annem ekmek alirken 20 kurus borclanmisti 2016'da. bende cok etkilenip aglamistim..10 yasinda falandim
devamını gör...
hemen inanıyorsunuz ya. ne olacak sizin bu saflığınız. sısııs

5 sene dünyayı dolaştım fakirlikten yalınayak. baya baya yüyüdüm. yüyüyoodum. bunlar 5 yaşıma kadar olan sürede...

hesabı kitabı bile uymuyor adamın. üfürmüş allan delisi. millet de inanıyor fsddsfsdfs
devamını gör...
lisedeydim o zamanlar. okula bir gittim baktım cüzdanı almamışım. dedim neyse bizim çocuklardan borç alırım. 3 yakın arkadaşım var. ikisi o gün hasta olmuş gelmedi. şansıma gelen arkadaşımda anlaşmışız gibi cüzdanını unutmuş. okulun bahçesinde ve koruluk tarafında yerde para aradık yok. anadolu lisesindeyiz, okul tüm gün sürüyor. öğlen yemek en azından atıştırmak lazım. ben yakınım olmadıkça kimseden para isteyemem. neyse benim arkadaş gitti birinden borç aldı, bir burger ve bir kola alabiliyoruz kantinden. aldık yarımşar yarımşar yedik. bu denyo tüm kolayı tek seferde dikip bitirdi. en azından karnımız doydu. korulukta falan para aradığımız anları hiç unutamam...nereden baksan olmuştur bir 16-17 yıl...*
bunun dışında 10 yaşından beri sürekli çalıştığım için hiç parasız kalmadım. ama cüzdan unutma anım var 5-10 sefer...
devamını gör...
evimizde televizyonun karşısına geçmiş oturuyorum, karşımda reklamlara çıkan çocukların elinde çikolatalar, püskevitler. aklımdan geçiyor, benim de bir çikolatam, bir püskevitim olsa diyorum. anne, niye bana almıyorsunuz diyorum. öyle işte..
devamını gör...
hiç olmadı...
biz de olan sevgisizlikti bunu sayarsanız..
devamını gör...
ilkokulda sınıftaki herkesin güzel güzel arkadaş olması ve tek dışlanıp zorbalık gören benim olmam.
devamını gör...
üniversitenin ikinci yılında babam sağ olsun iflas etmiştik. bu öyle bir batıştı ki paçalarımızdan borç akıyordu. okula devam edebilmem için çalışmam gerekiyordu. bunlar birçok gencin başında olduğu için çok da önemli değildi de bir züccaciyede iş bulmuştum. ilk iş günümde patronum olacak cadaloz beni yanına çağırdı. ben işleyişle ilgili bilgi verecek zannederken bilmem neyin boktan porseleni bir fincan takımını gösterdi ve kahveyi sadece bundan içtiğini söyledi. eğer o fincanlardan birini bile kırarsam kendimi de satsam o kadar etmezmişim. paraya o kadar ihtiyacım vardı ki ardından kahveyi nasıl sevdiğini gözlerim dolarak dinledim. beş dakika sonra da sessizce ağlayarak pisliğin kahvesini yapmak zorunda kaldım. orada çok uzun çalışmadım ama garibanlık anılarımın içinde içimi tek burkan budur.
devamını gör...
ortaokulda okul çıkışı arkadaşla fırının önünden geçiyoruz. mis gibi taze ekmek kokusu geliyordu. bizde o kadar dersten sonra kurt gibi açız. arkadaşla cebimizdeki paraları birleştirdik, o halde bile bir ekmek alacak para çıkmadı cebimizden..

o kadar kötü hatıra arasında en çok bu aklımda kalmıştır. ve o ekmeğin kokusu hala burnumdadır onlarca yıl geçmesine rağmen üzerinden.
devamını gör...
hikayedeki arkadaşım için iç burkan benim için ise maceralarımdan birisi olan bir anımdır.

sene 2000 veya 2001. üniversiteyi yeni kazanmışım. yaşım 18 veya 19.
şehir dışında değil memleketimde okuyorum. bir yandan da iş yerine takıldığım bir arkadaş var. bilgisayar satış ve teknik servis üzerine. ben bir yandan üniversiteye giderken bir yandan da buraya takılıp bir şeyler öğrenme derdindeyim.

o zamanlar chip dergisi bu konuda çok ciddi ve kaliteli yayınları olan bir dergi idi. kısıtlı olan paramı bu ve zaman zaman da kendimi şımartmak için level dergisi'ne verirdim.

amatör programcılık yıllarım, hatırlıyorum bir tane fırıncı otomasyonu yazmıştım. otomasyon dediysem adam her gönderdiği ekmeği q-matik misali bu programa giriyordu ve akşama kaç ekmek sattım diye bakıyordu o kadar...

bir de yokluk muydu yoksa tercih miydi hatırlamıyorum çoğunlukla cebimde 5 para olmaksızın gezerdim. yani hırsız önümü kesse bi milyon ver (evet milyon) yoksa öldürürüm dese, şu an bunları yazamayacaktım. elime tomarla geçse ertesi günü görmezdi galiba ya da zaten elime ertesi günü görecek para geçmiyordu. bilemiyorum altan...

neyse az çok anladınız mevzuyu.
yine böyle günlerimden birisiydi. cebimde metelik yok. bir gün öncesinden de fen edebiyat fakültesinde okuyan bir arkadaşıma bilgisayar ile alakalı ders çalıştıracağıma dair söz vermiştim.

şimdi bu haberleşme kısmını tam hatırlamıyorum, zira o zaman cep telefonum yoktu, ne zaman sözleştik neresi için sözleştik emin değilim.

ben gündüz (veya 1 gün öncesinden) bizim bu bilgisayarcı arkadaşın iş-yerine takılmaya gittim. neyse bu bilgisayarcı arkadaş bana sırnaştı.

- hazar karakolunda bir yazıcı var bakılması gereken gidip bakar mısın?
+ olm hazar karakolunun nerede olduğunu bile bilmiyorum
- yaw yakın işte 1 saatte gider gelirsin, aha hemen şurası! (şurası derken koluyla güneydoğu yönünü gösteriyor, gösterdiği yön en iyi ihtimalle sivrice ve bize en yakın noktası 20km)
+ la olm bizim arkadaşa ders çalıştıracağım
- tamam işte dönüşte ders çalıştırırsın, ben dükkandan çıkamıyorum, hadi yap kıyak hem yolunu da bulursun. bir de şu kadar alacağımız var onu da alırsın.
+ e iyi de bende ancak gidecek kadar para var (1 veya 2 kişilik minibüs parası)
- walla orti bende de para yok, sen karakoldan alacağın parayla dönüşü halledersin (bu kısmından tam emin değilim ama -karakoldan aldığın parayla halledersin- kısmını hatırlıyorum, belki o anda değil de sonradan da olmuş olabilir)

ders çalıştıracağım arkadaş sözleştimiz gibi geldi yanıma, bu arkadaşımla da ortaokuldan beridir beraberiz, lisede ayrıldık sonra tekrar bir araya geldik. kafadarızdır kendisiyle. karikatürler çizer, senaryolar yazar, hayali karakterler üretirdik. mesela "oh oh" isminde bir karakterimiz vardı, bir de tüm tepkileri aynı olan mimik ya da ses değişimi yaşamayan bir tiplememiz vardı, yangında sıkışık kalsa düşük bir ses tonuyla ve boş bakışlarla imdat imdat diye gayet duygusuz bir şekilde konuşan bir karakterdi. galiba onun adı da "bay sakin" idi (bkz: bak o da güzel hikaye) ha!.

bunu yazıyorum çünkü şimdi anlatacağımız olayda epeyi bir senaryo çizdik biz bununla. çoğuna küfürlü olduğu için giremeyeceğim o da ayrı mesele.

arkadaşımın adı mehmet. dedim ki
+ memo bi iş çıktı sivriceye gitmem lazım, gel senle beraber gidelim, dönüşte de sınava hazırlarım seni.
- yaw vakit kalır mı, sivrice'de nereye gideceğiz? uzak olmasın sonra?!
+ yok be oğlum. hazar karakolu aha hemen şurası (bizim bilgisayarcı arkadaşın el işaretinin aynısını yaparak güneydoğudaki sivrice'yi gösterdim)
- iyi hadi gidelim

neyse biz çıktık minibüslerin kalktığı yere doğru yürümeye. aramızda da galiba şuna benzer bir diyalog geçiyordu
- olm sende para var mı
+ işte gidiş dönüşe yetecek kadar var
- e bi aksilik çıkarsa ya!
+ yok canım nolacak.


neyse bindik ilçe otobüsüne gidiyoruz. bi yandan da muhabbet ediyoruz filan. kendi kendimize diyoruz ki allah, allah! acaba niye sivrice karakolu değil de hazar karakolu diyorlar diye. herhalde hazar gölüne yakın olduğu içindir vs.

neyse sivrice'de indik. gördüğümüz ilk askeri karakola gittik, zaten hemen girişe yakın bir yerde. kapıda bir er bekliyor.
+ kardeş biz sistem bilgisayardan geliyoruz, bozuk bir yazıcı varmış burada galiba ona bakmaya geldik.
- bi sorayım içeriye
...
...

- burada yokmuş.
+ allah allah, başka karakol var mı yahu burada
- aha şu karşıda polis karakolu var, bir de oraya bakın

oraya da gittik benzer bi diyalog geçti.

biz çıktık karakoldan noluyor anthony quinn diye düşünürken bir önceki karakoldan seslendiler bize.
- hele bi gelin, gelin!
+ noldu?!
- yahu bizim yazıcı bozuk değil ama bilgisayarda şöyle bir sorun var. bi bakabilir misiniz?
...

neyse baktık ettik, sonra;
+ e peki bu hazar karakolu nerede?!
- haaa siz oraya mı geldiniz, "aha hemen şurada" diyerek daha da güneydoğuyu gösterdi.
+ e biz peki nasıl gideceğiz oraya
- siz buradan geri gideceksiniz, ana yola çıkacaksınız, orada hazar minibüsüne bineceksiniz ve şoföre bizi hazar karakoluna bırak diyeceksiniz.
+ e peki ana yola nasıl gideceğiz
- dur ben askerlere söyleyeyim sizi bıraksınlar

neyse bizi arkası açık askeri cip'e bindirdiler, düz asfaltta pata küte gidiyoruz. bir yandan da mehmet ile birbirimize bakıyoruz. kafamızda deli sorular.

bizi anayola çıkardılar, hazar minibüsünü de durdurlar. hadi selametle diyip bizi uğurladılar. biz dönüş için cebimizde olan son parayı da bu minibüsçüye verdik. (arkadaşımın dediğine göre -daha sonra aramızda bu meseleyi yad ettik- orada eve mi dönelim, yoksa devam mı edelim diye tartışmışız, ayrıca bindiğimiz aracın şoförü bu son araç, ben de orada yaşıyorum dönmem artık şehire demiş :).

biz tabi kara kara düşünüyoruz. cebimizde metelik yok. dönüşte ne halt edeceğiz vs.

meteliksiziz ama genciz sonuçta. yarın yokmuş gibi yaşıyoruz (en azından ben öyle sanıyorum, arkadaşım yusuf yusuf ediyormuş) velhasıl. aramızda şoföre, dikiz aynasından baksa kaza yaptıracak cinsten (bkz: param yok demenin alternatif yolları) üzerine senaryolar üretiyoruz güle oynaya.

neyse bu araba epeyi bi gitti. zaman durmuş sanki. git git bitmiyor yol. arkadaşım diyor ki
- olm biraz daha gitsek türkçe yayınlar kürtçe'ye dönecek (araba diyarbakır istikametinde gidiyor)
+ (şoföre dönerek) abi bu hazar karakolu nerede?!
ş: aha hemen şurada diyerek yine koluyla güneydoğuyu gösterdi. sanki kabe'nin hemen yanında şura diye bir belde var da pusulanın ibresi orayı gösteriyor anthony quinn!!!

ya da one piece animesindeki güney kuşu gibi bütün kolların orayı gösterdiği bir evrende yaşyormuşuz gibi.

bu muhabbetin üstüne bir o kadar daha yol gittik. kuş uçmaz kervan geçmez bir yola saptık. artık yeni kaçırmalı-öldürmeli senaryolar üretiyoruz aramızda.

epeyi bir içe doğru gittikten sonra "aha burası!" diyerek indirdi şoför bizi.
gittik biz karakola.
bakın biz yola çıktığımızda sabah saatleri sayılırdı. buraya vardığımızda ise güneş sarı'dan kırmızı'ya geçiyordu artık.
bu arada arkadaşın ertesi gün sınavı olduğu söylemiş miydim?

karakoldaki askerlere ilk sorumuz "burası hazar karakolu değil mi?!!!!!!!!" oldu.
- evet, hazar karakolu
+ bozuk bir yazıcı varmış burada
- valla bizim haberimiz yok, komutanlar bilir
+ komutanlar nerede
- operasyona gittiler
+ hass... ehm ne zaman gelirler?! joseph joseph
- birkaç saate burada olurlar.
+ iyi bekleyelim madem :,(

bu arada sabahtan o saate kadar tek lokma yemek yememiş ve tek yudum su içmemişiz. biz mi istedik, yoksa onlar mı teklif ettiler hatırlamıyorum ama bayat ekmek eşliğinde peynir, çökelik filan getirmişlerdi. biz bunlarla karnımızı doyurduk. bekle bekle canımız sıkılıyor.

"bir top filan yok mu ya, biraz oynayalım dedik" neyse karakoldaki topu getirdiler. biz arkadaşla her zamanki gibi (gbkz: tek vuruş) oynuyoruz. bi yandan da arkadaş söyleniyor "ulan lost soul! lan ben ne zaman ders çalışacağım. ulan dersi geçtim biz neredeyiz! evimizi bir daha görebilecek miyiz" vs. hafiften dokunduruyor. ben halen olayın gırgır macera kısmındayım. bu genişliğim yüzünden sanırım hanım benden önce ölecek.

bir vakit sonra komutanlar geldiler. hoş geldiniz falan derken yazıcıya baktık, yazıcı orada tamir edilecek gibi değil. biz bunu iş yerine götürelim dedik. he bu arada da ben evdeki sabit hattımızı aramışım -mehmetlerde ders çalışıyoruz- filan diyorum endişelenmesinler diye.

- e tamam madem götürecekseniz bu bilgisayarı da götürün
+ eeee... ehm bu arada şu kadar da borcunuz var
- onu sonra hallederiz, şimdi para yok
+ eeee, ama bizde dönüş parası yok
- hallederiz o kolay

biz bunlar para işini nasıl halledecekler diye düşünürken bunlar bizi yine askeri cipe bindirdiler. geldiğimiz patika yolu geri döndük. ana caddeye çıktık. ama elazığ istikametine dönmek yerine diyarbakır tarafına -daha da güneydoğuya- yöneldiler. epeyi daha bir gittiler. bunlar bizi tekevler kontrol noktasına kadar götürdüler.

bu yer dar bir geçittir ve orada tepede top gibi bir şey vardı galiba, saldırı durumları için pusmuş vaziyette bekliyordu.
oradaki askerlerle gbt taramaları üzerine biraz muhabbet ettik. ayda veya haftada bir disket ile geliyormuş o zamanlar gbt bilgileri.

oradaki askerlere, -bu arkadaşları doğru düzgün bir araca bindirip elazığ'a gönderin- diye tembihleyip bizi orada bıraktılar.

şimdi gecenin bi vakti orada çok fazla araç da geçmiyor, geçenler de olmaz diyorlar. neyse bazen kamyoncu filan geçiyor, biz de inşallah bu olmaz diyoruz derken bir insan evladı özel aracına aldı bizi sağolsun

bu arada biz yola çıktığımızda takribi sabah 10 gibiydi, ve yine geri dönmeye başladığımızda gece 10 olmuştu.
biz kucağımızda kasa ve yazıcı ile benim eve yorgun argın attık kendimizi. arkadaşım bir yandan söyleniyor, bir yandan gülüşüyoruz vs..

ertesi gün tabi kafiyeli küfürler eşliğinde bilgisayarcı arkadaşıma güzel bir kaydım. ulan bak yazarken aklıma bunun beni kandırıp palu ilçesine gönderdiği bir hatıram daha geldi. neyse...

yıllar sonra bile bazen hatırlar güleriz buna.

-bu arada arkadaşım o sınavı geçti, sıkıntı yok-

aşağıda ise arkadaşımla konuyu yâd ederkenki konuşmamızı paylaşayım da neden benim için macera onun için mücadele olduğunu anlayın.

m: arkadaşım, b: ben

m: ben hala anlatırım ha eşe dosta
sivrice'de komutan dedikleri uzman çavuş bizi askeri araçla ana caddeye çıkardı.
biz son para ile ya eve döneriz ya hazara gideriz kavgası verdik.
senin dediğin oldu hazara gittik.
şoföre son dönüş kaçta dedik "bu son seferdir. ben de orada oturuyorum geri dönüş yok" dedi
arabada seni öpecek (ben öpecek diyorum siz anlayın) oldum

b: -pişkin sırıtmalar-

m: allah'tan şoför bakmadı
hazar'da akşam ezanı okuyor
kurtlar uluyor
komutan operasyonda
ortada mal gibi kaldık
o anki stresim tarif edilmez
geri dönüş yok
cepte para yok
ana yoldan 15 km icerdeyiz
yurursek it-kurt bizi öper

b: ben demek ki o zamanlar da genişmişim
bana göre her şey şakadan ibaretti o esnada

m: sen o zaman da fifi idin (fifi ne demekse artık :) )
o gün tek mutlu haber gençler birliği ilk yarı fenere 3 tane sallamış, o da kursakta kaldı 2. yarı fener 4 tane attı maçı aldı.
"bilgisayar yanmış götürmek lazım" dedin
eve vardık ben anneme lost soul'un annesi bırakmıyor dedim.
halbu ki kadın daha beni gormemiş
tekevler'den geliyoruz dedik
babanın kanepeden uçmasını hatırlıyorum "neeeee?! orası diyarbakır ulaaaaaaan" diyerek

b: uçmuş muydu yahu

m: odaya çekildik sen dedin ki "gel sınava çalışalım"
ben de dedim ki "senin deeee sınavın daaaa" vurdum yattım. allah'tan geçtim.

b: galiba seni ertesi gün üniversite bahçesinde çalıştırmıştım
bir de bunu çok merak ediyorum. nasıl bu kadar meteliksizdik. benim hatırlayamadığım ikimizin cebinde 1 araba parası mı vardı yoksa birimizde hiç mi para yoktu?

m: daha 1. 2. ay... burslar 3 ay sonra yatıyor, aileden zaten parasızız.
bir de bilsem para alırdım annemden. lost soul gile git gel var cepte sadece.

b: bir de sen o zamanlar galiba paso ya da toplu bilet gibi bir şey mi kullanıyordun?

m: yok ya parasızdım universiteye yürüyerek gidip gelirdim 5-6km

b: hey gidi günler hey.


bu da böyle bir anımdır




bu arada teknik bir detay eklemek istedim, o bilgisayarı iş yerine getirdiğimde 2 ilki bir arada yaşamıştım
1. o bilgisyar muhtelemen 90'larda üretilmişti (80'ler bile olabilir) ama üzerinde alu bios vardı. ve ps2 klavyeden bahsettiğimiz bir dönemde, mavi ekran üzerine beyaz yazı ile menüsü olan award biosun aksine hem grafik arayüzü vardı, hem biosta antivirüs tarzı bir şey vardı, hem de bios mouse ile çalışıyordu. ilk mouse ile biosu çalışan bilgisayara o zaman şahit olmuştum.

2.bilenler bilir. eski hardisklerin üzerinde jumper vardı. bunlarla master/slave ayarı yapıyorduk. bunun harddiskinin üzerindeki jumper normal jumperlardan daha küçüktü, yarısı kadardı neredeyse. jumperi kaybetmiştik de pinleri birbirine değdirerek çözmüştük :) başka hiçbir hardiskte öyle küçük jumper görmedim ben.
devamını gör...
ben küçükken hep yerde uyuyakalırdım. bir gün yine uyumak üzereydim gözlerim hafif aralıktı. annem benden bir metre ötede uyuyakalmış kardeşimi aldı minder üstüne koydu benim kenarımda duran battaniye yi de üstüne örttü. ben gözlerimi kapatıp uyudum. yani o kadar da şey değildi ama olsun ben kendimi gariban hissetmiştim.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"hatırladıkça iç burkan garibanlık anıları" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim