertiptir, hiyerarşide yerlerini alırlar. bunları anlattım çünkü asıl anlatacağım olaya buradan bağlayacağım mevzuyu.
yukarıda belirttiğim gibi sürgün yeri diye tabir edilen bir kışlada yaptım askerliğimi. sürgün yeri dediysem öyle şehre uzak imkanlar kısıtlı falan değil, aksine her şey mevcut, çarşıya yakın yemekler falan orta derecede güzel. sürgün yeri diye tabir edilmesinin sebebi birlikte görev alan askerlerin sivil hayatları. 60 kişilik mevcudumuzun çok rahat 40'ının bağımlılık geçmişi vardı. zaten 8 tane kısa dönem hep mevcut onları saymıyorum zira onlara kimse karışmıyordu, ki onların bile arasında dönem dönem eski eroin bağımlıları falan geliyordu.* bu bahsettiğim 40 kişinin 25 tanesi askerlik öncesi irili ufaklı suçlara karışmış, kimisi 10 ay üzeri hapis cezaları yatmış tiplerden oluşuyordu. celp değişiyordu ama bu lanet durum hiç değişmedi. şimdi düşünün; sivil hayatında herhangi bir sosyal statüye sittin sene sahip olamayacak tiplerin, burada devrecilik yaptığını ve komutanların buna müsaade ettiklerini, suistimal'e çok açık bir durum olduğu aşikar. torbacı lan adam sivilde, gasp'a falan karışmış basit yaralama falan ne dersen var yani, düşün bu adama bir rütbeli gelip koğuş size emanet biz 5'ten sonra yokuz zaten vukuat olmasın diyor, ne yapar bu adam? hayatta belki ciddiye alındığı kendinden çekinildiği tek yer burası, sağlıklı hareket etmez elbette bol bol saçmalar, kimse şikayet etmeye de gidemiyordu, zira şikayete gidiyosan ciddi bir durum olmalıydı ve yanında bir alt ve bir üst devren ile birlikte gitmeliydin, ancak o şekilde şikayetin geçerli oluyordu.
henüz kışlaya geleli 180 gün civarı bir zaman geçmişti, karargahta haberciydim kafama göre takılıyordum. üstüm başım tertemiz olmak zorundaydı temizlik vs. işlere zaten karışmıyordum bana karışan da yoktu zaten. 180 günün ardından en üst devrelerin a, b ve devre kayıpları gitmiş, bir alt devrelerinin a ve b'leri gitmiş geriye devre kaybı 3 kişi falan kalmıştı. bir gün her zamanki gibi koğuştaki koğuş defterini yenilemek için elimde yeni koğuş defteriyle girdiğimde sıradışı bir manzara ile karşılaştım. bu devre kaybı olan en üst devre arkadaşlardan biri koğuşun tam ortasında, karşısında ise alt devreleri kalabalık bir biçimde etrafını sarmış, birinin elinde su dolu bir matara var, "sen bana yaptın, operasyon çocuğu, bak şimdi sıra bende diyerek neresine denk gelirse vurmaya başladı. dövülen çocuğun adı mehmet, dayak atanın adı hakan. mehmet yalvarıyor dur mur falan ama hakan durur mu? kafa göz allah ne verdiyse yaradana sığınarak vuruyor, bildiğin matara ile dövüyor mehmet'i. kimse dokunmuyor tabii demek mehmet'in kabahati büyük, ama bir an düşündüm; lan matara ne alaka aliminyum? hani koğuşta sopa desen var, hortum desen var, atolye az ilerde zaten, levyedir anahtardır gırla yani, bunlar daha efektif aletler, mataranın tutacak yeri yok, avuçluyosun falan yorar adamı. neyse velhasıl mehmet en son bayıldı dayak yemekten, hakan'ı arkadaşları sakinleştirdi.
baba dedim iyi hoş ama bu ne olacak? sen haberci değil misin? söyle komutana zaten verecekleri bir hafta komutanlık kararıyla hapis dedi bana. şaka gibi lan adam ne olduğunu iyi biliyor askeri cezaevinin, her şeyi göze almış mataraylan öyle dövmüş bunu. nitekim indim belirttim durum böyle böyle, komutan koğuşa çıkıp biraz kızdı bağırdı falan, mehmet'i hastaneye götürdük hava değişimi aldı 35 gün zaten askerliği bitti o hava değişimiyle. hakan 1 hafta komutanlık kararıyla askeri cezaevine girdi. askeri cezaevi bu arada, "10 dönüm bostan, yan gel yat osman" tarzı bir yer kesinlikle değil, onu da kısaca anlatayım. daha girerken sigara paketini teslim ediyorsun, günde sadece 3 sigara içme hakkın var. tv izleme saatinde o tv'ye bakmak zorundasın, kitap okuma saatinde o kitabı okumak zorundasın, konuşmanın yasak olduğu saatler bile var yani, öyle illet bir yer.
neyse bir hafta geçti, bizim hakan'ı almak için transitle gittik askeri cezaevinin kapısına. çıktı geldi bu, tabi nikotin tüketiminin kısıtlanmasından kaynaklı biraz sinirli bir biçimde. hakan dedim kanka sana bir şey soracağım. sor dedi. dedim sen bu mehmet'i dövdün ya, neden sopayla, levyeyle falan değil matarayla dövdün? verdiği cevap karşısında şok olmuştum.
"bu operasyon çocuğu, gece nöbete gideceği zaman saat kaç olursa olsun beni uyandırır, hadi lan alt devre git şu matarayı doldur gel derdi. o kadar kinlendim ki ona, tüm devrelerinin gitmesini bekledim, ve tüm sonuçlarını hesaplayarak matarayla dövdüm."
haha şu lükse bir bakar mısınız baylar bayanlar? elin oğlu adıyaman'ın bozkırından çıkıp geliyor, ona buna emrediyor, su doldurtuyor, uykusunu falan bölüyor, düzen öyle bir düzen yani. tabi bu kadar aptallığı devre kaybı olduğunu bilerek yapmak, süzme gerizekalı olmayı gerektirdiğinden fazla üzülmedim. hatta hakan'a dedim ki; "lan adamın kafasına vurdun o kadar, keşke taştaşlarına vursaydın, hiç değilse üreyemezdi bir daha."* güldük falan neşemiz yerine geldi, kışlaya giderken 4 dürüm yaptırdık, ayranla gömdük şen şakrak girdik içeriye.
bu olaylar biraz daha devam etti bu şekilde, sonra tam bizim bir üst devrelerimiz mevzuyu abartıp koğuşta olaylar ayyuka çıkınca, ve bir askerin üst kademelere şikayet etmesiyle kışla geniş bir soruşturmadan geçirildi. emir defterinde yazılan absürt emirlerin ne hızla silindiğini görseniz ağzınız açık kalırdı.* daha sonrasında zaten bu tür şeyler yaşanmadı, bazı komutanlar değişti, sorun çıkaran askerlerin hepsi çeşitli kışlalara sürgün edildi. sonradan yine yaşanmış mıdır? bunu bilemiyorum. ama daha sonra askerlik falan kısaldı, üstüne bedelli çıktı, bu tip saçma salak durumlar muhtemelen o yıllarda tarihe karışmış olmalı...
devrecilik nedir? uzun dönem askerlik yapmış olanlar bilirler bu kavramı. kara kuvvetleri komutanlığına bağlı birliklerde, en üst iki devrenin askerlerinin, diğer devre askerlerden kendilerini üstün görmeleri, koğuşun ve kışlanın bilimum angarya işlerini onların üzerine yıkmaları, kendilerine ayrı bir misyon yüklemeleri ile gerçekleşir. işin ilginç tarafı komuta kademesi de tüm bu olanlara çanak tutarlar, yeni gelen askerlerin daha az şikayete gelmeleri, kafalarının ağrımaması gibi nedenler en üst iki devrenin bu sistemi hiyerarşik bir biçimde işletmesine olanak tanır. yani aslında komutanlar istemezse o kışlada devreciliğin d'sini bile yaptırmazlar adama, yazacağı bir yazıya bakar sürüverirler allahın şey ettiği yerlere.
peki bu işler nedir? bizim emir defterimizde şöyle yazıyordu ve komutan tarafından imzalıydı; koğuşların, merdivenlerin, duşların ve tuvaletlerin temizlikleri en alt iki devre tarafından yapılır ve bir üst devreleri tarafından kontrolleri gerçekleştirilir. tabi bunların yanında telefon kullanmak zaten yok ama üst devreler kullanabilir, eğer kullanırken yakalanırsan çok ağır bir azar yeme ihtimalin mevcut, biraz diklenirsen toplu bir şekilde saldırmaları da olası. ben çektim sende çekeceksin zihniyeti yani kısaca. bu ne kadar sürüyor? benim gibi kışlaya gelir gelmez 4 gün sonra aşağıdan bir iş kaptıysanız habercilik gibi kıyak bir iş rahatsınız, kimse aşağıda devamlı duran biriyle ters düşmek istemez, zira her gün komutanınızla birlikte olduğunuz için bazı durumları daha rahat aktarabilirsiniz, o yüzden sizi görmezden gelmeyi seçerler. ama bunun dışında kalan her uzun dönem asker, bu hiyerarşik yapıda yerini alır, 3 ay sonra alt devresi gelir ve 3 ay boyunca yapılacak işleri ona anlatır, 3 ay sonra çömezleri gelir artık işi p*ç torunları gelene kadar onları göz ucuyla takip etmektir. onlarda geldikten sonra artık en kıdemli iki devreden biri olur ve bum; kahramanımızın karakter değişimi tamamlanmıştır. düşünün sivilde yüzüne tükürmeyeceğiniz adam burada kendini kral falan ilan eder, ben ne dersem o üleynn diye gezinir ortalıkta.* kendisine eziyet edilmiştir, en çok işi o yapmıştır o yaptıysa herkes yapmalıdır, ya seve seve ya okşaya okşaya ama yapacaktır. nitekim emir defterinde tam açık bu şekilde yazmasa da böyle uygulanmaktadır. tabi bunları yapan kişilerin b tertip ya da devre kaybı olmaması çok önemli, peki neden önemli onu aşağıda anlatıyorum, toplanın*
devreciliğin tanımını yaptık, peki bu sistemin kendi içinde olan açık noktaları var mı? tabii ki var onu da anlatalım.
benim vereceğim örnekler biraz absürt, kimilerine göre aşırı bile kaçabilir ama tamamı yaşanmıştır. ben askerliğimi ara bölge ya da bizim tabirimizle "sürgün yeri" diye tabir edilen bir doğu ilinde yaptım. mevcudumuz 60 kişi civarında oluyordu genel olarak. bilen bilir; 3 çeşit sülüs tarihi ya da sevk işte her neyse vardır. a, b, ve devre kaybı olarak adlandırılır. a tarihli devreler 21 ağustos sülüs tarihliyken bunların b'leri 21-30 eylül arası sülüs tarihine sahiptir, aynı devredir ama 30-35 gün arası kayıpları vardır, geç terhis olurlar. devre kaybı ise nerdeyse diğer devre ile askere gelmek üzereyken diğer devreden 1 yahut 1.5 ay kadar önce gelmiştir. yani alt devresi ile arasında 40-45 gün falan olur, ama bunlarda a ve b'ler gibi aynı tertiptir, hiyerarşide yerlerini alırlar. bunları anlattım çünkü asıl anlatacağım olaya buradan bağlayacağım mevzuyu.
yukarıda belirttiğim gibi sürgün yeri diye tabir edilen bir kışlada yaptım askerliğimi. sürgün yeri dediysem öyle şehre uzak imkanlar kısıtlı falan değil, aksine her şey mevcut, çarşıya yakın yemekler falan orta derecede güzel. sürgün yeri diye tabir edilmesinin sebebi birlikte görev alan askerlerin sivil hayatları. 60 kişilik mevcudumuzun çok rahat 40'ının bağımlılık geçmişi vardı. zaten 8 tane kısa dönem hep mevcut onları saymıyorum zira onlara kimse karışmıyordu, ki onların bile arasında dönem dönem eski eroin bağımlıları falan geliyordu.* bu bahsettiğim 40 kişinin 25 tanesi askerlik öncesi irili ufaklı suçlara karışmış, kimisi 10 ay üzeri hapis cezaları yatmış tiplerden oluşuyordu. celp değişiyordu ama bu lanet durum hiç değişmedi. şimdi düşünün; sivil hayatında herhangi bir sosyal statüye sittin sene sahip olamayacak tiplerin, burada devrecilik yaptığını ve komutanların buna müsaade ettiklerini, suistimal'e çok açık bir durum olduğu aşikar. torbacı lan adam sivilde, gasp'a falan karışmış basit yaralama falan ne dersen var yani, düşün bu adama bir rütbeli gelip koğuş size emanet biz 5'ten sonra yokuz zaten vukuat olmasın diyor, ne yapar bu adam? hayatta belki ciddiye alındığı kendinden çekinildiği tek yer burası, sağlıklı hareket etmez elbette bol bol saçmalar, kimse şikayet etmeye de gidemiyordu, zira şikayete gidiyosan ciddi bir durum olmalıydı ve yanında bir alt ve bir üst devren ile birlikte gitmeliydin, ancak o şekilde şikayetin geçerli oluyordu.
henüz kışlaya geleli 180 gün civarı bir zaman geçmişti, karargahta haberciydim kafama göre takılıyordum. üstüm başım tertemiz olmak zorundaydı temizlik vs. işlere zaten karışmıyordum bana karışan da yoktu zaten. 180 günün ardından en üst devrelerin a, b ve devre kayıpları gitmiş, bir alt devrelerinin a ve b'leri gitmiş geriye devre kaybı 3 kişi falan kalmıştı. bir gün her zamanki gibi koğuştaki koğuş defterini yenilemek için elimde yeni koğuş defteriyle girdiğimde sıradışı bir manzara ile karşılaştım. bu devre kaybı olan en üst devre arkadaşlardan biri koğuşun tam ortasında, karşısında ise alt devreleri kalabalık bir biçimde etrafını sarmış, birinin elinde su dolu bir matara var, "sen bana yaptın, operasyon çocuğu, bak şimdi sıra bende diyerek neresine denk gelirse vurmaya başladı. dövülen çocuğun adı mehmet, dayak atanın adı hakan. mehmet yalvarıyor dur mur falan ama hakan durur mu? kafa göz allah ne verdiyse yaradana sığınarak vuruyor, bildiğin matara ile dövüyor mehmet'i. kimse dokunmuyor tabii demek mehmet'in kabahati büyük, ama bir an düşündüm; lan matara ne alaka aliminyum? hani koğuşta sopa desen var, hortum desen var, atolye az ilerde zaten, levyedir anahtardır gırla yani, bunlar daha efektif aletler, mataranın tutacak yeri yok, avuçluyosun falan yorar adamı. neyse velhasıl mehmet en son bayıldı dayak yemekten, hakan'ı arkadaşları sakinleştirdi.
baba dedim iyi hoş ama bu ne olacak? sen haberci değil misin? söyle komutana zaten verecekleri bir hafta komutanlık kararıyla hapis dedi bana. şaka gibi lan adam ne olduğunu iyi biliyor askeri cezaevinin, her şeyi göze almış mataraylan öyle dövmüş bunu. nitekim indim belirttim durum böyle böyle, komutan koğuşa çıkıp biraz kızdı bağırdı falan, mehmet'i hastaneye götürdük hava değişimi aldı 35 gün zaten askerliği bitti o hava değişimiyle. hakan 1 hafta komutanlık kararıyla askeri cezaevine girdi. askeri cezaevi bu arada, "10 dönüm bostan, yan gel yat osman" tarzı bir yer kesinlikle değil, onu da kısaca anlatayım. daha girerken sigara paketini teslim ediyorsun, günde sadece 3 sigara içme hakkın var. tv izleme saatinde o tv'ye bakmak zorundasın, kitap okuma saatinde o kitabı okumak zorundasın, konuşmanın yasak olduğu saatler bile var yani, öyle illet bir yer.
neyse bir hafta geçti, bizim hakan'ı almak için transitle gittik askeri cezaevinin kapısına. çıktı geldi bu, tabi nikotin tüketiminin kısıtlanmasından kaynaklı biraz sinirli bir biçimde. hakan dedim kanka sana bir şey soracağım. sor dedi. dedim sen bu mehmet'i dövdün ya, neden sopayla, levyeyle falan değil matarayla dövdün? verdiği cevap karşısında şok olmuştum.
"bu operasyon çocuğu, gece nöbete gideceği zaman saat kaç olursa olsun beni uyandırır, hadi lan alt devre git şu matarayı doldur gel derdi. o kadar kinlendim ki ona, tüm devrelerinin gitmesini bekledim, ve tüm sonuçlarını hesaplayarak matarayla dövdüm."
haha şu lükse bir bakar mısınız baylar bayanlar? elin oğlu adıyaman'ın bozkırından çıkıp geliyor, ona buna emrediyor, su doldurtuyor, uykusunu falan bölüyor, düzen öyle bir düzen yani. tabi bu kadar aptallığı devre kaybı olduğunu bilerek yapmak, süzme gerizekalı olmayı gerektirdiğinden fazla üzülmedim. hatta hakan'a dedim ki; "lan adamın kafasına vurdun o kadar, keşke taştaşlarına vursaydın, hiç değilse üreyemezdi bir daha."* güldük falan neşemiz yerine geldi, kışlaya giderken 4 dürüm yaptırdık, ayranla gömdük şen şakrak girdik içeriye.
bu olaylar biraz daha devam etti bu şekilde, sonra tam bizim bir üst devrelerimiz mevzuyu abartıp koğuşta olaylar ayyuka çıkınca, ve bir askerin üst kademelere şikayet etmesiyle kışla geniş bir soruşturmadan geçirildi. emir defterinde yazılan absürt emirlerin ne hızla silindiğini görseniz ağzınız açık kalırdı.* daha sonrasında zaten bu tür şeyler yaşanmadı, bazı komutanlar değişti, sorun çıkaran askerlerin hepsi çeşitli kışlalara sürgün edildi. sonradan yine yaşanmış mıdır? bunu bilemiyorum. ama daha sonra askerlik falan kısaldı, üstüne bedelli çıktı, bu tip saçma salak durumlar muhtemelen o yıllarda tarihe karışmış olmalı...
devamını gör...
edebiyatçıların ilginç ölümleri
ölü canlar romanının ikinci cildini yazan (bkz: nikolay vasilyeviç gogol), yazdıklarının şeytan işi olduğunu düşünür ve tüm el yazmalarını yakarak imha eder. girdiği bunalım sonucu yemek yemeyi reddeder, yataklara düşer. olaydan 10 gün sonra, 42 yaşında moskova'da hayata gözlerini yumar.
devamını gör...
bir yazarın tüm entrylerini okumak
yazmaktan daha çok yaptığım, oldukça da keyif aldığım ve bu konuda yalnız olmadığımı öğrendiğim başlık.
deli misin nesin deyip duruyordum kendi kendime. iyi geldi bu başlık ve tanım:))
deli misin nesin deyip duruyordum kendi kendime. iyi geldi bu başlık ve tanım:))
devamını gör...
iz
aklıma ''kara basma iz olur'' şarkısını getiren başlıktır.
devamını gör...
yeni biriyle tanışmak
yakın geçmiş zamanda ve yakın çevresinden bir anlamda zarar görmüş kimselerin, zorlandığı ve dahi istemediği bir durumdur. (ahanda tanım yaptım. bana özelden yazan, iyi ama az tanım yapıyorsun, sol frame uğramıyorsun, gündeme yazmıyorsun, çok zeki ve çok karizmatik ve çok yakışıklısın ama az tanım yapıyorsun diyenlere)
bu durumu yaşayanlar için kısa bir açıklama yapalım. beynimizin bizi koruma moduna geçmesi durumudur. yeni tanıştığınız insanlara mesafeli duruş aslında bir koruma mekanızmasıdır. beyniniz “ uzak dur, yapma, yine mi? ne çabuk unuttun, elleşme, sakin ol”gibi sinyaller yollar. bu aslında iyidir.
diğer taraftan insan sosyal bir varlıktır. hayatın doğal akışında zaten yeni birileriyle tanışacaksınız. sosyal derken, medyasını kastetmedim. kaldı ki sosyal medya üzerinden tanışılan kişiler ne kadar gerçektir ki? siz ne kadar gerçek kalabiliyorsunuz bu mecrada? herkesin mutlu, herkesin güzel, herkesin filtreli olduğu bir ortamdan sağlam bir ilişki çıkar mı? zor! çıksa da bir süre sonra patlar.
ancak dediğim gibi, yeni insanlarla tanışmak, hayatın normal akışında var olandır. iş, eğitim, yakın çevrenizden veya bir sebeple gittiğiniz “başka bir şehirden” birileriyle tanışırsınız.
bu durumu yaşayanlar için kısa bir açıklama yapalım. beynimizin bizi koruma moduna geçmesi durumudur. yeni tanıştığınız insanlara mesafeli duruş aslında bir koruma mekanızmasıdır. beyniniz “ uzak dur, yapma, yine mi? ne çabuk unuttun, elleşme, sakin ol”gibi sinyaller yollar. bu aslında iyidir.
diğer taraftan insan sosyal bir varlıktır. hayatın doğal akışında zaten yeni birileriyle tanışacaksınız. sosyal derken, medyasını kastetmedim. kaldı ki sosyal medya üzerinden tanışılan kişiler ne kadar gerçektir ki? siz ne kadar gerçek kalabiliyorsunuz bu mecrada? herkesin mutlu, herkesin güzel, herkesin filtreli olduğu bir ortamdan sağlam bir ilişki çıkar mı? zor! çıksa da bir süre sonra patlar.
ancak dediğim gibi, yeni insanlarla tanışmak, hayatın normal akışında var olandır. iş, eğitim, yakın çevrenizden veya bir sebeple gittiğiniz “başka bir şehirden” birileriyle tanışırsınız.
devamını gör...
mevlana celaleddin-i rumi
mürşit
mürşid-i kamil
“gölgeye aşık olursan, güneş çekip gittiğinde ortada kalırsın. “ demiş kendisi mesnevi’de
mürşid-i kamil
“gölgeye aşık olursan, güneş çekip gittiğinde ortada kalırsın. “ demiş kendisi mesnevi’de
devamını gör...
gençlerimize 3 mümkünse daha fazla çocuk öneriyoruz
bir çocuğu her anlamda eğitmek, manevî değerlerini güçlendirip topluma kazandırmak bile çok zorken 3 çocuk neyin nesidir?
devamını gör...
tarihi şahsiyetler yazar olsa açacağı başlıklar
başlık sahibi : timur.
başlık : deplasmanda beyazid'i tokat manyağı yapmam.
başlık : deplasmanda beyazid'i tokat manyağı yapmam.
devamını gör...
ramazanda bir hadis hatırlat
“kim benim üzerime yalan uydurursa, cehennemdeki yerini hazırlasın”
buhari, ilim, 38; müslim, zühd, 72; ebû davûd, ilim, 4; tirmizi, fiten, 70; müsned, 1/70.
buhari, ilim, 38; müslim, zühd, 72; ebû davûd, ilim, 4; tirmizi, fiten, 70; müsned, 1/70.
devamını gör...

