orijinal adı: brief einer unbekannten
yazar: stefan zweig
yayım yılı: 1922
kitap, bir kadının kendisini tanımayan lakin büyük bir sevgi duyduğu adama yazdığı mektuplardan oluşuyor. rastlantılara sıklıkla rastlayacağınız kitapta insan psikolojisine dair betimlemelerin sağlamlığı ile keyifli bir okuma geçirebilirsiniz.
yazar: stefan zweig
yayım yılı: 1922
kitap, bir kadının kendisini tanımayan lakin büyük bir sevgi duyduğu adama yazdığı mektuplardan oluşuyor. rastlantılara sıklıkla rastlayacağınız kitapta insan psikolojisine dair betimlemelerin sağlamlığı ile keyifli bir okuma geçirebilirsiniz.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "armysuzy" tarafından 05.12.2020 20:03 tarihinde açılmıştır.
1.
stefan zweig'in yazdığı, 1922 yılında yayınlanan ve sevmenin ağızdan çıkan birkaç kelimeden çok daha öte olduğunu bize gösteren ince bir kitap.
orijinal adı: brief einer unbekannten
eğer isminden dolayı kitaba ön yargı duyuyorsanız kesinlikle bu yargıyı yıkıp okumaya başlamalısınız. kitap adından da anlaşılacağı üzere bir kadının, kendisini bilmeyen birine yazmış olduğu mektuptan oluşuyor. ismini dahi bilmediğimiz bir kadının acılarına, umutlarına, hayal kırıklıklarına, sevinçlerine ve en masum hayallerine eşlik ediyoruz. zweig şu noktada zor bir işi başarmış bence, bir erkek olarak, karşı cinsiyetin duygu ve düşüncelerini gerçekten empati yaparak yazıya aktarmış. gerçi psikoloji bilgi birikimini bilmeyen yoktur. eserlerinde başarıyla kullanır.
kitap bittiğinde böyle güzel bir hikayeye eşlik ettiğim için büyük bir hüzün duymuştum. tabii sonlara doğru yeşilçam'a da bağlamadı değil fakat hoş bir acı his* bırakıyor okuduktan sonra.
fark ettim de kitabı tekrar okusam belki de basit bir platonik aşk hikayesi olarak görürüm. bu yüzden sanırım asla tekrar okumayacağım, okuduğum ilk zamandaki ilk hislerimi ve düşüncelerimi kaybetmemek için.
kendisine ''iyi olan şey unutulmaz, seni unutmayacağım'' denmesine rağmen hiç tanınmamış ve hiç hatırlanmamış bir kadının mektubuna bir şans vermenizi öneririm.
orijinal adı: brief einer unbekannten
eğer isminden dolayı kitaba ön yargı duyuyorsanız kesinlikle bu yargıyı yıkıp okumaya başlamalısınız. kitap adından da anlaşılacağı üzere bir kadının, kendisini bilmeyen birine yazmış olduğu mektuptan oluşuyor. ismini dahi bilmediğimiz bir kadının acılarına, umutlarına, hayal kırıklıklarına, sevinçlerine ve en masum hayallerine eşlik ediyoruz. zweig şu noktada zor bir işi başarmış bence, bir erkek olarak, karşı cinsiyetin duygu ve düşüncelerini gerçekten empati yaparak yazıya aktarmış. gerçi psikoloji bilgi birikimini bilmeyen yoktur. eserlerinde başarıyla kullanır.
kitap bittiğinde böyle güzel bir hikayeye eşlik ettiğim için büyük bir hüzün duymuştum. tabii sonlara doğru yeşilçam'a da bağlamadı değil fakat hoş bir acı his* bırakıyor okuduktan sonra.
fark ettim de kitabı tekrar okusam belki de basit bir platonik aşk hikayesi olarak görürüm. bu yüzden sanırım asla tekrar okumayacağım, okuduğum ilk zamandaki ilk hislerimi ve düşüncelerimi kaybetmemek için.
kendisine ''iyi olan şey unutulmaz, seni unutmayacağım'' denmesine rağmen hiç tanınmamış ve hiç hatırlanmamış bir kadının mektubuna bir şans vermenizi öneririm.
devamını gör...
2.
--- alıntı ---
"... senden rica ediyorum, beni dinleyeceğin bu çeyrek saat yüzünden yorulma, çünkü ben seni bütün bir hayat boyunca sevmekten yorulmadım."
--- alıntı ---
kısacık kitaplara (novella) koca duyguları sığdırmış bir yazar...
herkes her şeyi beğenecek diye bir kaide yok.
tabi ki bende bütün kitaplarını bir tutmuyorum.
ama bana sorarsanız duyguları anlatım ve ifade biçimi insan biyografisi üzerine muhteşem bir yazardır kendisi...
tek taraflı, karşılıksız bir aşkın hikayesi
"... senden rica ediyorum, beni dinleyeceğin bu çeyrek saat yüzünden yorulma, çünkü ben seni bütün bir hayat boyunca sevmekten yorulmadım."
--- alıntı ---
kısacık kitaplara (novella) koca duyguları sığdırmış bir yazar...
herkes her şeyi beğenecek diye bir kaide yok.
tabi ki bende bütün kitaplarını bir tutmuyorum.
ama bana sorarsanız duyguları anlatım ve ifade biçimi insan biyografisi üzerine muhteşem bir yazardır kendisi...
tek taraflı, karşılıksız bir aşkın hikayesi
devamını gör...
3.
''sabret sevgilim,sana her şeyi,hepsini en baştan anlattığım için,anlatacağım için,senden rica ediyorum,beni dinleyeceğin bu çeyrek saat yüzünden yorulma ,çünkü ben seni bütün bir hayat boyunca sevmekten yorulmadım.''
çok severek okuduğum kısa bir zweig kitabıdır.bir kadının hayatı boyunca sevdiği bir adama yazdığı bir mektubun kitabı.gönderenin adı olmayan,sadece bilinmeyen bir kadın olan.mektubun başında tek bir hitap vardır:''sana,beni asla tanımamış olan sana.''
''kendimi verdiğim her erkek bana bağlanıyordu,hepsi de bana teşekkür ettiler,bana bağlandılar,beni sevdiler-yalnızca sen,evet sevgilim,yalnızca sen beni sevmedin!''
devamını gör...
4.
"sana, beni asla tanımamış olan sana"
1922'de stefan zweig tarafından yazılan, orijinal ismi brief einer unbekannten olan kitap.
bir çırpıda bitti. içim acıdı ne yalan söyleyeyim. yazarımız ne de güzel özetlemiş kadın ruhunu öyle.
1922'de stefan zweig tarafından yazılan, orijinal ismi brief einer unbekannten olan kitap.
bir çırpıda bitti. içim acıdı ne yalan söyleyeyim. yazarımız ne de güzel özetlemiş kadın ruhunu öyle.
devamını gör...
5.
"sen, beni asla, asla tanımayan, bir su birikintisinin yanından geçercesine yanımdan geçip giden, bir taşa basarcasına üstüme basan, hep, ama hep yoluna devam eden ve beni sonsuz bir bekleyiş içerisinde bırakan sen, kimsin ki benim için?"
bir kadının ağzından yazılmış mektuplardan oluşan bir kitap, karşılıksız bir aşkın duygu seline ortak ediyor okuyucuyu. kitap ayracı kullanmanıza gerek kalmadan bir çırpıda bitireceğiniz bu eserden sonra kalbinizde bir parça burukluk ile veda edecektir kitap sizlere.
kitapta kadının duyguları ve yaşamış olduğu yoğun hisler öylesine ustaca işlenmiş ki hem bu aşkı kıskanıyor hem de yazara hayran oluyorsunuz.
'sana, beni asla tanımamış olan sana...' cümlesi ile başlayan, bir ömrünü sadece o adamı sevmeye adamış bir kadının hikayesi bu. adamla ilgili her türlü anıya, nesneye kutsal gözü ile bakıp, içindeki aşkı her gün daha da alevlendiren bir aşkın kurbanının sözleri.
adamın vurdumduymazlığı ve sevgisizliği karşısında kadının yoğun ve özel duyguları ustaca işlenmiştir yazar tarafından. öyle aşıktır ki kadın, mezarda olsam ve beni çağıracak olsan o gücü kendimde bulurum diye seslenir adama.
bu kısa ama bir o kadar yoğun eser, kesinlikle okunmalı diye düşünüyorum. yazarın duygu aktarımını harika bir şekilde gerçekleştirdiği, elinizden düşürmeden bitirebileceğiniz mükemmel bir eser.
bir kadının ağzından yazılmış mektuplardan oluşan bir kitap, karşılıksız bir aşkın duygu seline ortak ediyor okuyucuyu. kitap ayracı kullanmanıza gerek kalmadan bir çırpıda bitireceğiniz bu eserden sonra kalbinizde bir parça burukluk ile veda edecektir kitap sizlere.
kitapta kadının duyguları ve yaşamış olduğu yoğun hisler öylesine ustaca işlenmiş ki hem bu aşkı kıskanıyor hem de yazara hayran oluyorsunuz.
'sana, beni asla tanımamış olan sana...' cümlesi ile başlayan, bir ömrünü sadece o adamı sevmeye adamış bir kadının hikayesi bu. adamla ilgili her türlü anıya, nesneye kutsal gözü ile bakıp, içindeki aşkı her gün daha da alevlendiren bir aşkın kurbanının sözleri.
adamın vurdumduymazlığı ve sevgisizliği karşısında kadının yoğun ve özel duyguları ustaca işlenmiştir yazar tarafından. öyle aşıktır ki kadın, mezarda olsam ve beni çağıracak olsan o gücü kendimde bulurum diye seslenir adama.
bu kısa ama bir o kadar yoğun eser, kesinlikle okunmalı diye düşünüyorum. yazarın duygu aktarımını harika bir şekilde gerçekleştirdiği, elinizden düşürmeden bitirebileceğiniz mükemmel bir eser.
devamını gör...
6.
yarısına kadar geldiğim fakat bir türlü sevemediğim kitap sanırım daha anlamak için çok gencim .
--! spoiler !--
birinin bu bir kişiye bu kadar bağlı olmasını bir hastalık olarak düşünmüştüm. fakat olaya ana karakterin açısından bakınca onun sevgiden yoksun büyüdüğü gördüğü tek şeyin o kapı olduğu gerçeği beni biraz hastalık düşüncesinden kaçırdı.
--! spoiler !--
edit: 1 yıl sonra yine bu başlıktayım. ve hayır. hâlâ bunu bir hastalık olarak görüyorum. insanların bunun nasıl aşk olduğunu düşündüğünü de anlamıyorum. hatta bazı yerlerde yazarın bir kadının duygularını erkek olmasına rağmen çok iyi betimlediğini düşünenler bile gördüm. hayır. bu aşk değil. bir saplantı. ve umarım hiçbir kadın bunu yaşamaz.
--! spoiler !--
birinin bu bir kişiye bu kadar bağlı olmasını bir hastalık olarak düşünmüştüm. fakat olaya ana karakterin açısından bakınca onun sevgiden yoksun büyüdüğü gördüğü tek şeyin o kapı olduğu gerçeği beni biraz hastalık düşüncesinden kaçırdı.
--! spoiler !--
edit: 1 yıl sonra yine bu başlıktayım. ve hayır. hâlâ bunu bir hastalık olarak görüyorum. insanların bunun nasıl aşk olduğunu düşündüğünü de anlamıyorum. hatta bazı yerlerde yazarın bir kadının duygularını erkek olmasına rağmen çok iyi betimlediğini düşünenler bile gördüm. hayır. bu aşk değil. bir saplantı. ve umarım hiçbir kadın bunu yaşamaz.
devamını gör...
7.
dün gece bitirdiğim stefan zweig kitabı. hayatında hiç tanımadığı birine aşık olanlar yada kendinden yaşça büyük birine ilgi duyan bir okur mutlaka 'ben bunları yapsaydım nasıl olurdu hayatım, delirir miydim? vb. sorular sorar ve paragrafları tekrar okur. okurken ben bunları yaşadım...
devamını gör...
8.
zweig abinin sağlam kitaplarından bir tanesidir.
bir karakter yaratmak o karakteri okuyucuya bu kadar hissettirmek bambaşka mevzu gerçekten.
okunmalıdır zaten okunmadıysa garip kaçar çünkü her yerde bakkalda bile satılıyor.
bir nescafe ve kendinize ayıracağınız keyifli bir saatte elinizde eriyip biter.
bir karakter yaratmak o karakteri okuyucuya bu kadar hissettirmek bambaşka mevzu gerçekten.
okunmalıdır zaten okunmadıysa garip kaçar çünkü her yerde bakkalda bile satılıyor.
bir nescafe ve kendinize ayıracağınız keyifli bir saatte elinizde eriyip biter.
devamını gör...
9.
sanırım birkaç ay oldu okuyalı. avusturyalı yazar stefan zweig'ın kaleme aldığı uzun öykü türünde olan bu eser ilk olarak 1922 yılında yayınlanmıştır. okumaya başladığım ilk satırlardan itibaren birçok yerin altını çizmiş ve karakter de ruhumu bulmuştum adeta. bir kadının küçücük kalbinde taşıdığı kocaman bir aşkı, telafisi olmayacak bir zamanda mektup ile yazarak anlatması ve bu aşkın hiçbir zaman farkında olmayan bir yazarın artık her şey için çok geç kalışı...
devamını gör...
10.
yine bir zweig eseri ve yine şaheser niteliğinde bir yapıt. heyecanla, hüzünle ve bir çırpıda okudum. kadının hisleri o kadar tanıdık geldi ki. o kadar yakın ki düşünceleri..
--! spoiler !--
sahip olduğu duygular o kadar kıymetli ki söyleyip heba etmek, küçük düşmek ve sevgisinin hafife alındığını görmektense hayat boyu büyük bir acıyı tercih etmesi gerçekten çok içten ve çok hüzünlü. farkında olmadan sebep olabilecegimiz şeyler aslında ne kadar büyük, bizden habersiz ve bambaşka birinin hayatını yikabilecek nitelikte. bu biraz ürkütücü. adamın yerine de koyuyorum kendimi. bir suçu yok onun da, nasıl bilebilir ki? bu tip hikayeler beni çok etkiliyor. kimsenin suçu yok ama herkes suçlu.. ölmeden önce kadın acı çekti şimdi adam hayat boyu koca bir pişmanlık duyacak.
zweig çok iyisin vesselam
--! spoiler !--
--! spoiler !--
sahip olduğu duygular o kadar kıymetli ki söyleyip heba etmek, küçük düşmek ve sevgisinin hafife alındığını görmektense hayat boyu büyük bir acıyı tercih etmesi gerçekten çok içten ve çok hüzünlü. farkında olmadan sebep olabilecegimiz şeyler aslında ne kadar büyük, bizden habersiz ve bambaşka birinin hayatını yikabilecek nitelikte. bu biraz ürkütücü. adamın yerine de koyuyorum kendimi. bir suçu yok onun da, nasıl bilebilir ki? bu tip hikayeler beni çok etkiliyor. kimsenin suçu yok ama herkes suçlu.. ölmeden önce kadın acı çekti şimdi adam hayat boyu koca bir pişmanlık duyacak.
zweig çok iyisin vesselam
--! spoiler !--
devamını gör...
11.
bir oturuşta bitirdiğim muazzam betimlemelerle dolu bir (bkz: stefan zweig)eseri. bir erkek yazar bir kadın düşünce ve duygularına nasıl bu kadar hakim olabiliyor, kitabı okurken bunu düşünmeden edemedim.
devamını gör...
12.
zweig yaşadığı dönemi iyi tavir eden bir yazar. ama itiraf etmeliyim hiç bir kitabını heyecanla okumadım. başladığım işi tamamlamak için okudum. bittikten sonra peşin hükümlü olmayayım, bir şans vereyim diyip bir başka hatta bir başka kitabını da okudum, ne yazık ki sonuç aynı. hüzünlü yaşam öyküsü ve kişiliği nedeniyle kendisine saygım sonsuz o ayrı.
devamını gör...
13.
stefan zweig ile tanıştığım ilk kitap: bilinmeyen bir kadının mektubu (kitap).
kutsal olan aşkın insanın kısacık yaşamı içerisinde ne denli keskin ve paha biçilemez derecede acı verici olduğunu haykırır. kişinin kendine duyduğu saygı ve onuru aşkın yanında değersizdir belki. insan o kadar eğilir ki ayağa kalkamaz eğildiği kişi karşısında.
aşk için yaşamış, aşk için doğmuş bir kimseden bahsediyoruz. (kendi tarifiyle diyebilirim sanırım...) karşılıksız verilen, kutsallık atfedilebilen o pürüzsüz doğaya sahip -her şartta ve her zamanda varlığı korunacak olan- sevgisi insanın kabusunun da yegane kaynağıdır. ne denli mutsuzsan aşkın o kadar büyüktür belki. fakat kısacık insan yaşamı içerisinde süklüm püklüm gezinmek, gark olmak ne kadar doğrudur? muhtemelen insan -kısacık ömründe- bu soruyu illaki kendine sormuştur. şöyle der: "aşk için ölmeli mi? aşk için yaşanmalı mı? aşk nedir öyleyse! uğruna ölemeyeceksem, uğruna yaşayamayacaksam ve onun anısı uğruna sürünemeyeceksem niçin vardır o tarifsiz sevgi!"
bu düşünceler peşimi kovalamıştı bu kitabı okuduğum zaman. * en azından bunu anımsayabiliyorum. halen de bu düşüncelerden kurtulduğumu söylemek güç. bu kesin surette bir aşk problemidir gözümde.
insan bencil mi olmalı bizim tanınmış roman yazarı r. gibi? r. bencil miydi ki? şüphesiz epey de bencil olduğu söylenebilir. öbür taraftan herkes yaşamını bir şekilde "gerçekleştiriyor". bu da şu demek: kim nasıl mutluysa -bırakın- öyle yaşasın. seksen yaşındaki bir kadın çapkınlık yaparken mutluluk duyuyorsa, bırakın onu. o zaten mutlu. ya da en azından öyle sanıyor. ki gerçek olan önemli değildir biz insanlar için. önemli olan inanmaktır. gerçek aldatıcı, inanmak sahte olabilir. lakin inanç, gerçekten her zaman daha güçlüdür. bu bakımdan kitabımızın protagonisti her bakımdan kendince haklıydı. kendisine bir noktada yazık etmemişti. elbette kendisine inandığı aşk uğruna ruhsal ve bedensel acı çektirmesi pek de anlaşılır görünmüyor olabilir. yine de aşk bu. bütün büyüsü de bu kelimede yatıyor. halen anlayamadığımız bir konu. halen karanlıktayız belki.
kitabı beğenip beğenmememe gelirsek... pek sevdiğim söylenemez. romantizm bir noktada beni sıktı çünkü kitabın gerçekliğini zedeliyordu. rus romantizminde bunu hissetmezsiniz örneğin. fakat zweig bu gerçekçiliği tam anlamıyla sağlayamamış. yine de bir eser bu. elbette okunmasında fayda vardır ve okunmalıdır da. fakat abartılan bir kitaptır da. ülkemizde bir süredir esen zweig rüzgarından olsa gerek. *
ayrıca aşırı derecede söz tekrarı vardı ve bu beni bunalttı bazı zamanlar. sanki mektup yazarı şöyle diyordu: "çok kez söyleyeyim ki beni anlasın. anlama potansiyeline sahip birisi değil çünkü..."
diğer yandan bu tekrarlar kitabın da bir parçası. yani olmazsa olmaz da denebilir çünkü aşk duygusunu size veren bu cümlecikler, kelimecikler oluyor.
(mektup yazmayı ve okumayı seven ben, bu kitap ile mektuplara karşı biraz soğumuştur. bazı noktalarda kurguyu zedeleyici dramatikliğe rastladım ve gerçekçi olduğunu düşünemedim bir türlü. )
"çocuğum öldü, bizim çocuğumuz -şimdi dünyada, senden başka, sevebileceğim kimse kalmadı. fakat sen kimsin ki benim için? sen, beni asla, asla tanımayan, bir su birikintisinin yanından geçercesine yanımdan geçip giden, bir taşa basarcasına üstüme basan, hep, ama hep yoluna devam eden ve beni sonsuz bir bekleyiş içerisinde bırakan sen, kimsin ki benim için? "
"çocuğumuz dün öldü -sen onu asla tanımadın. hiçbir zaman, rastlantı sonucu gerçekleşen kısacık karşılaşmalarda bile bu çiçek gibi açan, küçücük canlı, şöyle bir gelip geçerken dahi olsa senin bakışların tarafından hiçbir zaman okşanmadı."
"sen, benim için- sana nasıl söyleyebilirim? bu konuda her girişim yetersiz kalır-, evet, çünkü sen benim için her şeydin, bütün hayatımdın."
kutsal olan aşkın insanın kısacık yaşamı içerisinde ne denli keskin ve paha biçilemez derecede acı verici olduğunu haykırır. kişinin kendine duyduğu saygı ve onuru aşkın yanında değersizdir belki. insan o kadar eğilir ki ayağa kalkamaz eğildiği kişi karşısında.
aşk için yaşamış, aşk için doğmuş bir kimseden bahsediyoruz. (kendi tarifiyle diyebilirim sanırım...) karşılıksız verilen, kutsallık atfedilebilen o pürüzsüz doğaya sahip -her şartta ve her zamanda varlığı korunacak olan- sevgisi insanın kabusunun da yegane kaynağıdır. ne denli mutsuzsan aşkın o kadar büyüktür belki. fakat kısacık insan yaşamı içerisinde süklüm püklüm gezinmek, gark olmak ne kadar doğrudur? muhtemelen insan -kısacık ömründe- bu soruyu illaki kendine sormuştur. şöyle der: "aşk için ölmeli mi? aşk için yaşanmalı mı? aşk nedir öyleyse! uğruna ölemeyeceksem, uğruna yaşayamayacaksam ve onun anısı uğruna sürünemeyeceksem niçin vardır o tarifsiz sevgi!"
bu düşünceler peşimi kovalamıştı bu kitabı okuduğum zaman. * en azından bunu anımsayabiliyorum. halen de bu düşüncelerden kurtulduğumu söylemek güç. bu kesin surette bir aşk problemidir gözümde.
insan bencil mi olmalı bizim tanınmış roman yazarı r. gibi? r. bencil miydi ki? şüphesiz epey de bencil olduğu söylenebilir. öbür taraftan herkes yaşamını bir şekilde "gerçekleştiriyor". bu da şu demek: kim nasıl mutluysa -bırakın- öyle yaşasın. seksen yaşındaki bir kadın çapkınlık yaparken mutluluk duyuyorsa, bırakın onu. o zaten mutlu. ya da en azından öyle sanıyor. ki gerçek olan önemli değildir biz insanlar için. önemli olan inanmaktır. gerçek aldatıcı, inanmak sahte olabilir. lakin inanç, gerçekten her zaman daha güçlüdür. bu bakımdan kitabımızın protagonisti her bakımdan kendince haklıydı. kendisine bir noktada yazık etmemişti. elbette kendisine inandığı aşk uğruna ruhsal ve bedensel acı çektirmesi pek de anlaşılır görünmüyor olabilir. yine de aşk bu. bütün büyüsü de bu kelimede yatıyor. halen anlayamadığımız bir konu. halen karanlıktayız belki.
kitabı beğenip beğenmememe gelirsek... pek sevdiğim söylenemez. romantizm bir noktada beni sıktı çünkü kitabın gerçekliğini zedeliyordu. rus romantizminde bunu hissetmezsiniz örneğin. fakat zweig bu gerçekçiliği tam anlamıyla sağlayamamış. yine de bir eser bu. elbette okunmasında fayda vardır ve okunmalıdır da. fakat abartılan bir kitaptır da. ülkemizde bir süredir esen zweig rüzgarından olsa gerek. *
ayrıca aşırı derecede söz tekrarı vardı ve bu beni bunalttı bazı zamanlar. sanki mektup yazarı şöyle diyordu: "çok kez söyleyeyim ki beni anlasın. anlama potansiyeline sahip birisi değil çünkü..."
diğer yandan bu tekrarlar kitabın da bir parçası. yani olmazsa olmaz da denebilir çünkü aşk duygusunu size veren bu cümlecikler, kelimecikler oluyor.
(mektup yazmayı ve okumayı seven ben, bu kitap ile mektuplara karşı biraz soğumuştur. bazı noktalarda kurguyu zedeleyici dramatikliğe rastladım ve gerçekçi olduğunu düşünemedim bir türlü. )
"çocuğum öldü, bizim çocuğumuz -şimdi dünyada, senden başka, sevebileceğim kimse kalmadı. fakat sen kimsin ki benim için? sen, beni asla, asla tanımayan, bir su birikintisinin yanından geçercesine yanımdan geçip giden, bir taşa basarcasına üstüme basan, hep, ama hep yoluna devam eden ve beni sonsuz bir bekleyiş içerisinde bırakan sen, kimsin ki benim için? "
"çocuğumuz dün öldü -sen onu asla tanımadın. hiçbir zaman, rastlantı sonucu gerçekleşen kısacık karşılaşmalarda bile bu çiçek gibi açan, küçücük canlı, şöyle bir gelip geçerken dahi olsa senin bakışların tarafından hiçbir zaman okşanmadı."
"sen, benim için- sana nasıl söyleyebilirim? bu konuda her girişim yetersiz kalır-, evet, çünkü sen benim için her şeydin, bütün hayatımdın."
devamını gör...
14.
bir kadının kendini, anılarını ve duygularını sevdiği kişiye anlatmak için yazdığı mektubunu konu alıyor. gerçek, karşılıksız, saf aşkı anlatıyor. gerçekten sevince bir insanın nasıl da kendinden vazgeçtiğini. insanların gittikçe bencilleştiği bir dönemde bir insanın her şeyi bir başkasını düşünerek yapmasına hem şaşırıyor hem de inanmakta zorlanıyorsunuz. kitapta bir kez daha anlıyorsun görmek istemeyenin nasıl da hiçbir şeyi farketmediğini. stefan zweig insanları anlamak konusunda hayranlık duyduğum bir yazar. insanları tam anlamıyla anlamış ve anlatabilmiş bir yazar. keşke hepimiz insanları anlamayı başarabilsek bence o zaman tüm sorunlarımız çözülecek aslında.
devamını gör...
15.
sonunda bol bol ağlamıştım. hem yazarın dili hem konunun akıcılığı itibariyle beni ağlatan nadir kitaplardan. belki o anki duygu durumumdandır bilmem ama tam anlamıyla içime işledi.
devamını gör...
16.
lisede bir hocam vermişti okumam için. kendimi gördüm orda. kitabın ilk sayfasından sonuna kadar ağladım. zaten kısa kitap hemen bitti ama mahvolmuştum. hala izi çok derindedir benim için. o sıralar yaşadığım aşkı, hayattan aldığım darbeleri her şeyi dibine kadar hissettiren bir kitaptı.
devamını gör...
17.
çoğu kişi ilk bu kitabıyla tanımıştır stefan zweig'ı. kadının sevgisini yazıya döküş şekli kitabı etkili kılan unsurdu. çok gerçek bir kitap...
"bütün dünya, benim için yalnızca seninle ilintili olduğu ölçüde varlık kazandı." diyerek anlatıyor kadın, kendisinden bihaber olan adama karşı olan aşkını...
"bütün dünya, benim için yalnızca seninle ilintili olduğu ölçüde varlık kazandı." diyerek anlatıyor kadın, kendisinden bihaber olan adama karşı olan aşkını...
devamını gör...
18.
dili o kadar güzel ve akıcı kullanıyor ki zweig bir solukta okuyorsunuz. duygu çok güzel geçiyor size. okurken baş karakter bir anda siz oluyorsunuz yaşadığı her şeyi siz de yaşıyor ama bazen de eleştiriyorsunuz.
devamını gör...
19.
stefan zweig'ın incecik ama kalın kalın kitaplara sığacak kadar bir hayat hikayesini anlatan kitabı. oldukça akıcı bir dili var. yürek burkan bir hikaye. ayrıca kitap okulumda öyle çok beğenilmişti ki tüm okulun elinde dolaşmıştı. hasar görmeden elime ulaştırana şükürler olsun...
devamını gör...
20.
kitaba başlarken konusuyla ilgili hiçbir fikrim yoktu amiyane bir tabirle bodoslama daldım. hani bazen bilirsiniz, biriyle tanışırsınız ve ben bu insanı sevmeyeceğim ya da sevemeyeceğim dersiniz kendinize. hatta bazen fark edemezsiniz bunu, ufak bir rahatsızlık oluşur içinizde. bilinçaltınız bağırır oysa 'bu bireyden uzak dur' diye. hah işte! kitabın ikinci paragrafında bu kitap beni üzecek demiştim kendime ama daha çok çekilmiştim, okudum, okudum. okudukça bir zamanlar koşulsuz sevişim yüzüme tokat gibi çarparken, lütfen sonu kötü bitmesin diye düşünürken buluyordum kendimi cümle aralarında. bitti. ve ben belki de -şu an bile gözlerim buğulandı dostlar- hiç bu denli içten ağlamamıştım bir kitap için. zırlamalarım bittikten sonra bir çok kitabını okusam da karşı bir cinsin duygularını nasıl bu kadar hissedebilir bir bey diye düşünüp, kimdir bu (bkz: stefan zweig) dedim ve başladım tırtıklamaya. beyefendi ve eşi, nazi faşizmi iktidara geldiğinde karşıt görüşlü yazarlara da savaş açmaları sonucuna dayanamamış ve veronal ile intihar etmişler. önce kendisi içmiş sonra eşine uzatmış. minnoş letto (eşi) çiçekli elbisesiyle yanına uzanmış. ironik olansa üç yıl sonra hitler de eşiyle intihar etmiş ve nazilerden kurtulmuş almanya. insanın 'ah be zweig keşke üç yıl daha bekleyeydin de bize de birkaç kitap daha kalaydı' diyesi geliyor.
devamını gör...