sevdiğini tanımla
içi kıyma dolu. üzerinde yoğurdu ve salçalı, tereyağlı, naneli sosu ile beni benden alan biriciğim.
ne diyor ya bu ? dediğinizi duyar gibiyim.*benim bir itirafım var. benim deli gibi sevdiğim şey...
evet mantı. anlıyor musunuz beni ? mantı!!!* deli gibi seviyorum seni mantı*
şuna baksanıza. nasıl sevmeyeyim ben seni ? yerim ben seni yerim.*
ne diyor ya bu ? dediğinizi duyar gibiyim.*benim bir itirafım var. benim deli gibi sevdiğim şey...
evet mantı. anlıyor musunuz beni ? mantı!!!* deli gibi seviyorum seni mantı*
şuna baksanıza. nasıl sevmeyeyim ben seni ? yerim ben seni yerim.*
devamını gör...
yazarların an itibarıyla düşündüğü şey
kafa sözlükte ünlü olmak için kriterlerin neler olduğu.
benim yazdıklarım olmuyor onu anladım da, olanlarda olanları görmek için kaç fırın daha ekmek yemeliyim diye hesap kitap yapıyorum. günde 1 dilim ekmek tüketebiliyorım, 70 yaşına kadar yaşasam, 25 senede 40 fırın ekmek yiyerek başarabilirim de, ya o kadar yaşayamazsam, o kadar kafa sözlükte yazıp, ünlü olmadan ölürsem gözlerim açık gidebilirim.
benim yazdıklarım olmuyor onu anladım da, olanlarda olanları görmek için kaç fırın daha ekmek yemeliyim diye hesap kitap yapıyorum. günde 1 dilim ekmek tüketebiliyorım, 70 yaşına kadar yaşasam, 25 senede 40 fırın ekmek yiyerek başarabilirim de, ya o kadar yaşayamazsam, o kadar kafa sözlükte yazıp, ünlü olmadan ölürsem gözlerim açık gidebilirim.
devamını gör...
sözlük yazarlarının en sevdiği yazar ve alıntısı
"kelime ve yalnızlık hayatın tadı tuzu
kucaklamak isterdi ölümü ve sonsuzu"
"ey gözünü sevdiğimin lisanı
bazen deli edersin insanı"
oğuz atay
kucaklamak isterdi ölümü ve sonsuzu"
"ey gözünü sevdiğimin lisanı
bazen deli edersin insanı"
oğuz atay
devamını gör...
cushing refleksi
kafa içi basınç artışına bağlı hipertansiyon,bradikardi ve solunum düzensizliği olmasına verilen isimdir.
eğer hipotansiyon taşikardi eşlik ederse bu duruma da şok adı verilir.
eğer hipotansiyon taşikardi eşlik ederse bu duruma da şok adı verilir.
devamını gör...
ırkın hayatımızdaki önemi
ırkçı ve milliyetçi insanların düşük zekalı olduğu bir gerçektir. ırk hayatımızda pek önemli değildir, değeri 0 falandır.
devamını gör...
uzak mesafe ilişkisi
ilişki direkt böyle başlarsa biter. önce o yakınlık sağlanmalı. birbirini tanımalı kişiler. sonra bazı sebeplerle bir uzaklık olabilir. geçici olmak kaydıyla. bu ilişkinizi sonlandırmaz aksine bir araya gelinen vakitlerde alevlendirir. uzak mesafe insanı değilim dokunmadan yapamam. yapabilene helal olsun.
devamını gör...
konya'daki küçük suriye
konyalı olarak canımı sıkan durum. nüfusun %80i suriyeli olan bir mahalle var. aklınıza gelebilecek her halt orada dönüyor. uyuşturucu satıcıları, fuhuş, insan kaçakçılığı zaten en üst seviyede. gündüz vakti erkek halimle sokakta yürümeye korkuyorum, demişti bir abimiz.
suriyelilerin bastığı kafe
artık dönmeleri gerek. huzur bozuyorlar. kimisi iyi kimisi kötü ama yeter artık.
@merdumkaptan mahlaslı yazar durumu çok iyi ifade etmiş. kendisine teşekkür ediyorum. #739137
suriyelilerin bastığı kafe
artık dönmeleri gerek. huzur bozuyorlar. kimisi iyi kimisi kötü ama yeter artık.
@merdumkaptan mahlaslı yazar durumu çok iyi ifade etmiş. kendisine teşekkür ediyorum. #739137
devamını gör...
carl larsson
isveçli, el sanatları akımının (bkz: arts and crafts movement) temsilcilerinden bir ressam.
zor bir çocukluğun ardından başarıyla sanat eğitimini tamamlayıp fransaya yerleşmiş fakat oradaki ilk yılları çok zorlu geçmişti.
çağdaşlarının aksine izlenimcilik akımıyla ilgilenmiyordu. resimlerinde genellikle 8 çocuğunu, eşini (bkz: karin bergöö) ve eşiyle birlikte kendi sanat zevklerine göre dizayn ettikleri evini çiziyordu. haliyle kariyerindeki en önemli dönüm noktaları eşiyle tanışması ve kayınpederinin onlara hediye ettiği little hyttnäs isimli eve taşınmaları olmuştur.
bu zamana kadar yağlı boya çalışıyordu, bundan sonra ise sulu boyaya geçiş yapmış ve tarzını bulmuştur.
little hyttnäs bugün hala en çok ziyaret edilen sanatçı evlerinden biridir. karin ve carl'ın torunları her yıl mayıs ayında bu eve ziyaretçi kabul etmeye devam ediyor.
carl larsson'ın popüleritesinin artmasındaki en büyük etkenlerden biri de 1890larda gelişen renk kopyalama teknolojisi olmuştur. a home ismiyle suluboya resimlerinin tam renkli kopyalarını içeren bir kitap basılmıştı. ilk baskıda pek satmasa da ikinci baskıda o kadar büyük bir eser haline geldi ki 2001 yılına kadar baskıda kalmıştır.
fakat en önemli eserinin stockholmdeki ulusal müzede bulunan midvinterblot olduğu söylenir. yine bu eser de değeri geç anlaşılmış bir eserdir.
otoportre
mama's and the little girls' room
lazy nook
zor bir çocukluğun ardından başarıyla sanat eğitimini tamamlayıp fransaya yerleşmiş fakat oradaki ilk yılları çok zorlu geçmişti.
çağdaşlarının aksine izlenimcilik akımıyla ilgilenmiyordu. resimlerinde genellikle 8 çocuğunu, eşini (bkz: karin bergöö) ve eşiyle birlikte kendi sanat zevklerine göre dizayn ettikleri evini çiziyordu. haliyle kariyerindeki en önemli dönüm noktaları eşiyle tanışması ve kayınpederinin onlara hediye ettiği little hyttnäs isimli eve taşınmaları olmuştur.
bu zamana kadar yağlı boya çalışıyordu, bundan sonra ise sulu boyaya geçiş yapmış ve tarzını bulmuştur.
little hyttnäs bugün hala en çok ziyaret edilen sanatçı evlerinden biridir. karin ve carl'ın torunları her yıl mayıs ayında bu eve ziyaretçi kabul etmeye devam ediyor.
carl larsson'ın popüleritesinin artmasındaki en büyük etkenlerden biri de 1890larda gelişen renk kopyalama teknolojisi olmuştur. a home ismiyle suluboya resimlerinin tam renkli kopyalarını içeren bir kitap basılmıştı. ilk baskıda pek satmasa da ikinci baskıda o kadar büyük bir eser haline geldi ki 2001 yılına kadar baskıda kalmıştır.
fakat en önemli eserinin stockholmdeki ulusal müzede bulunan midvinterblot olduğu söylenir. yine bu eser de değeri geç anlaşılmış bir eserdir.
otoportre
mama's and the little girls' room
lazy nook
devamını gör...
kendinizi gerçekten mutlu hissettiğiniz son olay
başlığı görür görmez o güne gitmeme neden olan olay.
18 ocak 2018. nereden mi hatırlıyorum? o gün yeğenimin doğumgünüydü çünkü. aynı zamanda annemin lenflerinden alınan parçanın sonucunu da alacağımız gündü. çok gergindik. ama annemin biyopsi sonucunun temiz çıktığını öğrenince küçük bir pasta kesip kutlama yapmaya karar verdik. akşam oldu, yemekler yendi, mumlar üfllendi pastalar kesildi. bundan sonra yaşananları ise ben, kızkardeşim ve eşinin ağzından diyalog olarak aktarayım.
kardeşim: (eşinin önüne tanımlanamayan bir cisim fırlatarak) caneeer pastadan taş çıktı!!
caner: (kısa bir incelemeden sonra tanımlanamayan cismi kardeşimin önüne geri bırakarak) yok canım taş değil bu. taş görünümlü çikolatalar var ya. ondan. ye ye.
kardeşim: (yine kısa bir incelemeden sonra) caneeerr ne çikolatası diş bu!!! adamın dişi düşmüş pastaya!!!
artık bu saçmalığa daha fazla dayanamayan ben: kız gerizekalı, peki adamın dişinin ne işi var pastada. senin dişindir bu. ağzına bak!
kardeşim:(kısa bir ağız içi yoklamasından sonra gözlerini kocaman açarak) abla dişim yok!!!
artık olayın kendinden mi yoksa yaşadığımız stresli günlerden mi bilmiyorum ama yanaklarımız ağrıyana, gözlerimizden yaşlar gelene kadar gülmüştük. elbette bu olayın üstüne, o günden bu güne mutlu olduğum pek çok an, olay oldu. ama annemin de içinde olduğu, tam bir aile olarak ve tam bir mutlulukla hatırladığım son olay bu.
18 ocak 2018. nereden mi hatırlıyorum? o gün yeğenimin doğumgünüydü çünkü. aynı zamanda annemin lenflerinden alınan parçanın sonucunu da alacağımız gündü. çok gergindik. ama annemin biyopsi sonucunun temiz çıktığını öğrenince küçük bir pasta kesip kutlama yapmaya karar verdik. akşam oldu, yemekler yendi, mumlar üfllendi pastalar kesildi. bundan sonra yaşananları ise ben, kızkardeşim ve eşinin ağzından diyalog olarak aktarayım.
kardeşim: (eşinin önüne tanımlanamayan bir cisim fırlatarak) caneeer pastadan taş çıktı!!
caner: (kısa bir incelemeden sonra tanımlanamayan cismi kardeşimin önüne geri bırakarak) yok canım taş değil bu. taş görünümlü çikolatalar var ya. ondan. ye ye.
kardeşim: (yine kısa bir incelemeden sonra) caneeerr ne çikolatası diş bu!!! adamın dişi düşmüş pastaya!!!
artık bu saçmalığa daha fazla dayanamayan ben: kız gerizekalı, peki adamın dişinin ne işi var pastada. senin dişindir bu. ağzına bak!
kardeşim:(kısa bir ağız içi yoklamasından sonra gözlerini kocaman açarak) abla dişim yok!!!
artık olayın kendinden mi yoksa yaşadığımız stresli günlerden mi bilmiyorum ama yanaklarımız ağrıyana, gözlerimizden yaşlar gelene kadar gülmüştük. elbette bu olayın üstüne, o günden bu güne mutlu olduğum pek çok an, olay oldu. ama annemin de içinde olduğu, tam bir aile olarak ve tam bir mutlulukla hatırladığım son olay bu.
devamını gör...
dünyanın en büyük üçüncü elmasının bulunması
ulan ben de haberdeki resme bakıp elma arıyorum. güzel türkçemizin azizliği...*
devamını gör...
yazarların şu an merak ettikleri bir şey
gece yolculuk sırasında hani uzakta bir ışık hüzmesi var ya oradaki insanların hayat hikayelerini çok ederim , yolculukta sırasında kafamda hikayeler uydurur dururum .
devamını gör...
ene'l-hakk
rivayete göre mansur el hallaç’ın öldürülmesine zemin hazırlamış “ben allah’ım” anlamına gelen söylem.
saksı ukdesidir.
saksı ukdesidir.
devamını gör...
anonim yazar
her fırsatta beni sevmediğini dile getirmesine rağmen gizliden gizliye sevdiğini düşündüğüm yazarımız. *
kendisiyle özel bir problemimiz yok ama nedense kendisi böyle bir fikre kapılmış durumda.* *
kendisiyle özel bir problemimiz yok ama nedense kendisi böyle bir fikre kapılmış durumda.* *
devamını gör...
tek yumurta ikizleri
bunların iki çeşidi vardır, birincisi hep aynı kıyafetleri giyenler, ikincisi is kasıtlı olarak hep farklı kıyafetler giyenler.
küççükken bir kitap okumuştum, orada hep aynı kıyafet alınan tek yumurta ikizlerinin birbirlerinin yokluğundan daha çok etkilendiği yönünde bazı saptamalar vardı, bilimsel tarafını bilmiyorum.
küççükken bir kitap okumuştum, orada hep aynı kıyafet alınan tek yumurta ikizlerinin birbirlerinin yokluğundan daha çok etkilendiği yönünde bazı saptamalar vardı, bilimsel tarafını bilmiyorum.
devamını gör...
dört temel element
ateş, su, toprak, tahta.
devamını gör...
survivor barış ile nisa'nın öpüşmesi
devamını gör...
yazarların unutamadığı sözler
yakın zamanda persepolis'i okudum çok güzeldi tavsiye ederim animasyon filmi de var hatta. şu cümleler hep aklımda:
"hayatın boyunca işe yaramayan birçok insanla karşılaşacaksın. eğer seni incitirlerse bunun onların aptallığından kaynaklandığını söyle kendine. bu seni onların acımasızlığına karşılık vermekten alıkoyar. çünkü zalimlik ve intikamdan daha kötü bir şey yoktur... her zaman onurunu koru ve kendine karşı dürüst ol."
bu sözler nasıl aklında kalıyor, nasıl unutmuyorsun diye sormayın lütfen. insan bazen bir şiirden etkilenir ya asla unutamaz aynı öyle işte bu sözler de beni çok etkiledi.
"hayatın boyunca işe yaramayan birçok insanla karşılaşacaksın. eğer seni incitirlerse bunun onların aptallığından kaynaklandığını söyle kendine. bu seni onların acımasızlığına karşılık vermekten alıkoyar. çünkü zalimlik ve intikamdan daha kötü bir şey yoktur... her zaman onurunu koru ve kendine karşı dürüst ol."
bu sözler nasıl aklında kalıyor, nasıl unutmuyorsun diye sormayın lütfen. insan bazen bir şiirden etkilenir ya asla unutamaz aynı öyle işte bu sözler de beni çok etkiledi.
devamını gör...
yetenekleri farklı olan kişi
bu başlığa yazmadan önce sevgili boop ile kısa bir sohbetimiz olmuştu. ben de bu sohbete istinaden bu başlık altında türkiye'de ikamet etmekte olan engelli vatandaşlara yaklaşım konusunda kısa bir inceleme yazma gereği duydum. bu girdinin ilerleyen kısımlarında okuyacaklarınız bir çoğunuzu rahatsız edebilir.
hazırsanız kemerleri bağlayın sert bir giriş yapacağız konuya.
engellilik başlığına türkiye'de ikamet eden engelli bireylerin sorunlarını mesleki tecrübelerime dayanarak yazdım. okuyacaklarınıza hazırlık olması için öncelikle orada yazmış olduklarımı okumanızı öneririm.
türkiye'de ikamet etmekte olan engelli vatandaşlarımızın büyük çoğunluğu bugün ifadelerden ziyade imkanlar noktasında güçlük geçmektedir. küçük yaşlardan itibaren ihtiyaç duydukları destek eğitim kapsamında bulunan özel eğitim ve rehabilitasyon hizmetlerinden ayda toplam 12 saat yararlanabilmektedir. evet, doğru duydunuz 1 ay içerisinde toplam 12 saat. çocuklarda ayda 8 saat bireysel eğitim ve 4 saat grup eğitim hakkı tanınmaktadır. bu süre içinde çocuklar engellilik derecelerine göre yaşıtlarının sahip olduğu fiziksel, bilişsel ve duygusal gelişim düzeyine erişmeye çalışır ancak aklı selim ile düşünen her birey bu sürenin yetersizliği karşısına dehşete düşmektedir.
özellikle 2-5 yaş arasında uyaran eksikliği tanısı almış çocuklarda yoğunlaştırılmış eğitim alması halinde raporlarının tamamen kalkması söz konusu olabiliyorken - ki bu hayatının geri kalan kısmını tamamen bağımsız sürdürebilmesi manasına gelir- inisiyatif alınmayarak kısıtlı eğitim süresince ''ne olabiliyorsa o olsun '' mottosuyla kayıp ediliyor ve çok uzun yıllar boyunca eğitim almak durumunda kalıyor ve çoğunlukla tamamen bağımsız hale gelemiyor. bu durumun temel sebebi ise eğitim yukarıda bahsettiğim üzere eğitim sürelerinin kısıtlılığı. buradan okuyabileceğiniz üzere ebeveynler kendilerini yırtıyor ''ders saatleri yetmiyor'' diyerek tabi sonuçlar ne? büyük puntolar ile yazacağım; hiç
gel gelelim bu çocuklar güç bela sosyal hayata katılabilecek bilişsel becerileri kazandığı durumda onları bekleyen senaryoları incelemeye. lise ve en az ön lisans bölümlerinden mezun olanlar ekpss sınavına girerek devlet dairelerinde iş bulabiliyor ancak kadro açılırsa. * eyy devletlü han sultan hazretlerinin öyle deliler gibi kadro açıp istihdam sağladığı söylememi beklemiyordunuz her halde, değil mi? buradan bir tık yapıp 2021 yılında açılan kadroları inceleyebilirsiniz. koskoca şehirlerde 1-2 kişi kadroya geçebiliyor ve bu insanlarda gayet sınav ücreti ödüyor. koskoca ösym, çocukların cebinde ki 120 lirada göz dikiyor ama bu başka entrynin konusu.
eee bu insanlar taş yemeyecek değil mi? amaç ne? kişiyi en bağımsız yaşayacak hale getirmek. bunun için ne gerek? iş gerek. doğru düzgün engelli personel istihdam çalışmaları yapılmadığı için özel şirketler sanki bu insanlar çalışmıyormuş gibi, babasının hayrına aylık ödeniyormuş gibi muamele ile çalıştırıyor insanları. bildiğiniz mesaiye kalıyorlar, kaybolan evraklardan dolayı sürekli yönetime şikayet ediyorlar çünkü iş ahlaksızlığının da afrikası türkiye. iş yerinde karşılaşılabilecek her türlü aksiliğin sorumlusu tutuluyor ve çok ciddi mobbinge maruz kalıyorlar. bu mobbingi uygulayan şirketleri burada saymaya başlasam, sizde boykot kararı alsanız; markete gidince alış veriş yapacak 3 tane firma bulamazsınız o boyutlara ulaşan bir haksızlık söz konusu.
yani yukarıda bahsettiklerimden özetle türkiye'de yaşamakta olan engelli vatandaşların hitaplardan önce somut ihtiyaçlarına cevap veren resmi yönetmeliklere ihtiyaçları var. insana insan gibi muameleye ihtiyaçları var, hepimiz gibi. her şeyden önce insanın varlığına duyulan saygıya ihtiyaçları var, hepimiz gibi. türkiye'de yaşayan engelli vatandaşların somut dertleri var ve dolayısıyla öncelikle somut çözümlere ihtiyaçları var.
somut derken hakikaten somut düzenlemelere ihtiyaçları var. şekil a;

gel gelelim ifadenin yerine yurduna önemine. evet, yukarıda okuduklarınız girdi hükmünde giriş metni idi.
sosyokültürel referans içeren hakaretler başlığında bir miktar inceledik aslında bu durumu. biz memlekette asıl konuşulması gereken husus; g.te g.t demek değil. götü göte hakaret olarak kullanmak şöyle ki kör olmak, sağır olmak, zihinsel engelli olmak bir durumu ifade eden sözcüklerdir ancak yolda ayağı taşa takılan arkadaşınıza; ''kör müsün abi?'', aynı cümleyi iki kere kurmak zorunda kaldığınız arkadaşınıza; ''sağır mısın aq?'' *, kavga sırasında saçma sapan hareketler eden arkadaşınıza; ''spastik misin hocam?'' derseniz şayet bu durumu engel türünden etkilenmiş insana diyemezsiniz çünkü daha önce bunu hakaret mahiyetinde kullanmış olmanız vicdanınızı rahatsız etmeye başlar ve kişilerin, kişisel özelliklerini hakaret olarak kullanma durumu o kişisel özelliğin terminolojisine karşılık gelen ifadeden daha hasar vericidir.
bu durumu bir hikaye ile daha açıklayıcı hale getireyim isterseniz;
dipnot; sal artık sal diyenleri duyuyorum. o sebeple hikaye kısmını spoiler olarak yazacağım dileyen o kısmı atlasın.
yıllar evvel ben bir devlet üniversitesine bağlı otizm merkezinde öğretmen olarak çalışıyor aynı zamanda okuyordum. 1 yıl boyunca bu okulda çalışmaya devam ettim. her ne ise. bu kurumun ismi ilk başlarda ; otistik çocuklar okulu idi daha sonra otizmli çocuklar iş okulu oldu en son özel gereksinimli bireyler iş okulu oldu ancak bilin bakalım ne değişmedi? eğitim yönetmeliği. o üniversitede derslere giren koca koca profesörler yan odamda çaylarını yudumladı derslere girmedi. ekstra projeler yürütülmedi. şimdi sorarım size; bunca isim değişikliği neye hizmet etti? yalnızca bizim vicdan mastürbasyonu yapmamıza yaradı ben söyleyeyim size. 18 yaşımdan itibaren özel eğitim sektöründe aralıksız çalıştım. üniversite okurken özel rehabilitasyon merkezlerinde çalıştım, üniversiteye bağlı olanlarda çalıştım, koca koca profesörlerle ders anlattım ama günün sonunda benim yukarıda bahsettiğim; ''kişinin özellikleri hakaret malzemesi edilmemelidir'' düsturunu öğretemedim.
hikaye time bitti.
girdinin konusuna geri dönelim buralar dağılmadan. türkiye'de asıl mevzulardan birisi bizim kültür olarak kişisel özellikleri hakaret yada hitap olarak kullanmak konusunda takıntımız. her köyde vardır değil mi bir çolak ahmet, sağır fatma , topal hüseyin işte bu mesele biraz bizim kanımıza işlemiş işin doğrusu halbuki bugün gençler bilgisayar oyununda biraz kötü oynayan oyuncuya; ''kolsuz musun? sjhfjkdfhsdk'' diyor. peki ya gerçekten kolsuz birini gördüğünde?
bizim ülkede ilk girdide bahsedilenlerden önce somut problemlerin çözülmesi ardından kişinin özelliklerinin hakaret mahiyetinde kullanılmasının ayıp olduğu düsturunun oturması gerekiyor. zira bugün türkiye'de yumuşatılan kibarlaştırılan ifadeler muhatap için değil kurum yada şahısların vicdanını rahatlatması için yumuşatılıyor.
sonuna kadar okuyan herkese teşekkür ederim efendim. kafanıza kalpler fırlatıyorum*
hazırsanız kemerleri bağlayın sert bir giriş yapacağız konuya.
engellilik başlığına türkiye'de ikamet eden engelli bireylerin sorunlarını mesleki tecrübelerime dayanarak yazdım. okuyacaklarınıza hazırlık olması için öncelikle orada yazmış olduklarımı okumanızı öneririm.
türkiye'de ikamet etmekte olan engelli vatandaşlarımızın büyük çoğunluğu bugün ifadelerden ziyade imkanlar noktasında güçlük geçmektedir. küçük yaşlardan itibaren ihtiyaç duydukları destek eğitim kapsamında bulunan özel eğitim ve rehabilitasyon hizmetlerinden ayda toplam 12 saat yararlanabilmektedir. evet, doğru duydunuz 1 ay içerisinde toplam 12 saat. çocuklarda ayda 8 saat bireysel eğitim ve 4 saat grup eğitim hakkı tanınmaktadır. bu süre içinde çocuklar engellilik derecelerine göre yaşıtlarının sahip olduğu fiziksel, bilişsel ve duygusal gelişim düzeyine erişmeye çalışır ancak aklı selim ile düşünen her birey bu sürenin yetersizliği karşısına dehşete düşmektedir.
özellikle 2-5 yaş arasında uyaran eksikliği tanısı almış çocuklarda yoğunlaştırılmış eğitim alması halinde raporlarının tamamen kalkması söz konusu olabiliyorken - ki bu hayatının geri kalan kısmını tamamen bağımsız sürdürebilmesi manasına gelir- inisiyatif alınmayarak kısıtlı eğitim süresince ''ne olabiliyorsa o olsun '' mottosuyla kayıp ediliyor ve çok uzun yıllar boyunca eğitim almak durumunda kalıyor ve çoğunlukla tamamen bağımsız hale gelemiyor. bu durumun temel sebebi ise eğitim yukarıda bahsettiğim üzere eğitim sürelerinin kısıtlılığı. buradan okuyabileceğiniz üzere ebeveynler kendilerini yırtıyor ''ders saatleri yetmiyor'' diyerek tabi sonuçlar ne? büyük puntolar ile yazacağım; hiç
gel gelelim bu çocuklar güç bela sosyal hayata katılabilecek bilişsel becerileri kazandığı durumda onları bekleyen senaryoları incelemeye. lise ve en az ön lisans bölümlerinden mezun olanlar ekpss sınavına girerek devlet dairelerinde iş bulabiliyor ancak kadro açılırsa. * eyy devletlü han sultan hazretlerinin öyle deliler gibi kadro açıp istihdam sağladığı söylememi beklemiyordunuz her halde, değil mi? buradan bir tık yapıp 2021 yılında açılan kadroları inceleyebilirsiniz. koskoca şehirlerde 1-2 kişi kadroya geçebiliyor ve bu insanlarda gayet sınav ücreti ödüyor. koskoca ösym, çocukların cebinde ki 120 lirada göz dikiyor ama bu başka entrynin konusu.
eee bu insanlar taş yemeyecek değil mi? amaç ne? kişiyi en bağımsız yaşayacak hale getirmek. bunun için ne gerek? iş gerek. doğru düzgün engelli personel istihdam çalışmaları yapılmadığı için özel şirketler sanki bu insanlar çalışmıyormuş gibi, babasının hayrına aylık ödeniyormuş gibi muamele ile çalıştırıyor insanları. bildiğiniz mesaiye kalıyorlar, kaybolan evraklardan dolayı sürekli yönetime şikayet ediyorlar çünkü iş ahlaksızlığının da afrikası türkiye. iş yerinde karşılaşılabilecek her türlü aksiliğin sorumlusu tutuluyor ve çok ciddi mobbinge maruz kalıyorlar. bu mobbingi uygulayan şirketleri burada saymaya başlasam, sizde boykot kararı alsanız; markete gidince alış veriş yapacak 3 tane firma bulamazsınız o boyutlara ulaşan bir haksızlık söz konusu.
yani yukarıda bahsettiklerimden özetle türkiye'de yaşamakta olan engelli vatandaşların hitaplardan önce somut ihtiyaçlarına cevap veren resmi yönetmeliklere ihtiyaçları var. insana insan gibi muameleye ihtiyaçları var, hepimiz gibi. her şeyden önce insanın varlığına duyulan saygıya ihtiyaçları var, hepimiz gibi. türkiye'de yaşayan engelli vatandaşların somut dertleri var ve dolayısıyla öncelikle somut çözümlere ihtiyaçları var.
somut derken hakikaten somut düzenlemelere ihtiyaçları var. şekil a;

gel gelelim ifadenin yerine yurduna önemine. evet, yukarıda okuduklarınız girdi hükmünde giriş metni idi.
sosyokültürel referans içeren hakaretler başlığında bir miktar inceledik aslında bu durumu. biz memlekette asıl konuşulması gereken husus; g.te g.t demek değil. götü göte hakaret olarak kullanmak şöyle ki kör olmak, sağır olmak, zihinsel engelli olmak bir durumu ifade eden sözcüklerdir ancak yolda ayağı taşa takılan arkadaşınıza; ''kör müsün abi?'', aynı cümleyi iki kere kurmak zorunda kaldığınız arkadaşınıza; ''sağır mısın aq?'' *, kavga sırasında saçma sapan hareketler eden arkadaşınıza; ''spastik misin hocam?'' derseniz şayet bu durumu engel türünden etkilenmiş insana diyemezsiniz çünkü daha önce bunu hakaret mahiyetinde kullanmış olmanız vicdanınızı rahatsız etmeye başlar ve kişilerin, kişisel özelliklerini hakaret olarak kullanma durumu o kişisel özelliğin terminolojisine karşılık gelen ifadeden daha hasar vericidir.
bu durumu bir hikaye ile daha açıklayıcı hale getireyim isterseniz;
dipnot; sal artık sal diyenleri duyuyorum. o sebeple hikaye kısmını spoiler olarak yazacağım dileyen o kısmı atlasın.
yıllar evvel ben bir devlet üniversitesine bağlı otizm merkezinde öğretmen olarak çalışıyor aynı zamanda okuyordum. 1 yıl boyunca bu okulda çalışmaya devam ettim. her ne ise. bu kurumun ismi ilk başlarda ; otistik çocuklar okulu idi daha sonra otizmli çocuklar iş okulu oldu en son özel gereksinimli bireyler iş okulu oldu ancak bilin bakalım ne değişmedi? eğitim yönetmeliği. o üniversitede derslere giren koca koca profesörler yan odamda çaylarını yudumladı derslere girmedi. ekstra projeler yürütülmedi. şimdi sorarım size; bunca isim değişikliği neye hizmet etti? yalnızca bizim vicdan mastürbasyonu yapmamıza yaradı ben söyleyeyim size. 18 yaşımdan itibaren özel eğitim sektöründe aralıksız çalıştım. üniversite okurken özel rehabilitasyon merkezlerinde çalıştım, üniversiteye bağlı olanlarda çalıştım, koca koca profesörlerle ders anlattım ama günün sonunda benim yukarıda bahsettiğim; ''kişinin özellikleri hakaret malzemesi edilmemelidir'' düsturunu öğretemedim.
hikaye time bitti.
girdinin konusuna geri dönelim buralar dağılmadan. türkiye'de asıl mevzulardan birisi bizim kültür olarak kişisel özellikleri hakaret yada hitap olarak kullanmak konusunda takıntımız. her köyde vardır değil mi bir çolak ahmet, sağır fatma , topal hüseyin işte bu mesele biraz bizim kanımıza işlemiş işin doğrusu halbuki bugün gençler bilgisayar oyununda biraz kötü oynayan oyuncuya; ''kolsuz musun? sjhfjkdfhsdk'' diyor. peki ya gerçekten kolsuz birini gördüğünde?
bizim ülkede ilk girdide bahsedilenlerden önce somut problemlerin çözülmesi ardından kişinin özelliklerinin hakaret mahiyetinde kullanılmasının ayıp olduğu düsturunun oturması gerekiyor. zira bugün türkiye'de yumuşatılan kibarlaştırılan ifadeler muhatap için değil kurum yada şahısların vicdanını rahatlatması için yumuşatılıyor.
sonuna kadar okuyan herkese teşekkür ederim efendim. kafanıza kalpler fırlatıyorum*
devamını gör...
yalandantehlike
sen sevsen ne sevmesen ne. sevmediğin ve düşman olarak gördüğün adamın kurduğu ülkede yaşamama özgürlüğüne sahipsin. arabistana yada suriyeye gidebilirsin mesela.
edit: bunun gibileri ensarcılar ile aynı zihniyeti paylaşır. etrafa kusan vasıfsız israf.
edit: bunun gibileri ensarcılar ile aynı zihniyeti paylaşır. etrafa kusan vasıfsız israf.
devamını gör...
