21.
aşiretlerle protokol imzalayıp devleti aşiret ile muhatap etmeyen liderin olduğu dönemde olmuş olan olay.
aşiret protokolü ile kaynak soruldu direkt dha kaynağını koyuyorum.
aşiret protokolü ile kaynak soruldu direkt dha kaynağını koyuyorum.
devamını gör...
22.
resmi tarih tezinin zırvalıklarını dillendiren yazarları görmemizi sağlayan başlık. dersim yok o halde katliam da yok diyenlere cevap vermeye tenezzül etmeden bir yazıyı paylaşayım.
devamını gör...
23.
uzun uzadıya anlatılmış olsa dahi anlaşılmayan, böyle bir olay yok dendiğinde youtube gibi mecralardan gösterilmeye çalışılan sahte kanıtlar, bunlara karşılık sunulan yazılı belgeler fakat inatla öyle değil sen bilmiyosun demeler ve konu değiştirmeye çalışmalar. milletimizi, halkımızı ve cümle cahil cühelayı kitap okumaya fakat bakkaldan alınan değil bir prof. veyahut bir bilimci tarafından kaleme alınmış kitapları okumaya davet ediyorum. ve sadece bir konuya sıkışıp kalmayın at gözlüklerinizi çıkarın.
unutmayın kimse mükemmel değildir. herkesin hatası vardır. fakat bu olay da kusura bakmayın hayal kırıklığı yaşayacaksınız ama hata bizden değildir.
unutmayın kimse mükemmel değildir. herkesin hatası vardır. fakat bu olay da kusura bakmayın hayal kırıklığı yaşayacaksınız ama hata bizden değildir.
devamını gör...
24.
önceden dersim denilen türkiye sınırlarındaki ilde çıkan isyandır. devlet isyana karşılık olarak sabiha gökçen’e
isyancıları bombalama emri vermiş ve devlet oraya kaba ve sert yani tunç elini gösterdiği için tunceli denilen ilimize dönüşmüştür diye biliyorum, kesin olarak araştırdığım bir şey değil.
isyancıları bombalama emri vermiş ve devlet oraya kaba ve sert yani tunç elini gösterdiği için tunceli denilen ilimize dönüşmüştür diye biliyorum, kesin olarak araştırdığım bir şey değil.
devamını gör...
25.
chp’den osman sarıbal’ın hakkında “unutmadık, asla unutmayacağız! dersim katliamında yitirdiğimiz canları saygıyla anıyorum. #dersimkatliamı” ifadelerini kullandığı bir tarihi olay.
devamını gör...
26.
kürt teali, ermeni hınçak taşnak gibi cemiyetlerle bir olup ülkenin doğusunu bölmeye çalışanların cehenneme postalanması olayıdır. şimdi ise bu kekolar pkk, dhkp c , tikko, mlkp, ypg, yps gibi örgütlerden medet umuyor.
devamını gör...
27.
bölücü teröristlerin çıkardığı ve başarılı şekilde bastırılan isyan.
provokatörlerin aksine masumların üzerine bomba filan atılmamıştır. türkiye cumhuriyeti'ni; canlı bombalarla veya pusu kuran teröristlerle karıştırdılar sanırım. harekat öncesinde şu şekilde uyarıda bulunulmuştur:
"sizi ayaklandırmaya çalışan zavallıları cumhuriyet hükümetine teslim ediniz veyahut onlar kendileri teslim olmalılar. bu takdirde cümleniz masum kalacaksınız. teslim edilenler veya kendiliğinden teslim olanlar dahi cumhuriyetin adil muamelesinden başka hiçbir şey görmeyeceklerdir. bu suretle siz kıymetli vatandaşlarımızdan hiçbirinin burnu kanamayacaktır."
sen git isyan çıkar, seneler sonra torunların "katliam" diyerek mağduriyet edebiyatı yapsın.
aynı durum günümüzde de yaşanıyor. pkk masumları hedef alıyor, öğretmenleri ve işçileri öldürüyor, şehirlerde bombalar patlatıyor; tsk karşılık verince terör sempatizanları hemen "t.c. katliam yapiyiiii, zulüm ediyiii." diye yalan haberlerle manipülasyon çalışmasına başlıyorlar.
öyle ki, kendini patlatan bir canlı bombayı bile "t.c. yüzünden kendini patlattı." diyecek kadar da yüzsüz olabiliyorlar.
bugün twitter'da gördüm, nereden geldiği belli olmayan 2-3 el bombası ve silah fotoğrafı paylaşarak, t.c. kimyasal bomba attı diyorlar. yok atom bombası atmışlar(!)
fark ettiğim bir durum daha var. kim insan hakları savunuculuğu, halkların kardeşliği, sevgi pıtırcığı, sjw rolünü üstlenip, ırkçılığa karşıyım diyorsa, en büyük ırkçı o çıkıyor.
neyse, siz bölücüleri anıp mazlum edebiyatı yapmaya devam edin. ileride belki altın portakal filan alırsınız.*
provokatörlerin aksine masumların üzerine bomba filan atılmamıştır. türkiye cumhuriyeti'ni; canlı bombalarla veya pusu kuran teröristlerle karıştırdılar sanırım. harekat öncesinde şu şekilde uyarıda bulunulmuştur:
"sizi ayaklandırmaya çalışan zavallıları cumhuriyet hükümetine teslim ediniz veyahut onlar kendileri teslim olmalılar. bu takdirde cümleniz masum kalacaksınız. teslim edilenler veya kendiliğinden teslim olanlar dahi cumhuriyetin adil muamelesinden başka hiçbir şey görmeyeceklerdir. bu suretle siz kıymetli vatandaşlarımızdan hiçbirinin burnu kanamayacaktır."
sen git isyan çıkar, seneler sonra torunların "katliam" diyerek mağduriyet edebiyatı yapsın.
aynı durum günümüzde de yaşanıyor. pkk masumları hedef alıyor, öğretmenleri ve işçileri öldürüyor, şehirlerde bombalar patlatıyor; tsk karşılık verince terör sempatizanları hemen "t.c. katliam yapiyiiii, zulüm ediyiii." diye yalan haberlerle manipülasyon çalışmasına başlıyorlar.
öyle ki, kendini patlatan bir canlı bombayı bile "t.c. yüzünden kendini patlattı." diyecek kadar da yüzsüz olabiliyorlar.
bugün twitter'da gördüm, nereden geldiği belli olmayan 2-3 el bombası ve silah fotoğrafı paylaşarak, t.c. kimyasal bomba attı diyorlar. yok atom bombası atmışlar(!)
fark ettiğim bir durum daha var. kim insan hakları savunuculuğu, halkların kardeşliği, sevgi pıtırcığı, sjw rolünü üstlenip, ırkçılığa karşıyım diyorsa, en büyük ırkçı o çıkıyor.
neyse, siz bölücüleri anıp mazlum edebiyatı yapmaya devam edin. ileride belki altın portakal filan alırsınız.*
devamını gör...
28.
dersim isyanı veya dersim katliamı, dersim'de 1937-1938 yıllarında merkezî türk hükûmetiyle bazı dersim aşiretleri arasında bölgenin hakimiyeti ile ilgili çıkan anlaşmazlıklar sonucu yaşanan olaylara verilen isim. dersim'de (tunceli, erzincan, elazığ, sivas, malatya ve bingöl illerinin bir kısmı) aşiretlerin isyanı sonucunda mutlak devlet hakimiyetini sağlamak için türk silahlı kuvvetleri tarafından aşiretler üzerine harekât düzenlendi. isyancıların önemli kesimini 1920'de sivas'ın zara ve imranlı ilçelerinden sığınan isyancılar oluşturuyordu.harekât neticesinde, kimi kaynaklara göre bölgede yaşayan 13.160 kişi ile 110 asker öldü ve 12 bine yakın insan zorunlu göçe tabii tutuldu.
*dersim isyanı-zaza isyanları
tarih---20 mart 1937 - kasım 1937
2 ocak 1938 - aralık 1938
*bölge
dersim (günümüzde tunceli, kemah, kemaliye, refahiye, erzincan merkezî, kiğı, arapgir ve keban)
*sonuç
isyancılar teslim oldu.
türk silahlı kuvvetleri dersim'de tekrar hakimiyet kurdu.
seyit rıza ile birlikte 6 kişi idam edildi.
dersim halkının bir kısmı zorunlu iskan ettirildi.
devamını gör...
29.
dersim isyanı ve daha doğru tabiriyle dersim soykırımı, genç türkiye cumhuriyeti'nin egemenlik hususundaki takıntılı ve rüştünü ispata matuf çabalarını bir ergenin güç gösterisi esnasındaki duygularına benzer şekilde, bir yerleşik halk üzerinde uygulamasıdır. zira ne şeyh said ne de ağrı isyanı'ndaki gibi dış desteğe dair elle tutulur bir kanıt ne de seyit rıza saflarına belirli ve sınırlı bir çevre haricinde katılan yoktu.
dersim soykırımı 30'lu yıllarında ortalarından hatta başından itibaren özenle tasarlanmış ve planlanmıştır, cumhuriyet rejiminin otoritesini nasıl hakim kıldığı noktasında bir laboratuar görevi görmüştür. önceden beri girilemeyen, devlet otoritesine dair nişanlar olan askere gelip, vergi verme ve okullaşma görev ve sorumluluklarından azade bir kurtarılmış bölge olan dersim havalisi ) bugünkü tunceli'den büyük bir bölge) kemalist rejimce muhasara altına alınmış, halk hedef gözetmeksizin imha edilmiş, sağ kalanlar tehcire uğrayarak batı anadolu vilayetlerine dağıtılmış, çocuklar asker ailelerine evlatlık verilmiş, kalanlar kendi kültür , dil ve geleneklerinden kopartılmışlardır. bu soykırıma en benzeyen tarihi katliam beyazların kızılderililere karşı uygulamalarıdır.
hasılı dersim harekatı esnasında yaşananlar ve sonrası birleşmiş milletler'in soykırım tanımındaki esaslara tamamen uymaktadır. bu bölgeden önemli sayıda insanın hala pkk ve tikko saflarında yer alması en azından o zihniyeti destekler, yerleşik ideolojiye aykırı tutumları bu yaranın kapanmadığını göstermektedir.
dersim soykırımı 30'lu yıllarında ortalarından hatta başından itibaren özenle tasarlanmış ve planlanmıştır, cumhuriyet rejiminin otoritesini nasıl hakim kıldığı noktasında bir laboratuar görevi görmüştür. önceden beri girilemeyen, devlet otoritesine dair nişanlar olan askere gelip, vergi verme ve okullaşma görev ve sorumluluklarından azade bir kurtarılmış bölge olan dersim havalisi ) bugünkü tunceli'den büyük bir bölge) kemalist rejimce muhasara altına alınmış, halk hedef gözetmeksizin imha edilmiş, sağ kalanlar tehcire uğrayarak batı anadolu vilayetlerine dağıtılmış, çocuklar asker ailelerine evlatlık verilmiş, kalanlar kendi kültür , dil ve geleneklerinden kopartılmışlardır. bu soykırıma en benzeyen tarihi katliam beyazların kızılderililere karşı uygulamalarıdır.
hasılı dersim harekatı esnasında yaşananlar ve sonrası birleşmiş milletler'in soykırım tanımındaki esaslara tamamen uymaktadır. bu bölgeden önemli sayıda insanın hala pkk ve tikko saflarında yer alması en azından o zihniyeti destekler, yerleşik ideolojiye aykırı tutumları bu yaranın kapanmadığını göstermektedir.
devamını gör...
30.
31.
umarım yazı okunur ve künt kafalara vurur:
1930'larda kemalistlerin dersimli algısı
1932’de 100 adet bastırılıp sadece ilgililere verilen jandarma umum komutanlığı’nın gizli dersim raporu’nda (kısaca juk dersim) “dersimlilerin ırki vaziyeti” başlıklı bölüm şu sözlerle başlar: “dersimlilerin ırki vaziyetini tespit etmek hayli müşkül bir iştir. bu günün dersim halkından garbi dersimi işgal edenler kendilerinin horasandan gelmiş olduklarını müttefikan beyan ederler. şarki dersimde böyle bir iddia henüz görülmemiştir.”
ardından raporun meçhul yazarı hangi kaynağa dayalı olduğu belli olmayan ‘bilgileri’ (!) sayıp dökmeye başlar. hititli mi harezmi mi? yoksa zaza mı? yoksa ermeni veya asuri mi? yok yok, melez bir grup! derken yazar “horasan’dan geldiklerini ittifakla kabul ettiklerini” ileri sürdüğü garbi dersim’deki tüm aşiretleri türkmen yapıp çıkar. fakat bölümün sonuna doğru şunları söylemek ihtiyacını duyacaktır: “dersim içindeki dağ, dere, tepe adları bu vatan parçasının ilk sakinlerinin aslen türk oldukları kanaatini uyandırıyorsa da şark, şarki şimali, cenup ve garptan gelen muhtelif milletlerin istila selleri önünden kaçanlar için de can kurtarıcı bir sığınak olmuş, hakimiyetleri altında bulunduğu türk, faris, asur, ermeni, arap gibi milletlerin de tortularını içine almış bir mıntıkadır.”
maalesef kürtler!
raporun yazarı nihayet ‘acı’ gerçeği kabul etmek zorunda kalır: “osmanlı devletinin desimlilerle mücadeleye başladığı tarihten itibaren dersim daha geniş adımlarla kürtlüğe doğru ilerlemeye başlamıştır. (…) cumhuriyet dili ile % 70, hissiile %20 kürtleşmiş bir dersimle karşılaşmıştır.”
yazar bölümü şöyle bitirir: “dersimi şu suretle mütalaa ettikten sonra kaybolmak üzere bulunan ve kanında türk kanı ekseriyeti olan büyük bir halk kütlesini geriye, yani milli varlığına doğru çevirmek için hemen ıslahata ve tedbirler almağa başlamak lazım geldiği kanaatine varılır.”
kitapçığın bundan sonraki bölümlerinde yer alan mülkiye müfettişi hamdi bey’in 1926 tarihli raporunda “dersim giderek kürtleşiyor”, “dersim kürtlük temayülatı (eğilimleri) ile bulaşmış tehlikesi bir çıbandır” der. aynı yıl diyarbekir (ve sonra elaziz) valisi cemal bardakçı, dersim’de “türkçe bilmeyene ve kürt tipine rastlamamıştır” der.
1931’de ı. umumi müfettiş ibrahim tali bey’e göre ortada sadece ‘dersimli’ vardır. aynı yıl genelkurmay başkanı fevzi çakmak ise “türklük içinde eritilmesi gereken kürtlük”ten bahseder. dahiliye vekili şükrü kaya’ya göre ise “seyit rıza ve haydaranlılar türk ve cumhuriyetçi olup, bazı kürtlerin hırsızlıklarını onlara atfetmek doğru değildir.” kimdir bu ‘bazı kürler’, yazar açıklamaz.
kürtler üzerine yazılmış en kapsamlı kitaplardan biri olan şeyh, ağa, devlet’in yazarı, hollandalı antropolog martin van bruinessen’e göre, rapordaki bu fikirler, 1925 şeyh said isyanı sonrasında, bizzat mustafa kemal yönetimince şark illeri asayiş müşaviri ve türk ocakları koordinatörü sıfatıyla dersim bölgesine gönderilen hasan reşit tankut’un “etnopolitika” çalışmalarından esinlenmiş olmalıdır. ancak ilginçtir, başbakan ismet inönü’nün 21 ağustos 1935 tarihli kürt raporu’nda sık sık “kürt şehirleri”nden, ‘kürt köyleri”nden, “kürt mıntıkaları”ndan, “türklüğe hevesli kürtlerden” söz edilir. yani ortada “kürt” adlı etnik bir grup vardır.
ancak 1936’da ı. umumi müfettişlik müfettişi abidin (özmen) bu kürtlerle ilgili alınması gereken tedbirleri şöyle özetler: “türk camiası içinde kaynatmak istediğiniz kimseleri kürtçe yerine türkçe dili ile konuşur hale getirmek icap eder. temsilin (asimilasyonun) yapılması için kürtçe konuşmak meselesi üzerinde durmak icap eder. halkevlerinin, bilimum memurların, devlet daireleri ve müesseselerinden çalışan bilumum memur ve müstahdemlerin kürtçe konuşmalarına katiyen müsaade edilmemelidir. işi olan köylü türkçe bilmiyorsa, köylü ile kürtçe konuşulmaması, köylü memur olmayan bir tercüman getirmeye mecbur tutulmalıdır. kürtçe konuşanlara karşı maddi ve manevi cezalar uygulanmalıdır.”
eğitim yoluyla asimilasyon
‘temsil’ konusu ı. dersim harekatı’nın başlamasından 2 ay kadar sonra, 4 haziran 1937’de, dahiliye vekili şükrü kaya tarafından kültür vekaleti’ne yazılan “dersim kız ve erkek çocuklarının yatı mekteplerinde yetiştirilmeleri” konulu yazıda (özgün imlasıyla) şu şekilde ele alınır:
“kültür vekaleti’ne,
bu günlerde dersimde yapılmağa başlayan islâhat meyanında türk kesafeti (yoğunluğu) olan ve dersimden oldukça uzak yerlerde kız ve erkek yatı mekteplerinin de açılması ve bu mekteplerde dersimden getirilecek olan beş yaşını doldurmuş kız ve erkekler okutturulup böyütülmesi ve muvazi (eşit) surette yetiştirilecek olan bunlar yekdiğerile (birbirile) evlendirilerek baba ve analarından mevrus (miras kalan) emval (malları) ve arazileri içinde birer türk yuvası kurmaları temin ve bu suretle türk kültürünün dersimde esaslı bir surette yerleştirilmiş olacağı düşünülmektedir. çünkü: dersim halkı kendilerini horasandan gelmiş ve türk olduklarını beyan ederler. fakat kırmanc denilen ve fars bozması bir dille konuşan insanlarla fazla temasları neticesi olarak her gün biraz daha ana dil karekterinden uzaklaşmışlar ve şihi (şiilik) alevilik ve bektaşilik bunlar arasında kolaylıkla da rağbet bulmuştur. dersimliler kürt gibi konuşan ve fakat henüz onun karakterini hazmetmiyen kendi akideler[i] (inançları) ile onu yenmeğe çalışan ve türk ile kürt arasında kalmış bir cami’a (toplum) halindedir. şayanı teessür (üzücü) olan en mühim nokta dersim anasının dersim babasından evvel kürtleşmeye başlamasıdır. bunda en mühim saik (neden) erkeklerin civarla temasları neticesi türkçeyi öğrenmelerine rağmen kadınların muhitlerinden bir yere ayrılmamaları yüzünden bir kelime bile türkçe konuşamamaktadırlar ve bundan ötürü da çocuklarına türkçe öğretememekteler. binaenâleyh (bundan dolayı) kanında türk kanı ekseriyeti olan bu halk kütlesini geriye yani milli varlıklarına doğru çevirmek için alınacak tedbirler meyanında (bağlamında) ufak çocukların bu gibi leyli (yatılı) mekteplerinde yetiştirilmeleri zaruri (zorunlu) ve lüzumlu olduğu vekâletimizce mütalaa edilmekte olduğundan muktezasına (gerçekleştirilmesine) müsaade’i devletlerini arzederim,
dahiliye vekili ş. kaya.”
“kürt gözüyle bakmayalım, sevelim ve acıyalım”
dönemin gazetelerinde “halk cahil olduğu için telkine çok müsaittir…” (tan, 17 haziran 1937), “domatesi bilmiyorlar, gösteriyorsun ‘ne güzel çiçekmiş’ diyorlar.” (tan, 3 temmuz 1937) “ahali çok cahil olduğu için bu yobaz eşkiya reislerin adeta kölesi gibi yaşamaktadırlar.” (yeni köroğlu, 23 haziran 1937), “tabii ormanlar, şelaleler, büyük nehir ırmak ve derelerle tezyin edilmiş olan bu muhitin tek günahı, cahil ve cehalet neticesi günahkar insanlarla meskun olmasıdır.” (cumhuriyet, 27 haziran 1937)
ancak 19 haziran 1937 tarihli son posta gazetesinde ittihat terakki’nin ‘sol’(!) kanadından muhittin birgen şöyle yazar: “dersim’de yeni bir memleket fethetmiyoruz, dersimli bizim düşmanımız değildir. onlardan bu tarzda bahsetmiyelim ve yarın öbür gün bizim aramızda muhacir olarak dolaştıklarını gördüğümüz bu insanlara bu gözle ve ‘kürt’ diye bakmayalım. bilakis onları sevelim ve onlara acıyalım.”
yazarın bir yandan hükümetin dersim’i iç koloni gibi ele alan politikasına örtülü bir eleştiri yapması (“dersimli bizim düşmanımız değildir”), bir yandan da ileride yapılacak sürgünün haberini verdiği (“yarın öbür gün aramızda muhacir olarak dolaştıklarını gördüğümüz”), bir yandan kürtlüğü bugünlerde ermeniler için kullanıldığı gibi, ‘afedersiniz kürt’ retoriğinde ele alması, ama sonunu acımayla bağlaması dönemin aydınlarına egemen olan kafa karışıklığının bir göstergesi.
türklük ve türkçe konusunda son noktayı da alpdoğan koyar. 20 haziran 1937 tarihli kurun gazetesinden okuyalım: “tunceli ahalisinden bir takımın kürd olduğuna dair ortada bir söz vardır. bu söz yanlıştır. tuncelinde kürd yoktur. bu ahalinin aslı vaktiyle horasandan gelmiş olan türk kabileleridir. buradaki kabilelerin isimlerine dikkat edilirse hepsinin türk olduğu derhal anlaşılır (…) ahalinin tarikatta okudukları nefesler, ilahiler kâmilen türkçedir. yalnız selçukiler devrinde devletin resmi dili farsi olduğu için bunların arasına farsça karışmış ve türkçe ile birleşerek bozuk bir dil hâsıl olmuştur ki buna kürdçe denilmektedir. hakikatte bu dil dağ türkçesidir. kürd ve kürdçe yoktur. tunceli ahalisi türk olduğu gibi dilleri de türkçedir.” nokta!
türk de değil, kürt de, hususi bir ırktan
ama farklı düşünenler de vardır. örneğin 29 haziran 1937 tarihli haber gazetesinde yazan yusuf mahzar aren gibi: “dersimlileri türk sananlar var… ben de onları hiçbir zaman türk saymıyorum. türkte bedevilik, iptidailik, vahşet, merhametsizlik ve kan içicilik seciye halinde mevcut olamaz. bunlar-benim kanaatimce-tarihin pek eski zamanlarından beri sarp dağlarda tanınan ve el değdirmediği için mümkarız (bitmiş, tükenmiş) olmayan hususi bir ırktandır.” bu ifadeleri tersine çevirirsek, yazar “kürtler bedevi, iptidai (ilkel), vahşi, merhametsiz, kan içicidir” demeye çalışmaktadır.
5 ağustos 1937 tarihli tan gazetesinde latif erenel adlı yazar “kirmanjlar” başlıklı, “bunların kürtlükle hiç ilişkisi yok” spotlu makalesinde kürtlük-türklük ilişkisinin ileriki yıllarda da moda olacak alfabetik formülünü verir, üstelik güya bir kürde dayandırarak: “uyanık bir kürt ağası anlatıyordu: -türk kelimesinin ilk ve son harflerini takdim ve tehir ediniz (yerlerini değiştiriniz). kürt kelimesini bulursunuz. bu kelime, seyid ve ağanın toprağına mutlak bir kölelikle merbut (bağlı) aynı zamanda türke bağlı (anane, düşünüş itibarile) manasına gelir. bu vasıflar ve yaşama şartları dersimlinin hayatına uyduğu için yanlış olarak bura halkına kürt denilmiştir. kürdün hakiki manası, vuran, kıran, talan eden demektir.”
bu yazının bir diğer ilginç yanı, yazarın alpdoğan paşa tarafından elazığ'da ‘zehirli gaz kursu’ açıldığını belirtmesi. aşağıdaki yazıda kırmızı ile işaretlenen bölüme bakılırsa alpdoğan gaz kursunu açarken, "devlete uzanan eli kırmak, devlet kanununu tecavüz edilemez hale getirmek vazifemizdir" demiş.
dersimliler müslüman mı?
dönemin yazarları dersimlilerin dini konusunda da ilginç iddialarda bulunurlar. örneğin juk dersim’in meçhul yazarı: “aleviliğin en kötü ve açıklama ihtiyacı duyuran cephesi türklükle aralarındaki derin uçurumdur. bu uçurum kızılbaşlık itikadıdır. kızılbaş, sünni müslümanı sevmez, kin besler, onun ezelden düşmanıdır. sünnileri rumî diye anar. kızılbaş ilahi kuvvetin hamili bulunduğunu ve imamların sünnilerin elinde işkence ile öldüğüne inanır. bunun için sünnilere düşmandır. bu o kadar ileri gitmiştir ki kızılbaş, türk ile sünni, ve kürt ile kızılbaş kelimesini aynı telâkki eder. dersim alevileri de tıpkı sivas, tokat, canik afyon alevileri gibi (varma yezidin yanına, siner kokusu tenine) diye sünniyi tahkir eder (aşağılar).”
bu ifadelerde alevi/kızılbaşlığın sünniliğe düşman olarak kurgulanır. yukarıda şükrü kaya’nın kültür bakanlığı’na yazısında okuduk. dersimliler ‘şii, alevi, bektaşi’dir. ancak şükrü kaya bu terimleri nötr bir dille kullanır.
buna karşılık yunus nadi, 18 haziran 1937 tarihli cumhuriyet’teki yazısında dersim inançlarını adeta över: “dersimliler aleviliğin caferi tarikatına mensup ve imam cafer sadıka bağlıdırlar. 'anadolu'nun doğu ve cenup doğusu' ve 'araştırma ve düşüncelerim' adlarile şarkın kültürel ve tarihi vaziyetini üzerinde esaslı iki tetkik eseri hazırlayan arkadaşım kadri kop bana dersimlinin maruz kaldığı tesirleri şöyle anlattı: 'asılları öz türk olan dersimliler, her türk ülkesinde olduğu ve her türkün gösterdiği gibi gerek din ve gerek itikatte en liberal tarafı iltizam etmişlerdir. şamanizmin liberal hususiyetlerini ihtiva eden alevilik bütün türkmenleri tek akidesi olmıya başladığı vakit bugünkü dersimlinin dünkü cetleri de bu tarikati kabul ettiler. bunun içindir ki, sünni osmanlılarla aralarında içtimai ve dini bir mücadele başladı.’”
dersimliler şamanist veya animist mi?
osmanlı-erken cumhuriyet döneminin amatör dersim uzmanı (!) kütahya saylavı (milletvekili) naşit hakkı (uluğ) 19 haziran 1937 tarihli haber gazetesindeki “dersimlilerin dini seyitlerin dolabıdır” başlıklı yazısında “küçücük kafalı dersimli, yazın cehennem güneşi altında yanarken, bir memba görünce ona da tapmağa başlar… bir kaya, geceleri yol gösteren ay, koca bir cevizlik görünce cahil dersimli sakalına sarılır. boynunu büker yahut diz çöker ve ona tapar” diyerek dersim inançlarıyla adeta alay ederken, 29 haziran 1937 tarihli cumhuriyet gazetesinde yazan yusuf mazhar (aren) (ki kendisi 1930’da ağrı isyanı sırasında zilan deresi’nin 15 bin kürdün cesedi ile dolduğunu müjdeleyen yazardır) biraz daha insaflıdır. ona göre “kabukta alevilik şeklinde başlayan din, etten çekirdeğe doğru türlü türlü garip itikadlar karışarak (ağaca) (su-buzdağına), (güneşe) ve bazı taşlara tapmak şeklinde istihalelere (başkalaşımlara) uğramıştır.” latif erenel, 22 eylül 1937 tarihli son posta’da çıkan yazısında öldürücü darbeyi (!) vurur: “dersim’de alalade bir papuca bile tapanlar olmuştur!”
dersimliler hıristiyan mı yoksa?
18 haziran 1937 tarihli akşam’da ise bu sefer inanç lideri hedef alınır: “seyit rıza’nın hayatı bir sırdır. esrar içtiği söylenir. orada inanıldığına göre bunun girdiği bir evin halkı artık cehennemlik değildir (…) dersimde senede iki defa umum günahlarının affı merasimi yapılır.” yazar seyit rıza’nın islam’ın günah saydığı uyuşturucu içtiği iddiasıyla kızılbaş inancının islam dışılığını ima etmekle yetinmez, hıristiyanların günah çıkarma merasimine de örtülü bir gönderme yapar. 16 ağustos 1937 tarihli tan gazetesinde lütfi erenel, bir adım daha ileri gider: “bir dersimli için en büyük felaket şu idi: aforoz!”
8 ekim 1937 tarihli haber gazetesindeki “seyit rıza’nın istavrozu ankara’da başlıklı” haberde “… hayali en geniş olanlar bile şu din hokkabazı seyit rıza’nın çadırından ermenice kitap, almanca lügat, çeşit çeşit, boy boy renk renk istavroz, üzerinde ermenice yazılar olan haçlar, içinde isa’nın başparmağının kemiği olacağını düşünemez” derken seyit rıza’nın hıristiyanlığı imasını bir adım daha ileri götürür. fakat bu haberin en ilginç yanı, dersimlileri ve önderlerini "cahil", "ümmi", "vahşi" diye nitelerken, evden çıkan onca kitabın bu söylemleri boşa çıkardığını farketmemesidir.
ama burada da durulmaz. 11 ekim 1937 tarihli kurun gazetesinde, seyit rıza’yı 11. yüzyılda ı. haçlı seferi için avrupa’yı dolaşarak gönüllüler toplayan ünlü fransız vaizi pierre l’ermite ile karşılaştıran yazara göre, l’ermite korkunç, zalim ve yüreğinde merhamet olmayan biridir ama samimidir! oysa seyit rıza da o da yoktur: “yüzlerce yıl cehaletin kara madenini işlettiler. ruhları birer kuyu gibi kazdılar. adam öldürmeği, kervan vurmayı, ocak söndürmeyi koca bir yurdun göreneği haline getirdiler. oradaki zavallı halkın ne kadar kara bir alın yazısı varmış ki bu zünnarlı (keşiş kuşağı), istavrozlu (haç), bu kıpkızıl melunlara seyit diye tapmışlar. peygamber soyundan geldiklerine inanmışlar. ağzından dökülen sözlerini, gökten inme tanrı emirleri saymışlar, ibretin bu türlüsüne, bin yılda bir kere bile güç rastlanır.”
inançların arasına ‘türklük barajı’
martin van bruinessen, “aslını inkâr eden haramzadedir” başlıklı makalesinde şöyle der: “kemalizm’in kürtler hakkındaki görüşü, her zaman içsel çelişkilerle dolu olmuştur. bir yandan resmî görüş onların türk olduklarını iddia ederken; öte yandan, türk olmadıkları için onlara hiçbir zaman güvenilmemiş ve onları asimile ederek türk olmayan özelliklerini kaybettirmek için kasti girişimlerde bulunulmuştur. alevi kürtlere karşı tutum çok daha paradoksal ve tutarsız olmuştur. alevi olduklarından ötürü, bir yandan islâm’ın gerçek bir türk versiyonuna bağlı oldukları için ve kemalistlerin laikleşme programının doğal müttefikleri olarak selamlanmışlar; öte yandan, zazalıkları ve kürtlükleri onları yabancı ve güvenilmez kılmıştır. alevi kürtlerin dinsel törenlerde kullandıkları dilin türkçe olduğu gerçeği, onların kolay asimile olacaklarına dair umut verici ihtimaller sunar görünmekle birlikte, alevi kürtlerin devlete muhalefetlerinin tarihi onları ziyadesiyle şüpheli kılmıştır.”
hasan reşit (tankut) bizzat mustafa kemal’e sunduğu gizli raporlardan birinde kürt coğrafyasını kuzey’de zaza kızılbaşlar, batı’da alevi-kızılbaş kurmançlar ve doğu’da şafii kurmançlar olarak üçe ayırmakta ve bu unsurları birbirinden ayırmak için aralarına ‘türklük barajı’ konulmasını önermekteydi. yukarıda anlattığım gibi dersimlilerin kimliği konusunda kafası gayet karışık olan ama onların ne olması gerektiği konusunda gayet net olan kemalist rejim bu ‘önlemi’ yetersiz görmüş olmalıydı ki, 1937-1938’de dersim ‘soykırımı’nı gerçekleştirecekti.
özet kaynakça: doğu anadolu’da toplumsal mühendislik, dersim-sason (1934-1946), tarih vakfı yurt yayınları, 2010 (jandarma umum kumandanlığı’nın dersim raporu bunun içinde), taha baran, 1937-1938 yılları arasında basında dersim, iletişim yayınları, 2014, martin van bruinessen, ağa, şeyh ve devlet, iletişim yayınları, 2013, ismail beşikçi, tunceli kanunu 1935 ve dersim jenosidi, ismail beşikçi vakfı yayınları, 2013.
yazıdan da görüldüğü gibi ortada bir isyana teşvik, soykırım hazırlığı ve soykırım vardır. bunu kabul etmeyenin insanlığından kuşku duymak gerekir.
1930'larda kemalistlerin dersimli algısı
1932’de 100 adet bastırılıp sadece ilgililere verilen jandarma umum komutanlığı’nın gizli dersim raporu’nda (kısaca juk dersim) “dersimlilerin ırki vaziyeti” başlıklı bölüm şu sözlerle başlar: “dersimlilerin ırki vaziyetini tespit etmek hayli müşkül bir iştir. bu günün dersim halkından garbi dersimi işgal edenler kendilerinin horasandan gelmiş olduklarını müttefikan beyan ederler. şarki dersimde böyle bir iddia henüz görülmemiştir.”
ardından raporun meçhul yazarı hangi kaynağa dayalı olduğu belli olmayan ‘bilgileri’ (!) sayıp dökmeye başlar. hititli mi harezmi mi? yoksa zaza mı? yoksa ermeni veya asuri mi? yok yok, melez bir grup! derken yazar “horasan’dan geldiklerini ittifakla kabul ettiklerini” ileri sürdüğü garbi dersim’deki tüm aşiretleri türkmen yapıp çıkar. fakat bölümün sonuna doğru şunları söylemek ihtiyacını duyacaktır: “dersim içindeki dağ, dere, tepe adları bu vatan parçasının ilk sakinlerinin aslen türk oldukları kanaatini uyandırıyorsa da şark, şarki şimali, cenup ve garptan gelen muhtelif milletlerin istila selleri önünden kaçanlar için de can kurtarıcı bir sığınak olmuş, hakimiyetleri altında bulunduğu türk, faris, asur, ermeni, arap gibi milletlerin de tortularını içine almış bir mıntıkadır.”
maalesef kürtler!
raporun yazarı nihayet ‘acı’ gerçeği kabul etmek zorunda kalır: “osmanlı devletinin desimlilerle mücadeleye başladığı tarihten itibaren dersim daha geniş adımlarla kürtlüğe doğru ilerlemeye başlamıştır. (…) cumhuriyet dili ile % 70, hissiile %20 kürtleşmiş bir dersimle karşılaşmıştır.”
yazar bölümü şöyle bitirir: “dersimi şu suretle mütalaa ettikten sonra kaybolmak üzere bulunan ve kanında türk kanı ekseriyeti olan büyük bir halk kütlesini geriye, yani milli varlığına doğru çevirmek için hemen ıslahata ve tedbirler almağa başlamak lazım geldiği kanaatine varılır.”
kitapçığın bundan sonraki bölümlerinde yer alan mülkiye müfettişi hamdi bey’in 1926 tarihli raporunda “dersim giderek kürtleşiyor”, “dersim kürtlük temayülatı (eğilimleri) ile bulaşmış tehlikesi bir çıbandır” der. aynı yıl diyarbekir (ve sonra elaziz) valisi cemal bardakçı, dersim’de “türkçe bilmeyene ve kürt tipine rastlamamıştır” der.
1931’de ı. umumi müfettiş ibrahim tali bey’e göre ortada sadece ‘dersimli’ vardır. aynı yıl genelkurmay başkanı fevzi çakmak ise “türklük içinde eritilmesi gereken kürtlük”ten bahseder. dahiliye vekili şükrü kaya’ya göre ise “seyit rıza ve haydaranlılar türk ve cumhuriyetçi olup, bazı kürtlerin hırsızlıklarını onlara atfetmek doğru değildir.” kimdir bu ‘bazı kürler’, yazar açıklamaz.
kürtler üzerine yazılmış en kapsamlı kitaplardan biri olan şeyh, ağa, devlet’in yazarı, hollandalı antropolog martin van bruinessen’e göre, rapordaki bu fikirler, 1925 şeyh said isyanı sonrasında, bizzat mustafa kemal yönetimince şark illeri asayiş müşaviri ve türk ocakları koordinatörü sıfatıyla dersim bölgesine gönderilen hasan reşit tankut’un “etnopolitika” çalışmalarından esinlenmiş olmalıdır. ancak ilginçtir, başbakan ismet inönü’nün 21 ağustos 1935 tarihli kürt raporu’nda sık sık “kürt şehirleri”nden, ‘kürt köyleri”nden, “kürt mıntıkaları”ndan, “türklüğe hevesli kürtlerden” söz edilir. yani ortada “kürt” adlı etnik bir grup vardır.
ancak 1936’da ı. umumi müfettişlik müfettişi abidin (özmen) bu kürtlerle ilgili alınması gereken tedbirleri şöyle özetler: “türk camiası içinde kaynatmak istediğiniz kimseleri kürtçe yerine türkçe dili ile konuşur hale getirmek icap eder. temsilin (asimilasyonun) yapılması için kürtçe konuşmak meselesi üzerinde durmak icap eder. halkevlerinin, bilimum memurların, devlet daireleri ve müesseselerinden çalışan bilumum memur ve müstahdemlerin kürtçe konuşmalarına katiyen müsaade edilmemelidir. işi olan köylü türkçe bilmiyorsa, köylü ile kürtçe konuşulmaması, köylü memur olmayan bir tercüman getirmeye mecbur tutulmalıdır. kürtçe konuşanlara karşı maddi ve manevi cezalar uygulanmalıdır.”
eğitim yoluyla asimilasyon
‘temsil’ konusu ı. dersim harekatı’nın başlamasından 2 ay kadar sonra, 4 haziran 1937’de, dahiliye vekili şükrü kaya tarafından kültür vekaleti’ne yazılan “dersim kız ve erkek çocuklarının yatı mekteplerinde yetiştirilmeleri” konulu yazıda (özgün imlasıyla) şu şekilde ele alınır:
“kültür vekaleti’ne,
bu günlerde dersimde yapılmağa başlayan islâhat meyanında türk kesafeti (yoğunluğu) olan ve dersimden oldukça uzak yerlerde kız ve erkek yatı mekteplerinin de açılması ve bu mekteplerde dersimden getirilecek olan beş yaşını doldurmuş kız ve erkekler okutturulup böyütülmesi ve muvazi (eşit) surette yetiştirilecek olan bunlar yekdiğerile (birbirile) evlendirilerek baba ve analarından mevrus (miras kalan) emval (malları) ve arazileri içinde birer türk yuvası kurmaları temin ve bu suretle türk kültürünün dersimde esaslı bir surette yerleştirilmiş olacağı düşünülmektedir. çünkü: dersim halkı kendilerini horasandan gelmiş ve türk olduklarını beyan ederler. fakat kırmanc denilen ve fars bozması bir dille konuşan insanlarla fazla temasları neticesi olarak her gün biraz daha ana dil karekterinden uzaklaşmışlar ve şihi (şiilik) alevilik ve bektaşilik bunlar arasında kolaylıkla da rağbet bulmuştur. dersimliler kürt gibi konuşan ve fakat henüz onun karakterini hazmetmiyen kendi akideler[i] (inançları) ile onu yenmeğe çalışan ve türk ile kürt arasında kalmış bir cami’a (toplum) halindedir. şayanı teessür (üzücü) olan en mühim nokta dersim anasının dersim babasından evvel kürtleşmeye başlamasıdır. bunda en mühim saik (neden) erkeklerin civarla temasları neticesi türkçeyi öğrenmelerine rağmen kadınların muhitlerinden bir yere ayrılmamaları yüzünden bir kelime bile türkçe konuşamamaktadırlar ve bundan ötürü da çocuklarına türkçe öğretememekteler. binaenâleyh (bundan dolayı) kanında türk kanı ekseriyeti olan bu halk kütlesini geriye yani milli varlıklarına doğru çevirmek için alınacak tedbirler meyanında (bağlamında) ufak çocukların bu gibi leyli (yatılı) mekteplerinde yetiştirilmeleri zaruri (zorunlu) ve lüzumlu olduğu vekâletimizce mütalaa edilmekte olduğundan muktezasına (gerçekleştirilmesine) müsaade’i devletlerini arzederim,
dahiliye vekili ş. kaya.”
“kürt gözüyle bakmayalım, sevelim ve acıyalım”
dönemin gazetelerinde “halk cahil olduğu için telkine çok müsaittir…” (tan, 17 haziran 1937), “domatesi bilmiyorlar, gösteriyorsun ‘ne güzel çiçekmiş’ diyorlar.” (tan, 3 temmuz 1937) “ahali çok cahil olduğu için bu yobaz eşkiya reislerin adeta kölesi gibi yaşamaktadırlar.” (yeni köroğlu, 23 haziran 1937), “tabii ormanlar, şelaleler, büyük nehir ırmak ve derelerle tezyin edilmiş olan bu muhitin tek günahı, cahil ve cehalet neticesi günahkar insanlarla meskun olmasıdır.” (cumhuriyet, 27 haziran 1937)
ancak 19 haziran 1937 tarihli son posta gazetesinde ittihat terakki’nin ‘sol’(!) kanadından muhittin birgen şöyle yazar: “dersim’de yeni bir memleket fethetmiyoruz, dersimli bizim düşmanımız değildir. onlardan bu tarzda bahsetmiyelim ve yarın öbür gün bizim aramızda muhacir olarak dolaştıklarını gördüğümüz bu insanlara bu gözle ve ‘kürt’ diye bakmayalım. bilakis onları sevelim ve onlara acıyalım.”
yazarın bir yandan hükümetin dersim’i iç koloni gibi ele alan politikasına örtülü bir eleştiri yapması (“dersimli bizim düşmanımız değildir”), bir yandan da ileride yapılacak sürgünün haberini verdiği (“yarın öbür gün aramızda muhacir olarak dolaştıklarını gördüğümüz”), bir yandan kürtlüğü bugünlerde ermeniler için kullanıldığı gibi, ‘afedersiniz kürt’ retoriğinde ele alması, ama sonunu acımayla bağlaması dönemin aydınlarına egemen olan kafa karışıklığının bir göstergesi.
türklük ve türkçe konusunda son noktayı da alpdoğan koyar. 20 haziran 1937 tarihli kurun gazetesinden okuyalım: “tunceli ahalisinden bir takımın kürd olduğuna dair ortada bir söz vardır. bu söz yanlıştır. tuncelinde kürd yoktur. bu ahalinin aslı vaktiyle horasandan gelmiş olan türk kabileleridir. buradaki kabilelerin isimlerine dikkat edilirse hepsinin türk olduğu derhal anlaşılır (…) ahalinin tarikatta okudukları nefesler, ilahiler kâmilen türkçedir. yalnız selçukiler devrinde devletin resmi dili farsi olduğu için bunların arasına farsça karışmış ve türkçe ile birleşerek bozuk bir dil hâsıl olmuştur ki buna kürdçe denilmektedir. hakikatte bu dil dağ türkçesidir. kürd ve kürdçe yoktur. tunceli ahalisi türk olduğu gibi dilleri de türkçedir.” nokta!
türk de değil, kürt de, hususi bir ırktan
ama farklı düşünenler de vardır. örneğin 29 haziran 1937 tarihli haber gazetesinde yazan yusuf mahzar aren gibi: “dersimlileri türk sananlar var… ben de onları hiçbir zaman türk saymıyorum. türkte bedevilik, iptidailik, vahşet, merhametsizlik ve kan içicilik seciye halinde mevcut olamaz. bunlar-benim kanaatimce-tarihin pek eski zamanlarından beri sarp dağlarda tanınan ve el değdirmediği için mümkarız (bitmiş, tükenmiş) olmayan hususi bir ırktandır.” bu ifadeleri tersine çevirirsek, yazar “kürtler bedevi, iptidai (ilkel), vahşi, merhametsiz, kan içicidir” demeye çalışmaktadır.
5 ağustos 1937 tarihli tan gazetesinde latif erenel adlı yazar “kirmanjlar” başlıklı, “bunların kürtlükle hiç ilişkisi yok” spotlu makalesinde kürtlük-türklük ilişkisinin ileriki yıllarda da moda olacak alfabetik formülünü verir, üstelik güya bir kürde dayandırarak: “uyanık bir kürt ağası anlatıyordu: -türk kelimesinin ilk ve son harflerini takdim ve tehir ediniz (yerlerini değiştiriniz). kürt kelimesini bulursunuz. bu kelime, seyid ve ağanın toprağına mutlak bir kölelikle merbut (bağlı) aynı zamanda türke bağlı (anane, düşünüş itibarile) manasına gelir. bu vasıflar ve yaşama şartları dersimlinin hayatına uyduğu için yanlış olarak bura halkına kürt denilmiştir. kürdün hakiki manası, vuran, kıran, talan eden demektir.”
bu yazının bir diğer ilginç yanı, yazarın alpdoğan paşa tarafından elazığ'da ‘zehirli gaz kursu’ açıldığını belirtmesi. aşağıdaki yazıda kırmızı ile işaretlenen bölüme bakılırsa alpdoğan gaz kursunu açarken, "devlete uzanan eli kırmak, devlet kanununu tecavüz edilemez hale getirmek vazifemizdir" demiş.
dersimliler müslüman mı?
dönemin yazarları dersimlilerin dini konusunda da ilginç iddialarda bulunurlar. örneğin juk dersim’in meçhul yazarı: “aleviliğin en kötü ve açıklama ihtiyacı duyuran cephesi türklükle aralarındaki derin uçurumdur. bu uçurum kızılbaşlık itikadıdır. kızılbaş, sünni müslümanı sevmez, kin besler, onun ezelden düşmanıdır. sünnileri rumî diye anar. kızılbaş ilahi kuvvetin hamili bulunduğunu ve imamların sünnilerin elinde işkence ile öldüğüne inanır. bunun için sünnilere düşmandır. bu o kadar ileri gitmiştir ki kızılbaş, türk ile sünni, ve kürt ile kızılbaş kelimesini aynı telâkki eder. dersim alevileri de tıpkı sivas, tokat, canik afyon alevileri gibi (varma yezidin yanına, siner kokusu tenine) diye sünniyi tahkir eder (aşağılar).”
bu ifadelerde alevi/kızılbaşlığın sünniliğe düşman olarak kurgulanır. yukarıda şükrü kaya’nın kültür bakanlığı’na yazısında okuduk. dersimliler ‘şii, alevi, bektaşi’dir. ancak şükrü kaya bu terimleri nötr bir dille kullanır.
buna karşılık yunus nadi, 18 haziran 1937 tarihli cumhuriyet’teki yazısında dersim inançlarını adeta över: “dersimliler aleviliğin caferi tarikatına mensup ve imam cafer sadıka bağlıdırlar. 'anadolu'nun doğu ve cenup doğusu' ve 'araştırma ve düşüncelerim' adlarile şarkın kültürel ve tarihi vaziyetini üzerinde esaslı iki tetkik eseri hazırlayan arkadaşım kadri kop bana dersimlinin maruz kaldığı tesirleri şöyle anlattı: 'asılları öz türk olan dersimliler, her türk ülkesinde olduğu ve her türkün gösterdiği gibi gerek din ve gerek itikatte en liberal tarafı iltizam etmişlerdir. şamanizmin liberal hususiyetlerini ihtiva eden alevilik bütün türkmenleri tek akidesi olmıya başladığı vakit bugünkü dersimlinin dünkü cetleri de bu tarikati kabul ettiler. bunun içindir ki, sünni osmanlılarla aralarında içtimai ve dini bir mücadele başladı.’”
dersimliler şamanist veya animist mi?
osmanlı-erken cumhuriyet döneminin amatör dersim uzmanı (!) kütahya saylavı (milletvekili) naşit hakkı (uluğ) 19 haziran 1937 tarihli haber gazetesindeki “dersimlilerin dini seyitlerin dolabıdır” başlıklı yazısında “küçücük kafalı dersimli, yazın cehennem güneşi altında yanarken, bir memba görünce ona da tapmağa başlar… bir kaya, geceleri yol gösteren ay, koca bir cevizlik görünce cahil dersimli sakalına sarılır. boynunu büker yahut diz çöker ve ona tapar” diyerek dersim inançlarıyla adeta alay ederken, 29 haziran 1937 tarihli cumhuriyet gazetesinde yazan yusuf mazhar (aren) (ki kendisi 1930’da ağrı isyanı sırasında zilan deresi’nin 15 bin kürdün cesedi ile dolduğunu müjdeleyen yazardır) biraz daha insaflıdır. ona göre “kabukta alevilik şeklinde başlayan din, etten çekirdeğe doğru türlü türlü garip itikadlar karışarak (ağaca) (su-buzdağına), (güneşe) ve bazı taşlara tapmak şeklinde istihalelere (başkalaşımlara) uğramıştır.” latif erenel, 22 eylül 1937 tarihli son posta’da çıkan yazısında öldürücü darbeyi (!) vurur: “dersim’de alalade bir papuca bile tapanlar olmuştur!”
dersimliler hıristiyan mı yoksa?
18 haziran 1937 tarihli akşam’da ise bu sefer inanç lideri hedef alınır: “seyit rıza’nın hayatı bir sırdır. esrar içtiği söylenir. orada inanıldığına göre bunun girdiği bir evin halkı artık cehennemlik değildir (…) dersimde senede iki defa umum günahlarının affı merasimi yapılır.” yazar seyit rıza’nın islam’ın günah saydığı uyuşturucu içtiği iddiasıyla kızılbaş inancının islam dışılığını ima etmekle yetinmez, hıristiyanların günah çıkarma merasimine de örtülü bir gönderme yapar. 16 ağustos 1937 tarihli tan gazetesinde lütfi erenel, bir adım daha ileri gider: “bir dersimli için en büyük felaket şu idi: aforoz!”
8 ekim 1937 tarihli haber gazetesindeki “seyit rıza’nın istavrozu ankara’da başlıklı” haberde “… hayali en geniş olanlar bile şu din hokkabazı seyit rıza’nın çadırından ermenice kitap, almanca lügat, çeşit çeşit, boy boy renk renk istavroz, üzerinde ermenice yazılar olan haçlar, içinde isa’nın başparmağının kemiği olacağını düşünemez” derken seyit rıza’nın hıristiyanlığı imasını bir adım daha ileri götürür. fakat bu haberin en ilginç yanı, dersimlileri ve önderlerini "cahil", "ümmi", "vahşi" diye nitelerken, evden çıkan onca kitabın bu söylemleri boşa çıkardığını farketmemesidir.
ama burada da durulmaz. 11 ekim 1937 tarihli kurun gazetesinde, seyit rıza’yı 11. yüzyılda ı. haçlı seferi için avrupa’yı dolaşarak gönüllüler toplayan ünlü fransız vaizi pierre l’ermite ile karşılaştıran yazara göre, l’ermite korkunç, zalim ve yüreğinde merhamet olmayan biridir ama samimidir! oysa seyit rıza da o da yoktur: “yüzlerce yıl cehaletin kara madenini işlettiler. ruhları birer kuyu gibi kazdılar. adam öldürmeği, kervan vurmayı, ocak söndürmeyi koca bir yurdun göreneği haline getirdiler. oradaki zavallı halkın ne kadar kara bir alın yazısı varmış ki bu zünnarlı (keşiş kuşağı), istavrozlu (haç), bu kıpkızıl melunlara seyit diye tapmışlar. peygamber soyundan geldiklerine inanmışlar. ağzından dökülen sözlerini, gökten inme tanrı emirleri saymışlar, ibretin bu türlüsüne, bin yılda bir kere bile güç rastlanır.”
inançların arasına ‘türklük barajı’
martin van bruinessen, “aslını inkâr eden haramzadedir” başlıklı makalesinde şöyle der: “kemalizm’in kürtler hakkındaki görüşü, her zaman içsel çelişkilerle dolu olmuştur. bir yandan resmî görüş onların türk olduklarını iddia ederken; öte yandan, türk olmadıkları için onlara hiçbir zaman güvenilmemiş ve onları asimile ederek türk olmayan özelliklerini kaybettirmek için kasti girişimlerde bulunulmuştur. alevi kürtlere karşı tutum çok daha paradoksal ve tutarsız olmuştur. alevi olduklarından ötürü, bir yandan islâm’ın gerçek bir türk versiyonuna bağlı oldukları için ve kemalistlerin laikleşme programının doğal müttefikleri olarak selamlanmışlar; öte yandan, zazalıkları ve kürtlükleri onları yabancı ve güvenilmez kılmıştır. alevi kürtlerin dinsel törenlerde kullandıkları dilin türkçe olduğu gerçeği, onların kolay asimile olacaklarına dair umut verici ihtimaller sunar görünmekle birlikte, alevi kürtlerin devlete muhalefetlerinin tarihi onları ziyadesiyle şüpheli kılmıştır.”
hasan reşit (tankut) bizzat mustafa kemal’e sunduğu gizli raporlardan birinde kürt coğrafyasını kuzey’de zaza kızılbaşlar, batı’da alevi-kızılbaş kurmançlar ve doğu’da şafii kurmançlar olarak üçe ayırmakta ve bu unsurları birbirinden ayırmak için aralarına ‘türklük barajı’ konulmasını önermekteydi. yukarıda anlattığım gibi dersimlilerin kimliği konusunda kafası gayet karışık olan ama onların ne olması gerektiği konusunda gayet net olan kemalist rejim bu ‘önlemi’ yetersiz görmüş olmalıydı ki, 1937-1938’de dersim ‘soykırımı’nı gerçekleştirecekti.
özet kaynakça: doğu anadolu’da toplumsal mühendislik, dersim-sason (1934-1946), tarih vakfı yurt yayınları, 2010 (jandarma umum kumandanlığı’nın dersim raporu bunun içinde), taha baran, 1937-1938 yılları arasında basında dersim, iletişim yayınları, 2014, martin van bruinessen, ağa, şeyh ve devlet, iletişim yayınları, 2013, ismail beşikçi, tunceli kanunu 1935 ve dersim jenosidi, ismail beşikçi vakfı yayınları, 2013.
yazıdan da görüldüğü gibi ortada bir isyana teşvik, soykırım hazırlığı ve soykırım vardır. bunu kabul etmeyenin insanlığından kuşku duymak gerekir.
devamını gör...
32.
"dersim isyanı" derken? ne zamandır bir ilin ismini o ilde ayaklanan 'sözde' vatandaşlar koyuyor? ben doğrusunu belirterek düşüncelerimi paylaşayım; "tunceli ayaklanması".
cumhuriyet öncesinde ve erken cumhuriyet döneminde çıkan ayaklanmalardan yalnızca birisidir ve onlardan da hiçbir farkı yoktur. seyit rıza önderliğinde bölgenin gerek coğrafi yapısından, gerekse o bölgede yerleşik hayat süren halkın; başta mezhepsel, ırksal ve ekonomik temelli sorunlarını devlete baş kaldırarak dile getirmeye çalışması neticesinde ortaya çıkmış bir ayaklanmadır. zaten seyit rıza denen eşkiya, o dönemin abdullah öcalan'ıdır. ayrıca bu bir isyan değildir, neye isyan ediyorsunuz? konu mezhep ve ırk ise; bu ülkede onlarca mezhep ve ırk var. kaç tanesi ayaklandı? konu ekonomi ise; o dönemde ülkenin batısı son derece refah içindeydi de siz mi yoksulluk içerisindeydiniz? bana sorarsanız sizin asıl sorununuz; haklı olduğunuzu düşündüğünüz davanıza destek çıkan bölücülerle ortak bir şekilde hareket etmeniz olmuştur. bu ülke "bölücü" olan herkese aynı şekilde cevap vermiştir, vermeye de devam edecektir.
bir de "ama çocuklar ve bebekleri katlettiniz" diyenler var. savunduğunuz ve göstermiş olduğunuz diğer bütün argümanlara verilen bütün mantıklı cevaplar gibi bunu da belirtmek isterim. çıkan ayaklanmanın öncesinde devlet tarafından "sizi ayaklandırmaya çalışan zavallıları cumhuriyet hükümetine teslim ediniz veyahut onlar kendileri teslim olmalılar. bu takdirde cümleniz masum kalacaksınız. teslim edilenler veya kendiliğinden teslim olanlar dahi cumhuriyetin adil muamelesinden başka hiçbir şey görmeyeceklerdir. bu suretle siz kıymetli vatandaşlarımızdan hiçbirinin burnu kanamayacaktır." bildirisi yayınlanmıştır. bu bildiriyi yok sayıp, bebek ve çocuklarınız ile bu ayaklanmaya katılmış olmanız maalesef devleti değil, sizi suçlu yapar. elbette kimse çocukların ölmesini istemez, böyle bir kansızlığı savunan herkesi karşıma alırım. ama madem öyle, bebek ve çocuklarınızı devlete teslim edip haklı* davanız uğruna devlete baş kaldırabilirdiniz. ama sizin için ironik bir hadise olurdu bu durum değil mi? kucaklarında yeni doğmuş bebekleri ve yanındaki çocukları ile silahlı harbe girmiş hangi ayaklanmanın veya savaşın, bu masum insanları ayırt ederek yapılabildiğini gördünüz? bakın "yapılabildiği" diyorum, "yapıldığı" değil. zira böyle bir şey maalesef mümkün değildir. ancak diğer bütün devletlerin aksine, türkiye cumhuriyeti gerek yurt içinde, gerek yurt dışında gerçekleştirdiği bütün askeri operasyonlarda bu konuya çok hassas yaklaşmaktadır.
şu yaşıma kadar onlarca farklı etnik kökenden, dini inanıştan ve mezhepten arkadaşım oldu. aralarında devlet görevlileri de olmak üzere; kürt, ermeni, laz, çerkez* azeri, alevi, sünni, agnostik, hristiyan, ateist... hiçbirisi savunduğu davalar uğruna kendi devletlerine baş kaldırmamıştır, dolayısıyla sizin tabiriniz ile "farklılaştırılmamıştır". bunu okuyan dostum; bu devlete baş kaldırırsan, farklılaşırsın. savunduğun davanın, haklı olduğunu düşündüğün ideallerinin inan ki hiçbir önemi yok. (bkz: yozgat ayaklanması) (bkz: konya ayaklanması) (bkz: tuzcuoğlu ayaklanması) ve aklıma gelmeyen bir sürü ayaklanma gibi, sonuç hiç değişmemiştir.
cumhuriyet öncesinde ve erken cumhuriyet döneminde çıkan ayaklanmalardan yalnızca birisidir ve onlardan da hiçbir farkı yoktur. seyit rıza önderliğinde bölgenin gerek coğrafi yapısından, gerekse o bölgede yerleşik hayat süren halkın; başta mezhepsel, ırksal ve ekonomik temelli sorunlarını devlete baş kaldırarak dile getirmeye çalışması neticesinde ortaya çıkmış bir ayaklanmadır. zaten seyit rıza denen eşkiya, o dönemin abdullah öcalan'ıdır. ayrıca bu bir isyan değildir, neye isyan ediyorsunuz? konu mezhep ve ırk ise; bu ülkede onlarca mezhep ve ırk var. kaç tanesi ayaklandı? konu ekonomi ise; o dönemde ülkenin batısı son derece refah içindeydi de siz mi yoksulluk içerisindeydiniz? bana sorarsanız sizin asıl sorununuz; haklı olduğunuzu düşündüğünüz davanıza destek çıkan bölücülerle ortak bir şekilde hareket etmeniz olmuştur. bu ülke "bölücü" olan herkese aynı şekilde cevap vermiştir, vermeye de devam edecektir.
bir de "ama çocuklar ve bebekleri katlettiniz" diyenler var. savunduğunuz ve göstermiş olduğunuz diğer bütün argümanlara verilen bütün mantıklı cevaplar gibi bunu da belirtmek isterim. çıkan ayaklanmanın öncesinde devlet tarafından "sizi ayaklandırmaya çalışan zavallıları cumhuriyet hükümetine teslim ediniz veyahut onlar kendileri teslim olmalılar. bu takdirde cümleniz masum kalacaksınız. teslim edilenler veya kendiliğinden teslim olanlar dahi cumhuriyetin adil muamelesinden başka hiçbir şey görmeyeceklerdir. bu suretle siz kıymetli vatandaşlarımızdan hiçbirinin burnu kanamayacaktır." bildirisi yayınlanmıştır. bu bildiriyi yok sayıp, bebek ve çocuklarınız ile bu ayaklanmaya katılmış olmanız maalesef devleti değil, sizi suçlu yapar. elbette kimse çocukların ölmesini istemez, böyle bir kansızlığı savunan herkesi karşıma alırım. ama madem öyle, bebek ve çocuklarınızı devlete teslim edip haklı* davanız uğruna devlete baş kaldırabilirdiniz. ama sizin için ironik bir hadise olurdu bu durum değil mi? kucaklarında yeni doğmuş bebekleri ve yanındaki çocukları ile silahlı harbe girmiş hangi ayaklanmanın veya savaşın, bu masum insanları ayırt ederek yapılabildiğini gördünüz? bakın "yapılabildiği" diyorum, "yapıldığı" değil. zira böyle bir şey maalesef mümkün değildir. ancak diğer bütün devletlerin aksine, türkiye cumhuriyeti gerek yurt içinde, gerek yurt dışında gerçekleştirdiği bütün askeri operasyonlarda bu konuya çok hassas yaklaşmaktadır.
şu yaşıma kadar onlarca farklı etnik kökenden, dini inanıştan ve mezhepten arkadaşım oldu. aralarında devlet görevlileri de olmak üzere; kürt, ermeni, laz, çerkez* azeri, alevi, sünni, agnostik, hristiyan, ateist... hiçbirisi savunduğu davalar uğruna kendi devletlerine baş kaldırmamıştır, dolayısıyla sizin tabiriniz ile "farklılaştırılmamıştır". bunu okuyan dostum; bu devlete baş kaldırırsan, farklılaşırsın. savunduğun davanın, haklı olduğunu düşündüğün ideallerinin inan ki hiçbir önemi yok. (bkz: yozgat ayaklanması) (bkz: konya ayaklanması) (bkz: tuzcuoğlu ayaklanması) ve aklıma gelmeyen bir sürü ayaklanma gibi, sonuç hiç değişmemiştir.
devamını gör...
33.
dersim değil tunceli ilk önce onu öğrenelim.
devamını gör...
"dersim isyanı" ile benzer başlıklar
dersim
31