nuri bilge ceylan
başlık "sanagulbahcesivadetmedim" tarafından 10.11.2020 00:40 tarihinde açılmıştır.
61.
“birisi ölür üzülmezsiniz, sandalyeye asılı hırkasını görürsünüz; hırkanın duruşu kalbinize oturur.”
aşamıyorum bu cümlesini.
aşamıyorum bu cümlesini.
devamını gör...
62.
ben bu adamın hastasıyım.
fakat ne yazık ki sinemasının türkiye'de tam olarak anlaşılamadığını düşünüyorum.
mükemmel bir anlatım yapısına sahip, tamamen kendi tarzı ile filmlerini üreten (bkz: author) bir sinemacıdır.
biraz araştıran nbc'nin fotoğraf çektiğini bilir.
sahneleri de herhangi bir anda durdurursanız, fotoğraf karesini yakalarsınız.
sinema dili de çoğu kişiye ağır geliyor fakat anlaşılamayan nokta şu:
nuri bilge ceylan filmleri, hayat gibidir. yani sakin, olağan akıştadır. (bkz: minimalist sinema)
çoğu kişi bundan sıkılıyor çünkü saçma sapan görsel efektli, klasik hollywood sineması daha basit geliyor. (bkz: popcorn sinema)
fakat ne yazık ki sinemasının türkiye'de tam olarak anlaşılamadığını düşünüyorum.
mükemmel bir anlatım yapısına sahip, tamamen kendi tarzı ile filmlerini üreten (bkz: author) bir sinemacıdır.
biraz araştıran nbc'nin fotoğraf çektiğini bilir.
sahneleri de herhangi bir anda durdurursanız, fotoğraf karesini yakalarsınız.
sinema dili de çoğu kişiye ağır geliyor fakat anlaşılamayan nokta şu:
nuri bilge ceylan filmleri, hayat gibidir. yani sakin, olağan akıştadır. (bkz: minimalist sinema)
çoğu kişi bundan sıkılıyor çünkü saçma sapan görsel efektli, klasik hollywood sineması daha basit geliyor. (bkz: popcorn sinema)
devamını gör...
63.
64.
şu bir gerçek ki nuri bilge ceylan filmlerini izlerken olayın, durumun, sahnenin doğallığını iliklerinize kadar hissedersiniz. günlük hayatın bir noktasından başlar ve günlük hayatın bir noktasında biter. hergün karşımıza çıkan görmediğimiz bir çok detayı görür hayret edersiniz. bir sofra başında edilen muhabbetin gerçekliğini size hissettirir. o kamera kapansa ve yine o insanlar masanın başına oturuyor olsa yine aynı mevzuyu aynı şekilde konuşurlar.
devamını gör...
65.
her soğuk ve boş alan bana seni hatırlatıyor .
devamını gör...
66.
63 yaşında olduğuna beni kimsenin inandıramayacağı, altın palmiye ödüllü, yönetmen, senarist ve fotoğrafçı.
mayıs sıkıntısı filminde anne ve babasını oynatmasına etkilenmediğimi söyleyemem...
filmlerinde çehov' un etkisi görülür...
mayıs sıkıntısı filminde anne ve babasını oynatmasına etkilenmediğimi söyleyemem...
filmlerinde çehov' un etkisi görülür...
devamını gör...
67.
filmlerinde gerçeği kusursuza yakın yansıtır. benim için en güzel yanı budur. ülkenin sosyolojik yapısına inanılmaz hakim bir adam kendisi ve aynı zamanda çok kültürlü olduğunu düşünüyorum.
devamını gör...
68.
kendisi elektronik mühendisidir.
devamını gör...
69.
windows media player'daki fast forward butonunun icadinin nedeni olan guzide insan.
devamını gör...
70.
basit olarak anlattığı sahnelerin arkasına mesajı nakış nakış işleyen sinema dokumacısı. mesaj almak isteyen alır, hikayeye kapılmak isteyen ise sürüklenir gider o sadelikte. bu adamın kaygılarını ve tarzını beğeniyorum. anadoluya bakışını, anadoluyu bu denli biliyor olmasını hayretle karşılıyorum. filmlerinde amacı sadece sinemotografi ve doğallık değil, olay örgüsü üzerinden bize bazı durumları anlatmak. son filmi susuz yazı sinemada izlemek niyetindeyim, merakla bekliyorum, çünkü ortak kaygılarımız var ve orada buluşup yalnızlığımızı gideriyoruz.
devamını gör...
71.
çehov aşığı, rus sinema dilinden etkilenmiş ve yapıyı kendi taşra kültürüne uyarlanmış cannes ödüllü usta yönetmen. "üç maymun" adlı filmi dışında eserlerinde hakim sinema senaryo stilini göremeyiz. kendi deyişiyle "atmosfer sineması" yapıyor zaten. filmlerinde güzel son yoktur hatta oldukça karamsardır. iliklerinize dek imkansızın buhranını hissedersiniz. yalnızlık karakterlerinin vazgeçilmez bir parçasıdır. abartılı oyunculuk tercih etmez ve stabil ifadeleri sever. oyuncularına çok fazla müdahale eder. senaryolarını genellikle ekip halinde yazar ve filmin kurgusunu kendisi yapar. bu yüzden filmlerini tasarlayıp, çekip, bitirmesi yıllar alır.
devamını gör...
72.
anadoluyu bilmeyen yönetmendir. bela tarr replikasıdır.
edit: söylediklerimin arkasındayım neredeyse 30 senelik anadoluluyum. bilmiyor. istanbuldan gördüğünü yansıtıyor.
edit: söylediklerimin arkasındayım neredeyse 30 senelik anadoluluyum. bilmiyor. istanbuldan gördüğünü yansıtıyor.
devamını gör...
73.
anadolu'yu bilmek ne mesela ? herkes gördüğünü aktarır kağıda, tuvale, notalara. dolayısıyla bir tane anadolu tasviri olamaz. sen anadolu'ya dair bir perspektif edinirsin bir başkası da başka şekillerde görür. sanat senin "şu" dediğin şekilde işlemez, sanatçı da öyle görmez dünyayı. açıklaman koskoca bir zırvalık. ayrıca bela tarr nere nbc nere. saçmalamış.
devamını gör...
74.
“biri ölür , üzülmezsin..sonra sandalyeye asılı hırkasını görürsün o hırkanın duruşu kalbine oturur...” sözünü her filminde hatırladığım kişidir. anadolu’nun en ücra köşelerinde gizli bir kamera gibi dokunulacak gerçeklikte sahneler çeken yönetmendir. bir zamanlar anadolu filminde muhtarın evindeki yemek sahnesi, savcının doktorla intihar üzerine konuşması.... her şeyi ile insana dair gerçekleri yansıtma ve düşündürme gayreti taşır. iran sinemasının yarattığı saf gerçekliği bizde sinemaya uyarlayan isimdir. kış uykusundaki bireyselleşme diyalogları ve yalnızlık sancısı muazzam işlenmiştir. ahlat ağacı’ndaki popüler sahabe anlatımı, sinan’ın babasıyla olan bağı ve filmin sonundaki diyalogları ve baba sevgisinin farkındalığı yine oldukça etkilidir. sinemanın görü-yorum kısmına hitap eden filmlerle yorum ve muhakeme yeteceğimize hitap eden filmlerin yönetmeindir, nuri bilge ceylan.
devamını gör...
75.
altın palmiye ödülünü sonuna kadar haketmiş bir türk film yönetmeni. fotoğrafçı ve senaristliğinide unutmamak lazım. bu adamın filmlerini sevmeyen yoktur diye düşünüyorum.
devamını gör...
76.
kötü yönetmendir. neden ve nasıl kısmını iyice açıklayacağım. sanat yorumu genellikle kişisel yapılır. ben kişisel yorum değil bu işin eğitimini almış, bu işi meslek olarak yürütmüş biri olarak yorumlayacağım. dolayısıyla teknik bir yazı olacak biraz. kimsenin şahsi zevklerine saldırmak gibi bir niyetim yok. ukalalık etmeye de çalışmıyorum ama nuri bilge ceylan biraz ''kral çıplak'' mevzusuna dönüştü. türk entelektüelinin ''başlangıç paketi'' dediğimiz şeyde bir zorunluluk haline getirildi. insanlar doğruyu söylemekten çekiniyorlar.
film film, sahne sahne incelemek yerine filmlerinin genel sorunlarından bahsedeceğim. zaten bu sorunlar ortak ve herhangi bir gelişme yaşanmayan sorunlar. kötü yönetmen dememin esas nedeni de herhangi bir gelişim göstermemesi.
1-nuri bilge ceylan ve hikaye tansiyonu
şimdi bu konuda birkaç ön bilgi vermem gerekiyor. öncelikle nuri bilge ceylan filmlerinin sıkıcılığı apaçık bir şey ancak bunun nedeni alışılmış kalıpların dışında olması. bu iyi midir değil midir buna da değineceğim ancak önce ön bilgi.
savaş dönemi sonrası avrupa ve amerika arasında bir endüstriyel sinema antlaşması yapıldı. bu antlaşma vizyona girecek ''endüstriyel'' tanımını kullanabileceğimiz filmlere bir senaryo şablonunu zorunlu tutuyordu. dolayısıyla alıştığımız hollywood filmlerinin birbirini tekrar etme nedeni bu şablondur diyebiliriz. şablonu oturup madde madde incelemek yerine basit bir örnekle açıklayacağım. misal birinci kural ilk on dakikada filmin senaryosuna dair birkaç ipucunu ön gösterim tadında ortaya koyması beklenir. neticede bu film bir endüstriyel filmdir. bu gibi pek çok hikaye temposuna müdahale eden kuralı var bu antlaşmanın. ciddi anlamda katı bir kurallar bütününü oluşturuyor.
nuri bilge ceylan ise tüm bu kurallardan azade bir şekilde başladı kariyerine. zira vizyon filmi değil festival çerçevesinde filmler üretiyordu. gerçi sonradan vizyona da dahil oldu ancak bazı ayrıcalıklar kazanmış olmalı ki filmleri hala şablon dışı ve tempodan yoksun. bu temposuzluk çeşitli manalar barındırıyor deniyor. haneke için de bu söylenir. uzak bir kadrajdan bir binayı çeker. iki katlı evi dakikalarca çeker ve bu beyaz yakalının şehirdeki yalnızlığını simgeler. bu tür bir yaklaşım estetik açıdan kabul görebilir. ekspresyonist deriz ve bize uymasa da mantıklı bir açıklaması vardır. nuri bilge ceylan da bu tür bir yola gidiyor ancak yaptığı uzun planların açıklaması yok. bu tempoyu fazlasıyla düşürüyor.
onun dışında filmlerinde gözle görülür bir kreşendo bulunmuyor. hikayenin omurgasında bir filmin gerektirdiği dinamikleri bulamıyoruz. bir yükselme ve zirve noktası yok filmlerinde. duru bir denize bakmaktan farklı bir etki yaratmıyor. bu estetik bir seçim olabilir ancak genel sinema ve izleyici açısından baktığımız zaman bunu tempo sorunu olarak adlandırıyoruz.
bu senin kişisel görüşün kardeşim, adam bunu bilinçli yapıyor diyebilirsiniz. sanata dair her şeyi bu şekilde açıklayabiliriz o halde. duvara attığım bir çiziği, bu benim artistik dışavurumumdur diye savunabilirim. sanat dediğimiz şeyin kişiselliğe ve kalabalıkların aptallığına sığınmasını ben yanlış buluyorum. bu yüzden nuri bilge ceylan'ın her filminde tekrar tekrar yaptığı tempo hatalarını hoş görmek benim işim değil. hata hatadır. sanat çok geniş bir olgu, pek çok amaç ve araç var ancak bunun sınırsızlığını savunduğumuz zaman müzayedelerde altın kaplama klozet satmaya gidiyor iş. çerçevesi olmalı bazı şeylerin. nuri bey bu konuda çok kötü performans sergiliyor.
2-altmetin, üstmetin ve felsefi açıklamalar
filmlerinin altmetin konusunda başarılı olduğunu vurgulamam gerek. anlatmak istediği şeyi anlatacak elementleri seçip filme yerleştirebiliyor. bu hikayeyi başarılı kılmıyor bunu söyleyelim hemen. altmetni verecek dekoru, oyuncuyu, materyali, manzarayı bulup doğru yere koyuyor. misal anadolu'da sıkışmış, ötekileşmiş, çaresiz hisseden aydın ve anadolu insanını karşı karşıya getirmek istediğinde doğru set mekanını, doğru yüzleri, doğru evi buluyor. dolayısıyla ne anlatmak istediğini anlıyoruz ancak anlatım biçiminde korkunç sıkıntılar var.
kurguladığı diyaloglar(özellikle anadolu insanına ait olanlar) kesinlikle anadolu insanını tanıyamamış bir aydının penceresinden yazılmış diyaloglar. zweig'ın kendi ağzından yazdığı bir öyküsü vardı. burjuva kimliğini terk edip sıradan insanlarla sohbet edip, bira içmeye çalıştığı bir akşamı anlatıyordu. o kadar ait değildi ki oraya melankoliye kapılıyordu. nuri bilge ceylan'ın narrative design kısmında karşılaştığı en büyük sıkıntı bu. tam olarak kavrayamadığı, özümseme konusunda sınıfsal sıkıntı yaşadığı bir konu hakkında film üretiyor. orhan pamuk'un kendi hakkında çekilen belgeselde seyyar satıcıya ''merhaba poğaçacı'' demesi gibi abes duruyor. kimse böyle konuşmaz gerçek hayatta. filminiz bir yeni gerçekçilik arzusu güdüyorsa böyle komik diyaloglar yazamazsınız. dolayısıyla temposuz hikayeye kötü diyaloglar da eklenince narrative iyice saçma bir hal alıyor.
doğu demirkol'un köprüde bir yazarı yakalayıp sohbet etmeye çalıştığı sahnede yaşanan diyaloğu hatırlayan varsa demek istediğimi anlayacaktır. bu kadar yanlış bir diyalog temposu, bu kadar anlamsız, gerçeklikten uzak cümleler olmaz gerçek hayatta. bu gibi diyaloğun özensizlikten olduğunu düşünmüyorum. bana kalırsa gayet çalışkan birisi nuri bilge ceylan ve işinde de titiz olduğunu düşünüyorum. bu yüzden buradaki başarısızlık tamamen işin yazın kısmındaki beceriksizlikten. yazmamalı, yazamıyor.
bu başlığın son kısmı da felsefi açıklamalar. bunun için de kış uykusu filminden demet akbağ'ın eve giren hırsıza dair yaptığı felsefi dilemma monoloğundan bahsedeceğim. bu kısım için bir kısım izleyici bu bir karikatürizasyondur dedi. bir kısım izleyici ise felsefe 101 şeklinde monolog yazmış, felsefeden anlamayan bir yönetmenin saçmalaması dedi. ben hangi tarafta olduğuma bir türlü karar veremiyorum. sahne gerçekten berbat. gerçekten felsefe 101. giriş seviyesi bir felsefe kitabını eline almış ve gördüğü ilk dilemmayı olduğu gibi monoloğa çevirmiş gibi görünüyor. bu yüzeysel izleyiciyi etkiler ama felsefeyi biraz bilen biri için aptalca. o seviyede, taşra yalnızlığına niyetlenmiş bir karakter emin olun felsefeyi bundan çok daha iyi biliyordur, bu tür ikilemleri yaşamayacak kadar düşünmüştür bazı şeylerin üzerine. dolayısıyla kötü, fazlasıyla kötü bir sahne buradaki. hangi amaçla olursa olsun, karikatürizasyon da olsa bilgisizlik de olsa filmde bulunmaması gereken bir sahne olduğu apaçık. filmlerinde felsefi çözülümlere girmekten uzak durması gerekiyor nuri bey'in. yapamadığı, yeterince bilgili olmadığı konularda bir anlatı geliştirmesi büyük emek verdiği eserine gölge düşürüyor. herkes her konuda iyi olacak diye bir şey yok. dostoyevski korkunç derecede güçlü bir yazardı ancak ülkücü diyeceğimiz seviyede milliyetçi ve kötü bir politik düşünürdü. böyle örnekler çok. her konuda iyi olmak zorunda değildir sanatçı. sırf biraz da felsefe katalım diye dogmatik bir anlatım geliştirme hatası kaç filmdir devam ediyor, ben sayamıyorum.
3-temel hikayenin anlaşılırlığı
eski hocam olan, insan olarak da çok değerli bulduğum, dünya televizyonculuğunu değiştiren mtv tipi kurgu yöntemini geliştiren andreas treske'nin bir sözü var. ben çok haklı buluyorum bunu. eğer bir sanat eserini anlamak için ekstra kitaplar okuyup, filmler izlemeniz gerekiyorsa o sanat eseri derdini anlatmayı beceremiyordur diyor. bana kalırsa haklılık payı var. temel hikayenin tek seferde, üzerine büyük tartışmalara girmeden anlaşılması gerekiyor. haklılık payı var dememin nedenini açıklamak isterim. başka bir hocam philippe dufour hayatını gustave flaubert'e adamış bir adam. sadece duygusal eğitim kitabının içeriğindeki motifleri tartıştığı bir dersi var. bu derste pek çok konu tartışılıyor. misal ben protagonistin dönemin başarısızlığa uğramış aydın profili olduğunu iddia ettiğim, edward said ve terry eagleton'ın alıntılarıyla desteklediğim bir makale sunmuştum. bir kitabın içeriğindeki bir motifi açıklamak için 8-10 kitap üzerinde çalışmam gerekmişti. bu yüzden, evet eserlerin anlaşılması için yan materyallere başvurulabilir ancak burada treske'nin bahsettiği şeyin ''ana hikaye'' olduğunu vurgulamak istiyorum.
nuri bilge ceylan'ın ana hikayelerinin temiz bir biçimde anlatılamıyor oluşunu savunanların genel argümanı bu oluyor. anlaşılmaz olabilir, anlamak için yan materyallere başvurmak doğaldır deniyor. söz konusu ana hikaye ise, hayır değildir. eser bir bütündür. o bütün tamamlandığı noktada vermek istediğini vermiş olması gerekiyor. verememişse ve biz bu outputu başka eserlere başvurarak almak zorundaysak o eser zaten bitmemiş bir eserdir. bu sebepten nuri bilge ceylan'ın filmlerinin ana hikayede flu kalması da ne yazık ki bir hikaye omurgasının kötü kurgulanmasının sonucu.
daha da uzatmayayım. tüm bu saydığım nedenlerden ötürü teknik olarak nuri bilge ceylan'ı fazlasıyla sıkıcı ve kötü bir yönetmen olarak görüyorum. entelektüel birikimini de yüzeysel bulmakla beraber çalışma azmini takdir etmekteyim. teknik olarak kötü bir yönetmen olması nuri bilge ceylan'ın sevenlerini aptal bulduğum anlamına gelmiyor. ben zevklere saygı duyarım. herkes istediğini sevmekte özgür. ben sadece işin teknik boyutunun analizini yapma gereği duydum. çünkü bilen de bilmeyen de, seven de sevmeyen de nuri bilge ceylan'ın konumlandırıldığı görkemli taht yüzünden eleştirmekten çekiniyor.
hayır. nuri bilge ceylan'ı başarısız, sıkıcı bulmak aptal olduğunuzu, o filmi anlamadığınızı göstermez. böyle bir şey yok.
film film, sahne sahne incelemek yerine filmlerinin genel sorunlarından bahsedeceğim. zaten bu sorunlar ortak ve herhangi bir gelişme yaşanmayan sorunlar. kötü yönetmen dememin esas nedeni de herhangi bir gelişim göstermemesi.
1-nuri bilge ceylan ve hikaye tansiyonu
şimdi bu konuda birkaç ön bilgi vermem gerekiyor. öncelikle nuri bilge ceylan filmlerinin sıkıcılığı apaçık bir şey ancak bunun nedeni alışılmış kalıpların dışında olması. bu iyi midir değil midir buna da değineceğim ancak önce ön bilgi.
savaş dönemi sonrası avrupa ve amerika arasında bir endüstriyel sinema antlaşması yapıldı. bu antlaşma vizyona girecek ''endüstriyel'' tanımını kullanabileceğimiz filmlere bir senaryo şablonunu zorunlu tutuyordu. dolayısıyla alıştığımız hollywood filmlerinin birbirini tekrar etme nedeni bu şablondur diyebiliriz. şablonu oturup madde madde incelemek yerine basit bir örnekle açıklayacağım. misal birinci kural ilk on dakikada filmin senaryosuna dair birkaç ipucunu ön gösterim tadında ortaya koyması beklenir. neticede bu film bir endüstriyel filmdir. bu gibi pek çok hikaye temposuna müdahale eden kuralı var bu antlaşmanın. ciddi anlamda katı bir kurallar bütününü oluşturuyor.
nuri bilge ceylan ise tüm bu kurallardan azade bir şekilde başladı kariyerine. zira vizyon filmi değil festival çerçevesinde filmler üretiyordu. gerçi sonradan vizyona da dahil oldu ancak bazı ayrıcalıklar kazanmış olmalı ki filmleri hala şablon dışı ve tempodan yoksun. bu temposuzluk çeşitli manalar barındırıyor deniyor. haneke için de bu söylenir. uzak bir kadrajdan bir binayı çeker. iki katlı evi dakikalarca çeker ve bu beyaz yakalının şehirdeki yalnızlığını simgeler. bu tür bir yaklaşım estetik açıdan kabul görebilir. ekspresyonist deriz ve bize uymasa da mantıklı bir açıklaması vardır. nuri bilge ceylan da bu tür bir yola gidiyor ancak yaptığı uzun planların açıklaması yok. bu tempoyu fazlasıyla düşürüyor.
onun dışında filmlerinde gözle görülür bir kreşendo bulunmuyor. hikayenin omurgasında bir filmin gerektirdiği dinamikleri bulamıyoruz. bir yükselme ve zirve noktası yok filmlerinde. duru bir denize bakmaktan farklı bir etki yaratmıyor. bu estetik bir seçim olabilir ancak genel sinema ve izleyici açısından baktığımız zaman bunu tempo sorunu olarak adlandırıyoruz.
bu senin kişisel görüşün kardeşim, adam bunu bilinçli yapıyor diyebilirsiniz. sanata dair her şeyi bu şekilde açıklayabiliriz o halde. duvara attığım bir çiziği, bu benim artistik dışavurumumdur diye savunabilirim. sanat dediğimiz şeyin kişiselliğe ve kalabalıkların aptallığına sığınmasını ben yanlış buluyorum. bu yüzden nuri bilge ceylan'ın her filminde tekrar tekrar yaptığı tempo hatalarını hoş görmek benim işim değil. hata hatadır. sanat çok geniş bir olgu, pek çok amaç ve araç var ancak bunun sınırsızlığını savunduğumuz zaman müzayedelerde altın kaplama klozet satmaya gidiyor iş. çerçevesi olmalı bazı şeylerin. nuri bey bu konuda çok kötü performans sergiliyor.
2-altmetin, üstmetin ve felsefi açıklamalar
filmlerinin altmetin konusunda başarılı olduğunu vurgulamam gerek. anlatmak istediği şeyi anlatacak elementleri seçip filme yerleştirebiliyor. bu hikayeyi başarılı kılmıyor bunu söyleyelim hemen. altmetni verecek dekoru, oyuncuyu, materyali, manzarayı bulup doğru yere koyuyor. misal anadolu'da sıkışmış, ötekileşmiş, çaresiz hisseden aydın ve anadolu insanını karşı karşıya getirmek istediğinde doğru set mekanını, doğru yüzleri, doğru evi buluyor. dolayısıyla ne anlatmak istediğini anlıyoruz ancak anlatım biçiminde korkunç sıkıntılar var.
kurguladığı diyaloglar(özellikle anadolu insanına ait olanlar) kesinlikle anadolu insanını tanıyamamış bir aydının penceresinden yazılmış diyaloglar. zweig'ın kendi ağzından yazdığı bir öyküsü vardı. burjuva kimliğini terk edip sıradan insanlarla sohbet edip, bira içmeye çalıştığı bir akşamı anlatıyordu. o kadar ait değildi ki oraya melankoliye kapılıyordu. nuri bilge ceylan'ın narrative design kısmında karşılaştığı en büyük sıkıntı bu. tam olarak kavrayamadığı, özümseme konusunda sınıfsal sıkıntı yaşadığı bir konu hakkında film üretiyor. orhan pamuk'un kendi hakkında çekilen belgeselde seyyar satıcıya ''merhaba poğaçacı'' demesi gibi abes duruyor. kimse böyle konuşmaz gerçek hayatta. filminiz bir yeni gerçekçilik arzusu güdüyorsa böyle komik diyaloglar yazamazsınız. dolayısıyla temposuz hikayeye kötü diyaloglar da eklenince narrative iyice saçma bir hal alıyor.
doğu demirkol'un köprüde bir yazarı yakalayıp sohbet etmeye çalıştığı sahnede yaşanan diyaloğu hatırlayan varsa demek istediğimi anlayacaktır. bu kadar yanlış bir diyalog temposu, bu kadar anlamsız, gerçeklikten uzak cümleler olmaz gerçek hayatta. bu gibi diyaloğun özensizlikten olduğunu düşünmüyorum. bana kalırsa gayet çalışkan birisi nuri bilge ceylan ve işinde de titiz olduğunu düşünüyorum. bu yüzden buradaki başarısızlık tamamen işin yazın kısmındaki beceriksizlikten. yazmamalı, yazamıyor.
bu başlığın son kısmı da felsefi açıklamalar. bunun için de kış uykusu filminden demet akbağ'ın eve giren hırsıza dair yaptığı felsefi dilemma monoloğundan bahsedeceğim. bu kısım için bir kısım izleyici bu bir karikatürizasyondur dedi. bir kısım izleyici ise felsefe 101 şeklinde monolog yazmış, felsefeden anlamayan bir yönetmenin saçmalaması dedi. ben hangi tarafta olduğuma bir türlü karar veremiyorum. sahne gerçekten berbat. gerçekten felsefe 101. giriş seviyesi bir felsefe kitabını eline almış ve gördüğü ilk dilemmayı olduğu gibi monoloğa çevirmiş gibi görünüyor. bu yüzeysel izleyiciyi etkiler ama felsefeyi biraz bilen biri için aptalca. o seviyede, taşra yalnızlığına niyetlenmiş bir karakter emin olun felsefeyi bundan çok daha iyi biliyordur, bu tür ikilemleri yaşamayacak kadar düşünmüştür bazı şeylerin üzerine. dolayısıyla kötü, fazlasıyla kötü bir sahne buradaki. hangi amaçla olursa olsun, karikatürizasyon da olsa bilgisizlik de olsa filmde bulunmaması gereken bir sahne olduğu apaçık. filmlerinde felsefi çözülümlere girmekten uzak durması gerekiyor nuri bey'in. yapamadığı, yeterince bilgili olmadığı konularda bir anlatı geliştirmesi büyük emek verdiği eserine gölge düşürüyor. herkes her konuda iyi olacak diye bir şey yok. dostoyevski korkunç derecede güçlü bir yazardı ancak ülkücü diyeceğimiz seviyede milliyetçi ve kötü bir politik düşünürdü. böyle örnekler çok. her konuda iyi olmak zorunda değildir sanatçı. sırf biraz da felsefe katalım diye dogmatik bir anlatım geliştirme hatası kaç filmdir devam ediyor, ben sayamıyorum.
3-temel hikayenin anlaşılırlığı
eski hocam olan, insan olarak da çok değerli bulduğum, dünya televizyonculuğunu değiştiren mtv tipi kurgu yöntemini geliştiren andreas treske'nin bir sözü var. ben çok haklı buluyorum bunu. eğer bir sanat eserini anlamak için ekstra kitaplar okuyup, filmler izlemeniz gerekiyorsa o sanat eseri derdini anlatmayı beceremiyordur diyor. bana kalırsa haklılık payı var. temel hikayenin tek seferde, üzerine büyük tartışmalara girmeden anlaşılması gerekiyor. haklılık payı var dememin nedenini açıklamak isterim. başka bir hocam philippe dufour hayatını gustave flaubert'e adamış bir adam. sadece duygusal eğitim kitabının içeriğindeki motifleri tartıştığı bir dersi var. bu derste pek çok konu tartışılıyor. misal ben protagonistin dönemin başarısızlığa uğramış aydın profili olduğunu iddia ettiğim, edward said ve terry eagleton'ın alıntılarıyla desteklediğim bir makale sunmuştum. bir kitabın içeriğindeki bir motifi açıklamak için 8-10 kitap üzerinde çalışmam gerekmişti. bu yüzden, evet eserlerin anlaşılması için yan materyallere başvurulabilir ancak burada treske'nin bahsettiği şeyin ''ana hikaye'' olduğunu vurgulamak istiyorum.
nuri bilge ceylan'ın ana hikayelerinin temiz bir biçimde anlatılamıyor oluşunu savunanların genel argümanı bu oluyor. anlaşılmaz olabilir, anlamak için yan materyallere başvurmak doğaldır deniyor. söz konusu ana hikaye ise, hayır değildir. eser bir bütündür. o bütün tamamlandığı noktada vermek istediğini vermiş olması gerekiyor. verememişse ve biz bu outputu başka eserlere başvurarak almak zorundaysak o eser zaten bitmemiş bir eserdir. bu sebepten nuri bilge ceylan'ın filmlerinin ana hikayede flu kalması da ne yazık ki bir hikaye omurgasının kötü kurgulanmasının sonucu.
daha da uzatmayayım. tüm bu saydığım nedenlerden ötürü teknik olarak nuri bilge ceylan'ı fazlasıyla sıkıcı ve kötü bir yönetmen olarak görüyorum. entelektüel birikimini de yüzeysel bulmakla beraber çalışma azmini takdir etmekteyim. teknik olarak kötü bir yönetmen olması nuri bilge ceylan'ın sevenlerini aptal bulduğum anlamına gelmiyor. ben zevklere saygı duyarım. herkes istediğini sevmekte özgür. ben sadece işin teknik boyutunun analizini yapma gereği duydum. çünkü bilen de bilmeyen de, seven de sevmeyen de nuri bilge ceylan'ın konumlandırıldığı görkemli taht yüzünden eleştirmekten çekiniyor.
hayır. nuri bilge ceylan'ı başarısız, sıkıcı bulmak aptal olduğunuzu, o filmi anlamadığınızı göstermez. böyle bir şey yok.
devamını gör...
77.
bir gün anadolu'da kırsalda bir yerde denk geldim kendisine. ben selam verdim, o oralı olmadı.kamerasini almış derede yuvarlanan yeşil bir elmayı takip ediyordu. bir süre sigara yakıp kendisini izledim.
devamını gör...
78.
canımız, nbc'miz. kendini de oyuncuları da helak ediyor film çekicem diye. ama değiyor da be, uzaklarda bir yerlerde güneşlerin doğduğunu falan hissettiriyor bana hep. yılgın hayatların, sapsade debelenmelerini, öyle güzel resmeder ki, ağzınız ayrık baka baka perdeye, biter film. her seferinde "ne izledim lan ben" hissi yalar ensenizi, tüyler falan hep diken...
devamını gör...
79.
isminin kısaltmasını "nbc" olarak yazdıkları, benim de, "nükleer, kimyasal, biyolojik" olarak okuyup, "n'oluyoruz lan?" tepkisi verdiğim yönetmen.
devamını gör...
80.
sadece yönetmen olarak değil, öyküleriyle de gerçek bir sanatçı olduğunu düşünüyorum.
devamını gör...