hayvanterli
nickaltı açılış müziği dırırır dırırı rırır rırı
öhöm evet. hoşgeldiin.
öhöm evet. hoşgeldiin.
devamını gör...
rehberde babayı kaydetme şekli
sadece numara.
devamını gör...
rektörün kiracısını işe alması
akrabalar bitti şimdi komşulara da mı sıra geldi. sabredelim elbet bize de sıra gelir.
devamını gör...
antalya'da bir kadının cinsel saldırıya uğraması
eski türk toplumlarında kadına tecavüzün cezası idamdı.
osmanlı imparatorluğu kanunnamelerine göre kadı takdir hakkını kullanarak ya tecavüzcünün cinsel organını kestirir ya da idam cezası verirdi.
ancak sonra bu kanunnameler değişikliğe uğramış; tecavüze uğrayan kız bekarsa evlilik seçeneği teklif edilmiştir. eğer kız kabul etmezse suçlunun cinsel organı kesilir ya da idam edilirdi.
bir afrika ülkesi olan kenya’da keçiye tecavüz edene 10 sene hapis cezası verilir. kaynak1
kenya’da kadınlara tecavüz edenlere idam cezası verildiğini de hatırlatmak gerekir. kaynak2
hukuk alanında reform yapılıp suçluların hak ettikleri cezayı alması; eğer masum insanlara iftira atılmış ise iftira atanlara da caydırıcı cezalar verilmesi konusunda toplum hemfikir.
tutuklama, delillerin korunması, şüpheli veya sanığın kaçmasını önleme vb. gibi nedenlerle geçici olarak başvurulan bir koruma tedbiridir.
ceza muhakemesi kanunu’na göre tutuklama kararı verilebilmesi için ilk şart, şüpheli veya sanık hakkında “kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olgular” bulunmasıdır.
kuvvetli suç şüphesi varsa, ayrıca bir “tutuklama nedeni” de bulunmalıdır (cmk md. 100/1).
habere göre savcı, kamera kayıtları, doktor raporu, olay yeri inceleme ve adli tıp kimya ihtisas daire başkanlığı'nın analiz raporlarının şikayetçinin iddialarını destekler nitelikte ve şikayeti ile uyumlu olduğuna dikkat çekmiş ama tutuksuz yargılanmak üzere adli kontrol şartıyla serbest bırakılmışlar.
aradan da bir sene geçmiş.
sözün bittiği yer derler ya…
bir tek kişiye yapılan bir haksızlık, bütün topluma yapılan bir tehdittir – montesquieu.
osmanlı imparatorluğu kanunnamelerine göre kadı takdir hakkını kullanarak ya tecavüzcünün cinsel organını kestirir ya da idam cezası verirdi.
ancak sonra bu kanunnameler değişikliğe uğramış; tecavüze uğrayan kız bekarsa evlilik seçeneği teklif edilmiştir. eğer kız kabul etmezse suçlunun cinsel organı kesilir ya da idam edilirdi.
bir afrika ülkesi olan kenya’da keçiye tecavüz edene 10 sene hapis cezası verilir. kaynak1
kenya’da kadınlara tecavüz edenlere idam cezası verildiğini de hatırlatmak gerekir. kaynak2
hukuk alanında reform yapılıp suçluların hak ettikleri cezayı alması; eğer masum insanlara iftira atılmış ise iftira atanlara da caydırıcı cezalar verilmesi konusunda toplum hemfikir.
tutuklama, delillerin korunması, şüpheli veya sanığın kaçmasını önleme vb. gibi nedenlerle geçici olarak başvurulan bir koruma tedbiridir.
ceza muhakemesi kanunu’na göre tutuklama kararı verilebilmesi için ilk şart, şüpheli veya sanık hakkında “kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olgular” bulunmasıdır.
kuvvetli suç şüphesi varsa, ayrıca bir “tutuklama nedeni” de bulunmalıdır (cmk md. 100/1).
habere göre savcı, kamera kayıtları, doktor raporu, olay yeri inceleme ve adli tıp kimya ihtisas daire başkanlığı'nın analiz raporlarının şikayetçinin iddialarını destekler nitelikte ve şikayeti ile uyumlu olduğuna dikkat çekmiş ama tutuksuz yargılanmak üzere adli kontrol şartıyla serbest bırakılmışlar.
aradan da bir sene geçmiş.
sözün bittiği yer derler ya…
bir tek kişiye yapılan bir haksızlık, bütün topluma yapılan bir tehdittir – montesquieu.
devamını gör...
alttaki yazar hakkında varsayım yap
evet, bugün öğlen menemeni soğanlı yaptım.
alttaki yazar kahve falı ve burçlara çok da tamah etmiyordur hatta böyle şey mi olur diyordur.
alttaki yazar kahve falı ve burçlara çok da tamah etmiyordur hatta böyle şey mi olur diyordur.
devamını gör...
memleketinin adını söylemeden anlat
güller diyarı. süleyman demirel’in memleketi.
devamını gör...
aceso
yunan mitolojisi'nde hastalıklardan iyileştirme tanrıçasıdır. tıbbın ve sağlığın tanrısı asklepios ile ağrı yatıştırma tanrıçası epione'nin kızıdır.
devamını gör...
yeşil nick almanın gelinlik almaktan farkı olmaması
devamını gör...
harry potter vs lord of the rings
fantastik edebiyatta büyü sistemleri vardır. bunlardan biri soft magic system'dir. soft magic sistemde büyünün limitleri, yöntemi ve sonuçları anlatılmaz. yani bu yapıda büyücüler büyü eğitimi almazlar, büyü için detaylı tariflerle uğraşmazlar ve bizler büyünün oluşum sürecine dair detaylandırılmış bilgilerden mahrum kalırız. aynı gandalf'ın büyü yapmasına şaşıran frodo gibi... demek istediğim; büyü bir şekilde yapılır, okuyucu da bunu kabul eder, irdelemez. bu sisteme en güzel örnek lord of the rings'dir. yeterince anlaşıldı ama bir örnek daha vermek gerekirse, örneğin; güç yüzüğü dövülür dövülmesine ama, bunun için nasıl bir metot izlenmelidir, hangi işlemi atlarsak güç yüzüğü yapımı başarısızlığa uğrar gibi soruların cevapları yoktur. dövdük, oldu işte birader, tatava yapma derler adama...
bir diğeri de hard magic system'dir. yani yukarıda yazılanın tam tersi diyebiliriz. bu sistemde büyünün nasıl yapıldığı, büyünün sınırları ve sonuçları açıkça belirtilir. bu sisteme en güzel örnek death note'dur. birçoğumuz izlemişizdir herhalde... ölüm defterinin kullanım kılavuzu üzerine nasıl kafa patlatıldığı ortada... öyle sadece ismi yazılan kişinin pat diye ölmesi gibi yüzeysel bir yapı yoktur. defterin kullanımıyla ilgili hikayeye de direkt etki eden bolca detaylı kural görürüz. örneğin; deftere ismini yazacağınız kişinin gerçek ismini bilmelisiniz, yüzünü görmelisiniz, ölüm şeklini belirtmelisiniz (belirtmeseniz de olur), isimlerini bilmediğiniz kişilerin isimlerini öğrenebilmek için sadece deftere dokunanların görebildiği ölüm meleğiyle anlaşma yaparak ömrünüzün yarısından vazgeçmelisiniz vb. birçok kural...
zaten büyü okulunda geçen ve büyü eğitimini başından sonuna kadar bize gösteren harry potter'ın hangi sisteme dahil olduğunu söylememe gerek yok herhalde? her büyü için tonlarca kurala uymanız gereken a wizard of earthsea ise hard magic sistemin zirve noktasıdır. bu eserde büyü yapmak için o kadar çok kural vardır ki büyücüler bile "iyisi mi biz büyü müyü işlerini bırakalım" kafasına gelmişlerdir.
tolkien, eserini mitoloji gibi dil, coğrafya ve krallıklar üzerine yazmış olabilir. hatta gibi değil, öyle zaten. her ulusun kendi kimliğini kendi tarihi mitolojisine dayandırdığı bir dönemde, ingiltere'nin dönüp yaslanabileceği bir mitolojisi olmadığı için tolkien, "kahretsin ben yazarım" demiş ve elini taşın altına sokmuştur. lotr aslında modern bir ingiliz mitolojisidir. ya neyse, konu bu değil... tamam adam her türlü detayı yazmasına yazmış ama iş büyüye gelince "size bu bile fazla ulan dümbükler" diyerek geçiştirmiş sonuç olarak...
ama ben fantastik evrende büyünün simyasını neredeyse atomlara kadar inceleyebilmek isterim. sıfırdan yazılan fizik kurallarıyla büyünün nedenselliğinin oluşturulmasını, en azından üzerine kafa patlatılmasını isterim. bu yüzden benim oyum harry potter'a... her ne kadar çocuk kitabı diye alay etseler de varsın öyle olsun... uyduruk tarih kitabı okumak istesem gider gerçeğini okurum mandrake...
bir diğeri de hard magic system'dir. yani yukarıda yazılanın tam tersi diyebiliriz. bu sistemde büyünün nasıl yapıldığı, büyünün sınırları ve sonuçları açıkça belirtilir. bu sisteme en güzel örnek death note'dur. birçoğumuz izlemişizdir herhalde... ölüm defterinin kullanım kılavuzu üzerine nasıl kafa patlatıldığı ortada... öyle sadece ismi yazılan kişinin pat diye ölmesi gibi yüzeysel bir yapı yoktur. defterin kullanımıyla ilgili hikayeye de direkt etki eden bolca detaylı kural görürüz. örneğin; deftere ismini yazacağınız kişinin gerçek ismini bilmelisiniz, yüzünü görmelisiniz, ölüm şeklini belirtmelisiniz (belirtmeseniz de olur), isimlerini bilmediğiniz kişilerin isimlerini öğrenebilmek için sadece deftere dokunanların görebildiği ölüm meleğiyle anlaşma yaparak ömrünüzün yarısından vazgeçmelisiniz vb. birçok kural...
zaten büyü okulunda geçen ve büyü eğitimini başından sonuna kadar bize gösteren harry potter'ın hangi sisteme dahil olduğunu söylememe gerek yok herhalde? her büyü için tonlarca kurala uymanız gereken a wizard of earthsea ise hard magic sistemin zirve noktasıdır. bu eserde büyü yapmak için o kadar çok kural vardır ki büyücüler bile "iyisi mi biz büyü müyü işlerini bırakalım" kafasına gelmişlerdir.
tolkien, eserini mitoloji gibi dil, coğrafya ve krallıklar üzerine yazmış olabilir. hatta gibi değil, öyle zaten. her ulusun kendi kimliğini kendi tarihi mitolojisine dayandırdığı bir dönemde, ingiltere'nin dönüp yaslanabileceği bir mitolojisi olmadığı için tolkien, "kahretsin ben yazarım" demiş ve elini taşın altına sokmuştur. lotr aslında modern bir ingiliz mitolojisidir. ya neyse, konu bu değil... tamam adam her türlü detayı yazmasına yazmış ama iş büyüye gelince "size bu bile fazla ulan dümbükler" diyerek geçiştirmiş sonuç olarak...
ama ben fantastik evrende büyünün simyasını neredeyse atomlara kadar inceleyebilmek isterim. sıfırdan yazılan fizik kurallarıyla büyünün nedenselliğinin oluşturulmasını, en azından üzerine kafa patlatılmasını isterim. bu yüzden benim oyum harry potter'a... her ne kadar çocuk kitabı diye alay etseler de varsın öyle olsun... uyduruk tarih kitabı okumak istesem gider gerçeğini okurum mandrake...
devamını gör...
profesör naci görür’ün kanal istanbul uyarısı
marmara olarak komple ölelim de rahatlayın alüminyum!
devamını gör...
diasetilmonoksim
santral sisteme geçebilen organofosfat intoksikasyonu tedavisinde kullanılan kolinesteraz reaktivatörüdür.
devamını gör...
eraa
hakkında kötü yorum görmenin zor olacağını düşünmüştüm fakat hiç yok sanıyorum. kendisini çok kısa bir süre evvel tanımış bulunmaktayım. lakin herkese karşı sabırlı ve sıcak kanlı tutumları ile gönüllere taht kurmuş bir moderatördür. başlıkları ve yazılarını da severek takip ettiğimizi söylemekte fayda var. umarım daha çok yazılarına rastlarız, pozitifliğin ve güzel yazıların daim olsun.
devamını gör...
kapanmak zorunda kalacağız
hayırdır şeriat mı geliyor ?*
devamını gör...
hala yapmak istenilen çocukluk aktiviteleri
salıncağa binmek.. hâlâ sık sık severek yaptığım bir eylemdir
devamını gör...
you are my spring
1 eylül tarihi itibari ile netflixte de yayınlanmaya başlanmış olan güney kore yapımı, romantik-dram kategorisinde 16 bölümden oluşan dizi.
otelde korsiyaj müdürü olarak çalışmaya başlayacak olan baş karakterimiz kang da-jung arkadaşlarının da cafe işlettiği apartmanın çatı katına taşınır. aynı apartmanda ise, erkek başrol olan joo young do nun piskiyatri kliniği bulunmaktadır. young do aynı zamanda polislere danışmanlık yapmakta ve bir radyoda yayınlanan programda ana konuk görevini üstlenmektedir. diğer kilit karakterimiz chae joon ise, da jung'u otelde görüp hemen kalbini ona kaptırmış, takipçi gibi takılan bir karakteri canlandırmaktadır. her şey bu apartmanda gerçekleşen bir cinayet vakası ile polisiye havaya bürünmüş olsa da, sizi yanıltmasın daha çok piskolojik terapiye gitmişçesine bir akışı var. çünkü tüm karakterlerin üzeri açılmasın istediği travmaları, yaraları var.
oyuncuların bazılarını ilk kez izliyor olsam da, garip yakışmamış dediğim bir oyuncu yoktu dizide. cafede part time çalışan kız bile iyi seçilmişti bence.
bol kore dizisi klasiklerine de rastlamıyoruz demeyeceğim. örneğin ana karakterlerin çocukluklarında tanışmış oldukları ayrıntısı, bu olmasa belki daha iyi olabilirdi. aynı noktadan çıkmış, farklı yaraları olan çocukların, destekçi bulamayanı karanlığa gömülmüştü fikrini savunmaktan daha iyi bir açı bulabilirlerdi diye düşünüyorum.
otelde korsiyaj müdürü olarak çalışmaya başlayacak olan baş karakterimiz kang da-jung arkadaşlarının da cafe işlettiği apartmanın çatı katına taşınır. aynı apartmanda ise, erkek başrol olan joo young do nun piskiyatri kliniği bulunmaktadır. young do aynı zamanda polislere danışmanlık yapmakta ve bir radyoda yayınlanan programda ana konuk görevini üstlenmektedir. diğer kilit karakterimiz chae joon ise, da jung'u otelde görüp hemen kalbini ona kaptırmış, takipçi gibi takılan bir karakteri canlandırmaktadır. her şey bu apartmanda gerçekleşen bir cinayet vakası ile polisiye havaya bürünmüş olsa da, sizi yanıltmasın daha çok piskolojik terapiye gitmişçesine bir akışı var. çünkü tüm karakterlerin üzeri açılmasın istediği travmaları, yaraları var.
oyuncuların bazılarını ilk kez izliyor olsam da, garip yakışmamış dediğim bir oyuncu yoktu dizide. cafede part time çalışan kız bile iyi seçilmişti bence.
bol kore dizisi klasiklerine de rastlamıyoruz demeyeceğim. örneğin ana karakterlerin çocukluklarında tanışmış oldukları ayrıntısı, bu olmasa belki daha iyi olabilirdi. aynı noktadan çıkmış, farklı yaraları olan çocukların, destekçi bulamayanı karanlığa gömülmüştü fikrini savunmaktan daha iyi bir açı bulabilirlerdi diye düşünüyorum.
devamını gör...
18 mart
hem bu gündür, hemde çanakkale'de denizde yenilmesi imkansız görünen düşman kuvvetlerinin geri çekildiği zaferimizin günüdür.
savaşı tekrar farklı ağızdan tasvire ve önemini nitelemeye gerek yok mehmet akif kendine has üslubu ile muazzam bir şekilde açıklamıştır.
allah vatanı ve dini için can verenlere rahmet etsin.
şiiri dinlemek isteyenler için kaynak
şu boğaz harbi nedir? var mı ki dünyada eşi?
en kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
tepeden yol bularak geçmek için marmara’ya
kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
nerde -gösterdiği vahşetle- “bu bir avrupalı!”
dedirir: yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
eski dünya, yeni dünya, bütün akvâm-ı beşer,
kaynıyor kum gibi… mahşer mi, hakikat mahşer.
yedi iklimi cihânın duruyor karşısında,
ostralya’yla beraber bakıyorsun: kanada!
çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
sâde bir hâdise var ortada: vahşetler denk.
kimi hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ…
hani, tâ’ûna da zuldür bu rezil istilâ!
ah, o yirminci asır yok mu, o mahhlûk-i asil,
ne kadar gözdesi mevcud ise, hakkıyle sefil,
kustu mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz…
medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbâb,
öyle müdhiş ki: eder her biri bir mülkü harâb.
öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı;
bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam,
atılan her lâğamın yaktığı yüzlerce adam.
ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer
o ne müdhiş tipidir: savrulur enkâz-ı beşer…
kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak,
boşanır sırtlara, vâdilere, sağnak sağnak.
saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
sürü halinde gezerken sayısız tayyâre.
top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler…
kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman?
hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
çünkü te’sis-i ilâhî o metin istihkâm.
sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,
beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer;
bu göğüslerse hudâ’nın ebedî serhaddi;
“o benim sun’-i bedi’im, onu çiğnetme” dedi.
âsım’ın nesli… diyordum ya… nesilmiş gerçek:
işte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek.
şûhedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…
o, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar…
vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
bir hilâl uğruna, yâ rab, ne güneşler batıyor!
ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhid’i…
bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“gömelim gel seni tarihe” desem, sığmazsın.
herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb…
seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
“bu, taşındır” diyerek kâ’be’yi diksem başına;
ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
sonra gök kubbeyi alsam da ridâ namıyle,
kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
yedi kandilli süreyyâ’yı uzatsam oradan;
sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına;
uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana…
yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.
sen ki, son ehl-i salibin kırarak salvetini,
şarkın en sevgili sultânı salâhaddin’i,
kılıç arslan gibi iclâline ettin hayran…
sen ki, islâm’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
o demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
sen ki, ruhunla beraber gezer ecrâmı adın;
sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın… heyhât!
sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât…
ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
sana âguşunu açmış duruyor peygamber.
mehmet akif ersoy
savaşı tekrar farklı ağızdan tasvire ve önemini nitelemeye gerek yok mehmet akif kendine has üslubu ile muazzam bir şekilde açıklamıştır.
allah vatanı ve dini için can verenlere rahmet etsin.
şiiri dinlemek isteyenler için kaynak
şu boğaz harbi nedir? var mı ki dünyada eşi?
en kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
tepeden yol bularak geçmek için marmara’ya
kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
nerde -gösterdiği vahşetle- “bu bir avrupalı!”
dedirir: yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
eski dünya, yeni dünya, bütün akvâm-ı beşer,
kaynıyor kum gibi… mahşer mi, hakikat mahşer.
yedi iklimi cihânın duruyor karşısında,
ostralya’yla beraber bakıyorsun: kanada!
çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
sâde bir hâdise var ortada: vahşetler denk.
kimi hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ…
hani, tâ’ûna da zuldür bu rezil istilâ!
ah, o yirminci asır yok mu, o mahhlûk-i asil,
ne kadar gözdesi mevcud ise, hakkıyle sefil,
kustu mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz…
medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbâb,
öyle müdhiş ki: eder her biri bir mülkü harâb.
öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı;
bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam,
atılan her lâğamın yaktığı yüzlerce adam.
ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer
o ne müdhiş tipidir: savrulur enkâz-ı beşer…
kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak,
boşanır sırtlara, vâdilere, sağnak sağnak.
saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
sürü halinde gezerken sayısız tayyâre.
top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler…
kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman?
hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
çünkü te’sis-i ilâhî o metin istihkâm.
sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,
beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer;
bu göğüslerse hudâ’nın ebedî serhaddi;
“o benim sun’-i bedi’im, onu çiğnetme” dedi.
âsım’ın nesli… diyordum ya… nesilmiş gerçek:
işte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek.
şûhedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…
o, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar…
vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
bir hilâl uğruna, yâ rab, ne güneşler batıyor!
ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhid’i…
bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“gömelim gel seni tarihe” desem, sığmazsın.
herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb…
seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
“bu, taşındır” diyerek kâ’be’yi diksem başına;
ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
sonra gök kubbeyi alsam da ridâ namıyle,
kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
yedi kandilli süreyyâ’yı uzatsam oradan;
sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına;
uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana…
yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.
sen ki, son ehl-i salibin kırarak salvetini,
şarkın en sevgili sultânı salâhaddin’i,
kılıç arslan gibi iclâline ettin hayran…
sen ki, islâm’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
o demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
sen ki, ruhunla beraber gezer ecrâmı adın;
sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın… heyhât!
sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât…
ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
sana âguşunu açmış duruyor peygamber.
mehmet akif ersoy
devamını gör...
uzak mesafe ilişkisi
berbat giden yakın mesafe ilişkisinden milyon kat iyi olan ilişki.
devamını gör...