zaman tüneli
dayak
bir canlıya uygulanan fiziksel kaba kuvvettir. gelişmemiş toplum ve ülkelerde cennetten çıkma olduğu söylenir.
kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin gibi saçma bir atasözümsü bile var. (!)
hiçbir şiddet kabul edilemez.
kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin gibi saçma bir atasözümsü bile var. (!)
hiçbir şiddet kabul edilemez.
devamını gör...
geceye bir şarkı bırak
müthiş müthiş
devamını gör...
hayatı nasıl yaşamak gerekir meselesi
bir sincap gibi mesela*
devamını gör...
okuduğunuzda ağladığınız kitaplar
fareler ve insanlar
mavi saçlı kız
pal sokağı çocukları
şeker portakalı (kitap)
küçük ağaç'ın eğitimi
gelibolu adında bir kitap okumuştum. çanakkale savaşı ile ilgili bir kitaptı, içinde çok duygulandıran mektuplar olduğunu anımsıyorum.
araştırdım, muhtemelen buket uzuner'in uzun beyaz bulut gelibolu (kitap) isimli kitabı.
mavi saçlı kız
pal sokağı çocukları
şeker portakalı (kitap)
küçük ağaç'ın eğitimi
gelibolu adında bir kitap okumuştum. çanakkale savaşı ile ilgili bir kitaptı, içinde çok duygulandıran mektuplar olduğunu anımsıyorum.
araştırdım, muhtemelen buket uzuner'in uzun beyaz bulut gelibolu (kitap) isimli kitabı.
devamını gör...
felaket
bu şarkıyı neden çok sevdiniz? youtube da falan otomatik açılınca öfleyerek kapatıyorum.
devamını gör...
buralarda müslüm denen bir hıyar varmış
(bkz: müslüm duralmaz)
devamını gör...
shutter island
sözlükten'film önerisi' diye aratıp karşıma çıkan ilk filmi izleyeceğim, demiştim. iyi ki demişim ve iyi ki izlemişim. baş rolünde leonardo dicaprio'nun olduğu bir psikolojik/gerilim filmi. ilginç bir konusu var, neredeyse gözümü bile kırpmadan izledim!
benden başka izlemeyen kalmamıştır ama eğer kıyıda köşede varsa zaman kaybetmesin gitsin izlesin. ama gece izlemesin biraz ürkütücü.
ayrıca izlerken gerim gerim gererek işini hakkıyla yapan gerilim müziklerine de değinmeden geçmek istemedim..
benden başka izlemeyen kalmamıştır ama eğer kıyıda köşede varsa zaman kaybetmesin gitsin izlesin. ama gece izlemesin biraz ürkütücü.
ayrıca izlerken gerim gerim gererek işini hakkıyla yapan gerilim müziklerine de değinmeden geçmek istemedim..

devamını gör...
her şeyin farkında olmak
bundan nefret ediyorum. çünkü olsan da elin kolun kapalı olduktan sonra bir halta yaramıyor.
düşünün ki güzel, bakımlı, salıncaklı, çardaklı, çiçekli, ağaçlı bir bahçeniz var. siz ise yatalaksınız. ne o bahçede yürüyebiliyor, ne o salıncakta sallanabiliyorsunuz ne o çardaklarda oturabiliyorsunuz, ne çiçekleri koklamak için eğilebiliyorsunuz, ne de o ağaçlardan meyve koparabiliyorsunuz...
o bahçede tekerlekli sandalye ile gezebilirsiniz. salıncak yerine hamak tercih edebilirsiniz. size koparılıp uzatılan çiçekleri koklayıp koparılan ve dilimlenerek ağzınıza yaklaştırılan meyveleri yiyebilirsiniz. bunlar zevk vermiyor, mutlu hissettirmiyor, yarım yamalak...
tabi olay güzelliklerden mahrum kalmak değil olan onca kötü şey arasında bu kadar yüzeysel ve başkalarına muhtaç şekilde bırakılmanız? kendiniz için bir şeyler yapma şansınız yok ama olayları görüyorsunuz, ayaklarınızı çimenleri ya da toprağı hissederek kullanmak istiyorsunuz ama yok.
onların hepsinin farkında olup tek yapabildiğiniz; bir ayak parmağı kıpırtısı...
etkisizlik içinde ölüp gideceğinizin de bir o kadar farkındasınız. hadi bir şeyler yapın yapabiliyorsanız? bu kadar b.ktan işte.
bazen o bahçeyi hiç görmemek isterdiniz bazen ise yaşamın gerçeklerinden bir haber kalmamak.
çünkü siz görmeyince onlar yok olmuyor. herkes görmezden gelmek isterse ne olacak? çözüm bu değil...
düşünün ki güzel, bakımlı, salıncaklı, çardaklı, çiçekli, ağaçlı bir bahçeniz var. siz ise yatalaksınız. ne o bahçede yürüyebiliyor, ne o salıncakta sallanabiliyorsunuz ne o çardaklarda oturabiliyorsunuz, ne çiçekleri koklamak için eğilebiliyorsunuz, ne de o ağaçlardan meyve koparabiliyorsunuz...
o bahçede tekerlekli sandalye ile gezebilirsiniz. salıncak yerine hamak tercih edebilirsiniz. size koparılıp uzatılan çiçekleri koklayıp koparılan ve dilimlenerek ağzınıza yaklaştırılan meyveleri yiyebilirsiniz. bunlar zevk vermiyor, mutlu hissettirmiyor, yarım yamalak...
tabi olay güzelliklerden mahrum kalmak değil olan onca kötü şey arasında bu kadar yüzeysel ve başkalarına muhtaç şekilde bırakılmanız? kendiniz için bir şeyler yapma şansınız yok ama olayları görüyorsunuz, ayaklarınızı çimenleri ya da toprağı hissederek kullanmak istiyorsunuz ama yok.
onların hepsinin farkında olup tek yapabildiğiniz; bir ayak parmağı kıpırtısı...
etkisizlik içinde ölüp gideceğinizin de bir o kadar farkındasınız. hadi bir şeyler yapın yapabiliyorsanız? bu kadar b.ktan işte.
bazen o bahçeyi hiç görmemek isterdiniz bazen ise yaşamın gerçeklerinden bir haber kalmamak.
çünkü siz görmeyince onlar yok olmuyor. herkes görmezden gelmek isterse ne olacak? çözüm bu değil...
devamını gör...
hayatını bir cümleyle tanımla
kaybetmek kelimesini dibine kadar yaşıyorum,her anlamda.
devamını gör...
aftersun
sanat sepet filmlerini genelde hanım vasıtasıyla ara ara izlerim. genellikle beğenimi de gizli tutarım. ama bu film beni sinirlendirmekten başka bir şeye yaramamıştır.
[[spoiler]]
film için gördüğüm en güzel yorum, first world country problems oldu.
ülkemizde ve bizim gibi toplumlarda baba, her ne kadar iskele babası istisnaları da olsa evin direği olup, yerine hayatını eşine ve çocuğuna vakfetmesi de bir görev addedilir.
ceketini satıp çocuğunu okutmak ya da son kuruşuyla çocuğuna bir yarım döner alıp aç değilim demek, bir efsane değil doğrudan yaşanmışlıklardır.
intihar edip de çoluk çocuğunu arkada bırakan kimse hayırla yad edilmez.
şimdi gelelim filmimize. konuyu özetlemek gerekirsek, depresyonun pençesinde, erken yaşta çocuk sahibi olmuş ve hayatını sonlandırmaya karar vermiş bir adam ve kızı ile geçirdiği son tatili, 20 sene sonraki kızının gözünden anlatan bir film.
filmin tüm teması, calum'un hayata tutunmaya yönelik son çırpınışlarının başarısız olması ve kızına kendinden sonrası için bıraktığı anılar.
adam, hayatını sonlandırmadan önce kızına kucak dolusu bir travma bırakıyor ve biz seyirciden de bu meşru bir hareketmiş gibi son anlarındaki diyaloglardan, adamın son çırpınışlarından dramatize olup "vah vah" denmesi bekleniyor.
bir kız babası olarak, şu filmdeki enstantenelerden bir tanesi dahi, ne kadar dipte olursam olayım kızım için yaşamayı bırakmamı engeller.
yok hayat bana gülümsemedi, yok doğum günümde dayak yedim, yok evliliğim iyi gitmedi alayı hikaye.
benim için burada şerefsiz bir adamdan başka bir şey yok.
hem sürekli ağlayıp sızlanacaksın, hem çocuğunla intihar etmeden önce son tatilinde dahi "karaoke" meselesinden zıtlaşacaksın, hem çocuğuna filmde gördüğümüz gibi 20 yıl sonra bile seni takıntı haline getirmesine neden olacak bir travma bırakacaksın. kusura bakmayın da böyle adamın anca kalıbına tükürülür.
bir diğer konu ise, ortalama bir insan, babası böyle bir şey yapmışsa 20 sene sonra babasının nasıl bir yavşak olduğunu anlar. filmde bakıyoruz durum tam tersi. halı motifi olsun, dans sahneleri olsun bir kabullenme mevcut.
böyle bir adam oldu da yaşasaydı, 30 yaşındaki kızından sülük gibi geçinmeye çalışacak, sürekli duygusal manipülasyonlara girecek bir adam olurdu.
reel düzlemde, böyle bir kızın hissedeceği en büyük duygu nefret olurdu.
işte first world country problems de burada ön plana çıkıyor.
adam filmin tamamında kızı için hiçbir endişe hissetmiyor. 16-17 yaşında çocuklarla gönderiyor, gece otelde sokakta bırakıyor ve zıbarıyor, öncesinde kızı otelde bırakıp çekip gidiyor.
aman çocuğumu kaçırırlar, istismar ederler vs gibi bir kaygı yok. film icabı dahi yok.
birey ve iç dünyası her şeyden önemli. öyle ki, küçük yaşta babasız kalan kız, 20 sene sonra bile kızamıyor, sadece "anlamlandırmaya" başlıyor.
sonuç olarak, biz doğu toplumlarına duygusal açıdan hitap edecek bir film değil. bizim mindsetimize göre fazla "şımarıkça".
bugün intihar edecek olsa bir ay sonra çoluğum çocuğum ne yer ne içer diye düşünülen bir toplumda, çocuğunun maddi durumu öncelik listesinde dahi bulunmayan ve içsel sıkıntıları nedeniyle çocuğunun hayatını cehenneme çeviren bir adamı dramatize edemezsiniz.
hele hele bu iç sıkıntısına somut bir gerekçe göstermeden, bu kısmı ucu açık bırakarak mümkünatı yoktur.
[/spoiler]]
[[spoiler]]
film için gördüğüm en güzel yorum, first world country problems oldu.
ülkemizde ve bizim gibi toplumlarda baba, her ne kadar iskele babası istisnaları da olsa evin direği olup, yerine hayatını eşine ve çocuğuna vakfetmesi de bir görev addedilir.
ceketini satıp çocuğunu okutmak ya da son kuruşuyla çocuğuna bir yarım döner alıp aç değilim demek, bir efsane değil doğrudan yaşanmışlıklardır.
intihar edip de çoluk çocuğunu arkada bırakan kimse hayırla yad edilmez.
şimdi gelelim filmimize. konuyu özetlemek gerekirsek, depresyonun pençesinde, erken yaşta çocuk sahibi olmuş ve hayatını sonlandırmaya karar vermiş bir adam ve kızı ile geçirdiği son tatili, 20 sene sonraki kızının gözünden anlatan bir film.
filmin tüm teması, calum'un hayata tutunmaya yönelik son çırpınışlarının başarısız olması ve kızına kendinden sonrası için bıraktığı anılar.
adam, hayatını sonlandırmadan önce kızına kucak dolusu bir travma bırakıyor ve biz seyirciden de bu meşru bir hareketmiş gibi son anlarındaki diyaloglardan, adamın son çırpınışlarından dramatize olup "vah vah" denmesi bekleniyor.
bir kız babası olarak, şu filmdeki enstantenelerden bir tanesi dahi, ne kadar dipte olursam olayım kızım için yaşamayı bırakmamı engeller.
yok hayat bana gülümsemedi, yok doğum günümde dayak yedim, yok evliliğim iyi gitmedi alayı hikaye.
benim için burada şerefsiz bir adamdan başka bir şey yok.
hem sürekli ağlayıp sızlanacaksın, hem çocuğunla intihar etmeden önce son tatilinde dahi "karaoke" meselesinden zıtlaşacaksın, hem çocuğuna filmde gördüğümüz gibi 20 yıl sonra bile seni takıntı haline getirmesine neden olacak bir travma bırakacaksın. kusura bakmayın da böyle adamın anca kalıbına tükürülür.
bir diğer konu ise, ortalama bir insan, babası böyle bir şey yapmışsa 20 sene sonra babasının nasıl bir yavşak olduğunu anlar. filmde bakıyoruz durum tam tersi. halı motifi olsun, dans sahneleri olsun bir kabullenme mevcut.
böyle bir adam oldu da yaşasaydı, 30 yaşındaki kızından sülük gibi geçinmeye çalışacak, sürekli duygusal manipülasyonlara girecek bir adam olurdu.
reel düzlemde, böyle bir kızın hissedeceği en büyük duygu nefret olurdu.
işte first world country problems de burada ön plana çıkıyor.
adam filmin tamamında kızı için hiçbir endişe hissetmiyor. 16-17 yaşında çocuklarla gönderiyor, gece otelde sokakta bırakıyor ve zıbarıyor, öncesinde kızı otelde bırakıp çekip gidiyor.
aman çocuğumu kaçırırlar, istismar ederler vs gibi bir kaygı yok. film icabı dahi yok.
birey ve iç dünyası her şeyden önemli. öyle ki, küçük yaşta babasız kalan kız, 20 sene sonra bile kızamıyor, sadece "anlamlandırmaya" başlıyor.
sonuç olarak, biz doğu toplumlarına duygusal açıdan hitap edecek bir film değil. bizim mindsetimize göre fazla "şımarıkça".
bugün intihar edecek olsa bir ay sonra çoluğum çocuğum ne yer ne içer diye düşünülen bir toplumda, çocuğunun maddi durumu öncelik listesinde dahi bulunmayan ve içsel sıkıntıları nedeniyle çocuğunun hayatını cehenneme çeviren bir adamı dramatize edemezsiniz.
hele hele bu iç sıkıntısına somut bir gerekçe göstermeden, bu kısmı ucu açık bırakarak mümkünatı yoktur.
[/spoiler]]
devamını gör...
acınası erkek davranışları
kızları güldürecem diye arkadaşıyla dalga geçmesi.
devamını gör...
absolution
çıkalı tam* 20 sene geçmiş muse albümü.
20. yılına özel bir kutu hazırlayıp 17 kasım'da satışa çıkaracaklarını duyurdu bugün grup.
haliyle yanınızda yörenizde, ne yapacağınızı bilmediğiniz ve aşırı refahtan cebinizde fazlalık yapmaya başlamış bir 148 euro 99 sentlik birikiminiz mevcutsa bana gönderebilirsiniz. (şaka tabii, 148 euro gönderseniz yeter, 99 cent'i eş dost borç harç ayarlarım diye düşünüyorum).
---
absolution, objektif düşünüldüğünde en kaliteli muse albümü olmaya aday*. grubun diskografisine ekseriyetle işleyen "merkez tema" ile onu mikro (sevgili) ve makro (devlet, otoriter güçler, toplum beklentileri) ölçeklerde harmanlama formülünün bana kalırsa en başarılı örneği. gerek şarkı sözleri, gerek o sözleri taşıyan melodi gerek vokal/arka plan dengesi derken her saniyesini çok ince bir çalışmaya borçlu olduğunu hissettiriyor.
özellikle yapım aşaması çeşitli mantarlarla çeşnilenmiş olan origin of symmetry'nin ardından grubun "tamam artık, biraz daha ciddileşmeliyiz" evresinin başlangıcı olan albüm, tanrıya ve onun varlığına (yokluğuna?) dair ilginç sorular, sitemler, kabullenişler ve hızını alamayıp yeniden isyan etmeler barındırıyor.
blackout, fury, ruled by secrecy, sing for absolution gibi her açıdan karanlık ve ürkütücü bir güzellik barındıran şarkılara, melodisi ile çaktırmasa da sözleriyle aynı karamsarlığı devam ettiren thoughts of a dying atheist, the small print, time is running out gibi şarkılar eşlik ediyor ve ortaya yükseldiğinde uçuracak, düştüğünde ise yerin dibine sokacak güçte, ayakları yere albüm kapağındaki adam kadar sağlam basan bir derleme çıkıyor.

bir dizi sezonunun merakla beklenen finali misali megalomania ile kapanan oos'nin ardından tam olarak aynı temayı takip ederek gelmesi gibi hoş bir tesadüf de grubun hikayesine güzel bir detay katıyor.
lafı fazla uzatmadan şarkı listesini ne kopyalayarak ne de yapıştırarak, istiklal marşı'nın ikinci kıtasından sonrasını ilk kez ezberlediğim günkü gururla hafızamdan yazıyorum:
1 - intro
albümün yapım videosunda tuvalette zıplayarak bu sesi elde eden üç genci düşününce karizması biraz sarsılıyor ama olsun, hoş bir giriş.
2 - apocalypse please
son bir yıl içinde türkiye'de ne kadar çok olaya, ne kadar kolay bir arka plan oldu bu şarkı kulaklarımda... üzücü.
3 - time is running out
hiçbir şeyi olmasın -ki çok şeyi var- sadece ve sadece "asphyxiation" gibi havalı bir kelime öğrettiği için bile severim bu şarkıyı.
4 - sing for absolution
yazacağımı şarkının başlığında yazmışım vaktinde. klavyeler eskimesin.
5 - stockholm syndrome (şarkı)
yine hazır ve nazır bir tanımım mevcut.
6 - falling away with you
hızla sallanan bir salıncaktan aniden atlamış birisinin ardından kamera salıncağa yaklaşıyor. salıncak kendi kendine sallanmaya devam ediyor. gökyüzü lacivert ve siyah tonları arasında. havada yağmur öncesi boğuculuğu var. bu şarkı tam olarak o "an" gibi hissettiriyor. neden bilmiyorum.
7 - interlude
ilk dinlediğimde adagio for strings tınılarını duyar duymaz "yapma be kardeşim, anısı var bu şarkının anısı!" triplerine girdiğimi hatırlarım. beklenmedik bir geçiş, gelmekte olana enfes bir hazırlık.
8 - hysteria
nice alarm denedim, bu şarkıyı alarm kurduğum zamanlardaki kadar hızlı hiç uyanamadım. ne var ki tiksinti gelir diye uzun süre devam edemedim. evet. zor kararlar.
9 - blackout
underrated kelimesi diye bir şey icat edilmemiş olsaydı dahi blackout, varlığından haberdar olduğum en underrated şarkı olabilirdi.
10 - butterflies and hurricanes
yapılabilecek en gaz rock şarkılardan birini yapıyorsun ve sonra şarkının ta orta yerinde 40 saniyelik nefis bir piyano solosu atıyorsun, sanki "durun bir nefes alın sonra koşmaya/tehlikeli bir hızda araba sürmeye devam edersiniz" der gibi. sevmeyelim de ne yapalım...
söz konusu kısma dair düşüncelerim ve ciddiyetim de ektedir:

11 - the small print
yazarı tarafından bu kadar "zorbalanan" başka şarkı olmamıştır herhalde. albüm çıkmadan önce fury ile bu şarkı arasında gidip gelen grup üyeleri oylama yapıyor. matt albüme fury'i koymak istiyor, dom ve chris ise the small print'i tercih ediyor ve karara varılıyor. matt ise daha sonra her fırsatta çıkıp the small print'e dair "olm yaaa fury'i koyacaktık bak.. bu ne böyle bok gibi şarkı.. şaka şaka.." şeklinde pasif agresif pişmanlıklar sergiliyor. yani ben olsam ben de fury'i tercih ederdim ama bu şarkı da az buz değil be kardeşim. alternatife bak, böyle alternatif mi olur.
12 - endlessly
pek geniş çevrelere ulaşamamış olmasına rağmen covid dönemi sanrılarında, ewan mcgregor tarafından coverlanmış olması bu şarkıya dair aklıma gelince gülümseten en önemli bilgi. obi wan ağabey de eski muse'culardanmış, vesilesiyle öğrenmiş olduk.
13 - thoughts of a dying atheist
sanki sözlerindeki koyu karamsarlıktan etkilenmeyelim, gerilmeyelim diye melodisini olabildiğine neşeli yapmışlar. his karmaşası, anlam veremeyiş ve anladıktan sonra gelen hüzünlü bir gülümseme...
14 - ruled by secrecy
piyanoyu modern rock şarkılarında bu kadar güçlü bir "yükseltici" olarak kullanan şarkı çok nadirdir herhalde. üç dakika sakinliği takip eden iki dakika delilik.
ve b-side'lar
15 - fury
tek kelime ile şaheser.
n>1 kelime ile, albümün ana fikrini temeline kadar irdeleyen, adeta ekmekle sıyıran ve bunu yer yer göz yaşartıcı bir çaresizlikle yapan şarkı. en iyisi mi bilemiyorum ama çok iyi çok.
16 - eternally missed
yazdık bunları... hep yazdık...
17 - the groove
yine dolu bir bkz. albüme alınmayan şarkılara aile ve sosyal hizmetler bakanlığı çalışanı gibi politika geliştirmişim adeta. enteresan.
20. yılına özel bir kutu hazırlayıp 17 kasım'da satışa çıkaracaklarını duyurdu bugün grup.
haliyle yanınızda yörenizde, ne yapacağınızı bilmediğiniz ve aşırı refahtan cebinizde fazlalık yapmaya başlamış bir 148 euro 99 sentlik birikiminiz mevcutsa bana gönderebilirsiniz. (şaka tabii, 148 euro gönderseniz yeter, 99 cent'i eş dost borç harç ayarlarım diye düşünüyorum).
---
absolution, objektif düşünüldüğünde en kaliteli muse albümü olmaya aday*. grubun diskografisine ekseriyetle işleyen "merkez tema" ile onu mikro (sevgili) ve makro (devlet, otoriter güçler, toplum beklentileri) ölçeklerde harmanlama formülünün bana kalırsa en başarılı örneği. gerek şarkı sözleri, gerek o sözleri taşıyan melodi gerek vokal/arka plan dengesi derken her saniyesini çok ince bir çalışmaya borçlu olduğunu hissettiriyor.
özellikle yapım aşaması çeşitli mantarlarla çeşnilenmiş olan origin of symmetry'nin ardından grubun "tamam artık, biraz daha ciddileşmeliyiz" evresinin başlangıcı olan albüm, tanrıya ve onun varlığına (yokluğuna?) dair ilginç sorular, sitemler, kabullenişler ve hızını alamayıp yeniden isyan etmeler barındırıyor.
blackout, fury, ruled by secrecy, sing for absolution gibi her açıdan karanlık ve ürkütücü bir güzellik barındıran şarkılara, melodisi ile çaktırmasa da sözleriyle aynı karamsarlığı devam ettiren thoughts of a dying atheist, the small print, time is running out gibi şarkılar eşlik ediyor ve ortaya yükseldiğinde uçuracak, düştüğünde ise yerin dibine sokacak güçte, ayakları yere albüm kapağındaki adam kadar sağlam basan bir derleme çıkıyor.

bir dizi sezonunun merakla beklenen finali misali megalomania ile kapanan oos'nin ardından tam olarak aynı temayı takip ederek gelmesi gibi hoş bir tesadüf de grubun hikayesine güzel bir detay katıyor.
lafı fazla uzatmadan şarkı listesini ne kopyalayarak ne de yapıştırarak, istiklal marşı'nın ikinci kıtasından sonrasını ilk kez ezberlediğim günkü gururla hafızamdan yazıyorum:
1 - intro
albümün yapım videosunda tuvalette zıplayarak bu sesi elde eden üç genci düşününce karizması biraz sarsılıyor ama olsun, hoş bir giriş.
2 - apocalypse please
son bir yıl içinde türkiye'de ne kadar çok olaya, ne kadar kolay bir arka plan oldu bu şarkı kulaklarımda... üzücü.
3 - time is running out
hiçbir şeyi olmasın -ki çok şeyi var- sadece ve sadece "asphyxiation" gibi havalı bir kelime öğrettiği için bile severim bu şarkıyı.
4 - sing for absolution
yazacağımı şarkının başlığında yazmışım vaktinde. klavyeler eskimesin.
5 - stockholm syndrome (şarkı)
yine hazır ve nazır bir tanımım mevcut.
6 - falling away with you
hızla sallanan bir salıncaktan aniden atlamış birisinin ardından kamera salıncağa yaklaşıyor. salıncak kendi kendine sallanmaya devam ediyor. gökyüzü lacivert ve siyah tonları arasında. havada yağmur öncesi boğuculuğu var. bu şarkı tam olarak o "an" gibi hissettiriyor. neden bilmiyorum.
7 - interlude
ilk dinlediğimde adagio for strings tınılarını duyar duymaz "yapma be kardeşim, anısı var bu şarkının anısı!" triplerine girdiğimi hatırlarım. beklenmedik bir geçiş, gelmekte olana enfes bir hazırlık.
8 - hysteria
nice alarm denedim, bu şarkıyı alarm kurduğum zamanlardaki kadar hızlı hiç uyanamadım. ne var ki tiksinti gelir diye uzun süre devam edemedim. evet. zor kararlar.
9 - blackout
underrated kelimesi diye bir şey icat edilmemiş olsaydı dahi blackout, varlığından haberdar olduğum en underrated şarkı olabilirdi.
10 - butterflies and hurricanes
yapılabilecek en gaz rock şarkılardan birini yapıyorsun ve sonra şarkının ta orta yerinde 40 saniyelik nefis bir piyano solosu atıyorsun, sanki "durun bir nefes alın sonra koşmaya/tehlikeli bir hızda araba sürmeye devam edersiniz" der gibi. sevmeyelim de ne yapalım...
söz konusu kısma dair düşüncelerim ve ciddiyetim de ektedir:

11 - the small print
yazarı tarafından bu kadar "zorbalanan" başka şarkı olmamıştır herhalde. albüm çıkmadan önce fury ile bu şarkı arasında gidip gelen grup üyeleri oylama yapıyor. matt albüme fury'i koymak istiyor, dom ve chris ise the small print'i tercih ediyor ve karara varılıyor. matt ise daha sonra her fırsatta çıkıp the small print'e dair "olm yaaa fury'i koyacaktık bak.. bu ne böyle bok gibi şarkı.. şaka şaka.." şeklinde pasif agresif pişmanlıklar sergiliyor. yani ben olsam ben de fury'i tercih ederdim ama bu şarkı da az buz değil be kardeşim. alternatife bak, böyle alternatif mi olur.
12 - endlessly
pek geniş çevrelere ulaşamamış olmasına rağmen covid dönemi sanrılarında, ewan mcgregor tarafından coverlanmış olması bu şarkıya dair aklıma gelince gülümseten en önemli bilgi. obi wan ağabey de eski muse'culardanmış, vesilesiyle öğrenmiş olduk.
13 - thoughts of a dying atheist
sanki sözlerindeki koyu karamsarlıktan etkilenmeyelim, gerilmeyelim diye melodisini olabildiğine neşeli yapmışlar. his karmaşası, anlam veremeyiş ve anladıktan sonra gelen hüzünlü bir gülümseme...
14 - ruled by secrecy
piyanoyu modern rock şarkılarında bu kadar güçlü bir "yükseltici" olarak kullanan şarkı çok nadirdir herhalde. üç dakika sakinliği takip eden iki dakika delilik.
ve b-side'lar
15 - fury
tek kelime ile şaheser.
n>1 kelime ile, albümün ana fikrini temeline kadar irdeleyen, adeta ekmekle sıyıran ve bunu yer yer göz yaşartıcı bir çaresizlikle yapan şarkı. en iyisi mi bilemiyorum ama çok iyi çok.
16 - eternally missed
yazdık bunları... hep yazdık...
17 - the groove
yine dolu bir bkz. albüme alınmayan şarkılara aile ve sosyal hizmetler bakanlığı çalışanı gibi politika geliştirmişim adeta. enteresan.
devamını gör...
dilek taşı
1 hafta önce kanal d de başlamış 12 eylül 1980 darbesini anlatan salih bademci ve hazal subaşı nın rol aldığı ve benim aşık olduğum şahene dizi. bu perşembe 2. bölümü yayınlandı. şimdilik reytinglerde birinci geliyor ama umarım böyle devam eder. çünkü benim izledigim her dizinin makus talihi erken final yapmaktır.(hesaplamalarıma göre djdkd kendi düşen ağlamaz artık sıktı ve konusu kısıtlı, aldatmak isimli dizide ise çok fazla çarpık ilişki var insanı bunaltıyor. aldatmak ani bir şekilde yükselmezse dilek taşı yüksek gider. youtube abonesi de bi artsa rahatlıycam.)bu da öyle olursa kahrımdan bayılıp düşerim. özellikle darağacın altında diye bir şarkı çalıyor dizide çok güzel.
devamını gör...
15 eylül 2023 konya'da 2 kızın intihar etmesi
üzüldüğüm kızlardır.
ilgisiz aile, instagram couple sayfaları, alfayım da alfayım sigmayım da sigmayım diye gezen iki tane dallama erkek vs vs.
genç yaşta yazık olmuş.
ilgisiz aile, instagram couple sayfaları, alfayım da alfayım sigmayım da sigmayım diye gezen iki tane dallama erkek vs vs.
genç yaşta yazık olmuş.
devamını gör...
iyi geceler sözlük
20dk boyunca sokak lezzetleri videosu izledim bu saatte yemekte yiyemem karnım tok gözüm aç şekilde uyuyacağım. ıyi geceler sözlük.
devamını gör...
15 eylül 2023 konya'da 2 kızın intihar etmesi
altında baskıcı aile etkisi olan bir durum vardır muhtemelen. çantalarda seccade var, o kadar dindar ve nefsine hakim tiplerse intihar etmezler. intihar ediyorlarsa o kadar dine bağlı değillerdir. dindarlar intihardan sakınır, günah der falan diye diyorum. ayrıca dine gerçekten bağlı olan imtihan dünyası, derdi veren dermanı verir falan kafasında olur çünkü. ayrıca işin içinde konya faktörü de var zaten.
yazık olmuş gencecik iki kıza. onlardan yaşamlarını kim çaldıysa mutluluk yüzü görmesinler.
yazık olmuş gencecik iki kıza. onlardan yaşamlarını kim çaldıysa mutluluk yüzü görmesinler.
devamını gör...