hayat kalitesini düşüren şeyler
parasızlık ve zamansızlık. iki tane hobimiz olamıyor bu ikisi yüzünden.
devamını gör...
şevket altuğ
süper baba (dizi)sinde sevilen karakter fikret’i yani fiko’yu canlandırmıştı doksanlı yıllarda.
devamını gör...
ankara
hep bir gün bu şehirden gideceğim diyip uzaklaşınca hiçbir şehirde yapamayıp dönmek için gün saydıran şehirdir ankara. doğuştan bu şehirde olanlar da sanırım aynı hisleri beslemektedir.
devamını gör...
yazarların kendini sevmeme nedeni
kendimi sevemiyorum çünkü yapabileceğim şeyler için bile kendime güvenim yok ve ben bunu nasıl düzelteceğimi bilmiyorum.
devamını gör...
mikroskobun bakterilerin kişilik haklarını ihlal etmesi
az önce üniversiteden arkadaşlarımla fark ettiğimiz gerçek. üstelik bunu şimdiye kadar kimse fark etmemiş, sözlükte de aramaya inandım ancak bulamadım.
beni daha önceden tanıyanlar bilirler, dört yıldır üniversitemde "canlı haklarını savunma topluluğu" kurucu üyesi bir akademisyenim. gençlerle vakit buldukça tartışıyor, seminer veriyoruz bu hususta. şimdiden şehrimizde birçok güzel farkındalık hareketi başlattık bile.
neyse whatsapp grubumuzdan bir tartışma döndü nereye bağlanacağını merak ederek ben de katıldım bu tartışmaya.
ergin: bunun bilimle ne ilgisi var aslı? düpedüz biz bu canlıların haklarını taciz ediyoruz.
aslı: tamam ama bu da bir gözlem sonuçta, afrika'da hayvanların kameraya alınması da aynı amaca hizmet ediyor.
bu bambaşka bir durum. nasıl aynı olduğunu söylersin.
sophie: aslı doğru söylüyor. onları lamele koyuyoruz gözlemlemek için. düşünsene sen aslında bir avuç sudan aldığın örnekte neler alıyorsun?
ergin: ne alıyormuşum bakteri işte lol.
sophie: ya aldığım o örnekte, ailesinden ayırdığın bir minik bakteri varsaaa!?!?!
ergin: haha ne alakası var.
steve: *sticker*
tuğçe: *öpücük yollayan sticker*
ben: arkadaşlar gruptasınız!
*steve ayrıldı*
*mustafa steve kişisini ekledi*
steve: yanlışlıkla çıktım
ben: kızlar doğru söylüyor arkadaşlar. hiç bu perspektiften bakmamıştım ben de. onları gözlemleyerek, onları yerinden yurdundan sürerek onlara zulmediyoruz aslında. doğal ekosisteminden alınıp, hayvanat bahçesine aktarılan hayvanlara ses çıkardığımız gibi haykırıp farkındalık oluşturmalıyız bu konuda kimler benimle?
steve: *okay işareti*
tuğçe: *okay işareti*
mustafa: *okay işareti*
sophie: *okay işareti*
aslı: *okay işareti*
ergin: tamam hocam ben de okeyim *"okay" işareti*
ben: mustafa sen photoshop'tan "bakteri hakları dokunulmazdır" yazan bir afiş hazırlayıp sks sayfasına at lütfen.
mustafa: tamamdır hocam *okay işareti*
neyse işte böyle bir muhabbet geçti aramızda. bunu da kafa sözlük'te belirtme ihtiyacı duyduk. twitter'da kampüs cadıları, üniversite kolektifleri ve ekşi sözlük'te de yazacağız inşallah. insanları bilinçlendirmek gerekiyor. düşünsenize siz burada evinizde ne güzel fıstık gibi çayınızı kahvenizi yudumlayıp netflix izlerken, yukarıda sizden milyarlarca kat büyüklükte bir çift el, sizi sevdiklerinizden alıp iki camın arasında esir ediyor ve dolayısıyla beslenemediğiniz için dış yüzeyde yaşamınızı yitiriyorsunuz. inanılır gibi değil ama gerçek. bu bakteri deneylerinin de bir regüle edilmesi gerek de neyse... yarın dekanımıza bu konuyu açacağım.
beni daha önceden tanıyanlar bilirler, dört yıldır üniversitemde "canlı haklarını savunma topluluğu" kurucu üyesi bir akademisyenim. gençlerle vakit buldukça tartışıyor, seminer veriyoruz bu hususta. şimdiden şehrimizde birçok güzel farkındalık hareketi başlattık bile.
neyse whatsapp grubumuzdan bir tartışma döndü nereye bağlanacağını merak ederek ben de katıldım bu tartışmaya.
ergin: bunun bilimle ne ilgisi var aslı? düpedüz biz bu canlıların haklarını taciz ediyoruz.
aslı: tamam ama bu da bir gözlem sonuçta, afrika'da hayvanların kameraya alınması da aynı amaca hizmet ediyor.
bu bambaşka bir durum. nasıl aynı olduğunu söylersin.
sophie: aslı doğru söylüyor. onları lamele koyuyoruz gözlemlemek için. düşünsene sen aslında bir avuç sudan aldığın örnekte neler alıyorsun?
ergin: ne alıyormuşum bakteri işte lol.
sophie: ya aldığım o örnekte, ailesinden ayırdığın bir minik bakteri varsaaa!?!?!
ergin: haha ne alakası var.
steve: *sticker*
tuğçe: *öpücük yollayan sticker*
ben: arkadaşlar gruptasınız!
*steve ayrıldı*
*mustafa steve kişisini ekledi*
steve: yanlışlıkla çıktım
ben: kızlar doğru söylüyor arkadaşlar. hiç bu perspektiften bakmamıştım ben de. onları gözlemleyerek, onları yerinden yurdundan sürerek onlara zulmediyoruz aslında. doğal ekosisteminden alınıp, hayvanat bahçesine aktarılan hayvanlara ses çıkardığımız gibi haykırıp farkındalık oluşturmalıyız bu konuda kimler benimle?
steve: *okay işareti*
tuğçe: *okay işareti*
mustafa: *okay işareti*
sophie: *okay işareti*
aslı: *okay işareti*
ergin: tamam hocam ben de okeyim *"okay" işareti*
ben: mustafa sen photoshop'tan "bakteri hakları dokunulmazdır" yazan bir afiş hazırlayıp sks sayfasına at lütfen.
mustafa: tamamdır hocam *okay işareti*
neyse işte böyle bir muhabbet geçti aramızda. bunu da kafa sözlük'te belirtme ihtiyacı duyduk. twitter'da kampüs cadıları, üniversite kolektifleri ve ekşi sözlük'te de yazacağız inşallah. insanları bilinçlendirmek gerekiyor. düşünsenize siz burada evinizde ne güzel fıstık gibi çayınızı kahvenizi yudumlayıp netflix izlerken, yukarıda sizden milyarlarca kat büyüklükte bir çift el, sizi sevdiklerinizden alıp iki camın arasında esir ediyor ve dolayısıyla beslenemediğiniz için dış yüzeyde yaşamınızı yitiriyorsunuz. inanılır gibi değil ama gerçek. bu bakteri deneylerinin de bir regüle edilmesi gerek de neyse... yarın dekanımıza bu konuyu açacağım.
devamını gör...
eyfel kulesi
fransızların çelik işlemede ne kadar ileri gittiklerini göstermek için fransız devrimi'nin 100. yıl kutlamaları çerçevesinde düzenlenen expo 1889 paris fuarının giriş kapısı olarak inşa edilmiştir. kulenin, 7.739.401 frank 31 sent tutan inşaat masrafları, gustave eiffel'in tahminlerinin 1 milyon frank üstünde olmuştur. kule, 1889 yılındaki açılış tarihinden önceki 5 ayda 1,9 milyon kişi tarafından ziyaret edince, yıl sonuna kadar toplam masrafın 3/4'ü çıkartmıştır. ilk başlarda gustave eiffel, kule'ye sadece 20 yıl için müsaade almıştır. (dolayısıyla, 1909 yılında kulenin sökülmesi gerekiyordu.) ancak kule, iletişim için çok uygun yüksekliğe ulaştığından ve 20. yüzyılda atlantik ötesi haberleşmeye imkân tanıdığından, kalmasına izin verilmiştir. bugün dünya üzerinde en çok bilinen iki ikonik insan yapısından biri olmuştur.
üzerinde 72 "fransız" bilim adamının ismine yer verilmiştir. bu (soy)isimler kulenin yükseldiği ayakların hemen üstünde, 1. ve 2. katlar arasında yer alan ve kuleyi çepeçevre saran kuşak üzerinde yer alır. inşa aşamasında metal kabartma olarak yazılmış olan bu isimler, kuleyi çevreler ve dört yönden de görülmekte olup, dünya biliminde iz bırakmış ünlü fransız bilim adamları, mühendisleri ve doğa bilimcilerine aittir.
listede yer alanlardan birkaçı politika ile de uğraşmış olsa bile bu listede yer almalarının nedeni politika ile uğraşmış olmaları değil, sanat, mühendislik ve bilim tarihine yaptkları katkılardır.
1. seguin (marc seguin, mekanikçi)
2. lalande (joseph jérôme lefrançais de lalande, astronom)
3. tresca (mühendis ve mekanikçi)
4. poncelet (jean-victor poncelet, geometri)
5. bresse (matematikçi)
6. lagrange (joseph louis lagrange, matematikçi)
7. belanger (matematikçi)
8. cuvier (baron georges leopold chretien frédéric dagobert cuvier, doğa bilimci)
9. laplace (pierre-simon laplace, mathematikçi ve astronom)
10. dulong (pierre louis dulong, fizik ve kimyacı)
11. chasles (michel chasles, geometri)
12. lavoisier (antoine lavoisier, kimyacı)
13. ampere (andré-marie ampère, matematikçi ve fizikçi)
14. chevreul (michel eugène chevreul, kimyacı)
15. flachat (jean-claude flachat, mühendis)
16. navier (claude navier, matematikçi)
17. legendre (adrien-marie legendre, geometri)
18. chaptal (jean-antoine chaptal, tarım uzmanı ve kimyacı)
19. jamin (jules célestin jamin, fizikçi)
20. gay-lussac (joseph louis gay-lussac, kimyacı)
21. fizeau (hippolyte fizeau, fizikçi)
22. schneider (jacques schneider, endüstri)
23. le chatelier (henri louis le chatelier, kimyacı)
24. berthier (pierre berthier, mineralojist)
25. barral (jean-augustin barral, tarımcı, kimyacı, fizikçi)
26. de dion (albert de dion, mühendis)
27. goüin (ernest goüin, mühendis and endüstrici)
28. jousselin (mühendis)
29. broca (paul pierre broca, fizikçi ve antropolojist)
30. becquerel (antoine henri becquerel, fizikçi)
31. coriolis (gaspard-gustave coriolis, mühendis ve bilim adamı)
32. cail (jean-françois cail, endüstrici)
33. triger (mühendis)
34. giffard (henri giffard, mühendis)
35. perrier (coğrafyacı ve matematikçi)
36. sturm (jacques charles françois sturm, matematikçi)
37. cauchy (augustin louis cauchy, matematikci)
38. belgrand (eugene belgrand, mühendis)
39. regnault (henri victor regnault, kimyacı ve fizikçi)
40. fresnel (augustin-jean fresnel, fizikçi)
41. de prony (gaspard de prony, mühendis)
42. vicat (louis vicat, mühendis)
43. ebelmen (jean-jacques ebelmen, kimyacı)
44. coulomb (charles-augustin de coulomb, fizikçi)
45. poinsot (louis poinsot, matematikçi)
46. foucault (léon foucault, fizikçi)
47. delaunay (charles-eugène delaunay, astronom)
48. morin (morin de villefranche, matematikçi ve fizikçi)
49. haüy (rené-just haüy, mineralojist)
50. combes (émile combes, mühendis ve metalurjist)
51. thénard (louis jacques thénard, kimyacı)
52. françois arago (dominique françois jean arago, astronom ve fizikçi)
53. poisson (simeon poisson, mathematikçi ve fizikçi)
54. monge (gaspard monge, geometri)
55. petiet (mühendis)
56. daguerre (louis daguerre, sanatçı ve kimyacı)
57. wurtz (charles-adolphe wurtz, kimyacı)
58. le verrier (urbain le verrier, astronom)
59. perdonnet (albert auguste perdonnet, mühendis)
60. delambre (jean baptiste joseph delambre, astronom)
61. malus (etienne-louis malus, fizikçi)
62. breguet (abraham louis breguet, mekanikçi ve mucit)
63. polonceau (antoine-rémi polonceau, mühendis)
64. dumas (jean baptiste andré dumas, kimyacı)
65. clapeyron (émile clapeyron, mühendis)
66. borda (jean-charles de borda, matematikçi)
67. fourier (jean baptiste joseph fourier, matematikçi)
68. bichat (marie françois xavier bichat, anatomist ve fizyolojist)
69. sauvage (jean-pierre sauvage, mekanikçi)
70. pelouze (théophile-jules pelouze, kimyacı)
71. carnot (nicolas léonard sadi carnot, matematikçi)
72. lamé (gabriel lamé, geometri)
üzerinde 72 "fransız" bilim adamının ismine yer verilmiştir. bu (soy)isimler kulenin yükseldiği ayakların hemen üstünde, 1. ve 2. katlar arasında yer alan ve kuleyi çepeçevre saran kuşak üzerinde yer alır. inşa aşamasında metal kabartma olarak yazılmış olan bu isimler, kuleyi çevreler ve dört yönden de görülmekte olup, dünya biliminde iz bırakmış ünlü fransız bilim adamları, mühendisleri ve doğa bilimcilerine aittir.
listede yer alanlardan birkaçı politika ile de uğraşmış olsa bile bu listede yer almalarının nedeni politika ile uğraşmış olmaları değil, sanat, mühendislik ve bilim tarihine yaptkları katkılardır.
1. seguin (marc seguin, mekanikçi)
2. lalande (joseph jérôme lefrançais de lalande, astronom)
3. tresca (mühendis ve mekanikçi)
4. poncelet (jean-victor poncelet, geometri)
5. bresse (matematikçi)
6. lagrange (joseph louis lagrange, matematikçi)
7. belanger (matematikçi)
8. cuvier (baron georges leopold chretien frédéric dagobert cuvier, doğa bilimci)
9. laplace (pierre-simon laplace, mathematikçi ve astronom)
10. dulong (pierre louis dulong, fizik ve kimyacı)
11. chasles (michel chasles, geometri)
12. lavoisier (antoine lavoisier, kimyacı)
13. ampere (andré-marie ampère, matematikçi ve fizikçi)
14. chevreul (michel eugène chevreul, kimyacı)
15. flachat (jean-claude flachat, mühendis)
16. navier (claude navier, matematikçi)
17. legendre (adrien-marie legendre, geometri)
18. chaptal (jean-antoine chaptal, tarım uzmanı ve kimyacı)
19. jamin (jules célestin jamin, fizikçi)
20. gay-lussac (joseph louis gay-lussac, kimyacı)
21. fizeau (hippolyte fizeau, fizikçi)
22. schneider (jacques schneider, endüstri)
23. le chatelier (henri louis le chatelier, kimyacı)
24. berthier (pierre berthier, mineralojist)
25. barral (jean-augustin barral, tarımcı, kimyacı, fizikçi)
26. de dion (albert de dion, mühendis)
27. goüin (ernest goüin, mühendis and endüstrici)
28. jousselin (mühendis)
29. broca (paul pierre broca, fizikçi ve antropolojist)
30. becquerel (antoine henri becquerel, fizikçi)
31. coriolis (gaspard-gustave coriolis, mühendis ve bilim adamı)
32. cail (jean-françois cail, endüstrici)
33. triger (mühendis)
34. giffard (henri giffard, mühendis)
35. perrier (coğrafyacı ve matematikçi)
36. sturm (jacques charles françois sturm, matematikçi)
37. cauchy (augustin louis cauchy, matematikci)
38. belgrand (eugene belgrand, mühendis)
39. regnault (henri victor regnault, kimyacı ve fizikçi)
40. fresnel (augustin-jean fresnel, fizikçi)
41. de prony (gaspard de prony, mühendis)
42. vicat (louis vicat, mühendis)
43. ebelmen (jean-jacques ebelmen, kimyacı)
44. coulomb (charles-augustin de coulomb, fizikçi)
45. poinsot (louis poinsot, matematikçi)
46. foucault (léon foucault, fizikçi)
47. delaunay (charles-eugène delaunay, astronom)
48. morin (morin de villefranche, matematikçi ve fizikçi)
49. haüy (rené-just haüy, mineralojist)
50. combes (émile combes, mühendis ve metalurjist)
51. thénard (louis jacques thénard, kimyacı)
52. françois arago (dominique françois jean arago, astronom ve fizikçi)
53. poisson (simeon poisson, mathematikçi ve fizikçi)
54. monge (gaspard monge, geometri)
55. petiet (mühendis)
56. daguerre (louis daguerre, sanatçı ve kimyacı)
57. wurtz (charles-adolphe wurtz, kimyacı)
58. le verrier (urbain le verrier, astronom)
59. perdonnet (albert auguste perdonnet, mühendis)
60. delambre (jean baptiste joseph delambre, astronom)
61. malus (etienne-louis malus, fizikçi)
62. breguet (abraham louis breguet, mekanikçi ve mucit)
63. polonceau (antoine-rémi polonceau, mühendis)
64. dumas (jean baptiste andré dumas, kimyacı)
65. clapeyron (émile clapeyron, mühendis)
66. borda (jean-charles de borda, matematikçi)
67. fourier (jean baptiste joseph fourier, matematikçi)
68. bichat (marie françois xavier bichat, anatomist ve fizyolojist)
69. sauvage (jean-pierre sauvage, mekanikçi)
70. pelouze (théophile-jules pelouze, kimyacı)
71. carnot (nicolas léonard sadi carnot, matematikçi)
72. lamé (gabriel lamé, geometri)
devamını gör...
seni seviyorum demenin farklı şekilleri
beraber kahvaltı yapmak için beklemek.
devamını gör...
düşündüren sözler
"havaya atılan bir taşın eğer bilinci olsaydı, yere kendi isteğiyle düştüğünü sanardı." spinoza.
devamını gör...
koltuk altını tıraş eden erkek
hijyenini önemseyen erkektir. temiz olmak cinsel yönelim belirten bir şey değil. artık mağaralarınızdan çıkın da birazcık modernleşin bu nasıl bir kafadır ya? ben de bacaklarımı almıyorum, feminist miyim, lezbiyen miyim, neyim onu da söyleyin! kıldan tüyden meseleler hakkında harika çıkarımlarınız var ya yapın bir tane daha! yıllar ilerledikçe ülkemizdeki insanların kafaları geriliyor, bu nasıl iş yahu!

belki yazar arkadaş kendinden utanır da tanımını siler, burada kalsın.
edit: yıkansan da kokuyor kardeşim. bir çık dışarı 10 dakika geçmeden leş gibi kokuyorsun. alışmışsın pisliğe herhalde ondan alamıyorsun kokusunu. kıl almak almamak ayrı mesele, hijyene dikkat etmek ayrı mesele. sen errrrrrrkek adam olmak istiyorsan çöp gibi kokabilirsin, ama benden güneş kadar uzak ol lütfen.

belki yazar arkadaş kendinden utanır da tanımını siler, burada kalsın.
edit: yıkansan da kokuyor kardeşim. bir çık dışarı 10 dakika geçmeden leş gibi kokuyorsun. alışmışsın pisliğe herhalde ondan alamıyorsun kokusunu. kıl almak almamak ayrı mesele, hijyene dikkat etmek ayrı mesele. sen errrrrrrkek adam olmak istiyorsan çöp gibi kokabilirsin, ama benden güneş kadar uzak ol lütfen.
devamını gör...
sözlüklerde dişiliğin prim yapması
bize bu primi veren kim? erkekler. peki bundan şikayet eden kim? yine erkekler. kendi kendinizle çelişmiyor musunuz?
hem siz sırf kadın olduğumuz için takip ediyorsunuz hem de neden kadın yazarların takipçi sayısı fazla diye ağlıyorsunuz. nerden baksan mantıksız bu haha.
hem siz sırf kadın olduğumuz için takip ediyorsunuz hem de neden kadın yazarların takipçi sayısı fazla diye ağlıyorsunuz. nerden baksan mantıksız bu haha.
devamını gör...
cadı hikayeleri

hayatımda karşılaştığım ilk cadı bir kelt cadısıydı. o zamanlar ankarada öğrenciydim, avukatlık bir işim vardı sakarya caddesinde, baya eski, büyük bir bina vardı adını hatırlayamıyorum iş hanı gibi bir şeydi, ama öyle betonarme ve ruhsuz cansız kasvetli bir yapı inşaa etmişlerki daha içeri girer girmez insanı boğuyor. dışarısı baya canlı ve kalabalıkken binaya girince simülasyondan gerçek hayata geçmişsiniz gibi tuaf bir his uyandırıyordu. işin garip tarafı bende, ustalıkla, ciddiyetle yapılmış mimari yapıların ve el yapımı objelerin eskidikçe ve diğer insanların yaşantılarına şahit oldukça onların enerjisini biriktirip kendine yeni bir kişilik oluşturduklarına dair garip bir inançta var. öyle yapılarla ve objelerle karşılaşınca enerjilerini hissedebiliyorum. bu bina da uğursuz ve kötü bir enerji yayıyordu.
asansör ilk 3 kata çıkmıyordu sonraki katlara çalışıyordu sadece, tek başıma bindim ve 5. kata çıktım, ucuz yollu iş çözen bir avukat için şaşılacak bir yazıhane olmamalı diye düşündüm. asansörden çıkınca koridordaki temizlikçi veya çaycıdan birisine 49 nolu yazıhaneyi sormak istedim fakat ikiside aynı yöne doğru hızlıca gittikleri için yetişemedim. arkama baktığımda yönlendirici bir tablo gördüm koridorun solundan tekrar sola dönmem gerekiyordu. odayı buldum ve kapının dışındaki zile kısa aralıklarla iki defa bastım. yüzlerce yazıhane olmasına rağmen pek az insan vardı binada, boğuk sesler ve duvarlarda oynayan gölgeler dışında birine denk gelmek güçtü. herkes terkedilmiş metruk bir binada saklambaç oynuyor gibiydi.
kapıyı orta yaşlı bir teyze açtı, avukat beyle görüşeceğimi söyledim, içeri aldı beni, bekleme odasına geçtim, avukatın görüştüğü bir müvekkili varmış. binadaki atmosfere uygun bir şekilde, bekleme odasındaki her şey en az 20 yıllık belki daha eski şeylerdi. binanın iç kısmındaki havalandırma alanına bakan küçük bir pencere vardı odada, diğer yazıhanelerin pencerelerini görebiliyordum oturduğum yerden ama çoğuna perde çekilmiş yada hareketsizlerdi. sekreterin, beklerken bir şey içmek ister misiniz? sorusuyla irkildim,
-orta şekerli kahve mümkünse.
masadaki gazete ve dergilerden avukatın politik duruşu rahatça anlaşılabilirdi. içeriden zaman zaman kahkaha sesleri geliyordu. avukat müvekkiliyle iyi vakit geçiriyor gibiydi. umarım işi erken hallederimde çıkışta yağmura yakalanmam diye düşünüyordum. hava kapalıydı yanımda şemsiye yoktu kıyafetlerim mahvolurdu. birden zilin çaldığını duydum, uzunca ve tek sefer basıldı zile. sekreterin giydiği topukludan çıkan tak tak sesler kapıyı açmasıyla son buldu. ağlamaklı bir kadın sesi işittim avukat beyi soruyordu sekreter onuda içeri, bekleme odasına aldı. en az 1.80 boyunda beyaz tenli, siyah saçlarını topuz yapmış vatkalı uzun lacivert bir elbise giymiş ay tanrıçası gibi bir kadın. kahretsin ki bende venüstrafobi var güzel bir kadın görünce anlamsız bir şekilde tedirgin oluyorum. kadını görür görmez oturduğum yerde daha bi toparlanma ihtiyacı hissettim. bana bakıp nazikçe merhabalar dedikten sonra, kolundaki çantasını kucağına koyup karşımdaki koltuğa yerleşti. görgülü bir hanımefendi gibi bacaklarını birleştirip ikisini de yana doğru yatırarak oturup, ellerini dizlerinin üzerinde birleştirdi.
güzel kadınlar beni çok rahatsız eder, aynı ortamda durmak bile işkence gibi gelir. kan basıncım yükselir, elimi ayağımı nereye koyacağımı bilemem...sekreter, beklerken ikram olarak ne arzu ettiğini sordu. kadın, eğer varsa bir fincan karadut çayı, yoksa bir bardak su kafi, dedi. kapıdan girdiği sıra hariç, kadına tekrar bakmaya çekindim, göz göze gelmemek için dergilerden birini alıp karıştırmaya ve rahatlamaya çalıştım. aşırı güzel kadınlardan korktuğum kadar o ürkütücü güzelliğin cazibenin beni çekmesinede dayanamam, içimi kemiren bir merakla daha iyi görmek bakmak isterim. gizlice gayet doğal refleksleri taklit ederek, çok kısa bir anlığına tekrar kadını süzdüm. kocaman göğüsler ve gayet cüretkar bir degaje ortasında, ucunda haç olan bir kolyesi vardı. bu farklı bir haçtı katolik haçı yada malta haçı değil, bu ortasında küçük bir daire olan kelt haçıydı.
***********
ankara, keltlerin yani galatyalıların kurduğu bir şehir, belkide buranın en soylu ailelerindendir, gibi saçma bir düşünce geçti kafamdan, binlerce yıl sonra hala burda kalan keltler olabilir mi? kelt haçı paganların haçı olarakta bilinir, hristiyanlıktan çok iskandinav paganlarıyla ilişkili hatta mısırlıların ankh haçıyla çok benzer bir sembol. sıradan bir hristiyan neden kelt haçı taksın ki? bu dini bir sembolden çok paganik bir haç, hiç bir hristiyan mezhep bu haçı kullanmaz. belki de kullanır bilemiyordum. sekreter elinde tepsiyle içeri girdi ve herkesin dikkatinin dağıldığı bu anda kadına tekrar bir anlığına bakma şansım oldu.
-orta şekerli kahveniz.
-teşekkür ederim.
çayını alırken bir kaç defa daha baktım, dolgun bir yüzü, düzgün ve biçimli hatları var, neredeyse kusursuz diye içimden geçirdim. elimde oyalanıp durduğum dergiyi kahvemi içmek için kenara bıraktım. bu kadar güzel bir kadınla aynı odada kalmak beni çok geriyordu. ruhum sıkışıyor, bedenim eziliyordu sanki. rujunu kırmızının öyle bir tonundan seçmişki teniyle dudakları arasında, düşünmeden ölüme atlamak isteyeceğiniz derin bir uçurum varmış gibiydi.
-siz, ne kadar oldu bekleyeli?
kısa bir anlığına, hiç üzerime alınmadım benimle konuştuğu aklımın ucundan bile geçmedi. kiminle konuştuğuna şaşırdım hatta. biraz afalladıktan sonra,
-yoo, sizden bir kaç dakika önce geldim bende.
birden kafasını dış kapıya doğru çevirip, yüksek ve tehditkar bir ses tonuyla,
-pardon, burda sigara içebiliyor muyuz? diye seslenmesiyle sekreterin kapıya gelmesi çok sürmedi,
-tabi, size küllük getireyim.
sekreterin onayını aldıktan sonra bana dönüp,
-rahatsız olmazsınız değil mi?
-aslında bende kullanıyorum. dedim, şimdi beklediğim şey sigarasından bana da ikram etmesiydi sonuçta ortamın kontrolünü hak talep ederek ele geçirmişti. şimdi adalet dağıtması gereken kısım başlıyordu. yalandan hesabı ödemeye çalışan ama pekte hevesli olmayan tipler gibi ceplerimi yoklamaya başladım.
-buyrun, burdan için.
normalde başkasının uzattığı sigarayı reddederim ama bu kadar güzel bir kadının ikram ettiği sigarayı içmemeye kesinlikle karşı koyamazdım. ademin kendisine uzatılan yasak elmayı neden reddedemediğini o an büyük bir aydınlanma yaşıyormuşçasına idrak ettim. yinede tuaf bir şey vardı, sigaralar elle sarılmış ve bir tabakanın içindeydi. bir defa almak için uzanmış bulundum ne olursa olsun içecektim, üstelik içinde kenevir falan varsa pekte yabancı olduğum bir şey değildi.
-teşekkürler, sarma sigara mı bu? yinede sorguladım ama tamamen normal davranmak için kendimi zorladığım için sordum.
-evet, özel bir harman tütünü bazı bitkilerle aromalandırdım.
ne? tütünü neyle aromalandırabilir ki yaban mersini suyuna batırıp marine mi etti? inanılmaz zevkleri olan gizemli bir kadın.
-ne tür bitkiler? bu soruyu ancak sigaramı yakıyorken sorabilirdim, yakmadan sormak güvensizlik yaratırdı.
-atropa belladona ve pelin otuyla karıştırdım. pelin otu güzel bir tat bırakıyor, diğeride biraz gevşemeni sağlıyor.
-ilginç, daha önce hiç böyle bir karışım duymadım, dedim. sigaradan çektiğim ilk nefes biraz sertti farklı bir tadı vardı, sigaranın içinde başka bir şeyler olduğu kesindi. artık kadına daha rahat bakabiliyordum, degajesi öyle bir girdap yaratıp beni içine çekiyordu ki gözlerimin kaymasına engel olamıyordum. göğüslerinin arasındaki kelt haçına tutunup kendimi boğulmaktan kurtarıyordum her seferinde. kadınla iletişim kurdukça daha çok rahatsız olsamda kendimi alıkoyamıyordum. şu kelt haçını neden takmıştı acaba.
masada ki gazetenin tarihi gözüme takıldı 31 ekim, kenarda, üzerine korkutucu bir gülen surat kazınmış bal kabağı fotoğrafı duruyordu. 31 ekim, 1 kasım... bu gece samhain bayramı yani cadılar bayramı diye bildiğimiz aslında kelt halkına ait olan kutsal bir gün. kendiliğinden kaşlarım çatılmaya başladı. arkama yaslandım, sigaradan daha derin ve daha hızlı nefesler alıyordum, elimde olmadan zihnim bir şeyleri birleştirmek istiyordu...
**********
buraya ne için gelmiştim? kadın resmen aklımı başımdan aldı. hava kararmak üzere, avukat hala içerdeki müvekkili ile görüşüyor. bende burda venüstrafobi atakları geçiriyorum. çıplak gözle güneşe bakmaya ne kadar dayanabiliyorsam, bu kadına bakmaya da o kadarcık dayanabiliyordum. karbeyaz teninin ne kadar yumuşak ve pürüzsüz olabileceğini hayal ettim. yüzüne nispeten ayaklarına bakmaya cesaret edebiliyordum, bu havalarda çorapsız, bilekten sarmalı topuklu ayakkabı giyilir mi üstelik tertemiz, dış kapıya kadar arabayla gelmiş olmalı. sadece ayak bilekleri bile bir kadının güzelliğini tek başına anlatabilecek kadar bilgi verir insana. bilekten sarmalı topuklu, ayağı kitap gibi gösteren en hoş kadın ayakkabısı, kadın çok zevkli kıyafeti, çantası sigara içerken ki yüz ifadesi, jestler dumanı üfleyişi, o dumanın odanın içinde yayılıp soluduğum havayla ciğerlerime dolması, her şey fevkalade...
-öğrenci misiniz?
duyduğu sesle irkilip, uykudan uyanan bir çocuk gibi ayıldım daldığım yerden.
-evet öğreniyoruz. yani evet öğrenciyim.
öğreniyoruz mu dedim ben? ağzım mı gevşedi acaba, kendimi tuaf hissediyordum.
-hangi bölüm?
-türk ana halk dilimi bölü, nele oluyor konujamıogn. (öksürüp boğazımı temizlemeye çalışıyorum) kahvemden bir yudum aldım, dilim kütük gibi ağır, oynatamıyordum.
-ahhaahaa iyi misiniz?
bu sinsi gülüş, tam bir cadı kahkahası.
-ana veriğin sıgara işinde ne ardı?
öyle küçümseyici bakışlarla, bana bir kuklaymışım gibi bakıp gülümsüyordu.
-biraz atropa belladonna yağı ve pelin otu vardı sadece, hoşuna gitmedi mi?
atropa belladonna bella güzel donna kadın demek italyancada, ne yani güzel avrat otundan mı bahsediyor, bu tam cadı işi işte beni zehirledi mi şimdi?
-seeen irrr jadızınn.
ağzım yüzüm yamulmuş gibi hissediyordum çenemi dilimi dudağımı zorla kımıldatabiliyordum. daha önce güzelliğinden korktuğum kadının şimdide şerrinden korkmaya başladım psikoz geçirmeme ramak kalmıştı. tüm uzuvlarıma ağırlıklar çökmüş vucudumda bir karıncalanma başlamıştı kıpırdayamıyordum ve odadaki her şey büyüyordu. kadın bana sinsice baktı ve,
-beni farkedeceğini biliyordum bu yüzden seni seçtim.
-he sejmesi?
-auranı görebiliyorum, seni içeri girerken gördüm ve takip ettim, bu gece birini baştan çıkarmam lazımdı malum ritüeller, sende bunun için çok uygun görünüyordun. aahhhahhhaa.
-gkonyen, zeen ir helt jadısızın.
-ahhhaaahhhha yok artık bunu nasıl anladın, seni hafife almışım sanırım. söylemek istediğin başka bir şey varsa şimdi tam zamanı çünkü birazdan uçmaya başlayacaksın ve uyanınca benimle karşılaştığın için çok sevineceksin.
-zehnde aynı sıgaradn içjdin ama benib givi olmadın neden??
-ahhhahhhaa çok sevdim seni, bundan sonra yediğine içtiğine dikkat edersin...
bunu söylerken karadut çayı içtiği fincanı elinde sallıyordu cümlesini bitirip fincandaki son yudumuda içerken bana göz kırptı. karadut çayı pan zehir olmalıydı. tanrım dünyanın en güzel kadını karşımda ve ben çarpılmış gibi hissediyordum. cadı veya uzaylı daha önce bu levelde bir güzellik görmemiştim şiddeti giderek artan bir zarafet... onu istiyordum, yürekten istiyordum, her zerrem onu arzuluyormuşçasına dilim damağım kurumaya başladı. kilitlenen vucudum hafiflemeye başladı, kasıklarımda soğuk ve ferahltıcı bir esinti başladı, testislerimin içindeki 4 silindirli turbo motorun pistonları vızırvızır çalışmaya başladı. aletim, paladyum nikel karışımı tank zırhı delen kalibresi 1500 bir mermi gibi ateşlenmeye hazır hale geldi.
sertleştim, kilitlendim, öfkeliydim, şehvet doluydum, eğer bana verdiği zehirli bitki beni öldürmezse çok kötü bir trip yaşayacaktım. önce bakışım bulandı daha sonra renkler hiç olmadıkları kadar parlamaya başladılar. kafam kafatasımdan sızıyordu, istediğim her şeyi görebiliyordum, kadının bacaklarını hayal etmeye başladığımda elbisesi yok oluyordu. hemen göğüslerini görmek istedim kadın çırılçıplaktı, uzanmak istiyordum, bedenim koltuğa yapışık olduğu halde hayaletimin kadına doğru uzanmasını hissettim. bedenimden çıkabiliyordum kadın çıplaktı, göğüslerini tutmak için elimi uzatıp dokunduğumda parmağıma bir diken battığını hissettim, dokunduğum yerden yani göğsünden bir anda çiçekler yeşillenmeye başladı hızlıca büyüyen sarmaşık çiçeği kadının bütün vucudunu sardı ve daha sonra koltuktaki bedenimi de ayaklarından yakalayıp sarmaya başladı o sarmaşık.
yavaşça farklı bir şekilde nefes aldığımı hissettim hayalet gibiydim silüetim vardı ama cismim yoktu duvarlardan geçebilirdim. sarmaşık yavaş yavaş kaybolmaya başladı ve tarifi imkansız bir huzur kaplamaya başladı içimi. her şey mavinin ve beyazın boşluğuna dönüşmeye başladı, her hangi bir zemine basmıyordum yerde yada havada değildim ama istediğim yöne süzülebiliyordum. var olmanın dayanılmaz hafifliği böyle bir şey olmalıydı galiba. zihnim giderek bulanıklaşmaya başladı sanki hep buradaymışım gibi hissetmeye başladım. gözlerimi kapatsamda görmeye devam ediyordum. artık başka bir şey olduğumu düşünmeye çalışırken tam orada film koptu ve gerisini hatırlayamıyorum malesef...
gözümü açtığımda acilde kolumda serumlaydım, hemşireyi yıllardır tanıyormuşum gibi o kadın nerde diye sordum hala bilincim yerinde değildi. daha sonra acil çalışanlarından öğrendiğim kadarıyla avukatın sekreteri beni baygınlık sebebi ile hastahaneye getirmiş tam 4 saattir kendimde değilmişim.
bir daha o cadıyla hiç karşılaşmadım, beni bir kurban olarak seçmişti beni bir oyuncak gibi kullanmıştı, bir daha asla böyle bir şeye izin vermemek için cadılara karşı yöntemler geliştirmeye karar verdim.
devamını gör...
tapınak şövalyeleri
her ne kadar görünüşteki amaçları hacıların güvenliğini sağlamak olsa da, albert pike tarafından yazılan morals and dogma adlı kitapta amaçlarının süleyman tapınağı'nı yeniden inşa etmek olduğunu söylediği bir çeşit örgüt.
biraz uzun olacak bu yazı. gece gece deliyle mi öpüştün diyebilirsiniz ama ilgi çekici bir olaydır bence bu adamların yaptıkları. bu nedenle detaylı bir anlatımı hak ettiğini düşünüyorum.
***
tapınakçılar, haçlılar kudüs'ü ele geçirdikten 20 yıl kadar sonra bu bölgede çıkar tarih sahnesine. aslında isimleri "isa'nın ve süleyman tapınağı'nın yoksul şövalyeleri"dir. hugues de payens başta olmak üzere 9 şövalye ile başlar örgüt hayatına.
dönemin kudüs kralının huzuruna çıkarak, hacıların korunması işine talip olduklarını söylerler. izni koparmakla kalmazlar, kraldan epey de destek görürler. mescid-i aksa'nın da olduğu bölgeyi içine alacak şekilde, süleyman tapınağı kendilerine tahsis edilir. kralın da bu arada kendi çıkarları için bazı planları vardır ve bu desteği vermesinin nedeni odur. bölgedeki müslümanlar kralı tedirgin etmektedir ve tapınakçıların savaş tecrübesi onun için bir çeşit güvencedir. bu nedenle sayılarının artması için de onlara destek olur ve bir çeşit referans mektubu vererek onları aziz bernard adlı nüfuzlu bir din adamına yollar.
aziz bernard sıradan bir din adamı değildir. birçok yerle bağlantısı vardır ve birçok yerde sözü geçmektedir. kralın mektubunda, tapınakçıların papa tarafından tanınması ve onlara her türlü desteğin verilmesi gerektiği yazmaktadır. böylece tapınakçılar, papa tarafından da tanınır ve yerlerini biraz daha sağlamlaştırırlar. nizamnamelerini de aziz bernard kaleme alır ve tapınakçılar bunu benimseyerek bunun doğrultusunda yaşamaya başlar.
***
örgüt hızla büyümeye başlar. çeşitli ünlü isimler örgüte üye olmaya, çeşitli krallardan ve önemli kişilerden örgüte hediye adı altında para ve mal yağmaya başlar. tapınakçılar bireysel olarak yoksul hayatlar sürmeye yemin etmiştir ama örgüte ait mal mülk hızla artmaktadır. serdar adalı bu konu hakkındaki kitabında fransa'nın toplam yıllık gelirinin 250.000 frank olmasına karşılık, tapınakçıların sadece avrupa'daki yıllık gelirlerinin yaklaşık 30.000.000 frank olduğunu yazar. hatta kıbrıs'ı kral richard'dan satın almış ve daha sonra satmış ama satana kadar da ağır vergilerle epey gelir elde etmişlerdir.
kısa zaman içinde 9 şövalye ile başlayan yolculuk, on binlerce kişi ve sayısız mülk ile neredeyse bir şirkete dönüşür.
kendilerine yağan hediyelere ek olarak tapınakçılar da boş durmaz, mesela dönemin denizcilikte en iyi olan milletleriyle birlikte çalışıp o işi de öğrenerek koca bir filo kurarlar. bir yandan da hacıların yollarda soyguna uğramasını engellemek için bugünkü bankacılık sisteminin temelini atarlar. hatta çek olayını ilk kez onlar uygulamıştır bilindiği kadarıyla.
zamanla tapınakçıların gücü, kralların gücünü de aşar. devletler arasındaki anlaşmalarda hakem olmalar, kralları, iktidarlarını ellerinden almakla tehdit etmeler, magna carta gibi önemli belgelerin imzalanmasında parmaklarının olması, hasan sabbah'ın haşhaşileriyle iş birliği yapmalar... tapınakçılar doğrudan papa'ya bağlı olduklarından kimseye hesap vermemektedir. bu da onların küstahlığını günden güne artırır. kendi adlarına kilise kurup dini törenler yapmak, kendi mahkemelerini kurmak, vergi toplamak gibi çok sayıda imtiyaza sahip olmuşlardır. yayıldıkları coğrafyada, kendilerine borçlu olmayan kimse yoktur.
***
başta "isa'nın koruyucu yoksul askerleri" olarak papa'dan onay almış olsalar da, incil'e göre kesinlikle yasak olan tefecilikle uğraşmaya başlarlar. yine incil'e göre birini öldürmek kesinlikle yasaklanmış olsa da, tapınakçıların vurduğu yerde gül biter hesabı, onların birini öldürmesi, kötülüğün defedilmesi olarak görüldüğünden serbesttir. bir yandan da müslüman, hristiyan demeden insanları avrupa'ya götürüp köle olarak satmaktadırlar.
her ne kadar işin başında hristiyanlığın ve hacıların koruyucuları gibi bir sıfatla ortaya çıkmış olsalar da, aslında kabala ile ilgilenmekte, süleyman tapınağı'nın bulunduğu yerde kazılar yaparak bir çeşit gizemi aramakta ve bir yandan da ezekiel'in talimatları doğrultusunda tapınağı yeniden inşa etmek için uğraşmaktadırlar.
***
tüm bu süre boyunca tapınakçılar bazı insanların tepkilerini çeker ama aleyhlerinde olan her türlü hamleyi ustalıkla savuşturmayı başarırlar. tepkisini çektikleri kişilerden biri de fransa kralı ıv. philippe olur. ancak philippe diğerleri gibi değildir ve tapınakçıları sonun başlangıcına sürükleyecek kişidir.
philippe, basit önlemlerle tehlike bataklığını kurutamayacağının farkındadır. bu nedenle kökten ve etkili bir çözüm düşünür. aleyhlerinde birtakım suçlamalara ilişkin belgeler hazırlatır. bunlar özetle şöyledir:
- hz. isa'ya inanmak şöyle dursun, onun anısına saygısızlık yapmakta, haça tükürmekte ve şatolarının gizli bölmelerinde baphomet adlı bir puta, yani şeytana tapmaktadırlar.
- kilise'yi düşman olarak görmekte ancak bunu açıktan göstermemektedirler.
- zenginlik elde edebilmek için din ve yasa dışı işler yapmaktadırlar.
- eşcinselliği teşvik etmektedirler.
başlarda pek net bir tavır takınamayan ve aslında ne yapacağını bilemeyen papa, sonunda bu suçlamalar karşısında daha fazla tarafsız (ya da tapınakçılardan taraf) kalamaz. zira kendisi hakkında da sapkınları korumak için rüşvet aldığı gibi iddialar dolanmaya başlar ortalıkta.
sonunda haklarında tutuklama kararı çıkarılır. çoğu hiçbir direniş göstermeden yakalanır. philippe gözünü onların servetine dikmiştir ama o servet hiçbir yerde bulunamaz. bu da tapınakçıların durumu önceden haber aldığına ilişkin bir delil sayılabilir. fransa ile yetinmez philippe ve diğer ülkelerde de tutuklanmaları için her türlü nüfuzunu kullanır. sonunda istediğini de elde eder ama tapınakçılara en büyük eziyetler fransa'da yapılır.
***
büyük üstatları jacques de molay başta olmak üzere birçok tapınakçı diri diri yakılarak öldürülür. molay ölürken papa ve philippe'ye sövgülerle dolu meydan okumalarda bulunur. bir an önce diğer dünyaya onun arkasından giderek onunla hesaplaşmalarını dilemiştir molay. o yıl bitmeden papa da philippe de ölür. büyük ihtimalle ikisi de sağ kalan tapınakçılar tarafından, intikam amacıyla öldürülmüştür. fakat bunu akıl etmeyenler tarafından bu ölümler, molay'ın beddualarının/kehanetlerinin tuttuğu ve tapınakçıların mistik bir yanı olduğu şeklinde yorumlanır. bu yüzden örgüt gizemli, büyülü, mistik bir topluluk olarak da ün kazanır.
tüm bu işler 14. yüzyılda olup biter ve tapınakçılar 19. yüzyılın başına kadar yer altına gizlenir ve ortalıkta görünmezler.
bir komplo teorisi der ki; tapınakçılar, büyük üstatları molay öldürüldüğü için onun intikamını almak, bu uğurda da papalığın ve avrupa'daki bazı krallıkların yıkılması için ant içmiştir. fransız ihtilali'nin gerçekleşmesinin nedeni de budur.
***
buraya dek anlattıklarım, şu anda ismini hatırlamadığım bir yazarın, tapınakçıların ortadan kalkmasından çok daha sonra yazdığı bir kitapta geçen bilgiler. yani ilk elden tanıklığa dayanmıyorlar. bu nedenle güvenilirlikleri bazı kişilere göre tartışmalı. ancak görünen o ki eldeki en detaylı anlatımların başında da bu kitap geliyor.
lafı yeterince uzattım. tapınakçılar daha sonra yeniden yapılanmış ve tekrar büyük bir güce kavuşmuştur. artık bu kısmını da uzun uzadıya anlatmayacağım. ayrıca kendilerinin meşhur kutsal kasenin koruyucuları oldukları yönünde birtakım kayıtlar var.
biraz uzun olacak bu yazı. gece gece deliyle mi öpüştün diyebilirsiniz ama ilgi çekici bir olaydır bence bu adamların yaptıkları. bu nedenle detaylı bir anlatımı hak ettiğini düşünüyorum.
***
tapınakçılar, haçlılar kudüs'ü ele geçirdikten 20 yıl kadar sonra bu bölgede çıkar tarih sahnesine. aslında isimleri "isa'nın ve süleyman tapınağı'nın yoksul şövalyeleri"dir. hugues de payens başta olmak üzere 9 şövalye ile başlar örgüt hayatına.
dönemin kudüs kralının huzuruna çıkarak, hacıların korunması işine talip olduklarını söylerler. izni koparmakla kalmazlar, kraldan epey de destek görürler. mescid-i aksa'nın da olduğu bölgeyi içine alacak şekilde, süleyman tapınağı kendilerine tahsis edilir. kralın da bu arada kendi çıkarları için bazı planları vardır ve bu desteği vermesinin nedeni odur. bölgedeki müslümanlar kralı tedirgin etmektedir ve tapınakçıların savaş tecrübesi onun için bir çeşit güvencedir. bu nedenle sayılarının artması için de onlara destek olur ve bir çeşit referans mektubu vererek onları aziz bernard adlı nüfuzlu bir din adamına yollar.
aziz bernard sıradan bir din adamı değildir. birçok yerle bağlantısı vardır ve birçok yerde sözü geçmektedir. kralın mektubunda, tapınakçıların papa tarafından tanınması ve onlara her türlü desteğin verilmesi gerektiği yazmaktadır. böylece tapınakçılar, papa tarafından da tanınır ve yerlerini biraz daha sağlamlaştırırlar. nizamnamelerini de aziz bernard kaleme alır ve tapınakçılar bunu benimseyerek bunun doğrultusunda yaşamaya başlar.
***
örgüt hızla büyümeye başlar. çeşitli ünlü isimler örgüte üye olmaya, çeşitli krallardan ve önemli kişilerden örgüte hediye adı altında para ve mal yağmaya başlar. tapınakçılar bireysel olarak yoksul hayatlar sürmeye yemin etmiştir ama örgüte ait mal mülk hızla artmaktadır. serdar adalı bu konu hakkındaki kitabında fransa'nın toplam yıllık gelirinin 250.000 frank olmasına karşılık, tapınakçıların sadece avrupa'daki yıllık gelirlerinin yaklaşık 30.000.000 frank olduğunu yazar. hatta kıbrıs'ı kral richard'dan satın almış ve daha sonra satmış ama satana kadar da ağır vergilerle epey gelir elde etmişlerdir.
kısa zaman içinde 9 şövalye ile başlayan yolculuk, on binlerce kişi ve sayısız mülk ile neredeyse bir şirkete dönüşür.
kendilerine yağan hediyelere ek olarak tapınakçılar da boş durmaz, mesela dönemin denizcilikte en iyi olan milletleriyle birlikte çalışıp o işi de öğrenerek koca bir filo kurarlar. bir yandan da hacıların yollarda soyguna uğramasını engellemek için bugünkü bankacılık sisteminin temelini atarlar. hatta çek olayını ilk kez onlar uygulamıştır bilindiği kadarıyla.
zamanla tapınakçıların gücü, kralların gücünü de aşar. devletler arasındaki anlaşmalarda hakem olmalar, kralları, iktidarlarını ellerinden almakla tehdit etmeler, magna carta gibi önemli belgelerin imzalanmasında parmaklarının olması, hasan sabbah'ın haşhaşileriyle iş birliği yapmalar... tapınakçılar doğrudan papa'ya bağlı olduklarından kimseye hesap vermemektedir. bu da onların küstahlığını günden güne artırır. kendi adlarına kilise kurup dini törenler yapmak, kendi mahkemelerini kurmak, vergi toplamak gibi çok sayıda imtiyaza sahip olmuşlardır. yayıldıkları coğrafyada, kendilerine borçlu olmayan kimse yoktur.
***
başta "isa'nın koruyucu yoksul askerleri" olarak papa'dan onay almış olsalar da, incil'e göre kesinlikle yasak olan tefecilikle uğraşmaya başlarlar. yine incil'e göre birini öldürmek kesinlikle yasaklanmış olsa da, tapınakçıların vurduğu yerde gül biter hesabı, onların birini öldürmesi, kötülüğün defedilmesi olarak görüldüğünden serbesttir. bir yandan da müslüman, hristiyan demeden insanları avrupa'ya götürüp köle olarak satmaktadırlar.
her ne kadar işin başında hristiyanlığın ve hacıların koruyucuları gibi bir sıfatla ortaya çıkmış olsalar da, aslında kabala ile ilgilenmekte, süleyman tapınağı'nın bulunduğu yerde kazılar yaparak bir çeşit gizemi aramakta ve bir yandan da ezekiel'in talimatları doğrultusunda tapınağı yeniden inşa etmek için uğraşmaktadırlar.
***
tüm bu süre boyunca tapınakçılar bazı insanların tepkilerini çeker ama aleyhlerinde olan her türlü hamleyi ustalıkla savuşturmayı başarırlar. tepkisini çektikleri kişilerden biri de fransa kralı ıv. philippe olur. ancak philippe diğerleri gibi değildir ve tapınakçıları sonun başlangıcına sürükleyecek kişidir.
philippe, basit önlemlerle tehlike bataklığını kurutamayacağının farkındadır. bu nedenle kökten ve etkili bir çözüm düşünür. aleyhlerinde birtakım suçlamalara ilişkin belgeler hazırlatır. bunlar özetle şöyledir:
- hz. isa'ya inanmak şöyle dursun, onun anısına saygısızlık yapmakta, haça tükürmekte ve şatolarının gizli bölmelerinde baphomet adlı bir puta, yani şeytana tapmaktadırlar.
- kilise'yi düşman olarak görmekte ancak bunu açıktan göstermemektedirler.
- zenginlik elde edebilmek için din ve yasa dışı işler yapmaktadırlar.
- eşcinselliği teşvik etmektedirler.
başlarda pek net bir tavır takınamayan ve aslında ne yapacağını bilemeyen papa, sonunda bu suçlamalar karşısında daha fazla tarafsız (ya da tapınakçılardan taraf) kalamaz. zira kendisi hakkında da sapkınları korumak için rüşvet aldığı gibi iddialar dolanmaya başlar ortalıkta.
sonunda haklarında tutuklama kararı çıkarılır. çoğu hiçbir direniş göstermeden yakalanır. philippe gözünü onların servetine dikmiştir ama o servet hiçbir yerde bulunamaz. bu da tapınakçıların durumu önceden haber aldığına ilişkin bir delil sayılabilir. fransa ile yetinmez philippe ve diğer ülkelerde de tutuklanmaları için her türlü nüfuzunu kullanır. sonunda istediğini de elde eder ama tapınakçılara en büyük eziyetler fransa'da yapılır.
***
büyük üstatları jacques de molay başta olmak üzere birçok tapınakçı diri diri yakılarak öldürülür. molay ölürken papa ve philippe'ye sövgülerle dolu meydan okumalarda bulunur. bir an önce diğer dünyaya onun arkasından giderek onunla hesaplaşmalarını dilemiştir molay. o yıl bitmeden papa da philippe de ölür. büyük ihtimalle ikisi de sağ kalan tapınakçılar tarafından, intikam amacıyla öldürülmüştür. fakat bunu akıl etmeyenler tarafından bu ölümler, molay'ın beddualarının/kehanetlerinin tuttuğu ve tapınakçıların mistik bir yanı olduğu şeklinde yorumlanır. bu yüzden örgüt gizemli, büyülü, mistik bir topluluk olarak da ün kazanır.
tüm bu işler 14. yüzyılda olup biter ve tapınakçılar 19. yüzyılın başına kadar yer altına gizlenir ve ortalıkta görünmezler.
bir komplo teorisi der ki; tapınakçılar, büyük üstatları molay öldürüldüğü için onun intikamını almak, bu uğurda da papalığın ve avrupa'daki bazı krallıkların yıkılması için ant içmiştir. fransız ihtilali'nin gerçekleşmesinin nedeni de budur.
***
buraya dek anlattıklarım, şu anda ismini hatırlamadığım bir yazarın, tapınakçıların ortadan kalkmasından çok daha sonra yazdığı bir kitapta geçen bilgiler. yani ilk elden tanıklığa dayanmıyorlar. bu nedenle güvenilirlikleri bazı kişilere göre tartışmalı. ancak görünen o ki eldeki en detaylı anlatımların başında da bu kitap geliyor.
lafı yeterince uzattım. tapınakçılar daha sonra yeniden yapılanmış ve tekrar büyük bir güce kavuşmuştur. artık bu kısmını da uzun uzadıya anlatmayacağım. ayrıca kendilerinin meşhur kutsal kasenin koruyucuları oldukları yönünde birtakım kayıtlar var.
devamını gör...
10pele
bilgili biri olduğu hemen anlaşılan kafa sözlük yazarı. daha önce pek tanımlarına rastlamamıştım fakat bülbülü öldürmek (kitap) başlığında görüp tanımlarını incelediğimde hemen nickaltı girmek istedim. tanımları bol olsun, keyifli sözlükler.
devamını gör...
2021 yılına bir mesaj bırak
muhteşem başladın.senden çok şey bekliyorum.
devamını gör...
yedi numara
birbirlerine çılgınlar gibi aşık, ama çocukları olmayan bakkal vahit ve eşi zeliha, yıllar önce köyden istanbul'a kaçmışlardır. vahit, babasını ikna ederek kelepir bir ahşap evi satın almıştır. vahit ve zeliha, bu evi yıllarca öğrenci gençlere kiralayarak hem geçimlerine katkı sağlarlar, hem de öğrencilere bir ana gibi sahip çıkan zeliha'nın çocuk özlemini dindirmeye çalışırlar.
günlerden bir gün, 7 numaralı ahşap evin üst katını çevre mühendisliği öğrencisi dört kız tutar.4 kız armağan erdem, rüya uslu, cansu güney ve ayten mutlugil'dir. birbirlerini yurtta tanımışlar ve hemen kaynaşmışlardır. hepsi anadolu'nun büyük kentlerinden, üniversite okumak amacıyla istanbul'a gelmişlerdir. bir gün, bakkal vahit'in memleketteki ağabeylerinden ikisinin oğullarının da istanbul'da üniversite kazanacağı tutar. bunlar haydar ve recep'tir.başka ağabeyinin oğlu da (satılmış), babasını üniversiteyi kazandım diye kandırarak ticarette büyük atılımlar yapmak amacıyla "akarı yok kokarı yok, temiz iş." felsefesi ile amca oğullarının arasına karışır. katıksız taşralı olan ve daha önce istanbul'a dair hiçbir fikirleri olmayan bu üç delikanlı da, 7 numara'nın alt katına yerleşirler.satılmış karakteri de hollandaya çalışmaya gider ve diziden çıkar.
dizinin ilk 13 bölüm kandilli'de, sonraki bölümler ise arnavutköy, beşiktaş'ta çekilmiştir.
dizide günümüzdeki birçok popüler oyuncu konuk oyuncu olarak dizi de oynamıştır. seher (bkz: ahu türkpençe), (bkz: demet evgar) (bkz: ali çoban), (bkz: gürkan uygun), (bkz: ahmet saraçoğlu), (bkz: cenk tunalı),(bkz: şeyla halis),(bkz: binnur kaya),(bkz: arda kural)ve daha birçok oyuncu.
dizideki kadın oyuncular gerçek hayattaki soyadlarını dizide de kullanmışlardır. (bkz: tuba erdem), (bkz: nuray uslu),
(bkz: gülden güney) ve (bkz: ayça mutlugil)
daha sonra olgun şimşek'in canlandırdığı sabit (nam-ı diğer tarık arkın) karakteri de diziye istanbul'da okuyan gençlerden recep'in ağabeyi olarak katılmıştır. sabit ise istanbul'a kendi tabiriyle "erkek aktör" olma hayalleriyle gelmiştir. ilerleyen bölümler de askere gider ve diziden ayrılır.
en sevilen karakterlerden olan yusuf güdük diziye 44. bölümden itibaren cansu'nun belalısı (aslanım graliçem) dahil olmuştur. dizinin ilerleyen bölümlerinde askere gitse de 73-74. bölümden itibaren diziye cansu'nun sözlüsü olarak geri dönmüştür.
dizi için 13 bölümlük anlaşmışlardır ama sevilip ve yoğun ilgi görünce dizi 75. bölüme kadar devam etmiştir. senarist "fazla uzatırsak biz de tıkanırız inandırıcılığı kaçar" diye 75'te final yapmıştır.(senarist oya yüce, hayal kuran komşu teyzeyi oynamıştı)sonra daha da yoğun istek üzerine 75. bölümden sonra 17 bölüm daha çekildi. oya yüce inat etti ama, bu bölümlerde senarist olarak yoktu. yönetmen değişti ve ekip tekrardan diziyi çekmeye devam ettiler.
türkiye'de yapılan komedi dizileri arasında başı çekenlerden birisi olan 7 numara'nın en büyük özelliklerinden biri ise yöresel dilin mizah içerisinde ustaca kullanılmasıdır.
diziye neden 7 numara denildiğine dair bir tespitim var. dizideki evli karakterleri 1 kişi olarak sayarsak örneğin zeliha ve vahit karakterini, 2-armağan, 3-ayten 4-haydar 5-rüya 6-recep ve son olarak 7-cansu'dur. yok öyle şey olur mu demeyin daha sonra diziye dahil olup evlenen berat ve asiye çiftini 1 kişi sayarsak, aynı şekilde zeliha ve vahit karakterini ve dizinin 73. bölümden sevgili olmayan başlayan armağan ve haydarı'da 1 kişi olarak sayarsak elde var 3 diğer, 4 kişi cansu,ayten,recep ve rüya oluyor. yani yine 7 kişi etmiş oluyor. tabi bu ufak bi tahmin doğruluk payını bilemem.)
dizide tanışıp evlenen kişilerde var.
7 numara dizisi öncesi evlenen ve sonrasında boşanan olgun şimşek (sabit) ve zeliha yenge (şebnem sönmez), ayça mutlugil (ayten) ile evlenen taner ertürkler (evren) ve dizinin (recep'i) volkan girgin ve dizinin saf rolündeki (meryem'i) sedef pehlivanoğlu ile evlenmiştir.
günlerden bir gün, 7 numaralı ahşap evin üst katını çevre mühendisliği öğrencisi dört kız tutar.4 kız armağan erdem, rüya uslu, cansu güney ve ayten mutlugil'dir. birbirlerini yurtta tanımışlar ve hemen kaynaşmışlardır. hepsi anadolu'nun büyük kentlerinden, üniversite okumak amacıyla istanbul'a gelmişlerdir. bir gün, bakkal vahit'in memleketteki ağabeylerinden ikisinin oğullarının da istanbul'da üniversite kazanacağı tutar. bunlar haydar ve recep'tir.başka ağabeyinin oğlu da (satılmış), babasını üniversiteyi kazandım diye kandırarak ticarette büyük atılımlar yapmak amacıyla "akarı yok kokarı yok, temiz iş." felsefesi ile amca oğullarının arasına karışır. katıksız taşralı olan ve daha önce istanbul'a dair hiçbir fikirleri olmayan bu üç delikanlı da, 7 numara'nın alt katına yerleşirler.satılmış karakteri de hollandaya çalışmaya gider ve diziden çıkar.
dizinin ilk 13 bölüm kandilli'de, sonraki bölümler ise arnavutköy, beşiktaş'ta çekilmiştir.
dizide günümüzdeki birçok popüler oyuncu konuk oyuncu olarak dizi de oynamıştır. seher (bkz: ahu türkpençe), (bkz: demet evgar) (bkz: ali çoban), (bkz: gürkan uygun), (bkz: ahmet saraçoğlu), (bkz: cenk tunalı),(bkz: şeyla halis),(bkz: binnur kaya),(bkz: arda kural)ve daha birçok oyuncu.
dizideki kadın oyuncular gerçek hayattaki soyadlarını dizide de kullanmışlardır. (bkz: tuba erdem), (bkz: nuray uslu),
(bkz: gülden güney) ve (bkz: ayça mutlugil)
daha sonra olgun şimşek'in canlandırdığı sabit (nam-ı diğer tarık arkın) karakteri de diziye istanbul'da okuyan gençlerden recep'in ağabeyi olarak katılmıştır. sabit ise istanbul'a kendi tabiriyle "erkek aktör" olma hayalleriyle gelmiştir. ilerleyen bölümler de askere gider ve diziden ayrılır.
en sevilen karakterlerden olan yusuf güdük diziye 44. bölümden itibaren cansu'nun belalısı (aslanım graliçem) dahil olmuştur. dizinin ilerleyen bölümlerinde askere gitse de 73-74. bölümden itibaren diziye cansu'nun sözlüsü olarak geri dönmüştür.
dizi için 13 bölümlük anlaşmışlardır ama sevilip ve yoğun ilgi görünce dizi 75. bölüme kadar devam etmiştir. senarist "fazla uzatırsak biz de tıkanırız inandırıcılığı kaçar" diye 75'te final yapmıştır.(senarist oya yüce, hayal kuran komşu teyzeyi oynamıştı)sonra daha da yoğun istek üzerine 75. bölümden sonra 17 bölüm daha çekildi. oya yüce inat etti ama, bu bölümlerde senarist olarak yoktu. yönetmen değişti ve ekip tekrardan diziyi çekmeye devam ettiler.
türkiye'de yapılan komedi dizileri arasında başı çekenlerden birisi olan 7 numara'nın en büyük özelliklerinden biri ise yöresel dilin mizah içerisinde ustaca kullanılmasıdır.
diziye neden 7 numara denildiğine dair bir tespitim var. dizideki evli karakterleri 1 kişi olarak sayarsak örneğin zeliha ve vahit karakterini, 2-armağan, 3-ayten 4-haydar 5-rüya 6-recep ve son olarak 7-cansu'dur. yok öyle şey olur mu demeyin daha sonra diziye dahil olup evlenen berat ve asiye çiftini 1 kişi sayarsak, aynı şekilde zeliha ve vahit karakterini ve dizinin 73. bölümden sevgili olmayan başlayan armağan ve haydarı'da 1 kişi olarak sayarsak elde var 3 diğer, 4 kişi cansu,ayten,recep ve rüya oluyor. yani yine 7 kişi etmiş oluyor. tabi bu ufak bi tahmin doğruluk payını bilemem.)
dizide tanışıp evlenen kişilerde var.
7 numara dizisi öncesi evlenen ve sonrasında boşanan olgun şimşek (sabit) ve zeliha yenge (şebnem sönmez), ayça mutlugil (ayten) ile evlenen taner ertürkler (evren) ve dizinin (recep'i) volkan girgin ve dizinin saf rolündeki (meryem'i) sedef pehlivanoğlu ile evlenmiştir.
devamını gör...
mansur yavaş'ın yks ücretlerini karşılayacağını açıklaması
mansur yavaş'ın yayınladığı mesaj şöyle:
"eşit eğitim, güzel bir gelecek her çocuğun hakkı. sosyal yardım alan ailelerimizin ve pandemide kapanan sektör çalışanlarımızın çocuklarının yks 2021 ücretlerini karşılayacağız. siz sadece hayal edin, çalışın ve başarın. biz daima yanınızda olacağız."
belki aynı görüşte değiliz ama helal olsun diyorum, gerçekten çok sevindim bu duruma. umarım diğer yerlere de örnek olur. sağolasın başkanım.
"eşit eğitim, güzel bir gelecek her çocuğun hakkı. sosyal yardım alan ailelerimizin ve pandemide kapanan sektör çalışanlarımızın çocuklarının yks 2021 ücretlerini karşılayacağız. siz sadece hayal edin, çalışın ve başarın. biz daima yanınızda olacağız."
belki aynı görüşte değiliz ama helal olsun diyorum, gerçekten çok sevindim bu duruma. umarım diğer yerlere de örnek olur. sağolasın başkanım.
devamını gör...
charles manson
bazı güruhun çok sevdiği seri katil ve manson tarikatı lideri. ben kendisini sevenlere anlam veremiyorum gerçekten. bir de kendisine hapiste çok kadından aşk mektubu falan gelmiş insan gerçekten hayret ediyor.
zaten bu seri katiller muhakkak geçmişlerinde yaşadıkları acı nedeniyle insanları katlediyorlar.
gelelim charles manson denen ruh hastası katilin hayatına. charles manson aslında hayat kadınının çocuğuymuş. annesi fuhuştan hapise girince de manson sokaklarda hırsızlık yaparak sokaklarda yaşamış. hırsızlık suçundan hapise girmiş lakin kendisi hapiste de doğru düzgün durmamıştır. sonra kendisine hapiste bıçak zoruyla cinsel istismarda bulunan olmuş. manson’da iyice çıldırmış tabi. ardından kendisini ıslah evine yerleştirilmiş. akabinde ıslah evinden çıkınca halen suç işlemeye devam etmiş. kadın pazarlama, sahte çek, uyuşturucu vesaire.
ruh hastası katil kendince tarikat kurmaya kalkmış. kurduğu tarikatın üyeleriyle de çiftlikte yaşamaya başlamış. sonra hamile bir kadını, polonyalı bir oyuncuyu, erkek kuaförü, lise mezunu bir genci manson tarikatı üyeleri katletmiş. ardından manson’un emriyle tarikat üyeleri bir çiftin daha canına kıymış. canına kıydıkları insanları da öldürmeden önce işkence yapmışlardır. tarikat üyeleriyle birlikte tutuklanmışlar fakat idam cezası olmadığı için de cezaları ağırlaştırılmış müebbet olmuş. yani ömür boyu hapis.
charles manson birçok ünlünün sevgisini kazandı aslında. onlardan biri de marilyn manson’dur. o da onun gibi psikopat bir endüstriyel metal sanatçısıdır. soyadını da kullanıyor şu an. ama charles manson hapiste olmaktan son derece mutluymuş. yiyorum içiyorum çalışmıyorum yatıyorum tarzında sözler söylemiş. kendisini hapise tıkanlara da çok kez teşekkür etmiş.
hak ettiği şekilde de ölmüş ama. sonuç itibariyle herkes hak ettiği hayatı yaşar, ölür. yapacak bir şey yok.
bazı sözlerinden biri de şudur;
“bana tepeden bakarsanız, bir aptal görürsünüz. bana aşağıdan bakarsaniz, tanrınızı görürsünüz. bana tam karşımdan bakarsanız, kendinizi görürsünüz”
zaten bu seri katiller muhakkak geçmişlerinde yaşadıkları acı nedeniyle insanları katlediyorlar.
gelelim charles manson denen ruh hastası katilin hayatına. charles manson aslında hayat kadınının çocuğuymuş. annesi fuhuştan hapise girince de manson sokaklarda hırsızlık yaparak sokaklarda yaşamış. hırsızlık suçundan hapise girmiş lakin kendisi hapiste de doğru düzgün durmamıştır. sonra kendisine hapiste bıçak zoruyla cinsel istismarda bulunan olmuş. manson’da iyice çıldırmış tabi. ardından kendisini ıslah evine yerleştirilmiş. akabinde ıslah evinden çıkınca halen suç işlemeye devam etmiş. kadın pazarlama, sahte çek, uyuşturucu vesaire.
ruh hastası katil kendince tarikat kurmaya kalkmış. kurduğu tarikatın üyeleriyle de çiftlikte yaşamaya başlamış. sonra hamile bir kadını, polonyalı bir oyuncuyu, erkek kuaförü, lise mezunu bir genci manson tarikatı üyeleri katletmiş. ardından manson’un emriyle tarikat üyeleri bir çiftin daha canına kıymış. canına kıydıkları insanları da öldürmeden önce işkence yapmışlardır. tarikat üyeleriyle birlikte tutuklanmışlar fakat idam cezası olmadığı için de cezaları ağırlaştırılmış müebbet olmuş. yani ömür boyu hapis.
charles manson birçok ünlünün sevgisini kazandı aslında. onlardan biri de marilyn manson’dur. o da onun gibi psikopat bir endüstriyel metal sanatçısıdır. soyadını da kullanıyor şu an. ama charles manson hapiste olmaktan son derece mutluymuş. yiyorum içiyorum çalışmıyorum yatıyorum tarzında sözler söylemiş. kendisini hapise tıkanlara da çok kez teşekkür etmiş.
hak ettiği şekilde de ölmüş ama. sonuç itibariyle herkes hak ettiği hayatı yaşar, ölür. yapacak bir şey yok.
bazı sözlerinden biri de şudur;
“bana tepeden bakarsanız, bir aptal görürsünüz. bana aşağıdan bakarsaniz, tanrınızı görürsünüz. bana tam karşımdan bakarsanız, kendinizi görürsünüz”
devamını gör...
kandil geceleri
islam dininin değerlerini ve yaşantılarını devam ettirmek amacıyla kutsal olarak kabul edilen günlere verilen isimdir. farz yükümlülüğü olmamakla birlikte bu günlerde yapılan ibadetlerin daha makbul olduğu yadsınamaz. bu mübarek günlerde osmanlı imparatorluğu'nda ıı. selim'den itibaren minarelerde kandil yakılmasıyla bu kutsal günler kandil adını almıştır.
(bkz: regaib kandili)
(bkz: miraç kandili)
(bkz: berat kandili)
(bkz: mevlid kandili)
(bkz: regaib kandili)
(bkz: miraç kandili)
(bkz: berat kandili)
(bkz: mevlid kandili)
devamını gör...
4 kişiyle pazar kahvaltısı yapma şansınız olsa
nilgün marmara-didem madak-tezer özlü ve leyla erbil.
devamını gör...