normal sözlük yazarlarının karalama defteri
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
256
257
258
259
260
261
262
263
264
başlık "makedonyalı" tarafından 08.11.2020 16:43 tarihinde açılmıştır.
4901.
az önce günlüğümde ağlarken hayatım kayışından bahsediyordum ve özenle yazdığım yazının üzerine gözyaşlarım düştüğü için yazım bozuldu . yazım bozulduğu için ekstra bir kere daha ağladım.
(bkz: derdini seveyim butonu)
şimdi bir kere daha asıl moralimi bozan şeyin yazımın bozulmasının değil de diğer kalan şeyler olduğunu anlatmaya çalışacağım günlüğüme.
bu sefer sakin bir şekilde anlatmaya çalışacağım.
ben o günlüğü daha bugün kullanmaya başlamıştım, fazlasıyla da dikkatliydim oysa.
gözyaşımın dökülmemesi için gereken önlemleri almıştım, defteri direkt gözümün altına getirmemeye çalışıyordum, yaşlar elime geldiyse elimi kuruluyordum deftere değdirmeden önce...
kendimle bu konuda uzunca bir dalga geçmem lazım.
(bkz: derdini seveyim butonu)
şimdi bir kere daha asıl moralimi bozan şeyin yazımın bozulmasının değil de diğer kalan şeyler olduğunu anlatmaya çalışacağım günlüğüme.
bu sefer sakin bir şekilde anlatmaya çalışacağım.
ben o günlüğü daha bugün kullanmaya başlamıştım, fazlasıyla da dikkatliydim oysa.
gözyaşımın dökülmemesi için gereken önlemleri almıştım, defteri direkt gözümün altına getirmemeye çalışıyordum, yaşlar elime geldiyse elimi kuruluyordum deftere değdirmeden önce...
kendimle bu konuda uzunca bir dalga geçmem lazım.
devamını gör...
4902.
4903.
4904.
öyle çaresiz bırakıyorsun ki beni,
öyle aralamışsın kapını
ne girebileceğim kadar geniş
ne vazgeçebilecegim kadar dar.
öyle aralamışsın kapını
ne girebileceğim kadar geniş
ne vazgeçebilecegim kadar dar.
devamını gör...
4905.
yine her zamanki yerimdeyim; kocaman karanlık bir orman manzarası, gece lambaları yanan evlerin ve uzaktan geçen arabaların ışıkları. ve bana çok uzun zamandır her akşam eşlik eden o tını: link
çok farklı anlamı var bu tınının bende. niye bilmiyorum ölümü hatırlatıyor her seferinde. sessiz bir ölüm. öldüğünü insanların günler sonra fark edebildiği, kimsenin tanıyamadığı sessiz, yalnız bir adamın sessiz ölümü. tınıdaki keman sesi gibi biraz acıklı bir ölüm. yapılanlar, yapılmayanlar, pişmanlıklar, özlemler, kalabalıklar ve nihayetinde yalnızlık. sonu ölüm. sonrası teferruat. finalde mezara konduktan sonra üstüne toprak atılması. hani tınıda belli belirsiz seri bir şekilde çarpan kapı sesi var ya işte o mezara atılan her bir kürek toprağın sesi. beyaz örtünün içinde duyuyorsun hissediyorsun o toprağı ama elden bir şey gelmiyor. bitti. sonrası mı? herkes için muamma.
epey zamandır kendimi soyutlamaya çalışıyorum dünyadan, yapabildiğim kadar da inziva. işe bile gitmiyorum birkaç haftadır. evden işlerimi halledip yine yapmaya çalıştığım kadar soyutlanma, inziva, okuma, düşünme, sorgulama. şu dünyada neyim fazla ise elden çıkarayım, fazlanın derdi ile de dertlenmeyeyim bari dedim. ne gerek var bu kadar şaşaya, elde tutmaya ne gerek var bu kadar kullanılmayan eşyayı, elbiseyi. ne gerek var en çok zamanımı çalan bilmem kaç bin liralık telefona. bir yerden başlamak gerekti başladım elbiseden, eşyadan, telefondan. en azından bunların derdi kalmasın artık üstümde.
günlerim belli bir rutinde ilerledi. sabahları alelade yaptığım kahvaltı, kahvaltıdan kalan ekmek-yumurta-peynirle penceremin önünden eksik olmayan kedileri beslemem, ocakta eksik olmayan çay-kahve. sonra kendimce rutini ritüele dönüştürdüm. bana bir dilim ekmekle bir taneden daha az yumurta yetmesine rağmen hem yumurtayı daha fazla pişirir oldum, hem sofraya peyniri daha çok koyar oldum. penceremin önünde bekleyenler var, daha fazla karınları doyarsa belki daha fazla mutlu olurum bende.
2-3 güne bir biraz zorla çıkarılıyorum evden. bir deniz havası, bir kaç fazladan insan yüzü görmem için, boğazımdan farklı bir kaç lokma da geçsin çıkmışken. akşamları arkadaşlarla memleket meseleleri. eskiden çok severdim, ateşli ateşli konuşurdum mesele memleket olunca. şimdi ona bile hevesim yok. hani nasıl derler; bitse de gitsek modundayım. arkadaşlar konuşurken "bana müsaade kendimle kalmaya gidiyorum" diyeceğim ama nasıl anlatabilirim bu durumu. sanıyorum ya beni anlamazlar ya da delirdiğimi falan düşünürler. kendimi anlatamadığım ya da delirdiğimi kanıtlamamam için zoraki katlanıyorum bir şeylere. bir de içimdeki acıya katlanıyorum.
her gece sorguluyorum; son birkaç zamandır yaptıklarım, insanların hayatlarından çıkmalarım ya da hayatımdan insanları çıkarmamın sebebi kendi başıma kalma isteğim mi yoksa yıllardır içimde öldüremediğim kendime acı çektirme isteğim mi? hani o tınıdaki adam gibi kendime acı çektire çektire yalnız ve sessiz bir ölüm isteği mi? insanlar bana acımasın asla ama her daim içimde bir acı ile mi yaşayayım. niye acı çekmek istiyorum, niye bu dünyada güzel olan hiçbir şeyi hak etmediğimi düşünüyorum? bazen sokakta vücudunun bir uzvu eksik olan ve dilenen adamı görünce oturup saatlerce hüngür hüngür ağlamak istiyorum. bu adamın bir uzvu yok ve bu adam dileniyor. neden elimden bir şey gelmiyor üç beş kuruş vermekten başka. dünyada bu kadar acı çeken insan varken ve gün içinde bunlara şahit olurken ben neden mutlu olayım? mutluluğu hak edecek ne yaptım? acı çekmeliyim, hem de çok acı çekmeliyim, öyle ki kendimden nefret edecek kadar çok acı çekmeliyim. belki de ondandır kendimi bildim bileli kendimi sevmemem de ve kendimi bildim bileli içten içe beni öldürecek kadar acı çekmeyi istemem. güzel olan herhangi bir şeyi hak edecek ne yaptım? kime faydam dokundu bu zamana kadar?
insanlar bana acımasın, ama içimde bu acı ile yaşamaya devam edeyim. insanlar varsın beni kötü bilsin, hayırsız bilsin, umursamaz bilsin ama içimde bu acı ile yaşamaya devam edeyim. zaten ne yaparsan yap sanki açıp da kalbinin içine bakmış gibi kendi kafalarında kurdukları profile göre seni yaftalamıyorlar mı?
neye göre?
söylediğin tek bir söze göre. kendi söylediklerini unutup sadece senin söylediğin, öncesini ve sonrasını sildikleri ama arada cımbızla çektikleri bir söze göre.
neye göre?
ettiğin bir ah'a göre. yaşadığın ya da yaşamakta olduğun anın şartlarını göz önüne almadan etmiş olduğun sadece bir nefeslik ah'a göre.
2 gündür sorguluyorum; ettiğim iki kelam mıydı insanların "sen çok değişmişsin" demesine sebep olan. attığım iki saniyelik kızgın bakış mıydı insanların "sen artık sevmiyorsun" demesine sebep olan. vermediğim iki kuruş muydu insanların "sen çok paragöz olmuşsun" demesine sebep olan.
belki de hiç olmadığım kadar öfkeliyim adını koyamadığım bir şeylere. adını koyamadığım için öfkemi kendime vuruyorum. adını koymaktan korkuyorum belki de ama bunu da kendime itiraf edemiyorum, kaçamıyorum. öfkemin istikametini belirlersem öfkem itidalimin de ritüelimin de soyutlanmamın da önüne geçecek çünkü. o yüzden öfkemi kendime vurmaya devam ediyorum. varsın dünyada bir insana yakıştırılabilecek ne kadar olumsuz betimleme varsa bana yakıştırılsın ama ben içimdeki öfke ile acı ile baş başa yaşamaya devam edeyim. amacım ermek, bir noktaya ulaşmak değil. kendim kendimle, insanlardan, dünyanın fazlalıklarından olabildiğince uzaklaşarak, kendime dert yanarak, kendime acı çektirerek, düşünerek yaşamak sadece. öfkem bugünlük sadece ritüelimin önüne geçtiği için bu gece ritüelimi bozarak düşünmek yerine yazmayı tercih ettim kendime verdiğim sözü de bozmanın verdiği utanç ile.
bu durum, bu ruh hali ne kadar sürer bilmem. gönül ister ki son nefesi verene kadar. ama bir yandan da korkuyorum kendime bir kaç hafta evvel verdiğim sözü bozacak kadar bile sözünün eri değil miyim diye. ama diğer yandan ben de bir ananın evladıyım; hafıza-ı beşer nisyan ile maluldür
çok farklı anlamı var bu tınının bende. niye bilmiyorum ölümü hatırlatıyor her seferinde. sessiz bir ölüm. öldüğünü insanların günler sonra fark edebildiği, kimsenin tanıyamadığı sessiz, yalnız bir adamın sessiz ölümü. tınıdaki keman sesi gibi biraz acıklı bir ölüm. yapılanlar, yapılmayanlar, pişmanlıklar, özlemler, kalabalıklar ve nihayetinde yalnızlık. sonu ölüm. sonrası teferruat. finalde mezara konduktan sonra üstüne toprak atılması. hani tınıda belli belirsiz seri bir şekilde çarpan kapı sesi var ya işte o mezara atılan her bir kürek toprağın sesi. beyaz örtünün içinde duyuyorsun hissediyorsun o toprağı ama elden bir şey gelmiyor. bitti. sonrası mı? herkes için muamma.
epey zamandır kendimi soyutlamaya çalışıyorum dünyadan, yapabildiğim kadar da inziva. işe bile gitmiyorum birkaç haftadır. evden işlerimi halledip yine yapmaya çalıştığım kadar soyutlanma, inziva, okuma, düşünme, sorgulama. şu dünyada neyim fazla ise elden çıkarayım, fazlanın derdi ile de dertlenmeyeyim bari dedim. ne gerek var bu kadar şaşaya, elde tutmaya ne gerek var bu kadar kullanılmayan eşyayı, elbiseyi. ne gerek var en çok zamanımı çalan bilmem kaç bin liralık telefona. bir yerden başlamak gerekti başladım elbiseden, eşyadan, telefondan. en azından bunların derdi kalmasın artık üstümde.
günlerim belli bir rutinde ilerledi. sabahları alelade yaptığım kahvaltı, kahvaltıdan kalan ekmek-yumurta-peynirle penceremin önünden eksik olmayan kedileri beslemem, ocakta eksik olmayan çay-kahve. sonra kendimce rutini ritüele dönüştürdüm. bana bir dilim ekmekle bir taneden daha az yumurta yetmesine rağmen hem yumurtayı daha fazla pişirir oldum, hem sofraya peyniri daha çok koyar oldum. penceremin önünde bekleyenler var, daha fazla karınları doyarsa belki daha fazla mutlu olurum bende.
2-3 güne bir biraz zorla çıkarılıyorum evden. bir deniz havası, bir kaç fazladan insan yüzü görmem için, boğazımdan farklı bir kaç lokma da geçsin çıkmışken. akşamları arkadaşlarla memleket meseleleri. eskiden çok severdim, ateşli ateşli konuşurdum mesele memleket olunca. şimdi ona bile hevesim yok. hani nasıl derler; bitse de gitsek modundayım. arkadaşlar konuşurken "bana müsaade kendimle kalmaya gidiyorum" diyeceğim ama nasıl anlatabilirim bu durumu. sanıyorum ya beni anlamazlar ya da delirdiğimi falan düşünürler. kendimi anlatamadığım ya da delirdiğimi kanıtlamamam için zoraki katlanıyorum bir şeylere. bir de içimdeki acıya katlanıyorum.
her gece sorguluyorum; son birkaç zamandır yaptıklarım, insanların hayatlarından çıkmalarım ya da hayatımdan insanları çıkarmamın sebebi kendi başıma kalma isteğim mi yoksa yıllardır içimde öldüremediğim kendime acı çektirme isteğim mi? hani o tınıdaki adam gibi kendime acı çektire çektire yalnız ve sessiz bir ölüm isteği mi? insanlar bana acımasın asla ama her daim içimde bir acı ile mi yaşayayım. niye acı çekmek istiyorum, niye bu dünyada güzel olan hiçbir şeyi hak etmediğimi düşünüyorum? bazen sokakta vücudunun bir uzvu eksik olan ve dilenen adamı görünce oturup saatlerce hüngür hüngür ağlamak istiyorum. bu adamın bir uzvu yok ve bu adam dileniyor. neden elimden bir şey gelmiyor üç beş kuruş vermekten başka. dünyada bu kadar acı çeken insan varken ve gün içinde bunlara şahit olurken ben neden mutlu olayım? mutluluğu hak edecek ne yaptım? acı çekmeliyim, hem de çok acı çekmeliyim, öyle ki kendimden nefret edecek kadar çok acı çekmeliyim. belki de ondandır kendimi bildim bileli kendimi sevmemem de ve kendimi bildim bileli içten içe beni öldürecek kadar acı çekmeyi istemem. güzel olan herhangi bir şeyi hak edecek ne yaptım? kime faydam dokundu bu zamana kadar?
insanlar bana acımasın, ama içimde bu acı ile yaşamaya devam edeyim. insanlar varsın beni kötü bilsin, hayırsız bilsin, umursamaz bilsin ama içimde bu acı ile yaşamaya devam edeyim. zaten ne yaparsan yap sanki açıp da kalbinin içine bakmış gibi kendi kafalarında kurdukları profile göre seni yaftalamıyorlar mı?
neye göre?
söylediğin tek bir söze göre. kendi söylediklerini unutup sadece senin söylediğin, öncesini ve sonrasını sildikleri ama arada cımbızla çektikleri bir söze göre.
neye göre?
ettiğin bir ah'a göre. yaşadığın ya da yaşamakta olduğun anın şartlarını göz önüne almadan etmiş olduğun sadece bir nefeslik ah'a göre.
2 gündür sorguluyorum; ettiğim iki kelam mıydı insanların "sen çok değişmişsin" demesine sebep olan. attığım iki saniyelik kızgın bakış mıydı insanların "sen artık sevmiyorsun" demesine sebep olan. vermediğim iki kuruş muydu insanların "sen çok paragöz olmuşsun" demesine sebep olan.
belki de hiç olmadığım kadar öfkeliyim adını koyamadığım bir şeylere. adını koyamadığım için öfkemi kendime vuruyorum. adını koymaktan korkuyorum belki de ama bunu da kendime itiraf edemiyorum, kaçamıyorum. öfkemin istikametini belirlersem öfkem itidalimin de ritüelimin de soyutlanmamın da önüne geçecek çünkü. o yüzden öfkemi kendime vurmaya devam ediyorum. varsın dünyada bir insana yakıştırılabilecek ne kadar olumsuz betimleme varsa bana yakıştırılsın ama ben içimdeki öfke ile acı ile baş başa yaşamaya devam edeyim. amacım ermek, bir noktaya ulaşmak değil. kendim kendimle, insanlardan, dünyanın fazlalıklarından olabildiğince uzaklaşarak, kendime dert yanarak, kendime acı çektirerek, düşünerek yaşamak sadece. öfkem bugünlük sadece ritüelimin önüne geçtiği için bu gece ritüelimi bozarak düşünmek yerine yazmayı tercih ettim kendime verdiğim sözü de bozmanın verdiği utanç ile.
bu durum, bu ruh hali ne kadar sürer bilmem. gönül ister ki son nefesi verene kadar. ama bir yandan da korkuyorum kendime bir kaç hafta evvel verdiğim sözü bozacak kadar bile sözünün eri değil miyim diye. ama diğer yandan ben de bir ananın evladıyım; hafıza-ı beşer nisyan ile maluldür
devamını gör...
4906.
hayat bazen dünyaya erkek olarak gelip, daha sonra türlü plastik cerrahi operasyonlar geçirdikten sonra cinsiyet değiştiren eşcinsel kişinin “erkek olsam nasıl görünürdüm” diye yaptığı paylaşım kadar saçma olabiliyor.
devamını gör...
4907.
kaç gündür çok üzgünüm sözlük :( ferdi tayfur öldü. anılarımdan en güzellerinin eksildiğini hissediyorum. filmleriyle, şarkılarıyla büyümüştüm. aşırı üzgünüm diyecek başka sözüm yok.
devamını gör...
4908.
algoritma kurbanıyım, ınstagramdan geliyorum.
arka arkaya bir kaç videoya denk geldim, çok doldu içim bir kaç kelam etmek istedim.
reelde sanalda acılarla dolu, küçük çocuklar, yaşlı insanlar, çalışan kesim hepsi sıkıntıda herkes mutsuz.
hali vakti yerinde olan birisinin çocuğu oyuncaklarıyla oynarken kağıt toplayarak hayatta kalmaya çalışan birisinin çocuğunun onu nasıl bir istek ve çaresizlik içinde izlediğini gördüm.
lokmam boğazıma dizildi, yutamadım. oğlum yanımdaydı ona sarılmak geldi içimden, onu da yapamadım. çok ağır geldi bu video, sırtıma iki öküz aldım yokuş yukarı tırmanıyorum sanki.
bu dünyada adalet yok, bir gün bunun olacağına dair en ufak bir ümidim de yok.
evet birileri bu dünyanın gerçekten tadını alıyor, ama çoğunluk her alanda göçük altında kalmış gibi.
düşünüyorum da, herkese karşı adil olan tek şey ölümün kendisi. en azından kimseye iltimas geçmiyor. düşünün yani bu yaşadığımız alemdeki en adil şey aklımıza gelince bir çoğumuzu titreten ölüm yani.
öyle boktan bir düzen, öyle rezil bir hâl.
oysa hepimize tatmak için verilmiş bu yaşam hakkı, kiminin çilesi kiminin eğlencesi olmuş.
itirazım var(!) ama elden bir şey de gelmiyor. arada derede ufak tefek bir şeyler yapabiliyorsak ne âlâ bu da kendimce bir başkaldırı.
sabaha kadar yazabilirim bu hususta ama, faydası yok.
artık bu işkence halini kaldıramıyorum, bunu kendim için de söylemiyorum çok şükür yaradana pek bi yokluk görmedim. ama görenlerin acısını çaresizliğini kalbimin tam ortasında hissedebiliyorum. şu durumda bile ben rahatsız olabiliyorsam yaşayana sorsan ne der kim bilir ...
arka arkaya bir kaç videoya denk geldim, çok doldu içim bir kaç kelam etmek istedim.
reelde sanalda acılarla dolu, küçük çocuklar, yaşlı insanlar, çalışan kesim hepsi sıkıntıda herkes mutsuz.
hali vakti yerinde olan birisinin çocuğu oyuncaklarıyla oynarken kağıt toplayarak hayatta kalmaya çalışan birisinin çocuğunun onu nasıl bir istek ve çaresizlik içinde izlediğini gördüm.
lokmam boğazıma dizildi, yutamadım. oğlum yanımdaydı ona sarılmak geldi içimden, onu da yapamadım. çok ağır geldi bu video, sırtıma iki öküz aldım yokuş yukarı tırmanıyorum sanki.
bu dünyada adalet yok, bir gün bunun olacağına dair en ufak bir ümidim de yok.
evet birileri bu dünyanın gerçekten tadını alıyor, ama çoğunluk her alanda göçük altında kalmış gibi.
düşünüyorum da, herkese karşı adil olan tek şey ölümün kendisi. en azından kimseye iltimas geçmiyor. düşünün yani bu yaşadığımız alemdeki en adil şey aklımıza gelince bir çoğumuzu titreten ölüm yani.
öyle boktan bir düzen, öyle rezil bir hâl.
oysa hepimize tatmak için verilmiş bu yaşam hakkı, kiminin çilesi kiminin eğlencesi olmuş.
itirazım var(!) ama elden bir şey de gelmiyor. arada derede ufak tefek bir şeyler yapabiliyorsak ne âlâ bu da kendimce bir başkaldırı.
sabaha kadar yazabilirim bu hususta ama, faydası yok.
artık bu işkence halini kaldıramıyorum, bunu kendim için de söylemiyorum çok şükür yaradana pek bi yokluk görmedim. ama görenlerin acısını çaresizliğini kalbimin tam ortasında hissedebiliyorum. şu durumda bile ben rahatsız olabiliyorsam yaşayana sorsan ne der kim bilir ...
devamını gör...
4909.
tanri kompleksi, fazla erkeksi,
herkes pisti terk etsin
herkes pisti terk etsin
devamını gör...
4910.
bir zamanlar uzak bir dağ köyünde bir zen ustası ve öğrencisi yaşarmış. bir gün öğrencisi ustasına sormuş:
-usta hayatın anlamını arıyorum ne yapmalıyım?
usta gülümsemiş ve öğrencisini bir tepeye çıkarmış. aşağıdaki manzarayı göstererek şöyle demiş:
--bu dağ, bu ağaçlar, bu toprak. her şey kendi yerinde, olduğu gibi.
eğer hayatı anlamaya çalışıyorsan bu dağ gibi ol. huzurlu, sabırlı ve anı yaşa.
öğrenci tekrar sormuş;
-peki usta bu anlamı nasıl bulacağım?
usta cebinden bir taş çıkarıp yere bırakmış. bir süre taşı izleyip şöyle demiş;
-- taş buradadır. çünkü var olması gerektiği yer burasıdır. taş kendini aramaz, var olur. sen de hayatını taş gibi yapmalısın. arama, ol.
öğrenci biraz düşündükten sonra, anlamış: anlam, ne aramakta ne de bulmakta. o, sadece “olmak”tadır.
-usta hayatın anlamını arıyorum ne yapmalıyım?
usta gülümsemiş ve öğrencisini bir tepeye çıkarmış. aşağıdaki manzarayı göstererek şöyle demiş:
--bu dağ, bu ağaçlar, bu toprak. her şey kendi yerinde, olduğu gibi.
eğer hayatı anlamaya çalışıyorsan bu dağ gibi ol. huzurlu, sabırlı ve anı yaşa.
öğrenci tekrar sormuş;
-peki usta bu anlamı nasıl bulacağım?
usta cebinden bir taş çıkarıp yere bırakmış. bir süre taşı izleyip şöyle demiş;
-- taş buradadır. çünkü var olması gerektiği yer burasıdır. taş kendini aramaz, var olur. sen de hayatını taş gibi yapmalısın. arama, ol.
öğrenci biraz düşündükten sonra, anlamış: anlam, ne aramakta ne de bulmakta. o, sadece “olmak”tadır.
devamını gör...
4911.
yaşıyoruz be. en kötüsü bile öldürmüyor!
ne kadar büyük bir boşluğa düşerse düşsün alışıyor insan, çıkıyor o boşluktan.
güzel bir şarkı; bir trampet sesi, bir zil sesi; güzel bir kadın, temiz bir nefes oksijen, ağaç kokusunu sırtında taşıyan bir rüzgar... her şeyi unutuveriyoruz. her şeyi!
genimiz bencil bizim, yaradılışımızda var. allahtan kötü insan değilim, yoksa ne yapardım bilmem. tercih ediyorum haksızlığa maruz kalmayı bir başkasına yaşatmaktansa. ne kırabilir ki beni? hiçbir şey ulan.
ahlaktan, erdemden nasibini almamış varlıklar kaderime tesadüf etti diye ben mi üzüleceğim mesela? oldu canım. en ciddi şey ölüm mü?
gözlerimin önünde ölseler, ruhum kıpırdamaz.
kayıtsız kalırım albert gibi. her şey gibi bu da absürd mü biraz? evet, olsun. farkındalık güzel şey. ama sevdiğime zarar vereni allah korusun benden. ne söyleyeyim? ölümden mi korkacağım.
ufacık kafama takıyor değilim bana sıkıntı yaratacak, hüzün verebilecek şeyleri. insanlar böyle olabilmek için nelerini vermez..
belki gerçekten epikür'ün sözünü ettiği dinginliğe ulaşmışımdır.
ne mi yapacağım. üff. ne güzel şeyler yapacağım. biraz zamana ihtiyacım var, o kadar. para, pul.. bunlar da pek umrumda değil.
ufak şeylerle de mutlu olmaya alışmışım ben. zaten paraya umut bağlayan hangi varlık gerçek mutluluğa ulaşabilmiş ki? kim parayı elinin tersiyle itmişse, ona varmış para. şimdi nasılsa...
ne kadar büyük bir boşluğa düşerse düşsün alışıyor insan, çıkıyor o boşluktan.
güzel bir şarkı; bir trampet sesi, bir zil sesi; güzel bir kadın, temiz bir nefes oksijen, ağaç kokusunu sırtında taşıyan bir rüzgar... her şeyi unutuveriyoruz. her şeyi!
genimiz bencil bizim, yaradılışımızda var. allahtan kötü insan değilim, yoksa ne yapardım bilmem. tercih ediyorum haksızlığa maruz kalmayı bir başkasına yaşatmaktansa. ne kırabilir ki beni? hiçbir şey ulan.
ahlaktan, erdemden nasibini almamış varlıklar kaderime tesadüf etti diye ben mi üzüleceğim mesela? oldu canım. en ciddi şey ölüm mü?
gözlerimin önünde ölseler, ruhum kıpırdamaz.
kayıtsız kalırım albert gibi. her şey gibi bu da absürd mü biraz? evet, olsun. farkındalık güzel şey. ama sevdiğime zarar vereni allah korusun benden. ne söyleyeyim? ölümden mi korkacağım.
ufacık kafama takıyor değilim bana sıkıntı yaratacak, hüzün verebilecek şeyleri. insanlar böyle olabilmek için nelerini vermez..
belki gerçekten epikür'ün sözünü ettiği dinginliğe ulaşmışımdır.
ne mi yapacağım. üff. ne güzel şeyler yapacağım. biraz zamana ihtiyacım var, o kadar. para, pul.. bunlar da pek umrumda değil.
ufak şeylerle de mutlu olmaya alışmışım ben. zaten paraya umut bağlayan hangi varlık gerçek mutluluğa ulaşabilmiş ki? kim parayı elinin tersiyle itmişse, ona varmış para. şimdi nasılsa...
devamını gör...
4912.
yaklaşık 3 aylık derin bir bunalımın ardından nihayet kendime gelmeye başladım. öyle zor bir dönemdi ki benim için. kendimle sert bir yüzleşme yaşadım, altından kalkamadım bir süre. beni bu kadar çok sarsan şey de buydu zaten. meğer benim asla kabullenmediğim, kabullenmek istemediğim ne çok gerçek varmış. insanlara tutunmak için ne kadar çok bahane üretiyormuşum. içimdeki boşluğu hep başkalarıyla doldurmaya çalışıyormuşum. her daim emek veren, çok seven, bir şeyleri feda eden taraf benmişim. her şey bu yüzden bu kadar zormuş meğer.
bu 3 ayın 2 ayı istisnasız her gün ağlamakla geçti. ilk başlarda ağladığım belli bir şey vardı evet ama sonrasında durduk yere ağlama atakları geçirmeye başladım. otobüste, banyoda, ders çalışırken, yemek yerken... sonra çok sigara içmeye de başladım, öyle ki bazen günde 2 pakete kadar. baya da yalnızlaştım. bir gün kendimi o kadar kötü hissettim ki sadece yanımda biri olsun istedim. yaklaşık 15 kişiye yazdım buluşmak için, konuşmak için. hiçbiri müsait değildi. ben olsaydım iki elim kanda olsa bir çaresini bulurdum mesela. bunu düşünüp üzüldüm bir süre. herkesin iyi ve kötü her gününe yetişip de günün sonunda telefona kimse çıkmayınca, kimse sizi dinlemek istemeyince baya bir koyuyor normal olarak.
sonra bir de bir zamanlar çok sevdiğim, uğruna hayalimi ertelediğim ama artık bakarken midemin bulandığı bir insanı, beni bu kadar tetikleyip boşluğa düşüren kişiyi her gün görmek zorunda olmam vardı tabi. o ve onun storyler üzerinden yaptığı göndermeler, aklımdan asla çıkmayan o son konuşma, bana reva gördüğü şey... çok kalp kırıcıydı. diyeceksiniz ki neden takipten çıkmadın değil mi? haklısınız. ama saplantı haline getirmekten çok korktum. o yüzden oluruna bırakmıştım. zaten çok da iplemediğimi anlamış olacak ki kendisi çıktı takipten. ben de engelledim. o kadar rahatladım ki anlatamam. çok şükür dedim, dünya varmış.
gerçekten bütün duygularımın köreldiği ve sadece günü kurtarmak için yaşadığım bir süreçti bu. insan allah'a sabah olmasın diye dua eder mi? ben ediyordum işte. içimde hiçbir istek, azim, tat yoktu. bunlar çok büyük nimetmiş arkadaşlar. hissedebilmek gerçekten çok büyük bir hediyeymiş. olumlu duyguları geçtim üzüntü, kırgınlık, öfke falan bile yoktu içimde, samandan farksızdım yani anlayacağınız. yapabildiğim tek şey ağlamaktı, onun da nedenini bile bilmiyordum artık. sonra destek almak istediğime karar verdim. konuyu anneme açtım. durumun ciddiyetinin farkındaymış zaten, ne gerekirse hallederiz beraber sen rahat ol dedi.
işte attığım bu küçük adım beni gerçekten toparladı. ilk başta psikoloğa gideyim falan diyordum ama son anda başka bir şey denemeye karar verdim, daha farklı bir yöntem. ne olduğunu paylaşmayacağım ama inanmayan ya da gerçekten istemeyen bir insanın fayda görebileceği bir şey değil. öyle işte. bana çok iyi geldi. çok şükür kısa sürede toparlandım. şu an sadece kendimi düşünüyorum ciddi manada, olması gereken buymuş zaten.
bütün arkadaşlarımla da arama mesafe koydum. mesajlara, aramalara falan da bakmıyorum. inat olsun diye değil, içimden gelmiyor artık. hiçbir anlam ifade etmiyor benim için. gerçekten umrumda değil çünkü. kendimle daha fazla vakit geçirmeye başladım ama bu sefer gerçekten keyif alarak. alışveriş yapıyorum, kahve içiyorum, yürüyorum... tek ihtiyacım olan şey kendime yetebilmekmiş. insanlara yetişme telaşından kendimi unutmuşum. anın tadını çıkarmak gerçekten harika bir şeymiş, insan kendi hissetmeyene kadar anlamıyor.
gerçekten çok iyiyim. enerjim de keyfim de gayet yerinde. sigarayı çok çok az içiyorum merak etmeyin. okulu da biraz gevşettim, öyle ki hayatımda ilk kez bir dersten kalacağım galiba. olsun, canımdan kıymetli değil düzeltirim. boşvermeyi ben de hak ediyorum.
haftaya bugün doğum günüm. sıfır heyecan. kendimden eminlik var sadece. hayatımın dönüm noktası olacağına emin olduğum bir dönem. yeni bana merhaba, eskiye elveda diyeceğim. tek başıma kutlayacağım yüksek ihtimalle. bilmiyorum. karar verme işini son ana bıraktım. umarım daha dolduracak çok sayfam vardır.
bu 3 ayın 2 ayı istisnasız her gün ağlamakla geçti. ilk başlarda ağladığım belli bir şey vardı evet ama sonrasında durduk yere ağlama atakları geçirmeye başladım. otobüste, banyoda, ders çalışırken, yemek yerken... sonra çok sigara içmeye de başladım, öyle ki bazen günde 2 pakete kadar. baya da yalnızlaştım. bir gün kendimi o kadar kötü hissettim ki sadece yanımda biri olsun istedim. yaklaşık 15 kişiye yazdım buluşmak için, konuşmak için. hiçbiri müsait değildi. ben olsaydım iki elim kanda olsa bir çaresini bulurdum mesela. bunu düşünüp üzüldüm bir süre. herkesin iyi ve kötü her gününe yetişip de günün sonunda telefona kimse çıkmayınca, kimse sizi dinlemek istemeyince baya bir koyuyor normal olarak.
sonra bir de bir zamanlar çok sevdiğim, uğruna hayalimi ertelediğim ama artık bakarken midemin bulandığı bir insanı, beni bu kadar tetikleyip boşluğa düşüren kişiyi her gün görmek zorunda olmam vardı tabi. o ve onun storyler üzerinden yaptığı göndermeler, aklımdan asla çıkmayan o son konuşma, bana reva gördüğü şey... çok kalp kırıcıydı. diyeceksiniz ki neden takipten çıkmadın değil mi? haklısınız. ama saplantı haline getirmekten çok korktum. o yüzden oluruna bırakmıştım. zaten çok da iplemediğimi anlamış olacak ki kendisi çıktı takipten. ben de engelledim. o kadar rahatladım ki anlatamam. çok şükür dedim, dünya varmış.
gerçekten bütün duygularımın köreldiği ve sadece günü kurtarmak için yaşadığım bir süreçti bu. insan allah'a sabah olmasın diye dua eder mi? ben ediyordum işte. içimde hiçbir istek, azim, tat yoktu. bunlar çok büyük nimetmiş arkadaşlar. hissedebilmek gerçekten çok büyük bir hediyeymiş. olumlu duyguları geçtim üzüntü, kırgınlık, öfke falan bile yoktu içimde, samandan farksızdım yani anlayacağınız. yapabildiğim tek şey ağlamaktı, onun da nedenini bile bilmiyordum artık. sonra destek almak istediğime karar verdim. konuyu anneme açtım. durumun ciddiyetinin farkındaymış zaten, ne gerekirse hallederiz beraber sen rahat ol dedi.
işte attığım bu küçük adım beni gerçekten toparladı. ilk başta psikoloğa gideyim falan diyordum ama son anda başka bir şey denemeye karar verdim, daha farklı bir yöntem. ne olduğunu paylaşmayacağım ama inanmayan ya da gerçekten istemeyen bir insanın fayda görebileceği bir şey değil. öyle işte. bana çok iyi geldi. çok şükür kısa sürede toparlandım. şu an sadece kendimi düşünüyorum ciddi manada, olması gereken buymuş zaten.
bütün arkadaşlarımla da arama mesafe koydum. mesajlara, aramalara falan da bakmıyorum. inat olsun diye değil, içimden gelmiyor artık. hiçbir anlam ifade etmiyor benim için. gerçekten umrumda değil çünkü. kendimle daha fazla vakit geçirmeye başladım ama bu sefer gerçekten keyif alarak. alışveriş yapıyorum, kahve içiyorum, yürüyorum... tek ihtiyacım olan şey kendime yetebilmekmiş. insanlara yetişme telaşından kendimi unutmuşum. anın tadını çıkarmak gerçekten harika bir şeymiş, insan kendi hissetmeyene kadar anlamıyor.
gerçekten çok iyiyim. enerjim de keyfim de gayet yerinde. sigarayı çok çok az içiyorum merak etmeyin. okulu da biraz gevşettim, öyle ki hayatımda ilk kez bir dersten kalacağım galiba. olsun, canımdan kıymetli değil düzeltirim. boşvermeyi ben de hak ediyorum.
haftaya bugün doğum günüm. sıfır heyecan. kendimden eminlik var sadece. hayatımın dönüm noktası olacağına emin olduğum bir dönem. yeni bana merhaba, eskiye elveda diyeceğim. tek başıma kutlayacağım yüksek ihtimalle. bilmiyorum. karar verme işini son ana bıraktım. umarım daha dolduracak çok sayfam vardır.
devamını gör...
4913.
gecenin bir yarısı kalbimin sesini dinliyorum kulaklarımı sağar edercesine tik tak tik tak. buda benim ruhumun terapisi. bir film izlemek ya da bir müzik dinlemek gibi değil. geçmiş uzunca bir hayat ve aklıma gelen bir kaç kırıntı şey. mutluluk ve pişmanlık. ikiside var. kimseninki mükemmel değilde ısrarla sınırsız mutluluğun peşinden koşmakta yoruyor insanı. sigarada tıkıyor insanı. alkolü bıraktım. uykusuz bir bedenim uyanık bir zihnim var. hepinizmi böyle lan.
devamını gör...
4914.
kafamın içi karalama defteri oldu.. karalayacak hiçbir yer kalmadı.. şimdi siyah bir defter..
devamını gör...
4915.
en sevdiğim rüyalardan birini gördüm bugün. köy okulumu… anasınıfından 8. sınıfa kadar canım köyümün okulunda okudum ben ve özlemimden olsa gerek arada sırada rüyalarıma girer. hep çocukken olduğumuz gibi görürüm arkadaşlarımı da öğretmenlerimi de okulumu da.. öğretmen olduğum için de beni bir başka etkiliyor sanırım. şimdi okul yıkık dökük kimsesiz ama eskiye dönülebilir bir halde. bu sefer rüyamda şimdiki yaşımdaydım ve birden kendimi okulda buluyordum. okul tertemiz ve sıcaktı. sınıflardan çocuk sesleri geliyordu . bir müdür yardımcısı ile karşılaştım ve ağlamamı durduramadım adam gülümseyerek da okulu gezmem gerektiğini söyledi. tam üst kata da çıkacaktım ki uyandım… her güzel şeyin bir sonu oluyormuş gerçekten bir rüya beni ancak bu kadar etkileyebilir. geçmişe olan özlemim çok fazla, okuluma, çocukluğuma olan özlemim çok fazla. üstelik çok mükemmel bir geçmiş olmamasına yokluklarla dolu olmasına rağmen… bir gün çok zengin olursam* o okulu düzeltip köylülerin işine yarayacak bir hale getiririm belki.
devamını gör...
4916.
kalbi kirli insanların bu kadar çok olduğu bir zamanda büyütmek ne zor iştir çocukları. dindar bir nesil yetiştirmek için bunca çabadan sonra bütün yürekler pislik içinde..
bazen düşünüyorum da özdemir asaf'ın dediği gibi,
çokça yağmur yağsa temizlenir mi acaba şu dünya?
bazen düşünüyorum da özdemir asaf'ın dediği gibi,
çokça yağmur yağsa temizlenir mi acaba şu dünya?
devamını gör...
4917.
dağınık bir düşünceler silsilesi
aşk üzerine
insanın kendini bir aşk içinde görme isteği, birine aşık olma, onunla hayalinde kurduğu gibi günler geçirme , o bilinen şiirlerdeki gibi sevilme isteği... ne üzücü değil mi?
galiba bizi dışarıda gördüğümüz ilişkilere özenerek bakmamız, her şeyi kusursuz sanma meylimiz, aşkın bizi kesinlikle bulması gerektiği düşüncemiz yönetiyor. mesela ben şu an birinin bana tutku dolu gözlerle bakmasını, beni sevdiğini göstermesini, söylemesini, sevdiğim beğendiğim şeyleri bilip küçük şeylerle beni mutlu etmesini o kadar isterdim ki. böyle diyince olabilirmiş gibi geliyor ama herkes veremiyor bunları işte.
hayal kırıklıklarıyla dolu bir dünya. umutsuz bir nesil, birbirinin yaralarını sarmaya değil üstüne tuz dökmeye alışkın bir toplum. kendimi yapayalnız hissediyorum. kendime uygun kişiyi ararken basitlesmiş hissediyorum. böyle şeylerin kendiliğinden olması gerekmiyor muydu diyorum. yine hayalimde yarattığım bir ideal. şaşırmadım. sevmek, sevilmek bu kadar zor olmamalı. hepimiz istiyoruz aynı şeyleri, şefkati, anlayışı, güzel bakışı, tatlı sözü, gün sonunda yorgunluğumuzu bırakabileceğimiz bir sarılmayı.. hayat yeterince zorken birbirimize sığınacağımız insanı bulmayi hepimiz istiyoruz.
o zaman neden bulamıyoruz?
aşk üzerine
insanın kendini bir aşk içinde görme isteği, birine aşık olma, onunla hayalinde kurduğu gibi günler geçirme , o bilinen şiirlerdeki gibi sevilme isteği... ne üzücü değil mi?
galiba bizi dışarıda gördüğümüz ilişkilere özenerek bakmamız, her şeyi kusursuz sanma meylimiz, aşkın bizi kesinlikle bulması gerektiği düşüncemiz yönetiyor. mesela ben şu an birinin bana tutku dolu gözlerle bakmasını, beni sevdiğini göstermesini, söylemesini, sevdiğim beğendiğim şeyleri bilip küçük şeylerle beni mutlu etmesini o kadar isterdim ki. böyle diyince olabilirmiş gibi geliyor ama herkes veremiyor bunları işte.
hayal kırıklıklarıyla dolu bir dünya. umutsuz bir nesil, birbirinin yaralarını sarmaya değil üstüne tuz dökmeye alışkın bir toplum. kendimi yapayalnız hissediyorum. kendime uygun kişiyi ararken basitlesmiş hissediyorum. böyle şeylerin kendiliğinden olması gerekmiyor muydu diyorum. yine hayalimde yarattığım bir ideal. şaşırmadım. sevmek, sevilmek bu kadar zor olmamalı. hepimiz istiyoruz aynı şeyleri, şefkati, anlayışı, güzel bakışı, tatlı sözü, gün sonunda yorgunluğumuzu bırakabileceğimiz bir sarılmayı.. hayat yeterince zorken birbirimize sığınacağımız insanı bulmayi hepimiz istiyoruz.
o zaman neden bulamıyoruz?
devamını gör...
4918.
dönüp baksa 5 yıl önceki, 10 yıl önceki ben; şu anki benimle gurur duyar mıydı? istediğim yerde miyim?
daha bile ilerisinde olduğum için kendimle gurur duyuyorum.
ortaokuldan beri "en azından bir kitabın çevirmeni olarak ismim geçse, diller arası bağlantım olsa" diye hayal kurardım. en sevdiğim öğretmenim, ingilizce öğretmenim, rusça da bildiği için ona çok özenirdim. ben de kitapları orijinal dillerinde anlamak, dünyayı dolaşmak ve herkesle iletişim kurabilmek istiyorum. gezmek istiyorum, her şeyi öğrenmek istiyorum derdim. iyi ki 6. sınıfa giden o küçük kız hiç değişmemiş. hem bir sürü dil öğrendim, hem de henüz 22 yaşında olmama rağmen kucağımda 3 tane çeviri kitabım var bile. insanlık için küçük, benim için büyük adımlar. o her şeyi merak eden, denemek ve öğrenmek isteyen kız da kaybolmadı.
kendimle öyle gurur duyuyorum ki! öğrendiğim, yaptığım, uğruna çabaladığım her şeydeki tutkumu çok seviyorum. akademik anlamda, resimde, dansta, istediğim enstrümanda, öğrenmek istediğim bir dilde, öylesine ilgileniyorum dediklerimde bile, deneyimlediğim mesleklerde hep severek, bunları zevk alarak yapıyor; bu tutkum sayesinde "başarılıyım bu konuda ya.." diyebiliyorum. bunu diyebilecek raddeye getirmeden peşini de bırakmıyorum. birçok alanda kendimi böyle gördüğüm için, çabalarım için, gelişimim için kendimi tebrik ediyor ve sâhiden gurur duyuyorum.
ayrıca bir başkasının tasdiklemesine ihtiyacım olmayan bu kafa yapımla da gurur duyuyorum.
zirâ bir başkasının onayına muhtaç olarak kendimi sürekli sıksaydım bunların hiçbirini yapamazdım eminim ki. insanların hep bize yetersiz hissettirecekleri aşikâr.
üçüncü çeviri kitabım çıkınca birden oturdum düşündüm, üniversite sınavına hazırlanırken elimde sadece onlarca çalıştığım ders saati vardı. stresliydim, yetersizdim kendimce. hacettepe'nin koridorlarında olmaktan pek memnunken, hayatım nerelere evrildi, ne çok değiştim. ve ne çok hayal bile edemeyeceğim konumlara getirdim kendimi pek çok yönden. derin bir iç çektim ve harbiden çok şey yaşamışım, iyi ki de yaşamışım dedim.
hem akademik olarak, hem resim dalında, hem müzikte, hem çevirilerim konusunda şimdi daha büyük hayallerim var. rabbim bunları da hayal bile edemeyeceğim kadar güzel bir şekilde gerçekleştirmemi nasip etsin. bir kitaplık dolusu; 3 değil, kat kat fazla çeviri kitabım ve kendi yazdıklarım olsun. ama en önemlisi; hep böyle deli dolu, neşeli, meraklı biri olarak kalmamı nasip etsin.
daha bile ilerisinde olduğum için kendimle gurur duyuyorum.
ortaokuldan beri "en azından bir kitabın çevirmeni olarak ismim geçse, diller arası bağlantım olsa" diye hayal kurardım. en sevdiğim öğretmenim, ingilizce öğretmenim, rusça da bildiği için ona çok özenirdim. ben de kitapları orijinal dillerinde anlamak, dünyayı dolaşmak ve herkesle iletişim kurabilmek istiyorum. gezmek istiyorum, her şeyi öğrenmek istiyorum derdim. iyi ki 6. sınıfa giden o küçük kız hiç değişmemiş. hem bir sürü dil öğrendim, hem de henüz 22 yaşında olmama rağmen kucağımda 3 tane çeviri kitabım var bile. insanlık için küçük, benim için büyük adımlar. o her şeyi merak eden, denemek ve öğrenmek isteyen kız da kaybolmadı.
kendimle öyle gurur duyuyorum ki! öğrendiğim, yaptığım, uğruna çabaladığım her şeydeki tutkumu çok seviyorum. akademik anlamda, resimde, dansta, istediğim enstrümanda, öğrenmek istediğim bir dilde, öylesine ilgileniyorum dediklerimde bile, deneyimlediğim mesleklerde hep severek, bunları zevk alarak yapıyor; bu tutkum sayesinde "başarılıyım bu konuda ya.." diyebiliyorum. bunu diyebilecek raddeye getirmeden peşini de bırakmıyorum. birçok alanda kendimi böyle gördüğüm için, çabalarım için, gelişimim için kendimi tebrik ediyor ve sâhiden gurur duyuyorum.
ayrıca bir başkasının tasdiklemesine ihtiyacım olmayan bu kafa yapımla da gurur duyuyorum.
zirâ bir başkasının onayına muhtaç olarak kendimi sürekli sıksaydım bunların hiçbirini yapamazdım eminim ki. insanların hep bize yetersiz hissettirecekleri aşikâr.
üçüncü çeviri kitabım çıkınca birden oturdum düşündüm, üniversite sınavına hazırlanırken elimde sadece onlarca çalıştığım ders saati vardı. stresliydim, yetersizdim kendimce. hacettepe'nin koridorlarında olmaktan pek memnunken, hayatım nerelere evrildi, ne çok değiştim. ve ne çok hayal bile edemeyeceğim konumlara getirdim kendimi pek çok yönden. derin bir iç çektim ve harbiden çok şey yaşamışım, iyi ki de yaşamışım dedim.
hem akademik olarak, hem resim dalında, hem müzikte, hem çevirilerim konusunda şimdi daha büyük hayallerim var. rabbim bunları da hayal bile edemeyeceğim kadar güzel bir şekilde gerçekleştirmemi nasip etsin. bir kitaplık dolusu; 3 değil, kat kat fazla çeviri kitabım ve kendi yazdıklarım olsun. ama en önemlisi; hep böyle deli dolu, neşeli, meraklı biri olarak kalmamı nasip etsin.
devamını gör...
4919.

özellikle yavru kedi geldikten sonra psikolojim iyiden iyiye bozuldu. ilkini psikolojime iyi gelsin diye sahiplenmiştim sonrasında yaşananlar ise bana hayatı sorgulattı.
işe gidiyorum uyuyorlar, geliyorum yine uyuyorlar. tüm gün baba oğul oyun oynayıp uyuyorlar. yedikleri önünde yemedikleri arkalarında. tuvaletlerini de temizletiyorlar üstelik. büyük olana kısırlaştırılmadan önce eve karı getiriyorduk. lan bu krallığı bana babam yapmadı a..k.. çiftleşip uyuyordu.
çok isterdim bir çocuğumun olmasını, ekmek elden su elden yaşamayı. ama bu uyumak, yalanmak, oyun oynamak, mama yemek ve tekrar uyumak olan iki tane iti her gün gördükten sonra bu dünyaya çalışmak ve mutsuz olmak için gelen eşşeğin ben olduğumu bir tokat misali suratıma suratıma vuruyorlar.
keşke kedi olsaydım.
devamını gör...
4920.
en çok da insanın omuzlarına mı iniyordu bu hüznün ağırlığı?
ve olası tüm kronolojik olaylar dizisini tersten yaşayan bir aşktı bu. dikiş tutmaz, yamalı, bir o kadar da ışıl ışıl parlayan bir kaftan gibi.. kafada bir sürü soruyla anlamsızca birbirimize bakıyor ne olacak şimdi der gibi çıkacak bir yol bulmaya çalıştık...
arada evin odalarında birbirimizden kaçıp arada görme mesafesinden bir adım öteye gidemiyorduk.. kaldık böyle.. cam bir fanusun içindeyiz ışık vurdukça, renklerine göre şekil alıyor yaşadıklarımız sanki.. denenmesi mümkün tüm yollar denenmiş ve artık teslim olmuştuk.. kabul dedik.. hem çok zor bir o kadar da güzeldi.. bilemediğimiz ise ışığın hangi tonu vurduğunda gülüp eğlendiğimiz zamanların olduğuydu..
şimdi yine o renge denk gelene kadar kaçak savaşmaya devam edecektik..
ve olası tüm kronolojik olaylar dizisini tersten yaşayan bir aşktı bu. dikiş tutmaz, yamalı, bir o kadar da ışıl ışıl parlayan bir kaftan gibi.. kafada bir sürü soruyla anlamsızca birbirimize bakıyor ne olacak şimdi der gibi çıkacak bir yol bulmaya çalıştık...
arada evin odalarında birbirimizden kaçıp arada görme mesafesinden bir adım öteye gidemiyorduk.. kaldık böyle.. cam bir fanusun içindeyiz ışık vurdukça, renklerine göre şekil alıyor yaşadıklarımız sanki.. denenmesi mümkün tüm yollar denenmiş ve artık teslim olmuştuk.. kabul dedik.. hem çok zor bir o kadar da güzeldi.. bilemediğimiz ise ışığın hangi tonu vurduğunda gülüp eğlendiğimiz zamanların olduğuydu..
şimdi yine o renge denk gelene kadar kaçak savaşmaya devam edecektik..
devamını gör...
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61
62
63
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
74
75
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
86
87
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
98
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
112
113
114
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
126
127
128
129
130
131
132
133
134
135
136
137
138
139
140
141
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
177
178
179
180
181
182
183
184
185
186
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
204
205
206
207
208
209
210
211
212
213
214
215
216
217
218
219
220
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
233
234
235
236
237
238
239
240
241
242
243
244
245
246
247
248
249
250
251
252
253
254
255
256
257
258
259
260
261
262
263
264
"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar
karalama
2