bir şeyin çıkardığı sese benzetilerek oluşturulmuş sözcüklerdir. yani doğada var olan seslerden türemiş kelimelerdir.

örnek:
horul horul horlamak,
şırıl şırıl akmak.
devamını gör...

buradan
devamını gör...

4 eniştesi olan biri olarak aklıma tek gelen kişi.
eniştelerim çok soryy.*
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

sabahattin ali 25 şubat 1907 eğridere doğumlu türk yazar ve şairdir. toplumcu gerçekçi bir yazardır ve eserlerinde yaşamındaki deneyimlerini çoğunlukla yansıtmıştır, kendisinden sonra gelecek olan yazarlara ilham olmuştur. kürk mantolu madonna, sabahattin ali'nin yazdığı üç romandan üçüncüsüdür. 1943 yılında yayımlanmıştır. en bilinen ve en çok okunan kitaplardan bir tanesidir ve ne yazık ki popüler kültüre köle bile olmuştur.

rasim işini kaybetmiştir ve arkadaşı ona raif efendi isimli bir adamın yanında iş bulmuştur. raif efendi çevirmenlik yapan yaşlı, hasta ve çok az konuşan bir adamdır. işi olmadığı zamanlarda yanında duran kitabını okur. raif efendi hasta olduğundan işe gelmediği bir gün rasim ona çeviri vermek için evine gider ve sessizliğini evin durumuna bağlar. raif efendi'nin evi fazlasıyla kalabalıktır ve eve para getiren tek kişinin o olmasına rağmen sürekli ezilip hor görülüyordur. raif efendi çok hasta olduğu için rasim'e iş yerindeki eşyalarını getirmesini rica eder, masasındaki siyah defteri fark eden rasim onu okuduktan sonra yakacağına dair bir söz verir ve asıl hikâye burada başlar.

raif efendi'nin babası sabun fabrikası işletmektedir ve işi öğrenmesi için oğlu raif'i almanya'ya yollar. raif, almanya'ya gittikten sonra kendine bir pansiyon bulur, fabrikada işe girer ama zaman geçtikçe iş hevesi kaçar ve almanya'yı keşfetmeye başlar. her gün farklı yerleri gezerek gününü gün eder. bir gün gazetede sergi ilanı görür, oraya gidip kürk mantolu madonna adında bir tablo karşısında büyülenir; saatlerce tabloya bakar ve oradan hiç ayrılmaz. günlerce tabloyu ziyarete gelir, bunu fark eden bir kadın tabloyu birine benzetip benzetmediğini sorar. raif utanarak yalan söyler ve annesine benzettiğinden bahseder.


yalnız orada, kürk mantolu bir kadın portresi önünde, mıhlanmış gibi durduğumu hatırlıyorum.
o benim hayalimdeki bütün kadınların bir terkibi, bir imtizacıydı.*


raif, bir gün arkadaşıyla gezerken sergide tanıştığı kadınla karşılaşır, ertesi gün onu tekrar görme umuduyla aynı yerde bekler ve onu takip ederek gece kulübüne gider. kadın, gece kulübünde şarkı söyler ve raif'in yanına oturmaya gelir. tablodaki kadının kendisi olduğunu, adının maria puder olduğundan bahseder ve o günden sonra raif ile birlikte arkadaş olurlar. raif, maria'ya

seni seviyorum... deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum...
diyecek kadar aşık olmuştur ama maria en başından beri "ondan aşk anlamında bir şey beklememesi gerektiğini," söylemiştir. neredeyse her gün buluşup almanya'yı gezerler ve bir gün maria, raif'e aşık olduğunu itiraf eder. her şey bir süre yolunda giderken raif, babasının öldüğünün haberini alır ve türkiye'ye dönmek zorunda kalır. işlerini yerine koyduğunda maria'yı yanına alacağını söyler ve ülkeden gider.


içimde yarım kalmış bir konuşmanın üzüntüsü vardı.


raif ile maria mektuplaşmaya başlar ama bir süre sonra maria'nın mektupları kesilir ve raif ondan haber alamaz. bu durumda perişan olan raif eski hâline geri döner üstelik bu sefer içine daha çok kapanmıştır, on yıl boyunca maria'dan hiç haber almadan onu sevmeye devam eder.


hayatta en güvendiğim insana karşı duyduğum bu kırgınlık, adeta bütün insanlara dağılmıştı; çünkü o benim için bütün insanlığın timsaliydi. sonra, aradan seneler geçtiği hâlde, nasıl hâlâ ona bağlı olduğumu gördükçe, ruhumda daha büyük bir infial duyuyordum. o beni çoktan unutmuş olacaktı. kim bilir şimdi kimlerle yaşıyor, kimlerle dolaşıyordu.


aradan yıllar geçtikten sonra istanbul'da maria'nın kuzeniyle karşılaşır, yanında küçük bir kız çocuğu görür ve yıllar önce maria'nın öldüğünü bu küçük çocuğun da kendisine ait olduğunu öğrenir. raif efendi kızıyla ilk ve son kez orada görüşmüştür.


dün gece bir saniye bile uyuyamadım. yatakta arkaüstü yatarak hep trendeki çocuğu düşündüm. vagonun sarsıntılarıyla kımıldayan başını görür gibi oluyordum. bol saçlı bir çocuk başı... ne gözlerinin, ne saçlarının rengini hatta ne de ismini biliyordum. ona hiç dikkat etmemiştim. yanı başımda, bir adım ötemde durduğu hâlde bir kere merakla yüzüne bakmamıştım. ayrılırken elini bile sıkmamıştım. hiçbir şey, aman yarabbi, kendi kızıma dair hiçbir şey bilmiyordum. kadın muhakkak ki birçok şeyler sezmişti... niçin bana o kadar hain bakmıştı? herhalde bir şeyler tahmin etmişti. ve kızı alıp gitti... şimdi yoldalar... tekerlekler bir raydan diğer bir raya atlarken kızımın uyuyan başı hafifçe sarsılıyor...


ve kitap şöyle biter;


tesadüf seni önüme çıkarmasaydı, gene aynı şekilde, fakat her şeyden habersiz, yaşayıp gidecektim. sen bana, dünyada başka bir türlü hayatın da mevcut olduğunu, benim de bir ruhum bulunduğunu öğrettin. bunu sonuna kadar götüremediysen, kabahat senin değil... bana hakikaten yaşamak imkânını verdiğin birkaç ay için sana teşekkür ederim. böyle birkaç ay, birkaç ömür kıymetinde değil midir? vücudunun bir parçası olarak geride bıraktığın çocuk, bizim kızımız, yeryüzünde bir babası bulunduğundan habersiz, uzak yerlerde dolaşıp duracak... yollarımız bir kere karşılaştı. fakat ona dair hiçbir şey bilmiyorum. ne ismini, ne bulunduğu yeri. buna rağmen hayalimde onu daima takip edeceğim. kafamda ona bir hayat seyri icat edip yanında yürüyeceğim. onun nasıl büyüdüğünü, nasıl mektebe gittiğini, nasıl güldüğünü ve nasıl düşündüğünü tasavvur ederek bundan sonraki senelerimin yalnızlığını doldurmaya çalışacağım. hep yazmak istiyorum. ama ne lüzumu var? bu kadar yazdım da ne oldu? bizim kıza yarın başka bir defter almalı ve bunu kaldırıp saklamalı. her şeyi, her şeyi, bilhassa ruhumu hiç bulunmayacak yerlere saklamalı...


raif efendi'nin defteri burada bitiyordu. diğer sahifelerde hiçbir not, hiçbir kayıt yoktu. sanki, büyük bir korkuyla sakladığı ruhunu bir kereye mahsus olmak üzere dışarıya, bu defterin yapraklarına aksettirmiş, ondan sonra gene içine kapanıp senelerce susmuştu...
.......

raif efendi'nin hikâyesinin gerçek olduğunu çok düşünmüştüm, sanki raif efendi sabahattin ali'ydi, belki de böyledir bilemeyiz. zaten her yazar kendi hayatından bir şeyler katmaz mı kitaplarına? ilk okuduğumda ağlamıştım; sabahattin ali'nin dilini, yazım şeklini, toplumcu gerçekçiliğini çok seviyorum ve bu eseri de gerçekten okumaya değerdi. insanın içinde bir süre bir boşluk bırakıyor ve böyle sevgilerin gerçek olup olmadığını sorguluyorsunuz. "insan birini, bir daha hiç görmeden on yıl boyunca sever mi?" sorusunu kitabı okurken kendinize sorabilirsiniz. ben çok sormuştum ama güzel olan her şey bir gün bitse de insanda her zaman kalacağını öğrenme fırsatı bulmuştum.
size birkaç tane daha alıntı yazayım ve bu kitabı sonsuza kadar konuşalım...


belki yazacaklarım yaşadığım kadar acı olmaz ve ben biraz ferahlarım.



hayatta hiçbir zaman kafamızdaki kadar harikulade şeyler olmayacağı henüz idrak edememiştim.



artık maria puder, yaşamak için kendisine kayıtsız ve şartsız muhtaç olduğum bir insandı.



bu kadının resmini gördüğüm andan beri geçen birkaç hafta içinde, ömrümün bütün senelerinden daha çok yaşadığımı hissediyordum.
devamını gör...

eylemsizliktir. oturduğu yerden ahkâm kesenler bir arpa boyu yol alamazlar.
devamını gör...

hani bir anne bebeğinin en ufak sesinde fırlar ya yataktan, çorap giyersiniz ilk başta lastiği ayak bileğinizi sıkıştırır sonra hissetmezsiniz, şehirler arası yolculukta o çıkan sese alışıyorsunuz ya belli bir süre sonra. işte tüm bunları yapan beyindeki bu merkez. neyin sizin için önemli olduğuna karar verip sizi ona odaklar. bakıyor önemsiz bir şeyse artık onu ilki gibi takmıyorsunuz.
devamını gör...

arkadaşlarımın sevgililerine hediye, sürpriz hazırlarken onlara fikir verdiğim, yardım ettiğim andır. hep o gruplarda yalnız oturuyorum ve bu çok koyuyor bana. çünkü bu zamana kadar başkalarını düşündüğüm gibi kimse düşünmedi beni. kimse sürpriz yapmadı onlara hazırladığım gibi..

bihter ziyagil'in : "gözlerimin önünde birbirlerini seviyorlar" repliği canlanıyor zihnimde..
devamını gör...

an itibarıyla üçüncü sezonu bitirdiğim dizidir. artık dördüncü sezon için beklemeye geçtik. seneye gelirse izleriz. dördüncü sezon onayını almış bu arada. normal almayı hak ediyordu.

dizi takıntılı bir manyağı anlatıyor. ilk sezondan beri başrol arkadaş birilerine ilgi duyuyor ve onu sapıklık derecesine kadar takip ediyor. konu böyle olunca dizi devasa şekilde seviliyor ve izleniyor. özellikle başrol oyuncusunun soğuk tavrı ve oyunculuğu sizi dizinin içine çekiyor.

ilk iki sezonu üçüncü sezona göre daha başarılı buldum. üçüncü sezon bence eh işte bir sezondu. dizide kullanılan mekanlar ve müzikler bence çok başarılı. ayrıca bazı göndermeler hoşuma gitti. ilk sezondan beri bazı şeylere göndermeler yapıyor. bu sezon aşı karşıtlarına yaptıkları gönderme başarılıydı. günümüzü takip etmesi diziyi güzel bir hale getiriyor.


ikiliyi ve saçma sapan öldürmeleri mantıklı bulmadım. tamam bu insanlar manyak ama bazı öldürme sahneleri lan ne alaka dedirtti. joe karakteri tek başınayken böyle değildi. love bazı sahnelerde öyle saçmalıyor ki izlerken sinir oluyorsunuz. senin yapacağın işi deyip geçiyorsunuz.
öldürmek için sebepleri bana yeterli gelmedi. bu sezon işlenen konu bence dizinin ilk sezonlarına göre tersti. joe tek başınayken birine saplantılı oluyordu ve onu izliyorduk. şimdi evli olduğu için ikili ilişkileri sıktı. bazı muhabbetler tahmin edilebilir ve sıkıcıydı. kadın öldükten sonra hemen intihar süsü verecekleri adamın üzerine suçu yıkacaklarını tahmin ettim. bu dizinin ilk iki sezonunun olayı manyaklığı tahmin edemememizdi.
sadece bitki ve zehirli iğne kısmında şaşırdım.

joe ve çocukluk sahneleri güzeldi. en azından güzel bir yola işaret ettiler. ilerleyen sezonlarda veya sezonda daha derine ineceklerdir. ben sadece sapık ve takıntılı bir joe izlemek istemiyorum. hem zeki hem takıntılı bir joe izlemek istiyorum.
love abla çok güzel, çok tatlı, çok seksi ama ölmesine sevindim. saçma insan öldürmelerinden kurtulduk.

ulan hayatta birilerine sinir olursunuz küfür edersiniz. kavga edersiniz. love öyle yapmıyor direkt öldürüyor. tamam ruh hastası ama bu kadarı fazla.

dizide sosyal medya kullanımı ve günümüze atıfta bulunmaları hoşuma gitti. dizinin içine daha rahat giriyoruz. eh işte bir sezondu. umarım diğer sezon joe tek başına zekice sapıklıklar yapar.
devamını gör...

biraz merak, biraz heyecan. an'ın içinde olduğum farkındalığını seviyorum.
devamını gör...

bir çok kız çocuğunun içinde yara aslında . tesettürlü bir arkadaşım "ben saçlarımı hiç yapamadım " demişti böyle zorla kapandım aslında başımdakini hiç sevmiyorum açılacağım ama ailemin tepkisinden korkuyorum gibi cümleler duydukça kulaklarımda çınlar canımı yakar .
bu gibi zorlamalar islama da zarar verir lakin gel bunu bazı dalkavukalara anlat ( üzgünüm burda kibar olamayacağım . ) üstelik bu tür zorlamaları oğlu sevgili yaptığında ve yahut karşı cins hakkında müstehcen yorumlarda bulunduğunda "aslan oğlum " diyen anne babalar yapıyor daha da üzücü olan kız olarak doğmak kadın olmak bu kadar güzel ve kıymetliyken sırf şu iğrenç baskılar ve dayatmalar yüzünden keşke kız olmasaydım keşke yaşamasaydım kız olmaktan nefret ediyorum diyen birçok kız çocuğu var bu ülkede . genel olarak olmasada ( çok şükür ) bazen benim de bunalıp böyle düşündüğüm oluyor . belki düzelir diye beklemekten de sıkıldık bunu her kadın adına rahatlıkla söyleyebilirim çünkü bu bir gerçek bazımız dile getiremesede .
devamını gör...

telefonda ve pc de hep açık. ara ara bakıyorum tüm gün boyunca.
devamını gör...

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
tam olarak bu.
devamını gör...

hani bütün kitapların yazdığı, bütün dillerin söylediği gibi; hayat uzun bir yol insan bir yolcu. bu yolculuk esnasında zaman öylesine hızlı akar ki, birçok defa birçok yükün altında kalır, ezilir ve kırılırız. hele kalp kırıklarımız, o çocukken düştüğümüz diz kırıklarımızdan daha kötü olur.

işte bu gibi zor ve önemli problemleri çözmeye çalışmak, çözülemediği durumlarda bazı şeyleri "zamana bırakmak" en doğru karar olur.
zira bunu böyle yapmayıp kendi kendimize ısrarcı bir tavır sergilememiz, dahası bunu bir tartışma konusu haline getirmemiz mevcut problemi çözmeyeceği ve daha da zorlaştırdığı gibi, yeni sorunların ortaya çıkmasına sebep olabilir.

belki bu yol gösterici yaklaşımın esas alınıp uygulanması bizi gereksiz stres, gerilim ve bunalımlardan kurtarıp huzura kavuşturur. sabrı öğrenerek zaman ile olgunluğa erişmemizi sağlar. bu şekilde geçip giden zaman, bizim için daha çok değerli olabilir.
---
belki de nazım hikmet'in dizelerindeki gibidir.

"önemli olan zamana bırakmak değil, zamanla bırakmamaktır..."
devamını gör...

serüveninde türkler kilometre taşıdır. kahve istanbul'a önce yemen'den gelmiş. saray'da içilirmiş. sonra köşklere, yalılara girmiş. zamanla halk katmanlarına yayılmış ve istanbul'da yüzlerce kahvehane açılmış.

kahvenin hatırı sayılır bir içecek olması da onun önemini hatırlatıyor bize. yemen'den geliş hikayesi, keyif vermesi, içimi için farklı özellikte bardaklar üretilmesi, sıcak közde bakır cezvede usulüne uygun pişirilmesi, az, orta, çok kavrulmuş çekirdekleri, sade, az şekerli, orta, şekerli damak lezzeti seçenekleriyle köklü bir kültür. normalde kahve, aynı kakao gibi ağaçta yetişen ve yuvarlak meyvelere sahip bir bitkidir. kahvenin ağacı yapraklarını hiçbir zaman dökmeyen, her zaman parlak ve yeşil görünüme sahiptir. ağaçta bulunan her meyvemsi yapının içinde derin çizgiye sahip iki tohum mevcuttur. bu tohumların her biri kahve taneleridir. her ne kadar dünya literatürüne türk kahvesi olarak girdiyse de iklim yapısının uygun olmayışından ötürü türkiye'de kahve yetiştirilememektedir.

kahve, bir tutku, alışkanlık, dostluk, sohbet, keyif duyguları yaşatır. kahveler, sunumu ve içimiyle kokulandı, çeşitlendi. tatlı, çikolata, lokum, pasta, kekler kahve ile buluştu.
devamını gör...

etrafında olay ufku olmayan teorik tekillik.

çok basit anlatmaya çalışacağım. sıradan bir kara delik, aslında bir yıldız cesedidir*. yeterince büyük bir yıldız enerji kaynağını tüketince kara deliğe dönüşür; içinden hiçbir şeyin kaçamadığı bir cisme. basitçe, hiçbir şeyin kaçamadığı o noktaya tekillik diyoruz.

olay ufkuna gelince... tekilliği çevreleyen bölge olarak basitçe tanımlayabiliriz. detaylar için ilgili başlığa bakabilirsiniz. burada lafı uzatmamak için bu şekilde tanımlıyorum.

tekillik iç kısımda, olay ufku onu saracak şekilde dış kısımda bulunur. bu nedenle gözlem yaparak tekilliği görme şansımız yok.

olay ufku olmasaydı ne olurdu? sonsuz yoğunluk olarak tahmin ettiğimiz bir yapıyı doğrudan görebilir, cisimlerin onun içine çekilirken nasıl aşamalardan geçtiklerini inceleyebilir, fizik yasalarının belki de altüst oluşunu izlerdik. kozmolojinin gelişmesi adına oldukça iyi bir şans olurdu bu yani.

son yıllarda bazı araştırmacılar çıplak tekilliğin mümkün olabileceğini göstermek için bazı çalışmalar yapıyor. her ne kadar kozmik sansür hipotezi devreye girip "hayır efendim, öyle şey olmaz!" dese de döngüsel kuantum kütle çekim teorisi eğer kanıtlanabilirse, çıplak tekilliklerin mümkün olabileceğini de kabul etmemiz gerekebilir. temel kuvvetler içerisindeki kütle çekim kuvveti, oldukça zayıf bir kuvvet olduğundan, çıplak bir tekilliğe izin vermez. eğer kütle çekiminin sanıldığından daha farklı özelliklere sahip olduğu keşfedilirse, bu durum bildiklerimizin tersini de göz önünde bulundurmamızı gerektirecek bir sürecin kapısını aralayacaktır.
devamını gör...

rusların yüksek sesle, muhafazakarın kısık sesle, nato'nun gizlice okuduğu efsane.
devamını gör...

koparmasa silah zoru ile tecavüze devam edecek bir caniden kendini kurtarabilmiş. nefs-i müdafa...
devamını gör...

başlığının açılmadığına çok şaşırdığım; ilk versiyonu 1978 yılında, diğeri ise 1996 yılında olan muhteşem bir film.

dedim acaba türkçe olarak mı açıldı? öyle de baktım, yok. benden günah gitti diyerek açtım başlığı.

şimdi efendim, ben bu filmin ilk versiyonunu 2 kere izledim. bir kere izleyince anlamıyor musun demeyiniz. izleyin, ne dediğimi anlarsınız.

ilk versiyonu fransız yapımı, orijinal ismi de la cage aux folles. ikinci versiyonu ise amerika yapımı ve başrolünde robin williams ve gene hackman oynuyor. bu versiyonu çok sevilmiş diyorlar da benim için en iyisi ve yeri ayrı olan ilk versiyonu. ama rahmetli robin hatırına bu versiyonunu da izleyeceğim.

gerçekten kaliteli bir komedi filmi. eşcinsel bir çiftimiz var ve yıllardır beraberler. oturdukları evin altında da the birdcage adlı bir gece kulübü işletiyorlar. bu çiftimizden renato, baskın karakter diyeyim; albin ise gece kulübünün yıldızı. huysuz virjin gibi aynı; ne eksik ne fazla. ama o kadar sevimli ki, gerçekten filmin yükünü o taşıyor. çok duygusal, özverili ve alıngn bir karakteri var.

renato’nun tek gecelik ilişkisinden bir oğlu olmuştur ve aslında ona anneliği albin yapmıştır. oğul büyüyüp aşık olmuştur ama şöyle bir sorun vardır: sevdiği kızın ailesi onlarla tanışmaya gelecektir. ortada bir baba vardır ama anne yoktur. daha beteri de kızın babası muhafazakar ahlaki düzen partisi’nin sekreteridir.

sonrasını anlatmaya gerek yok sanırım*. izlemediyseniz lütfen eski versiyonunu izleyin ilk etapta; albin’e hayran kalacaksınız. ayrıca bu başlığı açma şerefine eriştiğim için çok mutluyum. filmi tabağa da döktüm, bir güzel ekmeğimle de sıyırdım*. iyi seyirler efendim. puan derseniz, eski versiyonu için 10 üzerinden 10 diyorum*.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

film afişi şuradan: ankarasinemadernegi.org/lis...
devamını gör...

ben olmasam da olurmuş gibi.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim