dünya klasikleri / aşk
7.9 / 10
puan ver

öne çıkanlar | diğer yorumlar

1920'li yılların ilk yarısında kaleme alınmış bir stefan zweig kitabıdır. bir çırpıda okunabilir, son derece akıcıdır. 'romantik' öykülerden çok hoşlanmayan beni bile içine çekmiştir.
mektubu yazan kadının aşkına asla karşılık bulamayacağının farkında olması ama buna rağmen sevmekten vazgeçememesi, o çaresizliği, duygularının o yoğunluğu kelimelere çok güzel dökülmüş. eğer birini karşılıksız sevdiyseniz, işte o zaman kitabı çok daha hissederek ve ruhunuzda geçmek bilmeyen bir buruklukla okursunuz.
devamını gör...
modern klasiklere stefan zweig ve özellikle belirtmek gerekirse bu kitabını okuyarak başladım. benim için yeri çok ayrı. kelimelerin nasıl büyüleyici kullanılabildiğini görmüştüm ve kült klasik eserleri okumama vesile oldu. çok severim
devamını gör...
stefan zweig kitaplarından en sevdiğimdir. platonik aşkın acısı en trajik bu şekilde anlatılabilirdi. çevrenizdeki insanların gzölerinden dünyaya bakmanıza neden olacak ve hareketlerinizin anlamını tartmanızı sağlayacak kitap. mutlaka okunmalıdır.
devamını gör...
stefan zweig'in muhteşem eserlerinden bir tanesidir. zweig, romanlarında kahramanlarının psikolojilerini, o anki ruh hallerini çok iyi bir biçimde çözümleyerek okuyucuya yansıtır. özellikle bu romanında aşık bir kadının iç dünyasını, aşkının ne derecede olabileceğini çok iyi şekilde yansıtmıştır. zweig'in eserleri kesinlikle okunması gereken eserlerdir.
devamını gör...
ilk başlarda kadın intihar ettiği için çok yargılamıştım fakat sonra dedim ki kendi kendime bir kadın bir adamın hayatına en acı bu şekilde iz bırakıp gidebilir .güçsüzlüğün arkasına sığınan en güçlü kadın karakter bence.
devamını gör...
şunu söylemeliyim ki stefan zweig'ın birçok okuduğum eserine bayılmıştım. onlardan biri bilinmeyen bir kadının mektubu dur. içselleştirmelere doyamadığım, hatıralarıyla birlikte ring caddesi'nde dolaştığım, dönemin siyasetini ve erkek-kadın ilişkilerini en iyi kurguya döken yazarlardan biri: stefan zweig.
zweig, novellalarında tezatlıkları seviyor. ulaşılmak istenen taraf bazen bir kişi olsa bile bazen bir kalp oluyor bazen de bir hedef oluyor fakat o hedefte her daim bir umursamazlık hakim. anlatıcı karakterlerin bitmek bilmeyen çabası bu kitapta da en çok göze batan çabalardan biri. kürk mantolu madonna'nın raif bey'i gibi kapıda beklemelerden tutun da amelie filmindeki gibi amaçlanmış kişiden başka kişilerin asla ve asla anlatıcıya tam olarak ulaşamadığı, kitapta esintileri olan konulardan. deneyimsizlik, sevgi konusundaki saflık, herhangi bir şeyden habersiz olması, manevi yöndeki eksiklikler bu kızı oluşturan parçalar.
bu kitapta hiçbir cümle boş değil, her cümle o kadar samimi ki bilinmeyen bir kadının sevdiği adam keşke siz olaymışsınız da bu mektubu size yazsaymış diyesiniz geliyor. 1920 yılında bir gün, postacı gelip de kapınıza böyle bir mektup bıraksa sizin de eliniz ayağınız düğümlenirdi.
devamını gör...
söz konusu kadının hiç gereği olmayan bir pesimistlikle aşık olduğu adama kavuşamadığı, yer yer adam onu fark etmiyor diye suçlunun adam olduğu zweig kitabı. çok zor değil, gidip adama açılsa 'evet' ya da 'hayır' olay çözüme kavuşacak ama kadın kendine dram soslu bir dünya çizip kendini hapsediyor. yapay bir duygusallık var. karakter mutsuzluğu motto edinmiş gibi. bu yüzden bana pek samimi gelmeyen kitap.
devamını gör...
tek bir oturuşta bitirilen, duygu yüklü, kendine çeken, yer yer ise kederle iç çektiren oldukça etkileyici bir stefan zweig kitabıdır. ayrıca kitabı okumadan önce adını zweig'ın diğer bir eseri olan bir kadının yaşamından yirmi dört saat ile karıştırırdım sürekli.

etkileyici olması bir yana, ana karaktere "neden kendini tanıtmadın, neden kendini hatırlatmadın, neden çocuğunun olduğunu haber vermedin, neden onunla daha önce iletişime geçmedin?" diye yer yer kızdığım bir kitap oldu.
devamını gör...
stefan zweig'ın ölümsüz bir eseri olan, aşkın tek taraflı oluşunu ve aşkı için elinden ne geliyorsa yapacak olan bir kadının çaresizce hayattan kopuşunu anlatıyor.


"sana, beni asla tanımamış olan sana."
diye bir hitapla başlayan mektup sizce de çok derin anlamlar içermiyor mu?

her kelimesinde bile yürek burkan acı dolu haykırışlar, aşkı için canından vazgeçecek olan bir kadın, ama sevdiği adamın ondan hiç haberinin olmayışı - ya da adamın o kadar umursamaz ve çevresine dikkat etmemesi - ...

insan okuduğu zaman gerçekten şu anki zamanda böylesine derinden sevecek olan ve canından bile vazgeçecek hale gelen bir kadının aşkı gerçek olabilir mi diye düşündürtmüyor değil.

genel olarak insana böyle bir aşk var mı diye düşündürüyor kitap. halbuki aslında ne kadar ütopik gibi görünse de - mükemmel ve olağandışı - çoğu insanın hayalinde canlandırabileceği aşk ancak böyle olabilir. tabii her insanın hayalinde çok farklı aşk tasvirleri olabilir.
ama genel olarak çoğumuz olağandışı hayaller kurmuyoruz değil. böylesine derinden ve mükemmel bir aşk nasıl olur da bir bilinmezlik içinde kaybolabilir?

yeri geliyor insan okuduğunda keşke bu kadar sevmese diyor. yeri geliyor keşke adam da karşılık verseymiş bu aşka diyor. ve yeri geliyor böylesine derinden gelen bir aşkı, hiç umursamaz ve önemsemez bir insan hak edemez diyor.

okuduğunuz zaman inanın, imkansız ve bilinmezlik içinde kaybolup gidiyorsunuz.

stefan zweig'ın en sevdiğim eserlerinden birisidir. ve sürekli tekrar okur dururum. bu eseriyle stefan zweig, insan psikolojisinin derinlemesine inerek bir çığır açmış diyebilirim. hem de kendisinin bir erkek olarak bu kadar kadın psikolojisini derinlemesine inceleyip, yazması benim için oldukça büyük bir mutluluk.

son olarak güzel bir alıntıyla bitirmek isterim.


kimdim ki ben senin gözünde? yüzlercesi arasından sadece birisi, sonrasız sürüp giden bir zincirde tek bir serüven halkası.
devamını gör...
lise sondayken edebiyat hocamız sayesinde tanışıp resmen aşığı olduğum zweig'in, mükemmel eserlerinin şahı olan kitabı.

şöyle oldu; sanki serin bir akşam üstüydü, kaldırıma çökmüş yorgun bir kadın gördüm ve yanına oturdum. nedensizce kadının donuk gözlerle etrafı seyrettiği şeklinde canlanır gözümde. sonra bu kadın bunu bekliyormuş gibi başından geçenleri tek tek anlatmaya başladı.

çocukluk ila gençlik arasındaki dönemine henüz adım atmıştı. annesiyle birlikte oldukça bir yaşam sürerken karşılarındaki daireye taşınan ve ondan yaşça büyük olup kendi halindeki yaşayan o adama aşık olmuştu. aşkın büyüsüdür ya; sıradan hayatı renklenmiş, ömrünü heba edebileceği bir amaç bulmuştu. değil mi ki zaten bizi amaçlarımız tüketir? kadın da amacının peşinden giderken yaralar almıştı.

adamın karşısına "(i: kapıyı açtığı için teşekkür ettiği küçük kız
" diye çıkamadığından, şahsın yolda gördüğü rastgele bir kadın olarak çıkmıştı. henüz on sekiz yaşındayken yalnızca bedeninin değil, ruhunun da bekaretini teslim etmişti. adam ise bunların hiçbirinin farkında değildi. kadın ağlıyordu anlatırken, ağladığının farkında değildi ama. gözyaşı dökmeye alışkın olduğundan herhalde.

neyse, bu adam kadınla yeniden bir araya geldiklerinde dahi onu tanımamıştı. yeniden karşılaştığı bu beden hiç tanıdık gelmemişti ona, üstelik birlikte geçirdikleri gecenin sabahında kadına hediye olarak çantasına koyduğu paraları bırakmıştı, bir de zeki bakışlı oğlunu. her şeye rağmen ne öfkelenmişti ne kırılmıştı ne de aşkından vazgeçmişti ismini sormayı unuttuğum hanımefendi. oğlu ölmüştü, o da kendini iyi hissetmiyordu ve olup biteni hayatını öylece yaşayıp giden o herife anlatmak için kağıda dökecekti. usulca izin isteyip kalktı, bir daha da görmedim. bir sonraki gün öldüğünü öğrendim.


zweig böyledir işte. karakteriyle sizi dost eder. ölseler bile unutmazsınız. bu kadın bana hiç yabancı gelmedi. benzeri bir aşk yaşadığımdan değil, duygusal boşluğundan, içinin ölmeye yüz tutmuş olmasından tanıdım.
anlatım gayet sade, duyguları harekete geçirme ultra büyük ve çaresizliği hissettirme olağanüstüydü.
acaba intihar etmeseydi daha neler yazardı bu adam, diye düşünmeden edemiyor insan.

ayh, duygulandım yine. alıntı cümle bırakıp kaçayım;

-"insanlar arasında yalnız kalmaktan daha korkunç bir şey yoktur."
devamını gör...
bu kitabı bir ayrılık doneminde okumuştum. üstelik ayrıldığım sevgilim almıştı kitabı, ayrıldıktan sonra okuyabilmiştim. giriş kısmında yazdığı not falan vardı. kitap mı fazla iyi benim o dönemki duygusallığımdan mi bilmiyorum ama salya sümük olmuştum bitirirken. bir daha da elime almadım öylece duruyor.
devamını gör...
bilinmeyen bir sebepten tam da yeni okuyup bitirdiğim stefan zweig kitabıdır.
sanırım 2 yıl kadar önce de okumuştum ama ben okuduğum kitapları okur ve unuturum genelde. okuduğum kitaplar kötü olduğundan değil ya da onları önemsemediğimden, dikkatli okumadığımdan değil, tam tersi bazen konsantre olamadığım için bırakıp sonra başladığım kitaplar vardır. sanırım hayata ve insana dair o kadar fazla şey geziniyor ki beynimin kıvrımlarında kitapları tek tek hatırlamaya yer kalmıyor. ya da tüm sevdiğimiz şeyler gibi unutulmaya mahkum oluyor kitaplardaki sevdiğimiz öyküler, konular ya da kahramanlar da.

kitaba gelecek olursak;


konusundan zaten ziyadesiyle bahsedilmiştir.
daha küçük bir kızken aşık olduğu adama bir ömür -bedenen değil belki ama ruhen- sadık kalan ama hiçbir zaman adamın hatırlamadığı, kitapta bile adı bilinmeyen bir kadının bu büyük aşkını ölürken birkaç sayfalık mektupla anlatışının öyküsüdür.


çok acıdır ki bazen bazı insanlar bizim hayatlarımıza iznimiz olmadan, öylece pat diye girerler. sonra her şey olurlar. devleşirler. her yaptıkları ya da yapmadıkları bizde hayranlık ya da üzüntü uyandırır. bu insanlar genelde sadece bizim değil bir çok insanın her şeyidir. dünyaya geliş amaçları budur çünkü. herkesi bir parça mutlu etmek ama en çok kendi mutlu olmak.
benim okuduğum sanırım çok iyi bir çeviri değildi ama benim en etkilendiğim bölüm; kadının belki bir gün yeniden onu çağırır diye kimseye bağlanmaması, o çağırdığında gidebilmek için hep özgür olmayı seçmesiydi aslında kendini neye ve nasıl da hapsettiğini bilmeden...tanıdık gelmesi muhtemel bazılarımıza. hatta geçenlerde bir başlık vardı (bkz: ayrılmayı bilmeyen insan)
çok sevmek, bir ömür beklemek, geleceğini ummak, fark edilmeyi beklemek.
biz sanırım vazgeçmeyi bilmiyoruz, gitmeyi, geride bırakmayı bilmiyoruz...

bence şebnem ferah'a kulak vermeliyiz burada;

sil baştan başlamak gerek bazen,
hayatı sıfırlamak.
sil baştan sevmek gerek bazen,
her şeyi unutmak...


hayat bize oyun oynuyor olabilir mi?
devamını gör...
stefan zweig'in kısa sürede bitirilebilecek ama etkisinin uzun süre kalacağı kitaplarından birisi. fazla duygusal olan kişilerin okumasını tasiye etmem zira etkileyicilik oranı 9.9/10 diyebilirim.
devamını gör...
bilinmeyen bir kadının mektubu: bekar bir anne olmanın ve birine muhtaç olmanın ağırlığını size sonuna kadar hissettiren, annelerin çocukları için gururlarını nasıl hiçe saydığını gösteren kitaptır.
devamını gör...
zweig'den okuduğum ilk kitap olmakla birlikte hiç pişmanlık duymadığım da bir kitap olmuştur.

bir kadının platonik aşkını anlatıyor. bu aşkı, âşık olduğu adama mektup yazarak anlatıyor ve biz de bu aşka oturup giç derdimiz yokmuş gibi kederleniyoruz.

betimlemesiyle, üslubuyla harikalar yaratan zweig'in diğer kitapları da okumaya değer.
devamını gör...
kendisini hiç tanımamış bir adama hayatını adamış bir kadının mektubu. gerçekten mutlak aşk mı yoksa hastalıklı bir saplantı mı bilemiyorum ancak insanda biraz hayranlık uyandırıp biraz da kalbini kıran kısacık bir hikaye.

seven için mi yoksa sevilen için mi daha zor karar vermek güç ama allahınız varsa beni böyle sevmezsiniz. yoksa da sevmezsiniz hatta. severseniz de mektup falan yazıp yıllar sonra yeşillendirmezsiniz.

hayır sen kendi kendine şeyolmuşsun yani, benim ne suçum var ben evde televizyon izliyorum.
devamını gör...
stefan zweig'in kadın ruhundan ne kadar anladığını gösteren kitaplarından biridir. (korku, bir kadının yaşamından 24 saat de oldukça iyidir). hatta kitabı bir kadın yazsa daha iyisi olmazdı bence.
hikaye güzel hoş ancak bence biraz çelişkili. yani anlamsız geldi biraz bazı şeyler. mesela;

1) kadıncağız, artık ismi her neyse, bir sorumluluk yüklemek istemiyor sevdiği adama. diyor ki beni sevmeye mecbur hissetme. ben seni seviyorum bunu bil yeter. sana aşık olduğum ve çaresiz olduğum için benimle ilgilenmeni kaldıramam. çünkü sen bunu yaparsın, asla umursamazsın ama sorumluluk gibi gördüğün için benimle ilgilenirsin. tüm bunlardan karakterimizin bir karşılık beklemediği sonucu çıkıyor. ama aynı karakterimiz sevdiği adam onu farketsin istiyor ve farketmiyor diye sitem ediyor. yani bu ne perhiz bu ne lahana turşusu. birkaç kere karşısına çıkıyor, hatta adamdan çocuğu oluyor ama yine de söylemiyor. ben seni seviyorum, bir de çocuğumuz oldu demiyor. ama sitem baki. neden beni fark etmedin, karşına çıktığımda her seferinde yabancı biri gibi baktın bana diyor. bu bana çelişkili geldi.

2) hem sorumluluk yüklemek istemiyor karakterimiz hem de sen bu mektubu okurken ben çoktan ölmüş,intihar etmiş olacağım çünkü senin parçan bile beni terk etti, çocuğumuz öldü diyor. yani intiharının sorumlusu olarak alt metinlerle sevgilisini suçluyor ve bunun vicdani yükünü ona bırakıyor. madem karşılık beklemiyorsun ve öleceksin bunu kafana koymuşsun bunu adama neden söylüyorsun? sen öldükten sonra bu adam ne yapabilir ki üzülmekten başka? neyi değiştirebilir?

son olarak bence seven söylesin böyle olaylara hiç gerek yok. böyle bir şeyi yaşamak, yaşamayı istemekten daha kolaydır. ne olacaksa olur. biter belki ama yoluna bakabilirsin, umut etmezsin böyle. farkedecek mi diye didinip durmazsın. karakterimiz için aşk buydu belki de. ama böyle aşkın ızdırabına da ne denir bilemiyorum.
devamını gör...
stefan zweig, 28 kasım 1881 avusturya doğumlu yazar ve gazeteci. yaşadığı dönemin popüler yazarlarından biriydi. çoğu eseri, yahudi olduğu için naziler tarafından yakılmıştır.

1941 yılında eşi lotte altmann ile uyku hapı içerek intihar etmiş ve mektubunda

artık güneşin doğmasını bekleyecek gücüm kalmadı ama siz yeni doğacak güneşi mutlaka bekleyiniz.

demiştir.

r. isimli bir yazarımız var, bir gün ona "bilinmeyen bir kadın" tarafından uzun bir mektup geliyor.

sana, beni asla tanımamış olan sana
diye başlayan mektup kadının adamı tanıdıktan sonraki hayatını anlatıyor.

r., kadın ile zamanında komşu olmuş, ondan çocuk yapmış bir adam ama ne olursa olsun r. bunu çok saçma bir şekilde hatırlamıyor. kadınla birkaç kez yatmasına hatta karşı dairelerde oturmasına rağmen kadının yüzünü hiçbir zaman doğru düzgün tanıyamıyor. r., kadının çocukluk aşkı, onun için ölüp bitiyor, hayatını tamamen ona adayıp bu aşkı yıllarca içinde büyütüyor. kitap ne kadar romantik gelse de, ben ne romantik bulabildim ne de mantıklı. o kadar yıl aynı yerde olmalarına rağmen kadını nasıl tanımamış? kadından çocuğu var, bir sürü münasebetleri olmuş ama hâlâ kadını hatırlamıyor? hiç akıl işi değil bu.

cümleler fazla uzundu ve diğer yazarlarında dediği gibi romantik, aşk dolu anlatım o kadar baymıştı ki. kadının yıllardır bu sevgiyi ondan gizlemesi de garip. yani adamdan çocuk yapıyorsun ama bir kere gidip "bu çocuk senin," demiyorsun. adam belki bakacak çocuğuna?

yazarın diğer kitaplarını gerçekten seviyorum ama bu olmamış ya. fazla havada bir kitap. yani gerçek olabileceğine dair bir düşünce belirmiyor kafamda. insanız, bazen yolda yürürken gördüğümüz bir yüzü bile unutmuyor, sonradan karşımıza çıkınca onu hatırlıyoruz ve "aaa seni bir yerde görmüştüm," diyoruz. o yüzden adamın yıllarca bu kadınla aynı yerlerde yürüyüp, aynı yatağı paylaşıp hatta aynı apartmanda karşı karşıya oturmasına rağmen kadını hatırlamaması, hiç görmemiş gibi davranması imkânsız gibi geliyor...


senden uzaktayken mutlu, halimden memnun yaşamak istemiyordum, kendi kendimi acılardan ve yalnızlıktan oluşma, karanlık bir dünyaya gömmüştüm.



o dakika, o hızla geçiveren tek dakika, çocukluğumun en mutlu dakikasıydı. sana işte o dakikayı anlatmak istedim, beni hiç tanımayan sana, bütün bir hayatı boyunca nasıl olduğunu ve nasıl geçip gittiğini artık sezmeye başlayasın diye anlatmak istedim.



çünkü yeryüzünde hiçbir şey kuytulardaki bir çocuğun fark edilmeyen sevgisiyle karşılaştırılamaz.



yalnızca seni görmekti istediğim, bir defa daha görmek, sana sarılmaktı sonra sevgilim bütün gece, bütün o korkunç ve uzun gece boyunca seni bekledim. bütün gece bekledim ve buz gibi bir ocak gecesiydi yorgundum, her yanım ağrıyordu ve oturacak bir sandalye bile yoktu: o yüzden boylu boyunca yere, kapının altından gelen cereyanın üfürerek geçtiği zemine uzandım. vücudumu acıtan zemin de acılar içindeydim, kollarım titriyordu. o korkunç karanlığın içi öylesine soğuktu ki, bekledim, bekledim, seni kaderimi beklercesine bekledim.
devamını gör...
böylesine büyük bir aşk nasıl olur da karşılık almaz diye düşündüğüm sonrasında zaten karşılık alsa büyük aşk olmazdı diye kendime kızdığım kitaptır,çok severim.
devamını gör...
stefan zweig'in bir çok kitabı gibi kısa olan ancak içine bir kadının dünyasını sığdırdığı aşk romanı. sadece platonik bir aşk değil çocukluktan başlayan sonsuz bir aşk hikayesi bilinmeyen bir kadının mektubu.aşkın sevginin karşı taraftan ziyade kendi hissettiklerimiz ve benliğimizden oluştuğunun kanıtı gibi .aşık olmak için karşı tarafta sevmek zorunda mı ya haberi yoksa sevmeyecek miyiz .tabi ki hayır. bu kitapta bunun kanıtı .
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"bilinmeyen bir kadının mektubu" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim