4801.
güneş yatağına doğru yol aldıktan sonra her şey ne kadar da kumlanmaya başlıyordu ve o kendini fazla göstermek istemese de ay ışığını pek severdi. ben bu at kafasını neden omuzlarımda taşıyorum diye bir an düşündü at kafalı olan. söylesene, bizim yolculuğumuz kaçıncı zaman dilimindeydi? orada havalar daha iyiydi sanırım, gülümseyişinden belliydi. hangisi ötekini gerçekten mutlu edebilendi? bilge insanların mezarlarının gömülü olduğu devasa çöllere dönmüştü şakakları; üzerlerinde hiç bitmeyen bombalar patlayan. bazan etrafına bakınca dünyadaki tüm parçalar ne kadar güzel görünürdü insana, bugünü de onlardan birine çevirmeliydi. eksi bir yıl sonrasında yine çok mu susadık nedir, haydi gidip bir şeyler içmeli! sıkıldın mı benden? yorulduysan söyle, yoksa bir süre daha nereye gittiğimizi bilmeden yürümeye devam böyle. gülünç göründüğümüze sakın aldırış etme dedi, herkesin dramı kendi hikayesinde gizliydi. sahi ya, hiç sormadım sanırım; senin asıl adın neydi?
devamını gör...
4802.
dolunay vardı ve bir astrolog yazdı:

'bu dolunay süper bir dolunay dünyaya çok yakın ve boğa burcunda gerçekleşiyor ve uranüs ile yakınlık içeriyor. yani geridönüşsüz değişimler sözkonusu olacak.'

ben de ciddiye aldım, sözlükte paylaştım, 48 saattir dünya haberlerini takip ediyom. dolunay küçülmeye başladı ama hiç dikkat çekici bir değişim haberine rastlamadım.

bi daha 'astrolog ne dedi' diye bakmam gari...
devamını gör...
4803.
karanlik sokakta islak kaldirim taslarina bastigim her adimda aklimda sen varsin. seninle yasayabilecegim dolu dolu bir hayat. dunyayi sana gosterip o guzel gozlerinden bir damla bile yas akmayacak bicimde surekli nese dolu bir halde kalmani istiyorum. minik heyecanlarini kimseden cekinmeden ozgurce sergilemeni, her dusunceni hicbir engele takilmadan dile getirmeni ve ne bileyim, baska kimseyle istemedigim seyleri seninle yasamak istiyorum ve tanri bana hiclikten once seninle bir yasami deneyimletecekse, en azindan dunyaya tekrar geldigime degmis dusuncesi kafamda.
devamını gör...
4804.
hayatım boyunca insanları hiç anlamadım. anlayabileceğimi de düşünmüyorum. birileri var yazıyorlar konuşuyoruz insan gibi konuşmayı bitirebilmek varken iletişimsizlik haklarını kullanarak görüldü atıyorlar. ayar oluyorum
muhabbet etmek isteyen karşı
ilk mesajı atan karşı taraf
tamam konuşmayalım dediğimde hayır konuşalım diyen yine karşı taraf
görüldüyü yiyen ben.
abi hasta mısınız siz? amacınız ne?
hayır hint kumaşı felan değilsiniz he
bu cevap vermeme halleri benim gözümde sizi bitiriyor haberiniz olsun.
işinizin olmadığını farklı platformlarda farklı insanlarla iletişime hâlinde olduğunuzu ve ne kadar aktif olduğunuzun farkındayım. attığım mesajı görüp cevap vermeyi tercih etmeyip paylaşımları da görünce verilen değerin ne kadar yüksek olduğunu anlayabiliyorum.
siz benimle konuşmayı değil (x,y,z) kişilerinizi tercih ettiniz.ya muhabbeti bitirirsin ya mesajı açmazsın. ya da görüşürüz sonra vs dersiniz.
yaptığınız şeye ayar oluyorum... yazıp cevap vermemek sizi cool yapmıyor.
sizden daha çok soğuyorum. iyi oluyor ama böyle. en son siz değil de ben gidicem sizden bir gün...
üzülmezsiniz zaten.
neden üzüleceksiniz?
sevip, değer veren en azından bu cümleleri kurabilen insan bu şekilde davranmaz.
sonra kötü ben oluyorum
saçmalama*****
abartma *****.
yanlış düşünüyorsun *****
vs vs.
devamını gör...
4805.
geçen hafta, kimselerin cesaret edemediği bir projeyi "yaa verin şunu mk dons takımı" edasıyla üzerime alıp 2 gecede bitirdim.
he öncesinde daire başkanıyla pazarlığını yaptığım için kafam da rahattı.
bu sebeple bu hafta paşa gönlüm nereyi isterse orada vakit geçirerek geçireceğim için pazartesi bana iyi geldi.

e gözlem yapmak da en sevdiğim şeylerden birisi.
mesela karşı masamda oturan 2 kadın, sağdaki (daha az güzel olanın) manitasını gömüyorlar.
hafta sonu balığa gitmiş arkadaşlarıyla, buna vakit ayırmamış.
istiyor ki 24 saat yanında olsun. yanındaki ara ara "ya olur öyle" çıkışları yapsa da nafile!
o çocuk bu masada defnedilecek abi, belli.
bir yandan aşırı kaliteli duran çantasından makyaj malzemesi çıkarttı ama masadaki konu asgari ücret zammıydı.
kafalar karışık ya da çanta çakma.
bilemedim bebeğim, bilemedim.
geçen gezerken gucci çanta gördüm 400 liraya, aslında çok mantıklı lan.
1 yıl kullansa günlük 1 lirayi 10 kuruşa falan geliyor, aşırı mantıklıymış*

çapraz masada emekli dayı.
dayı sen neyin peşindesin sabah sabah bu gazzeli çocuklara bomba atan kahvecide ne işin var?
he bu arada, aynı protestoyu kabe'nin dibindeki (hatta 1 tanesi at kadar girişinde duruyor) 5 şubesine de gidip yapalım mı?
bize 2 adet double bomba shot pampkin spays lütfen.
biraz siyasal islamın tadına bakarız aşkısı be, hadi. (tülay oldum bak)
en kötü ihtimalle sabah akşam israil'e sövüp, savaş süresinde gemilerimizle yine israil'e yardım götürürüz.
ama onun için siyasete girmemiz lazım, yoksa ayıp çünkü.
gerçekten millet kafayı yemiş.
ne ile neyi karıştıracağını bilemeyen bir güruhla karşı karşıyayız.
çok uzadı, ne diyordum?
emekli dayı.
ben şunları yazarken telefon geldi.
16.250 yazdık, 16 verirlerse tamam gelsinler dedi.
işte en sevdiğim dayı.
belli, alsancak'tan ev satıyor.
paraları güzel ez dayım.
önce bir kılık kıyafet (çok emekli annecim), sonra ak ortamlara.
geçen gün bambaşka bir masada denk geldiğim sahneyi sen de çek.

kızlar (belli üniversiteliler) oturuyor, abinin birisi (45-50 civarı) mekanda yer yok diye rica etti buyur dediler.
abi yürüyor, durmuyor.
sarışın olan sordu: "abi yaş kaş?"
"ne önemi var ki?" dedi adam, "çok param var".
güldüler birlikte.
ben mesela kavga bekliyordum.
o hesap, dayıyı kolundan tutup anlatsam mı?
neyse boş ver.
zaten kahve de yanık kahve.
öf, protesto ediyorum.
evet, ayağımda amerikan ayakkabısı var. şartlar uygun*
devamını gör...
4806.
kendimi karşıma alıp güzelim, unicornum, birtanem diye başlayan cümlelerle başlayıp çocuğa anlatır gibi anlatır ve kendine gel lan turşu! demek istiyorum
devamını gör...
4807.
çocuk olduğum bir sabaha uyanmak isterdim, herkesin sağ ve evde olduğu. saçma çocukluk dertlerim dışında bir kederimin olmadığı bir sabah.
devamını gör...
4808.
yumurta haşladım bugün, meğer tam haşlanmamış. allahtan önce havlu kağıda sonra buz dolabı poşetine dolayıp çantama koymuşum yoksa o çanta direkt çöp olurdu. istediğimi yiyemedim o da ayrı bir konu. sonra etek giyinmek istedim yeni aldığım çorabı giydim ve malum son... yepyeni çorabım... üstelik kaliteli diye aldığım çorabı tamamen sabah mahmurluğundan ve montumun saçma sapan cırt cırtından kaynaklı takılma hadisesinden dolayı kaçmış bir vaziyette giyindim. yetmedi ayakkabımın rengi giyindiğim fazla açık geldi fakat servise yetişmem gerekti o esnada bağcığım çıktı yolun ortasında bağcığıma basmamak için yoğun çaba içerisine girdim. servise bindim kafamı eğip bağcığımı bağlamak isterken midem bulandı kusmak istedim. kafamı vura vura bağcığımı bağladım. buraya kadar nasıl gidiyor.. ne dertler varmış kardeşim edasıyla değil mi? dur dur devam.. saçımın bir tarafı lüle bir tarafı düz onu da düzeltemiyorum. çok kötü yollardan geçiyoruz arabamız kötü kaya kaya gidiyoruz. bir ara sesli gülüyorum servistekiler bu kız delirmeye başladı diyecek. halbuki çoktan başlamışım ama temiz delirme değil. neyse, buz gibi şirketin içine giriyorum. klimayı açıyorum, klimayı kapatıyorum. açınca çok sıcak kapatınca çok soğuk ortayı bulamıyorum. tostumu yapıyorum bazı yüzleri görmemeye çalışıyorum bu yüzden zamanla bakar kör olduğumu fark ediyorum. hayal meyal önümden birileri geçiyor. tek yakınlık kurma ölçümüz birbirimizle alay etmek olan ve bazen sınırı aşıp birbirimize sinir olduğumuz insanlara günaydın diyememe sendromunu zor bela atlattıktan sonra sisteme giriyorum. sebebini anlayamadığım sistemden mi yoksa benden mi kaynaklı lanet hatalar, bıktım. iş yapmaktan vazgeçiyorum sözlüğe giriyorum. evet böyle bir şeyi düzelmeye uğraştığım basit hayat akışımda kayboluyorum. düzeltemiyorum abi olmuyor. başım dönüyor. sinek vızıltısı her şey rahatsızlık veriyor. ciddi ağlamak istiyorum. herkes bu kadar zorlamıyor değil mi, gerçekten merak ediyorum. benim bu iki saatte boktan boğuşmalarım çok saçma büyütülecek bir şey yok değil mi ama rahatsızlık veriyor. basit şeyler bile artık rahatsızlık veriyor. kafamda aslında oturmayan sıkıcı hayat gidişatı belki de hareketlerime yansıyor. beceriksizliğe ya da kafayı bir yere tam verememe durumları oluşturuyor. tam olarak neden, niye böyle hep aynı cevapsız sorular. ciddi sıkıldım ama kendime, önüme gelene... saçma sapan videolar denk geliyor önüme olumlu düşününce her bir bok oluyormuş. tamam düşüneceğim diyorum ama yok gram inanmıyorum. iki dakika senin düşüneceğin olumlamanın içine edeyim diyorum. zaten dememe de gerek kalmıyor can sıkan bir şey bir şeyyy olur elbet. dediğin an bile oldu bile belki. motivasyon veren bir kitap oku. inan, azmet, iste.... tak aydınlanma yaşadık sabah bir kalktın yine mızmızlandın. olmuyor abi olmuyor. denedim nasıl denedin inanmadın değil mi diyorlar. hepinize..... neyse..
devamını gör...
4809.
kısa süreliğine birbirimizi bir elmanın iki yarısı sandık

halbuki biz farklı ağaçların farklı meyveleriydik

sadece aynı toprağa düştük

hızlıca da çürüdük
devamını gör...
4810.
burası mıymış?

hiç kafamdaki gibi değil, kaç kişiyiz? 6? köşenin arkasında da başkaları olabilir ama gözükmüyor. en uzağımda bir kadın var, elinde bir kitap, onu okumaya çalışıyor, yüzünde milim kıpırdama yok. neyi okuyor acaba? kapağı görüyorum ama adını okuyamıyorum bu mesafeden.
yanımdakiler acılarını yarıştırıyor, odada benden başka kimsenin saçı ve kaşı yok, saçsızlığa insan gözü alışık ama kaş olmayınca kişinin bütün duyguları havada kalıyor gibi, çok saçma.

saatlerdir kafamda binlerce şarkı çalıyor ve hepsi yunanca, sanırım böyle zamanlarda öz kendine dönüyor, daha çok alışık olduğu şeylere tutunuyor. şu anda çalan ise tifles elpides. ahah, tam yerine uydu, tam bana uydu.

uzman hemşire yeniyim diye en çok bana bakıyor sanırım, yanımdan geçerken gülümsüyor, lan olm nasıl beceriyor bu insanlar böyle işleri?
bir oda dolusu yarı ölüye nasıl dayanır insan, nasıl güç verebilir onlara? nasıl? çok saçma.

hop, şarkı yine değişti, akou vre file çalıyor şimdi de. hep leyla'nın işleri bunlar, onun tezahürü. ne güzel yaptı ama, ben buraya girmeden az buçuk zaman önce "bir daha hiç konuşmasak en iyisi olacak" dedi, gitti. müthiş güzel zamanlama!
akou vre file!

hemşire geldi, nasılsın dedi, en uzaktaki kadın kitabını ya okuyor ya da önünde dünyaya karşı bir perde olarak kullanıyor ya da her ikisini de aynı anda yapıyor, yan taraftan 2 kişi gitti, benim de işim birazdan bitecekmiş.
öyleymiş.

hop, şarkı değişti!

itane aeras..
e hani rüzgâr bendim???

çok saçma.
devamını gör...
4811.
uykusuzluk baş gösterdi sevgili sözlük. geçen sene fark ettiğim üzere uykusuzluğumun asıl sebebi dipçik düşünceler değil, tıkalı burnummuş. her sene eylül ayında başlayan uykusuz gecelerim gittikçe huzurumu kaçırıyor. gerçekten herkesin de koyduğu teşhis gibi ben de her sene bu zamanlarda depresyon stayla olduğumu sanıyordum. otrivine bağımlısı da oldum. gerçekten allah düşmanımı uykusuz bıraksın o çok umrumda değil ama dostlarımı bırakmasın. çekilir bişey değil malesef. umarım tez vakitte ameliyat olurum da kurtulurum.
burnunuza iyi bakın.
devamını gör...
4812.
dün akşam merdivenlerden yukarı çıkarken bir mendil gördüm. birisi düşürmüş, ya farkına varmamış, ya da farkına vardıysa eğilip almamış diye düşündüm. ucundan tutarak kaldırdım, çöpe atacağım, içinden bir şey düştü. karanlık olduğundan ne olduğunu anlayamadım ilk başta. eğilip yakından bakınca bir parmak olduğunu gördüm. tabi ilk anda insan heyecanlanıyor, ürküyor, korkuyor vesaire. ben de korktum tabi. sonra korkumu yendim ve ne olur ne olmaz diye cebimden çıkardığım bir başka kağıt mendille parmağı aldım. (öbür mendili çöpe attım) yukarı çıkıp parmağı ışıkta incelediğimde parmağın her iki ucunda birer tane olmak üzere iki tane tırnağı olduğunu gördüm. parmak yetişkin bir insan parmağı kalınlığında olmakla beraber boyu epey kısaydı. iki parmak ucu boğumu ve yarım orta boğum kadar yani
ilginç bir olay tabi, yapma, plastik olup olmadığına baktım. bir iğne batırdım. kan çıktı. demek normal bir parmak bu…
benim olmadığıma göre, ya şirkete gelen müşterilerden ya da çalışanlardan birisinin parmağıydı bu. aşağı ustabaşına sordum. “çocuklara sor bakalım parmak kaybeden var mı aralarında” dedim. yarım saat kadar sonra, cevap geldi. bizim çalışanlardan birisinin kardeşinin parmağıymış. daha doğrusu iki parmağıymış. gelsin alsın bakalım dedim. çocuk geldi.
çocuk dediysem, o kadar da çocuk değil, ayrıca genetik açıdan özürlü. ama bu kadar özür de olmaz tabi. “ne bu parmak mehmet” dedim. açıkladı.
kardeşi çay molası sırasında (saat 15.30) mehmet’i ziyarete gelmiş. yemekhaneye geçmişler. orada, birkaç gün önce öğle tatilinde benim gösterdiğim bir şeyi deniyorlarmış: iki parmağı ucuca değdireceksin. sonra iyice gözüne yanaştıracaksın. ne görüyorsun. çocuk tam bunu yaparken birisi bunun enseye şaplak atmış şakacıktan. ama şaka kakaya dönüşmüş. o gördüğü şey pat diye yere düşmüş. çay molası da bittiği için eve gidince yerine takarım diye almış. mendile sarmış. cebine koymuş. lakin merdivenden inerken düşürmüş.
neyse verdim parmağı mehmet’e. ne yaptılar hiç merak etmedim sonra
devamını gör...
4813.
direniyorken inatla, yeniliyorsun uykuya. tenimde milyonlarca iğne var sanki ve her biri çekilirken kan değil de başka bir şey dökülüyor ortaya. bu bir ruya... aynalar kırılıyor etrafımda; on, yüz, bin, milyonlarca parça! her birinde bir başka beni görüyorum. geçtiğim ve henüz varmadığım yaşlarda benden zibilyonlarca. bu bir ruya biliyorum... içlerinden biri kurtuluyor ve elinde bir deste kartla çıkıyor karşıma. konuşmaya çalışıyorum duymuyor. dokunmak istiyorum hissetmiyor. hangimiz taklitçi bilemiyorum. fakat bu bir ruya biliyorum... mavi duvarlara dönüşüyor her bir kart ve ev yapıyoruz onlardan; tam 3 katlı. içeriden bir müzik sesi duyuluyor. katların hepsine tek tek bakıyoruz. ortada kimse yok. bir kuş geçiyor tepemizden tüylerini dökerek. gri mor tüyler boğazımıza kaçıyor ve aynı anda hapşırırken kartlar devrilmeye başlıyor. molozların altında, bodrumdan ses gelmeye devam ediyor; sanki bizi çağırıyor. ulaşmak için kaldırıyoruz hepsini. iyi değilim fakat bu bir ruya biliyorum... tüm enkazdan kurtulup en dibe varmışken ses kesiliyor ve sadece bir kart buluyoruz. üzerinde bir yazı: "uyumaya ne dersin?" korkuyorum ve kendime sarılıyorum. önce gözlerimi içime çekiyorum sonra yavaş yavaş geri kalan tüm bedenimi. kayboluyorum kendi karanlığımda. evet hiç iyi değilim fakat bütün bunlar bir ruya biliyorum... gözlerimi açtığımda avucumda bir kağıt buluyorum. kendimden bir not: "uyanma zamanın gelmedi mi?" bahsettiğim şeyler çok saçma evet ve hiç iyi değilim fakat bütün bunlar bir ruya biliyorum...

müziği kapatıp uyumak istiyorum. düşlerin çağrısı işte, sadece bir ruya görme isteği bu. bütün klişe senaryolardan kurtulup aslolanı yaşama çabası.
devamını gör...
4814.
yürek yanarsa titrer, gül üşürse
git gide kirletiyorlar gökyüzünü anne
umutları da tüketiyorlar hep beraber, sevgileri de
dillerinde en ince yalanlar, süslü ve sisli yüzleriyle
soğuk yüreklerinde ne acıma ne sevgi
kimin eli kimin cebinde
kimin eli kimin neresinde belli değil...
bense öyle acemi ve şaşkın
boş kalan ellerimi bir ömür
nereye koyacağımı bilemedim.
bilemedim, hangi yalanla kimi nasıl soyacağımı.
buz üstünde yürümeyi seçtim kendi hesabıma
maske diye bir not düşürmedim yüzüme
bukalemuna çalan rengim de olmadı...
tuttuğum her insanın elinde ellerim kirlendi
gözlerim kirlendi baktığım her insanın gözlerinde
yüreğimi sarktım umut kuyularına her defasında
her defasında yangın çektim su yerine, acı çektim
ne bir gün ışığı aktı içime ne de bir yağmur damlası.
rezil bir dünyanın orta yerinde
hüzün ben oldum düşen her yaprakta
her savaşta vurulan ben
kaç çocuğun hayalleri yıkıldı gözlerimde
kaç çocuğun son ümitleri yandı yüreğimde
ıstırabın en derin okyanusuna gömüldüm
bu nasıl bir dünya
bu nasıl bir dünya anne
kahretsin
suskunum, susuzum, yorgunum anne...
durmadan kirletiliyor, kanıyor zaman, kimse aldırmıyor
kimse yanmıyor sevincini ateşe döken gelincik çiçeklerine
dönüp bakmıyor çığlıklarına annelerin
hergece dokuz yerimden vurur beni, gözleri öksüz çocuklar
bu yüzden çıkarmıyorum kurşunları yüreğimden, yaramı da sarmıyorum
siyahlar giyiniyorum her gün, dalgın dalgın bakıyorum camlara
herşeyin kirletildiği bir dünyada, temiz tutamadık güzelliklerimizi
bu yüzden hep vurgun kaldı bir yanımız, bir yanımız aşka, acıya ayarlı
her gece dumanlar yürüyor
beton yığınlarıyla örtülü sevgisiz kentler üstüne
zifiri karanlıklar yürüyor anne
kapkara nehirler gibi, acı akıyor yüzünde yoksulların
bir cehennem ateşi yanıyor yüreklerinde her akşam
kimse kimsenin yasını tutmuyor, bölüşmüyor acısını
bu nasıl bir dünya anne
bu nasıl bir dünya
kahretsin
sarıl ki, serinlensin ateşler içindeki alnım
yorgunum anne, beynim, tenim, ellerim yorgun
kendime sürgün yaşamaktan
sevgiye tanımlar aramaktan
tüm bu oldu bittilere
insanın kayıtsızlığından yorgunum anne...
yorgunum, ağrılarım, sızılarım, hayallerim yorgun

ellerime çaresizlikler yüklüyorum
üşüyorum bu karanlık soğuk gecelerde sarıl bana anne
oysa hiç dönmedim sırtımı insan emeğine
öpmedim namerdin elini, eğilmedim zalimin önünde
ama ezildim bir çaresizin bakışından
bir annenın yakarışından
bir babanın haykırışından
utandım anne dünyayı kirli bahçesine çevirenlerden
insanların kayıtsızlığından tüm bu oldu bittilere
insanlığımdan utandım anne insanlığımdan.
heyhatki,
bizi ağlatan acılar güldürüyor başkalarını
yürek yanarsa titrer anne, gül üşürse

kaç insan soyundan ihanet görmüş, kaç gül dikeninden
mademki ihanet var,
öz elleriyle boğsun gül emen çocuklarını anneler
ve ihanet etsin şairler
yazmasın şiirler gül yüzlü sevgililerine
her mısrası kurşun olup saplansın yüreklerine...
devamını gör...
4815.
icimdeki seslerin ne zaman sustugunu tam olarak bilemiyorum. ama icimdeki sesler sustu. belki cok zaman onceydi. hatırlamıyorum. cok sey gorup gecirmisligin olgunlugu. ben olgun olmak istemezdim aslında. heyecanlı heyacanlı el kol hareketleriyle konusan ve sacma sapan seyler anlatan neseli rum kızlarından olmak isterdim.
devamını gör...
4816.
eve geldim ve her zamanki gibi koltukta yatan kedimin kafasını avcumla tutup naber lan puşt diye salladım. bazı rutinler mutlu eder.
devamını gör...
4817.
kafam susmuyor.
bedenim duruyor, nefes alıyor, kendine zaman veriyor ama kafam asla susmuyor. sadece erteliyor, biriktiriyor bir gün hiç olmayacak bir anda patlamak için.
devamını gör...
4818.
kafanın hiç susmamasına psikolojide rüminasyon denir. hiç susmayan kafaların patladığı görülmüştür. patlamanın şiddeti, rüminasyonun yoğunluğu, problemin devam ettiği süre gibi bir dizi unsura bağlıdır. bazı patlamalar daha düşük şiddettli, kafadan fısss sesi ve dumanlar çıkması şeklinde olurken bazıları daha yüksek şiddette olur.
devamını gör...
4819.
uykum geldi uyumam daha. evet.
devamını gör...
4820.
seni umursamayan birine bin cümle kuracağına seni umursayana tek bir cümle kur.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim