kız yurdunda yaşanan tuhaf olaylar
saç düzleştiricimi ödünç alan oda arkadaşımın ortadan kaybolması. ciddi.. bir hafta ortada yoktu. sonra geldi düzleştiricim yoktu.* zorla getirttirdik bir yerden neredeyse uzak yoldan geldi sanırım. o son oldu kimseye bir şeyimi vermedim.
ojelerim çalındı.. tuhaf olan tarafı cüzdanım araklanan yerin yanındaydı. alan kişi en güzel iki, üç rengi seçmiş eli paraya gitmemiş takdire şayan bir durum. içten içe hayranlık duydum kendisine. dolabımın üzerine yazı yazdım. güle güle kullan diye.
lezbiyen dedikoduları.. oda da yıkanmak için birbirini bekleyen üç, dört kişi. en az üç kişi olmadan yıkanmaya gitmiyorduk. etrafa kuşkulu bakışlarımız.. kantin sırasında bile o dönem sosyal mesafeyi koruyorduk o derece.
üç harfliler.. bu kız yurdunun olmazsa olmazı. biri gelir ayakları ters dönmüş hikayesini anlatır. hele o yakın bir arkadaşınızsa eyvahlar olsun. yok yanlış görmüşsündür, eve uzun süredir gitmedin hadi git, hep sınav stresinden bunlar... ama yok kendi gibi size de hayatı zindan ettirir. gece yatmadan önce bütün bildiğin duaları okursun. gördüğünü iddia ettiği şu eli ayağı ayrı oynayan kızı bulma çalışmaları. hayır bulsan ne yapacaksın..
sinir krizleri. bunu çözemedim. oda arkadaşların dönüşümlü olarak girer. sevgilisi için bütün sinirlerini feda eder lakin bir hafta sonra başka bir arkadaş edinir. benim için tuhaf bir olay. gece vakti uykularım çığlıklarla bölünürdü.
ojelerim çalındı.. tuhaf olan tarafı cüzdanım araklanan yerin yanındaydı. alan kişi en güzel iki, üç rengi seçmiş eli paraya gitmemiş takdire şayan bir durum. içten içe hayranlık duydum kendisine. dolabımın üzerine yazı yazdım. güle güle kullan diye.
lezbiyen dedikoduları.. oda da yıkanmak için birbirini bekleyen üç, dört kişi. en az üç kişi olmadan yıkanmaya gitmiyorduk. etrafa kuşkulu bakışlarımız.. kantin sırasında bile o dönem sosyal mesafeyi koruyorduk o derece.
üç harfliler.. bu kız yurdunun olmazsa olmazı. biri gelir ayakları ters dönmüş hikayesini anlatır. hele o yakın bir arkadaşınızsa eyvahlar olsun. yok yanlış görmüşsündür, eve uzun süredir gitmedin hadi git, hep sınav stresinden bunlar... ama yok kendi gibi size de hayatı zindan ettirir. gece yatmadan önce bütün bildiğin duaları okursun. gördüğünü iddia ettiği şu eli ayağı ayrı oynayan kızı bulma çalışmaları. hayır bulsan ne yapacaksın..
sinir krizleri. bunu çözemedim. oda arkadaşların dönüşümlü olarak girer. sevgilisi için bütün sinirlerini feda eder lakin bir hafta sonra başka bir arkadaş edinir. benim için tuhaf bir olay. gece vakti uykularım çığlıklarla bölünürdü.
devamını gör...
melih bulu'nun görevden alınmasına inanmaması
bir tane, bakın bir tane basın yayın sektöründe çalışan kişinin de çıkıp melih bey böyle bir şey yazmışsınız yoksa sizin de mi haberiniz yoktu diye kendisine sormaya cesaret edemeyeceğini bildiğinden, çünkü koca ülkede bir tane gerçek gazeteci ya da muhabir kalmadığından çok haber niteliği taşımamaktadır.
devamını gör...
mutsuz bir ailede büyümek
"mutsuz bir ailede büyüdüm ben demişti" bi tanıdığım." sevgi nedir, nasıl birini sevebilirim, nasil onunla mutlu olabilirim bilmiyorum. ne annemden ne de babamdan sevgi görmüştüm. insanlarla nasil iletişim kurulur onu da bilmiyorum. sırf aileme benzer mutsuz bir aile kurarım diye evlenmiyorum. evladım olursa mutsuz büyümesin, benimle aynı şeyleri yaşamasın" demişti. "her şeyimiz vardi para,ev, araba bir insanin sahip olmak isteyip de olamadığı her sey vardi bizde ama huzur eksikti, mutluluk eksikti" demişti.
t: çocukluğunda neyden eksik kalırsa bir insan en çok onun eksikliğini yaşar ömründe. en büyük korkusu o eksiklik olur ve ölene kadar da o eksikliği bastıramaz, yerini dolduramazmış.
t: çocukluğunda neyden eksik kalırsa bir insan en çok onun eksikliğini yaşar ömründe. en büyük korkusu o eksiklik olur ve ölene kadar da o eksikliği bastıramaz, yerini dolduramazmış.
devamını gör...
kur'an'ı türkçe okuyanlar ateizm ve deizme yöneliyor iddiası
mealinin “arapça okuduklarında anlamadıkları için kandırmak kolay oluyor, türkçe okuduklarında kandıramıyoruz.” olduğunu düşündüğüm iddia.
devamını gör...
heves kırmak için yaratılmış insan
“güzel hevesmiş, kursakta bekletelim.” diye düşünen tiptir. en gıcık olduğum insandır. hele bi de ben gerçekçiyim kusura bakma demesi muhtemeldir
devamını gör...
son nefeste söylenecek söz
"helvam yanık olsun kaymakta ikram edin".
devamını gör...
plan sekans
tek kamerayla, kesintisiz yapılan çekimlere verilen isimdir*.
plan sekans çekimde, sahnenin daha doğal ve gerçekçi olması amaçlanır.
film veya dizilerin bir sahnesi de bu şekilde çekilebileceği gibi filmin tamamı da bu teknikle çekilebilir.
kusursuz bir örneği için;
plan sekans çekimde, sahnenin daha doğal ve gerçekçi olması amaçlanır.
film veya dizilerin bir sahnesi de bu şekilde çekilebileceği gibi filmin tamamı da bu teknikle çekilebilir.
kusursuz bir örneği için;
devamını gör...
oruç aruoba'nın rte'ye yazdığı açık mektup
gezi olayları sırasında (bkz: oruç aruoba) tarafından rte'ye yazılan açık mektuptur.
sayın erdoğan,
izmir, 17 haziran 2013
son iki gündür, ama aslında bu son iki haftadır, sizi düşündüm nedense, aklım hep üniversite hocalığı yaptığım yıllardaki (1973-1983) eski anılarıma geri dönüp durdu. ilk birkaç gün içinde de bunun nedenini kavradım: siz o yıllarda üniversite öğrencisiydiniz; benim de, kafaları sizinkine benzer biçimde çalışan birkaç öğrencim olmuştu. -yani, o islami “kafa”nın çalışma biçimini düşündüm, aslında- kendimi de sizinle birlikte bir üniversite amfisine geri dönmüş buldum... birçok nokta da, aradan geçmiş 30 yılın ardından, yerli yerine oturdu. bu noktaları size anlatmaya çalışmak için yazıyorum.
o yıllarda, size benzer, “islamcı” denilen öğrenciler de geliyordu üniversiteye. biz, hocalar olarak öteki; “devrimci” ve “ülkücü” olarak gelen öğrencilerin arasında, bunları kayırmaya eğilimliydik, çünkü o ötekiler arasında bir tür kıskaç içine düşüyorlardı.
eyleme yatkındılar
“mağdur” ve “mazlum” oluyorlardı, sizin deyimlerinizle. aslında, ideolojik olarak, en az ötekiler kadar “sıkı” bir “kafa yapıları” vardı - üstelik, eyleme de yatkındılar; ama bazen kendilerine “akıncı” ya da “mücahit” deseler de, ötekiler kadar şiddet yanlısı değillerdi. gerçi ötekilerin “tek yol devrim”, “tek vatan, tek millet” gibi graffitilerine karşılık “tek yol islam” yazıyorlardı duvarlara; ama ötekiler yazarken yakalamasınlar diye dikkat de ediyorlardı - ne de olsa ötekilerin çoğunlukla bıçakları, hatta tabancaları vardı; onlarınsa (galiba?) yoktu. ötekiler silahları aslında birbirlerine ve “polis”e karşı kullanıyorlardı; onları ise, arada öylesine bir pataklıyorlardı ama, olsun, ne olur ne olmaz...
siz de böylesi cenderelerden geçtiniz, tahmin ediyorum: hem de, “tek yol” sayarak içinde yetiştiğiniz islam ve kafanızdaki ezber kuran karşısında, “kâfirlik” olmasa bile “zındıklık” saydığınız bu ideolojilerin arasında; üstelik, en büyük kâfirler saydığınız “iki ayyaş”ın izleyicileri olma iddiasındaki “silah sahipleri”nin tehdidi altında, yapabileceğiniz pek bir şey yoktu. o “silah sahipleri”nin en sonuncuları, bereket versin (!) o iki ideoloji sahiplerini doğradılar, astılar. siz de imam hatip sonrası (bir lyceé’nin de kâğıdını alarak) zar-zor girdiğiniz iktisadi ve ticari ilimler akademisi’nden devşirme, bir işe yaramaz diplomayla, kendinizi kasımpaşa kaldırımlarında buldunuz. gerçi, herhalde, genç bir yaşta girdiğiniz gençlik örgütleri ve bağınız olan “düşünsel”, yani islami örgütler size göz kulak oluyordu; ama “lümpen proleter”diniz artık: kısa bir süre ayak topunu denediniz ama buna da yeteneğiniz olmadığını anladınız. hayatınız boyunca, “politikacılık” (“resmi” biyografinize göre limonata ve simit satmak) dışında, görünür bir “iş” tutmadınız; bilgi sahibi olmak anlamında bir “meslek erbabı” olmadınız.
o yıllarda, sizin dilinizden konuşur gibi görünen badem bıyıklı, rengârenk kravatlı bir makine profesörü, “din-iman” diye bağırıp çağırmaya başlamıştı; siz de onun yanına gidip “divan durup el bağlayarak” rahlei tedrisine çömeldiniz. (mekanik falan değil, politika tedrisatı görmek için tabii...) bu “kadayıf pişirici” iyiydi hoştu da, her şeyi yüzüne gözüne bulaştırıyordu; ama sizi de belediye başkanı yaptırdı. gene de işte, partinizin oyları yüzde 20’nin üstüne çıkmıyordu bir türlü; boyuna da kapatılıp duruyordu. siz de başka yolların denenmesi gerektiğine karar verip, “hoca”nızı da yüzüstü bırakarak, kendi “yol”unuzu yürümeye başladınız. yaptıklarınıza, kendi ilkeleri açısından, muarızlarınızdan hiçbirinin (tutarlı olarak) karşı çıkamayacağı yollar tuttunuz: insan hakları ve kişi özgürlüğü’ne dayanmak, “demokrat” olmak, avrupa birliği’ne girmek, çağdaş hukuk (“muasır medeniyet”-maazallah) normlarını yasalara sokmak...
islami takıntılar
bu yollar işe yarıyordu; hem demokratikleşiyormuşsunuz gibi bir görünüm veriyordu yaptıklarınıza hem de popülaritenizi, dolayısıyla aldığınız oyları artırıyordu. böylece, o üniversite yıllarında sizi ezip duran “solcu” ve “sağcı”ları (ve 12 eylül’den arta kalan herkesi) “sandık”ta alt ettikten sonra, asıl “muarız”ınız olan “silah sahipleri”ne yöneldiniz; tabii tamamen hukuklu ve demokratik görünen yollar kullanarak... gerçi arada bir islami takıntılarınız ortaya çıkıp sırıtıveriyordu (“zina”, “idam” gibi); ama bunları hemen düzeltiyordunuz ya da es geçiyordunuz.
böylece on yıl içinde “güçlü başbakan” oldunuz. artık önünüzde duracak hiçbir güç kalmamıştı ortada; ne sandıklı, ne tokmaklı, ne de silahlı... o zaman “fayrap” ettiniz: haydi bakalım; yok osmanlı’ydı, yok altı minareli “selatin” taklidi camiydi, yok “men-i mezkûrat”tı, yok “sünnilik-alevilik” idi, yok “dindar-kindar” gençlikti... “yürüdünüz bu yollarda”; ne de olsa “istatistik” sizden yanaydı.
derken, birden bir şey oldu: “küffar”a karşı “cihat” anıtı olacak (“iki ayyaş”tan ikincisinin yıktırdığı) bir garabeti “ihya” edip, kenarına “ilk ayyaş”ın ve ayyaşların hepsinin kurduğu cumhuriyetin de anıtının karşısına bir cami konduracağınız; solcuların da 1 mayıs meydanı olan yeri, “kafa”nıza göre düzenleyeceğiniz sırada, birkaç “çapulcu” (yoksa “kemirgen” mi?) ortaya çıkıp, atacağınız ilk adımla ezmeye çalıştığınız ağaçlara sarılıp, “yeter artık” dedi size. siz hemen “urun kellesin!” diye ünlediniz; ama, heyhat, birdenbire, nereden çıktıklarını anlamadığınız yüz binlerce ilave çapulcu çıkıverdi aynı alana, alanlara, bütün ülkeye...
emanete sahip çıkmak
anlamadınız: kendinizi, o eski çapulcu kâfir-zındıkların kapıştığı geçmişteki akademi amfisine geri dönmüş buldunuz. temizlediğinizden emin olduğunuz “silah sahipleri” de sanki kapıyı yeniden zorluyorlardı bile... hiç anlam veremediniz olup bitene: “feshüpanallah bunlar elhamdülillah yok olmamışlar mıydı inşallah?”
olmamışlardı. o “baş ayyaş”ın “emanet”iyle yetişmişlerdi ve şimdi emanetlerine sahip çıkıyorlardı bunlar; sizin de bol bol kullandığınız “hak” ve “özgürlük” söylemiyle, hiç anlayamadığınız tümceler kuruyorlardı bunlar, hem de... bunlarla nasıl baş edebileceğinizi bilemiyordunuz artık. bir de, üstüne üstlük, bir “şaklaban” çıkmıştı ortaya, kocaman amfinin en ortasında, “baş ayyaş”ın resminin önünde dikelip, size karşı duran. ardından binlercesi... ne yapmalıydınız bu amfiden çıkıp kurtulmak için; bu otuz yıllık kâbus bir bitse... ama çıkamıyordunuz, çünkü anlamamıştınız. üstelik amfiden çıkmak da istemiyordunuz ki...
artık tek bir yol kalmıştı: sandığa ve istatistiğe geri dönmek. o yol güvenliydi, kimsenin itiraz edemeyeceği bir yoldu, şimdiye dek de sizi hiç gücendirmemişti. bunu anladınız; en azından, tek çıkış olduğunu. ama gerisini hiç anlamadınız. şimdilerde de, o sandık için bağırıp duruyorsunuz. eh...
umarım burada yazdıklarım, size de benim gibi, otuz yıl öncesinin anılarını geri getirir de bugün yaşadıklarınıza anlam vermenizi ve kâbustan kurtulmanızı sağlar. ama, doğrusu, son günlerdeki tutumunuzdan, başlangıçta “iman” ettiğiniz yolunuzdan başka bir yol tutacağınız konusunda, pek bir umut görmüyorum.
her bir insan özgürdür
gene de, son bir şeyler söyleyeyim: sandık ve istatistik makbul bilgi edinme yollarıdır; ama görüyorsunuz buna rağmen, oradan çıkan sonuçlara aldırmayan birtakım “çapulcu”lar ortaya çıkarak, o “baş ayyaş”a uyup, özgürlükten (“istiklal”den ve tabii “gaflet, dalalet ve hıyanet”ten...) falan dem vurabiliyorlar. boş verin hepsine; nasıl olsa bunları sandıkla birlikte gömersiniz... onlar da birer “kul” olduklarını anlarlar; sizin kendinizin bir “hizmetkâr” olduğunuzu anladığınız (söylediğiniz) gibi...
ama şunu, hiçbir sandıkla ya da sandıkta, gömemezsiniz: her bir insan, özgür bir kişidir; her bir yurttaş da, eşit hak sahibi, geçerli söz sahibi, bir bireydir. bunu -bunları- da, hiçbir istatistik değiştiremez.
size saygılar sunuyorum, gene de.
25 haziran 2013
not: bu mektup verilen tarihlerde yazılmış; ancak gönderilmesi için, “belki umut vardır” kuşkusuyla sizin, “şiddete karşı şiddet” sözünü sarf etmenize dek bekletilmiştir.
size artık “saygılar” bile sunmuyorum…
o. a.
24 temmuz 2013
sayın erdoğan,
izmir, 17 haziran 2013
son iki gündür, ama aslında bu son iki haftadır, sizi düşündüm nedense, aklım hep üniversite hocalığı yaptığım yıllardaki (1973-1983) eski anılarıma geri dönüp durdu. ilk birkaç gün içinde de bunun nedenini kavradım: siz o yıllarda üniversite öğrencisiydiniz; benim de, kafaları sizinkine benzer biçimde çalışan birkaç öğrencim olmuştu. -yani, o islami “kafa”nın çalışma biçimini düşündüm, aslında- kendimi de sizinle birlikte bir üniversite amfisine geri dönmüş buldum... birçok nokta da, aradan geçmiş 30 yılın ardından, yerli yerine oturdu. bu noktaları size anlatmaya çalışmak için yazıyorum.
o yıllarda, size benzer, “islamcı” denilen öğrenciler de geliyordu üniversiteye. biz, hocalar olarak öteki; “devrimci” ve “ülkücü” olarak gelen öğrencilerin arasında, bunları kayırmaya eğilimliydik, çünkü o ötekiler arasında bir tür kıskaç içine düşüyorlardı.
eyleme yatkındılar
“mağdur” ve “mazlum” oluyorlardı, sizin deyimlerinizle. aslında, ideolojik olarak, en az ötekiler kadar “sıkı” bir “kafa yapıları” vardı - üstelik, eyleme de yatkındılar; ama bazen kendilerine “akıncı” ya da “mücahit” deseler de, ötekiler kadar şiddet yanlısı değillerdi. gerçi ötekilerin “tek yol devrim”, “tek vatan, tek millet” gibi graffitilerine karşılık “tek yol islam” yazıyorlardı duvarlara; ama ötekiler yazarken yakalamasınlar diye dikkat de ediyorlardı - ne de olsa ötekilerin çoğunlukla bıçakları, hatta tabancaları vardı; onlarınsa (galiba?) yoktu. ötekiler silahları aslında birbirlerine ve “polis”e karşı kullanıyorlardı; onları ise, arada öylesine bir pataklıyorlardı ama, olsun, ne olur ne olmaz...
siz de böylesi cenderelerden geçtiniz, tahmin ediyorum: hem de, “tek yol” sayarak içinde yetiştiğiniz islam ve kafanızdaki ezber kuran karşısında, “kâfirlik” olmasa bile “zındıklık” saydığınız bu ideolojilerin arasında; üstelik, en büyük kâfirler saydığınız “iki ayyaş”ın izleyicileri olma iddiasındaki “silah sahipleri”nin tehdidi altında, yapabileceğiniz pek bir şey yoktu. o “silah sahipleri”nin en sonuncuları, bereket versin (!) o iki ideoloji sahiplerini doğradılar, astılar. siz de imam hatip sonrası (bir lyceé’nin de kâğıdını alarak) zar-zor girdiğiniz iktisadi ve ticari ilimler akademisi’nden devşirme, bir işe yaramaz diplomayla, kendinizi kasımpaşa kaldırımlarında buldunuz. gerçi, herhalde, genç bir yaşta girdiğiniz gençlik örgütleri ve bağınız olan “düşünsel”, yani islami örgütler size göz kulak oluyordu; ama “lümpen proleter”diniz artık: kısa bir süre ayak topunu denediniz ama buna da yeteneğiniz olmadığını anladınız. hayatınız boyunca, “politikacılık” (“resmi” biyografinize göre limonata ve simit satmak) dışında, görünür bir “iş” tutmadınız; bilgi sahibi olmak anlamında bir “meslek erbabı” olmadınız.
o yıllarda, sizin dilinizden konuşur gibi görünen badem bıyıklı, rengârenk kravatlı bir makine profesörü, “din-iman” diye bağırıp çağırmaya başlamıştı; siz de onun yanına gidip “divan durup el bağlayarak” rahlei tedrisine çömeldiniz. (mekanik falan değil, politika tedrisatı görmek için tabii...) bu “kadayıf pişirici” iyiydi hoştu da, her şeyi yüzüne gözüne bulaştırıyordu; ama sizi de belediye başkanı yaptırdı. gene de işte, partinizin oyları yüzde 20’nin üstüne çıkmıyordu bir türlü; boyuna da kapatılıp duruyordu. siz de başka yolların denenmesi gerektiğine karar verip, “hoca”nızı da yüzüstü bırakarak, kendi “yol”unuzu yürümeye başladınız. yaptıklarınıza, kendi ilkeleri açısından, muarızlarınızdan hiçbirinin (tutarlı olarak) karşı çıkamayacağı yollar tuttunuz: insan hakları ve kişi özgürlüğü’ne dayanmak, “demokrat” olmak, avrupa birliği’ne girmek, çağdaş hukuk (“muasır medeniyet”-maazallah) normlarını yasalara sokmak...
islami takıntılar
bu yollar işe yarıyordu; hem demokratikleşiyormuşsunuz gibi bir görünüm veriyordu yaptıklarınıza hem de popülaritenizi, dolayısıyla aldığınız oyları artırıyordu. böylece, o üniversite yıllarında sizi ezip duran “solcu” ve “sağcı”ları (ve 12 eylül’den arta kalan herkesi) “sandık”ta alt ettikten sonra, asıl “muarız”ınız olan “silah sahipleri”ne yöneldiniz; tabii tamamen hukuklu ve demokratik görünen yollar kullanarak... gerçi arada bir islami takıntılarınız ortaya çıkıp sırıtıveriyordu (“zina”, “idam” gibi); ama bunları hemen düzeltiyordunuz ya da es geçiyordunuz.
böylece on yıl içinde “güçlü başbakan” oldunuz. artık önünüzde duracak hiçbir güç kalmamıştı ortada; ne sandıklı, ne tokmaklı, ne de silahlı... o zaman “fayrap” ettiniz: haydi bakalım; yok osmanlı’ydı, yok altı minareli “selatin” taklidi camiydi, yok “men-i mezkûrat”tı, yok “sünnilik-alevilik” idi, yok “dindar-kindar” gençlikti... “yürüdünüz bu yollarda”; ne de olsa “istatistik” sizden yanaydı.
derken, birden bir şey oldu: “küffar”a karşı “cihat” anıtı olacak (“iki ayyaş”tan ikincisinin yıktırdığı) bir garabeti “ihya” edip, kenarına “ilk ayyaş”ın ve ayyaşların hepsinin kurduğu cumhuriyetin de anıtının karşısına bir cami konduracağınız; solcuların da 1 mayıs meydanı olan yeri, “kafa”nıza göre düzenleyeceğiniz sırada, birkaç “çapulcu” (yoksa “kemirgen” mi?) ortaya çıkıp, atacağınız ilk adımla ezmeye çalıştığınız ağaçlara sarılıp, “yeter artık” dedi size. siz hemen “urun kellesin!” diye ünlediniz; ama, heyhat, birdenbire, nereden çıktıklarını anlamadığınız yüz binlerce ilave çapulcu çıkıverdi aynı alana, alanlara, bütün ülkeye...
emanete sahip çıkmak
anlamadınız: kendinizi, o eski çapulcu kâfir-zındıkların kapıştığı geçmişteki akademi amfisine geri dönmüş buldunuz. temizlediğinizden emin olduğunuz “silah sahipleri” de sanki kapıyı yeniden zorluyorlardı bile... hiç anlam veremediniz olup bitene: “feshüpanallah bunlar elhamdülillah yok olmamışlar mıydı inşallah?”
olmamışlardı. o “baş ayyaş”ın “emanet”iyle yetişmişlerdi ve şimdi emanetlerine sahip çıkıyorlardı bunlar; sizin de bol bol kullandığınız “hak” ve “özgürlük” söylemiyle, hiç anlayamadığınız tümceler kuruyorlardı bunlar, hem de... bunlarla nasıl baş edebileceğinizi bilemiyordunuz artık. bir de, üstüne üstlük, bir “şaklaban” çıkmıştı ortaya, kocaman amfinin en ortasında, “baş ayyaş”ın resminin önünde dikelip, size karşı duran. ardından binlercesi... ne yapmalıydınız bu amfiden çıkıp kurtulmak için; bu otuz yıllık kâbus bir bitse... ama çıkamıyordunuz, çünkü anlamamıştınız. üstelik amfiden çıkmak da istemiyordunuz ki...
artık tek bir yol kalmıştı: sandığa ve istatistiğe geri dönmek. o yol güvenliydi, kimsenin itiraz edemeyeceği bir yoldu, şimdiye dek de sizi hiç gücendirmemişti. bunu anladınız; en azından, tek çıkış olduğunu. ama gerisini hiç anlamadınız. şimdilerde de, o sandık için bağırıp duruyorsunuz. eh...
umarım burada yazdıklarım, size de benim gibi, otuz yıl öncesinin anılarını geri getirir de bugün yaşadıklarınıza anlam vermenizi ve kâbustan kurtulmanızı sağlar. ama, doğrusu, son günlerdeki tutumunuzdan, başlangıçta “iman” ettiğiniz yolunuzdan başka bir yol tutacağınız konusunda, pek bir umut görmüyorum.
her bir insan özgürdür
gene de, son bir şeyler söyleyeyim: sandık ve istatistik makbul bilgi edinme yollarıdır; ama görüyorsunuz buna rağmen, oradan çıkan sonuçlara aldırmayan birtakım “çapulcu”lar ortaya çıkarak, o “baş ayyaş”a uyup, özgürlükten (“istiklal”den ve tabii “gaflet, dalalet ve hıyanet”ten...) falan dem vurabiliyorlar. boş verin hepsine; nasıl olsa bunları sandıkla birlikte gömersiniz... onlar da birer “kul” olduklarını anlarlar; sizin kendinizin bir “hizmetkâr” olduğunuzu anladığınız (söylediğiniz) gibi...
ama şunu, hiçbir sandıkla ya da sandıkta, gömemezsiniz: her bir insan, özgür bir kişidir; her bir yurttaş da, eşit hak sahibi, geçerli söz sahibi, bir bireydir. bunu -bunları- da, hiçbir istatistik değiştiremez.
size saygılar sunuyorum, gene de.
25 haziran 2013
not: bu mektup verilen tarihlerde yazılmış; ancak gönderilmesi için, “belki umut vardır” kuşkusuyla sizin, “şiddete karşı şiddet” sözünü sarf etmenize dek bekletilmiştir.
size artık “saygılar” bile sunmuyorum…
o. a.
24 temmuz 2013
devamını gör...
evin reisi kimdir sorunsalı
bizde güçler ayrılığı ilkesi uygulanmakta. yasama annemde, yargı babamda, yürütme de bende.*
demokrasi iyidir; herkese tavsiye ederim.*
inanç sistemine gelince... eğer bir tanrı varsa kesinlikle kedidir; bilmem söylememe gerek var mı?*
t: aile içerisindeki boktan ve gereksiz güç dinamiklerinin ilkokul münazaras formatında tartışıldığı bir garip başlık.
demokrasi iyidir; herkese tavsiye ederim.*
inanç sistemine gelince... eğer bir tanrı varsa kesinlikle kedidir; bilmem söylememe gerek var mı?*
t: aile içerisindeki boktan ve gereksiz güç dinamiklerinin ilkokul münazaras formatında tartışıldığı bir garip başlık.
devamını gör...
amélie mauresmo
eski bir fransız tenisçidir.

amelie simone mauresmo dünya eski bir numarası olmasının yanı sıra emekli olduktan sonra da andy murray’in kişisel antrenörlüğünü yapmıştır.

mauresmo çok iyi bir tenisçi olmasını tekniği ve oyunu okuma ve kurma becerileri kadar fiziksel gücüne de borçludur. özellikle öldürücü servisleri ve sağ backhandleri ile rakibini çaresiz bıraktığına defalarca şahit olmuşluğum vardır.

mauresmo tenis oyunculuğunun önüne geçen, daha doğru bir tabirle söylemek gerekirse rakipleri tarafından önüne geçirilen cinsel yönelimi ile de oldukça fazla polemiğe malzeme edilmiştir. haksız bir şekilde sık sık eleştirilen mauresmo’nun kadınlarla değil erkeklerle maça çıkmasını önermeye kadar gitmiştir iş.
bütün bu saçma itiraz ve eleştirilere rağmen mauresmo’nun kız arkadaşı kendine ayrılan kutudan yetenekli tenisçinin bütün maçalarını izleyerek ona destek olmaktan asla vaz geçmemiştir.
kariyeri boyunca iki grand slam zaferi kazanan tenisçi bu zaferlerden birini wimbledon’da diğerini ise avustralya açık tenis turnuvasında kazanmıştır.

eski bir numaralardan martina hingis’in yarım adam diye nitelediği mauresmo 2009 yılında tenisi bırakırken arkasında oldukça fazla tartışma da bırakmış oldu.

amelie simone mauresmo dünya eski bir numarası olmasının yanı sıra emekli olduktan sonra da andy murray’in kişisel antrenörlüğünü yapmıştır.

mauresmo çok iyi bir tenisçi olmasını tekniği ve oyunu okuma ve kurma becerileri kadar fiziksel gücüne de borçludur. özellikle öldürücü servisleri ve sağ backhandleri ile rakibini çaresiz bıraktığına defalarca şahit olmuşluğum vardır.

mauresmo tenis oyunculuğunun önüne geçen, daha doğru bir tabirle söylemek gerekirse rakipleri tarafından önüne geçirilen cinsel yönelimi ile de oldukça fazla polemiğe malzeme edilmiştir. haksız bir şekilde sık sık eleştirilen mauresmo’nun kadınlarla değil erkeklerle maça çıkmasını önermeye kadar gitmiştir iş.
bütün bu saçma itiraz ve eleştirilere rağmen mauresmo’nun kız arkadaşı kendine ayrılan kutudan yetenekli tenisçinin bütün maçalarını izleyerek ona destek olmaktan asla vaz geçmemiştir.
kariyeri boyunca iki grand slam zaferi kazanan tenisçi bu zaferlerden birini wimbledon’da diğerini ise avustralya açık tenis turnuvasında kazanmıştır.

eski bir numaralardan martina hingis’in yarım adam diye nitelediği mauresmo 2009 yılında tenisi bırakırken arkasında oldukça fazla tartışma da bırakmış oldu.
devamını gör...
yazarlar ilkokulda olsa açılacak başlıklar
(bkz: 8 yaşında hayatın çok zor olması saçmalığı)
(bkz: saman ye diyen kişiye ben tokum sen ye diyen kızın tatlılığı)
(bkz: ayşe'nin hep ağlamasının asıl amacı)
(bkz: kokulu silgisini paylaşan erkek çekiciliği)
(bkz: ali'nin hep ata bakması sorunsalı)
(bkz: kurdele alamayanların aslında çok zeki olması)
(bkz: öğretmenin ödev yapınca deftere attığı yıldız)
not: çok eğlenceli bir başlık.*bayıldım.
(bkz: saman ye diyen kişiye ben tokum sen ye diyen kızın tatlılığı)
(bkz: ayşe'nin hep ağlamasının asıl amacı)
(bkz: kokulu silgisini paylaşan erkek çekiciliği)
(bkz: ali'nin hep ata bakması sorunsalı)
(bkz: kurdele alamayanların aslında çok zeki olması)
(bkz: öğretmenin ödev yapınca deftere attığı yıldız)
not: çok eğlenceli bir başlık.*bayıldım.
devamını gör...
prens
prens(ıl principe, de principatibus), niccolo machiavelli tarafından yazılmış bir bilimsel politik kitaptır. machiavelli, bu kitabı ünlü medici ailesinin ferdi lorenzo de’ medici’ye ithafhen yazmıştır. kitapta machiavelli, medici’ye politik tavsiyeler vermektedir. bu tavsiyeler, prensliklerin nasıl ele geçirileceğinden, dalkavuklardan korunma yollarına kadar çok detaylıdır. bu öğütler gerçekten işe yaramış mıdır bilinmez fakat medici’nin hakimiyet dönemi floransa’nın rönesans dönemine rastlamış ve floransa altın çağını yaşamıştır. prens, machiavelli’nin yaşam süresince basılmamıştır. kitap, bir siyaset yaklaşımı olan makyavelizm’in temelidir.
prens, politika biliminin temelini oluşturan eserlerden biridir. bu açıdan siyaset bilimi açısından çok değerli bir kitaptır. günümüzde dahi geçerliliğini koruyan makyavelist düşüncenin temel dayanağıdır. bundan yola çıkarak yazıldığı çağın çok ötesinde bir eser olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. kitabın siyaset felsefesi üzerine yazılmış ilk eser olduğunu göz önünde bulundurup, hala dünyada çok satan kitaplar arasında
olduğunu gördüğümüzde başarısını görmüş oluruz. machiavelli, kitapta çağı hakkında zengin bir şekilde bilgi vermiştir. bunun yanı sıra machiavelli’nin bilginin o denli ulaşılmaz olduğu bir çağda dünyaya nasıl geniş bakabildiğini de anlıyoruz.
bir daha üstünden geçmeliyiz ki prens, devlet yöneticisi bir şahsa tavsiye olarak yazılmış politik bilgiler içerir. kitaptan machiavelli’nin medici’den büyük beklentileri ve umutları olduğunu anlayabiliriz. bununla birlikte eser, günümüzde hala süren bir tartışmayı başlatmış diyebiliriz.
prens, politika biliminin temelini oluşturan eserlerden biridir. bu açıdan siyaset bilimi açısından çok değerli bir kitaptır. günümüzde dahi geçerliliğini koruyan makyavelist düşüncenin temel dayanağıdır. bundan yola çıkarak yazıldığı çağın çok ötesinde bir eser olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. kitabın siyaset felsefesi üzerine yazılmış ilk eser olduğunu göz önünde bulundurup, hala dünyada çok satan kitaplar arasında
olduğunu gördüğümüzde başarısını görmüş oluruz. machiavelli, kitapta çağı hakkında zengin bir şekilde bilgi vermiştir. bunun yanı sıra machiavelli’nin bilginin o denli ulaşılmaz olduğu bir çağda dünyaya nasıl geniş bakabildiğini de anlıyoruz.
bir daha üstünden geçmeliyiz ki prens, devlet yöneticisi bir şahsa tavsiye olarak yazılmış politik bilgiler içerir. kitaptan machiavelli’nin medici’den büyük beklentileri ve umutları olduğunu anlayabiliriz. bununla birlikte eser, günümüzde hala süren bir tartışmayı başlatmış diyebiliriz.
devamını gör...
aptal puma sendromu
elde edeceğim şey, harcadığım emeğe değecek mi sorusunu sordutturur.bazen plansız bir şekilde belirlenen hedeflerin peşinden ısrarla koştururuz en büyük kaybın zaman olduğunu bilmeden.
devamını gör...
tacizci leopara haddinin bildirilmesi
emperyalist güçler yaşlanmış bal porsuklarına tuzak kurup bir düzine uyuşturucu iğne ile halsizleştirip aslan ve leoparların önüne atıp belgesel çekerler. bu inandırıcı gelmeyen belgesellerin ortak özelliği sanki film çeviriyormuş gibi ortam yaratılmasıdır.
hileli belgeselleri izleyen bir leopar havaya girip bal porsuğuna tacizde bulunur. kaynak video
bal porsuğu, leopara haddini bildirirken eşi “akşam yemeği ayağımıza geldi” diyerek ağaçtan atlayıp leopara bodoslama dalar. leopar canını kurtarmak için kaçmak ister ama leopardan bir daha haber alınamaz. *
sadece korkmamaya başladığımız zaman yaşamaya başlarız. hayat, ya cesaretle yaşadığımız bir macera ya da hiçbir şeydir
kalplerde gerçek cesarete sahip olanlar her zaman kazanır - amir khan.
hileli belgeselleri izleyen bir leopar havaya girip bal porsuğuna tacizde bulunur. kaynak video
bal porsuğu, leopara haddini bildirirken eşi “akşam yemeği ayağımıza geldi” diyerek ağaçtan atlayıp leopara bodoslama dalar. leopar canını kurtarmak için kaçmak ister ama leopardan bir daha haber alınamaz. *
sadece korkmamaya başladığımız zaman yaşamaya başlarız. hayat, ya cesaretle yaşadığımız bir macera ya da hiçbir şeydir
kalplerde gerçek cesarete sahip olanlar her zaman kazanır - amir khan.
devamını gör...
mesaj atsam mı atmasam mı tereddütü
geçenlerde bir yazarın tanımı gözüme çarptı sıkıntısını dile getirdiği. kendisine biraz tereddütten sonra gerçekten iyi niyetle yardım etmek istedim ve çok kibar düzgün bir üslupla bir mesaj attım. aman yareppim atmaz olaydım bir küfür etmediği kaldı. şok oldum ben de attığım mesaj asla kötü bir şey de değildi çok kibar ve iyi niyetle yazıldığı çok belli bir mesajdı. o kadar şaşırdım ki tekrar tekrar okudum hanımefendi acaba neye sinirlendi diye hala da aklım almıyor.
sonradan özür diledi başka bir şeye sinirliydim sinirimi senden çıkardım dedi ama çok kızdım ve kırıldım kendisine daha önce burda hiç böyle kaba bir tepki almamıştım. kötü bir şey yazsam neyse ama gerçekten iyi bir şey yazmıştım. az biraz sakin olsak güzel olur. bu kadar sinir bünyeye zarar. artık mesaj atarken çok temkinliyim.
sonradan özür diledi başka bir şeye sinirliydim sinirimi senden çıkardım dedi ama çok kızdım ve kırıldım kendisine daha önce burda hiç böyle kaba bir tepki almamıştım. kötü bir şey yazsam neyse ama gerçekten iyi bir şey yazmıştım. az biraz sakin olsak güzel olur. bu kadar sinir bünyeye zarar. artık mesaj atarken çok temkinliyim.
devamını gör...
kitap satın alma hastalığı
akşam için yemek alacağım parayı kitaba verip aç aç onu okumuşluğum olduğundan benim de içinde olduğum hastalık türü.
devamını gör...
hayat dersinden tavsiyeler
"her gün ne kadar yetersiz olduğumu daha iyi anlıyorum. aptal olmak gayet normaldir ancak ben 18 yaşımda kendimi tam bir dâhi zannediyordum. gün geçtikçe ne kadar ahmak olduğum anlıyorum."
"deneyim, her türlü maddi kazançtan daha değerlidir."
"hayatta yapacağınız en önemli kariyer seçimi, eş seçiminizdir."
"para ile ilgili üç büyük yetenek vardır. bunlar; kazanmak, elde tutmak ve büyütmektir. bunların üçü de birbirinden farklı yeteneklerdir."
"çocuk sahibi olmak korkunç bir şeydir ancak çocuk sahibi olmak aynı zamanda muhteşem bir şeydir."
"tüm bilimsel çalışmaları bir kenara bırakın. 8 saatlik uyku düzeni vücut için çok önemlidir."
"yiyip içtiklerinize dikkat edin. her geçen yıl porsiyonlarınızı biraz daha küçültün.* yaş ilerledikçe ne kadar spor yaparsanız yapın bir faydası olmuyor çünkü."
"insanların sizin hakkınızda ne düşündüğünü önemsememek için gerçekten çaba sarf edin. bu benim için halen çok zor ama halen uğraşıyorum ve öğreniyorum."
"mükemmel olmak imkansızdır. herkesin mükemmel kriterleri farklıdır. yapabileceğiniz en iyi şey; kendinizin en iyi, en mükemmel versiyonuna ulaşmaya çalışmak olacaktır."
"öfke aslında gerçek bir his değildir. öfkeyi ortaya çıkaran şey korkudur. öfkelenmeden önce sizi korkutan şeyin ne olduğunu bulmaya çalışın."
"deneyim, her türlü maddi kazançtan daha değerlidir."
"hayatta yapacağınız en önemli kariyer seçimi, eş seçiminizdir."
"para ile ilgili üç büyük yetenek vardır. bunlar; kazanmak, elde tutmak ve büyütmektir. bunların üçü de birbirinden farklı yeteneklerdir."
"çocuk sahibi olmak korkunç bir şeydir ancak çocuk sahibi olmak aynı zamanda muhteşem bir şeydir."
"tüm bilimsel çalışmaları bir kenara bırakın. 8 saatlik uyku düzeni vücut için çok önemlidir."
"yiyip içtiklerinize dikkat edin. her geçen yıl porsiyonlarınızı biraz daha küçültün.* yaş ilerledikçe ne kadar spor yaparsanız yapın bir faydası olmuyor çünkü."
"insanların sizin hakkınızda ne düşündüğünü önemsememek için gerçekten çaba sarf edin. bu benim için halen çok zor ama halen uğraşıyorum ve öğreniyorum."
"mükemmel olmak imkansızdır. herkesin mükemmel kriterleri farklıdır. yapabileceğiniz en iyi şey; kendinizin en iyi, en mükemmel versiyonuna ulaşmaya çalışmak olacaktır."
"öfke aslında gerçek bir his değildir. öfkeyi ortaya çıkaran şey korkudur. öfkelenmeden önce sizi korkutan şeyin ne olduğunu bulmaya çalışın."
devamını gör...