1941.
düşün üstüne,
üstüne düşünce bir yüklem,
bir nesne ve bir özne
unutulur ardından zaman zarfı.

açık seçiktir görmek isteyene belirtisiz nesne.
son sürat giderken sıfatlara doğru,
zamirleri arkada bıraktıktan sonra,
bir kaza kaçınılmazdır, o da zincirleme.

gel gör ki kaçınılmaz olan tek şey,
zincirleme isim tamlaması değil.
sıfatlara giden yolun uzunluğu var birde,
keşke tek problem yolun uzunluğu olsaydı...

mesela,
bir çocuğun a şehrinden b şehrine gitmesi,
uzunluk problemidir.
ama bir çocuk yalnızlık problemidir.

a şehri neresi ki b şehri güzel mi?
b şehrinde yalnızlık var mı?
önceki soruda b şehrine giden oyuncaklar vardı,
yalnızlığını unutturabilir mi?

ah sanki mutluluk ile yalnızlığın arası,
a şehri ile b şehri, köfte ekmek arası.
mutluluk ekmek arasındaki köfteydi,
yalnızlık köfteyi sarmalayan öfkeydi.*

ne sıfatla yalnızlığın mesafesini çözdüm,
ne de yalnızlığa çözüm.
devamını gör...
1942.
dün bir çift bilet aldım. gidiş dönüş. "açık bilet" denen bir şey varmış. alıyorsunuz bileti, aldıktan hemen sonra açık bilete çevirebiliyor ve istediğiniz zaman yolculuğa çıkabiliyormuşsunuz. "istediğiniz zaman" derken 2022'de aldığınız biletle 2048'de yolculuğa tabii ki de çıkamazsınız. düşünmedim değil ama öyle değilmiş. altı aylık bir süresi varmış. tekrardan izmir'e gideceğim. çevirmenle görüşmek için. hem hava değişikliği olur hem otobüs yolculuğu yapmayı inanılmaz ama inanılmaz çok seviyorum. yolları izlemek... böyle bir keyif yok. var tabii de daha vizyon sahibi insanlar için var. ben dev bir köylü taşıyorum içimde. bütün seksiliğime rağmen üstelik. bir emmi var böğrümde. izmir'e ilk gidişimde kalamadım. şimdi kalmak istiyorum. bikaç gün rakının ve laikliğin başkentini turlayacağım. ıyy hiç de sevmem ha. rakı içmem üstelik ama yapacağım bunu. laikliği seviyorum yanlış anlamayın. rakıyı sevmiyorum. adabı vardır rakının. öğ. bu muhabbet nasıl kastı. neymiş adabı? anlat hele?

bi herif keşfettim. algoritma karşıma çıkarttı. acayip kafa bi adam. o kadar sevdim ki. barış ali özkesen. "vasatın kutsallaştırılması" videosuyla tanıdım; "gizli yeteneğinizi nasıl keşfedebiliriz"le bağrıma basasım geldi. öyle gerçek, öyle olgun, öyle kritik şeyler söylüyordu ki bu konuda düşünmemiş biri bütün bunları böyle hafifleterek anlatamazdı asla. bir şeyi komikleştirmek onu hafifletmeyi kabullenmekle mümkün. çocuğun iki videosundaki temel iki fikir aslında inanılmaz zararlı fikirler. uzun uzun ve çok ciddi bir şekilde düşünülmeli üzerlerine ama komikleştirmek işi saçma bi şekilde daha en azından görünür kılıyor. bilhassa vasat'ın kutsallaştırılması videosundaki o öfkeyi biliyorum. düşüş kalkışları, anlatırken saptığı ve sonra hemen çıktığı yerleri. hayran kaldım. çok temiz bir beyni var. tanınmıyor pek. bikaç bin izlenmiş videolar ama nasıl berrak bir kafa.
devamını gör...
1943.
uzun bir yürüyüşün ardından bay b nihayet telefon kulübesine varmıştı. cebinden jetonu atıp hızlı hızlı numarayı çevirmeye başladı. bu kirk'ün telefonuydu. aniden yağmur bastırdı ve şiddetlendi. telefonu açan olmamıştı. eve artık geri dönemezdi , dönmemeliydi. dönmesi onu için ölüm olacaktı. bay b çok yorulmuştu. ahşaptan yapılmış , merdivenleri bozuk bir dişliye benzeyen bir ev gördü. ışık yanıyordu ve kapıyı çaldı. içeriden bir ses duyuldu ve kapı açıldı. 65 yaşlarında şişman bir ihtiyardı . neden geldin dedi ve ne cüretle kapımı çalışıyorsun diyerek bay b'yi tersleri. bay b oldukça sinirlenmiş ve ihtiyara doğru hamle yaparak kahrolası izbe evinde kalmaya ihtiyacım var dedi. ıhtiyar sanki alışmış gibi bay b'ye doğru : tanrım benim evim aş evi değil motel 'de değil diye hayıflandı. aralarındaki bu ilginç konuşma yerini sessizliğe bıraktı ve bay b içeri geçti . ihtiyarın evi içler acısıydı. buradan ne bir aş evi , ne de bir motel olurdu. koltuğa oturdu bay b hemen akabinde de ihtiyar oturdu. ihtiyar gözlerini kaçırıyordu , terliyordu normal değildi sanki . ihtiyar ona doğru: bana gelen hiç iyi şeyler söylemiyor dedi. bay b biraz ürkerek neden dedi ? ihtiyar benim bunu anlatmaya vaktim yok diyerek yine tersledi. bay b için zoraki misafirliğin sonu gelmişti ve ihtiyarı beklemeden hışımla evden çıktı. bay d ölmüştü , bob ölmüştü... peki fark edildi mi diye düşündü ama dönmek delilik olurdu. kirk onun en yakın dostu ve iyi bir dedektifti. hayatı yaşamayı seviyordu . bay b onun neden müsait olmadığını tahmin edebiliyordu . kirk iyi bir alkolik aynı zamanda da latin kızlara düşkün biriydi. bay b sigara yaktı. ihtiyarın evinden başka yakında ev yoktu ve araba bile geçmiyordu. kuzeye doğru yürürse orada belki birilerine denk gelebilirdi. ama bir sorun vardı. bay b çok yorgundu. uyuması lazımdı. sokakta uyumak pek mantıklı olmazdı. ihtiyarın garajını gözüne kestirdi. yavaş yavaş adeta bale yaparmış gibi garaja yaklaştı. evet , bale yapıyor gibiydi çünkü parmak uçlarında adeta süzülüyordu.. garaja girdi ve ışığı bulmak için kibrit yaktı . aşağılık herifin garajı çöp gibi kokuyordu. ışığı açtı ve bir sürü siyah poşet ile karşılaştı. tanrım yerdeki kanlarda neydi öyle ! içerden ihtiyarın yerli yersiz küfür etmeleri duyuluyordu. bu manyak herif yoksa bay d ve bob'u öldüren adam mıydı? garajdan çıkmak için hamle yaptı ancak kapı içerden kilitlenmişti. bay b bu kez cidden korkmuştu. poşetlere baktığında bay d'nin soluk yüzü karşıladı onu. irkilip yerde süründü bay b . bu garaj bir kesimhaneden farksızdı. içeriden ihtiyarın küfrü ve televizyon sesi kesildi. ihtiyar ya uyuyacaktı ya da garaja girecekti. belki de kendisine böyle davranması asıl tuzaktı. beklemeye başladı bay b....
devamını gör...
1944.
ürkek birer kuştuk belki aynı gökyüzünde yaralanmış.
sen yaralarını sardın ve uçup gittin,
bense hep yaralı kaldım…

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
1945.
ben insanlarımı seçerim, yavaşça ve özenle seçerim. geniş bir çevrem olmasına karşın, küçük bir dünyam vardır. çoğu insan sırf bu huyum yüzünden beni kibirli olarak görür. akraba kesimi kendimi onlardan farklı gördüğüm için bol bol arkamdan konuşur. ( tabii bunun içinde birazcık çekememezlik ve onları ti'ye almayışımın acısı da var.)

kuzen çevresinde sigara kullanmadığım için, hatta tek bir dala dahi tenezzül etmediğim için küçümsenmişliğim çoktur. dahası onların içlerine alma çabalarını karşılıksız bırakıp onlardan uzak durduğum ve bana ters gelen şeylere bulaşmadığım için alaya alınmışlığım da çoktur. bu yüzden akraba çevresini ve çocukları ne hata yaparsa yapsın onları savunmaya ve pohpohlamaya meyilli anne-baba cemaatini de sevmem. hatta iki yüzlülüklerinden tiksinirim.

benim kendi çevrem, kendime ait onlara kıyasla kaliteli sayabileceğim bir çevrem var. oturup beraber tiyatroya gidebileceğim, felsefi tartışmalar içinde olabileceğim, edebiyat üzerine konuşabileceğim bir çevrem var.

şimdi onlara aile apartmanında aşağı kattaki yengesinin koltuklarının dedikodusunu yapmanın neden hoşuma gitmediğini ya da netflix'in gay seks filmlerinin neden ilgimi çekmediğini nasıl anlatayım? anlatamıyorum, anlatmak çabasına da girmiyorum ve bu bana ıstırap veriyor.

çünkü karşımda inatlaşmayı ve dikleşmeyi baskınlık, baskınlığı da haklılık sanan bir topluluk ve bu cehalet karşısında mutsuz olmak yerine bununla böbürlenen bir topluluk var. şimdi ben kendi inceliklerimi size nasıl anlatayım?

kalbim eziliyor sözlük.
devamını gör...
1946.
yağmur yavaş yavaş yağmaya başlamıştı... lambasını açtı ve yazmaya koyuldu. neydi ki onu yazmaya iten ? kendisi de bir cevap bulamıyordu bu soruya. yaklaşık 6 aydır bu küçük sahil kasabasında yaşamaya başlamıştı.. hayat aslında onun için yeni başlamış gibiydi. tek özlemini duyduğu şey onun kokusuydu. montunda , eşyalarında , kıyafetlerinde hep o vardı. sandalyeden kalktı ve balkona çıktı. gökyüzü bu gece oldukça öfkeli gibiydi. damlalarda onun bir eseriydi. varlığın ve hayatının amacının yüzlerce yıldır sorgulandığı , bu uğurda sokrates gibi ölenlerin bile olduğu aklına geldi. kendisi için ideal olanı bilmiyordu ama evren için neyin ideal olduğunu da bilmiyordu. hafifçe tebessüm etti. cevabı yoktu bu sorunun. varlığımız sadece hayallerimiz ile anlam bulabilirdi ona göre. hayallerin sınırı ne olabilirdi peki ? zihnin sınırları kadar. yani bizi sınırlayan şey zihnimizin kendisiydi. düşünmek , mantığa ve doğruya ulaşmanın en doğal yoluyken aslında huzursuzluğa da kapı açıyordu. bitmiyordu ki düşünceler... yanında duran hediye eski radyoya baktı ; tuşlar ile oynadı ve cızırtıyı dinlemeye başladı. aslında bu cızırtılar bile belirli bir ahenk ile böyle bir ses oluşturuyordu tek eksiği anlamlı değildi. o zaman zihnimizde anlamsızlıktan arınıp salt olarak hayallere kenetlenmeliydi. radyoyu geri kapadı ve sallanan sandalyesine kuruldu. yağmur yavaş yavaş diniyordu. sıradan bir günün sıradan bir gecesi daha bitmişti. ışığı kapattı ve içeri geçti....
devamını gör...
1947.
evet görevimiz kelimelere bir şeyler saklamak.
neden?
çünkü öyle açıktan açıktan olmaz?
neden?
azcık gizemli olması lazım, ne diyo la bu burda demelisiniz.
kesin yaşadı bişeyler onları anla..

neyse aklımızdan zibilyon tane şey geçiyor.

benim aklımdansa şu geçiyor.
hayatında hiç taşra kasveti görmemiş bir istanbullu ya da ankaralı.
çocuk, genç ya da yaşlı fark etmez.
ama fark eder be, düşünsene yaşlı amcayı teyzeyi getirmişsin senin benim gibi içi sıkılmaz ki.
bir çocuk da olmaz aslında, anlamaz ne olup bittiğini.

yalnız bu kasvet güneşli günlerde olmuyor.
güneş önemli. kış mevsimi olacak, hava kapalı olacak güneş de elbette olmayacak.
bu şartlar altında yapılaşmanın imarın iyi olmadığı bakımsız yani mimari açıdan ruhsuz taşra şehirlerinin garip bir hissiyatı olur.
işte o istanbullu ya da ankaralı bunu bilmez.
bu kasveti bir zamanlar anadoluda filminde sanırım hissedebilirsiniz.
bir de kitabı var bu zıkkımın, ama orada anlatılan ultra bir taşra kasveti, ucundan kıyısından anlamıştım.
tanıl bora'nın taşraya bakmak adlı kitabı. daha doğrusu derlediği kitap.

sonuç olarak mimari önemli.
şehirlerimiz de ruhsuz maalesef.
devamını gör...
1948.
eskiden benim olan kalbin şimdi başkasının gözlerin başka gözlere bakarak yapıyor en güzel sevgi tanımını biliyorum hata benim korkaklık ettim korkan birine beraber aşarız yolları demek yerine sen ne kadar saçma şeylerden korkuyorsun dedin ikimiz de yanlış kişiydik birbirimiz için sevdik yalan yok şimdi yeni yolculuklarında sana aşk dilerim şimdi yeni yolculuklarimda kendime ask dilerim biz arkadasken daha iyiyiz
devamını gör...
1949.
bence bu başlığı çıkaran kişi yazarların gerçekten bir defteri olduğu ve karaladığı şeylerin olduğunu varsaymıştır, gelip dert yazmalarını değil..
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
1950.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

bu geceki karalama defterimde, çizimlerim olsun.
devamını gör...
1951.
sandalyeseni çekip karşına oturup bu anlamsız kişiyi izlemeye koyuldu. küstah , ukala ve de korkaktı. daktilonun her bir kelimeyi işleyiş sesi saniye saniye beynine nakşediyordu. ona karşı açık olmak zorundaydı ve ona şöyle dedi : benim anlamsızlıştağım yerde benim anlamım ve benim gerçeklerim başlar. saat ne güzel değil mi ? tik tak tik tak ! sen oraya bakınca bir saat görebilirsin bayım ama ben orada gerçekleri görüyorum! geceleri gece lambasında ışıklar içinde sen uyumaya çalışırken ben karanlıkla bütünleşiyorum ; sen üşürken ben ısınıyorum. yüzünü süzmeye devam ettikçe içinde bir şey olmayan küflenmiş bir kavanoz gibi olduğunu fark etti. küflerin içine de örümcekler yuva yapardı ! tanrım insanlara katlanmak büyük bir sabırdı aslında. yıldızları kucaklayan bir terasta yıldızlar ile göz dansı yapmak varken her yönden pejmürde birisi ile karşı karşıdaydı. masadan kalktı ve sırtını tıpışladı.. kayda değer bir şey yok diye yazmana bağırdı !
devamını gör...
1952.
en cesurdun, oysa şimdi içinle sarmaş dolaş bir kuşku. benimse kokun sinmiş bir yalan hep hatıramda. özlemek neyse işte. zamanda yol aldıkça uzaklaştığı birinin sarkacına asmış kendini. şiirleri gençliğine, masallarıysa çocukluğuna hapseden neyse işte hepsi bu içinde son kalan.

garip arzuları vardı ve bazen onlara inanmazdı bile. inanmak ile inanmak istemek arasında bir ayrım varsa eğer vardığında artık çok geç olacaktı. içinden geçmiş istemek, öyleyse ihaneti de kendine olsun.

hainim ben. beklediği yerde usulca ölenlerden bir alacağım var. şehrin tüm güvercinlerine yem vermek istedim. ama bazı bazı meydanda değil... yoluma birden bire çıkan bir tesadüf ve orada barındırdığı güvercinler mesela. yem satanlardan izinsiz besleseydim onları, sanki bir avuç semayla takas yaparmış gibi olacaklardı. bense yalnızca uzaklaşmak zorundaydım. bırak gideyim varacağı yere. giderken içimden geçmişti istemek, öyleyse benim için de bir şey dile. kavuşamadığın en mahrem arzun olsun. inansaydın keşke yalnızlık bile utanırdı kendinden. yazık. çünkü senin çölünde aşk, benim kaybettiğim bir serap.

derininde aşina bir kuşku, yokluğa dair, sır katibinin mısrasına ansızın düşen. kimden saklandığı meçhul bir son, alnındaki çizgiden yürüyebildiğin kadar işte. kör şafağın gecesine saklı küçük bir düş gibi geç ardımdan.

gidenler avuçlarındaki özlemi azat ettiğinde, kim bilir belki yolunu kaybedip sen de geriye dönersin. olur da bir hatrında nefes alamazsan, cehenneme yanlış gelmişsin. çünkü biz günahkarlar yaşarken çok sevmiştik.

şimdi kaybolmuş bir korsan kadar dolan bir başına. liman da çaresiz, balık da.
hangi rüzgara tutunduysa bilinmez, bir daha geri dönmedi. tanık birkaç sahil vardı ya neyse, bir daha asla benim de yolum düşmedi.

sonra melekler kahvesine gittim, kimse inanmaz. gaipten ölüm kartını seçince bir kış anısıyla göz göze gelen ben değil miydim? kahin korkmuştu. ben de çaresiz gülümsedim sözlerine. her gün keşke yeni bir başlangıç olsaydı dedim içimden. vakit alınır mıydı dediğimden, bilmem ama bu acil lütfen. tüm ulakların yapışıp yakasına, gerçekliğinden habersiz yine de beklerdim. daha sonra öğreneceğim ki herkes bir gün gider.

ardından geçtiğin sokaklara verilmiş ismi, bir yaz yağmurunda silinir. kimse fark etmez, şehrin belleğinde usulca kaybolur hikayen.
devamını gör...
1953.
dün geçti..

yarın ise henüz gelmedi..

ama yaşayacak bir ömrümüz olur da yarın gelirse,
yarının nasıl olacağını belirleyecek tek bir şey var,

şimdi !!!
devamını gör...
1954.
alevler... yükselen alevler... gözümün önünden gitmiyor bu görüntü.
iş yerinde oturmuş çalışmaya çalışırken alevler geliyor gözümün önüne.
sebebi ise ocağın altını açık unutmuş olma ihtimalim. bir çay içeyim ya işe gitmeden içim ısınır.bunu yapmayı bırakmalıyım.
çayı içemedim zaten. şimdi de ocağın altının açık kalma ihtimali içimi kemiriyor. aslında kapattığımı biliyorum.ama evden çıkmadan son
kez bakarım ocağa hep benim için bir rutindir, emin olmak için. bu defa bakamadım, neden? kafasına göre saatlerde gelen iş servisi yüzünden.
ocak açık kalmıştır çaydanlık gittikçe daha fazla ısınır. içindeki suyun tamamı buhar olur. ama ocak yanıyor çaydanlık kararmaya başladı. kulpu eridi. ısı yükseliyor ve yükseliyor. çaydanlık yavaşça alev aldı yanıyor ve yanıyor. fark eden olmadı.
alevler sıçradı. halı tutuştu oradan perde cayır cayır yanıyor mutfak. kapı yanıyor alevler çoğalıyor artık durdurması pek zor. itfaiye geldi komşu üstte sıkışıp kalmış alevler çok... kaçamıyor. yaralı kurtuldu.
hayır hayır git aklımdan, ocağı söndürdüm ben eminim. ama ya söndürmedi isem?
yine izin mi istesem acaba? evet yine. izin alıp gittim bir defa aynı sebepten, ocak kapalı idi. ocak hep kapalıdır. ama sen gel de şu içimdeki yüzde 1 de olsa açık kalmış olabilir diyen iç sesime anlat.
hayır izin alamam yine. ev de çok uzak zaten. dakikalar nasıl bu kadar yavaş geçebilir?
oturduğum yerde küçülüyorum. geçmiyor dakikalar tik tak, tik tak. saate bakıyorum daha 10 dk mı geçmiş bugün nasıl bitecek?
sonra bu uzun süreli iç sıkıntısı artık canımı sıkmaya başlıyor. öfkeleniyorum. ne oldu açık kaldıysa ocak diyorum? he ne olacak?
en fazla bizim ev yanar. komşular fark eder elbet. bu iş ve ev döngüsünden sıkılmadın mı zaten? yanarsa yansın ne yapabilirim?
aklıma fight club geldi. benim ne eksiğim var tyler durden'den? onun da evi yandı. ben de onun gibi gider varoşlarda kırık dökük bir yere taşınırım. sabun yaparım belki de geçinmek için. yakınlarda yağ aldırma kliniği var mıydı ki ahaha. abartmayayım o kadar.
yaşıyorum nefes alıyorum, fırsatlar gelir. yaşamak için elbet yollar bulacağım, kuşkusuz. ne yapayım yanarsa da canımız sağolsun komşuya gitmez zaten fark edilir. bu acayip teselli biraz işe yarıyor...

sonunda eve vardım. koku yok bir rahatlık geldi bile. yine de dış kapı açılır açılmaz mutfağa fırladım. ocak ise tabiki kapalı idi her zamanki gibi.
devamını gör...
1955.
biliyorum, biliyorum... her defasında da tekrarlıyorum, bazen günler, haftalar, yıllarca. tekrarlamak yetseydi, şu aklıma sokabilseydim bazı şeyleri çok şey değişirdi. kendime ne kadar kızsam az. kimseye değil hep kendime kızıyorum. bir insan her şey için bu kadar suçlu olabilir mi? biliyorum, arkamda bir destekçi bile yok. beni hiçbir şey kurtarmıyor kendimden. çekip çıkarmak istiyorum bu bedenden kendimi, bedenime yazık ediyorum. oysa ne güler yüzlü insanım, gerçekten yazık bana.
devamını gör...
1956.
-yazmak üzerine birkaç mülahaza-
kendimizi konuşurken sözcükler ile yazarken de sözcükler ile ifade ederiz . kimi zaman sanki sözcükler bizi anlatmaya yetmez hale gelir. iyi de kendimizi başka nasıl anlatabiliriz ki ? yazdığımız , konuştuklarımız olmasa anlaşılamayız ki ? yazmak aslında ağlamak gibi ama sadece acısız olanı. kalemi kırmak kolaydır oysaki. yazmak çok kadim bir gelenek. düşünsenize milyarlarca insan yaşamış bugün bazılarının fikirleri aramızda ise bu yazının ve yazmanın bir getirisidir. basit bir atasözü gibi dursa da doğru aslında ; "söz uçar, yazı kalır."
devamını gör...
1957.
çok klişe bir sözdür hani bilirsiniz... "sen istemediğin sürece, hiç kimse seni üzemez, kıramaz, incitemez." şimdi bu sözü incelemek istiyorum. madem bu kadar basit ise, insanların sözlerine takılmayalım ve istediğimiz şekilde hayatımıza devam edelim ama nedense bir türlü öyle olamıyor, değil mi? neden takılıyoruz o halde? neden bazılarının sözleri bizi çok fazla etkiliyor? çünkü, hayatımızdaki bazı kişilere karşı gardımız çok düşük, o ne derse doğru kabul ediyoruz, zihnimizde bir filtreleme yok, söylediği şeyleri olduğu gibi iyi mi doğru mu yanlış mı diye sorgulamadan direkt kabullenip ona göre hareket eder hale geliyoruz. "yok ya o kadar da değil" dediğinizi duyar gibiyim ama bilinçli zihinle düşününce ben de öyle derim ama işin içine bilinçaltı girince işte olaylar öyle olmuyor. bir bakmışsın ki tam da onun dediğini yaparken kendini bulmuşsun, çünkü direkt bilinçaltına girmiş o düşünce... eee şimdi ne mi olacak? öncelikle her kim olursa olsun, öncelikle söylediklerini hemen doğru kabul etmeyeceksin, yani beyninde bir süzgeç olduğu düşünüp orada bir sorgulayacaksın.. bir de kim olduğunu ve hedeflerini bileceksin, o kişinin dedikleri beni hedeflerime ulaşma yönünde motive mi ediyor yoksa motivasyonumu mu düşürüyor? buna bakacaksın, yani kendi merkezinde kalacaksın. kendinin kim olduğunu bilen biri, aslında etrafındakilerden o kadar da kolay etkilenmiyor... bir de "hak ettiğine inanma" meselesi var, çoğumuz iyi şeyleri hak ettiğimize inanmıyoruz, belki de kendi başımıza hayal kurmaya bile korkuyoruz çünkü o hayallerimizdeki hayatı hak ettiğimize inanmıyoruz ki,"ohoo ben kimim ki hayallerimi gerçekleştireyim" diyerekten zaten kendi kendimizi sabote ediyoruz aslında böylelikle dışarıdan birinin moralimizi bozmasına gerek kalmıyor ki zaten biz kendi moralimizi itinayla kendimiz bozuyoruz... öncelikle bunu okuyan kardeşim * "sen iyi bir hayatı hak ediyorsun, güzel davranılmayı hak ediyorsun..." buna inan ve sonrasında hedeflerini belirle ve beynine bir filtreleme sistemi getirip seni yolundan döndürmek isteyenlere karşı onu kullan ve gerekli çabayı etik yollardan gösterdiğin sürece yolun açıktır, buna inan, hadi hayırlı yolculuklar olsun şimdiden. *
devamını gör...
1958.


şehrin batı kanadına gidiyorum. kuzeybatı kanadına... ama batı demeyi seviyorum.. önce eski evimizin bulunduğu mevkiye geliyorum. pencereyi açıyorum ve ofis kokulu arabam bir anda leylak kokuyor. önce derin bir ıhlamur kokusu, ardından leylak.. umduğum bu fakat henüz mevsimi değil diyorum... yine de o akasya kokularını alıyorum derinden.. bembeyaz akasya kokuyor her yer. bir yerde durdurup arabayı, akasya koparmalıyım diyorum lakin ataletim engel oluyor bana... batı kanadına gidiyorum şehrimin. dünyanın en büyük zevki bu haziran grubunun temmuzu anlatan şarkısı diyorum. her yere gidiyorum ancak yine özlüyorum şehrimin yollarını.. yağ gibi akıyor yollar diyorum. batı kanadındayım şehrin... akasya ve bahar sonu soğuğu ve bir ikindi serinliği yerini vermiş akşama diyorum gün batıyor. yollar kalabalıklaşıyor bir an ve pencereyi kapıyorum üşüyorum bu kez.. nereye gitsem özlediğim şehrimin batı kanadındayım bu kez... gün batıyor. batıyorum. şehrime aşığım belki sen olsan bile.. gezegeni terk ederim diyorum bu şehir olmasa.. akıyor yollar. kimse kimseye saygı duymuyor... umursamıyorum... gün batıyor ve özlemek üzere yine terk ediyorum şehri, vites atıyorum ardımdasın... ardımda her şey, herkes... şehrin batı kanadı diyorum ne büyük kalabalık... aşk bu akasya kokusu, bırakmış yerini klasik oto kontrol noktasına ve kokusuna.. akaryakıt istasyonları görüyorum, ceplerim oyuncak dolu.. ceplerim plastik toplar dolu.. çantam, şekerli bir dede cebi sanki. her an torununu görecek ki boş çevirmesin...

mutlu olmayı seviyorum. ve mutlu etmeyi de... ve ceplerim, hep bir şeker ülkesi.. içim kocaman jelibonlardan bir tabak sanki.. üstüne en garip bonibonlar ve yasla değil yemek şimdi.... şair içimiz hep bir hoşçakallar ülkesi derken, üstelik benim içim hep bir rengarenk şekerler ülkesi. yiyemiyorum ama dağıtıyorum. ekşi jelibonlar... yumuşak lokumlar... renkli bonibonlar... hatta ekşili sakızlar... içim bir sürü efsane şekerler ülkesi... en sevdiklerimi sona bırakıyorum. en sevdiklerim, dışı tatlı içi ekşi olanlar. tıpkı senin gibi... tıpkı benim gibi.. tıpkı hepimiz gibi.. ya da diyorum dışı ekşi, içi tatlı olanlar... hani ekşisine aldırmayanlara, katlananlara içinden vişneli, böğürtlenli dolgusu olanlar...
şehrin batı kanadı sakin, şehrin batı kanadı solgun, şehrin batı kanadı kalabalık, herkes beni yolculamaya gelmiş diyorum. şehrin batı kanadı şeker; bir ekşili, bir dolgulu... nokta değil şehrin batı kanadı.. yaz kokuyor, pırıl pırıl. noktalı virgül... şehrin batı kanadı ve şekerli içim. plastik toplarım... koleksiyonlarım ve bir akaryakıt istasyonunda, iki lira verip koleksiyona bir yenisini daha ekliyorum... şehrin batı kanadına, özlemeye gidiyorum şehri... arabam bile şeker şimdi, kıpkırmızı... gün batmış, şarkıyı değiştirmeli ve şu gps'i kapatıp bir jelibon paketi daha açmalı... her yer şeker kırıntısı...
devamını gör...
1959.
hedeflerim masada bir kağıtta yazılmış öylece bekliyordu. yapmam gereken şeyleri erteliyor, ya bi sigara içeriz hallederiz diyor geçiştiriyordum. tembelliğin zehri vücudumda geziniyordu. hazıra alışmak konfor alanını terk etmemek. diyaloglarim bile alalade idi. düşünmüyor hazır cümle kalıplari kullanıyordum. bunlar beni alacağım beklemediğim tepkilerden ve düşünmekten koruyordu. inandığım rabbi de tembelliğime kılıf olarak kullanıyordum ne acı. beynimin kıvrımlarını kullanmamak için azami gayret gösteriyordum.

soğuk bir kış gecesi yüzüme çarptı gerçekler. monotonluğun huzur verici uyuşturucu etkisine tutulmuştum. başkası yapsa kızacağım eylemleri kendim yapıyordum. güzel bahanelerim vardı, sağlam argumanlardı kendimce. sonuçta bahane ararsan onlarcası üşüşürdü zihnine. gerçeğin soğuk eli yüzüme çarpar gibi oldukça bu bahane kalkanlarımı kullanıyor, bunları kaldırarak savuşturuyordum gerçekleri. ama artık kalkanı çok çekmediğim bir gün sonunda o soğuk el keskin buz gibi parmaklar çarptı yüzüme. buz ile yakan eller inkar edilemez gerçeklerdi. sarsıldım. gene bahane bulacak güce sahiptim ama bu kez istemedim. o parmakların izi kalsın suratımda. izi kalsın ki kendime yaptığım bu büyük haksızlığı unutmayayım. dostum saat geç, vakit kalmıyor işten bir şeye, yaşayıp gidiyoruz işte. yaşamıyordum da yaşıyor gibi yapıyordum.

benim uyuşturucularım vardı. gerçek olanlar değil hayır ancak etkileri benzerdi. zihnimi uyuşturuyorlar, düşünmemi engelliyorlar, arada sinyal veren sağ duyumu susturuyorlardı. bu uyuşturucular düşünmeyi acı verici olarak zihnime kodlamıştı. sanki düşünme eylemi, geçmiş acılar ve gelecek kaygılarından ibaretti ve işe yaramaz bir eylemdi. hayır gerçek birdir en azından bu durumda, inkar edilemez. bir problem var, değiştirilemezse kabullenmek ama varsa düzeltme yolları onları aramak gerekli idi. ki bu meselede vardı. yolu bulunca yoldan sapmamak her gün nefret etsen de, uyumak istesen de, koltukta boş boş pcye bakmak istesen de yolu takip etmek gerekli idi. kolay değildir. geçmişte güç bela başarılanları azımsamaya meyillidir zihinlerimiz.. istenilene erişince o çekilen cefalar hafifmiş gibi gelir. sanki gerçekliği azalır da birer hayal olarak kalır belleklerde. zihin kabul etse de etmese de zordur düzenli bir çabalama hali, çok zor. başarmanın yolu dikenliydi. tembellik zehrini atacaktim zihnimden ve vücudumdan. ama bu, değiştirmek istediklerim için izlenecek karar kılınmış yola ne kadar sadık kalacağıma bağlı idi.
devamını gör...
1960.
ruhum takılı kaldı. küçücük bir sadelikte, önemsiz bir basitlikte. çimenliklerde oturmuşum, dizlerimin üzerine ellerimi kemetlemişim, karşımda deniz. hava kapalıya yakın. deniz sakin. koyu mavi ılık ılık akan bir su var önümde. ne soğuk ne sıcak. üzerimde ince bir ceket. saçlarım arada uçuşuyor yavaş yavaş.
düşünüyorum, düşünüyorum.
bu sıralar yalnız kalmaya, böyle bir yerde oturup uzun uzun düşünmeye ihtiyacım var.
içimde eksik olan yarım kalan o kadar çok şey var ki.
hiçbirinin adını bilmiyorum veya unuttum. hissediyorum ama içimdeler. bu hisler günlük hezeyanlar değil. günlerdir düşünceli, dalgın ve keyifsizim. çok boşladım kendimi. öyle boşladım ki.
sorgulamaz, konuşmaz, çabalamaz oldum.
insan umudunu kesince eylemini de kesiyormuş.
kabuğuma minik adımlarla çekiliğimi biliyorum. fark etmemek için farkındalığımın kör olması gerek.
neye kime dönüşüyorum böyle bilmiyorum.
doğru bulduklarım yanlışa, yanlış bulduklarım doğruya verilmeye başladı. ben mi seçtim peki? hayat mı beni sürüklemeye, mecbur etmeye başladı?
dönüşmek böyle bir şey mi?
hayatın iteklemesi bu mu?
lisede felsefeyle, edebiyatla ilgilenirdim. ne mesuttum ne özgürdüm. zihnimin içi tarlamdı. yasaklanan, konuşulmaması, düşünülmemesi gereken her şeyi düşünür tartardım. güzel beyitler, dörtlükler okudum. ruhum inceldi. anlam dünyam genişledi.
sorgulardım, merak ederdim.
lise biteli ne kadar oldu? on yıllar mı? orta yaşlarımda mıyım?
lise biteli sadece üç yıl olmuş.
o çocuk nerede? öldü mü? raf ömrü mü doldu?
ne mesuttum. kimsenin bana bahşedemediği mutluluk, sakinlik, güven duygusunu zihnimin içinde yaşardım. şimdi her şey belirsiz, buğulu.
gençken çoğu insan gelecek kaygısı yaşar, ben de böyleydim demesin kimse. bu öyle bir durum değil.
içimde başka haller var. adlarını bilmediğim haller.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"normal sözlük yazarlarının karalama defteri" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim