üniversiteli kızı şort giydi diye döven adam
antalya'da, üniversite öğrencisi elif ülkü eroğlu'nu, şortla çöp atmaya çıktığı için döven komşusu mahsun tatar.
kızı saçlarından sürükleyerek darp etmiş. gözaltına alınan tatar, ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılmış.

hürriyet gazetesinden aydemir kadıoğlu'nun haberine göre, bu sırada komşusu mahsun tatar, "o..... musun böyle giyiniyorsun?" diyerek sözlü saldırıda bulundu. bunun üzerine eroğlu, mahsun tatar'a "sana mı soracağım?" diyerek tepki gösterdi. sözlü saldırılarını devam ettiren mahsun tatar, eroğlu'na saldırdı. saçlarından tutularak yerde sürüklenen ve darbeler alan eroğlu, çığlıklarını duyan ailesi tarafından kurtarıldı. eroğlu'nun şikayeti üzerine gözaltına alınan mahsun tatar, ifadesinde kimseye saldırmadığını, karşı tarafın saldırdığını öne sürdü ve serbest kaldı.
kaynak: www.memurlar.net/haber/9711...
kızı saçlarından sürükleyerek darp etmiş. gözaltına alınan tatar, ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılmış.

hürriyet gazetesinden aydemir kadıoğlu'nun haberine göre, bu sırada komşusu mahsun tatar, "o..... musun böyle giyiniyorsun?" diyerek sözlü saldırıda bulundu. bunun üzerine eroğlu, mahsun tatar'a "sana mı soracağım?" diyerek tepki gösterdi. sözlü saldırılarını devam ettiren mahsun tatar, eroğlu'na saldırdı. saçlarından tutularak yerde sürüklenen ve darbeler alan eroğlu, çığlıklarını duyan ailesi tarafından kurtarıldı. eroğlu'nun şikayeti üzerine gözaltına alınan mahsun tatar, ifadesinde kimseye saldırmadığını, karşı tarafın saldırdığını öne sürdü ve serbest kaldı.
kaynak: www.memurlar.net/haber/9711...
devamını gör...
mohican
mohikan. amerikalı yazar james fenimore cooper'ın yazdığı son mohikan romanı yüzünden nesli tükendiği sanılan bir kabiledir.
kuzey amerika'da yaşayan, algonkin dili konuşan, lenape'lerin yakın akrabası bir kızılderili kabilesidir. kendilerine muh he con neok, yani "çağlayan suların orada yaşayanlar" derler.
eskiden, bugünkü new york eyaletinin kuzey batısında yaşarlardı ve buralara ilk gelen hollanda'lılarla ticaret yapmışlardır. ingiliz'lerle ticaret yapan mohawk kabilesiyle yoğun savaşlar yapmış ve yenilerek bugünkü massachusetts civarlarına kaçmışlardır.
bir zaman sonra çoğu hristiyan olmuş ve fransa ve kızılderili savaşı'nda ingilizlerin yanında, kendi algonkin akrabalarına karşı savaşmıştırlar. amerikan bağımsızlık savaşı'nda ise oneida kabilesiyle birlikte kolonileri tutmuş, ve 1830'larda onlarla birlikte batıya gitmişlerdir.
bugün wisconsin eyaletinde bulunan bir rezervasyonda yaşamaktadırlar.
kuzey amerika'da yaşayan, algonkin dili konuşan, lenape'lerin yakın akrabası bir kızılderili kabilesidir. kendilerine muh he con neok, yani "çağlayan suların orada yaşayanlar" derler.
eskiden, bugünkü new york eyaletinin kuzey batısında yaşarlardı ve buralara ilk gelen hollanda'lılarla ticaret yapmışlardır. ingiliz'lerle ticaret yapan mohawk kabilesiyle yoğun savaşlar yapmış ve yenilerek bugünkü massachusetts civarlarına kaçmışlardır.
bir zaman sonra çoğu hristiyan olmuş ve fransa ve kızılderili savaşı'nda ingilizlerin yanında, kendi algonkin akrabalarına karşı savaşmıştırlar. amerikan bağımsızlık savaşı'nda ise oneida kabilesiyle birlikte kolonileri tutmuş, ve 1830'larda onlarla birlikte batıya gitmişlerdir.
bugün wisconsin eyaletinde bulunan bir rezervasyonda yaşamaktadırlar.
devamını gör...
hazall
çok nazik ve tatlı bir şekilde mesajlarıma cevap vermekte, kendisine ilgi ve alakasından dolayı teşekkür ediyorum.
devamını gör...
ceyda düvenci'nin kızının regl olmasını sosyal medyadan duyurması
hiçbir beis görmüyorum, oğlunun sünnet düğününü duyuranlardan gocunmazken masum bir kızın genç kız oluşuna seviniyorum. oğlunun pipisini kavanoza koyup story atanları da gördük çok şükür. ama 9 yaş çok erken değil mi yaa? bu nasıl olur??
devamını gör...
faruk nafiz çamlıbel
bir dönem milletvekilliği de yapmış olan beş hececi şair.
benim kafamda her zaman bir ortaokul anımla birlikte yer etmiştir. türkçe hocamız, nedendir bilinmez, çamlıbel'in han duvarları isimli şiirini "bakalım ezberleyip güzel okuyabilen olacak mı?" gazıyla bazılarımızın ezberlemesine neden olmuştu. o zamanlar benim hafıza zehir tabi... birkaç gün içinde ezberledim ve ilginçtir ki hâlâ aklımdadır şiirin tamamı.
öyle "şiir ezberlemekte ne var ki?" demeyin. şiirin uzunluğu işte bu kadar:
--- alıntı ---
yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
bir dakika araba yerinde durakladı.
neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,
ulukışla yolundan orta anadolu'ya.
ilk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!
yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
arkada zincirlenen yüksek toros dağları,
önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...
ellerim takılırken rüzgârların saçına
asıldı arabamız bir dağın yamacına.
her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
yalnız arabacının dudağında bir ıslık!
bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar,
uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.
serpilmeye başladı bir yağmur ince ince.
son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi.
yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi.
gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine.
yol, hep yol, daima yol... bitmiyor düzlük yine.
ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali,
sonun ademdir diyor insana yolun hali,
ara sıra geçiyor bir atlı, iki yayan.
bozuk düzen taşların üstünde tıkırdayan
tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...
kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
uzanmışım kalmışım yaylının şiltesine.
bir sarsıntı... uyandım uzun süren uykudan;
geçiyordu araba yola benzer bir sudan.
karşıda hisar gibi niğde yükseliyordu,
sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu:
ağır ağır önümden geçti deve kervanı,
bir kenarda göründü beldenin viran hanı.
alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
atlarımız çözüldü, girdik handan içeri.
bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,
gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı.
bir parıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,
göğüsler çekilerek nefesler daralıyor.
şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
her yüze çiziyordu bir hüzün kırışığı.
gitgide birer ayet gibi derinleştiler
yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler...
yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;
fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,
aygın baygın maniler, açık saçık resimler...
uykuya varmak için bu hazin günde, erken,
kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı.
ben garip çizgilere uğraşırken baş başa
rastlamıştım duvarda bir şair arkadaşa;
"on yıl var ayrıyım kınadağı'ndan
baba ocağından yar kucağından
bir çiçek dermeden sevgi bağından
huduttan hududa atılmışım ben"
altında da bir tarih: sekiz mart otuz yedi...
gözüm imza yerinde başka ad görmedi.
artık bahtın açıktır, uzun etme, arkadaş!
ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
araya gitti diye içlenme baharına,
huduttan götürdüğün şan yetişir yârına!...
ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,
soğuk bir mart sabahı... buz tutuyor her soluk.
ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri.
bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,
höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...
yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar.
biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide,
iki dağ ortasında boğulan bir geçide.
sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden:
ardımda kalan yerler anlaşırken baharla,
önümdeki arazi örtülü şimdi karla.
bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu,
burada son fırtına son dalı kırıyordu...
yaylımız tüketirken yolları aynı hızla,
savrulmaya başladı karlar etrafımızda.
karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;
kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...
gönlümde can verirken köye varmak emeli
arabacı haykırdı "işte araplı beli!"
tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana
biz menzile vararak atları çektik hana.
bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş
kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş.
çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor,
kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor...
gözlerime çökerken ağır uyku sisleri,
çiçekliyor duvarı ocağın akisleri.
bu akisle duvarda çizgiler beliriyor,
kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor;
"gönlümü çekse de yârin hayali
aşmaya kudretim yetmez cibali
yolcuyum bir kuru yaprak misali
rüzgârın önüne katılmışım ben"
sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı,
güneşli bir havada yaylımız yola çıktı...
bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde.
uzun bir yolculuktan sonra incesu'daydık,
bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık.
gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım,
başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!
"garibim namıma kerem diyorlar
aslı'mı el almış haram diyorlar
hastayım derdime verem diyorlar
maraşlı şeyhoğlu satılmış'ım ben"
bir kitabe kokusu duyuluyor yazında,
korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında.
ey maraşlı şeyhoğlu, evliyalar adağı!
bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı!
az değildir, varmadan senin gibi yurduna,
post verenler yabanın hayduduna kurduna!..
arabamız tutarken erciyes'in yolunu:
"hancı dedim, bildin mi maraşlı şeyhoğlu'nu?"
gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
dedi:
"hana sağ indi, ölü çıktı geçende!"
yaşaran gözlerimde her şey artık değişti,
bizim garip şeyhoğlu buradan geçmemişti...
gönlümü maraşlı'nın yaktı kara haberi.
aradan yıllar geçti işte o günden beri
ne zaman yolda bir hana rastlasam irkilirim,
çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim.
ey köyleri hududa bağlayan yaslı yollar,
dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
ey garip çizgilerle dolu han duvarları,
ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!..
--- alıntı ---
benim kafamda her zaman bir ortaokul anımla birlikte yer etmiştir. türkçe hocamız, nedendir bilinmez, çamlıbel'in han duvarları isimli şiirini "bakalım ezberleyip güzel okuyabilen olacak mı?" gazıyla bazılarımızın ezberlemesine neden olmuştu. o zamanlar benim hafıza zehir tabi... birkaç gün içinde ezberledim ve ilginçtir ki hâlâ aklımdadır şiirin tamamı.
öyle "şiir ezberlemekte ne var ki?" demeyin. şiirin uzunluğu işte bu kadar:
--- alıntı ---
yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
bir dakika araba yerinde durakladı.
neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,
ulukışla yolundan orta anadolu'ya.
ilk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!
yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
arkada zincirlenen yüksek toros dağları,
önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...
ellerim takılırken rüzgârların saçına
asıldı arabamız bir dağın yamacına.
her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
yalnız arabacının dudağında bir ıslık!
bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar,
uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.
serpilmeye başladı bir yağmur ince ince.
son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi.
yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi.
gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine.
yol, hep yol, daima yol... bitmiyor düzlük yine.
ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali,
sonun ademdir diyor insana yolun hali,
ara sıra geçiyor bir atlı, iki yayan.
bozuk düzen taşların üstünde tıkırdayan
tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...
kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
uzanmışım kalmışım yaylının şiltesine.
bir sarsıntı... uyandım uzun süren uykudan;
geçiyordu araba yola benzer bir sudan.
karşıda hisar gibi niğde yükseliyordu,
sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu:
ağır ağır önümden geçti deve kervanı,
bir kenarda göründü beldenin viran hanı.
alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
atlarımız çözüldü, girdik handan içeri.
bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,
gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı.
bir parıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,
göğüsler çekilerek nefesler daralıyor.
şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
her yüze çiziyordu bir hüzün kırışığı.
gitgide birer ayet gibi derinleştiler
yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler...
yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;
fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,
aygın baygın maniler, açık saçık resimler...
uykuya varmak için bu hazin günde, erken,
kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı.
ben garip çizgilere uğraşırken baş başa
rastlamıştım duvarda bir şair arkadaşa;
"on yıl var ayrıyım kınadağı'ndan
baba ocağından yar kucağından
bir çiçek dermeden sevgi bağından
huduttan hududa atılmışım ben"
altında da bir tarih: sekiz mart otuz yedi...
gözüm imza yerinde başka ad görmedi.
artık bahtın açıktır, uzun etme, arkadaş!
ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
araya gitti diye içlenme baharına,
huduttan götürdüğün şan yetişir yârına!...
ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,
soğuk bir mart sabahı... buz tutuyor her soluk.
ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri.
bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,
höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...
yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar.
biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide,
iki dağ ortasında boğulan bir geçide.
sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden:
ardımda kalan yerler anlaşırken baharla,
önümdeki arazi örtülü şimdi karla.
bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu,
burada son fırtına son dalı kırıyordu...
yaylımız tüketirken yolları aynı hızla,
savrulmaya başladı karlar etrafımızda.
karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;
kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...
gönlümde can verirken köye varmak emeli
arabacı haykırdı "işte araplı beli!"
tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana
biz menzile vararak atları çektik hana.
bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş
kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş.
çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor,
kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor...
gözlerime çökerken ağır uyku sisleri,
çiçekliyor duvarı ocağın akisleri.
bu akisle duvarda çizgiler beliriyor,
kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor;
"gönlümü çekse de yârin hayali
aşmaya kudretim yetmez cibali
yolcuyum bir kuru yaprak misali
rüzgârın önüne katılmışım ben"
sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı,
güneşli bir havada yaylımız yola çıktı...
bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde.
uzun bir yolculuktan sonra incesu'daydık,
bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık.
gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım,
başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!
"garibim namıma kerem diyorlar
aslı'mı el almış haram diyorlar
hastayım derdime verem diyorlar
maraşlı şeyhoğlu satılmış'ım ben"
bir kitabe kokusu duyuluyor yazında,
korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında.
ey maraşlı şeyhoğlu, evliyalar adağı!
bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı!
az değildir, varmadan senin gibi yurduna,
post verenler yabanın hayduduna kurduna!..
arabamız tutarken erciyes'in yolunu:
"hancı dedim, bildin mi maraşlı şeyhoğlu'nu?"
gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
dedi:
"hana sağ indi, ölü çıktı geçende!"
yaşaran gözlerimde her şey artık değişti,
bizim garip şeyhoğlu buradan geçmemişti...
gönlümü maraşlı'nın yaktı kara haberi.
aradan yıllar geçti işte o günden beri
ne zaman yolda bir hana rastlasam irkilirim,
çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim.
ey köyleri hududa bağlayan yaslı yollar,
dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
ey garip çizgilerle dolu han duvarları,
ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!..
--- alıntı ---
devamını gör...
bim haftanın fantezi ürünleri kataloğu
hacamat ve cinci hoca cosplay seti ne zaman gelir acaba.
devamını gör...
wrath of god
crystal castles'ın 2012 yılında piyasaya sürdükleri ııı isimli albümün ilk şarkısı ve aynı zamanda albüm çıkmadan önce single olarak albümün tanıtımını yapma görevi üstlenmiş ikinci şarkı.
şarkının konusuna gelecek olur isek, münih katliamını birçoğumuz duymuşuzdur, duymamış olan yazarlara da kısaca bahsetmek gerekir ise, 1972 yılında almanya'da düzenlecek olan yirminci olimpiyat oyunlarının sonlarına doğru, israil'li sporcuların kaldıkları otel odalarının silahlı teröristler tarafından basılarak birkaç israil'li sporcunun öldürülmesi ve bazı öldürülmeyen sporucların rehin alınması ile başlayan rehine krizi ve hemen ardından başarısız yönetilen bir operasyon neticesi ile rehin alınan sporcuların da ne yazık ki katledilmesi ve bu olayı kara eylül isimli bir örgütün üstlenmesi ile ortaya çıkmış bir olay.
bu olay sonrasında ise israil gizli servisi mossad, bu olayın intikamını almak adına belirli operasyonlar düzenlemeye başladı. amaçları kara eylül örgütünün üst düzey yetkililerini olabildiğince açık alanda öldürerek intikam almaktı.
bir operasyon başlıyordu işte, ismi "operation wrath of god" idi, kara eylül'de üst düzey yönetici sıfatlı ile yer alan ali hassan salameh isimli teröristin yeri temsil edildi ve onu yok etme kısmı onaylandığı anda iki ajan bu işi üstlenmek adına işe giriştiler, dan ert ve marianne gladnikoff isimli iki ajan, onlara ali hassan salameh olduğu söylenen insanı, norveçli hamile eşi ile bir sinema çıkışında kurşun yağmuruna tuttular.
sonuç da münih katliamındaki rehine krizini çözüme kavuşturmak isteyen alman yetkililerin operasyonları gibi fiyaskoydu! öldürdükleri insan evladı ne yazık ki bir terörist değil, ahmed bouchikhi isimli fas göçmeni bir garson idi. daha da korkuncu eşinden bir özür dahi dilenmedi, saçma sapan bir tazminat ile olayı kapatmayı denediler...
velhasıl crystal castles bu olayı kendi çapında bu şarkı ile gündeme getirmiş ve eleştirmiş.
işte şarkı burada!
şarkının konusuna gelecek olur isek, münih katliamını birçoğumuz duymuşuzdur, duymamış olan yazarlara da kısaca bahsetmek gerekir ise, 1972 yılında almanya'da düzenlecek olan yirminci olimpiyat oyunlarının sonlarına doğru, israil'li sporcuların kaldıkları otel odalarının silahlı teröristler tarafından basılarak birkaç israil'li sporcunun öldürülmesi ve bazı öldürülmeyen sporucların rehin alınması ile başlayan rehine krizi ve hemen ardından başarısız yönetilen bir operasyon neticesi ile rehin alınan sporcuların da ne yazık ki katledilmesi ve bu olayı kara eylül isimli bir örgütün üstlenmesi ile ortaya çıkmış bir olay.
bu olay sonrasında ise israil gizli servisi mossad, bu olayın intikamını almak adına belirli operasyonlar düzenlemeye başladı. amaçları kara eylül örgütünün üst düzey yetkililerini olabildiğince açık alanda öldürerek intikam almaktı.
bir operasyon başlıyordu işte, ismi "operation wrath of god" idi, kara eylül'de üst düzey yönetici sıfatlı ile yer alan ali hassan salameh isimli teröristin yeri temsil edildi ve onu yok etme kısmı onaylandığı anda iki ajan bu işi üstlenmek adına işe giriştiler, dan ert ve marianne gladnikoff isimli iki ajan, onlara ali hassan salameh olduğu söylenen insanı, norveçli hamile eşi ile bir sinema çıkışında kurşun yağmuruna tuttular.
sonuç da münih katliamındaki rehine krizini çözüme kavuşturmak isteyen alman yetkililerin operasyonları gibi fiyaskoydu! öldürdükleri insan evladı ne yazık ki bir terörist değil, ahmed bouchikhi isimli fas göçmeni bir garson idi. daha da korkuncu eşinden bir özür dahi dilenmedi, saçma sapan bir tazminat ile olayı kapatmayı denediler...
velhasıl crystal castles bu olayı kendi çapında bu şarkı ile gündeme getirmiş ve eleştirmiş.
işte şarkı burada!
devamını gör...
ilk dinleyişte aşık olunan şarkılar
devamını gör...
okuduğun kitaptan bir alıntı bırak
ateşli bir şekilde savunulan görüşler asla iyi bir temele dayanmayan görüşlerdir; gerçekten de şiddetli duygusallık, görüş sahibinin rasyonel kanıtlardan yoksun olduğunun bir göstergesidir.
bertrand russel
sorgulayan denemeler
1928 yılında yayınlanan bir kitap, o günden bugüne hiç değişmeyen insanlık.
bertrand russel
sorgulayan denemeler
1928 yılında yayınlanan bir kitap, o günden bugüne hiç değişmeyen insanlık.
devamını gör...
aşkı en güzel anlatan replik
- kolyeni bende unutmuşsun, akşam gel al.
+ yangında düşürdüm sanıyordum.
- yangın sayılır.
ağır roman
en sevdiğim filmlerdendir. izleyiniz.
+ yangında düşürdüm sanıyordum.
- yangın sayılır.
ağır roman
en sevdiğim filmlerdendir. izleyiniz.
devamını gör...
kendinizi beş yıl sonra nerede görüyorsunuz sorusu
kareli battaniyenin içinden sevdiğimle film izlerken.
devamını gör...
ekşi sözlük'e geri dönmek
komedi gibi bir durum.
tercihen yazarsınız ya da yazmazsınız gidersiniz. ayrıca başlık açıp gidiyorum demekte nedir ki?
tercihen yazarsınız ya da yazmazsınız gidersiniz. ayrıca başlık açıp gidiyorum demekte nedir ki?
devamını gör...
babanın ölmesi
başınız sağolsun, mekanı cennet olsun babanızın.
5 sene oldu benim babam gideli. onun her zaman oturduğu bir koltuk vardı odaya her girdiğimde sanki orada görecekmişim gibi gelirdi. insan alışıyor maalesef üzerinden aman geçince.
5 sene oldu benim babam gideli. onun her zaman oturduğu bir koltuk vardı odaya her girdiğimde sanki orada görecekmişim gibi gelirdi. insan alışıyor maalesef üzerinden aman geçince.
devamını gör...
sicilya
mafyanın anavatanıdır. süleyman çakır'ın büyük dedesinin corleone kasabasına trabzon hurması ticareti için gidip, sokak mafyası olarak harmanlandığı söylenir.
adanın yerlileri arasında favorim elbette vito'nun oğlu michael corleone!
adanın yerlileri arasında favorim elbette vito'nun oğlu michael corleone!
devamını gör...
ilkay akkaya dinlemek
sesinde öyle bir şey var ki, kendisini dinletiyor, dinleyeni dinlendiriyor. çok bunaldığınız zaman bir ilkay şarkısı dinleyin. terapi gibi gelecektir.
sustum.
sustum.
devamını gör...
graves hastalığı
tirotoksikozun(tiroid hormon düzeyinin fazlalığına verilen isim) en sık nedenidir.
klinikte canlı bakış,diyare,iştah normalken kilo kaybı,sıcak intoleransı,pretibial miksödem görülür.
kemik turnover'ındaki artışa bağlı hiperkalsemi ve osteoporoz görülebilir.
graves oftalmopatisi olarak bilinen ekzoftalmi,propitosis(gözün dışarı doğru çıkması) çok spesifik bir bulgudur.
bu hastalarda tsh düzeyi düşük t3,t4 düzeyleri artmış bulunur.
tiroid sintigrafisinde bilateral diffüz tutulum görülür
radyoaktif iyot uptake yüksektir.
tedavide anti tiroid ilaç olan propitiyourasil veya metimazol tercih edilir.
radyoaktif iyot ilaç tedavi sonrası nüks gelişirse kullanılır. gebe ve emzirenlere uygulanmaz.
cerrahi olarak tiroid bezi tamamen alınabilir.
oftalmopati olduysa eğer glukokortikod ilk seçenek ilaç grubudur.
klinikte canlı bakış,diyare,iştah normalken kilo kaybı,sıcak intoleransı,pretibial miksödem görülür.
kemik turnover'ındaki artışa bağlı hiperkalsemi ve osteoporoz görülebilir.
graves oftalmopatisi olarak bilinen ekzoftalmi,propitosis(gözün dışarı doğru çıkması) çok spesifik bir bulgudur.
bu hastalarda tsh düzeyi düşük t3,t4 düzeyleri artmış bulunur.
tiroid sintigrafisinde bilateral diffüz tutulum görülür
radyoaktif iyot uptake yüksektir.
tedavide anti tiroid ilaç olan propitiyourasil veya metimazol tercih edilir.
radyoaktif iyot ilaç tedavi sonrası nüks gelişirse kullanılır. gebe ve emzirenlere uygulanmaz.
cerrahi olarak tiroid bezi tamamen alınabilir.
oftalmopati olduysa eğer glukokortikod ilk seçenek ilaç grubudur.
devamını gör...
istanbul modern sanat müzesi
2004 yılında açılmış olan, türkiye'nin ilk modern sanat müzesidir.
devamını gör...
hayalistan
büyük bir okyanus ve içerisindeki bi’ kaç adacıktan oluşmuş gayet sanal ve de hayal bi’yer, hayalistan burası. adalarında dağları var tepelerine ulaşmaya nefes yetmeyen ve türlü türlü ağaçlar, kimisi meyve kimisi sadece oksijen veren. adalarından birisinin bir köşesi yanmakta ve tek nüfusu oraya doğru yüzmekte. söndüremeyeceği bilincinde onca su içerisinde biçare..
düşler beni terk ettiği için mi içmeye başladım yoksa içmeye başladığım için mi düşler beni terk etti, hatırlamıyorum. bütün çözüm yolları çürütülmüş, son sigara söndürülmüş şarkının bitmesini beklendikten sonra doğudan yükseleni alıp arkama yola koyulmuştum oysa, batışına yakın çözümlerimi bulmak adına..
hiç bir şey almamıştım yanıma, terk etmiştim bütün düşünceleri ve o'na gitmiştim safça. hiç bir düş sadece bi'düş değildi madem, gerçek bir 'hiç kimse' olmaktansa sahte bile olsa 'biri' olmayı hat etmiyor muydum.?
bilinç korkunç bi' lanetmiş. düşünürsün, hissedersin ve acı çekersin, sonrası yok. kendimden başka her şeyi hatırlıyorum şu an, gözümü kapadım artık dengesiz kaderlere, umurumda değil bu dünya. hatta canım bile cehenneme..
bir böcek daha düştü, kıpraşır durur beynimde. bu açıklanamaz ama hissedersin. hayatın boyunca dünyayla ilgili bazı şeylerin yanlış olduğunu hissetmişsindir. ne olduğunu bilemezsin, ama o' oradadır; beynine saplanmış bir kıymık parçası gibi, regl'i dinmeyen bi' kız gibi, sancılı ve kıvrandırıcı..
derinlere yüzüyorum bu gece..
neresinden çıkacağımı bilemediğim bi’ yere neresinden dalacağımı bilemeden, nereden yüklediğimi bilmediklerim sırtımda mecburi dalış yapıyorum.
bi’ deli kan*, ‘çok şaşırdığın bir şeye yatıp kalkınca inanırsın, haydan huya kaç saatte gidiliyor bilinmiyor’ derdi.
şimdi deli misali şaşkınım.
korkuyorum, uyumalı mıyım.?
okyanusun dibine batmışım, şu an sadece hareketsizce bekliyorum. tek dayanağım umut tüpüm dolu ve bunca basınç altında bile burnumu terk etmeyen o çiçek kokuları ile etrafımdaki köpek balıklarının gitmesini bekliyorum. zamanım dolsa da şu gece mesaisinde, saatim çalıp beni uyandırsa ve gitsem işe bu kabustan çıkıp diyorum. o kadar zor ki hayaletlerle uyumak, hayal gücünüzün tıkanmasına bağlı bu. gerçeğinden korkup yaklaşamayacağınız her şeyin ölüsü var karşınızda, zombi olmuşlar ve hepsi ölmelerine kızgın, sorumlu aramakta..
her gece düşüyorum o sinirli, hayatsal titreşimleri olmayan yaratıkların arasına. her gece yenileri ekleniyor, ilk kez görüp daha fazla korktuklarım cabası. saatim kurtarıyor beni böyle gecelerden, daha yatalı iki dakika olmamış, sanki gözüme uyku girmemiş, uyuyamadan kalkmışım ama saatler geçmiş hayaletler ormanında..
dokunuşlar hissiz, sevgisiz bu ten, ağlamaklı suratlarda maske, fonda ise bir ten..
bi' de müzik götürür beni hep ütopyalara, hep garip şeyler hissettirir bana ve sürükler beni hayal ormanına. seviyorum o anları, kendimi huzurlu hissettiğim bi' kaç sistemden birisi. geniş omuzlu bi' şövalye hayaletler ormanına girmiş, o sinirli yaratıkları bir bir kılıçtan geçiriyor. ‘wake up’ diye bağırıyor, her yöne kılıcını savuruyor. kılıcıyla buluşan ruhsuzlar rengarenk çiçeklerin ruhlarında ormana dağılıyor..
müzik, tam ben giderken tamda her şeyden vazgeçmişken, ‘ı follow you’ diyor ve gitme amacımı yok ediyordu. notalar bütünlüğünde de olsa hiç bir şeyi peşimden sürükleyemezdim. böyle olunca bir türlü birleştiremiyordum keskin kenarı yumuşak tenimle. sonra yaşama düşüyorum bi' yerden, yüksekçe bi' yerden ıslak bi' şekilde toprağa çarpıyorum ve gözlerimi ovalayarak devam ediyordum mutluluk hormonumu bitirmeye..
peki ya tükenirse.?
akması gereken göz yaşı dışında başka bir şeyse bile akacak..
annem aradı az önce, vücudunda ki mutluluk hormonunu bitirmeyi bırak ve buraya gel dedi..
annemi dinlemeliyim.
sevgiler..
düşler beni terk ettiği için mi içmeye başladım yoksa içmeye başladığım için mi düşler beni terk etti, hatırlamıyorum. bütün çözüm yolları çürütülmüş, son sigara söndürülmüş şarkının bitmesini beklendikten sonra doğudan yükseleni alıp arkama yola koyulmuştum oysa, batışına yakın çözümlerimi bulmak adına..
hiç bir şey almamıştım yanıma, terk etmiştim bütün düşünceleri ve o'na gitmiştim safça. hiç bir düş sadece bi'düş değildi madem, gerçek bir 'hiç kimse' olmaktansa sahte bile olsa 'biri' olmayı hat etmiyor muydum.?
bilinç korkunç bi' lanetmiş. düşünürsün, hissedersin ve acı çekersin, sonrası yok. kendimden başka her şeyi hatırlıyorum şu an, gözümü kapadım artık dengesiz kaderlere, umurumda değil bu dünya. hatta canım bile cehenneme..
bir böcek daha düştü, kıpraşır durur beynimde. bu açıklanamaz ama hissedersin. hayatın boyunca dünyayla ilgili bazı şeylerin yanlış olduğunu hissetmişsindir. ne olduğunu bilemezsin, ama o' oradadır; beynine saplanmış bir kıymık parçası gibi, regl'i dinmeyen bi' kız gibi, sancılı ve kıvrandırıcı..
derinlere yüzüyorum bu gece..
neresinden çıkacağımı bilemediğim bi’ yere neresinden dalacağımı bilemeden, nereden yüklediğimi bilmediklerim sırtımda mecburi dalış yapıyorum.
bi’ deli kan*, ‘çok şaşırdığın bir şeye yatıp kalkınca inanırsın, haydan huya kaç saatte gidiliyor bilinmiyor’ derdi.
şimdi deli misali şaşkınım.
korkuyorum, uyumalı mıyım.?
okyanusun dibine batmışım, şu an sadece hareketsizce bekliyorum. tek dayanağım umut tüpüm dolu ve bunca basınç altında bile burnumu terk etmeyen o çiçek kokuları ile etrafımdaki köpek balıklarının gitmesini bekliyorum. zamanım dolsa da şu gece mesaisinde, saatim çalıp beni uyandırsa ve gitsem işe bu kabustan çıkıp diyorum. o kadar zor ki hayaletlerle uyumak, hayal gücünüzün tıkanmasına bağlı bu. gerçeğinden korkup yaklaşamayacağınız her şeyin ölüsü var karşınızda, zombi olmuşlar ve hepsi ölmelerine kızgın, sorumlu aramakta..
her gece düşüyorum o sinirli, hayatsal titreşimleri olmayan yaratıkların arasına. her gece yenileri ekleniyor, ilk kez görüp daha fazla korktuklarım cabası. saatim kurtarıyor beni böyle gecelerden, daha yatalı iki dakika olmamış, sanki gözüme uyku girmemiş, uyuyamadan kalkmışım ama saatler geçmiş hayaletler ormanında..
dokunuşlar hissiz, sevgisiz bu ten, ağlamaklı suratlarda maske, fonda ise bir ten..
bi' de müzik götürür beni hep ütopyalara, hep garip şeyler hissettirir bana ve sürükler beni hayal ormanına. seviyorum o anları, kendimi huzurlu hissettiğim bi' kaç sistemden birisi. geniş omuzlu bi' şövalye hayaletler ormanına girmiş, o sinirli yaratıkları bir bir kılıçtan geçiriyor. ‘wake up’ diye bağırıyor, her yöne kılıcını savuruyor. kılıcıyla buluşan ruhsuzlar rengarenk çiçeklerin ruhlarında ormana dağılıyor..
müzik, tam ben giderken tamda her şeyden vazgeçmişken, ‘ı follow you’ diyor ve gitme amacımı yok ediyordu. notalar bütünlüğünde de olsa hiç bir şeyi peşimden sürükleyemezdim. böyle olunca bir türlü birleştiremiyordum keskin kenarı yumuşak tenimle. sonra yaşama düşüyorum bi' yerden, yüksekçe bi' yerden ıslak bi' şekilde toprağa çarpıyorum ve gözlerimi ovalayarak devam ediyordum mutluluk hormonumu bitirmeye..
peki ya tükenirse.?
akması gereken göz yaşı dışında başka bir şeyse bile akacak..
annem aradı az önce, vücudunda ki mutluluk hormonunu bitirmeyi bırak ve buraya gel dedi..
annemi dinlemeliyim.
sevgiler..
devamını gör...