roman / edebiyat / distopya
8 / 10
puan ver

öne çıkanlar | diğer yorumlar

margaret atwood’un distopik romanıdır. kadınların bütün haklarının elinden alındığı, kadınların sadece yürüyen rahim olarak kullanıldığı bir distopya. 7/10 puan verebileceğim bir roman. okuyun efem.
devamını gör...
şans eseri tanıştığım şuan okumakta olduğum kitap bana kalırsa sadece kadınların değil ,komutan veya soylu olmayan erkeklerin de distopyası. çevre aktivisti ve feminist bir kadın tarafından yazılmıştır.
devamını gör...
düşünce tarzımla çok uyuştuğuna inandığım margeret atwood distopyası. hemen hiç konuşma olmuyor, tamamen kızın zihnindeyiz.bu nedenle de kadının bildiği,gördüğü ve yaşadıkları haricinde başka bir bilgimiz olamıyor.ilk sayfalarda neredeyim ne yapıyorum gibi amnezik bir his yaşatıyor ama bir süre sonra o dünyaya alışıyoruz.kadınlara sözde korunaklı ve özel varlıklar oldukları, kıymetli olduklarını söyledikleri bir yaşantı kurulmuş.burada biçilen değer ise tamamen doğurganlık üzerine. ne kadar doğurursa ederi de o kadar kadınların. şimdi kapalı kapılar ardında vücut bulan yaşantılardan ve anlayıştan pek de farkı yok bu açıdan. farkı,bunun bir öte-gelecekte yaşanıyor olması. çarpıcı bir kitaptı fikrimce. okumasam ciddi bir kayıp olurdu diye düşünüyorum.
devamını gör...
feminist distopyası. distopya kitaplarıyla ilgilenmeye başladığımda dikkatimi çekmişti. 1984, cesur yeni dünya gibi kitapları okuduktan sonra sıra ona geldi ve okumaya başladım. yazanlar gelecek dünyamızı anlatıyor olma ihtimali o kadar korkunç ki. kitabı beni evlenip çocuk bakmakla yükümlü olarak gören iş vereni ve çalışanlarıyla dolu işyerime giderken okuyarak kendime eziyet ettim. her sabah ayaklarımın geri geri gitmesine sebebiyet veriyordu.
şimdiler de yazarın(bkz: margaret atwood) damızlık kızın öyküsü distopyasında geçen diğer kitabına (bkz: ahitler) başladım.
devamını gör...
dizisiyle tanıdığım kitaptır. fakat dizisinden çok farklı olduğunu da söyleyebilirim. sadece çocuk yapılmak için kullanılan kadınların yaşadıklarını anlatan bir distopya. yapılan suçlamalar kimi zaman kanımı dondurdu.
devamını gör...
okuduğumda sarsıldığım iki üç kitaptan biridir. korkunç bir distopya anlatır. işin kötü tarafı birtakım insanların hayat görüşü, bu kitapta distopyayı yaratan kişilerinkinden farklı değildir.
devamını gör...
okurken kitap o kadar yorucu gelmişti ki bana. cümleler sürekli kopuk, duraksamalı... yani o distopik havayı dibine kadar hissettirdi bana. akıcı bir şekilde, takılmadan okuyabilene helal olsun. ben yapamadım. mola vere vere okudum. ilginç bi kitap. dizi olduğunu sonradan görmüştüm, blu tv bedava sürecimi bu dizide kullanmıştım, iyi ki kullanmışım, dizisi de çok iyiydi. ama kitap... gerçek bir distopik, okuduklarım arasında beni en çok yoran kitap bu kitaptı.
devamını gör...
distopik bir kurgudur damızlık kızın öyküsü. ama hamurunda ortadoğu’dan izler olan kimseler bilir o kitapta yazanların bir yerlerde gerçek olduğunu. kadının din adı altında baskılanıp kontrol altında tutulmasının ne demek olduğunu, savaşla gözleri korkutulan insanların bastırılmasının ne demek olduğunu, “kadını yüceltiyoruz” diyip yerin dibine sokmanın ne demek olduğunu, yaşam hakkının kadın ve muhalifsen sana doğuştan verilmiş bir hak değil de itaat edenlerce sana bahşedilmiş bir şey olduğunun ne demek olduğunu bilir.
distopya diye değil acı gerçek diye okudum bu kitabı. hele serinin ikinci kitabı ahitler’i elime alınca kabusum yüzüme vurdu, uykularım kaçtı.
damızlık kızın öyküsü ve ahitler’i üstüne bir de persepolis’i okumalı bu ülkedeki herkes.
kadının aşağılandığı bir toplum çökmekten başka çıkar yol bulamaz. kadınların yandığı ateş bugün sizi ısıtsa yarın alevlerine teslim olmak zorunda kalırsınız.
devamını gör...
kitabını henüz okumadığım ama dizisini sıkı bir şekilde takip ettiğim distopik roman.kitap aslında dizide 1.sezonda bitiyormuş duyduğum kadarıyla.şuan bence hala iyi gidiyor ama umarım saçmalamadan bitirirler.
devamını gör...
ne okudum, ne de izledim. neymiş diye baktım ki; kitapmış bir de.

hangi yazar kitabına bu kadar kötü bir isim verebilir merak ettim doğrusu? ya da etmedim. bu isimde bir kitabı elime alamam sanırım.

içindeki şeyler ne kadar rahatsız edici olsa da bir edebi eser sonuçta, bilemedim...

belki saçma ama otomatik portakal, cesur yeni dünya, black mirror, got gibi isimler içeriği ne olursa olsun yazanın yapıtına saygısını gösteren yapıtlarmış gibi fikrimce.
devamını gör...
orijinal adı the handmaid’s tale olan, aynı isimle dizisi çekilmiş, ülkemizde blu tv’de yayınlanan dizinin kitabı. kitabımız distopik bir roman. yazarın da yine aynı türde bir çok eseri var. ismine bakıldığında insanı rahatsız edeceğini hissettiren bir kurgu olduğunu düşünsek de (ki aslında rahatsız etse de) kadınlara karşı bakışın distopik olarak anlatılışı da diyebiliriz.
margaret atwoodkitabı 1980’lerde yazmış ve 1985’te yayınlanmıştır. atwood romanındaki distopyada güçlü feminist yönü göstermiştir. 2017’den itibaren doğan kitap kitabı yazarın önsözü ile yayımlamaya başlamış ben de bu önsöz içeren basımdan okudum. aynı isimle yapılan dizinin ses getirmesi, sevilmesi sonucu sanıyorum yazar bazı şeyleri açıklamak istemiş bu önsözde. nedenleri ve sonuçları..

kitap hakkında kısa bir bilgi verecek olursam adından anlaşılacağı gibi damızlık olarak kullanılan bir kadının ağzından anlatılıyor. damızlık dendiğinde ne kadar kötü geliyor kulağa değil mi? peki nasıl olmuşlar böyle. kitapta ana karakterin adını asla öğrenemiyoruz çünkü adı bile ondan alınmıştır. doğurganlığı devam ettiği için komutana verilen damızlık kız komutanın adı ve iyelik eki ile anılır. fredinki.. adı budur. şimdiki zaman olarak düşündüğümüz bu distopya bir kadının ağzından anlatılıyor. fredinkinin. damızlık kız olmadan önce eşi luke ve kızı ile normal bir hayat sürerken birden değişen yasa ve politkayla işinden çıkarılan, banka hesabındaki tüm parası eşinin üstüne geçen, bir kadın olarak hiçbir şeye hakkı olmayan bir güne başlıyor. kocası ve kızıyla kaçmak isterken yakalanıyor ve doğurgan olduğu için en alt tabaka olan damızlık kız oluyor. verildiği komutanın evine yerleşiyor, kendinin bir üst katmanı marthalar ve onlara ders veren teyzeler var. haftanın sadece belli günleri pazar için dışarı çıkabiliyor ama konuşması, yanlış bir hareket yapması hatta etrafına bakması bile yasak. sırf bu yüzden kafasında etrafını görmemesi için bir başlık var ve kırmızı giyiniyor. roman karakterin böyle anlarda eski yaşamını hatırlamasıyla, annesine, kocasına. kızına ne olduğunu bilmediği ve yapacağı herhangi bir yanlışta onlara bir şey olmasından korkmasıyla bu düzene alışmaya çalışmasını, hayata tutunma çabasını, iç hesaplaşmalarını anlatıyor bize. çünkü en ufak yanlışta meydanda asılıyorlar. ölüm korkusu, bir yandan artık hatırlanmayacak kadar uzak gelen eski yaşam..

dizi yayınlandığı ilksene çok tutmuştu. benim de “okumadan izlemem” huyum sebebiyle çok merak etmeme rağmen ertelediğim bir yapımdı. sonunda kitabı okuma fırsatım oldu. ama kitap o kadar süründü ki elimde.. 1000kitapta okuduğumu işaretlediğimde 79 gün önce başladığımı gördüm. hatta şu fotoğrafla da başlamaya olan hevesimi paylaşmıştım.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


ama kitapta beni tam olarak içine çekmeyen bir şeyler vardı. distopya türünü sevmeme rağmen ve bir kadın olarak konusunun yeterince ilgi çekici olmasına rağmen beklentimin biraz altında kaldı. sanıyorum sürekli olarak geçmişe gidilmesi ama ne ara gitti ne ara günümüz düşüncelerine döndü bunun pek anaşılamıyor oluşu, karakterlerin, yapının da hep bir havada kalışı benim için okuma sürecini uzatan etmenler arasındadır. yine de distopya sevenlere, pek de yapılmayan bir konuyu okumak isteyenlere, üstüne diziyi merak edip benim gibi bekletenlere öneririrm.
son olarak birkaç alıntı ekleyip bitiriyorum


“umut içinde. bunu neden ölü bir insanın mezar taşına yazmışlar ki? uman ölü müydü, yoksa hâlâ yaşayanlar mı?”
“ama bir kez geçti mi kim acıyı anımsayabilir ki? acıdan geriye kalan bir gölgeden ibaret, zihinde bile degil, sadece bedende. acı insanda iz bırakır, ama görülmeyecek kadar derinde. gözden ırak olan, gönülden de ıraktır.”


keyifli okumalar..
not: diziyi izleyince de muhakkak karşılaştırma yapacağım.
devamını gör...
bu kitap büyük bir dilemma benim için.
yazdıklarım yüzünden taşlanabilirim.
yıllarımı feminist hareketin içinde geçirdim. sonrasında bir idea etrafında toplandığını iddia eden her grubun, özellikle bu kadar kapsayıcı olanlarının mutlaka içinin boşaltıldığına ve grubun içten içe çürümeye başladığına şahit olduktan sonra aktivizmimi bireysel olarak devam ettirmeyi seçtim ve öyle de yapıyorum. koruma kalkanını devreye soktuğuma göre entry'i girebilirim.
bana göre damızlık kızın öyküsü hafif tabirle kötü, şairane ve amatörce diyebileceğimiz lirik bir dille çar çur edilmiş gelmiş geçmiş en iyi distopya temalarından biri. yazarın fikirsel dünyasını ve yayımlarını ne kadar desteklesem de, subjektif bir okur olarak güzelim kitap konusunun hiç edildiğini düşünüyorum yazar tarafından.
öncelikle edebi olarak fakir olmasa da zengin de olmadığı kesin. bir tek şu latince deyişin kullanımı etkileyiciydi. birbirine bağlantılı, anlaşılır, bütünlükle örülmüş bir olay akışı olduğunu düşünmüyorum. aynı şekilde bu kadar ağır, ağdalı bir konunun çehov hikayesi, montaigne denemesi gibi yazılmaması gerektiğini düşünüyorum.
yazarın bibliografyasına baktım. 70'te ilk romanını çıkarmış, damızlık kızın öyküsü 85'te çıkmış. hala bile acemiliğine denk gelmiş diyebiliriz. böyle bi konu aklıma gelseydi acemiyken yazmazdım sanırım ya da yarı yolundan dönerdim. he diğer kitaplarına da göz attım, ben yazarın üslubunu sevmedim yani bana göre değil böyle william golding'in jack london'ın polar opposite'i, çok feminine bi üslup, ben cinsiyet baskın üslupları pek sevmem, biraz banal bulurum. o yüzden sanırım yorumlarım daha çok üslup çatışmasından kaynaklı.
kısacası damızlık kızın öyküsü'nün çıktığı andan itibaren bir 1984, bir körlük kadar popüler olabilecek bir distopya olduğunu düşünüyorum ama bence hem anti-fem dünyamız, hem de yazarın üslup konusundaki hatalı tarafı bence onu bundan alıkoymuş.
fakat her şeye rağmen bu kitap müthiş bir başarı. çok çarpıcı, shock value içeren bir eser. teşekkür ederiz margaret abla.

"don't let these bastards grind you down"
devamını gör...
bir distopya. kadınların paralarının, işlerinin, özgürlüklerinin, isimlerinin ellerinden alındığı bir yeni dünya. kuralları koyanların bu yeni düzenden memnun kalmayıp aynı kuralları yine sadece kendilerinin çiğnediği bir sahte düzen. fredinki, gleninki, charlesinki... isimleri yok, geçmişleri yok, aileleri yok. peki gelecekleri?
devamını gör...
öncelikle bu roman distopik roman olmasından ziyade; kaosun bir insanın zihninde duran, dışavurumdur.

bu kitabın neden önemli olduğu ile ilgili bir iki kelam edeceğim. öncelikle; kitabın girişi, gelişme bölümü olarak başlıyor. olay sırası şöyle; gelişme, gelişme, giriş ve sonuç yok. "ahitler" kitabı 2021 yılında kitabın devamı niteliğinde çıktı ama okumadım yani sonucu bilmiyorum.

kitap; karakterin zihninde ortam ortam gezmesiyle başlıyor. bir bakıyorsunuz evde, bi bakıyorsunuz dışarıda, bi de bakmışsınız tecavüz ediyorlar. zaman atlaması ile kaosu dramatize etmeye çalışmış. burada nasıl geldik? derken, aslında buraya gelmedik, burası zaten yaşandı. biz sadece, karakterin travması ile yolculuğa çıktık. yani geçmiş ve şimdinin iç içe geçmesi söz konusu.

kitabın konusu; aşırı radikal bir dinci kuruluşun, hükümeti ele geçirmesiyle birlikte 4 farklı statü sahibi bir halk yaratmak istemesi ve başarması. çünkü bu kuruluşa göre; dinden çıkan halk yüzünden, tanrının cezası bunları bulmuş ve doğum oranı neredeyse sıfıra inmiştir. bu yüzden katı kurallara sahip bir hükumetin ellerine mahkum olmuş bir halktan bahsediyoruz.

kitabı okumayanlar için; yazıdan çıkın ve kitabı okuyun. okuyanlar için; ana karakterin baskıcı bir ortamda arzularına yenik düştüğüne tanık ettik. ona sinirlendik ve acımadık. çünkü yasak olmasına ve evli olmasına rağmen; kocasını aldattı. bu yüzden yazar bize, ikilem içinde olan insanın bile arzularının galip geldiği bir anti-kahraman çizdi.

okurken, kadının pasifliği dikkatinizden kaçmamıştır. aslında pasif bir karakter ve biz sürekli isyan etmesini bekledik ama etmedi. çünkü baskıya dayanamayan her insan bir gün patlar ama yazar sadece acı çekti ve sustu. bunun yanı sıra; bir de arzularına yenik düştü. burada bize anlatılmak istenen en önemli şey; insanın arzularının, her şeyden üstün çıktığıdır.

erkeklere düşman oluyorsunuz ama olmayın. erkekler de istismar ediliyor. onlara zorla tecavüz etmeleri isteniyor. yasa böyle. kitabın en önemli ikinci karakteri; karakterin annesi çünkü anne bir anarşist ve feminist. kızının ise onu hatırlayıp annesinden rol çalamamasının acısını yaşıyor.

diğer önemli karakter ise; en yakın arkadaşı. kadın bir lezbiyen ve yan karakterlerin hepsi, ana karakterin içindeki baskıyı açığa vurmanın en önemli unsurları. bu yüzden o pasif kadının çevresi bile onun değişimine etken olamamış.

bu kitabı okurken, karakterleri okuyun. olayları değil. klişe şekilde asarım, keserim ve tecavüz ederim romanından ziyade. kaosun içinde öylece kalmış karakterin iç sesine kulak verin. asıl mucize burada.

iyi okumalar...
devamını gör...
distopik bir roman. yazarı margaret atwood.
bir darbeyle kadınların haklarının elinden alındığı ,paralarının bile en yakın erkek yakınına devredildiği, tecavüze uğrayarak çocuk üretiminin gerçekleştiği bir dünya. devamı "ahitler" kitabıdır.

genç nüfus ve doğum oranı o kadar az ki doğurmaya müsait kadınlar zorla komutanların kısır eşlerine hizmet ediyor. çocuk olduğu zaman başka bir çocuğu olmayan kişiye gönderiliyor. bu durumların hepsi dini ritüeller olarak yutturuluyor. tabii ki buna maruz kalanlar kaçış yolları arıyorlar
devamını gör...
çekilişte tek değil iki tane kitap seçmiştik. ama hevesimi kursağımda bıraktığımı söylediğim de bu sefer bu kitabı önerdi.
feminist distopik = gelsin gerçekler
ilgimi çeken konudan beni vurdu. ben de dünden razı gibi davrandım.
"kurtlarla koşan kadın" da bu tarz bir içeriğe sahipti. ondan kıskançlık yaptı. bunu benden önce okuduğu için önerdi kıskanç!..
(bunun intikamı olacak.)
kitabı bitirince yorumu ekleyeceğim.
ayrıca kitabın ismi bile damarlarıma basıyor! içeriğinde nasıl hissedeceğim bilemiyorum(!)...
devamını gör...
kitaba biraz kafam dolu başladım.
sonra bir geçmişten bir şimdiden bahsediyordu. bir normal hayat bir de anormal olanı yani.
birinden diğerine atlama olayı belli edilmediği için 20-25 sayfa sonrasında anladım. zaten arka tarafta hem distopik hem de ütopik olduğu belirtilmişti ama ben farklı beklemiştim sanırım.
bunun 1980'lerde yazılıp 85'inde yayımlandığını öğrendim.
okurken biraz persepolis animasyonunun daha keskin ve daha katı bir hâliyle karşı karşıya gelmişim gibi hissettim.
ilk ayin olayında aşırı sinirlendim, baya öfke ve nefret doldum, kitabı bile artık okumak istemedim böyle paramparça edesim geldi o derece!
ben salonda ya da balkonda oturmuş okurken bazen beni görenler "ne okuyorsun?" dediğinde "kadınlar hakkında. niye?" deyince "galiba kötü ilerliyor, öldürücü bakışlara bürünmüşsün ve çeneni sıkıyorsun?" ben fark etmedim bunu, beni tanıyan biri fark etti. "kötü değil baya b.ktan ilerliyor. hepsini gebertmek isterken tek yapabildiğim sayfalara bakmak? onlardan olan hıncımı kitaptan almamak için kendimi zor tutuyorum! baksana sinirden sıkmaktan bükülmüş? bükülmesinden de sinir oluyorum normalde ama şu an o siniri hissetmiyorum!" deyince "içeriği merak ediyorum ama sormaya çekiniyorum." demişti ve "okurken pek alıkonulmaktan hoşlanmıyorum. hızlıca bitsin istiyorum. o yüzden merakını sonraya bırakacağım tamam mı?.."
şu afganlı, pakistanli, suriyeli olanların ülkeye bu kadar doluşturulması ve gelişim yerine gerilik gösterişimiz beni o animasyonu izlediğimden beri korkutuyordu. bu da 1-2 yıl öncesine dayanıyor zaten.
gerilik olarak dediğim "21. yy.' da hâlâ kadına ne yapacağını söyleyebilecek bir parti var. kadınlar işe gitmesin evde otursun? sonra karma eğitim, karma hastaneler vs. ayrıştırılmak isteniyor. eğitimde almanca dersi zorunluluktan kaldırılıyor. ingilizceye de bir şey oluyordu ama tam hatırlamıyorum. yabancı dilleri kaldırıp yerine arapça getireceklerini düşünüyorum? tabi bu ne zaman olur bilmiyorum ama lafı dönmeye başlamışsa bazı şeylerin, çokta uzakta olmasa gerek.
iran'a bakınca mollalar öne çıkmadan nasıldı sonra nasıl oldu?
ve adaletsizlikle zaten tecavüz olayları neredeyse meşrulaştırılmaya yakın? ailende değilse okulda, okulda değilse iş yerinde, iş yerinde değilse sokakta vs. bu ırz düşmanlığı ne zamandır bu kadar normal gelebiliyor? çok oldu diye önüne geçilmesi gerekirken normalleştirme olayı sinirlerimi bozuyor?
arkadaşımın arkadaşıyla ilk kez denk geldiğim bir ortamda bile elini sıkmaktan kaçınıyorum. birincisi bu tarz gereksiz temaslardan pek hoşlanmıyorum ikincisi bir hayvandan abuk sabuk hislere bürünen tarafla basit bir el sıkışması bile anormal geliyor. zaten midemi bulandırıyorlar genel anlamda. bir de olay el sıkışmanın çok çok ötesine gidip normal sayılacak öyle mi? cezasız kalacak? ve ben kendimi "bu çoğu kadının başına geliyor." tarzında mi teselli edeceğim?! bu mu teselli sözleri?! utanç bu! iğrençlik!
öldürülen adaletle kaç kadının ruhu ve bedeni öldü?
hiç kimsenin başına gelmesini istemiyorum. ama hayat ya bir gün eğer bunu yaşatırsa ve o kişi beni bir de sağ bırakırsa çok sevinirim. çünkü cehenneme gitmeden önce onu da benimle götürmek isterim! en azından bir adiden eksiltirim, belki bir kadın ya da çocuk veya hayvan kurtulur bilemiyorum artık.
kitabı okumuşsanız sinirlerimin neden tavan yaptığını anlamışsınızdır. eğer ki o tarz bir benzerlik bizim başımıza gelirse ve aynı zamanda da kıyamet koparsa bu kıyımdan çok kurtuluş olur.
çünkü bugün gözlerini çalışan, okuyan kadınlara dikenler onların bu haklarını alıp kız çocuğuyken, cahilken, bilgisizken, ağacın kolay eğileceği yaşları avantaja çevirmek isteyecek. "kader" denilen şeyi kendileri yazarken allah yazmış gibi gösterip kabul etmemizi isteyecekler?
o kadar sığınmacıyla bir iç savaş zemini çok mümkün durmuyor mu? siz sanıyor musunuz ki onlar burada akıllı ve uslu çocuklar gibi durmaya geldi? onların ellerini kollarını bağlayan tek şey atatürk'ün varlığı ve tanıdığı haklar, kanunlar vs. adamlar(!) geldiğinden beri atatürk'ün her şeyiyle zıtlaşıyor?
okullara imam atamak istediler? bunun ne demek olduğunu bilmiyor musunuz?
kitabı okurken en çok sinirlenme sebebim benzer bir hayatın bizi beklediğinin bilincinde olmam.
hiçbir insan için tahammül edemeyeceğim hayat bize layık(!) görülecek, kime cumhuriyet kadınlarına, türk kadınlarına?!
öyle bir şey olursa kaldırabileceğimi düşünmüyorum. gidip bir ormanda kendimi oldurmem ve hayvanların cesetimi yemesi onların eline düşmekten daha onurlu geliyor çünkü neyse.
atatürk zamanında kadına hakaret edenler hapis cezası alırken şu an taciz, tecavüz eden hatta ölümünden sorumlu olanlar serbest kalabiliyor?!
kadın üsttekiler için anca bu kadar değerli(!).
kullanıl ve çöpe atıl. bedeli? yok denilse yalan sayılmaz.
basit, mal, çöp, sinir atma (şiddet) vs. yerine geçiyoruz? kaçıncı yy. bilim adamlarında ne erkek var ne de kadın? varsa yabancı ülkelerde var. burada kaç tane var? hangi alanlarda var?
21.yy.'da daha deprem için bile önlem alınamıyor? yapılan evler mezar taşı? yaylı evleri size dinin karanlık ve yobaz kesimi getirmeyecek?
türkiye japonlarla ukrayna'da yerleşim yeri yapacakmış? niye kendi ülkesi bitti mi?
deprem gören iller normale döndü mü? deprem beklenen illerde ne gibi gelişim gösterildi?
halk olarak umursandığınızı düşünüyor musunuz?
ben ne öğrenci olarak, ne kadın olarak, ne vatandaş olarak ne bir çalışan ne de bir depremzede olarak umursandığımı düşünmüyorum.
kendi ülkemde bir suriyeli/sığınmacı olamadım diye üzülecek bir haldeyim neredeyse?
neyse.
ölmek için doğduk evet ama ölüm gibi bir yaşam için doğmamıştık bence.
tacize, tecavüze, şiddete uğrayan; kız çocuğu, erkek çocuğu, kadınlar, eşekler, köpekler, kediler, keçiler, inekler vs. hepsi bizim suçumuz.
bu sebeple ölen ve öldürülenler de bizim yüzümüzden!
doğru bir insan olmak etkin bir insan olmaktan daha önemli değil.
taciz, şiddet, tecavüz girişimleri dışında intihar ya da cinayet yoluyla ölme ihtimalimiz var.
bir de yaşam standartlarımız o kadar yüksekmişçesine hiç gelecek, iş, sağlık kaygımız da yok gibi neleri düşünüyoruz?
hepsini düşünüyoruz çoğumuz. yetişemiyoruz da ya da yoruluyoruz vs.
ama bizi, beni bilinçli bir şekilde bu hâle getirenlere uyanlara ölenlerle ve yaşayanlarla hakkımız helal değil.
o kadar anormal durum içinde neyi normalleştirdiklerine bakın?..
bu noktaya getiren herkesten iğreniyorum!
siz ne insan ne de müslüman olabilmişsiniz.
siyasal islam'ın oyuncak ettiği karanlığı din diye yiyin, allah buyuruyor diye yiyin...
bilseydiniz kandırılmazdınız. tam düzgün olsaydınız bozulmazdınız.
öldürülen kadınlara, çocuklara yenileri eklensin ve biz güzel yaşam sürebilelim?
ulan bu hangi insanlığa sığıyor?!
korumak istediğim kişilerin, bazen onların aynısı oluşuna denk geliyorum. kime neyi anlatıyorsun? diye kendime kızıyorum. vakitli olan yerde insan olmak bu kadar zor değildi.
yaşamınız haysiyetsizken ölümünüz mü asil olacak?..
onlar gibi ben de ölmek istiyorum. bunu kaç bin defa diledim bilmiyorum. hiçbir şey olmamış gibi devam edilen lağım yerinde gibi hissediyorum. o kadar kirli, o kadar pislik ama alışılmış. yazık...
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"damızlık kızın öyküsü" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim