en sevdiğiniz hukuk terimi
(bkz: avalist)
(bkz: ciranta)
(bkz: illetten mücerret)
(bkz: vefa şufa iştira)
söylerken kulağa çok hoş gelmiyor mu?
(bkz: ciranta)
(bkz: illetten mücerret)
(bkz: vefa şufa iştira)
söylerken kulağa çok hoş gelmiyor mu?
devamını gör...
normal sözlük sermaye düşmanı yazarlar listesi
ne yazsam diye 30 dakika düşünüp genelde yazmadan tanımları kapattığım için imrendiğim ve tebrik ettiğim yazar listesi. bu gurur sizin.
devamını gör...
çaylakları yazar yapıyoruz kampanyası
siz kimsiniz lan dediğim başlıktır.
hangi hakla hangi had ile böyle bir şey yapıyorsunuz.
şaka bir yana yüzlerce yıl çaylaklık yaptım şöyle iyi niyetli kampanyalarla karşılaşmadım.
hangi hakla hangi had ile böyle bir şey yapıyorsunuz.
şaka bir yana yüzlerce yıl çaylaklık yaptım şöyle iyi niyetli kampanyalarla karşılaşmadım.
devamını gör...
müze
ülkemizde müze ler , soyulmaya, yağmalama, orijinal eserleri sahteleri ile değiştirmeye, hazinelerimizi yurtdışına satma ya,üs olarak kullanılan yerlerdir.
dürüst, namuslu müze müdürlerini tenzih ederim.
dürüst, namuslu müze müdürlerini tenzih ederim.
devamını gör...
hastası olunan sözler
dünyanın en zor şeyi bir işin nasıl yapılacağını biliyorken bir başkasının nasıl yapamadığını ses çıkarmadan izlemektir. terence hanbury white.
devamını gör...
inci küpeli kız
inci küpeli kız, hollandalı ressam johannes vermeer'in başyapıtlarından biri olan tablodur. adından anlaşılacağı gibi odak noktası bir inci küpedir. lahey'de, mauritshuis'te sergilenmektedir. kimi zaman "kuzeyin mona lisa'sı" ya da "hollandalı mona lisa" olarak adlandırılır. --- alıntı ---
--- alıntı ---
--- alıntı ---
devamını gör...
nedir eksik olan
vicdani duygulardır yahut yalnızca vicdan.
vicdanı olmayan insan hayvana da zarar verir, kadına da şiddet uygular, çocuğuna hem mental hem fiziksel hasar verir. asıl değer vicdandır. çoğumuzda eksik olan da odur.
vicdanı olmayan insan hayvana da zarar verir, kadına da şiddet uygular, çocuğuna hem mental hem fiziksel hasar verir. asıl değer vicdandır. çoğumuzda eksik olan da odur.
devamını gör...
ailenin en büyük çocuğu
deneme tahtasıdır. dikkat ederseniz anne baba ilk çocukta tecrübesiz olduğundan nasıl davranacağını bilemez. bu sebeple ilk çocuk hafiften dengesiz ve terelelli olur. ancak ikinci çocuk hem daha iyi yetiştirilirken hem de daha dengeli olur. sonuç olarak her şey ilk çocuktadır hayatta. bu sebeple her şeyi ona yaptırmaya kalkarlar.
devamını gör...
şeytan
aklıma orhan pamuk' un benim adım kırmızı da ki - ben seytan- bölümü geldi..
okumayanlara.. hatırlamak isteyenler için..
[[alıntı]]
orhan pamuk'un benim adım kırmızı isimli kitabında geçen enfes bölüm.
--- alıntı ---
-ben şeytan-
zeytinyağında kızarmış kırmızı biberin kokusunu, şafak vakti durgun denize yağan yağmurları, açık pencerenin kenarında bir an bir kadının belirişini, sessizlikleri, düşünmeyi ve sabrı severim. kendime inanırım ve çoğu zaman benim hakkımda söylenenlere aldırmam. ama bu akşam, bu kahvehaneye nakkaş ve hattat kardeşlerimi bazı dedikodular, yalanlar, söyletiler yüzünden uyarmaya geldim.
elbette, ben söyledim diye tam tersine inanmaya hazır olduğunuzu biliyorum. ama benim söylediğimin tam tersinin her zaman doğru olmadığını sezecek kadar da akıllı ve kanmasanız da söylediğim her şeye ilgi duyacak kadar da hassassınız. kuran-ı kerim'de elli kere geçen adımın, en çok anılan adlardan biri olduğunu bilirsiniz.
peki, allah'ın kitabından, kuran-ı kerim'den başlayalım. orada hakkımda söylenenlerin hepsi doğrudur. bunu söylerken bir alçakgönüllülük ettiğim bilinsin isterim. çünkü bir de üslup meselesi var. kuran-ı kerim'in beni aşağılayışı bana hep acı verdi. bu acı benim hayat tarzımdır. bunu tartışmıyorum.
evet, biz meleklerin gözleri önünde allah insanı yarattı. sonra bizden ona secde etmemizi istedi. evet, araf suresinde yazıldığı gibi bütün melekler secde ederken ben itiraz ettim. adem'in çamurdan, benim ise, çok daha üstün bir madde olduğunu hepinizin bildiği ateşten yaratıldığımı hatırlattım. insana secde etmedim. allah da beni “mağrur” buldu.
“cennet'ten in,” dedi. orada büyüklük taslamak senin haddin değil.“
"kıyamete, ölüler dirilene kadar yaşamama izin ver,” dedim.
verdi. ben de, bütün bu sürede ona secde etmediğim için cezalandırılmama sebep olan adem'in soyunu, yoldan çıkaracağımı söyledim. o da, yoldan çıkardıklarımı cehenneme'e yollayacağını söyledi. bunları karşılıklı yapmaya devam ettiğimizi biliyorsunuz. bu konuda ekleyecek çok fazla bir şeyim yok.
bazıları, o sırada yüce allah ile aramızda bi anlaşma yapılmış olduğunu ileri sürdüler. bu mantığa göre, ben yüce allah'a kullarını sınamak için yardımcı oluyor, onların aklını çelmeye çalışıyordum. iyiler iyi karar verip yoldan çıkmıyor, kötüler nefislerine yenik düşüp günah işliyor, cehennem'i de boyluyorlardı. herkes cennet'e gidecekse kimse korkutulamayacağı, dünya ve devlet işleri yalnız iyilikle yürütülemeyeceği ve alemde iyilik kadar kötülük, sevap kadar günah da gerekli olduğu için yaptığım çok önemliydi. allah'ın düzeninin benim sayemde ve yüce allah'ın (niye kıyamete kadar yaşamam için bana süre vermişti?) izniyle gerçekleştiği halde, benim “kötü” olmam, hakkımın hiçbir zaman teslim edilmemesi benim gizli acımdı. benim hasabıma bu mantığı sonuna kadar götüren hallacı mansur, veya meşhur imam gazali'nin kardeşi ahmet gazzali gibiler, demek ki, allah'ın izni ve isteğiyle yapıldığına göre, aslına benim işlettiğim günahların da, allah'ın istediği şeyler olduğu, iyi ile kötü olmadığı, çünkü her şeyin allah'tan geldiğini, hatta benim de allah'ın bir parçası olduğumu yazıp söylemeye kadar vardırmışlardır işi.
bu akılsızların bazıları, haklı olarak, kitaplarıyla birlikte yakılıp öldürülmüşlerdir. çünkü, tabii ki, iyi ve kötü vardır, bu ikisi arasında bir sınır çizmek hepimizin işidir, ben -haşa- allah değilim ve bu saçmalıkları da bu akılsızların kafasına ben sokmadım, onlar kendileri düşündüler.
bu da beni ikinci itirazıma getiriyor: alemdeki bütün kötülüklerin, ve günahların kaynağı ben değilim. pek çok insan benim kışkırtmam, kandırmam, vesveselendirmem olmadan kendi hırsları, şehvetleri, iradesizlikleri, alçaklıkları ve çoğunlukla da aptallıkları yüzünden günah işliyorlar. bazı okumuş yazmış mutasavvıfların, beni bütün kötülüklerden arındırma gayretleri ne kadar saçmaysa, her kötülüğün benden çıktığını sanmak da kuran-ı kerim'e o kadar aykırı. müşterisini kazıklayıp çürük elmayı hileyle satan her manavı, yalan söyleyen her çocuğu, her dalkavukluk edeni, edepsiz hayaller gören her ihtiyarı, otuz bir çeken her oğlanı ben kandırmıyorum. hatta, yüce allah, bu son ikisinde beni anmalarına yol açacak bir kötülük bile bulamaz. elbette vahim günahlar işlensin diye çok uğraşıyorum, ama ağzı açık esneyenleri, hapşıranları, hatta osuranları da benim kandırdığımı yazıyor bazı hocalar. beni hiç anlamadıkları anlamına geliyor bunlar.
anlamasınlar, sen de onları daha kolay kandırırsın, diyebilirsiniz. doğru. ama benim de bir gururum olduğunu, zaten yüce allah ile aramı bunun açtığını hatırlatmam gerekir. her kılığa kolaylıkla girebildiğim, özellikle şehvet uyandıran güzel kadın olarak dini bütünlerin yoluna çıktığım on binlerce cilt kitapta kaç kere yazıldığı halde, buradaki nakkaş kardeşlerim beni niye hala yüzü et benleriyle kaplı, eciş bucüş, boynuzlu ve kuyruklu bir korkunç mahluk gibi çizdiklerini açıklayabilirler mi?
asıl konumuza böylece geldik: nakış. istanbul sokaklarını dolduran ve sizleri daha sonra üzmesin diye adını anmayacağım bir vaizin kışkırttığı bir kalabalık, makam ile ezan okumanın, tekkelere toplanıp kucak kucağa zikredip çalgı eşliğinde kendinden geçmenin allah'ın sözüne aykırı olduğunu söylüyormuş. bu vaizden ve kalabalığından korkan aramızdan bazı nakkaşlar, frenk usüllerince nakşetmenin benim işim olduğunu söylüyorlarmış, işittim. bana yüzlerce yılda sayısız iftira edildi. hiçbiri hakikatten bu kadar uzak değildi.
her şeyin başına dönelim. herkes havva'ya yasak meyveden yedirmeme takıldığı için bu başlangıcı unutuyor. hayır, başlangıç yüce allah'ın beni mağrur bulması da değildir. her şeyin başlangıcında o'nun bana ve diğer meleklerine insanı gösterip secde etmemizi istemesi ve öteki melekler insana secde ederken çok yerinde bir kararla,
-benim insana secde etmemem-
var. beni ateşten yarattıktan sonra, daha değersiz bir malzeme olan çamurdan yapılmış
-insana secde et-
demesi sizce yerinde mi? vicdanınızla söyleyin kardeşlerim? peki, biliyorum, burada hiçbir şeyin aramızda kalmayacağını, o'nun her şeyi işiteceğini ve birgün de sizden hesabını soracağını düşünüp korkuyorsunuz. o zaman size o vicdanı niye verdi diye sormuyorum, korkmakta haklısınız, diyorum ve bu sorumu ve ateş-çamur ayrıntısını unutuyorum. ama hiç unutmayacağım, evet gururla hatırlayacağım bir şey var:
-ben insana secde etmedim.-
oysa yeni frenk üstatları, şimdi tam bunu yapıyorlar. beylerin, papazların, zengin tüccarların ve hatta kadınların bile gözlerinin rengi, tenlerinin dokusunu, dudaklarının benzersiz kıvrımını, göğüslerinin arasındaki güzel gölgeye, alınlarındaki kırışıklara, parmaklarındaki yüzüklere, hatta kulaklarından fışkıran iğrenç kıllara kadar her şeyi olduğu gibi resmedip göstermekle yetinmiyorlar, sanki insan secde edilecek bir yaratıkmış gibi onları resimlerinin tam merkezine yerleştirip bu resimleri tapılacak put gibi duvarlara asıyorlar. insan, gölgesi bile bütün ayrıntısıyla resmedilecek kadar önemli bir mahluk mudur? bir sokaktaki evler insanın gözünün yanlışlıkla gördüğü gibi gitgide küçülüyormuş gibi resmedilirse alemin merkezine allah değil, insan yerleştirilmiş olmaz mı? bunları her şeye muktedir yüce allah daha iyi bilir. ama, insana secde etmeyi reddetmiş, bu yüzden ne acılar, ne yalnızlıklar çekmiş, bu yüzden allah'ın gözünden düşmüş, küfürler edilmiş olan benim, bu resimlerin fikrini verdiğimi ileri sürmenin ne kadar saçma olduğu anlaşılmıştır sanıyorum. bazı mollaların yazdığı, bazı vaizlerin söylediği gibi, bütün çocukların benim yüzümden otuz bir çektiğine, herkesi benim osurttuğuma inanmak bile daha mantıklıdır.
bu konuda son bir şey daha söylemek istiyorum, ama sözüm kafası kendine gösterme hevesleri, şehvet ve para düşkünlüğü ve abuk sabuk tutkuları yüzünden her zaman bulanık olan insanlara değil! sınırsız aklıyla beni yüce allah anlar ancak: meleklerini insana secde ettirerek onlara mağrur olmayı sen öğretmedin mi? şimdi de senin meleklerinden öğrendikleri şeyleri kendileri yapıyor, kendi kendilerine secde edip kendilerini alemin merkezine yerleştiriyorlar. herkes, senin en sadık kulların bile, frenk üstatlarının tarzında resmedilmek istiyor. bu kendine hayranlığın sonucu, yakında seni unutmaları olacak, bunu kendimi bilir gibi biliyorum. üstelik, seni unutmalarının bütün suçunu yine bana atacaklar.
bütün bunlara sanıldığı kadar aldırmadığımı nasıl anlatabilirim size? tabii ki yüzlerce yıldır acımasızca, taşlanmama, küfürlere, lanetlere, beddualara rağmen sağ salim ayakta durduğumu göstererek. kıyamete kadar yaşam iznimi bana ulu allah'ın verdiğini, bana olur olmaz küfür eden öfkeli ve yüzeysel düşmanlarım hatırlasalar hepimizin işi kolaylaşırdı. onların ise, allah'tan alabildikleri ömür altmış yetmiş yılı ancak geçer. bari kahve içerek bunu uzatmaya çalışın, desem, aman şeytan böyle istiyorsa tam tersini yapayım diye bazılarının hiç kahve içmeyeceğini ya da baş aşağı dikilip kıçına kahve döktürmeye çalışacağını da biliyorum.
gülmeyin. düşüncelerin içeriği değil, biçimi önemlidir. nakkaşın ne resmettiği değil, üslubu. ama bunların da hiç belli olmaması gerekir. son olarak bir aşk hikayesi anlatacaktım, geç olmuş. beni bu gece seslendiren üstat meddah, yarın değil, öbür gün, çarşamba gecesi duvara bir kadın resmi astığında bu aşk hikayesini tatlı diliyle seslendirmeye söz verdi.
--- alıntı ---
okumayanlara.. hatırlamak isteyenler için..
[[alıntı]]
orhan pamuk'un benim adım kırmızı isimli kitabında geçen enfes bölüm.
--- alıntı ---
-ben şeytan-
zeytinyağında kızarmış kırmızı biberin kokusunu, şafak vakti durgun denize yağan yağmurları, açık pencerenin kenarında bir an bir kadının belirişini, sessizlikleri, düşünmeyi ve sabrı severim. kendime inanırım ve çoğu zaman benim hakkımda söylenenlere aldırmam. ama bu akşam, bu kahvehaneye nakkaş ve hattat kardeşlerimi bazı dedikodular, yalanlar, söyletiler yüzünden uyarmaya geldim.
elbette, ben söyledim diye tam tersine inanmaya hazır olduğunuzu biliyorum. ama benim söylediğimin tam tersinin her zaman doğru olmadığını sezecek kadar da akıllı ve kanmasanız da söylediğim her şeye ilgi duyacak kadar da hassassınız. kuran-ı kerim'de elli kere geçen adımın, en çok anılan adlardan biri olduğunu bilirsiniz.
peki, allah'ın kitabından, kuran-ı kerim'den başlayalım. orada hakkımda söylenenlerin hepsi doğrudur. bunu söylerken bir alçakgönüllülük ettiğim bilinsin isterim. çünkü bir de üslup meselesi var. kuran-ı kerim'in beni aşağılayışı bana hep acı verdi. bu acı benim hayat tarzımdır. bunu tartışmıyorum.
evet, biz meleklerin gözleri önünde allah insanı yarattı. sonra bizden ona secde etmemizi istedi. evet, araf suresinde yazıldığı gibi bütün melekler secde ederken ben itiraz ettim. adem'in çamurdan, benim ise, çok daha üstün bir madde olduğunu hepinizin bildiği ateşten yaratıldığımı hatırlattım. insana secde etmedim. allah da beni “mağrur” buldu.
“cennet'ten in,” dedi. orada büyüklük taslamak senin haddin değil.“
"kıyamete, ölüler dirilene kadar yaşamama izin ver,” dedim.
verdi. ben de, bütün bu sürede ona secde etmediğim için cezalandırılmama sebep olan adem'in soyunu, yoldan çıkaracağımı söyledim. o da, yoldan çıkardıklarımı cehenneme'e yollayacağını söyledi. bunları karşılıklı yapmaya devam ettiğimizi biliyorsunuz. bu konuda ekleyecek çok fazla bir şeyim yok.
bazıları, o sırada yüce allah ile aramızda bi anlaşma yapılmış olduğunu ileri sürdüler. bu mantığa göre, ben yüce allah'a kullarını sınamak için yardımcı oluyor, onların aklını çelmeye çalışıyordum. iyiler iyi karar verip yoldan çıkmıyor, kötüler nefislerine yenik düşüp günah işliyor, cehennem'i de boyluyorlardı. herkes cennet'e gidecekse kimse korkutulamayacağı, dünya ve devlet işleri yalnız iyilikle yürütülemeyeceği ve alemde iyilik kadar kötülük, sevap kadar günah da gerekli olduğu için yaptığım çok önemliydi. allah'ın düzeninin benim sayemde ve yüce allah'ın (niye kıyamete kadar yaşamam için bana süre vermişti?) izniyle gerçekleştiği halde, benim “kötü” olmam, hakkımın hiçbir zaman teslim edilmemesi benim gizli acımdı. benim hasabıma bu mantığı sonuna kadar götüren hallacı mansur, veya meşhur imam gazali'nin kardeşi ahmet gazzali gibiler, demek ki, allah'ın izni ve isteğiyle yapıldığına göre, aslına benim işlettiğim günahların da, allah'ın istediği şeyler olduğu, iyi ile kötü olmadığı, çünkü her şeyin allah'tan geldiğini, hatta benim de allah'ın bir parçası olduğumu yazıp söylemeye kadar vardırmışlardır işi.
bu akılsızların bazıları, haklı olarak, kitaplarıyla birlikte yakılıp öldürülmüşlerdir. çünkü, tabii ki, iyi ve kötü vardır, bu ikisi arasında bir sınır çizmek hepimizin işidir, ben -haşa- allah değilim ve bu saçmalıkları da bu akılsızların kafasına ben sokmadım, onlar kendileri düşündüler.
bu da beni ikinci itirazıma getiriyor: alemdeki bütün kötülüklerin, ve günahların kaynağı ben değilim. pek çok insan benim kışkırtmam, kandırmam, vesveselendirmem olmadan kendi hırsları, şehvetleri, iradesizlikleri, alçaklıkları ve çoğunlukla da aptallıkları yüzünden günah işliyorlar. bazı okumuş yazmış mutasavvıfların, beni bütün kötülüklerden arındırma gayretleri ne kadar saçmaysa, her kötülüğün benden çıktığını sanmak da kuran-ı kerim'e o kadar aykırı. müşterisini kazıklayıp çürük elmayı hileyle satan her manavı, yalan söyleyen her çocuğu, her dalkavukluk edeni, edepsiz hayaller gören her ihtiyarı, otuz bir çeken her oğlanı ben kandırmıyorum. hatta, yüce allah, bu son ikisinde beni anmalarına yol açacak bir kötülük bile bulamaz. elbette vahim günahlar işlensin diye çok uğraşıyorum, ama ağzı açık esneyenleri, hapşıranları, hatta osuranları da benim kandırdığımı yazıyor bazı hocalar. beni hiç anlamadıkları anlamına geliyor bunlar.
anlamasınlar, sen de onları daha kolay kandırırsın, diyebilirsiniz. doğru. ama benim de bir gururum olduğunu, zaten yüce allah ile aramı bunun açtığını hatırlatmam gerekir. her kılığa kolaylıkla girebildiğim, özellikle şehvet uyandıran güzel kadın olarak dini bütünlerin yoluna çıktığım on binlerce cilt kitapta kaç kere yazıldığı halde, buradaki nakkaş kardeşlerim beni niye hala yüzü et benleriyle kaplı, eciş bucüş, boynuzlu ve kuyruklu bir korkunç mahluk gibi çizdiklerini açıklayabilirler mi?
asıl konumuza böylece geldik: nakış. istanbul sokaklarını dolduran ve sizleri daha sonra üzmesin diye adını anmayacağım bir vaizin kışkırttığı bir kalabalık, makam ile ezan okumanın, tekkelere toplanıp kucak kucağa zikredip çalgı eşliğinde kendinden geçmenin allah'ın sözüne aykırı olduğunu söylüyormuş. bu vaizden ve kalabalığından korkan aramızdan bazı nakkaşlar, frenk usüllerince nakşetmenin benim işim olduğunu söylüyorlarmış, işittim. bana yüzlerce yılda sayısız iftira edildi. hiçbiri hakikatten bu kadar uzak değildi.
her şeyin başına dönelim. herkes havva'ya yasak meyveden yedirmeme takıldığı için bu başlangıcı unutuyor. hayır, başlangıç yüce allah'ın beni mağrur bulması da değildir. her şeyin başlangıcında o'nun bana ve diğer meleklerine insanı gösterip secde etmemizi istemesi ve öteki melekler insana secde ederken çok yerinde bir kararla,
-benim insana secde etmemem-
var. beni ateşten yarattıktan sonra, daha değersiz bir malzeme olan çamurdan yapılmış
-insana secde et-
demesi sizce yerinde mi? vicdanınızla söyleyin kardeşlerim? peki, biliyorum, burada hiçbir şeyin aramızda kalmayacağını, o'nun her şeyi işiteceğini ve birgün de sizden hesabını soracağını düşünüp korkuyorsunuz. o zaman size o vicdanı niye verdi diye sormuyorum, korkmakta haklısınız, diyorum ve bu sorumu ve ateş-çamur ayrıntısını unutuyorum. ama hiç unutmayacağım, evet gururla hatırlayacağım bir şey var:
-ben insana secde etmedim.-
oysa yeni frenk üstatları, şimdi tam bunu yapıyorlar. beylerin, papazların, zengin tüccarların ve hatta kadınların bile gözlerinin rengi, tenlerinin dokusunu, dudaklarının benzersiz kıvrımını, göğüslerinin arasındaki güzel gölgeye, alınlarındaki kırışıklara, parmaklarındaki yüzüklere, hatta kulaklarından fışkıran iğrenç kıllara kadar her şeyi olduğu gibi resmedip göstermekle yetinmiyorlar, sanki insan secde edilecek bir yaratıkmış gibi onları resimlerinin tam merkezine yerleştirip bu resimleri tapılacak put gibi duvarlara asıyorlar. insan, gölgesi bile bütün ayrıntısıyla resmedilecek kadar önemli bir mahluk mudur? bir sokaktaki evler insanın gözünün yanlışlıkla gördüğü gibi gitgide küçülüyormuş gibi resmedilirse alemin merkezine allah değil, insan yerleştirilmiş olmaz mı? bunları her şeye muktedir yüce allah daha iyi bilir. ama, insana secde etmeyi reddetmiş, bu yüzden ne acılar, ne yalnızlıklar çekmiş, bu yüzden allah'ın gözünden düşmüş, küfürler edilmiş olan benim, bu resimlerin fikrini verdiğimi ileri sürmenin ne kadar saçma olduğu anlaşılmıştır sanıyorum. bazı mollaların yazdığı, bazı vaizlerin söylediği gibi, bütün çocukların benim yüzümden otuz bir çektiğine, herkesi benim osurttuğuma inanmak bile daha mantıklıdır.
bu konuda son bir şey daha söylemek istiyorum, ama sözüm kafası kendine gösterme hevesleri, şehvet ve para düşkünlüğü ve abuk sabuk tutkuları yüzünden her zaman bulanık olan insanlara değil! sınırsız aklıyla beni yüce allah anlar ancak: meleklerini insana secde ettirerek onlara mağrur olmayı sen öğretmedin mi? şimdi de senin meleklerinden öğrendikleri şeyleri kendileri yapıyor, kendi kendilerine secde edip kendilerini alemin merkezine yerleştiriyorlar. herkes, senin en sadık kulların bile, frenk üstatlarının tarzında resmedilmek istiyor. bu kendine hayranlığın sonucu, yakında seni unutmaları olacak, bunu kendimi bilir gibi biliyorum. üstelik, seni unutmalarının bütün suçunu yine bana atacaklar.
bütün bunlara sanıldığı kadar aldırmadığımı nasıl anlatabilirim size? tabii ki yüzlerce yıldır acımasızca, taşlanmama, küfürlere, lanetlere, beddualara rağmen sağ salim ayakta durduğumu göstererek. kıyamete kadar yaşam iznimi bana ulu allah'ın verdiğini, bana olur olmaz küfür eden öfkeli ve yüzeysel düşmanlarım hatırlasalar hepimizin işi kolaylaşırdı. onların ise, allah'tan alabildikleri ömür altmış yetmiş yılı ancak geçer. bari kahve içerek bunu uzatmaya çalışın, desem, aman şeytan böyle istiyorsa tam tersini yapayım diye bazılarının hiç kahve içmeyeceğini ya da baş aşağı dikilip kıçına kahve döktürmeye çalışacağını da biliyorum.
gülmeyin. düşüncelerin içeriği değil, biçimi önemlidir. nakkaşın ne resmettiği değil, üslubu. ama bunların da hiç belli olmaması gerekir. son olarak bir aşk hikayesi anlatacaktım, geç olmuş. beni bu gece seslendiren üstat meddah, yarın değil, öbür gün, çarşamba gecesi duvara bir kadın resmi astığında bu aşk hikayesini tatlı diliyle seslendirmeye söz verdi.
--- alıntı ---
devamını gör...
klişe youtube yorumları
şuradan gelenler like. tarzı yorumlardır.
devamını gör...
madalya müracaatları
devamını gör...
annelerin çöp diye attığı muhteşem şeyler
babamın birkaç tane eski bilgisayarı, monitörü falan vardı.

şuna benziyordu. bir bahar temizliğinde annem hepsini* eskiciye verdi. annem attım deyince babam hadi canım delirmedin ya dedi. uzunca bir süre küs kaldılar. o zaman anladım onun için çok kıymetliymiş. hâlâ daha arada lafını eder o bilgisayarların.

şuna benziyordu. bir bahar temizliğinde annem hepsini* eskiciye verdi. annem attım deyince babam hadi canım delirmedin ya dedi. uzunca bir süre küs kaldılar. o zaman anladım onun için çok kıymetliymiş. hâlâ daha arada lafını eder o bilgisayarların.
devamını gör...
hasan sabbah
tarihin en esrarengiz kişiliklerinden birisidir hasan sabbah. dönemin önemli devlet adamlarına düzenlenen suikastleri ile bilinen haşhaşiler tarikatının kurucusu ve lideridir. birçok alanda çok derin bilgi sahibi ve otoriter bir liderdir. sabbah keskin zekalı, becerikli, aritmetik düşünebilen bir lider olmasının yanı sıra astronomi ve büyü gibi alanlarda da yetkin biri olarak bilinirdi. "suikast"in atası olan hasan sabbah, tarihin ilk teröristlerini yetiştiren kişi olarak da tanınır. yetiştirdiği amansız suikastçiler ve 34 sene boyunca dışına çıkmadan yaşadığı ünlü alamut kalesi, sabbah'ı tarih sahnesinde farklı yapan etkenlerdir.
sabbah, kum şehrinde dünyaya gelmiştir. sabbah, hayatını anlattığı sergüzeşt-i seyyidina adlı eserinde himyerî krallığı'nın soyundan geldiğini belirtmektedir. babası ali bin muhammed oniki imam şiiliğinin önemli isimlerinden birisiydi. oğlu hasan'ın felsefe, kelam, mantık, fıkıh ve riyaziyyat alanlarında iyi eğitim almasını sağlamıştır.
sabbah hakkındaki en ünlü riyavetlerden birisi hasan sabbah, ömer hayyam ve nizamülmülk, aynı zamanda eğitim görmüş okul arkadaşları olduğudur. birbirlerine verdikleri sözlere göre, içlerinden hangisi başarılı olursa, diğerlerine yardımcı olacaktır. nizamülmülk devlet kademelerinde tepelere çıktıktan sonra, bu sözünü tutmuştur. ömer hayyam ondan kendine emeklilik maaşı bağlanarak serbest ve rahat bir hayat sürmek istemiştir. hasan sabbah ise saray içinde çok daha yüksek bir makama gelmek istemiştir. vezirlik mevkisine gelmeyi arzulayan hasan'ın ayağını kaydırmak adına, vezir tarafından şerefine laf getirici söylentiler çıkarılmıştır. bunun üzerine hasan sabbah, mısır'a yerleşmiştir. fakat anlatılan bu hikaye, efsane olmaktan öteye geçememiştir. çünkü nizamülmülk ile hasan ve hayyam arasında, yaklaşık 30 senelik bir fark bulunmaktadır. bu yüzden hikayenin gerçeklik payı yok denecek kadar azdır.
din alimi olmak isteyen sabbah tahsilini devam ettirmek için rey şehrine gitmiştir. on yedi yaşına kadar bağlı kaldığı oniki imam şiiliğinden, karşılaştığı fatımî daisinin etkisiyle ismaililik mezhebine geçiş yaptı. hasan sabbah'ın isfahan, azerbaycan, silvan, mezopotamya, suriye ve filistin kıyılarından geçerek mısır'a ulaştığı anlatılmaktadır. yaklaşık 3 yıl boyunca mısır'da kalan sabbah, daha sonra ise kuzey afrika'ya sürülmüştür. buradan da suriye'ye gitmiş ve 10 haziran 1081 tarihinde isfahan'a tekrar ulaşmıştır. hizmet için de 9 sene boyunda iran'ı dolaşmıştır. sabbah iran'ın kuzey taraflarında yer alan deylem bölgesi ile fazlaca ilgilenmiştir. bunun sebebi ise bu bölgenin islam dinini kılıç zoru ile kabul etmemiş olması ve sahip olduğu toprakları çok zor fethedilen, savaşçı insanlara sahip ve köklü geleneklerini sürdürebilen yerli halkın kontrolü altındaydı.
hasan sabbah, aradan geçen bir süre sonra, dikkatini çeken deylem bölgesinde faaliyetlerde bulunabilmek adına kazvin'e göçmüştür. yerleştiği bölgede, yerli halkın arasından çok sayıda mürit bulan sabbah, elbruz dağları'nda bulunan alamut kalesi'ne uzun süreli yerleşmeye karar vermiştir. alamut kales çok geniş bir vadiyi gören bir kayalık alan üzerindedir. yüksekliği iki bin metreyi bulur. oldukça sert, sarp ve dolambaçlı bir yolu vardır. bu yüzden ulaşılması zor bir kaleydi.
sabbah kaleye vardığında, alevi mehdi isimli hükümdar, kalenin hakimiydi. halkı kendi tarafına çekmeyi başaran hasan sabbah, kaleyi almak için çalışmalara başladı. 4 eylül 1090 tarihine, gizli bir çalışmayla kale ele geçirildi. kaleye hükmeden alevi mehdi, kaleyi terk etmek zorunda kaldı. bir kısım iranlı tarihçilere göre sabbah, mehdi'ye büyük bir meblağ değerinde altın vermiştir. fakat bu noktada önemli olan, sabbah'ın bu tarihten itibaren haşhaşin tarikatını kurmuş olmasıdır.
sabbah'ın alamut kalesi'ne yerleştiğinden itibaren toplam 34 yıl boyunca kaleden neredeyse hiç çıkmadığı, hatta kale içindeki odasını bile çok az terk ettiği rivayet edilmektedir. alamut kalesi'ni aldıktan sonra, büyük selçuklu devleti ve abbasiler'e karşı planlar yapan sabbah, yetiştirdiği haşhaşlı suikastçiler ile yalnızca kendi döneminde neredeyse 50'ye yakın suikast gerçekleştirmiştir. bu suikastlerin bazı kaynaklara göre ilki nizamülmülk'ün öldürülmesi olayıdır. diğer suikastler ise, büyük selçuklu devleti'nin üst kademedeki yöneticileri ve abbasiler'in önemli din adamlarına yönelik olarak gerçekleştirilen suikastlerdir.
devamını gör...
lucifer (yazar)
kendisi hakkında bu kadar tanım girilmesi bile bahsi geçen kişinin ego tatmin aracı olmasına sebebiyet vermektedir. bu yapmış olduğum tanımla ben de bu duruma hizmet ediyor olsam da kendini akıllı sanan , trollükten öte gidemeyecek olan, anonim olmanın avantajlarını dibine kadar kullanan, reel hayatta kendi popişinden bile korkan bir tip olduğunu düşündüğüm yazarımsı dahi diyemeyeceğim yazar adı altındaki salya akıtıcısı.
devamını gör...
anadolu'nun kapıları sonsuza kadar açılırken fazla açık tutmayın cereyan yapıyor diyen insan
tarih kitaplarında adı geçmeyen, realizmi doruklarda yaşayan insandır.
devamını gör...
değişim
kaçınılmaz olandır. deri bile kendini yeniler, yıllar önceki sen görünüş olarak bile olamazsın.
devamını gör...
1 ağustos 2021 ateşin çocukları’nın açıklamaları
it sürüsünün havlamasi degerinden oteye gidemeyecek aciklamalardir. kendilerine ait bir web sayfasindaki basliğa bakiniz;

ve yazilanlar;
ülkemizi işgal ederek sömüren, doğamızı yakarak talan eden, işkenceyle zindanlara dolduran, kahramanlarımızın mezar taşlarını kırarak kemiklerini çıkartan, biz kürtlere kan, ölüm ve vahşet kusan, sömürgeci tc’nin ordusunu, polis ve hükümetini destekleyen faşist türklere karşı; ateşin çocukları inisiyatifi olarak ‘’çöktürme hamlesini’’ ilan ediyoruz.
öfke ve intikam hareketimizi ateşler içinde kalan şehirler, kül ve dumanla kaplanmış gökyüzü, alevler içinde kalan dağ ve ovalarınızda göreceksiniz. güzelim metina köyleri yanarken, cennetten bir parça olan garê’nin xazılı insan yüzü görmezken, nuh-u nebinin kutsal diyarı cudi’de ağaçlar kesilirken, konya ve izmir’de kürtler katledilirken, size gün yüzü gösteren sizden beter olsun. bayram günü afrin’de ki şehitlerimizin mezarlarını açanlar rahat bir bayram ve tatil yaşayacaklarını mı zannettiler? dağlarımızda dolaşan işgalci askerlerin ve şehirlerimizde terör estiren polislerin ailelerini rahat bırakacağımızımı düşündüler!
kürt düşmanı siyaset, katliama ayarlı ekonomi, asimilasyon ve inkâr merkezleri olan eğitim sistemi, yalancı ve sahtekar türk basını, işgalci orduda görev yapan asker ve polis ailelerini, asker selamı veren futbol takımları, erdoğan’a destek veren dalkavuk ve kahpe sanatçıları, akp-mhp’ye oy ve destek verenleri; kürt halkının özgürlük bilinci, yüz yıllık intikam ateşi ve sarsılmaz iradesiyle diz çöktüreceğiz.
yüzyıldır yaşattıklarınızı unutmadık ve misliyle hesap soracağız. mehmet tunç gibi ağabeylerimizi ve gelinlik çağında elleri kınalı kız kardeşlerimizi cizre bodrumlarında yaktıktan sonra sizinle olan tüm köprüleri attık ve bin yetmiş bir kere intikam yemini ettik. konya’da katlettiğiniz kürtlerin ve deniz poyrazın intikam yeminiyiz. şêx sait’lerin öfke seli, seyit rıza’ların ardılları, cesetlerle doldurduğunuz geliyê zilan’ın feryatlarıyız. nuri dêrsimi’nin torunları, agit’lerin kardeşleriyiz. işgalciler ya kürdistan’dan defolup gidecek yada cehennem ateşinde kavrulacaklardır.
ateşin çocukları inisiyatifi kürdün intikam yeminidir. affetmez düşman bilincidir. engellenemez tarz ve yöntemdir. yaratıcı, zeka ile hareket eden insan, düşmana darbe vurmanın önünde engel tanımayan kişilerdir. doksanlarda köylerini yaktığınız ve şimdi büyüyen çocuklardır. amed zindanında vahşetinize maruz kalan direnişçilerin akrabalarıdır. sokakta, fabrikada, işyerlerinde çalışan emekçidir. türk ordusu arasında gizlenmiş, kamufle elbisesi giymiş bazı askerlerdir. taksi şoförü, orman bekçisi, itfaiye eri, manav, intikam için ant içmiş kadın, erkek genç ve yaşlıdır. eli çakmak tutan çocuktur. kravatlı öğretmen ve öğrencidir. bazen çoban, yer yer müdür, kimi zaman beyninizin içinde ateş çıkartmak için bekleyen yardımcınızdır. tutun tutabiliyorsanız. engelleyin engelleyebiliyorsanız.
ateşin çocukları inisiyatifi olarak bağımsız hareket ediyoruz. ülkesi işgal edilmiş onurlu ve direngen kürt halkı dışında hiç kimseye hesap vermeyiz. kimsenin işine karışmayız, kimsenin de bize akıl vermesine ihtiyaç duymayız. akıllı olanlar o aklı düşmana karşı kullansınlar. inisiyatifimizi pkk’ye bağlıymış gibi gösteren namussuz türk basını ve ebu cehil’den daha cahil olan uzmanlar iyi bilsinler ki; pkk’nin insancıl mücadele tarzını yeterli bulmuyor ve sadece orduyu hedefleyen yöntemlerini eleştiriyoruz. bizim için türk askeri ile faşist arasındaki tek fark, birinin silahlı diğerinin külahlı olmasıdır. ateşin çocukları inisiyatifi olarak orduyu ve akp-mhp’yi destekleyenleri hedefliyoruz. yöntemlerimiz basit ve engellenemezdir. herkes inisiyatif sahibidir, kimsenin bir yerden şunu yap demesini gerektirecek bir durum bırakmıyoruz. intikam almak isteyen herkes bir çaresini bulur ve hesap sorar. bu çerçevede de faşistlerin içme sularını zehirleyeceğiz. yollarınıza taş çivi atacak, camlarınızı kıracak, araba lastiklerini kesecek, sopa ile sizi dövecek, bıçakla yaralayacak, ağız dolusu küfür edecek, çimlerinize basacak, camilerinizde namaz kılmayacak okullarınızı ateşe verip türk öğretmenlerini korkudan titretecek ve kürdistan’dan kaçırtacağız. arabalarınızı, işyerlerini, ekin arazilerinizi ve şehirlerinizi ateşler içinde bırakacağız.
kürdistan’da onurunu ve şerefini para karşılığında düşmana satarak akp-mhp’ye oy verenler tarihin gördüğü en aşağılık ihanetçi ve şerefsizler olarak bilineceklerdir. silahlı bir kontradan hiçbir farkları yoktur. akp ve mhp’liler, ihbarcı ve ihanetçi kişilerde özgür kürtlerin intikam ateşiyle yüzleşecektir. anavatanımız kürdistan ve kürt ulusal değerlerine bağlı olmayanlardan intikam alma, mülklerini yakma, ülkeden defetme zamanıdır. hepinizi tanıyoruz her şehirde, ilçe ve köylerde yaptığınız aşağılık ihanetinizi biliyoruz. bu çerçevede de iki kuruş şerefi olmayan savcı sayan ve akrabalarının arazilerini yakan yaşlı anamızın ellerinden öpüyoruz. kürdistan’da akp-mhp’ye oy verenlerin her şeyi hedeftir herkes inisiyatiflidir. canlarını bir çakmak ve kibrit ile yakmak yurt sevgisinin yegâne görevidir. ya ulusunuzun saflarında yer alın yada yanmaya hazır olun.
kürdistan işgaline destek verenler nefes alamaz halde ve son demlerini büyük bir çöküş ve çözülüşle yaşarken tüm onurlu ve yurtsever kürtleri “faşist türkleri çöktürme hamlesine” katılmaya çağırıyoruz. kimin elinden ne geliyorsa onu yapsın. hiçbir şey yapamayan dua etsin. düşmana küfür etsin. selam vermesin. insan yerine koymasın. şimdiye kadar izleyen, pasif kalan, sessiz olan herkes artık bir çakmak kıvılcımıyla, bir bıçak ve sopa ile hesap sorma gününün geldiğini göstermelidir. düşman tüm insani yaklaşımlarımıza rağmen soykırım, dil kırım ve kültürel kırımda ısrar ediyor. onlar başka dilden anlamadıkları için ateşten tufan ile diz çöktürme zamanı gelmiştir. ateşten isyan ile ilan ettiğimiz ‘’çöktürme hamlemize’’ tüm kürtleri ve dostlarını güç vermeye, büyük coşkuyla eyleme geçerek hesap sormaya ve zaferi kazanarak yüzyıllık intikamı almaya çağırıyoruz.”
buradan

ve yazilanlar;
ülkemizi işgal ederek sömüren, doğamızı yakarak talan eden, işkenceyle zindanlara dolduran, kahramanlarımızın mezar taşlarını kırarak kemiklerini çıkartan, biz kürtlere kan, ölüm ve vahşet kusan, sömürgeci tc’nin ordusunu, polis ve hükümetini destekleyen faşist türklere karşı; ateşin çocukları inisiyatifi olarak ‘’çöktürme hamlesini’’ ilan ediyoruz.
öfke ve intikam hareketimizi ateşler içinde kalan şehirler, kül ve dumanla kaplanmış gökyüzü, alevler içinde kalan dağ ve ovalarınızda göreceksiniz. güzelim metina köyleri yanarken, cennetten bir parça olan garê’nin xazılı insan yüzü görmezken, nuh-u nebinin kutsal diyarı cudi’de ağaçlar kesilirken, konya ve izmir’de kürtler katledilirken, size gün yüzü gösteren sizden beter olsun. bayram günü afrin’de ki şehitlerimizin mezarlarını açanlar rahat bir bayram ve tatil yaşayacaklarını mı zannettiler? dağlarımızda dolaşan işgalci askerlerin ve şehirlerimizde terör estiren polislerin ailelerini rahat bırakacağımızımı düşündüler!
kürt düşmanı siyaset, katliama ayarlı ekonomi, asimilasyon ve inkâr merkezleri olan eğitim sistemi, yalancı ve sahtekar türk basını, işgalci orduda görev yapan asker ve polis ailelerini, asker selamı veren futbol takımları, erdoğan’a destek veren dalkavuk ve kahpe sanatçıları, akp-mhp’ye oy ve destek verenleri; kürt halkının özgürlük bilinci, yüz yıllık intikam ateşi ve sarsılmaz iradesiyle diz çöktüreceğiz.
yüzyıldır yaşattıklarınızı unutmadık ve misliyle hesap soracağız. mehmet tunç gibi ağabeylerimizi ve gelinlik çağında elleri kınalı kız kardeşlerimizi cizre bodrumlarında yaktıktan sonra sizinle olan tüm köprüleri attık ve bin yetmiş bir kere intikam yemini ettik. konya’da katlettiğiniz kürtlerin ve deniz poyrazın intikam yeminiyiz. şêx sait’lerin öfke seli, seyit rıza’ların ardılları, cesetlerle doldurduğunuz geliyê zilan’ın feryatlarıyız. nuri dêrsimi’nin torunları, agit’lerin kardeşleriyiz. işgalciler ya kürdistan’dan defolup gidecek yada cehennem ateşinde kavrulacaklardır.
ateşin çocukları inisiyatifi kürdün intikam yeminidir. affetmez düşman bilincidir. engellenemez tarz ve yöntemdir. yaratıcı, zeka ile hareket eden insan, düşmana darbe vurmanın önünde engel tanımayan kişilerdir. doksanlarda köylerini yaktığınız ve şimdi büyüyen çocuklardır. amed zindanında vahşetinize maruz kalan direnişçilerin akrabalarıdır. sokakta, fabrikada, işyerlerinde çalışan emekçidir. türk ordusu arasında gizlenmiş, kamufle elbisesi giymiş bazı askerlerdir. taksi şoförü, orman bekçisi, itfaiye eri, manav, intikam için ant içmiş kadın, erkek genç ve yaşlıdır. eli çakmak tutan çocuktur. kravatlı öğretmen ve öğrencidir. bazen çoban, yer yer müdür, kimi zaman beyninizin içinde ateş çıkartmak için bekleyen yardımcınızdır. tutun tutabiliyorsanız. engelleyin engelleyebiliyorsanız.
ateşin çocukları inisiyatifi olarak bağımsız hareket ediyoruz. ülkesi işgal edilmiş onurlu ve direngen kürt halkı dışında hiç kimseye hesap vermeyiz. kimsenin işine karışmayız, kimsenin de bize akıl vermesine ihtiyaç duymayız. akıllı olanlar o aklı düşmana karşı kullansınlar. inisiyatifimizi pkk’ye bağlıymış gibi gösteren namussuz türk basını ve ebu cehil’den daha cahil olan uzmanlar iyi bilsinler ki; pkk’nin insancıl mücadele tarzını yeterli bulmuyor ve sadece orduyu hedefleyen yöntemlerini eleştiriyoruz. bizim için türk askeri ile faşist arasındaki tek fark, birinin silahlı diğerinin külahlı olmasıdır. ateşin çocukları inisiyatifi olarak orduyu ve akp-mhp’yi destekleyenleri hedefliyoruz. yöntemlerimiz basit ve engellenemezdir. herkes inisiyatif sahibidir, kimsenin bir yerden şunu yap demesini gerektirecek bir durum bırakmıyoruz. intikam almak isteyen herkes bir çaresini bulur ve hesap sorar. bu çerçevede de faşistlerin içme sularını zehirleyeceğiz. yollarınıza taş çivi atacak, camlarınızı kıracak, araba lastiklerini kesecek, sopa ile sizi dövecek, bıçakla yaralayacak, ağız dolusu küfür edecek, çimlerinize basacak, camilerinizde namaz kılmayacak okullarınızı ateşe verip türk öğretmenlerini korkudan titretecek ve kürdistan’dan kaçırtacağız. arabalarınızı, işyerlerini, ekin arazilerinizi ve şehirlerinizi ateşler içinde bırakacağız.
kürdistan’da onurunu ve şerefini para karşılığında düşmana satarak akp-mhp’ye oy verenler tarihin gördüğü en aşağılık ihanetçi ve şerefsizler olarak bilineceklerdir. silahlı bir kontradan hiçbir farkları yoktur. akp ve mhp’liler, ihbarcı ve ihanetçi kişilerde özgür kürtlerin intikam ateşiyle yüzleşecektir. anavatanımız kürdistan ve kürt ulusal değerlerine bağlı olmayanlardan intikam alma, mülklerini yakma, ülkeden defetme zamanıdır. hepinizi tanıyoruz her şehirde, ilçe ve köylerde yaptığınız aşağılık ihanetinizi biliyoruz. bu çerçevede de iki kuruş şerefi olmayan savcı sayan ve akrabalarının arazilerini yakan yaşlı anamızın ellerinden öpüyoruz. kürdistan’da akp-mhp’ye oy verenlerin her şeyi hedeftir herkes inisiyatiflidir. canlarını bir çakmak ve kibrit ile yakmak yurt sevgisinin yegâne görevidir. ya ulusunuzun saflarında yer alın yada yanmaya hazır olun.
kürdistan işgaline destek verenler nefes alamaz halde ve son demlerini büyük bir çöküş ve çözülüşle yaşarken tüm onurlu ve yurtsever kürtleri “faşist türkleri çöktürme hamlesine” katılmaya çağırıyoruz. kimin elinden ne geliyorsa onu yapsın. hiçbir şey yapamayan dua etsin. düşmana küfür etsin. selam vermesin. insan yerine koymasın. şimdiye kadar izleyen, pasif kalan, sessiz olan herkes artık bir çakmak kıvılcımıyla, bir bıçak ve sopa ile hesap sorma gününün geldiğini göstermelidir. düşman tüm insani yaklaşımlarımıza rağmen soykırım, dil kırım ve kültürel kırımda ısrar ediyor. onlar başka dilden anlamadıkları için ateşten tufan ile diz çöktürme zamanı gelmiştir. ateşten isyan ile ilan ettiğimiz ‘’çöktürme hamlemize’’ tüm kürtleri ve dostlarını güç vermeye, büyük coşkuyla eyleme geçerek hesap sormaya ve zaferi kazanarak yüzyıllık intikamı almaya çağırıyoruz.”
buradan
devamını gör...
onur akın
"oy dilsizim
oy gülmezim
yağmur yüreklim" sözlerini okurken bile sesi aklınıza gelen güzel sanatçıdır.
oy gülmezim
yağmur yüreklim" sözlerini okurken bile sesi aklınıza gelen güzel sanatçıdır.
devamını gör...
mazur görmek
özür sözcüğüyle aynı kökten gelen mazur sözcüğüne eklenen türkçe fiille birleşik fiil yapılmış. (mazeret de özürle eş anlamlı.)
mazur--> mazereti olan, özrü bulunan, özürlü anlamlarına geliyor.
mazur görmek de; mazeretini kabul etmek, kusura bakmamak, hoş görmek, bağışlamak, affetmek anlamlarına geliyor.
örn.: beni mazur görürseniz bugün erken ayrılmak istiyorum.
mazur--> mazereti olan, özrü bulunan, özürlü anlamlarına geliyor.
mazur görmek de; mazeretini kabul etmek, kusura bakmamak, hoş görmek, bağışlamak, affetmek anlamlarına geliyor.
örn.: beni mazur görürseniz bugün erken ayrılmak istiyorum.
devamını gör...
euthyphron ikilemi
kısaca "ahlaki davranışlar tanrı tarafından emredildiği için mi ahlakidir, yoksa ahlaki olduğu için mi tanrı tarafından emredilmiştir" sorusundan oluşan bir ikilemdir. bu soru din felsefesinin temel sorularından birisidir. bu soruyu "bir şey tanrı iyi dediği için mi iyidir, yoksa zaten iyi olduğu için mi tanrı o şeye iyi demektedir" şeklinde de sorabiliriz.
eğer birinci seçeneği kabul edersek, iyiliğin ve kötülüğün tek mutlak kriteri olarak tanrı'yı kabul ederiz. yani hiçbir şey kendiliğinden iyi ya da kötü olmadığını kabul etmiş oluruz. yani iyi şeylerin kendiliğinden bir anlamı yoktur ve tanrı bunları iyi kabul ettiği için iyidir demek zorunda kalırız. bu noktada gelen eleştiriler ise ilahi emirlerin keyfi olduğudur. "tanrı x yerine neden y'yi emretmiştir?" sorusunun cevabı sadece "çünkü tanrı öyle istiyor" olacaktır. bu noktada bir de david hume tarafından ortaya atılmış olgu-değer problemi eleştirisi vardır. david hume bulgusunu şöyle açıklar: "şimdiye kadar karşılaştığım bütün ahlak sistemlerinde şuna tanık oldum. ahlakçı, belli bir yere kadar normal bir biçimde akıl yürütmeye koyulmakta fakat sonunda tanrının varlığına veya insani faaliyetlere ilişkin bir dizi yargılara varmaktadır. burada insanı hayrete düşüren bir husus vardır. şöyle ki, varılan sonuçlara ilişkin ifadelerde “…dır” (is) veya “değildir” (is not) gibi yer alması gereken bağlantılar yerine zorunluluk ve ödev bildiren ifadeleri ("meli" veya "malı" takılarıyla ifade edilen fiilleri) görmekteyiz. son derece önemli olan bu değişikliğin nasıl olduğunu açıklamak mümkün değildir. her şeyden önce bu değişiklik yeni bir ilişkiyi dile getirmektedir. bunun bir gerekçesi olmalıdır. bu yeni ilişki, kendisinden tam anlamıyla farklı olan yargılardan nasıl doğmaktadır?" burda anlatılan problem sonucunda olay tamamen tanrı x'i yapmamı istiyor o halde x'i yapmalıyım durumuna dönüşmesidir. yani olgudan değere geçiş söz konusudur. burdaki geçiş ise keyfilik olarak adlandırılmıştır.
şayet ikinci seçeneği kabul edersek, bir şey kendiliğinden iyi olduğu için tanrı ona iyi demiştir olarak kabul ederiz. bu da tanrı'nın iradesinden bağımsız bir iyilik kötülük kavramı ortaya çıkarır. her şeyi tanrı yaratmış olsa da, yarattığı şeylerin iyi ya da kötü olması tanrı'ya bağlı değildir bu görüşe göre. yarattıklarının bazıları kendiliğinden iyi veya kötüdür. bu durum da temellendirmede sorunlar ortaya çıkarır. burda düşünmemiz gereken ise eğer tanrı'nın emirlerinden bağımsız ahlaki kurallar var ise, bu da tanrı'nın hakimiyetinin sınırsız olmadığını ortaya çıkarır. bu da tanrı'dan bağımsız ahlaki kuralların varlığının bir de bu kuralı ortaya koyanlar olacağını gösterir bizlere. teizmin temel argümanlarından birisi tanrısız bir ahlaki düzenin imkansız olduğudur. eğer bu seçeneği kabul edersek, bu da bizleri tanrısız ahlaki kurallarının varlığına ulaştırır.
mesela bir şeyin iyi veya kötü olması tanrı'ya bağlıdır seçeneğini kabul ettikten sonra, tanrı mutlak iyidir, kötü buyurmaz demek de bir mantık hatası ortaya çıkarır. çünkü ilk seçenekte bir şeyin kötü olmasının tanrı'ya bağlı olduğunu kabul etmiştik. diğer seçenekte kötü buyurmaz demek ortaya bir çelişki çıkarır.
iki durumda da mutlak iyinin tanımına ulaşamayız. ilk seçenekte tanrı iyi dediği için iyidir olarak kabul ederiz, ikinci seçenekte ise iyi olduğu için tanrı emretmiştir deriz.
eğer birinci seçeneği kabul edersek, iyiliğin ve kötülüğün tek mutlak kriteri olarak tanrı'yı kabul ederiz. yani hiçbir şey kendiliğinden iyi ya da kötü olmadığını kabul etmiş oluruz. yani iyi şeylerin kendiliğinden bir anlamı yoktur ve tanrı bunları iyi kabul ettiği için iyidir demek zorunda kalırız. bu noktada gelen eleştiriler ise ilahi emirlerin keyfi olduğudur. "tanrı x yerine neden y'yi emretmiştir?" sorusunun cevabı sadece "çünkü tanrı öyle istiyor" olacaktır. bu noktada bir de david hume tarafından ortaya atılmış olgu-değer problemi eleştirisi vardır. david hume bulgusunu şöyle açıklar: "şimdiye kadar karşılaştığım bütün ahlak sistemlerinde şuna tanık oldum. ahlakçı, belli bir yere kadar normal bir biçimde akıl yürütmeye koyulmakta fakat sonunda tanrının varlığına veya insani faaliyetlere ilişkin bir dizi yargılara varmaktadır. burada insanı hayrete düşüren bir husus vardır. şöyle ki, varılan sonuçlara ilişkin ifadelerde “…dır” (is) veya “değildir” (is not) gibi yer alması gereken bağlantılar yerine zorunluluk ve ödev bildiren ifadeleri ("meli" veya "malı" takılarıyla ifade edilen fiilleri) görmekteyiz. son derece önemli olan bu değişikliğin nasıl olduğunu açıklamak mümkün değildir. her şeyden önce bu değişiklik yeni bir ilişkiyi dile getirmektedir. bunun bir gerekçesi olmalıdır. bu yeni ilişki, kendisinden tam anlamıyla farklı olan yargılardan nasıl doğmaktadır?" burda anlatılan problem sonucunda olay tamamen tanrı x'i yapmamı istiyor o halde x'i yapmalıyım durumuna dönüşmesidir. yani olgudan değere geçiş söz konusudur. burdaki geçiş ise keyfilik olarak adlandırılmıştır.
şayet ikinci seçeneği kabul edersek, bir şey kendiliğinden iyi olduğu için tanrı ona iyi demiştir olarak kabul ederiz. bu da tanrı'nın iradesinden bağımsız bir iyilik kötülük kavramı ortaya çıkarır. her şeyi tanrı yaratmış olsa da, yarattığı şeylerin iyi ya da kötü olması tanrı'ya bağlı değildir bu görüşe göre. yarattıklarının bazıları kendiliğinden iyi veya kötüdür. bu durum da temellendirmede sorunlar ortaya çıkarır. burda düşünmemiz gereken ise eğer tanrı'nın emirlerinden bağımsız ahlaki kurallar var ise, bu da tanrı'nın hakimiyetinin sınırsız olmadığını ortaya çıkarır. bu da tanrı'dan bağımsız ahlaki kuralların varlığının bir de bu kuralı ortaya koyanlar olacağını gösterir bizlere. teizmin temel argümanlarından birisi tanrısız bir ahlaki düzenin imkansız olduğudur. eğer bu seçeneği kabul edersek, bu da bizleri tanrısız ahlaki kurallarının varlığına ulaştırır.
mesela bir şeyin iyi veya kötü olması tanrı'ya bağlıdır seçeneğini kabul ettikten sonra, tanrı mutlak iyidir, kötü buyurmaz demek de bir mantık hatası ortaya çıkarır. çünkü ilk seçenekte bir şeyin kötü olmasının tanrı'ya bağlı olduğunu kabul etmiştik. diğer seçenekte kötü buyurmaz demek ortaya bir çelişki çıkarır.
iki durumda da mutlak iyinin tanımına ulaşamayız. ilk seçenekte tanrı iyi dediği için iyidir olarak kabul ederiz, ikinci seçenekte ise iyi olduğu için tanrı emretmiştir deriz.
devamını gör...