kısa şiirler
/yağmur yağar akasyalar ıslanır
bulutlar uçuşur gecelerin
ben yağmura deli buluta deli
bir büyük oyun yaşamak dediğin
beni ya sevmeli ya öldürmeli/
(bkz: gülten akın)
bulutlar uçuşur gecelerin
ben yağmura deli buluta deli
bir büyük oyun yaşamak dediğin
beni ya sevmeli ya öldürmeli/
(bkz: gülten akın)
devamını gör...
sözlük yazarlarının yaptığı mesleğin en zor yanı
yarım gün çalışıp üç ay tatil yapmam ve sanırım şaka maka bir yıldır yatıyor oluşum. aslında genel olarak yatıyor oluşum mesleğimin en zor yanı diyebilirim. neredeydi bu başlıklar, bakalım hah tam şurada;
(bkz: şaka maka öğretmenlerin 1 senedir yatıyor olması)
(bkz: öğretmenlerin yarım gün çalışıp 3 ay tatil yapması)
ironiyi de yaptığımıza göre artık ciddileşebiliriz.*
branşım gereği çocukların gözlem yeteneğinin ve sosyal öğrenmelerinin en yoğun olduğu yaşa eğitim vermekteyim. hal böyle olunca ne yaparsam yapayım hemen alıcı gözle bakıp davranışımı model alıyorlar. yaptıkları şeyin savunması da aşırı mantıklı "ama sen öyle yaptın öğretmenim, öğretmenler yapınca doğru olur." şimdi çocuk otorite olarak anne babadan ziyade öğretmeni görüyor, "öğretmenim doğrusunu bilir, yaptıysa doğrudur" algısı mevcut ve bu algı neden bilmiyorum çocuğun programına yüklenmiş haliyle geliyor okula. kalkıp "çocuğum ben de insanım, yanlış yapabilirim sen benim yaptığımı yap gittiğim yoldan gitme" diyemiyorsun.*
bu nedenle mesleğimi yaparken hem söylediklerim hem davranışlarım konusunda ekstra özenli olmam gerekiyor. yanlış yaptığım herhangi bir davranış söylediğim herhangi bir yanlış kelime kalıcı olup çocukların model olarak içselleştirmelerine neden olabilir. bu düşünce bazen diken üstünde tutuyor beni. aksi takdirde sonra eve gel "bunu doğru yaptım mı acaba, verdiğim tepki doğru muydu?" diye vicdan muhasebesi yap.
keşke istediğimi yapıp tam şu karikatürdeki gibi "hayır çocuğum siz okuyacaksınız" diyebilsem.*
(bkz: şaka maka öğretmenlerin 1 senedir yatıyor olması)
(bkz: öğretmenlerin yarım gün çalışıp 3 ay tatil yapması)
ironiyi de yaptığımıza göre artık ciddileşebiliriz.*
branşım gereği çocukların gözlem yeteneğinin ve sosyal öğrenmelerinin en yoğun olduğu yaşa eğitim vermekteyim. hal böyle olunca ne yaparsam yapayım hemen alıcı gözle bakıp davranışımı model alıyorlar. yaptıkları şeyin savunması da aşırı mantıklı "ama sen öyle yaptın öğretmenim, öğretmenler yapınca doğru olur." şimdi çocuk otorite olarak anne babadan ziyade öğretmeni görüyor, "öğretmenim doğrusunu bilir, yaptıysa doğrudur" algısı mevcut ve bu algı neden bilmiyorum çocuğun programına yüklenmiş haliyle geliyor okula. kalkıp "çocuğum ben de insanım, yanlış yapabilirim sen benim yaptığımı yap gittiğim yoldan gitme" diyemiyorsun.*
bu nedenle mesleğimi yaparken hem söylediklerim hem davranışlarım konusunda ekstra özenli olmam gerekiyor. yanlış yaptığım herhangi bir davranış söylediğim herhangi bir yanlış kelime kalıcı olup çocukların model olarak içselleştirmelerine neden olabilir. bu düşünce bazen diken üstünde tutuyor beni. aksi takdirde sonra eve gel "bunu doğru yaptım mı acaba, verdiğim tepki doğru muydu?" diye vicdan muhasebesi yap.
keşke istediğimi yapıp tam şu karikatürdeki gibi "hayır çocuğum siz okuyacaksınız" diyebilsem.*

devamını gör...
goriot baba
honore de balzac'ın 1834'de aylık olarak yayınlanmaya başlayan ve 1842'de tam olarak yayınlanan romanı. sadece fransız realizminin değil, 19.yüzyıl fransız edebiyatının en meşhur örneklerinden biridir*. balzac'ın 100'e yakın eserden oluşan insanlık komedyası serisinin scènes de la vie privée (özel hayattan sahneler) bölümündedir.
romanın başkarakteri goriot baba değil, köyden paris'e hukuk okumaya gelen eugène de rastignac'tır. derslerinde başarılı olmanın haricinde, paris yüksek sosyetesine girme hayalleri kuran genç rastignac katıldığı balolarda goriot baba'nın iki kızı ile tanışır. romanın ana konusu mantıksız bir seviyeye çıkan baba sevgisidir. goriot baba, kızları için bütün serveti harcarken kızları damatlarının bahanesiyle onu terketmektedir. goriot baba da en sonunda vahından ölür*. aslını söylemek gerekirse sonsuza dek süren girişi ve klişe konusu ile sıkıcı gözükebilir. bundan mütevellit bu kitabın neden bu kadar meşhur olduğunu sorabilirsiniz. balzac, baba goriot'nun hikayesinin arka fonunda, paris sosyetesini ve şehrin bütün sosyal sınıflarını anlatmaktadır. hatta anlatmaktan çok betimelemek de diyebiliriz. en fakir proleteryadan, yüksek sosyetenin parçası yüksek burjuvazi ve büyük soylulara kadar paris sosyetesinin bütün sosyal gruplarını değinir balzac. bu anlatım da sonradan fransız realizminin imzası haline gelecek olan bir edebi stil ile yapılmaktadır: her sosyal grup kendi sosyal çevresine yerleştirilir yani her sosyal grup bir mekan ile özdeşleştirilir. o yüzden bir bakıma sadece paris halkının değil, paris'in kendisinin de bir betimlemesidir.
söylediklerim ile pek alakası yok lakin kitapta beni en çok etkilemiş söz söyledir:
« vous saurez alors ce qu’est le monde, une réunion de dupes et de fripons. ne soyez ni parmi ni parmi les autres. ». "o zaman dünyanın ne olduğunu bileceksiniz: saflarla dolandırıcıların bir buluşması. siz ne saf, ne de dolandırıcı olun."
romanın başkarakteri goriot baba değil, köyden paris'e hukuk okumaya gelen eugène de rastignac'tır. derslerinde başarılı olmanın haricinde, paris yüksek sosyetesine girme hayalleri kuran genç rastignac katıldığı balolarda goriot baba'nın iki kızı ile tanışır. romanın ana konusu mantıksız bir seviyeye çıkan baba sevgisidir. goriot baba, kızları için bütün serveti harcarken kızları damatlarının bahanesiyle onu terketmektedir. goriot baba da en sonunda vahından ölür*. aslını söylemek gerekirse sonsuza dek süren girişi ve klişe konusu ile sıkıcı gözükebilir. bundan mütevellit bu kitabın neden bu kadar meşhur olduğunu sorabilirsiniz. balzac, baba goriot'nun hikayesinin arka fonunda, paris sosyetesini ve şehrin bütün sosyal sınıflarını anlatmaktadır. hatta anlatmaktan çok betimelemek de diyebiliriz. en fakir proleteryadan, yüksek sosyetenin parçası yüksek burjuvazi ve büyük soylulara kadar paris sosyetesinin bütün sosyal gruplarını değinir balzac. bu anlatım da sonradan fransız realizminin imzası haline gelecek olan bir edebi stil ile yapılmaktadır: her sosyal grup kendi sosyal çevresine yerleştirilir yani her sosyal grup bir mekan ile özdeşleştirilir. o yüzden bir bakıma sadece paris halkının değil, paris'in kendisinin de bir betimlemesidir.
söylediklerim ile pek alakası yok lakin kitapta beni en çok etkilemiş söz söyledir:
« vous saurez alors ce qu’est le monde, une réunion de dupes et de fripons. ne soyez ni parmi ni parmi les autres. ». "o zaman dünyanın ne olduğunu bileceksiniz: saflarla dolandırıcıların bir buluşması. siz ne saf, ne de dolandırıcı olun."
devamını gör...
normal sözlük'teki kaliteli yazarların sözlüğü bırakması
dostlar, hepiniz içten içe, açılan saçmasapan başlıklardan veya konulardan tiksiniyorsunuz, bıkmış durumdasınız ama ne hikmetse yine de sizleri orada görüyoruz. nerede bir kavga-tartışma ortamı var, hepiniz oradasınız. ya riyakârlığı bırakın ya da adamakıllı yazarları okuyup destekleyin ki biz de görelim.
devamını gör...
ilkokuldan akılda kalanlar
kız öğrencilere bile tokat atan ruh hastası öğretmen bozması sezai d...
numaramın 1092 olması.
mezun olunan gün herkesin ağlaması.
dersin sonuna doğru çişini tutamayıp ağlamaya başlayan sınıf arkadaşımız.
öğretmenimizin bir erkek arkadaşı soyup iç çamaşırlı olarak sıraya çıkarması(iç organların yerini göstermek için)kızların kıkırdamaları.
kızlardan birinin sözlükte çük kelimesini bulup gülerek bize göstermesi.
fikri isimli sınıf sonuncusu olan tipsiz çocuğun boyalı direk şarkısını çok güzel söylemesi.
numaramın 1092 olması.
mezun olunan gün herkesin ağlaması.
dersin sonuna doğru çişini tutamayıp ağlamaya başlayan sınıf arkadaşımız.
öğretmenimizin bir erkek arkadaşı soyup iç çamaşırlı olarak sıraya çıkarması(iç organların yerini göstermek için)kızların kıkırdamaları.
kızlardan birinin sözlükte çük kelimesini bulup gülerek bize göstermesi.
fikri isimli sınıf sonuncusu olan tipsiz çocuğun boyalı direk şarkısını çok güzel söylemesi.
devamını gör...
günün şiiri
bir direnme...
dur, bekle!
kokuşmuş bedenlerden çıkan salyalı sözcükleri dinle,
ruhuna virüsün bulaşmasına izin verme.
yıkıntıların arasında kaybolup, kendini yitirme;
vahşice sürüklenmekte olan bir insan selinin içinde tutsak kalsan bile...
hayır, hayır, umudunu öldürme!
tüm bunlar kötü bir masal belki de?
süslenmiş irinli kelimelerle,
alet edilmiş karanlık emellere.
en zehirli sözcüklerle alınmış dile!
bir dakika, gitme!
zayıflıklarınla beslenen çürük dişli iblislere,
nefeslerini ensene üfleyen görünmez hayaletlere,
pislikleriyle seni kirleten kişilere,
ne olursa olsun boynunu eğme.
doğrul, şunları söyle!
yaşam denen rüya sonsuza kadar da sürse,
ölüm denen gerçek saplansa da göğsüme,
çeliğin keskinliği vücudumu da dilimlese,
izin vermem, ruhumu kirletmenize!
b_g
ps: bana ait bir blogd da paylaşılmıştır..
dur, bekle!
kokuşmuş bedenlerden çıkan salyalı sözcükleri dinle,
ruhuna virüsün bulaşmasına izin verme.
yıkıntıların arasında kaybolup, kendini yitirme;
vahşice sürüklenmekte olan bir insan selinin içinde tutsak kalsan bile...
hayır, hayır, umudunu öldürme!
tüm bunlar kötü bir masal belki de?
süslenmiş irinli kelimelerle,
alet edilmiş karanlık emellere.
en zehirli sözcüklerle alınmış dile!
bir dakika, gitme!
zayıflıklarınla beslenen çürük dişli iblislere,
nefeslerini ensene üfleyen görünmez hayaletlere,
pislikleriyle seni kirleten kişilere,
ne olursa olsun boynunu eğme.
doğrul, şunları söyle!
yaşam denen rüya sonsuza kadar da sürse,
ölüm denen gerçek saplansa da göğsüme,
çeliğin keskinliği vücudumu da dilimlese,
izin vermem, ruhumu kirletmenize!
b_g
ps: bana ait bir blogd da paylaşılmıştır..
devamını gör...
eski sevgili ile gidilen yerlere bir daha gidememek
bir şeyler bitmemişse insanın içi burkulur doğal olarak ama ne o öyle ergen gibi? o yokken de ben alsancağı seviyordum o gitti ama çimler kaldı. canım çimler.
devamını gör...
aslen nerelisin terör örgütü
özellikle de “istanbulluyum” deyince ikna olmayanların üyesi olduğu terör örgütüdür.
devamını gör...
bir zamanların en efsane telefonu
nokia 3310. ilk gördüğümde antensiz telefon yapmışlar oha demiştim.
devamını gör...
bir insanı unutmak
hiç de kolay olmayandır..
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının okumakta olduğu kitaplar
çok üzülerek belirtmek isterim ki:
türk vergi sistemi.
türk vergi sistemi.
devamını gör...
çocuklu kadınların maruz kaldığı çevre baskısı
özellikle yeni doğum yapmış annelerin korkulu rüyalarıdır. muhatap olmak zorunda kaldığın herkesin ilk sorusudur; 'sütün var mı?' sizi ne ilgilendiriyor kardeşim bu süt olayı sizin karnınız doyuyor sanki. sütü gelmiyorsa mama verilir bu kadar basit sanki zehir veriyoruz çocuğa, aç mı bırakalım napalım.
rahat bırakın insanları, karışmayın çocuklarının sütüne, emziğine, saçına, kıyafetine. akıl vermeyin, baskı yapmayın. sizden tavsiye isteyen, tecrübelerinizden faydalanmak isteyen olursa o zaman fikir beyan edin.
rahat bırakın insanları, karışmayın çocuklarının sütüne, emziğine, saçına, kıyafetine. akıl vermeyin, baskı yapmayın. sizden tavsiye isteyen, tecrübelerinizden faydalanmak isteyen olursa o zaman fikir beyan edin.
devamını gör...
28 şubat 1997 postmodern darbesi
ak partinin bugünlere gelmesinin önündeki bütün engellerin kalktığı sözde darbedir. ülkemizde darbeler ne yazık ki her zaman siyasal islamcıların önünü açarken, gelişimin ve düşünce özgürlüğünün önünü kesmiştir. böyledir. misal 1980 darbesini incelediğimiz zaman dikkatimizi çekmesi gereken fakat gözden kaçan çok önemli bir ayrıntı vardır; darbeyi asker yapmış, her yerde atatürk vurgusu yapılmış buna rağmen en çok zararı yine atatürkçülük düşüncesi görmüştür.
bugün her üniversitede zorunlu olarak aldığımız inkılap tarihi dersi, 1980 darbesinin ardından her üniversite bölümü için 4 yıl boyunca alınması zorunlu hale getirilmiştir. hayatın her alanında pompalanan atatürk vurgusu, dincilerden çok ''atatürk''e zarar vermiştir. ayrıca kemalizm'in doğuşu 1980 darbesinin ardından gerçekleşmiştir. (izm ile biten her ideolojinin içi boş olduğu için kemalizmin de gereğinden fazla abartıldığını ve kesinlikle atatürk sevmeyenleri tarafından bilerek tasarlanmış bir ideoloji olduğunu düşünüyorum, atatürk'e bir yerde zararı kemalizm savunucularının verdiğini görmemek için kör olmak gerekir.)
darbe olmayan fakat ne diyelim aman nasıl dile getirelimciler bir post-modern darbe kavramı kavramını atmışlardır ortaya. 28 şubat zihniyeti denilen ve her seferinde sözde mağdurlar tarafından dile getirilen, benim ise hala daha anlayamadığım bir zihniyet var. aslında yok öyle bir zihniyet. elbette 90'lı yılların son çevreğinde türkiye'de skandal gelişmeler yaşanmıştır. skandal yöneticiler, ekonomik sıkıntılar, siyasi iktidarsızlığın yarattığı kaos ortamı, hizbullahçılık, ard arda gelen korkunç cinayetler ülkenin gidişatını negatif yönde etkilemiştir. bir kontrol mekanizması ile müdahale gibi görünen 28 şubat pğuaestmıııdıırnnnn darbesi*, yapılmış olan her darbe gibi öncelikle yanlıştır, ve kesinlikle yapılma amacıyla uzaktan yakından alakası yoktur. türban ağlayıcılarının bitip tükenmeyen sığınağıdır, modern kavramını içinde taşımasına rağmen ülkedeki gerciliği başlatan post darbecik. türbana karşı değilim, türbanın siyasallaştırılmasına karşıyım.28 şubat mağdur edebiyatını bugün hala türk televizyonlarının müthiş siyasi programlarında günde en az 5 kere duyabilirsiniz. eğer 28 şubat bir darbe olarak sayılacak ise, türkiye cumhuriyet tarihinin laiklik anlayışına vurulmuş bir darbedir. siyasal islamın hunharca savunucusu olan bir ülkeye dönüşmemizin en önemli adımını, 28 şubat gelişmeleri atmıştır. yazılabilecek çok şey vardır fakat benim yüreğim tükendi arkadaşlar.
not: ''türkiye hiç bir zaman laik değildi'' diyecek olan sevgili yazargiller, laikliğe değil, laiklik anlayışı vurguma dikkat ediniz.
bugün her üniversitede zorunlu olarak aldığımız inkılap tarihi dersi, 1980 darbesinin ardından her üniversite bölümü için 4 yıl boyunca alınması zorunlu hale getirilmiştir. hayatın her alanında pompalanan atatürk vurgusu, dincilerden çok ''atatürk''e zarar vermiştir. ayrıca kemalizm'in doğuşu 1980 darbesinin ardından gerçekleşmiştir. (izm ile biten her ideolojinin içi boş olduğu için kemalizmin de gereğinden fazla abartıldığını ve kesinlikle atatürk sevmeyenleri tarafından bilerek tasarlanmış bir ideoloji olduğunu düşünüyorum, atatürk'e bir yerde zararı kemalizm savunucularının verdiğini görmemek için kör olmak gerekir.)
darbe olmayan fakat ne diyelim aman nasıl dile getirelimciler bir post-modern darbe kavramı kavramını atmışlardır ortaya. 28 şubat zihniyeti denilen ve her seferinde sözde mağdurlar tarafından dile getirilen, benim ise hala daha anlayamadığım bir zihniyet var. aslında yok öyle bir zihniyet. elbette 90'lı yılların son çevreğinde türkiye'de skandal gelişmeler yaşanmıştır. skandal yöneticiler, ekonomik sıkıntılar, siyasi iktidarsızlığın yarattığı kaos ortamı, hizbullahçılık, ard arda gelen korkunç cinayetler ülkenin gidişatını negatif yönde etkilemiştir. bir kontrol mekanizması ile müdahale gibi görünen 28 şubat pğuaestmıııdıırnnnn darbesi*, yapılmış olan her darbe gibi öncelikle yanlıştır, ve kesinlikle yapılma amacıyla uzaktan yakından alakası yoktur. türban ağlayıcılarının bitip tükenmeyen sığınağıdır, modern kavramını içinde taşımasına rağmen ülkedeki gerciliği başlatan post darbecik. türbana karşı değilim, türbanın siyasallaştırılmasına karşıyım.28 şubat mağdur edebiyatını bugün hala türk televizyonlarının müthiş siyasi programlarında günde en az 5 kere duyabilirsiniz. eğer 28 şubat bir darbe olarak sayılacak ise, türkiye cumhuriyet tarihinin laiklik anlayışına vurulmuş bir darbedir. siyasal islamın hunharca savunucusu olan bir ülkeye dönüşmemizin en önemli adımını, 28 şubat gelişmeleri atmıştır. yazılabilecek çok şey vardır fakat benim yüreğim tükendi arkadaşlar.
not: ''türkiye hiç bir zaman laik değildi'' diyecek olan sevgili yazargiller, laikliğe değil, laiklik anlayışı vurguma dikkat ediniz.
devamını gör...
erkeklerin aciz varlıklar olması
birisi kadınların aciz varlıklar olması diye başlık açsa ortalık ayağa kalkar aynısını cinsiyetçilikten şikayet eden bir kadın yapınca ses yok.
kendine yapılmasını istemedigini başkasına yapma derler. işte ikiyüzlülük nedir burada görüyoruz.
üstelik acizligi de yemektir temizliktir bundan göstermiş.kendim yapabileceğim gibi basar parasini en kralını da yaptırırım. peki sen bana sadece bunları sunan biri olarak ne işe yararsin demezler mi?
edit: battı balık yan gider sokarım senin yapacağın temizliğe, yemeğe ben bunları parasını basar yaptiririm canım sıkılırsa kendim de yaparım sen bana bunlardan başka bir şey sunamiyorsan aciz olan kim?
kendine yapılmasını istemedigini başkasına yapma derler. işte ikiyüzlülük nedir burada görüyoruz.
üstelik acizligi de yemektir temizliktir bundan göstermiş.kendim yapabileceğim gibi basar parasini en kralını da yaptırırım. peki sen bana sadece bunları sunan biri olarak ne işe yararsin demezler mi?
edit: battı balık yan gider sokarım senin yapacağın temizliğe, yemeğe ben bunları parasını basar yaptiririm canım sıkılırsa kendim de yaparım sen bana bunlardan başka bir şey sunamiyorsan aciz olan kim?
devamını gör...
aldatan insan
ınsan olan aldatir, aldanir. erkekler fiilen, kadinlar daha cok icsel aldatir. erkekler refahtan, kadinlar sozden, ozden, bunalimdan, bunaltilmakdan, cok sevip az sevilmekden, astari yuzunden pahali gelmekden, ottan boktan degil, samimice aldatir kendine ve sinsice sirayet eder erkege..
kadin sinsidir de erkek degil midir. daha beterdir de saklamayi beceremez.
sonuc: ogrenilmezse, mezara kadar ogrenilirse, kadin icin adamin haysiyetine kadar.. erkek icin namus algisina kadar..
kadin sinsidir de erkek degil midir. daha beterdir de saklamayi beceremez.
sonuc: ogrenilmezse, mezara kadar ogrenilirse, kadin icin adamin haysiyetine kadar.. erkek icin namus algisina kadar..
devamını gör...
iyi aile yoktur
nihan kaya'nın muhteşem bir pskiloji kitabıdır. kimler okumalıdır bu kitabı? ebeveynler, çocuklar, büyümüş ama hâlâ içindeki çocukla barışamamış insanlar, ailesi yüzünden acı çekmişler, bu acı çekenlerin hayatında karşısına çıkabileceğinin bilincinde olduğu için onlara doğru davranmayı öğrenmek isteyenler. kısacası her insan okumalıdır. çünkü insan olmanın getirdiği temel bir zorunluluk aileye sahip olmaktır. peki neden iyi aile yoktur?
bir aile her zaman çocukları için en iyisini istese bile bazen onların istedikleri çocuklara zarar vermektedir. özellikle ülkemizde kutsanmış anne baba kavramları ebeveynlerin çoğu davranışlarına müdahaleyi engeller. o onun annesidir ondan daha iyi bilemeyiz, babası onun için çalışır sanki başka sorumluluğu yoktur, e ama onlar yaptıklarını çocuklarının iyiliği için yapmaktadırlar. her şey öyle değildir işte.
anne-babanın en büyük eksiliği öz eleştiridir. toplum zaten genelde onun arkasında olduğu için çocuğu baskılar, ona tercih hakkı sunmaz, kararlarına saygı göstermez. bütün çocuklar ve bir zaman çocuk olmuş anne babalar bunu yaşamıştır. peki herkes bunları yaşamasına rağmen niye sürekli bu döngü devam etmektedir? neden bir şeyler düzelmez? çünkü kimse iyi aile olmadığını kabullenmez. öyle bir şey mümkün değildir, ne münasebettir. oysa kitabın kapağında dediği gibi "iyi aile yoktur ya da paradoks şu ki iyi aile, "iyi aile yoktur" düsturuyla hareket edebilen ailedir. önemli olan çocuklarımıza yaptığımız hataların farkına varmak, bunları telafi etmektir ve mümkün olduğunca az hasara yol açmaktır. kimse mükemmel değildir ve bunun farkında olmak en önemli noktadır. ve bir zaman çocuk olmuş biz büyükler de anne babamızın bize yaptığı yanlışları onlara duyduğumuz sonsuz sevginin altına süpürmemeli, bunlarla yüzleşmeli ve üstesinden gelmeliyiz. ancak böyle iyileşebiliriz.
eh bu kadar söze de bu kitabı okursunuz artık.
bir aile her zaman çocukları için en iyisini istese bile bazen onların istedikleri çocuklara zarar vermektedir. özellikle ülkemizde kutsanmış anne baba kavramları ebeveynlerin çoğu davranışlarına müdahaleyi engeller. o onun annesidir ondan daha iyi bilemeyiz, babası onun için çalışır sanki başka sorumluluğu yoktur, e ama onlar yaptıklarını çocuklarının iyiliği için yapmaktadırlar. her şey öyle değildir işte.
anne-babanın en büyük eksiliği öz eleştiridir. toplum zaten genelde onun arkasında olduğu için çocuğu baskılar, ona tercih hakkı sunmaz, kararlarına saygı göstermez. bütün çocuklar ve bir zaman çocuk olmuş anne babalar bunu yaşamıştır. peki herkes bunları yaşamasına rağmen niye sürekli bu döngü devam etmektedir? neden bir şeyler düzelmez? çünkü kimse iyi aile olmadığını kabullenmez. öyle bir şey mümkün değildir, ne münasebettir. oysa kitabın kapağında dediği gibi "iyi aile yoktur ya da paradoks şu ki iyi aile, "iyi aile yoktur" düsturuyla hareket edebilen ailedir. önemli olan çocuklarımıza yaptığımız hataların farkına varmak, bunları telafi etmektir ve mümkün olduğunca az hasara yol açmaktır. kimse mükemmel değildir ve bunun farkında olmak en önemli noktadır. ve bir zaman çocuk olmuş biz büyükler de anne babamızın bize yaptığı yanlışları onlara duyduğumuz sonsuz sevginin altına süpürmemeli, bunlarla yüzleşmeli ve üstesinden gelmeliyiz. ancak böyle iyileşebiliriz.
eh bu kadar söze de bu kitabı okursunuz artık.
devamını gör...