kupa bardağı kırılınca hayata küsmek
hayata küsmek için daha önemli sebepler olmalı. ama üzülüyor yine de insan, alıştığı bardak kırılınca.
devamını gör...
kürtlerin en sevdiği araba markasının reno toros olması
“beyaz bir toros geldi. toros marka araçtan inen sanık tamer atak, babama araca binmesini söyledi. babam araca binmeyip yoluna devam edince, 50 metre ileride kaldırımda araçla önünü kestiler. tamer arabadan indi ve elinde tabanca vardı. aralarında boğuşma yaşanırken araçtan kukel atak indi. babamı kaleşnikof ile taradı ve oradan ayrıldılar. ben korkup şok geçirdiğim için olay yerine gidemedim. çevredekiler kimi korkudan kaçtı, kimi kepenklerini kapatarak olay yerinden uzaklaştı. cizre’de o dönemde korku hâkimdi. kimin kimi öldürdüğü belli değildi ve insanlar kendi canlarının derdine düşmüştü.” böyle bir anlamı var bu araba ne alaka diyenler için. sizin gibi faşistler yüzünden bu ülke düzelmiyor. bir türlü bırakmadınız insanlar kendi ülkesini sevsin ona sahip çıksın sürekli bir öteki durumu oldu, umarım yakın zamanda zihniyetinizide alıp defolup gidersiniz.
devamını gör...
sözlükçülerin genelde ezik büzük tipler olması
teşekkürler yazar arkadaşım, kendimi bir kalıba koymaya çalışıyordum, tam vaktinde geldin.
(bkz: konuş herbokolog)
(bkz: konuş herbokolog)
devamını gör...
tip ve karakter farkı
bazı sözlük yazarlarımızın bilmediğine emin olduğum farktır zira bir insanı yalnız bir özelliğinden dolayı salak ya da zeki yapmanın başka bir açıklaması olamaz.
tip genelde bir özelliği ile bilinir. edebi metinlerde toplumsal boyutu ile öne çıkar ve ait olduğu sosyal durum, olay veya olgu onun üzerinden işlenir.
karakter ise bir sürü özelliğin toplanması ile oluşur. çelişkileri, acıları, mutlulukları, çıkmazları sadece kendisine aittir ve kendisiyle sınırlandırılmıştır.
bu iki bilgiden yola çıkarak insanlar tipleme değildir, birer karakter göstergesidir. yani bazı uç noktalar dışında bir özelliği nedeniyle kötü ya da iyi biri olmaz.
tip genelde bir özelliği ile bilinir. edebi metinlerde toplumsal boyutu ile öne çıkar ve ait olduğu sosyal durum, olay veya olgu onun üzerinden işlenir.
karakter ise bir sürü özelliğin toplanması ile oluşur. çelişkileri, acıları, mutlulukları, çıkmazları sadece kendisine aittir ve kendisiyle sınırlandırılmıştır.
bu iki bilgiden yola çıkarak insanlar tipleme değildir, birer karakter göstergesidir. yani bazı uç noktalar dışında bir özelliği nedeniyle kötü ya da iyi biri olmaz.
devamını gör...
küpe takan erkek modeli
içinde bulunduğum model.
çirkinim ama küpe takmanın bana yakıştığını düşünüyorum.
çirkinim ama küpe takmanın bana yakıştığını düşünüyorum.
devamını gör...
iz bırakan kitap cümleleri
yalan söylediğin zaman bir insanın gerçeğe ulaşma hakkını çalarsın.
uçurtma avcısı.
uçurtma avcısı.
devamını gör...
espresso fincanı seçerken dikkat edilecek hususlar
sadece bir fincan olarak düşünseniz de espresso fincanı seçmek detaylı bir süreçtir. aynı türk kahvesinde olduğu gibi seçilen fincan kahvenin anlamını arttırır. nasıl ki türk kahvesi içerken geleneksel çizgilere sahip fincanları tercih edilirse, espresso için de aynı durum geçerlidir. espresso fincanları bazı yerlerde "demitasse" olarak da adlandırılır. aslında bu kelime, fransızcada "yarım bardak" anlamına gelir. bu fincanlar yaklaşık 60-90 ml hacme sahiptir. bu fincanlar espressonun yanı sıra türk kahvesi için kullanılan fincanları da ifade eder. bu fincanları seçerken dikkat etmeniz gereken beş temel nokta vardır:
(1) fincanın boyutu
fincan seçerken yukarıda da belirttiğimiz gibi demitasse olarak adlandırılan boyut en ideal seçim olacaktır. diğer kahve çeşitleri ile karşılaştırıldığında daha az hacme sahip olduğu için espressoyu büyük bir fincanda hazırlamak tavsiye edilmez.
(2) fincanın malzemesi
geleneksel espresso fincanı ile kahvenizi içmek istiyorsanız kesinlikle porselen malzemeyi tercih etmelisiniz. düz beyaz porselen fincan, fincanın içerisindeki koyu kahvenin rengiyle muhteşem bir uyum yaratacak. porselen, ısının tüm fincan boyunca eşit olarak yayılmasını sağlar. alternatif olarak cam bardaklar da son zamanlarda popülerlik kazandı. cam bardakların en büyük artısı ise kahvenin ışık kırılmalarıyla benzersiz bir görüntüye kavuşması.
(3) fincanın şekli
özellikle porselen fincanların yuvarlak şekilli olanları tercih edilir. ayrıca kalın malzemeden yapılan porselen fincan, kahveyi içmeyi kolaylaştıracaktır. cam fincanlarda ise ışığı kıran kristal kesim olarak adlandırılan köşeli şekiller yaygın olarak kullanılır. böylece ışığın parıltısı yoğun kahvenin üstüne yansıyarak daha çekici bir görüntü oluşturur.
(4) fincanın rengi
geleneksel olarak düz beyaz porselen fincanlar tercih edilmektedir. tabağında logo ya da yazı olan fincanlar da yaygın olarak kullanılır. son zamanlarda farklı desenlerin olduğu modern ve geleneksel fincanlar da yaygınlaşmıştır.
(5) fincanın kulpu
espresso içmek için fincan seçerken en önemli konulardan biri tartışmasız olarak fincanın kulpudur. kulp, elden kaymayacak şekilde olmalıdır. ayrıca baş parmağın ve işaret parmağının tam oturması da aranan diğer bir özelliktir.
(1) fincanın boyutu
fincan seçerken yukarıda da belirttiğimiz gibi demitasse olarak adlandırılan boyut en ideal seçim olacaktır. diğer kahve çeşitleri ile karşılaştırıldığında daha az hacme sahip olduğu için espressoyu büyük bir fincanda hazırlamak tavsiye edilmez.
(2) fincanın malzemesi
geleneksel espresso fincanı ile kahvenizi içmek istiyorsanız kesinlikle porselen malzemeyi tercih etmelisiniz. düz beyaz porselen fincan, fincanın içerisindeki koyu kahvenin rengiyle muhteşem bir uyum yaratacak. porselen, ısının tüm fincan boyunca eşit olarak yayılmasını sağlar. alternatif olarak cam bardaklar da son zamanlarda popülerlik kazandı. cam bardakların en büyük artısı ise kahvenin ışık kırılmalarıyla benzersiz bir görüntüye kavuşması.
(3) fincanın şekli
özellikle porselen fincanların yuvarlak şekilli olanları tercih edilir. ayrıca kalın malzemeden yapılan porselen fincan, kahveyi içmeyi kolaylaştıracaktır. cam fincanlarda ise ışığı kıran kristal kesim olarak adlandırılan köşeli şekiller yaygın olarak kullanılır. böylece ışığın parıltısı yoğun kahvenin üstüne yansıyarak daha çekici bir görüntü oluşturur.
(4) fincanın rengi
geleneksel olarak düz beyaz porselen fincanlar tercih edilmektedir. tabağında logo ya da yazı olan fincanlar da yaygın olarak kullanılır. son zamanlarda farklı desenlerin olduğu modern ve geleneksel fincanlar da yaygınlaşmıştır.
(5) fincanın kulpu
espresso içmek için fincan seçerken en önemli konulardan biri tartışmasız olarak fincanın kulpudur. kulp, elden kaymayacak şekilde olmalıdır. ayrıca baş parmağın ve işaret parmağının tam oturması da aranan diğer bir özelliktir.
devamını gör...
babaya söylemek istenip de söylenemeyenler
bu dünya için fazla iyi bir adamsın.
devamını gör...
damat kadar taş düşsün başınıza
damadın mal varlığı ağırlığınca düşerse o kaya, altında ezilir, ölürüz. kötü bir beddua veya temennidir.
senin başına düşse hoş olur mu mr. başkan.
senin başına düşse hoş olur mu mr. başkan.
devamını gör...
evlilik
nedense toplumların önündeki en büyük engellerden biri olduğunu düşünüyorum uzun zamandır. özellikle türk toplumunun.
*** bu yazı safi kişisel düşüncelerimi içermektedir ve görece uzun olacağını zannediyorum. ona göre okumaya başlamanızı tavsiye ediyorum, sonra yarısına gelince "ulan amma yazmışsın işsiz çocuk" demeyin***
şimdi öncelikle yazının ne anlatacağını özetleyeyim. dilim elverdiğince basitten karmaşığa doğru tek eşliliği anlatacağım önce. hayvanlardan başlayıp insana geleceğiz. monogami ile poligaminin birbirine görece avantajları-dezavantajlarına değineceğiz. en son da insan sosyal bir varlık olduğu için, tek eşliliğin “kutsal paktı” olan evlilik sosyal olarak insan hayatını nasıl etkilemiş, tek eşli değil de çok eşli olsaydı insanlık nasıl gelişirdi (veya çok eşliliğin toplum üzerine etkileri ne olurdu) hakkında biraz yazıp, almanyadaki halamgillere selam göndererek bitireceğim. vakit kaybetmeden hadi başlayalım, zaten yazı uzun olacak dedim.
küçük bir tanımla başlayalım. monogami (tek eşlilik) denilince genellikle insanlar "sadece bir karşı cins bireye sadık kalma ve başkasıyla seks yapmama" gibi bir anlam düşünüyorlar. monogami, iki karşı cinsin birbiriyle bir bağ oluşturup birbirleri dışında başka hiçbir bireyle cinsel birliktelik yaşamamasını ve "ortak bir alanda hayatlarını geçirmelerini" ifade eder aslında. emory üniversitesi psikiyatri ve davranış bilimleri bölümünden larry j. young demiş ki "the term 'monogamy' does not imply lifelong exclusive mating with a single individual. in fact, many birds form pair bonds over a season, raise their offspring together, and then select another partner the following season. for biologists, monogamy implies selective (not exclusive) mating, a shared nesting area, and biparental care." // türkçe meali: monogami terimi, tek bir bireyle hayat boyu süren bir birliktelik anlamına gelmez. birçok kuş türü, mevsimsel olarak yakın ilişki (pair bond) oluştururlar ve yavrularını beraber yetiştirirler, sonraki mevsim başka bir eş seçerek onunla yakın ilişki kurarlar. biyologlar için monogami, seçici fakat özel olmayan çiftleşme, ortak (paylaşılan) yaşam alanı ve biparental ilgi (hem anne hem baba çocuk yetiştirmesinde görevli) içeren bir terimdir// iş sadece başkasıyla yatıp kalkmaktan ibaret değil yani, birlikte yaşamak da giriyor işin içine. bu arada emory üniversitesi dünya sıralamasında 82. sırada imiş.
peki. monogami tek bir eşe sadık kalıp sadece onunla üremek ve onunla hayat alanını paylaşmaktır dedik. bunu insan dışında yapan kimler var önce onlara bakalım. benim bulabildiğim kadarıyla çok fazla hayvan yok. gibbonlar, kuğular, fransız melekbalığı (french angelfish. goldfish-japon balığı gibi garip türkçe çevirisi varsa düzeltin beni lütfen), kurtlar, penguenler, ilginçtir ki termitler (beyaz karıncalar), kır sıçanı (prairie vole), kel kartallar, schistosoma mansoni (bir tür parazit solucan), hamamböcekleri, kunduzlar, shingleback skink adında garip bir kertenkelemsi, baykuşlar, ahtapotlar, kanada turnası (sandhill crane), kara akbaba, büyük karınlı denizatı (hippocampus abdominalis). kaynak olarak verdiğim siteler rezil rüsva, ama akademik yayın bulamadım ne yazık ki. affedin.
yukarıdaki liste eğer doğruysa, saçma sapan hayvanlarda görülüyor bu tek eşlilik. yani belirli bir örüntü yok, "kafadanbacaklılar komple tek eşlidir" gibi veya "kanatlı hayvanlar aslında tek eşlidir" gibi bir önermede bulunamıyoruz. birbirleriyle alakaları sadece omurgalı olmaları diyecektim ki arada omurgasızlar da var. demek ki kanat, bacak, omurga dinlemiyor bu tek eşlilik konusu. başka bir şey olmalı. genetik desek mesela? bu türlerin daha primitif ve daha komplike (kaba tabirle öncesi ve sonrası) türlerine bakmak lazım ama o da pek kurtarır gibi değil. mesela kurtlarda görülen tek eşlilik neden köpeklerde, çakallarda veya tilkilerde yok, ya da beyaz karıncalarda görülen tek eşlilik neden siyahlarda yok. genetik olması da bence sağlam bir temel değil. geriye "sosyal" olma ihtimali kalıyor. "adaptif bir davranış olarak evlilik". olabilir mi, ona da bakalım.
şimdi, monogami tek eşlilik ve ortak yaşam alanıdır dedik. poligyny, bir erkeğin birden fazla dişi ile birlikte olmasıyken (harem) poliandry tam tersi, bir dişinin birden fazla erkekle birlikte olması (reverse-harem).
polygyny için baktığımızda, bir erkek onlarca dişiyle birlikte olup yüzlerce yavru sahibi olabilir. bu dişileri ve yavruların hepsini koruması çoğu zaman ve çoğu tür için pek de mümkün değil. genellikle bu tür birlikteliklerde erkek birey üremeye katılıp sonrasıyla ilgilenmez, dişi bütün işi kendisi yapar. erkeğin açısından baktığımızda birçok eş, çok daha fazla yavru. dişinin açısından baktığımızda 1 eş ve bir veya birkaç yavru.
polyandry için baktığımızda bir dişinin biren fazla erkek eşi oluyor fakat dişinin hamilelik sayısı aynı, yavru sayısı da aynı. yani bir dişi at bir erkek atla da çiftleşse, 15 erkek atla da çiftleşse 1 kez hamile kalıp belirli sayıda yavru dünyaya getirecektir. buna göre polygyny ile polyandry arasında dişi açısından pek de bir fark yok.
dişi için bir şey değişmezken erkek çok büyük bir avantaj kaybediyor (birden fazla dişiyi dölleyip çok daha yüksek sayıda yavru üretmek varken), peki neden monogamiyi seçmiş bu türler. neden insan tek eşli olmuş.
'birinci hipotez': eş savunma hipotezi. bu düşünceye göre özellikle dişi sayısı az ve dişiler çok geniş bir alana dağıldıysa erkek birey dişiyi başka bireylerle çiftleşmesinden alıkoyar, daha doğrusu diğer erkeklerin kendi dişisiyle çiftleşmesini engeller. mesela clown shrimp dişileri çok nadir bulunur ve çok kısa süreliğine çiftleşmeye uygundur. erkek, bir dişiyle karşılaştığında onun yanından ayrılmaz, döllenme zamanı geldiğinde dişiyi döller ve başka erkeklerin döllemesini engeller. bunu yapmazsa ikinci erkeğin spermleri birincinin spermleriyle yarışabilir, hatta yarısı kazanıp zigotu oluşturabilir. bu tek eşliliğe fakültatif monogami deniliyormuş (kısmi tek eşlilik), dişi hilesi yazıp ortalığı dişi karidesle doldurduğunuzda monogami falan kalmıyor demek heheh.
'ikinci hipotez': eş yardımı hipotezi. bu tür monogami mecburi monogami olarak adlandırılıyormuş. doğuma ve sonrasına yardım eden eş, yavrunun hayatta kalma şansını çok fazla yükseltmiş oluyor. bu da yavrusu savunmasız ve tehlikeye açık doğan canlılarda görülmesini normal kılıyor (örneğin insan, kemirgenlerin çoğu vs.). hele ki denizatı gibi yavruyu erkeğin taşıdığı türlerde ise bu tip monogami çok daha adaptifmış.
parental ilgi diyerek bunu daha da açarsak, olaya kâr zarar dengesi giriyor biraz. enerjiyi, kaynakları ve zamanı çiftleştikten sonra başka bir çiftleşme yerine dişiyle kalıp yavrunun bakımına harcamak daha kârlı olacaksa monogami daha akıllıca bir hareket olacaktır, hem dişi, hem erkek hem de yavru için. fareleri ele alalım örneğin, fare yavrusu doğduğunda ufacık, tüysüz ve kör dünyaya gelir. şöyle bir görüntüleri olur.

erkek fare yavrusunu bırakıp bütün işi dişinin üzerine atsa bu fareler hayatta kalabilir mi sizce?
evet kalabilir! fareler tek eşli değildir çünkü. bir kafese 2 erkek fare, 8 dişi fare koyduğunuzda erkeklerden biri diğerini öldürür! üretim kafeslerinde hareme izin verilir (bir erkek birden fazla dişi) fakat aynı batında doğan erkek kardeşler bile ayrılır birbirlerinden (bir süre sonra). buradan "erkek fare "gözlerimi kaparım vazifemi yaparım, gerisine karışmam" sonucu çıkartmayın. erkek fare de yardımcı olur dişisine, fakat dişi doğum gerçekleştikten sonra kendi ihtiyaçlarını karşılayabilecek durumdadır. yavrularının üzerinde sürekli yatmasına gerek yoktur, tuvalet ihtiyacı için veya yemek-su için yavrularını kısa süreliğine bırakabilir (laboratuvar ortamında yem ve su ad libitum (sınırsız) olduğu için böyle tabi bu. dış dünyada yiyecek ve su bulabilmek için aramaya çıkması lazım. böyle bir durumda yavrularından çok uzun süre ayrı kalırsa yavrular ısıl dengelerini sağlayamadıkları için hipotermiden ölür).
monogami, böyle savunmasız bir yavru dünyaya getiren farede bile yoksa neden insanda var peki. çoğu primat (ki hepsi memelidir) monogamik değildir fakat yavrusunu büyütene kadar da başkasıyla çiftleşmez. bazen, erkek sırf dişiyle çiftleşebilmek için dişinin yavrusunu öldürür. bakacak yavrusu kalmayan dişi ise engel kalmadığı için çiftleşir. erkeğin bu "bebek öldürme" davranışına infantisit deniliyor. eğer erkek birey, dişisiyle ve yavrusuyla göç edecek ise ve infantisite karşı yavrusunu koruyabilecekse monogami avantajlıdır. insan erkeği de dişiyle birlikte hareket edip yavrusunu koruyabilecek potansiyeldedir çoğunlukla, bu yüzden monogami elverişlidir. bu yüzden insan evlenir, kendini tek bir eşe adar, yavrusuna bakacağına inanır fakat işler pratikte öyle gitmez.
"paternal care" ya da "bipaternal care" dediğim şeyi çoğu erkek yapmaz. çocuğun yapımına katkıda bulunur, gerektiğinde yavru bakımına da yardım eder ama oflaya poflaya yapar bunu. yapmak istemez. gece çocuk zırladiğında "hatun kalk sen bak" der. "anası sen değil misin, doğurmayaydın" der. "sıra sende" der. sıra kendisinde bile olsa "ben sabah erken kalkıyom, işe gidiyom, size bakabilmek için köpek gibi çalışıyom" der. der oğlu der. dişinin yavrusuyla ilgilendiği süre, erkeğin varlığında veya yokluğunda değişmez genellikle. burada kafanızın karışması gerekiyor. "erkek eve para getirmezse dişi nasıl çocukla ilgilenecek, nasıl aynı süre vakit geçirecek yavrusuyla" sorusunu soranlar hala benimle. sizin için açıklıyorum.
erkeğin varlığında yiyecek ve sığınak bulmayı (günümüz şartlarında market alışverişini ve ev kirasını) erkek üstlenir. erkek bütün dış işleri halleder, devamlılığı sağlar. dişi ise bebeğin bakımını üstlenir ve yuvanın (evin) temizlik düzen vs işlerini halleder. çamaşır yıkar, ütüler, yemek yapar, bebeğin boklu bezini değiştirir falan. böyle bir senaryoda dişinin yavrusuyla geçirdiği vakit diyelim ki 18 saat olsun. kalan zamana da işte vakit bulduğunca ev işlerini, yemeği, temizliği ve uykuyu sığdırmaya çalışır. erkeğin yavrusuyla geçirdiği vakit peki? 1, taş çatlasın 2 saat.
peki ortadan erkeği kaldıralım. dişi hem evin iç işlerini yapmalı, hem de kira ve market alışverişini yapmalı diyelim. günlük hayatı nasıl olacak ben söyleyeyim size. 18 saat bebeğiyle ilgilenecek, kalan zamana da işte vakit bulduğunca ev işlerini, yemeği, temizliği, uykuyu ve 'iş hayatı'nı sığdırmaya çalışacak. temizlikten zaman kırpar, uykusundan zaman kırpar, 2 günde bir yemek yapar, ama yavrusuna ayırdığı vakit değişmez (teorik olarak tabi. pratikte bu kadar olmayacağını ben de biliyorum).
peki bu bizi katı bir şekilde monogamik yapar mı, yoksa fareler gibi "zorda kaldığımızda yavru bakımına ve eşe yardım eden, ama aslında bunu yapmayı hiç de istemeyen" canlılar mıyız? bence öyleyiz. fırsat bulduğumuzda hemen başka denizlere yelken açmak, başka çiçeklerden bal toplamak istiyoruz. hayır demeyin şimdi, çoğu genç erkek bu şekilde düşünür çünkü hayatının en güçlü ve verimli dönemindedir. spermleri kalitelidir, fiziksel olarak güçlüdür ve kendine güveni zirvededir. yeterince uzun bir kaldıraçla dünyayı yerinden oynatabilecek durumdadır. bu da pelinsuya aşık erkek bireyin gamzelerin bacaklarını dikizlemesine, gizemlerin memelerini kesmesine, mervelere gidip gelmesine sebep olacaktır.
kömers ve brotherton'a göre, memelilerdeki monogaminin en yaygın ortak özelliği dişilerin yalnız veya küçük başıboş gruplar halinde dolaşmasıyla ortaya çıkan "erkek hegemonyası"dır. erkek, yalnız bir dişi gördüğü zaman onu sahiplenir, başkasına vermez. başka bir dişi gördüğü zaman onu da sahiplenir, onu da başkasına vermez. eskiden yağ ve şeker az bulunduğu için nasıl ki vücut bunlara karşı "aa ne güzel tadı var, aa negzel yumuşaçıık" falan gibisinden mekanizma geliştirdiyse erkek de dişiye karşı böyle mekanizma geliştirmiş olmalı. "aa negzel dişi, hemen alayım. aa bu daha güzel, bunu da alayım ama eskisini atmayayım"
peki hayvanlardan, tek eşlilikten, çocuk büyütmekten bahsettik zibilyon saattir. bu "ortak yaşamın" ve "tek eşli" olmanın toplum üzerine etkisi ne. öncelikle bu konuda google'a sorgu girince "esra erolun evlilik programı yararlı mı değil mi" diye yazı çıkıyor. benim derdim programlarla değil evliliğin kendisiyle.
her zaman olduğu gibi yabancı kaynaklara bakacağız yine. bu sitede bazı grafikler var, amerikan toplumunda yapılan ailelerin ne düşündüğünü gösteren.
marripedia.org/effects_of_m...
mesela evli çiftler (boşansın veya boşanmasın) 70% civarında çocuk sahibi olmanın önemli olduğuna inanırken hiç evlenmemiş bireylerin 35% kadarı çocuk sahibi olmanın önemli olduğunu düşünüyor. hırsızlık ve tekrarlayan market soygununda birlikteliğini koruyan (evli ve evliliğini sürdüren) ailelerin çocuklarıyla; evli olmayıp birlikte yaşayan iki biyolojik ebeveynin çocuklarının suça karışma oranı hemen hemen birbirine yakın, fakat ebeveynlerden biri üvey olduğu zaman (evli olsun veya olmasın) suç oranı artıyor. bu da aslında evliliğin çok da süpersonik bir kurum olmadığını göstermeye yeter bir işaret (evlenip çocuk yapsak da, evlenmeden birlikte yaşayıp çocuk yapsak da sonuç aynı. ama anne veya babadan biri üvey olduğunda çocuğun kriminal potansiyeli artıyor).
kaldı ki, birlikte yaşayan bireyler (evli olmayan) birbirlerine karşı çok daha fazla serbest alan bırakan ve saygı duyan bir benimseyiş içerisindeyken evlilik için imza atıldıktan sonra bu kişisel alana saygı ve kişisel özgürlüğün dokunulmazlığı yerini dominansiye ve yer yer ağır müdahalelere bırakıyor. bu "imzaya olan güven" her iki tarafı da çok ağır yıpratıyor. süslü yazılışını bir kenara koyduğumuzda ortaya çıkan anlam şu: evlenmeden birlikte yaşayan adam kaybetme korkusuyla eşinin üzerine titrerken evlendikten sonra "bastım nikahı artık benimdir, hiçbir yere gidemez" moduna bürünüyor. adam dediğime bakmayın, cinsiyet ayrımı yapmadan yazıyorum. hiçbir vasfı olmadığı halde sırf evli olduğu için ihtiyaçlarının erkek tarafından görülmesini kendinde bir “hak” olarak gören kadın da aynı, bir gram işin ucundan tutmayıp sırf evli olduğu için eşinden 'bedava seks' bekleyen erkek de aynı. örneklere takılmayın, vermek istediğim mesajı anlamaya çalışın lütfen.
her iki tarafın da beklentileri çok büyük, fakat beklentiler karşılanmayınca hüsran daha da büyük oluyor. erkek "sahiplenmek" ister, ama bu sahiplenmek öyle kol kanat germek gibi değil pek. köleleştirmeye çok yakın bir sahiplenme. yemeğini hazırlasın, kıyafetlerini yıkasın, evi temiz ve düzenli tutsun, erkek istediği zaman da seks yapsın. ye iç seviş döngüsü (abartıyorum, ana fikri almaya çalışın).
dişi ise lüks ve renkli bir hayat ister. hayvanlarda da gerçi bu böyle. dişi, erkeğin en renklisini, en güzel tüylüsünü, en güzel öteni, en güçlüsünü vs seçer. aslanlar ya da tukanlar parayı icat etmedi henüz tabi heheh. insan dişisi de böyle. en güzel şarkı söyleyeni veya en güzel saçı olanı değil en kaslı olanı, en zengin olanı seçiyor. çünkü biliyor ki para=güç. seçtiği eş ne kadar paraya sahipse, ne kadar güçlüyse o kadar rahat edecek. daha büyük ev, daha güzel araba, marka elbiseler, mücevherler, hatta belki hizmetçiler vs (yine abartıyorum, ana fikri alın lütfen).
peki bu çizdiğim tablodaki evlilikte dişinin görevi ne? erkeğin istediği yemek, temiz kıyafet, evin temizliği düzeni vs hep hizmetçiler tarafından yapılıyorsa, evlendiği kadın ne yapacak bu adamın gözünde. geriye sadece seks kaldı. erkek işe gidip daha çok para kazanır, kadına daha çok para verir. kadın o parayla mücevher alır, gezer tozar, yeni hizmetçiler alır, çocuğu varsa bakıcı alır, kocasıyla vakit geçirmez, geçiremez. ikili sadece seks için bir araya gelir. aradaki çekim biter, "evlilik aşkı öldürür". ondan sonra "kudret benimle hiç ilgilenmiyosun, günde 5dk sadece, o da belki" gibisinden tartışmalar yerini "eskiden her gün 5 dakikaydı şimdi haftada bir kez, o da ne zaman işten vakit bulursan kudret!" kavgalarına bırakır. kadın duygusal olarak kendini doyurmak, seçtiği eş tarafından ilgilenilmek ister; ama erkek bireyimiz daha çok çalışıp daha fazla para kazandığı zaman, dişiyi daha lüks ve daha konforlu yaşattığı zaman görevlerini yaptığını düşünür. sonra da ayrılırlar, olan yavrucağımıza olur.
ayrıca "evli olma hali"nin verdiği güvence, o imzaya sırtını yaslama çok beter bir durumdur. taraflar nedense profesörlüğe erişmiş akademisyen gibi, bir anda bütün çabalarından vazgeçer, g*tü göbeği salar, üretkenlikleri düşer, insanlığa katkıları azalır. hele ki çocukları olursa daha da beter, dünyanın bütün amacı bunların çocuklarına hizmet etmekmiş gibi, balkona çıkıp arsızca "ali'nin karnı acıktıııı" diye bağırabilirler heheh. ilgili video:
velhasıl, yoruldum ulan yazmaktan. yıllar geçmiş ben bu entrynin yazımına başlayalı. evliliğin toplumsal etkilerine değinemedim ama onu sonra editler daha da genişletirim. özetle evlilik zararlı bişey. evlenmeyin işte.
kaynaklar
1. www.ncbi.nlm.nih.gov/books/...
2. www.reed.edu/biology/profes...
3. www.jstor.org/stable/50898?...
4. www.curiosityaroused.com/na...
5. mentalfloss.com/article/550...
6.
*** bu yazı safi kişisel düşüncelerimi içermektedir ve görece uzun olacağını zannediyorum. ona göre okumaya başlamanızı tavsiye ediyorum, sonra yarısına gelince "ulan amma yazmışsın işsiz çocuk" demeyin***
şimdi öncelikle yazının ne anlatacağını özetleyeyim. dilim elverdiğince basitten karmaşığa doğru tek eşliliği anlatacağım önce. hayvanlardan başlayıp insana geleceğiz. monogami ile poligaminin birbirine görece avantajları-dezavantajlarına değineceğiz. en son da insan sosyal bir varlık olduğu için, tek eşliliğin “kutsal paktı” olan evlilik sosyal olarak insan hayatını nasıl etkilemiş, tek eşli değil de çok eşli olsaydı insanlık nasıl gelişirdi (veya çok eşliliğin toplum üzerine etkileri ne olurdu) hakkında biraz yazıp, almanyadaki halamgillere selam göndererek bitireceğim. vakit kaybetmeden hadi başlayalım, zaten yazı uzun olacak dedim.
küçük bir tanımla başlayalım. monogami (tek eşlilik) denilince genellikle insanlar "sadece bir karşı cins bireye sadık kalma ve başkasıyla seks yapmama" gibi bir anlam düşünüyorlar. monogami, iki karşı cinsin birbiriyle bir bağ oluşturup birbirleri dışında başka hiçbir bireyle cinsel birliktelik yaşamamasını ve "ortak bir alanda hayatlarını geçirmelerini" ifade eder aslında. emory üniversitesi psikiyatri ve davranış bilimleri bölümünden larry j. young demiş ki "the term 'monogamy' does not imply lifelong exclusive mating with a single individual. in fact, many birds form pair bonds over a season, raise their offspring together, and then select another partner the following season. for biologists, monogamy implies selective (not exclusive) mating, a shared nesting area, and biparental care." // türkçe meali: monogami terimi, tek bir bireyle hayat boyu süren bir birliktelik anlamına gelmez. birçok kuş türü, mevsimsel olarak yakın ilişki (pair bond) oluştururlar ve yavrularını beraber yetiştirirler, sonraki mevsim başka bir eş seçerek onunla yakın ilişki kurarlar. biyologlar için monogami, seçici fakat özel olmayan çiftleşme, ortak (paylaşılan) yaşam alanı ve biparental ilgi (hem anne hem baba çocuk yetiştirmesinde görevli) içeren bir terimdir// iş sadece başkasıyla yatıp kalkmaktan ibaret değil yani, birlikte yaşamak da giriyor işin içine. bu arada emory üniversitesi dünya sıralamasında 82. sırada imiş.
peki. monogami tek bir eşe sadık kalıp sadece onunla üremek ve onunla hayat alanını paylaşmaktır dedik. bunu insan dışında yapan kimler var önce onlara bakalım. benim bulabildiğim kadarıyla çok fazla hayvan yok. gibbonlar, kuğular, fransız melekbalığı (french angelfish. goldfish-japon balığı gibi garip türkçe çevirisi varsa düzeltin beni lütfen), kurtlar, penguenler, ilginçtir ki termitler (beyaz karıncalar), kır sıçanı (prairie vole), kel kartallar, schistosoma mansoni (bir tür parazit solucan), hamamböcekleri, kunduzlar, shingleback skink adında garip bir kertenkelemsi, baykuşlar, ahtapotlar, kanada turnası (sandhill crane), kara akbaba, büyük karınlı denizatı (hippocampus abdominalis). kaynak olarak verdiğim siteler rezil rüsva, ama akademik yayın bulamadım ne yazık ki. affedin.
yukarıdaki liste eğer doğruysa, saçma sapan hayvanlarda görülüyor bu tek eşlilik. yani belirli bir örüntü yok, "kafadanbacaklılar komple tek eşlidir" gibi veya "kanatlı hayvanlar aslında tek eşlidir" gibi bir önermede bulunamıyoruz. birbirleriyle alakaları sadece omurgalı olmaları diyecektim ki arada omurgasızlar da var. demek ki kanat, bacak, omurga dinlemiyor bu tek eşlilik konusu. başka bir şey olmalı. genetik desek mesela? bu türlerin daha primitif ve daha komplike (kaba tabirle öncesi ve sonrası) türlerine bakmak lazım ama o da pek kurtarır gibi değil. mesela kurtlarda görülen tek eşlilik neden köpeklerde, çakallarda veya tilkilerde yok, ya da beyaz karıncalarda görülen tek eşlilik neden siyahlarda yok. genetik olması da bence sağlam bir temel değil. geriye "sosyal" olma ihtimali kalıyor. "adaptif bir davranış olarak evlilik". olabilir mi, ona da bakalım.
şimdi, monogami tek eşlilik ve ortak yaşam alanıdır dedik. poligyny, bir erkeğin birden fazla dişi ile birlikte olmasıyken (harem) poliandry tam tersi, bir dişinin birden fazla erkekle birlikte olması (reverse-harem).
polygyny için baktığımızda, bir erkek onlarca dişiyle birlikte olup yüzlerce yavru sahibi olabilir. bu dişileri ve yavruların hepsini koruması çoğu zaman ve çoğu tür için pek de mümkün değil. genellikle bu tür birlikteliklerde erkek birey üremeye katılıp sonrasıyla ilgilenmez, dişi bütün işi kendisi yapar. erkeğin açısından baktığımızda birçok eş, çok daha fazla yavru. dişinin açısından baktığımızda 1 eş ve bir veya birkaç yavru.
polyandry için baktığımızda bir dişinin biren fazla erkek eşi oluyor fakat dişinin hamilelik sayısı aynı, yavru sayısı da aynı. yani bir dişi at bir erkek atla da çiftleşse, 15 erkek atla da çiftleşse 1 kez hamile kalıp belirli sayıda yavru dünyaya getirecektir. buna göre polygyny ile polyandry arasında dişi açısından pek de bir fark yok.
dişi için bir şey değişmezken erkek çok büyük bir avantaj kaybediyor (birden fazla dişiyi dölleyip çok daha yüksek sayıda yavru üretmek varken), peki neden monogamiyi seçmiş bu türler. neden insan tek eşli olmuş.
'birinci hipotez': eş savunma hipotezi. bu düşünceye göre özellikle dişi sayısı az ve dişiler çok geniş bir alana dağıldıysa erkek birey dişiyi başka bireylerle çiftleşmesinden alıkoyar, daha doğrusu diğer erkeklerin kendi dişisiyle çiftleşmesini engeller. mesela clown shrimp dişileri çok nadir bulunur ve çok kısa süreliğine çiftleşmeye uygundur. erkek, bir dişiyle karşılaştığında onun yanından ayrılmaz, döllenme zamanı geldiğinde dişiyi döller ve başka erkeklerin döllemesini engeller. bunu yapmazsa ikinci erkeğin spermleri birincinin spermleriyle yarışabilir, hatta yarısı kazanıp zigotu oluşturabilir. bu tek eşliliğe fakültatif monogami deniliyormuş (kısmi tek eşlilik), dişi hilesi yazıp ortalığı dişi karidesle doldurduğunuzda monogami falan kalmıyor demek heheh.
'ikinci hipotez': eş yardımı hipotezi. bu tür monogami mecburi monogami olarak adlandırılıyormuş. doğuma ve sonrasına yardım eden eş, yavrunun hayatta kalma şansını çok fazla yükseltmiş oluyor. bu da yavrusu savunmasız ve tehlikeye açık doğan canlılarda görülmesini normal kılıyor (örneğin insan, kemirgenlerin çoğu vs.). hele ki denizatı gibi yavruyu erkeğin taşıdığı türlerde ise bu tip monogami çok daha adaptifmış.
parental ilgi diyerek bunu daha da açarsak, olaya kâr zarar dengesi giriyor biraz. enerjiyi, kaynakları ve zamanı çiftleştikten sonra başka bir çiftleşme yerine dişiyle kalıp yavrunun bakımına harcamak daha kârlı olacaksa monogami daha akıllıca bir hareket olacaktır, hem dişi, hem erkek hem de yavru için. fareleri ele alalım örneğin, fare yavrusu doğduğunda ufacık, tüysüz ve kör dünyaya gelir. şöyle bir görüntüleri olur.

erkek fare yavrusunu bırakıp bütün işi dişinin üzerine atsa bu fareler hayatta kalabilir mi sizce?
evet kalabilir! fareler tek eşli değildir çünkü. bir kafese 2 erkek fare, 8 dişi fare koyduğunuzda erkeklerden biri diğerini öldürür! üretim kafeslerinde hareme izin verilir (bir erkek birden fazla dişi) fakat aynı batında doğan erkek kardeşler bile ayrılır birbirlerinden (bir süre sonra). buradan "erkek fare "gözlerimi kaparım vazifemi yaparım, gerisine karışmam" sonucu çıkartmayın. erkek fare de yardımcı olur dişisine, fakat dişi doğum gerçekleştikten sonra kendi ihtiyaçlarını karşılayabilecek durumdadır. yavrularının üzerinde sürekli yatmasına gerek yoktur, tuvalet ihtiyacı için veya yemek-su için yavrularını kısa süreliğine bırakabilir (laboratuvar ortamında yem ve su ad libitum (sınırsız) olduğu için böyle tabi bu. dış dünyada yiyecek ve su bulabilmek için aramaya çıkması lazım. böyle bir durumda yavrularından çok uzun süre ayrı kalırsa yavrular ısıl dengelerini sağlayamadıkları için hipotermiden ölür).
monogami, böyle savunmasız bir yavru dünyaya getiren farede bile yoksa neden insanda var peki. çoğu primat (ki hepsi memelidir) monogamik değildir fakat yavrusunu büyütene kadar da başkasıyla çiftleşmez. bazen, erkek sırf dişiyle çiftleşebilmek için dişinin yavrusunu öldürür. bakacak yavrusu kalmayan dişi ise engel kalmadığı için çiftleşir. erkeğin bu "bebek öldürme" davranışına infantisit deniliyor. eğer erkek birey, dişisiyle ve yavrusuyla göç edecek ise ve infantisite karşı yavrusunu koruyabilecekse monogami avantajlıdır. insan erkeği de dişiyle birlikte hareket edip yavrusunu koruyabilecek potansiyeldedir çoğunlukla, bu yüzden monogami elverişlidir. bu yüzden insan evlenir, kendini tek bir eşe adar, yavrusuna bakacağına inanır fakat işler pratikte öyle gitmez.
"paternal care" ya da "bipaternal care" dediğim şeyi çoğu erkek yapmaz. çocuğun yapımına katkıda bulunur, gerektiğinde yavru bakımına da yardım eder ama oflaya poflaya yapar bunu. yapmak istemez. gece çocuk zırladiğında "hatun kalk sen bak" der. "anası sen değil misin, doğurmayaydın" der. "sıra sende" der. sıra kendisinde bile olsa "ben sabah erken kalkıyom, işe gidiyom, size bakabilmek için köpek gibi çalışıyom" der. der oğlu der. dişinin yavrusuyla ilgilendiği süre, erkeğin varlığında veya yokluğunda değişmez genellikle. burada kafanızın karışması gerekiyor. "erkek eve para getirmezse dişi nasıl çocukla ilgilenecek, nasıl aynı süre vakit geçirecek yavrusuyla" sorusunu soranlar hala benimle. sizin için açıklıyorum.
erkeğin varlığında yiyecek ve sığınak bulmayı (günümüz şartlarında market alışverişini ve ev kirasını) erkek üstlenir. erkek bütün dış işleri halleder, devamlılığı sağlar. dişi ise bebeğin bakımını üstlenir ve yuvanın (evin) temizlik düzen vs işlerini halleder. çamaşır yıkar, ütüler, yemek yapar, bebeğin boklu bezini değiştirir falan. böyle bir senaryoda dişinin yavrusuyla geçirdiği vakit diyelim ki 18 saat olsun. kalan zamana da işte vakit bulduğunca ev işlerini, yemeği, temizliği ve uykuyu sığdırmaya çalışır. erkeğin yavrusuyla geçirdiği vakit peki? 1, taş çatlasın 2 saat.
peki ortadan erkeği kaldıralım. dişi hem evin iç işlerini yapmalı, hem de kira ve market alışverişini yapmalı diyelim. günlük hayatı nasıl olacak ben söyleyeyim size. 18 saat bebeğiyle ilgilenecek, kalan zamana da işte vakit bulduğunca ev işlerini, yemeği, temizliği, uykuyu ve 'iş hayatı'nı sığdırmaya çalışacak. temizlikten zaman kırpar, uykusundan zaman kırpar, 2 günde bir yemek yapar, ama yavrusuna ayırdığı vakit değişmez (teorik olarak tabi. pratikte bu kadar olmayacağını ben de biliyorum).
peki bu bizi katı bir şekilde monogamik yapar mı, yoksa fareler gibi "zorda kaldığımızda yavru bakımına ve eşe yardım eden, ama aslında bunu yapmayı hiç de istemeyen" canlılar mıyız? bence öyleyiz. fırsat bulduğumuzda hemen başka denizlere yelken açmak, başka çiçeklerden bal toplamak istiyoruz. hayır demeyin şimdi, çoğu genç erkek bu şekilde düşünür çünkü hayatının en güçlü ve verimli dönemindedir. spermleri kalitelidir, fiziksel olarak güçlüdür ve kendine güveni zirvededir. yeterince uzun bir kaldıraçla dünyayı yerinden oynatabilecek durumdadır. bu da pelinsuya aşık erkek bireyin gamzelerin bacaklarını dikizlemesine, gizemlerin memelerini kesmesine, mervelere gidip gelmesine sebep olacaktır.
kömers ve brotherton'a göre, memelilerdeki monogaminin en yaygın ortak özelliği dişilerin yalnız veya küçük başıboş gruplar halinde dolaşmasıyla ortaya çıkan "erkek hegemonyası"dır. erkek, yalnız bir dişi gördüğü zaman onu sahiplenir, başkasına vermez. başka bir dişi gördüğü zaman onu da sahiplenir, onu da başkasına vermez. eskiden yağ ve şeker az bulunduğu için nasıl ki vücut bunlara karşı "aa ne güzel tadı var, aa negzel yumuşaçıık" falan gibisinden mekanizma geliştirdiyse erkek de dişiye karşı böyle mekanizma geliştirmiş olmalı. "aa negzel dişi, hemen alayım. aa bu daha güzel, bunu da alayım ama eskisini atmayayım"
peki hayvanlardan, tek eşlilikten, çocuk büyütmekten bahsettik zibilyon saattir. bu "ortak yaşamın" ve "tek eşli" olmanın toplum üzerine etkisi ne. öncelikle bu konuda google'a sorgu girince "esra erolun evlilik programı yararlı mı değil mi" diye yazı çıkıyor. benim derdim programlarla değil evliliğin kendisiyle.
her zaman olduğu gibi yabancı kaynaklara bakacağız yine. bu sitede bazı grafikler var, amerikan toplumunda yapılan ailelerin ne düşündüğünü gösteren.
marripedia.org/effects_of_m...
mesela evli çiftler (boşansın veya boşanmasın) 70% civarında çocuk sahibi olmanın önemli olduğuna inanırken hiç evlenmemiş bireylerin 35% kadarı çocuk sahibi olmanın önemli olduğunu düşünüyor. hırsızlık ve tekrarlayan market soygununda birlikteliğini koruyan (evli ve evliliğini sürdüren) ailelerin çocuklarıyla; evli olmayıp birlikte yaşayan iki biyolojik ebeveynin çocuklarının suça karışma oranı hemen hemen birbirine yakın, fakat ebeveynlerden biri üvey olduğu zaman (evli olsun veya olmasın) suç oranı artıyor. bu da aslında evliliğin çok da süpersonik bir kurum olmadığını göstermeye yeter bir işaret (evlenip çocuk yapsak da, evlenmeden birlikte yaşayıp çocuk yapsak da sonuç aynı. ama anne veya babadan biri üvey olduğunda çocuğun kriminal potansiyeli artıyor).
kaldı ki, birlikte yaşayan bireyler (evli olmayan) birbirlerine karşı çok daha fazla serbest alan bırakan ve saygı duyan bir benimseyiş içerisindeyken evlilik için imza atıldıktan sonra bu kişisel alana saygı ve kişisel özgürlüğün dokunulmazlığı yerini dominansiye ve yer yer ağır müdahalelere bırakıyor. bu "imzaya olan güven" her iki tarafı da çok ağır yıpratıyor. süslü yazılışını bir kenara koyduğumuzda ortaya çıkan anlam şu: evlenmeden birlikte yaşayan adam kaybetme korkusuyla eşinin üzerine titrerken evlendikten sonra "bastım nikahı artık benimdir, hiçbir yere gidemez" moduna bürünüyor. adam dediğime bakmayın, cinsiyet ayrımı yapmadan yazıyorum. hiçbir vasfı olmadığı halde sırf evli olduğu için ihtiyaçlarının erkek tarafından görülmesini kendinde bir “hak” olarak gören kadın da aynı, bir gram işin ucundan tutmayıp sırf evli olduğu için eşinden 'bedava seks' bekleyen erkek de aynı. örneklere takılmayın, vermek istediğim mesajı anlamaya çalışın lütfen.
her iki tarafın da beklentileri çok büyük, fakat beklentiler karşılanmayınca hüsran daha da büyük oluyor. erkek "sahiplenmek" ister, ama bu sahiplenmek öyle kol kanat germek gibi değil pek. köleleştirmeye çok yakın bir sahiplenme. yemeğini hazırlasın, kıyafetlerini yıkasın, evi temiz ve düzenli tutsun, erkek istediği zaman da seks yapsın. ye iç seviş döngüsü (abartıyorum, ana fikri almaya çalışın).
dişi ise lüks ve renkli bir hayat ister. hayvanlarda da gerçi bu böyle. dişi, erkeğin en renklisini, en güzel tüylüsünü, en güzel öteni, en güçlüsünü vs seçer. aslanlar ya da tukanlar parayı icat etmedi henüz tabi heheh. insan dişisi de böyle. en güzel şarkı söyleyeni veya en güzel saçı olanı değil en kaslı olanı, en zengin olanı seçiyor. çünkü biliyor ki para=güç. seçtiği eş ne kadar paraya sahipse, ne kadar güçlüyse o kadar rahat edecek. daha büyük ev, daha güzel araba, marka elbiseler, mücevherler, hatta belki hizmetçiler vs (yine abartıyorum, ana fikri alın lütfen).
peki bu çizdiğim tablodaki evlilikte dişinin görevi ne? erkeğin istediği yemek, temiz kıyafet, evin temizliği düzeni vs hep hizmetçiler tarafından yapılıyorsa, evlendiği kadın ne yapacak bu adamın gözünde. geriye sadece seks kaldı. erkek işe gidip daha çok para kazanır, kadına daha çok para verir. kadın o parayla mücevher alır, gezer tozar, yeni hizmetçiler alır, çocuğu varsa bakıcı alır, kocasıyla vakit geçirmez, geçiremez. ikili sadece seks için bir araya gelir. aradaki çekim biter, "evlilik aşkı öldürür". ondan sonra "kudret benimle hiç ilgilenmiyosun, günde 5dk sadece, o da belki" gibisinden tartışmalar yerini "eskiden her gün 5 dakikaydı şimdi haftada bir kez, o da ne zaman işten vakit bulursan kudret!" kavgalarına bırakır. kadın duygusal olarak kendini doyurmak, seçtiği eş tarafından ilgilenilmek ister; ama erkek bireyimiz daha çok çalışıp daha fazla para kazandığı zaman, dişiyi daha lüks ve daha konforlu yaşattığı zaman görevlerini yaptığını düşünür. sonra da ayrılırlar, olan yavrucağımıza olur.
ayrıca "evli olma hali"nin verdiği güvence, o imzaya sırtını yaslama çok beter bir durumdur. taraflar nedense profesörlüğe erişmiş akademisyen gibi, bir anda bütün çabalarından vazgeçer, g*tü göbeği salar, üretkenlikleri düşer, insanlığa katkıları azalır. hele ki çocukları olursa daha da beter, dünyanın bütün amacı bunların çocuklarına hizmet etmekmiş gibi, balkona çıkıp arsızca "ali'nin karnı acıktıııı" diye bağırabilirler heheh. ilgili video:
velhasıl, yoruldum ulan yazmaktan. yıllar geçmiş ben bu entrynin yazımına başlayalı. evliliğin toplumsal etkilerine değinemedim ama onu sonra editler daha da genişletirim. özetle evlilik zararlı bişey. evlenmeyin işte.
kaynaklar
1. www.ncbi.nlm.nih.gov/books/...
2. www.reed.edu/biology/profes...
3. www.jstor.org/stable/50898?...
4. www.curiosityaroused.com/na...
5. mentalfloss.com/article/550...
6.

devamını gör...
geceye bir türk filmi repliği bırak
ah müjgan, ne çok isterdim seninle çoğalan bir hayatımın olmasını. akşam eve dönerken elimde mimozalar ile seni mutlu etmeyi. beraber küçük sevinçler biriktirmeyi. ama sonumuz yok. biliyorum hasretle bitecek sonumuz…
| ah müjgan ah
| ah müjgan ah
devamını gör...
mars
güneş'e olan yakınlık bakımından 4. sırada bulunan, kızıl gezegen adıyla da bilinen gezegen. teleskop ya da dürbün kullanmadan gece göğünde görebileceğiniz birkaç gezegenden biri.
gezegenin ismi roma mitolojisindeki savaş tanrısı olan mars'tan geliyor. bunun nedeni, gezegenin yüzeyindeki pas nedeniyle kırmızı görünmesinin, kanlı bir savaş ortamını çağrıştırması. her ne kadar genel olarak kırmızı görünse de, tabii ki gezegenin her yeri kırmızı değil.
***
mars'ın güneş'ten uzaklığı yaklaşık 230 milyon kilometre. güneş'in etrafındaki 1 turunu 687 dünya gününde tamamlıyor. gezegenin 1 günü, dünya'daki 1 günden yaklaşık 40 dakika daha uzun.
eski yunancada dehşet anlamına gelen deimos ve yine eski yunancada korku anlamına gelen phobos isimli 2 uydusu var. bunlardan phobos'un, izlediği yörünge nedeniyle çok uzak bir gelecekte mars'ın çekim etkisi nedeniyle parçalanarak gezegenin etrafında bir halka oluşturması bekleniyor. deimos ise büyük ihtimalle gezegenin çekim etkisinden kurtulup ondan uzaklaşacak.
***
mars da dünyamız gibi kayalık bir gezegen. demir, nikel, sülfür gibi elementlerden oluşan bir çekirdeği var. bu çekirdek manyetik alan üretemiyor çünkü büyük ölçüde katı bir yapısı var. çekirdeğin üzerinde, volkanik aktivitelerin de kökeni olan manto tabakası var. ancak büyük ihtimalle en son volkanik hareketlilik milyonlarca yıl önce gerçekleşmiş gezegende. bu arada, güneş sistemi'nin en büyük yanardağı olan olympus mons, mars üzerinde bulunuyor. bu dağ o kadar büyük ki, zirvesinde dursaydınız eteklerinin nerede bittiğini göremezdiniz.
manto tabakasının üstünde demir, kalsiyum gibi bazı elementlerden oluşan kabuk tabakası var. işte buradaki demir, gezegenin ince atmosferindeki oksijenle bir araya geldiğinde oksitlendiği için gezegen pas renginde görünüyor. yüzey büyük ölçüde regolit adı verilen çok ince bir kumla kaplı.
gezegenin özellikle kutuplarında kuru buz adı verilen karbondioksit buzu ve bunun hemen altında da su buzu bulunuyor.
mevsimler dünyadaki gibi eşit süreli değil. bahar ve yaz ayları uzun sürerken kış daha kısa sürüyor. bahar aylarında ısınan gazlar, jetler halinde püskürüyor gezegen yüzeyine. sıcaklıklar 20 derece ile -150 derece arasında seyrediyor.
özellikle yaz aylarında büyük toz fırtınaları çıkıyor ortaya. bu fırtınalar, gezegen üzerinde araştırma yapan uzay araçları için son derece sıkıntılı sonuçlara neden olabiliyor. ayrıca yüzeyde bulunan toz tabakasının manyetik özellikler gösterdiği de biliniyor. bu nedenle uzay araçlarının rahat çalışabilmesi için kameralarının yakınında bir yerlere mıknatıs yerleştirmek gerekebiliyor.
atmosferi dünya atmosferinden hemen hemen 100 kat daha ince. üstelik %95'i karbondioksitten oluşan bir atmosfer bu. bu nedenle gezegen üzerinde koloni kurma konusundaki en büyük sorunlardan birini oluşturuyor bu iki durum. ince atmosferine rağmen bir ozon tabakası bulunduruyor. gün batımlarında gökyüzüne mor renk hakim oluyor.
***
uzay araçlarının mars'a ulaşması ortalama 6-8 ay kadar sürüyor. bugüne dek mars görevlerinin yarıdan biraz fazlası başarıyla tamamlandı. bu konuyla ilgili (bkz: mars laneti)
mariner 4, opportunity, curiosity, spirit, mars reconnaissance orbiter ve daha birçok uzay aracı ve son olarak da gezegene henüz yeni ulaşan perseverance gibi araçlarla çok önemli veriler elde ettik/edeceğiz. ayrıca orion kapsülü de insanlı uçuşlar için çalışmalar konusunda kullanılıyor.
aşağıdaki uzay giysisi, mars için özel tasarlandı:

(görsel, twitter. com'dan alıntıdır.)
bu giyside eklem kısımları özellikle hareketli olarak tasarlandı. arka tarafında gördüğünüz sırt çantası benzeri kısım da bir kilitlenme kapısı ve uzay gemisine kilitlenmek için kullanılıyor.
gezegenle ilgili anlatılacak çok bilgi var. ancak genel özellikleri bu şekilde özetlenebilir.
gezegenin ismi roma mitolojisindeki savaş tanrısı olan mars'tan geliyor. bunun nedeni, gezegenin yüzeyindeki pas nedeniyle kırmızı görünmesinin, kanlı bir savaş ortamını çağrıştırması. her ne kadar genel olarak kırmızı görünse de, tabii ki gezegenin her yeri kırmızı değil.
***
mars'ın güneş'ten uzaklığı yaklaşık 230 milyon kilometre. güneş'in etrafındaki 1 turunu 687 dünya gününde tamamlıyor. gezegenin 1 günü, dünya'daki 1 günden yaklaşık 40 dakika daha uzun.
eski yunancada dehşet anlamına gelen deimos ve yine eski yunancada korku anlamına gelen phobos isimli 2 uydusu var. bunlardan phobos'un, izlediği yörünge nedeniyle çok uzak bir gelecekte mars'ın çekim etkisi nedeniyle parçalanarak gezegenin etrafında bir halka oluşturması bekleniyor. deimos ise büyük ihtimalle gezegenin çekim etkisinden kurtulup ondan uzaklaşacak.
***
mars da dünyamız gibi kayalık bir gezegen. demir, nikel, sülfür gibi elementlerden oluşan bir çekirdeği var. bu çekirdek manyetik alan üretemiyor çünkü büyük ölçüde katı bir yapısı var. çekirdeğin üzerinde, volkanik aktivitelerin de kökeni olan manto tabakası var. ancak büyük ihtimalle en son volkanik hareketlilik milyonlarca yıl önce gerçekleşmiş gezegende. bu arada, güneş sistemi'nin en büyük yanardağı olan olympus mons, mars üzerinde bulunuyor. bu dağ o kadar büyük ki, zirvesinde dursaydınız eteklerinin nerede bittiğini göremezdiniz.
manto tabakasının üstünde demir, kalsiyum gibi bazı elementlerden oluşan kabuk tabakası var. işte buradaki demir, gezegenin ince atmosferindeki oksijenle bir araya geldiğinde oksitlendiği için gezegen pas renginde görünüyor. yüzey büyük ölçüde regolit adı verilen çok ince bir kumla kaplı.
gezegenin özellikle kutuplarında kuru buz adı verilen karbondioksit buzu ve bunun hemen altında da su buzu bulunuyor.
mevsimler dünyadaki gibi eşit süreli değil. bahar ve yaz ayları uzun sürerken kış daha kısa sürüyor. bahar aylarında ısınan gazlar, jetler halinde püskürüyor gezegen yüzeyine. sıcaklıklar 20 derece ile -150 derece arasında seyrediyor.
özellikle yaz aylarında büyük toz fırtınaları çıkıyor ortaya. bu fırtınalar, gezegen üzerinde araştırma yapan uzay araçları için son derece sıkıntılı sonuçlara neden olabiliyor. ayrıca yüzeyde bulunan toz tabakasının manyetik özellikler gösterdiği de biliniyor. bu nedenle uzay araçlarının rahat çalışabilmesi için kameralarının yakınında bir yerlere mıknatıs yerleştirmek gerekebiliyor.
atmosferi dünya atmosferinden hemen hemen 100 kat daha ince. üstelik %95'i karbondioksitten oluşan bir atmosfer bu. bu nedenle gezegen üzerinde koloni kurma konusundaki en büyük sorunlardan birini oluşturuyor bu iki durum. ince atmosferine rağmen bir ozon tabakası bulunduruyor. gün batımlarında gökyüzüne mor renk hakim oluyor.
***
uzay araçlarının mars'a ulaşması ortalama 6-8 ay kadar sürüyor. bugüne dek mars görevlerinin yarıdan biraz fazlası başarıyla tamamlandı. bu konuyla ilgili (bkz: mars laneti)
mariner 4, opportunity, curiosity, spirit, mars reconnaissance orbiter ve daha birçok uzay aracı ve son olarak da gezegene henüz yeni ulaşan perseverance gibi araçlarla çok önemli veriler elde ettik/edeceğiz. ayrıca orion kapsülü de insanlı uçuşlar için çalışmalar konusunda kullanılıyor.
aşağıdaki uzay giysisi, mars için özel tasarlandı:

(görsel, twitter. com'dan alıntıdır.)
bu giyside eklem kısımları özellikle hareketli olarak tasarlandı. arka tarafında gördüğünüz sırt çantası benzeri kısım da bir kilitlenme kapısı ve uzay gemisine kilitlenmek için kullanılıyor.
gezegenle ilgili anlatılacak çok bilgi var. ancak genel özellikleri bu şekilde özetlenebilir.
devamını gör...
şifre
kim olduğunuzu kanıtlamak için başka bir kişiyle veya bir bilgisayarla iletişim kurarken kullanılan gizli bir kelime veya harf ya da rakam kombinasyonuna verilen isimdir.
etimolojik olarak fransızca chiffrer "rakamlaştırmak, bir yazıyı anlaşılmaması için kodlayarak yazmak" fiilinden alıntıdır. fransızca fiil fransızca chiffre "sayı, rakam" sözcüğünden türetilmiştir. bu sözcük italyanca ciffra "1. sıfır, 2. arap rakamları" sözcüğünden alıntıdır. italyanca sözcük arapça ṣifr صفر "sıfır" sözcüğünden alıntıdır.
çoğu insan benzer kalıpları takip ettiği için şifreler kolayca ele geçirebiliyorlar. web’in başlangıcında ve şifreler ilk kullanıldığında en popüleri ‘12345’ti. bugünkü en yaygın şifre bundan daha uzun olabilir, ancak daha güvenli olduğu söylenemez, çünkü kendisi: "123456". ek olarak, araştırmalar, kadınların şifrelerinde kişisel isim kullanmakla ünlü olduğunu ve erkeklerin hobilerini tercih ettiğini ortaya koydu.
insanların% 59'u her yerde aynı şifreyi kullanmaktadır. insanların% 91'i şifre geri dönüşümünün büyük güvenlik riskleri oluşturduğunu biliyor, ancak% 59'u her yerde aynı şifreyi kullanmaya devam ediyor. bu nedenle, bir hacker bir şifreyi kırarsa, diğer tüm hesaplara kolayca erişebilir. ve şifrelerin% 90'ını altı saatten daha kısa bir sürede kırmak mümkün.
kaynak 1, 2
etimolojik olarak fransızca chiffrer "rakamlaştırmak, bir yazıyı anlaşılmaması için kodlayarak yazmak" fiilinden alıntıdır. fransızca fiil fransızca chiffre "sayı, rakam" sözcüğünden türetilmiştir. bu sözcük italyanca ciffra "1. sıfır, 2. arap rakamları" sözcüğünden alıntıdır. italyanca sözcük arapça ṣifr صفر "sıfır" sözcüğünden alıntıdır.
çoğu insan benzer kalıpları takip ettiği için şifreler kolayca ele geçirebiliyorlar. web’in başlangıcında ve şifreler ilk kullanıldığında en popüleri ‘12345’ti. bugünkü en yaygın şifre bundan daha uzun olabilir, ancak daha güvenli olduğu söylenemez, çünkü kendisi: "123456". ek olarak, araştırmalar, kadınların şifrelerinde kişisel isim kullanmakla ünlü olduğunu ve erkeklerin hobilerini tercih ettiğini ortaya koydu.
insanların% 59'u her yerde aynı şifreyi kullanmaktadır. insanların% 91'i şifre geri dönüşümünün büyük güvenlik riskleri oluşturduğunu biliyor, ancak% 59'u her yerde aynı şifreyi kullanmaya devam ediyor. bu nedenle, bir hacker bir şifreyi kırarsa, diğer tüm hesaplara kolayca erişebilir. ve şifrelerin% 90'ını altı saatten daha kısa bir sürede kırmak mümkün.
kaynak 1, 2
devamını gör...
ucemak'ı rüyada görmek
ucemak olduğunu nasıl anladın dediğim olay. "ben ucemak. beğenilerin gücü adına!" diyerek bağırdı mı?
devamını gör...
köprücük kemiği
noldu bunun fetişistleri cankan fan club gibi aniden parlayıp söndü gibi bir şey oldu? kemik mi erimesi oldu ne oldu? bakın ayakçılara, ben böyle stabil bir manyaklık görmedim. helal olsun.
devamını gör...
başlayınca durdurulamayan şeyler
başlıklara uygun tanım girmek. mümkünse karikatürlü olanından. *
akışta gördüğüm başlıkları okuyunca aklıma ister istemez onunla ilgili bir karikatür geliyor kendimi tutamayıp yüklüyorum. "hazır bunu yuklemisken bunun bir de şöyle bir versiyonu vardı" deyip baska başlığa ya da tanıma koşuyorum, aslında tempolu yürümek lazım.*
akışta gördüğüm başlıkları okuyunca aklıma ister istemez onunla ilgili bir karikatür geliyor kendimi tutamayıp yüklüyorum. "hazır bunu yuklemisken bunun bir de şöyle bir versiyonu vardı" deyip baska başlığa ya da tanıma koşuyorum, aslında tempolu yürümek lazım.*
devamını gör...
geceye bir söz bırak
"fazla ciddiye almayın bu hayatı, nasıl olsa içinden canlı çıkamayacaksınız."
-necip fazıl kısakürek.
-necip fazıl kısakürek.
devamını gör...
keşke ben de yapabilsem dediğimiz şeyler
düzenli olarak herhangi bir iş yapmak isterdim.
düzenli beslenme, düzenli spor, düzenli çalışma...
düzenli beslenme, düzenli spor, düzenli çalışma...
devamını gör...