kreuzberg
almanya'nın berlin şehrinde yıkılan berlin duvarı'nın yakınında kurulmuş eski yerleşimdir.
bu stratejik noktada, dönemin alman hükümeti göçmenlerin şehir merkezlerinde uzak yaşaması amaçlı kullanmıştır. 80'lerden bu yana türklerin yoğunlukta olduğu bir yerleşimdir.
eskiden getto sayılan kreuzberg, şimdilerde devasa türkçe tabelası "kreuzberg merkezi" yazısıyla şehrin kalbi haline gelmiştir. her ulustan insanın şimdilerde birlikte yaşadığı bir yerleşim haline gelmiştir.
ayrıca 36 sayısıyla anılan kreuzberg, türk rap müziğinin oluşmasına vesile olan cartel ve killa hakan gibi isimlerin doğup büyüdüğü yerdir.
edit: sevgili novalideas uyardı: tabelasında "kreuzberg merkezi" yazıyormuş.
bu stratejik noktada, dönemin alman hükümeti göçmenlerin şehir merkezlerinde uzak yaşaması amaçlı kullanmıştır. 80'lerden bu yana türklerin yoğunlukta olduğu bir yerleşimdir.
eskiden getto sayılan kreuzberg, şimdilerde devasa türkçe tabelası "kreuzberg merkezi" yazısıyla şehrin kalbi haline gelmiştir. her ulustan insanın şimdilerde birlikte yaşadığı bir yerleşim haline gelmiştir.
ayrıca 36 sayısıyla anılan kreuzberg, türk rap müziğinin oluşmasına vesile olan cartel ve killa hakan gibi isimlerin doğup büyüdüğü yerdir.
edit: sevgili novalideas uyardı: tabelasında "kreuzberg merkezi" yazıyormuş.
devamını gör...
vaka-i hayriye
dönemin devlet tarihçileri kendisinden "vaka-i hayriye" olarak bahsederken, "vaka-i şerriye" olarak nitelendirenler de olmuştur. günümüzün objektif tarihçiliği ise "hem hayırlı hem hayırsız olay" diye bahsetmeli kendisinden. nitekim hala daha ordunun en güvenilir birimlerinden birinin tamamıyla lağvedilmesinden bahsediyoruz.
evet, 19. yüzyıl avrupa için bir durulma dönemidir; kuşkusuz bu osmanlı'ya da sirayet etmiş, bir nebze rahatlatmıştır. fakat kuzeyin yaramaz çocuğu** rusya boş durmamış, eline geçen fırsatı değerlendirmiş, 1828-1829 osmanlı rus savaşı meydana gelmiş; neticesinde de yunanistan bağımsız olmuş, sırbistan başta olmak üzere eflak ve boğdan'a da özerklik tanınmıştır. bu savaşın ardından da osmanlı millet sisteminin resmen yıkıldığı görülür. azınlıklar birer birer ayaklanmaya başlar. 1853-56'daki kırım savaşı müttefiklerin yardımıyla güç bela atlatılabilir. fakat nihayetinde ruslar 93 harbi'nde (1877-1878 osmanlı-rus savaşı) muhteşem bir başarıyla osmanlı aleyhine yüzyılı noktalar.
kabul, yeniçeriler osmanlı'ya çok büyük bir yüktü. yeniçeriler osmanlı modernleşmesinin önündeki en büyük engeldi belki de. fakat bir durup düşünmek gerek; ocak lağvedilmeseydi, ruslar bir yandan yeşilköy'e, diğer yandan da erzurum'a kadar girebilecekler miydi? görüyoruz ki, bütün bu savaşlar silsilesinin orta yerinde ordusunun o zamanki en seçkin birimini kendi elleriyle yok eden osmanlı, bunun bedelini çok ağır ödeyecektir. her ne kadar olayın ardından orduda girişilen modernleşme denemesi ve yeni ordunun inşası oldukça başarılı olacaksa da, bunun için belli bir zamana ihtiyaç olduğu aşikar. işte 19. yüzyılın osmanlı adına hareketliliği, osmanlı'ya bu zamanı tanımayacaktır.
tam da bu sebepten, hem hayırlı hem hayırsız olay.
evet, 19. yüzyıl avrupa için bir durulma dönemidir; kuşkusuz bu osmanlı'ya da sirayet etmiş, bir nebze rahatlatmıştır. fakat kuzeyin yaramaz çocuğu** rusya boş durmamış, eline geçen fırsatı değerlendirmiş, 1828-1829 osmanlı rus savaşı meydana gelmiş; neticesinde de yunanistan bağımsız olmuş, sırbistan başta olmak üzere eflak ve boğdan'a da özerklik tanınmıştır. bu savaşın ardından da osmanlı millet sisteminin resmen yıkıldığı görülür. azınlıklar birer birer ayaklanmaya başlar. 1853-56'daki kırım savaşı müttefiklerin yardımıyla güç bela atlatılabilir. fakat nihayetinde ruslar 93 harbi'nde (1877-1878 osmanlı-rus savaşı) muhteşem bir başarıyla osmanlı aleyhine yüzyılı noktalar.
kabul, yeniçeriler osmanlı'ya çok büyük bir yüktü. yeniçeriler osmanlı modernleşmesinin önündeki en büyük engeldi belki de. fakat bir durup düşünmek gerek; ocak lağvedilmeseydi, ruslar bir yandan yeşilköy'e, diğer yandan da erzurum'a kadar girebilecekler miydi? görüyoruz ki, bütün bu savaşlar silsilesinin orta yerinde ordusunun o zamanki en seçkin birimini kendi elleriyle yok eden osmanlı, bunun bedelini çok ağır ödeyecektir. her ne kadar olayın ardından orduda girişilen modernleşme denemesi ve yeni ordunun inşası oldukça başarılı olacaksa da, bunun için belli bir zamana ihtiyaç olduğu aşikar. işte 19. yüzyılın osmanlı adına hareketliliği, osmanlı'ya bu zamanı tanımayacaktır.
tam da bu sebepten, hem hayırlı hem hayırsız olay.
devamını gör...
iyi hissetmek
hiç beğenmediğim, ileri giderek burns’un neredeyse bir şarlatan olduğunu düşüneceğim (bu egosuna ve kibrine olan öfkemden ileri gelmekte), kişisel gelişimin bilimsel soslara bulandırılmış hâli olan kitap.
bilişsel davranışçı terapi, her ne kadar yeterince benimsemediğim bir yöntem olsa da, bilim dünyasında özellikle son zamanlarda yer bulabilen bir görüş. bu terapi yönteminden ziyade kitap üzerine olacak görüşlerim de zaten.
kitapta burns oldukça üstten bakan, ben bilirimci bir tavırla yaklaşmış ve hatta bana göre diğer psikoloji yaklaşımlarını da oldukça küçümsemiştir. kitapta anlattığı şeylerin doğru olduğuna okurları inandırabilmek için adeta diğer yaklaşımları göz göre göre silikleştirmiş ve en işe yarar yöntemin kendisinde olduğunu öne sürüp durmuş. ayrıca bunu egoist ve bana göre narsist bir tutumla yapmış. bu sebepten, henüz bitirememiş olsam da, aşırı itici bir kitap hâlini aldı benim için.
fakat benim bu söylediklerim kitabın işe yarar olabileceği olasılığını değiştirmiyor elbette. kitapta söylendiğine göre bireyler üzerinde oldukça olumlu etkilere neden olmuş. içerisindeki teknikler uygulanırsa bireye yardımcı olabileceğini de düşünüyorum. yalnızca yazarın tavrını, kibrini beğenmedim. her şeyi düşünceye bağlayan ve duyguları neredeyse yok sayan tutumunu beğenmedim.
beğenmediğim son nokta olarak da, kitapta anlatılanlar sanki soruna kesin çözümden ziyade, geçici bir etkiye katkı sağlayabilir diye düşündürdü bana. elbette düşüncelerimiz duygularımız üzerinde kesinlikle etkilidir ve kendi bakış açılarımızdan düşüncelerimize göre yorumlarız olayları ancak bunun değişmesi yalnızca bir kitapla olabilecek bir şey değil ve ayrıca büyük travmalarda, kötü olaylarda bu yöntemin ne denli işe yarayabilir olduğu da tartışılır. başına gelen çok kötü bir olayı nasıl bir düşünce şekliyle yaklaşırsan yaklaş yeterince iyi hâle getiremeyebilirsin.
bu sebeple hafifletici, geçici bir tedavi olabilir ancak özellikle daha ağır durumlarda kalıcı bir etkisi olabileceğine inancım yeterince yok. düşüncelerimizi değiştirerek pek çok olayı daha olumlu yönden görebilir, üzerimizdeki olumsuz etkisini azaltabiliriz ancak her olayda bunu tam olarak uygulayabileceğimizi sanmıyorum.
bilişsel davranışçı terapi, her ne kadar yeterince benimsemediğim bir yöntem olsa da, bilim dünyasında özellikle son zamanlarda yer bulabilen bir görüş. bu terapi yönteminden ziyade kitap üzerine olacak görüşlerim de zaten.
kitapta burns oldukça üstten bakan, ben bilirimci bir tavırla yaklaşmış ve hatta bana göre diğer psikoloji yaklaşımlarını da oldukça küçümsemiştir. kitapta anlattığı şeylerin doğru olduğuna okurları inandırabilmek için adeta diğer yaklaşımları göz göre göre silikleştirmiş ve en işe yarar yöntemin kendisinde olduğunu öne sürüp durmuş. ayrıca bunu egoist ve bana göre narsist bir tutumla yapmış. bu sebepten, henüz bitirememiş olsam da, aşırı itici bir kitap hâlini aldı benim için.
fakat benim bu söylediklerim kitabın işe yarar olabileceği olasılığını değiştirmiyor elbette. kitapta söylendiğine göre bireyler üzerinde oldukça olumlu etkilere neden olmuş. içerisindeki teknikler uygulanırsa bireye yardımcı olabileceğini de düşünüyorum. yalnızca yazarın tavrını, kibrini beğenmedim. her şeyi düşünceye bağlayan ve duyguları neredeyse yok sayan tutumunu beğenmedim.
beğenmediğim son nokta olarak da, kitapta anlatılanlar sanki soruna kesin çözümden ziyade, geçici bir etkiye katkı sağlayabilir diye düşündürdü bana. elbette düşüncelerimiz duygularımız üzerinde kesinlikle etkilidir ve kendi bakış açılarımızdan düşüncelerimize göre yorumlarız olayları ancak bunun değişmesi yalnızca bir kitapla olabilecek bir şey değil ve ayrıca büyük travmalarda, kötü olaylarda bu yöntemin ne denli işe yarayabilir olduğu da tartışılır. başına gelen çok kötü bir olayı nasıl bir düşünce şekliyle yaklaşırsan yaklaş yeterince iyi hâle getiremeyebilirsin.
bu sebeple hafifletici, geçici bir tedavi olabilir ancak özellikle daha ağır durumlarda kalıcı bir etkisi olabileceğine inancım yeterince yok. düşüncelerimizi değiştirerek pek çok olayı daha olumlu yönden görebilir, üzerimizdeki olumsuz etkisini azaltabiliriz ancak her olayda bunu tam olarak uygulayabileceğimizi sanmıyorum.
devamını gör...
kafa sözlük renk modu güncellemesi
(bkz: biz dark moddan devam)
devamını gör...
azmizade haleti
17. yüzyıl divan şairlerinden birdir. asıl ismi mustafa'dır.
ömrü boyunca kadılık, müderrislik ve anadolu ve rumeli kazaskerliği gibi önemli görevler yapmıştır.
şiirlerinden çok rubaileri ile tanındığı için ''divan şiirinin ömer hayyam'ı'' olarak da bilinir.
ömrü boyunca kadılık, müderrislik ve anadolu ve rumeli kazaskerliği gibi önemli görevler yapmıştır.
şiirlerinden çok rubaileri ile tanındığı için ''divan şiirinin ömer hayyam'ı'' olarak da bilinir.
devamını gör...
hiç gelmeyecek birini özlemek
kör kuyularda merdivensiz kalmaktir.
devamını gör...
vakit tamam
beni zaman zaman ağlatan nadir şarkılardan biridir.
devamını gör...
kömbe
çok güzel yaparım.. özel bir baharatı vardır.. olmazsa olmazi; baharatı ve kalıplaridir..
devamını gör...
nefes: vatan sağolsun
2009 yılında gösterime giren ve yönetmenliğini levent semerci'nin yaptığı türk filmi. film, hakan evrensel’in güneydoğu’dan öyküler adlı kitabının uyarlamasıdır ve film için tahtalı dağı’nda bir karakol kurulmuştur. filmde güneydoğu'da bulunan ve 2365 metre yükseklikteki karabal tepesi'ndeki röle istasyonunu korumakla görevlendirilen bir yüzbaşı komutasındaki askerin hikâyesi anlatılmaktadır.
filmi daha önce askere gitmeden önce izlemiştim ama netflix'te görünce sabah tekrardan izledim. daha önce izlemiş olmama rağmen film beni aşırı etkiledi, uzun süre etkisinden çıkamadım. filmde aktarılmak istenen hissi o kadar iyi vermişler ki zaman zaman nefes almakta zorlandım. mete yüzbaşının mektubunda ne demek istediğini ancak ikinci izleyişimde anladığıma üzüldüm açıkcası.
dinlemek isteyenler için 1.30 dan sonra başlıyor.
"canım, birtanem, çiçeğim, aşkım
‘keşke’ diyemeyeceğim kadar uzağım artık
başını göğsüme koyduğunda nefesim dolaşsın isterdim yüzünde
o kadar ısıtmak isterdim ki nefesimle sırtını
keşke yüreğine en güzel aşk şarkılarını fısıldayabilseydim
yapamadım aşkım
kelimelerden utandım
ellerim ellerini sevdi çiçeğim
dudaklarım koynunu
gözlerim yüreğini
o güzel, içinde güneş saklı yüreğini
zannettim ki bakarsam korkmadan bulutlara korkar kaçarlar
elimden bir şey gelmiyor.
artık çok geç
yalvarırım kızma bana
hain bir bulut gözlerimi esir aldı aşkım
kapatamadım
olmadı aşkım
onlar kaçacağına ben bulut oldum
güneş dolu yüreğine yağmurlar yağdırdım
affet beni
çevremi saran bulutları dağıtmaya yetmedi rüzgarım
sesini duyar gibiyim aşkım
inan en çıplak halimle içime alacağım lanetini
affet diyeceğim
nefesim nefesine nefes katsın istedim
ama olmadı
o küçücük nefesi içine üfleyemedim
o kadar isterdim ki o minnacık nefes göğüslerinden sevgini emsin
ama
olmadı aşkım
anamın fısıldadığı masalları fısıldayamadım nefesine
oysa o kadar istemiştim ki masallarımı rüzgarın yapmak,
bir varmış, bir yokmuşta kaldı fısıldamam.,
ötesini fısıldayamadım
o zilin sesini duyduğunda yüreğine düşen acıya lanet ediyorum
artık koklayamayacağım içini
bir bulut gibi kapatacağım önünü içindeki güneşin
beni affet.
kelimeler hiç bir zaman bu kadar anlam kazanmadı canım
vatan sana canım feda derken dışım;
içim,
vatan sensin be aşkım diye haykırdı
toprağın olmaya çalışmak varken, mezarın oldum
nehir olup akmak varken, deren olup taştım
güneş olmak varken, gölgen oldum
beni affet.
aşkım,
neden dinlemedim yüreğini
neden gözlerimle duyup kalbimle bakamadım sana
neden elini uzattığında kalbimi arkaya sakladım
keşke gözyaşlarımı utanmadan yanağımda gezdirebilseydim
aşkım, seni de yanımda götürüyorum
ne kadar acı yüreğinde bulut olarak dolaşmak
bütün sabahların ışığında
yüzündeki aydınlığı alıyorum içime
rüzgarlar yardım edin bana
umarım güneşli bir gün başka bir nefes daha güçlü üfler aşkını yüreğine
ve ben çıkıp giderim.
o gittiğim yerde binlerce kez haykıracağım,
seni seviyorum çiçeğim."
filmi daha önce askere gitmeden önce izlemiştim ama netflix'te görünce sabah tekrardan izledim. daha önce izlemiş olmama rağmen film beni aşırı etkiledi, uzun süre etkisinden çıkamadım. filmde aktarılmak istenen hissi o kadar iyi vermişler ki zaman zaman nefes almakta zorlandım. mete yüzbaşının mektubunda ne demek istediğini ancak ikinci izleyişimde anladığıma üzüldüm açıkcası.
dinlemek isteyenler için 1.30 dan sonra başlıyor.
"canım, birtanem, çiçeğim, aşkım
‘keşke’ diyemeyeceğim kadar uzağım artık
başını göğsüme koyduğunda nefesim dolaşsın isterdim yüzünde
o kadar ısıtmak isterdim ki nefesimle sırtını
keşke yüreğine en güzel aşk şarkılarını fısıldayabilseydim
yapamadım aşkım
kelimelerden utandım
ellerim ellerini sevdi çiçeğim
dudaklarım koynunu
gözlerim yüreğini
o güzel, içinde güneş saklı yüreğini
zannettim ki bakarsam korkmadan bulutlara korkar kaçarlar
elimden bir şey gelmiyor.
artık çok geç
yalvarırım kızma bana
hain bir bulut gözlerimi esir aldı aşkım
kapatamadım
olmadı aşkım
onlar kaçacağına ben bulut oldum
güneş dolu yüreğine yağmurlar yağdırdım
affet beni
çevremi saran bulutları dağıtmaya yetmedi rüzgarım
sesini duyar gibiyim aşkım
inan en çıplak halimle içime alacağım lanetini
affet diyeceğim
nefesim nefesine nefes katsın istedim
ama olmadı
o küçücük nefesi içine üfleyemedim
o kadar isterdim ki o minnacık nefes göğüslerinden sevgini emsin
ama
olmadı aşkım
anamın fısıldadığı masalları fısıldayamadım nefesine
oysa o kadar istemiştim ki masallarımı rüzgarın yapmak,
bir varmış, bir yokmuşta kaldı fısıldamam.,
ötesini fısıldayamadım
o zilin sesini duyduğunda yüreğine düşen acıya lanet ediyorum
artık koklayamayacağım içini
bir bulut gibi kapatacağım önünü içindeki güneşin
beni affet.
kelimeler hiç bir zaman bu kadar anlam kazanmadı canım
vatan sana canım feda derken dışım;
içim,
vatan sensin be aşkım diye haykırdı
toprağın olmaya çalışmak varken, mezarın oldum
nehir olup akmak varken, deren olup taştım
güneş olmak varken, gölgen oldum
beni affet.
aşkım,
neden dinlemedim yüreğini
neden gözlerimle duyup kalbimle bakamadım sana
neden elini uzattığında kalbimi arkaya sakladım
keşke gözyaşlarımı utanmadan yanağımda gezdirebilseydim
aşkım, seni de yanımda götürüyorum
ne kadar acı yüreğinde bulut olarak dolaşmak
bütün sabahların ışığında
yüzündeki aydınlığı alıyorum içime
rüzgarlar yardım edin bana
umarım güneşli bir gün başka bir nefes daha güçlü üfler aşkını yüreğine
ve ben çıkıp giderim.
o gittiğim yerde binlerce kez haykıracağım,
seni seviyorum çiçeğim."
devamını gör...
çocukken sahip olmak isteyip sahip olamadığınız şeyler
valiz şeklinde , altındaki plastiği sert olan pembe beslenme çantası, açıkça söylemediğim için onu istediğimi hiçbir zaman bilemediler.
ve bahçevan gibi askıları olan kot jile.
şimdi alsalar da mutlu olmam.
insan istediklerini çocukken alınca mutlu oluyormuş.
büyüdükten sonra sahip olmanın hiçbir anlamı kalmıyor.
ve bahçevan gibi askıları olan kot jile.
şimdi alsalar da mutlu olmam.
insan istediklerini çocukken alınca mutlu oluyormuş.
büyüdükten sonra sahip olmanın hiçbir anlamı kalmıyor.
devamını gör...
johnny depp vs leonardo di caprio
iki ismi karşılaştırmaya nasıl karar verdiniz? dediğim başlık...

tse1.mm.bing.net/th?id=OGC....
harbi ne alaka yaa?..

tse1.mm.bing.net/th?id=OGC....
harbi ne alaka yaa?..
devamını gör...
yazarların içinde oldukları yaş ile ilgili fikirleri
32. küçükken 32 yaşındaki adamlara amca diyorduk. amcalığı bırak abilik halim yok. yaşımdan küçük gösteriyorum biraz belki. ama hayata dair düşüncelerim ya da çıkarımlarım olması gerekenden daha fazla. tanımlamayı seviyorum olayları. insanlar değişmiyor, sadece yaş alıyor.
yaşın saygı duyulacak bir şey olduğunu sandım bir de yıllarca. bu yaşımda o kadar da büyük bir şey olmadığını anladım 50 yaşındaki benden çocuk adamları görünce.
yaşın saygı duyulacak bir şey olduğunu sandım bir de yıllarca. bu yaşımda o kadar da büyük bir şey olmadığını anladım 50 yaşındaki benden çocuk adamları görünce.
devamını gör...
dilipak'ın goethe kant dostoyevski müslümandı yorumu
ee hocam olsa ne, olmasa ne giderken sevapları size bırakıp bu notu mu düşmüşler yanına ?
devamını gör...
türkçede çoğu fiilin argoda seks anlamına gelmesi
aslında bence bu sadece bizim biraz fesat olmamızdan kaynaklanıyor.
devamını gör...
mutlu etmek
mutluluğu, pozitifliği kendinden başka bir tarafa kanalize etme durumu.
kimisi bunu kişilerden, canlılardan ziyade nesnelere de yükleyebilir; farketmez, her şekilde geri dönecektir.
bazen de fazlasıyla.
kimisi bunu kişilerden, canlılardan ziyade nesnelere de yükleyebilir; farketmez, her şekilde geri dönecektir.
bazen de fazlasıyla.
devamını gör...
bengaripsengüzeldünyaumutlu ile dünyadan uzak
sevgili miko şarkıyı direk sen söyleseydin keşke *
devamını gör...
13 eşini aynı anda hamile bırakan adam
damızlık gibi adammış. cehaletten başka bir şey değil.
devamını gör...
nefret ile yaşayan insan
hayatımda bir defa hissettiğim, beni çok yıpratmış olan şeydir.
herkeste vardır nefret ama fazlası insanı eritir, yok eder.
hani derler ya sevgi zayıflıktır diye, asıl nefrettir o sizi zayıflatan.
arınmak için kendinizi veya malum kişiyi affetmek çok önemlidir.
en başta cehennem gibidir fakat zamanla ruhunuzu hafiflettiğini fark edeceksinizdir.
herkeste vardır nefret ama fazlası insanı eritir, yok eder.
hani derler ya sevgi zayıflıktır diye, asıl nefrettir o sizi zayıflatan.
arınmak için kendinizi veya malum kişiyi affetmek çok önemlidir.
en başta cehennem gibidir fakat zamanla ruhunuzu hafiflettiğini fark edeceksinizdir.
devamını gör...
araba ile uzun yolculuğu bir seviye yukarı taşıyan detaylar
konforlu bir araba ve yol boyu deli karışık en sevdiğim parçaları dinlemek .
devamını gör...
aşk ve gurur
ingiliz edebiyatı'nın baş yapıtlarından biri olan gurur ve önyargı ilk olarak 'first ımpressions' (ilk izlenimler) olarak yayınlanmış, daha sonları gurur ve önyargı adıyla devam etmiştir.
kitap sadece aşk romanı değil, aynı zamanda toplumsal sınıf ayrımcılığı, dönemin kadın hakları gibi konuları da içeriyor. jane austen'in sade ve akıcı diliyle kolaylıkla okunacak türden olsa da konunun sadece 'evlilik' üzerine olması beni biraz sıktı.
bennet ailesinin beş kızı vardır. anneleri olan mrs. bennet; patavatsız, kızlarına koca bulamazsa ortada kalacakları düşünüp endişelenen bir anne. çünkü kocası öldükten sonra, ipotekli olan evleri kızlarına miras kalmayacak.
mr. bennet ise karısının tam aksine ağırbaşlı, çok konuşmayan, zaman zaman muzip cevapları ile güldüren bir karakter. en büyük kızları olan jane aynı zamanda en güzel ve her şeyi iyi yanıyla düşünen bir kız. ikinci kızları elizabeth ise gözlem yapmayı seven, bazen açık sözlü olmasının bedelini acı şekilde ödeyen biri. lydia ise kız kardeşlerin en küçüğü ve en şımarığı.
bennet ailesi, yeni komşuları olan bingley ailesi ile baloda karşılaşır, kızlarını mr. bingley ve mr. darcy ile tanıştırır. mr. bingley; güleryüzlü biri iken mr. darcy soğuk ve ciddi biridir.
mr. bingley, tam iki kez miss jane ile dans eder. bu büyük bir olaydır. ancak aralarında büyük bir sınıf farkı olduğu için mr. bingley'in ailesi tarafından hoş karşılanmaz. zaman içinde herkesin kafasında oluşan önyargılar kırılır. aşk, gurur tanımaz. mr. bingley ile miss jane, mr. darcy ile miss elizabeth evlenirler.
aslında hikayenin ana fikri olarak "aşkta gurur olmaz" veya "en büyük aşklar nefretle başlar" demek yanlış olmaz.
''gurur,'' diye gözlemde bulundu mary her zamanki gibi fikirlerinin sağlamlığıyla övünç duyarak, ''bence çok yaygın bir kusurdur. okuduğum onca şeyden sonra şuna inandım ki gerçekten çok yaygın; insan doğası gurura bilhassa eğilimli; o ya da bu gerçek veya hayali bir özellikten ötürü kendinden memnuniyet duymayan pek az kişi vardır. gurur ve gösteriş farklı şeyler, ama sık sık aynı anlamda kullanılıyorlar. insan gösteriş düşkünü olmadan gururlu olabilir. gurur daha çok kendimizle ilgili görüşümüze bağlıdır, gösteriş ise bizim hakkımızda başkalarına ne düşündürtmek istediğimize.''
kitap sadece aşk romanı değil, aynı zamanda toplumsal sınıf ayrımcılığı, dönemin kadın hakları gibi konuları da içeriyor. jane austen'in sade ve akıcı diliyle kolaylıkla okunacak türden olsa da konunun sadece 'evlilik' üzerine olması beni biraz sıktı.
bennet ailesinin beş kızı vardır. anneleri olan mrs. bennet; patavatsız, kızlarına koca bulamazsa ortada kalacakları düşünüp endişelenen bir anne. çünkü kocası öldükten sonra, ipotekli olan evleri kızlarına miras kalmayacak.
mr. bennet ise karısının tam aksine ağırbaşlı, çok konuşmayan, zaman zaman muzip cevapları ile güldüren bir karakter. en büyük kızları olan jane aynı zamanda en güzel ve her şeyi iyi yanıyla düşünen bir kız. ikinci kızları elizabeth ise gözlem yapmayı seven, bazen açık sözlü olmasının bedelini acı şekilde ödeyen biri. lydia ise kız kardeşlerin en küçüğü ve en şımarığı.
bennet ailesi, yeni komşuları olan bingley ailesi ile baloda karşılaşır, kızlarını mr. bingley ve mr. darcy ile tanıştırır. mr. bingley; güleryüzlü biri iken mr. darcy soğuk ve ciddi biridir.
mr. bingley, tam iki kez miss jane ile dans eder. bu büyük bir olaydır. ancak aralarında büyük bir sınıf farkı olduğu için mr. bingley'in ailesi tarafından hoş karşılanmaz. zaman içinde herkesin kafasında oluşan önyargılar kırılır. aşk, gurur tanımaz. mr. bingley ile miss jane, mr. darcy ile miss elizabeth evlenirler.
aslında hikayenin ana fikri olarak "aşkta gurur olmaz" veya "en büyük aşklar nefretle başlar" demek yanlış olmaz.
''gurur,'' diye gözlemde bulundu mary her zamanki gibi fikirlerinin sağlamlığıyla övünç duyarak, ''bence çok yaygın bir kusurdur. okuduğum onca şeyden sonra şuna inandım ki gerçekten çok yaygın; insan doğası gurura bilhassa eğilimli; o ya da bu gerçek veya hayali bir özellikten ötürü kendinden memnuniyet duymayan pek az kişi vardır. gurur ve gösteriş farklı şeyler, ama sık sık aynı anlamda kullanılıyorlar. insan gösteriş düşkünü olmadan gururlu olabilir. gurur daha çok kendimizle ilgili görüşümüze bağlıdır, gösteriş ise bizim hakkımızda başkalarına ne düşündürtmek istediğimize.''
devamını gör...