erdoğan sarayda yaşayan biri değil kalbi kasımpaşa'da atıyor
ulan gitsin kasımpaşa ya muhtar olsun o zaman.
devamını gör...
gamzedeyim deva bulmam
gam: dert, tasa, üzüntü
zede: vurulmuş, çarpılmış, tutulmuş
gamzede: derde tutulmuş
bu şarkının beğenmediğim tek bir versiyonu bile bulunmamakla beraber bir tane de ben önereyim.
spotify
(bkz: necati ve saykolar)
zede: vurulmuş, çarpılmış, tutulmuş
gamzede: derde tutulmuş
bu şarkının beğenmediğim tek bir versiyonu bile bulunmamakla beraber bir tane de ben önereyim.
spotify
(bkz: necati ve saykolar)
devamını gör...
örnek vatandaş (yazar)
özel mesaj ile bayramımı kutlayan şahane yazardır. kaldı mı böyle gelenekler? adınızın hakkını veriyorsunuz sevgili örnek vatandaş. sağ olun, var olun. :)
devamını gör...
józef rapacki
józef rapacki 19 mart 1871 tarihinde polonya'nın başkenti varşova'da doğmuştu. babası wincenty rapacki ve annesi józefina née hoffman birer aktördü. kardeşleri wincenty ve honorata leszczyńska da sonradan oyuncu olmuşlardı. yeğeni de ünlü oyuncu ve yönetmen jerzy leszczyński olacaktı. yani oyunculuk, ailesinde olan bir özellikti. fakat józef kendisine farklı bir alan seçti. bu yol kendisinden ''huş ağacı ve leylak fundalarının ressamı'' olarak bahsedilmesini sağlayacaktı.
14 yaşındayken realizm okulunun önde gelen isimlerinden polonyalı ressam wojciech gerson'ın verdiği bir resim kursuna kaydoldu. 1887'de, iki yıllık kursu tamamladıktan sonra ızydor jabłoński ve florian cynk gibi isimler,n rehberliğinde çalışacağı jan matejko academy of fine arts in kraków sanat akademisine gitti. 1888 yılında üniversiteden ayrıldı ve tekrar gerson ile çalışmak için varşova'ya döndü. tuval üzerine yağlı boya yapan rapacki genellikle açık hava manzaraları resmediyordu. 1889 yılında münih'e gitti. bir ressam ve heykeltıraş olan conrad fehr'ın yanında, münih güzel sanatlar akademisi'nde 2 yıl geçiren rapacki buradaki sanat stilinden bir şeyler edindi. bu etkilerin bazı eserlerinde de göründüğü söylenir.
buradaki mezuniyetinde sonra varşova'ya dönen sanatçı gezmeye devam etti. 1898 civarlarında italya'ya gitti ve oraya ait sayısız temsil yaptı. varşova'ya geri döndüğünde ödül aldı, bazı süreli yayınlar için çizimler yaptı. 20. yüzyılın başlarında ciddi bir akciğer rahatsızlığı geçiren rapacki, tıbbi sebeplerle kraków'a taşındı fakat burası da nihayi son yeri olmadı. yer değiştirmeye devam etti. 1907 yılında karısı gabriela ile birlikte olszanka'ya taşındılar ve burada bir ev inşa ettiler. bölge manzalarına odaklanan ve bilindik eserlerinin bazılarını buradan çıkaran rapacki'nin ve eşinin bu evi, dönem yazarlarının ve ressamlarının uğrak bir buluşma yeri olmuştu. birinci dünya savaşı sırasında alman işgali ile ilgili çok sayıda çizim yapan sanatçı 31 ocak 1929 tarihinde, olszanka grip kaynaklı sağlık sebeplerinden ötürü hayatını kaybetti.
son dönemde, olszanka'da yaptığı eserlerde genelde geniş çayırlar, durgun sular ve düşük güneş ışınları göze çarpar. sanatçılığı pek ala eğitim aldığı wojciech gerson'dan, münih okulu'ndan ve krakow sanat okulu'ndan etkilenmişti. bazı resimlerinde izlenimcilik (empresyonizm) görülebilirdi. manzara resimleri yanında portreleri de bulunuyordu.
merak edenler için google arts & culture sitesinde bulunan bir sergisi: google arts & culture - józef rapacki sergisi
kaynakça ve daha fazlası: wikipedia, wikipedia - lehçe, sztuka.agraart.pl,
14 yaşındayken realizm okulunun önde gelen isimlerinden polonyalı ressam wojciech gerson'ın verdiği bir resim kursuna kaydoldu. 1887'de, iki yıllık kursu tamamladıktan sonra ızydor jabłoński ve florian cynk gibi isimler,n rehberliğinde çalışacağı jan matejko academy of fine arts in kraków sanat akademisine gitti. 1888 yılında üniversiteden ayrıldı ve tekrar gerson ile çalışmak için varşova'ya döndü. tuval üzerine yağlı boya yapan rapacki genellikle açık hava manzaraları resmediyordu. 1889 yılında münih'e gitti. bir ressam ve heykeltıraş olan conrad fehr'ın yanında, münih güzel sanatlar akademisi'nde 2 yıl geçiren rapacki buradaki sanat stilinden bir şeyler edindi. bu etkilerin bazı eserlerinde de göründüğü söylenir.
buradaki mezuniyetinde sonra varşova'ya dönen sanatçı gezmeye devam etti. 1898 civarlarında italya'ya gitti ve oraya ait sayısız temsil yaptı. varşova'ya geri döndüğünde ödül aldı, bazı süreli yayınlar için çizimler yaptı. 20. yüzyılın başlarında ciddi bir akciğer rahatsızlığı geçiren rapacki, tıbbi sebeplerle kraków'a taşındı fakat burası da nihayi son yeri olmadı. yer değiştirmeye devam etti. 1907 yılında karısı gabriela ile birlikte olszanka'ya taşındılar ve burada bir ev inşa ettiler. bölge manzalarına odaklanan ve bilindik eserlerinin bazılarını buradan çıkaran rapacki'nin ve eşinin bu evi, dönem yazarlarının ve ressamlarının uğrak bir buluşma yeri olmuştu. birinci dünya savaşı sırasında alman işgali ile ilgili çok sayıda çizim yapan sanatçı 31 ocak 1929 tarihinde, olszanka grip kaynaklı sağlık sebeplerinden ötürü hayatını kaybetti.
son dönemde, olszanka'da yaptığı eserlerde genelde geniş çayırlar, durgun sular ve düşük güneş ışınları göze çarpar. sanatçılığı pek ala eğitim aldığı wojciech gerson'dan, münih okulu'ndan ve krakow sanat okulu'ndan etkilenmişti. bazı resimlerinde izlenimcilik (empresyonizm) görülebilirdi. manzara resimleri yanında portreleri de bulunuyordu.
merak edenler için google arts & culture sitesinde bulunan bir sergisi: google arts & culture - józef rapacki sergisi
kaynakça ve daha fazlası: wikipedia, wikipedia - lehçe, sztuka.agraart.pl,
devamını gör...
umurumda bile olmaz nükleer denemeler
o bir nükleer kraliçe!
samimiyeti, tatlı sohbeti, yazdıklarıyla çok sevdiğim bir yazar arkadaşım. kalemi daim, hayatı çok güzel olsun. o hep yazsın, hep konuşsun ben dinler, okurum. seviyorum bu kızı.
samimiyeti, tatlı sohbeti, yazdıklarıyla çok sevdiğim bir yazar arkadaşım. kalemi daim, hayatı çok güzel olsun. o hep yazsın, hep konuşsun ben dinler, okurum. seviyorum bu kızı.
devamını gör...
sır çocukları
nur sürer, fırat tanış, özgü namal ve memet ali alabora tarafından başrolleri paylaşılan ayrıca kadrosunda mustafa uğrurlu, nail kırmızıgül, beyazıt öztürk, sanem çelik gibi çok sayıda ismin de yer aldığı 2002 yapımı sinema filmi. yönetmen koltuğunda ümit cin güven ve aydın sayman oturuyor.
film katmanlı bir senaryoya sahip olmasına rağmen bana kalırsa çok net belgesel tadında. çok sayıda gerçekten sokakta yaşayan insana oyuncu kadrosunda (evet figürasyon değil) yer verdiğinden midir, direkt anlatımından mı çok emin olamasam da bu fikrimde sabitim. bir dizi sevmez olarak benim için fırat tanış ile tanışma filmi aynı zamanda. fırat tanış’ın canlandırdığı velit karakterinin çok detaylı ve başarılı sunumu oyuncuya çok sayıda ödül kazandırmıştı. altın portakal ve siyad dahil.
nur sürer’in adana’da istanbul’a kaçan oğlunun peşinden gelen aynı zamanda namus davası için peşine adam takılmış anne münevver rolü ile döktürdüğü, içinde çok sayıda sosyal eleştiri, politik mesaj ve salt gerçeklik ögesi barındıran bu film adından uzun süre söz ettirmişti. memet ali alabora’nın da oyunculuk kariyerinin mihenk taşlarından biridir aynı zamanda. münevver ve reşo’nun karşılıklı sahneleri aradan uzun yıllar geçmiş olmasına rağmen bugün bile aklımda. doksanlar türk sinemasının çok sayıda güzel filminden biri kısacası. ben ne yazık ki çok geç izleyebildim filmi. yine bildiğimiz sebeplerden gölgede kalmış işlerden biri. her film bir piano piano bacaksız olamıyor malumunuz. dehlizlerden kazıyıp çıkarmak zorunda kalıyoruz…
izleyiniz, izlettiriniz efendim.
film katmanlı bir senaryoya sahip olmasına rağmen bana kalırsa çok net belgesel tadında. çok sayıda gerçekten sokakta yaşayan insana oyuncu kadrosunda (evet figürasyon değil) yer verdiğinden midir, direkt anlatımından mı çok emin olamasam da bu fikrimde sabitim. bir dizi sevmez olarak benim için fırat tanış ile tanışma filmi aynı zamanda. fırat tanış’ın canlandırdığı velit karakterinin çok detaylı ve başarılı sunumu oyuncuya çok sayıda ödül kazandırmıştı. altın portakal ve siyad dahil.
nur sürer’in adana’da istanbul’a kaçan oğlunun peşinden gelen aynı zamanda namus davası için peşine adam takılmış anne münevver rolü ile döktürdüğü, içinde çok sayıda sosyal eleştiri, politik mesaj ve salt gerçeklik ögesi barındıran bu film adından uzun süre söz ettirmişti. memet ali alabora’nın da oyunculuk kariyerinin mihenk taşlarından biridir aynı zamanda. münevver ve reşo’nun karşılıklı sahneleri aradan uzun yıllar geçmiş olmasına rağmen bugün bile aklımda. doksanlar türk sinemasının çok sayıda güzel filminden biri kısacası. ben ne yazık ki çok geç izleyebildim filmi. yine bildiğimiz sebeplerden gölgede kalmış işlerden biri. her film bir piano piano bacaksız olamıyor malumunuz. dehlizlerden kazıyıp çıkarmak zorunda kalıyoruz…
izleyiniz, izlettiriniz efendim.
devamını gör...
tatlı hayat
türkan şoray katletse de, haluk bilginer ve asuman dabak’ın toparladığı, onlar sayesinde izlediğim diziydi. çolpan ilhan bile mükemmeldi türkan ablanın yanında.
devamını gör...
affetmek
bir kişi için haddinden fazla yapıldığında, yapan kişinin hayatının ağzına sı*** ve devamında sürekli pişmanlık getiren durumdur.
siz en çok kendinizi affedin, geri kalanı ne hali varsa görse de olur.
siz en çok kendinizi affedin, geri kalanı ne hali varsa görse de olur.
devamını gör...
annesinden dayak yemiş sözlük yazarları
benimki dayak ile işkence arasında bir şeydi. maksimum 8 yaşındayım. bakin 8 yaşındayım diyorum çünkü o günden sonra bir daha hiç dayak yemedim ama dayağında âlâsını yedik.
bizim eve misafir gelmişti. misafirin oğluyla da oyun oynuyorduk. neyse bunlar birkaç saat oturduktan sonra kalkalim dediler.tabi ben gitmelerini istemiyorum. gittim ayakkabılıktan çocuğun ayakkabısını alip sakladım. annem hemen durumu fark etti tabii.
- "getir ayakkabıyı whis!!!"
+"hayır anne".
-"getirrrr whis!!".
+" hayırrr anneee" derken,
-"sen dur ben sana yapacağımı biliyorum"dedi. karşılık verdim ben de neyime güveniyorsam "hiçbir şey yapamazsın!" dedim. bak sen şu cesarete bak. neyse annemler aradılar taradilar buldular çocuğun ayakkabısını. misafir gitti.
annem kapiyi kapattı. beni koridordan oturma odasına fırlattı. harbi diyorum size uçtum yani. "bekle burda geliyorum"dedi. oturdum olacakları önceden sezmiş gibi ağlamaya başladım. mutfaktan pulbiberi getirdi. "aç ağzını" dedi.ilk başta açmadım. iki tane indirdi yüzüme. sıkıyorsa açma o tokattan sonra . ağzımı mecburen açtım,koca bir kaşık dolusu pul biberi ağzıma döktü. içli içli ağlıyorum tabi. arada pul biber boğazıma kaçıyor. insafsız acımıyor da. "demek bir şey yapamam hee!" deyip eliyle ağzımı kapatıyor.
ağlama krizi, pul biberin boğazımı yakması falan derken ben gittikçe kızarmaya başladım. durmuyor tabi annem gitti bu seferde kapiyi üstüme kitledi. hemen ağzımdaki pul biberi tükürdüm yere ama canım nasıl yanıyor. o sırada dilimi ağzımı elimle siliyorum. çocukluk aklı nerden bileyim pul biberin gözümü yakacağımı. gözyaşlarımı silmek için elimi gözüme sürünce gözlerim de yandı. "annneee ben körrr oldum" "annnee ben kör oldummm !!" diye bağırmaya başlıyorum ama yok açmıyor vicdansız anam. deli danalar gibi bi oraya bi buraya koşmaya başladım ben. nasıl ağlıyorsam canım yanıyorsa alt komşumuz çıktı geldi bize.
yazık o da hep bir kız çocuğu istemiş (keşke beni evlatlık edinseydi) ama 1 tane oğlu olmuştu. çok iyi biriydi. yazık kadin benim ağlama sesimi duyar duymaz gelmiş. açtırdı anneme kapiyi. beni o halde görünce o da ağladı. "yemin ettirdi anneme,bir daha bu çocuğu dövmeyeceksin" diye. o gündür bu gündür annem beni hiç dövmedi. ama o günü de asla unutamıyorum.
bizim eve misafir gelmişti. misafirin oğluyla da oyun oynuyorduk. neyse bunlar birkaç saat oturduktan sonra kalkalim dediler.tabi ben gitmelerini istemiyorum. gittim ayakkabılıktan çocuğun ayakkabısını alip sakladım. annem hemen durumu fark etti tabii.
- "getir ayakkabıyı whis!!!"
+"hayır anne".
-"getirrrr whis!!".
+" hayırrr anneee" derken,
-"sen dur ben sana yapacağımı biliyorum"dedi. karşılık verdim ben de neyime güveniyorsam "hiçbir şey yapamazsın!" dedim. bak sen şu cesarete bak. neyse annemler aradılar taradilar buldular çocuğun ayakkabısını. misafir gitti.
annem kapiyi kapattı. beni koridordan oturma odasına fırlattı. harbi diyorum size uçtum yani. "bekle burda geliyorum"dedi. oturdum olacakları önceden sezmiş gibi ağlamaya başladım. mutfaktan pulbiberi getirdi. "aç ağzını" dedi.ilk başta açmadım. iki tane indirdi yüzüme. sıkıyorsa açma o tokattan sonra . ağzımı mecburen açtım,koca bir kaşık dolusu pul biberi ağzıma döktü. içli içli ağlıyorum tabi. arada pul biber boğazıma kaçıyor. insafsız acımıyor da. "demek bir şey yapamam hee!" deyip eliyle ağzımı kapatıyor.
ağlama krizi, pul biberin boğazımı yakması falan derken ben gittikçe kızarmaya başladım. durmuyor tabi annem gitti bu seferde kapiyi üstüme kitledi. hemen ağzımdaki pul biberi tükürdüm yere ama canım nasıl yanıyor. o sırada dilimi ağzımı elimle siliyorum. çocukluk aklı nerden bileyim pul biberin gözümü yakacağımı. gözyaşlarımı silmek için elimi gözüme sürünce gözlerim de yandı. "annneee ben körrr oldum" "annnee ben kör oldummm !!" diye bağırmaya başlıyorum ama yok açmıyor vicdansız anam. deli danalar gibi bi oraya bi buraya koşmaya başladım ben. nasıl ağlıyorsam canım yanıyorsa alt komşumuz çıktı geldi bize.
yazık o da hep bir kız çocuğu istemiş (keşke beni evlatlık edinseydi) ama 1 tane oğlu olmuştu. çok iyi biriydi. yazık kadin benim ağlama sesimi duyar duymaz gelmiş. açtırdı anneme kapiyi. beni o halde görünce o da ağladı. "yemin ettirdi anneme,bir daha bu çocuğu dövmeyeceksin" diye. o gündür bu gündür annem beni hiç dövmedi. ama o günü de asla unutamıyorum.
devamını gör...
uzun tanıma kıyamayıp beğeni vermek
emeğe saygı lütfen.
not: uzun yazan arkadaşlar arada yazı fontunu falan değiştirin, görsel ekleyin azıcık şenlendirin tanımınızı.
not: uzun yazan arkadaşlar arada yazı fontunu falan değiştirin, görsel ekleyin azıcık şenlendirin tanımınızı.
devamını gör...
alternatif akım vs doğru akım
elektrik dünyasında kullanılan ve zamanında insanları 2'ye bölmüş olan 2 tür elektrik akımının kıyaslanması.
bu işlere merakı olan herkes bilir ki thomas edison ve nikola tesla, 19. yüzyılın sonlarında bu iki tür akım nedeniyle karşı karşıya geldiler. üstelik savaş o kadar büyüdü ki, edison alternatif akımın ne kadar tehlikeli olduğuna ve hiçbir yerde kullanılmaması gerektiğine halkı ikna edebilmek için hayvanları elektrik vererek öldürttü ve herkese izletti. peki bu kadar karalama kampanyasına rağmen ne oldu da alternatif akım, doğru akım karşısındaki savaşı kazandı?
fizikte elektrik konusuyla uğraşırken güç formülü karşımıza p = i * v olarak çıkar. yani güç = akım x voltaj
bu formüle göre bir yerden bir başka yere enerji naklederken akım ve voltaj ne kadar yüksek olursa, güç de o kadar yüksek olur. sadece voltajı ya da sadece akımı yükseltip diğerini düşük tutarak aynı miktarda gücü elde edip iletmek de yine formülden görüleceği üzere mümkündür.
elektriği iletirken kablolar kullanıyoruz. bu kabloların içerisinde belirli miktarda direnç var ve kablo ne kadar uzun olursa, elektrik akımının karşılaşacağı direnç de o kadar fazla olur. dirençle karşılaşan elektrik enerjisi, ısı enerjisine dönüşür. ne kadar çok elektrik ısıya dönüşürse, elektrik enerjisi kaybımız da o kadar yüksek olur. bu nedenle bu enerji türünde kaybı en aza indirmek için ısıya dönüşümü de en aza indirmek gerekir.
şimdi burada daha fazla formüle girip kafa karıştırmayacağım ama enerji kaybını azaltmak için yapmamız gerekeni bize yine bir formül söyler: voltajı yükseltmek. zira voltaj bu formülde paydada bulunur ve payda büyüdükçe sayının küçüldüğünü hepimiz matematikte görmüşüzdür. bu küçülen sayı, ısıdan kaynaklanan kayıp miktara karşılık gelir. yani voltaj yükseldikçe elektrik enerjisinden kayıp azalır. ancak voltajın bu kadar yüksek tutulması, evlerde, iş yerlerinde kullandığımız elektriği düşününce, bizi kavurma yapmaya yeter. bu nedenle de insanların kullanımına sunulurken bu voltajın transformatörler aracılığıyla düşürülmesi gerekir.
şu resme bakalım:

görselin kaynağı
primer devre denilen kısım, burada bahsettiğim yüksek voltajın verildiği kısımdır. sekonder devre ise voltajın düşürülerek yeni değeriyle çıkacağı kısımdır. tersini de yapabiliriz. bu iş tamamen buradaki tellerin sarım sayısıyla ilgilidir. işte alternatif akımın galip gelmesinin en önemli nedeni budur. transformatörler alternatif akımla çalışırlar.
özellikle edison ve tesla'nın yaşadığı dönemde, doğru akımı yüksek voltaja çevirerek iletmenin bir yolu yoktu. doğru akım çok sayıda yangına neden oluyordu. daha ileri tarihlerde bunu iletmenin de yolu bulundu. çok uzun iletim hatlarında alternatif akıma kıyasla oldukça verimli olan bu yol son derece pahalı olduğundan yine de tercih edilmiyor.
her ne kadar o zamanlar bu iki bilim insanı birbirini yemiş ve alternatif akım genel olarak savaşı kazanmışsa da, günümüzde elbette her iki akımı birden kullanıyoruz ve bu iki insana da saygı duyuyoruz.
... ama yine de tesla'ya biraz daha fazla saygı duyuyoruz. en azından ben öyle yapıyorum. *
konuyla ilgili bir de film çekildi the current war adıyla. yalnız ben umduğumu bulamadım bu filmde açıkçası. yine de merak edenler ve izlememiş olanlar varsa, bu bilgiyi de eklemiş olayım buraya.
son olarak:

görselin kaynağı
bu işlere merakı olan herkes bilir ki thomas edison ve nikola tesla, 19. yüzyılın sonlarında bu iki tür akım nedeniyle karşı karşıya geldiler. üstelik savaş o kadar büyüdü ki, edison alternatif akımın ne kadar tehlikeli olduğuna ve hiçbir yerde kullanılmaması gerektiğine halkı ikna edebilmek için hayvanları elektrik vererek öldürttü ve herkese izletti. peki bu kadar karalama kampanyasına rağmen ne oldu da alternatif akım, doğru akım karşısındaki savaşı kazandı?
fizikte elektrik konusuyla uğraşırken güç formülü karşımıza p = i * v olarak çıkar. yani güç = akım x voltaj
bu formüle göre bir yerden bir başka yere enerji naklederken akım ve voltaj ne kadar yüksek olursa, güç de o kadar yüksek olur. sadece voltajı ya da sadece akımı yükseltip diğerini düşük tutarak aynı miktarda gücü elde edip iletmek de yine formülden görüleceği üzere mümkündür.
elektriği iletirken kablolar kullanıyoruz. bu kabloların içerisinde belirli miktarda direnç var ve kablo ne kadar uzun olursa, elektrik akımının karşılaşacağı direnç de o kadar fazla olur. dirençle karşılaşan elektrik enerjisi, ısı enerjisine dönüşür. ne kadar çok elektrik ısıya dönüşürse, elektrik enerjisi kaybımız da o kadar yüksek olur. bu nedenle bu enerji türünde kaybı en aza indirmek için ısıya dönüşümü de en aza indirmek gerekir.
şimdi burada daha fazla formüle girip kafa karıştırmayacağım ama enerji kaybını azaltmak için yapmamız gerekeni bize yine bir formül söyler: voltajı yükseltmek. zira voltaj bu formülde paydada bulunur ve payda büyüdükçe sayının küçüldüğünü hepimiz matematikte görmüşüzdür. bu küçülen sayı, ısıdan kaynaklanan kayıp miktara karşılık gelir. yani voltaj yükseldikçe elektrik enerjisinden kayıp azalır. ancak voltajın bu kadar yüksek tutulması, evlerde, iş yerlerinde kullandığımız elektriği düşününce, bizi kavurma yapmaya yeter. bu nedenle de insanların kullanımına sunulurken bu voltajın transformatörler aracılığıyla düşürülmesi gerekir.
şu resme bakalım:

görselin kaynağı
primer devre denilen kısım, burada bahsettiğim yüksek voltajın verildiği kısımdır. sekonder devre ise voltajın düşürülerek yeni değeriyle çıkacağı kısımdır. tersini de yapabiliriz. bu iş tamamen buradaki tellerin sarım sayısıyla ilgilidir. işte alternatif akımın galip gelmesinin en önemli nedeni budur. transformatörler alternatif akımla çalışırlar.
özellikle edison ve tesla'nın yaşadığı dönemde, doğru akımı yüksek voltaja çevirerek iletmenin bir yolu yoktu. doğru akım çok sayıda yangına neden oluyordu. daha ileri tarihlerde bunu iletmenin de yolu bulundu. çok uzun iletim hatlarında alternatif akıma kıyasla oldukça verimli olan bu yol son derece pahalı olduğundan yine de tercih edilmiyor.
her ne kadar o zamanlar bu iki bilim insanı birbirini yemiş ve alternatif akım genel olarak savaşı kazanmışsa da, günümüzde elbette her iki akımı birden kullanıyoruz ve bu iki insana da saygı duyuyoruz.
... ama yine de tesla'ya biraz daha fazla saygı duyuyoruz. en azından ben öyle yapıyorum. *
konuyla ilgili bir de film çekildi the current war adıyla. yalnız ben umduğumu bulamadım bu filmde açıkçası. yine de merak edenler ve izlememiş olanlar varsa, bu bilgiyi de eklemiş olayım buraya.
son olarak:

görselin kaynağı
devamını gör...
arapların türklere karşı hainlikleri
tanıştığımız ilk günden bu yana türk'te gücü gördüğü zaman tapan, güçsüz gördüğü zaman ise her daim ihanet eden çöl faresi arapların bitmek tükenmek bilmeyen ihanetlerinden bir kaç örnek sunmak istiyorum.
misal talkan ve curcan katliamları başlığında da bolca göreceğiniz vahşetleri yapan araplardır.
kuteybe bin muslim isimli emevi atmığının bütün rezillikleri burada kayıtlıdır.
göktürkler'e karşı sasaniler tarafında yer alan yine onlardır.
haçlı seferlerinde yine türklere olan nefretini haçlı orduları ile paylaşan onlardır.
birinci dünya savaşında olanlar ise hepinizin malumudur.
filistin'de, hicaz'da, medine’de türkleri örneksiz vahşetler ile katleden yine bunlardır.
daha dün ne yediğini unutan hümanist çılgınlara milyon tane örnek göstersen, milyon sayfa yazsan da iflah olmazlar.
filistin meselesi ayağına hdp kongrelerinde cirit atan sözde din kardeşleri ve savunucuları bunlar işte.
bakınız ne diyor ismi bile bilinmeyen ve arap çöllerinde yitip giden bir mehmed'imiz:
"gazze'nin kumundan çok imiş meğer kalleşi.
nasıl sırtından vurur insanı din kardeşi.
filistin, trablusgarp, yemen illeri
hangisini kanım ile sulamadım,
gezdim cephe cephe bütün çölleri,
türk'e türk'ten başka dost bulamadım !"
misal talkan ve curcan katliamları başlığında da bolca göreceğiniz vahşetleri yapan araplardır.
kuteybe bin muslim isimli emevi atmığının bütün rezillikleri burada kayıtlıdır.
göktürkler'e karşı sasaniler tarafında yer alan yine onlardır.
haçlı seferlerinde yine türklere olan nefretini haçlı orduları ile paylaşan onlardır.
birinci dünya savaşında olanlar ise hepinizin malumudur.
filistin'de, hicaz'da, medine’de türkleri örneksiz vahşetler ile katleden yine bunlardır.
daha dün ne yediğini unutan hümanist çılgınlara milyon tane örnek göstersen, milyon sayfa yazsan da iflah olmazlar.
filistin meselesi ayağına hdp kongrelerinde cirit atan sözde din kardeşleri ve savunucuları bunlar işte.
bakınız ne diyor ismi bile bilinmeyen ve arap çöllerinde yitip giden bir mehmed'imiz:
"gazze'nin kumundan çok imiş meğer kalleşi.
nasıl sırtından vurur insanı din kardeşi.
filistin, trablusgarp, yemen illeri
hangisini kanım ile sulamadım,
gezdim cephe cephe bütün çölleri,
türk'e türk'ten başka dost bulamadım !"
devamını gör...
zeki insanların ortak özellikleri
sinan canan ın söylediğine göre, einstein gibi çok zeki diye bildiğimiz birçok insanın, beyin ve zeka kapsitesi bizden çok da farklı değil arkadaşlar, beyin, zeka, kaslar gibi çalıştırıldıkça büyüyen, hatta büyüdükçe büyüyen sonsuz bir kapasiteye sahip, aynı bir zanaatkarın, (bu arada el ve beyinle senkronize yapılan işler acayip geliştiriyormuş zekayı) hergün yaptığı marangozluk yada boya işi gibi, zeka da kullandıkça, çalıştırdıkça ustalaşıyor diyebiliriz, işte bu yüzden bu noktada merak çok önemli, yani merak ettikçe uğraşıyor insan, öğreniyor, üzerine düşünüyor vs. birşeye ne kadar çok takarsanız o kadar yoğunlaşıyorsunuz ve bu sizi bir icat yapmaya kadar götürebiliyor...
devamını gör...
seni sevmiyorum demenin farklı şekilleri
aynı kapıya çıkar.*
devamını gör...
geceye bir şiir bırak
konuştuğum vakit dilimi kestiler
ve gözlerimin içine bakıp gittiler
ben susturuldum
insanlığın en ağır sancısı o gece başladı
tanrının yarattığı düzende kaos vardı
insanlar anlamadı
sustuklarım boğazıma saplandı
yalanlara mahkum edilen insan
boynuna ipi doladı
ve günaha battı
* mevcutlu
ve gözlerimin içine bakıp gittiler
ben susturuldum
insanlığın en ağır sancısı o gece başladı
tanrının yarattığı düzende kaos vardı
insanlar anlamadı
sustuklarım boğazıma saplandı
yalanlara mahkum edilen insan
boynuna ipi doladı
ve günaha battı
* mevcutlu
devamını gör...
aydinoglu toroman
yoldaş burayı okuyorsan beni dinle. bu adamı ip adresine varıncaya kadar engelle. sözlüğünü düşünüyorsan beni dinle.
edit: uçmuş ama yine gelir bu rahatsız. patalojik vaka çünkü.
edit: uçmuş ama yine gelir bu rahatsız. patalojik vaka çünkü.
devamını gör...