orijinal adı : l'étranger
yazar : albert camus
yayım yılı : 1942
meursault karakterinin annesi de dahil olmak üzere tüm dünyaya karşı hissetmiş olduğu boşluğu ve yabancılığın anlatımı olan eserdir. annesinin ölümü ve işlemiş olduğu cinayet de dahil olmak üzere hiçbir şey onu etkilemez. onun bu yabancılık ve duygusuzluk hali herkesi şaşırtacaktır.
yazar : albert camus
yayım yılı : 1942
meursault karakterinin annesi de dahil olmak üzere tüm dünyaya karşı hissetmiş olduğu boşluğu ve yabancılığın anlatımı olan eserdir. annesinin ölümü ve işlemiş olduğu cinayet de dahil olmak üzere hiçbir şey onu etkilemez. onun bu yabancılık ve duygusuzluk hali herkesi şaşırtacaktır.
nobel edebiyat ödülü
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "demdeme" tarafından 17.11.2020 01:36 tarihinde açılmıştır.
1.
(bkz: yabancı)
camusun ilk ve en çok bilinen yapıtıdır. camus burada genç kahramanı meursaultun kendisine, dış dünyaya ve yaşadığı topluma karşı yabancılaşmasını ele alır.
- akşam, marie beni görmeye geldi, kendisiyle evlenmek isteyip istemediğimi sordu. benim için fark etmediğini, eğer o istiyorsa evlenebileceğimizi söyledim. o zaman da, onu sevip sevmediğimi sordu. ben de yine daha önceki gibi cevapladım, bunun bir anlamı olmadığını ama elbette onu sevmediğimi söyledim. " öyleyse neden evleneceksin benimle?" dedi. ben de ona bunun bir önemi olmadığını, ama o arzu ediyorsa evlenebileceğimizi anlattım. zaten bunu isteyen oydu, bana düşen de evet, demekti. o da evliliğin ciddi bir iş olduğunu belirtti. ben " yoo" diye cevap verdim. bir an sustu, ses çıkarmadan yüzüme baktı. sonra konuştu. bilmek istediği tek bir şey vardı.; aynı şekilde başka bir kadına bağlı olsam ve aynı teklif ondan gelse kabul eder miymişim. ben de " tabii!" dedim. o zaman, kendisinin beni sevip sevmediğini sorguladı, ben bu konuda bir şey bilemezdim. sy 43
yabancıda boşvermişlikten ziyade uzlaşamama ve başkaldırı vardır. camus vebada absurde ve başkaldırıyı toplum üzerinden ele alırken yabancıda bunu meursault karakteriyle birey üzerinden yapar.
camusun ilk ve en çok bilinen yapıtıdır. camus burada genç kahramanı meursaultun kendisine, dış dünyaya ve yaşadığı topluma karşı yabancılaşmasını ele alır.
- akşam, marie beni görmeye geldi, kendisiyle evlenmek isteyip istemediğimi sordu. benim için fark etmediğini, eğer o istiyorsa evlenebileceğimizi söyledim. o zaman da, onu sevip sevmediğimi sordu. ben de yine daha önceki gibi cevapladım, bunun bir anlamı olmadığını ama elbette onu sevmediğimi söyledim. " öyleyse neden evleneceksin benimle?" dedi. ben de ona bunun bir önemi olmadığını, ama o arzu ediyorsa evlenebileceğimizi anlattım. zaten bunu isteyen oydu, bana düşen de evet, demekti. o da evliliğin ciddi bir iş olduğunu belirtti. ben " yoo" diye cevap verdim. bir an sustu, ses çıkarmadan yüzüme baktı. sonra konuştu. bilmek istediği tek bir şey vardı.; aynı şekilde başka bir kadına bağlı olsam ve aynı teklif ondan gelse kabul eder miymişim. ben de " tabii!" dedim. o zaman, kendisinin beni sevip sevmediğini sorguladı, ben bu konuda bir şey bilemezdim. sy 43
yabancıda boşvermişlikten ziyade uzlaşamama ve başkaldırı vardır. camus vebada absurde ve başkaldırıyı toplum üzerinden ele alırken yabancıda bunu meursault karakteriyle birey üzerinden yapar.
devamını gör...
2.
camus'nün yarattığı meursault karakteri ile aynı olduğumu düşündüren kitap.
meursault toplumun kendinden beklentilerini yapmadığı için hayret ile karşılanır. camus'de toplum içinde yabancılaşan bu adamı anlatır bize.
meursault toplumun kendinden beklentilerini yapmadığı için hayret ile karşılanır. camus'de toplum içinde yabancılaşan bu adamı anlatır bize.
devamını gör...
3.
albert camus'un kitapları içinde sanırım en çok bunu seviyorum.
iki bölümden oluşan kısa bir romandır. açılış cümlesindeki kayıtsızlık şok edicidir. insanın annesinin ölümüne bu kadar ilgisiz kalması meursault'un yaşamının özetidir. hayata önem vermeyen, gündelik işler üzerine kafa yormayan, sıradan bir insandır kahramanımız. yaşamı sevmekten çok zoraki kabullenmiştir, amacı yoktur, tutkuları yoktur, kimseye kendini ıspatlamak ya da sevdirmek zorunda değildir. ama hayattan nefret de etmez, eğlenir, arkadaşlıklar kurar, sevişir. ölüm, onun için üzerinde durulmaya bile değmez bir konudur. yine de beklendiği gibi annesinin cenazesine katılır. bu duygusal bir katılımdan çok fiziksel bir katılımdır. öyle ki, cenaze günü onu en çok rahatsız eden şey güneş ve sıcaktır. sırf bu yüzden anti kahraman olarak bile görülür. halbuki annesinden nefret eden bir adam değildir, sadece ölüme bakışı bu şekildedir.
romanda, alışılmışın dışında düşünen bir insanın nasıl dışlandığını iliklerinize kadar hissedersiniz.
iki bölümden oluşan kısa bir romandır. açılış cümlesindeki kayıtsızlık şok edicidir. insanın annesinin ölümüne bu kadar ilgisiz kalması meursault'un yaşamının özetidir. hayata önem vermeyen, gündelik işler üzerine kafa yormayan, sıradan bir insandır kahramanımız. yaşamı sevmekten çok zoraki kabullenmiştir, amacı yoktur, tutkuları yoktur, kimseye kendini ıspatlamak ya da sevdirmek zorunda değildir. ama hayattan nefret de etmez, eğlenir, arkadaşlıklar kurar, sevişir. ölüm, onun için üzerinde durulmaya bile değmez bir konudur. yine de beklendiği gibi annesinin cenazesine katılır. bu duygusal bir katılımdan çok fiziksel bir katılımdır. öyle ki, cenaze günü onu en çok rahatsız eden şey güneş ve sıcaktır. sırf bu yüzden anti kahraman olarak bile görülür. halbuki annesinden nefret eden bir adam değildir, sadece ölüme bakışı bu şekildedir.
romanda, alışılmışın dışında düşünen bir insanın nasıl dışlandığını iliklerinize kadar hissedersiniz.
devamını gör...
4.
annesinin ölümü dahil her şeye nesnel bir biçimde yaklaşan meursault'un dünyayla arasına koyduğu mesafeyi anlatan camus romanıdır.
okurken sevmekle nefret etmek arasında gidip gidip geldiğim bir karakter meursault. bu da yazarın vermek istediği mesajı “insanın dünyadan kopuşunun, onunla anlamlı ve özlemlerine uygun düşen bir ilişkiyi kuramayışının ifade çabasını” oldukça iyi yansıttığı fikrini uyandırır.
--- alıntı ---
"bazen içimden herkesin sözünü kesip 'bir dakika, burada sanık kim? sanık olmak önemli bir şey. benim de söyleyeceklerim var!' demek geliyordu. ama şöyle bir düşününce, söyleyecek bir şeyim yoktu aslında."
--- alıntı ---
okurken sevmekle nefret etmek arasında gidip gidip geldiğim bir karakter meursault. bu da yazarın vermek istediği mesajı “insanın dünyadan kopuşunun, onunla anlamlı ve özlemlerine uygun düşen bir ilişkiyi kuramayışının ifade çabasını” oldukça iyi yansıttığı fikrini uyandırır.
--- alıntı ---
"bazen içimden herkesin sözünü kesip 'bir dakika, burada sanık kim? sanık olmak önemli bir şey. benim de söyleyeceklerim var!' demek geliyordu. ama şöyle bir düşününce, söyleyecek bir şeyim yoktu aslında."
--- alıntı ---
devamını gör...
5.
romanın ana karakteri bir absürt kahramandır. camus nün başka bir eserinde bahsettiği absürt kahraman anlamsız hayatını sürdüren, anlamsızlığın bilincinde olan ama olduğu gibi devam eden, bunu sorunsallaştırmayan kimsedir. bu kahramanların mutlu olduğunu düşünmek gerektiğini de belirtir camus.
devamını gör...
6.
nobel ödüllü ve egzistansiyalizm edebi akımının temsilcilerinden birisi olan yazar, bu kitabında insanın farklılıklara tahammülsüzlüğünü, kendine benzemeyenden korkusunu ve yok etmek isteyişini çok güzel bir biçimde işler. dolayısıyla bu romanı, iyi vakit geçirmekten çok satır aralarındaki nüanslara dikkat ederek okumak, kitabın verdiği mesajı ve vurgusununun anlaşılmasını kolaylaştırır kanaatindeyim.
devamını gör...
7.
bu yazıyı belki dün yazdım, belki de bugündü. tam hatırlamıyorum. önemi var mı onu da bilmiyorum. muhtemelen yoktur ama yine de içimde tuhaf bir uzaklaşma duygusuyla oturdum bekliyorum.
albert camus’un anlatmak her zaman zordur zaten. anlatmaya başlamamak için binbir neden bulur insan ama kaçınılmaz son her zaman gelir. o yüzden onunla ilgili yazıların ne zaman yazıldığı da hiçbir zaman mühim olmamıştır ve muhtemelen de hiçbir zaman olmayacaktır.
albert camus bir röportaj esnasında kendisine bir muhabir tarafından en absürt ölüm şeklinin ne olduğu sorulduğunda trafik kazasında ölmek olduğunu söylemiştir. ve bilin bakalım ne oldu? camus bir imza töreninden dönerken trafik kazasında öldü. absürtlük camus’yü ölürken bile yalnız bırakmadı. var oluşunun anlamlanması için ihtiyaç duyduğu şey belki de buydu zaten.
romanın kahramanı mersault da bir absürtlük denizinde yüzmektedir. belki bu yüzden onu ilk deniz kenarında görürüz. mersault her şeyi aynı kayıtsızlık karşılar. doğal bir ölümle giden annesini de, cinayete kurban giden arap’ı da, yaşadığı ilişkiyi de...
mersault doğal olmayan bir inziva içinde çok doğal bir şekilde yaşayan ve kayıtsızlıkla kaplanmış bir yaşayan ölüdür.
okunmaya değer mi bilmiyorum ama okumazsanız eksik kalacaksınız. yine de siz bilirsiniz.
albert camus’un anlatmak her zaman zordur zaten. anlatmaya başlamamak için binbir neden bulur insan ama kaçınılmaz son her zaman gelir. o yüzden onunla ilgili yazıların ne zaman yazıldığı da hiçbir zaman mühim olmamıştır ve muhtemelen de hiçbir zaman olmayacaktır.
albert camus bir röportaj esnasında kendisine bir muhabir tarafından en absürt ölüm şeklinin ne olduğu sorulduğunda trafik kazasında ölmek olduğunu söylemiştir. ve bilin bakalım ne oldu? camus bir imza töreninden dönerken trafik kazasında öldü. absürtlük camus’yü ölürken bile yalnız bırakmadı. var oluşunun anlamlanması için ihtiyaç duyduğu şey belki de buydu zaten.
romanın kahramanı mersault da bir absürtlük denizinde yüzmektedir. belki bu yüzden onu ilk deniz kenarında görürüz. mersault her şeyi aynı kayıtsızlık karşılar. doğal bir ölümle giden annesini de, cinayete kurban giden arap’ı da, yaşadığı ilişkiyi de...
mersault doğal olmayan bir inziva içinde çok doğal bir şekilde yaşayan ve kayıtsızlıkla kaplanmış bir yaşayan ölüdür.
okunmaya değer mi bilmiyorum ama okumazsanız eksik kalacaksınız. yine de siz bilirsiniz.
devamını gör...
8.
tanım romanın analizi olmasından mütevellit ağır derecede spoiler içermektedir.
albert camus'nun 1942 yılında yayınlanan ilk ve en ünlü romanı. sanılanın aksine varoluşçu bir eser değildir, absürt edebiyatının ilk örneklerinden biridir.
okuması gayet kolay olan bir roman olsa da, gerçek anlamda anlaması basit değildir çünkü olan olaylar üzerine birçok farklı bakış açısıyla, birçok farklı çıkarımda bulunmak mümkün.
romandaki en bariz fikir, muhtemelen insanın varoluşunun absürtlüğü. absürt edebiyatının ana fikirlerinden birisi insanın varoluşunun, insan hayatının koşullarının absürtlüğüdür. yani insan, varoluşunu, varoluş koşullarını anlayabilecek kapasitede değildir. bir örnekle açıklarsak: en kolay örnek ölümdür. ölüm, insanın gerçek anlamda kavrayabildiği bir konsept değil. insan, bir taraftan ölümün hiç gelmeyeceğini düşünür, diğer taraftan da bir şekilde sonsuza kadar yaşayacağını düşünür (bkz: din). varoluşun absürtlüğü de bu nokta da giriyor. tek bir insanın varoluşu, hayatı bir bakıma anlamsızdır. bir insanın hayatı sahip olabileceği en önemli şey ve hayat, bir insanın deneyimleyebileceği en uzun olay. ancak tek bir insanın hayatı, bütün dünya (hatta günümüzde evren) ile karşılaştırıldığında anlamsız, ufak. hepimiz birkaç jenerasyona unutulup gitmiş olacağız. bir insanın hayatına yüklediği anlam ile bir insan hayatının evrensel anlamı arasındaki ilişki absürt yani bir tutuşmazlık var.
romanın başkarakteri, meursault da burada işe dahil oluyor. roman, bir ölümle başlayıp bir ölümle bitiyor. kitapın dönüm noktasında ise yine bir ölüm var. lakin meursault, ne annesinin ölümünü, ne öldürdüğü arabın ölümünü, ne de kendi ölümünü ciddiye alıyor. ciddiye almamak tam doğru kelime değil aslına bakarsanız; meursault, kitaptaki bütün ölümlerin karşısında kayıtsız, umursamaz. lakin romandaki üç ölüm de, meursault'nun hayatını derinden etkiliyor. sonuç olarak, romanda insan hayatına iki farklı bakış açısı olduğunu söyleyebiliriz: birincisi, meursault'nun bakış açısı, ki bu insan hayatının doğadaki yerine benzer. meursault, bütün roman boyunca dış etkenlerden çok etkileniyor. annesinin ölümünde, arabı öldürdüğünde ya da mahkeme salonunda havanın sıcaklığı meursault'nun düşünmesine bile engel oluyor. meursault, devamlı dış faktörlerden etkilenen güdülerinin farkında yani meursault, bir bakıma, doğa ve çevre ile harmoni içerisinde. insan hayatına bir diğer bakış açısı ise okuyucunun ve meursault'nun arkadaşlarının olaylara bakış açısı.
iki bakış açısı arasındaki fark nedir diye sorarsanız cevabı aslında tanımın en başında verdim: insanın hayata bakış açısı ile insan hayatının dünyadaki yeri arasında bir tutuşmazlık var. toplum ve doğa birbiri ile zıt düşüyor bir bakıma. lakin yabancı'yı ilk okuduğumdan beri aklımda bir soru var: yabancı kim? bu soruya ilk cevabınız meursault olacaktır. meursault, topluma yabancı. lakin meursault, çevresine yabancı değil, doğaya yabancı değil. aksine, doğanın bir yansıması gibi hareket ediyor. her harekete, hisleri çevresel faktörlerin bir sonucu bir bakıma. diğer taraftan, meursault'nun dışındaki karakterler, toplumun normlarına yabancı olmasalar da, kendi çevrelerine yabancılar. meursault'nun annesinin cenazesinde, annesinin huzurevinden bir arkadaşı da katılır ve bu karaktere, meursault'nun mahkemesi sırasında meursault'nun annesinin cenazesi sırasında ağlayıp ağlamadığı sorulur. adam, cenazede çok ağladığını ve ağlamaktan hiçbir şey göremediğini söyler. bu etki, romanın meursault'nun gözünden anlatılması ile daha da güçlü hale geliyor çünkü meursault'nun gözünden yabancı olan kendisi değil, olamaz da.
aynı zamanda, camus insan hayatının absürtlüğüne de değinmekte. meursault'nun, romanın başından sonuna kadar başına gelen bütün olaylar şans eseri ve kendi içinde mantıklıymış gibi gözükse dahi saçma. meursault'yu cinayete sürükleyen olaylar silsilesi tümüyle şans eseri ve öldürdüğü kişi de kendisiyle hiçbir alakası olmayan biri. hatta meursault'nun gözünde o kadar yabancı ki, ismi bile yok: "arap" denilip geçiliyor. meursault'nun mahkemesi ise tam bir saçmalık. meursault, annesinin cenazesinde nasıl davrandığının üzerine yargılanıyor. işlediği cinayetle hiçbir alakası yok olmamasına rağmen. meursault, bir bakıma iyi bir evlat olarak görülmediği için idama mahkum ediliyor. toplumun normlarına yabancı, oluşu meursault'yu suçlu yapıyor, arabı öldürmesi değil.
albert camus'nun 1942 yılında yayınlanan ilk ve en ünlü romanı. sanılanın aksine varoluşçu bir eser değildir, absürt edebiyatının ilk örneklerinden biridir.
okuması gayet kolay olan bir roman olsa da, gerçek anlamda anlaması basit değildir çünkü olan olaylar üzerine birçok farklı bakış açısıyla, birçok farklı çıkarımda bulunmak mümkün.
romandaki en bariz fikir, muhtemelen insanın varoluşunun absürtlüğü. absürt edebiyatının ana fikirlerinden birisi insanın varoluşunun, insan hayatının koşullarının absürtlüğüdür. yani insan, varoluşunu, varoluş koşullarını anlayabilecek kapasitede değildir. bir örnekle açıklarsak: en kolay örnek ölümdür. ölüm, insanın gerçek anlamda kavrayabildiği bir konsept değil. insan, bir taraftan ölümün hiç gelmeyeceğini düşünür, diğer taraftan da bir şekilde sonsuza kadar yaşayacağını düşünür (bkz: din). varoluşun absürtlüğü de bu nokta da giriyor. tek bir insanın varoluşu, hayatı bir bakıma anlamsızdır. bir insanın hayatı sahip olabileceği en önemli şey ve hayat, bir insanın deneyimleyebileceği en uzun olay. ancak tek bir insanın hayatı, bütün dünya (hatta günümüzde evren) ile karşılaştırıldığında anlamsız, ufak. hepimiz birkaç jenerasyona unutulup gitmiş olacağız. bir insanın hayatına yüklediği anlam ile bir insan hayatının evrensel anlamı arasındaki ilişki absürt yani bir tutuşmazlık var.
romanın başkarakteri, meursault da burada işe dahil oluyor. roman, bir ölümle başlayıp bir ölümle bitiyor. kitapın dönüm noktasında ise yine bir ölüm var. lakin meursault, ne annesinin ölümünü, ne öldürdüğü arabın ölümünü, ne de kendi ölümünü ciddiye alıyor. ciddiye almamak tam doğru kelime değil aslına bakarsanız; meursault, kitaptaki bütün ölümlerin karşısında kayıtsız, umursamaz. lakin romandaki üç ölüm de, meursault'nun hayatını derinden etkiliyor. sonuç olarak, romanda insan hayatına iki farklı bakış açısı olduğunu söyleyebiliriz: birincisi, meursault'nun bakış açısı, ki bu insan hayatının doğadaki yerine benzer. meursault, bütün roman boyunca dış etkenlerden çok etkileniyor. annesinin ölümünde, arabı öldürdüğünde ya da mahkeme salonunda havanın sıcaklığı meursault'nun düşünmesine bile engel oluyor. meursault, devamlı dış faktörlerden etkilenen güdülerinin farkında yani meursault, bir bakıma, doğa ve çevre ile harmoni içerisinde. insan hayatına bir diğer bakış açısı ise okuyucunun ve meursault'nun arkadaşlarının olaylara bakış açısı.
iki bakış açısı arasındaki fark nedir diye sorarsanız cevabı aslında tanımın en başında verdim: insanın hayata bakış açısı ile insan hayatının dünyadaki yeri arasında bir tutuşmazlık var. toplum ve doğa birbiri ile zıt düşüyor bir bakıma. lakin yabancı'yı ilk okuduğumdan beri aklımda bir soru var: yabancı kim? bu soruya ilk cevabınız meursault olacaktır. meursault, topluma yabancı. lakin meursault, çevresine yabancı değil, doğaya yabancı değil. aksine, doğanın bir yansıması gibi hareket ediyor. her harekete, hisleri çevresel faktörlerin bir sonucu bir bakıma. diğer taraftan, meursault'nun dışındaki karakterler, toplumun normlarına yabancı olmasalar da, kendi çevrelerine yabancılar. meursault'nun annesinin cenazesinde, annesinin huzurevinden bir arkadaşı da katılır ve bu karaktere, meursault'nun mahkemesi sırasında meursault'nun annesinin cenazesi sırasında ağlayıp ağlamadığı sorulur. adam, cenazede çok ağladığını ve ağlamaktan hiçbir şey göremediğini söyler. bu etki, romanın meursault'nun gözünden anlatılması ile daha da güçlü hale geliyor çünkü meursault'nun gözünden yabancı olan kendisi değil, olamaz da.
aynı zamanda, camus insan hayatının absürtlüğüne de değinmekte. meursault'nun, romanın başından sonuna kadar başına gelen bütün olaylar şans eseri ve kendi içinde mantıklıymış gibi gözükse dahi saçma. meursault'yu cinayete sürükleyen olaylar silsilesi tümüyle şans eseri ve öldürdüğü kişi de kendisiyle hiçbir alakası olmayan biri. hatta meursault'nun gözünde o kadar yabancı ki, ismi bile yok: "arap" denilip geçiliyor. meursault'nun mahkemesi ise tam bir saçmalık. meursault, annesinin cenazesinde nasıl davrandığının üzerine yargılanıyor. işlediği cinayetle hiçbir alakası yok olmamasına rağmen. meursault, bir bakıma iyi bir evlat olarak görülmediği için idama mahkum ediliyor. toplumun normlarına yabancı, oluşu meursault'yu suçlu yapıyor, arabı öldürmesi değil.
devamını gör...
9.
alber camus'nün başyapıtı olan kitap. camus bu kitabında da aslında varoluşçu felsefe ve kendi felsefesini bizlere roman yoluyla anlatmıştır. camus yaşamın çok fazla ciddiye alındığından ötürü varoluşsal sancılar çekildiğini, yaşamın da intiharın da absürd olduğunu bir çok eserinde bizlere anlatmaya çalışmıştır. bu kitapta kahramanımız meursault adında bir fransız'dır. hayatı umursamayan, kayıtsız, işiyle evi arasında yaşayan, apartmanındaki komşularına bile kayıtsız bir adamdır. o kadar umursamazdı ki annesinin ölümünden bahsederken: bugün annem öldü belki de dün, bilmiyorum. diye bahsederer. sıkılıyordur. bir gün hiç alakası olmayan bir durumda bir cinayete karışır ve cezayir'li bir arap'ı öldürür. sonrasındaki yargı süreci inanılmazdır. idamla yargılanır. hakim cinayetten çok annesinin ölümüne ve yaşamına kayıtsızlığına odaklanır. o ki sanki cinayet işlemesi değil de bu umursamazlığı yargılanır mahkemede. bu sebeple idam karşıtlığı çerçevesinde de değerlendirilmiştir yayınlandığı dönemde. varoluşçu felsefeye ilgi duyanların yabancı'yı ve camus'nün diğer kitaplarını -özellikle sisfos söyleni- mutlaka okumalarını öneririm. kitapta kendisine bile yabancı olan bir adamın hayat karşısında ne kadar yabancı olabileceğini ne kadar yabancılaşabileceğini göreceksiniz.
ülkemizde zeki demirkubuz kitaptan etkilenerek ve esinlenerek "yazgı" filmini yapmıştır. zeki demirkubuz da varoluşçu felsefeden çok etkilenen yönetmenlerimizden.
ülkemizde zeki demirkubuz kitaptan etkilenerek ve esinlenerek "yazgı" filmini yapmıştır. zeki demirkubuz da varoluşçu felsefeden çok etkilenen yönetmenlerimizden.
devamını gör...
10.
meursault adlı karakterin toplumsal olaylara toplumla aynı tepkiyi vermediği için toplum tarafından dışlanmasını ve yargılanmasını anlatan albert camus eseri mükemmel bir psikolojik, felsefik roman. albert camus için ne ifade eder, ne kadar önemlidir bilmem ama başucu kitabı denen şey gerçekten varsa benim için “yabancı” işte o kitaptır. belki de ana karaktere kendimi çok yakın hissettiğim için bu kadar seviyorumdur.
devamını gör...
11.
varoluş sancıları yaşayan bir kişinin en başta kendisine, sonra ailesine ve çevresine, nihayetinde yaşadığı topluma yabancılaşmasını anlatan mükemmel roman. daha genel bir alt metin okuması yaparsak fransızların -işgal altında tuttukları- cezayir'e 130 yıl boyunca yabancı kalmaları irdelenir. meursault, cezayir'in hem yerli halkına hem de coğrafyasına yabancıdır. kuzey afrika'nın harareti, güneşin yakıcılığı ve havanın boğuculuğu sık sık tekrarlanır mesela. kitapta bahsedilen kişisel ve sosyal sorunların temelinde bu sebepler yatmaktadır. nitekim romanın yazıldığı dönemde alevlenen cezayir bağımsızlık savaşı, yüz binlerce insanın ölümüyle neticelenir. ve yabancılar ait oldukları kıta avrupasına dönerler, yanlarına yerel işbirlikçileri* alarak.
cezayir'in işgali ve bağımsızlığına giden süreçle ilgili
tarihî kişilikler
(bkz: cezayirli hüseyin paşa)
(bkz: thomas robert bugeaud)
(bkz: ali la ponte)
(bkz: jacques massu)
örgütler
(bkz: fln)
(bkz: oas)
filmler
(bkz: la battaglia di algeri)
(bkz: l'ennemi intime)
cezayir'in işgali ve bağımsızlığına giden süreçle ilgili
tarihî kişilikler
(bkz: cezayirli hüseyin paşa)
(bkz: thomas robert bugeaud)
(bkz: ali la ponte)
(bkz: jacques massu)
örgütler
(bkz: fln)
(bkz: oas)
filmler
(bkz: la battaglia di algeri)
(bkz: l'ennemi intime)
devamını gör...
12.
zamansız bir kitap. camus = varoluşçuluk olduğu için de her insanın varoluşunun geldiği noktaya herkese ve herşeye yabancılaşmayı belki de bir sürükleniş halinde olup en çok da kendine yabancı kalmaya vurgu yapar. hangi yılda ,hangi çağda ya da kültürde olursak olalım bir noktada bunu hissederiz sanırım. biz neyiz ya da kimiz diye sorgularken aradığımız anlam yolculuğunda bir noktada toplum ve dünya ile çatışıp nihayetinde de kopuyoruz. tüm bunların dışında kitabın özellikle başı ve sonu muhteşem psikolojik tasvirler içeriyor. ne denilebilir ki herkes kendi varoluşunun acısını tek başına yaşar.
devamını gör...
13.
albert camus'un destansı anlatımı neticesinde, okurun başına gelecek kaçınılmaz sondur adı gibi yabancılaşmak.
kitabın sonlarına doğru iyice yabancılaşıyor insan. hiç olmayan bir derede, daha önce hiç görülmemiş uçan yunus balıklarının sırtında uzaklaşıyor.
senden bir parça alıp götüren bütün o yalancı sevdalardan, iki yumurta kırıp omlet yaptı diye seni yönetebileceğini sanan kaprisli ruhlardan arınıp, bambaşka bir aleme geçiyorsun. artık kendine bile yabancısın. uzaktan izliyorsun kendini.
bir supradyn daha, bir supradyn daha. içinde bir insanın ihtiyacı olacak zibil gibi vitamin var. böyle insanları sadece kendi vicdanları kurtarabilir.
yalnızlığa dua edip sessizce uyumak bile o hissi azaltamaz. çoğaltır azaltamayacağı için. sabit de bırakabilir. üzülmeye değecek konular değil bunlar.
kitabın sonlarına doğru iyice yabancılaşıyor insan. hiç olmayan bir derede, daha önce hiç görülmemiş uçan yunus balıklarının sırtında uzaklaşıyor.
senden bir parça alıp götüren bütün o yalancı sevdalardan, iki yumurta kırıp omlet yaptı diye seni yönetebileceğini sanan kaprisli ruhlardan arınıp, bambaşka bir aleme geçiyorsun. artık kendine bile yabancısın. uzaktan izliyorsun kendini.
bir supradyn daha, bir supradyn daha. içinde bir insanın ihtiyacı olacak zibil gibi vitamin var. böyle insanları sadece kendi vicdanları kurtarabilir.
yalnızlığa dua edip sessizce uyumak bile o hissi azaltamaz. çoğaltır azaltamayacağı için. sabit de bırakabilir. üzülmeye değecek konular değil bunlar.
devamını gör...
14.
fransız yazar albert camus tarafından kaleme alınan, 1942 yılında yayımlanmış roman.kitap 112 sayfadan oluşuyor ve ana karakter mösyö mersault'un topluma yabancılaşması ve toplumun istediği gibi biri olmayı reddetmesi ile birlikte ne gibi zorluklarla karşılaştığını anlatan güzel bir eser.
devamını gör...
15.
meursault, insanlara yabancıydı, olaylara yabancıydı, duygulara, hislere, hayata dair nerdeyse her şeye yabancıydı. hatta kendine bile yabancıydı. bir kitabın adı kitap ile bu kadar uyumlu olabilirdi.
spoilerlı inceleme
kitabın ilk kısmını korkarak izledim. ha şimdi bir şey olacak derken işler tam tersine dönüp beklediğim şey gerçekleşti. başlarda olayın gerçekten nereye bağlanacağını çok merak ediyordum çünkü adeta hisleri, duyguları olmayan bir adamın hareketlerini izliyor gibiydim. sonda ölmemeliydi belki ama okuduğum tüm kitaplarda ölüm yolunu bu kadar güzel yürüyen en iyi kişiydi meursault. sonda kendimi onun yerine koyup duygularına bir nebze ortak olabildim ve gerçekten üzücü bir sondu benim için. ama sonra kendimi o arap'ın yerine koyduğumda bu sefer düşüncelerim değişiyordu. elbet bir gün herkesin öleceğini ve bu dünyada gerçekten alışılamayacak hiçbir şey olmadığını çok güzel anlatan bir kitaptı. mutlaka okuyun.
spoilerlı inceleme
kitabın ilk kısmını korkarak izledim. ha şimdi bir şey olacak derken işler tam tersine dönüp beklediğim şey gerçekleşti. başlarda olayın gerçekten nereye bağlanacağını çok merak ediyordum çünkü adeta hisleri, duyguları olmayan bir adamın hareketlerini izliyor gibiydim. sonda ölmemeliydi belki ama okuduğum tüm kitaplarda ölüm yolunu bu kadar güzel yürüyen en iyi kişiydi meursault. sonda kendimi onun yerine koyup duygularına bir nebze ortak olabildim ve gerçekten üzücü bir sondu benim için. ama sonra kendimi o arap'ın yerine koyduğumda bu sefer düşüncelerim değişiyordu. elbet bir gün herkesin öleceğini ve bu dünyada gerçekten alışılamayacak hiçbir şey olmadığını çok güzel anlatan bir kitaptı. mutlaka okuyun.
devamını gör...
16.
yabancı albert camus
"hiçbir şeyin öneminin olmamasının önemi...''
meursault cezayir'de yalnız yaşayan ve yıllar önce annesini bakımevine bırakmış bir memurdur.bir gün telgraf alır.telgrafta annesinin öldüğü ve cenaze işlemleri için gelmesi gerektiği yazılıdır.o bu duruma üzülmez ve tepkisiz kalır.insanlara ise bunu söyleyip hiçbir şey olmamış sıradan bir gün gibi davranması onu çevresine "hayırsız evlat,ruhsuz" gibi tanımlarla anlatılmasına iter.
meursault duygular ile verilen tepkiler arasındaki ilişkiyi anlamakta ortadadır.ona göre her şey olacaktır,biliniyordur ve o zaman üzüntü de mutlulukta elbet onu bulacaktır.onun için şaşırmanın pek bir anlam ifade etmediğini düşünür.bir süre sonra bir olaya karışan meursault bir arabı öldürür ve hapse düşer.hapiste insanlar onun insan öldürmesi ile ilgili değil de sanki annesinin ölümü ardına verilen tepkisizliğinin üzerinden yargılamaya başlar.mahkemede "annesinin cenazesinde ağlamayan bir katil" olarak giyotinle öldürülmesine karar verilir.
bunun üzerine rahip son kez günahlarının affedilebileceğinden bahseder ancak o kararlı bir şekilde bu isteği reddeder.
kitap alıntıları
bütün mesele yine vakit öldürmekti.hatırlamayı öğrendiğim andan itibaren hiç canım sıkılmaz oldu.
bütün bu taş duvarlardan ter gibi ıstırap akıyor,bunu biliyorum.bu duvarlara hiçbir zaman yüreğim sızlamadan bakamadım.
insan eninde sonunda her şeye alışır.

"hiçbir şeyin öneminin olmamasının önemi...''
meursault cezayir'de yalnız yaşayan ve yıllar önce annesini bakımevine bırakmış bir memurdur.bir gün telgraf alır.telgrafta annesinin öldüğü ve cenaze işlemleri için gelmesi gerektiği yazılıdır.o bu duruma üzülmez ve tepkisiz kalır.insanlara ise bunu söyleyip hiçbir şey olmamış sıradan bir gün gibi davranması onu çevresine "hayırsız evlat,ruhsuz" gibi tanımlarla anlatılmasına iter.
meursault duygular ile verilen tepkiler arasındaki ilişkiyi anlamakta ortadadır.ona göre her şey olacaktır,biliniyordur ve o zaman üzüntü de mutlulukta elbet onu bulacaktır.onun için şaşırmanın pek bir anlam ifade etmediğini düşünür.bir süre sonra bir olaya karışan meursault bir arabı öldürür ve hapse düşer.hapiste insanlar onun insan öldürmesi ile ilgili değil de sanki annesinin ölümü ardına verilen tepkisizliğinin üzerinden yargılamaya başlar.mahkemede "annesinin cenazesinde ağlamayan bir katil" olarak giyotinle öldürülmesine karar verilir.
bunun üzerine rahip son kez günahlarının affedilebileceğinden bahseder ancak o kararlı bir şekilde bu isteği reddeder.
kitap alıntıları
bütün mesele yine vakit öldürmekti.hatırlamayı öğrendiğim andan itibaren hiç canım sıkılmaz oldu.
bütün bu taş duvarlardan ter gibi ıstırap akıyor,bunu biliyorum.bu duvarlara hiçbir zaman yüreğim sızlamadan bakamadım.
insan eninde sonunda her şeye alışır.


devamını gör...
17.
bir albert camus romanıdır.
ikinci kez okudum bu kitabı. o kadar okumamışım ki ilkinde, unutmuşum. ya da belki tekrar unutacağım.
anlatıcı karakter gerçekten çok tuhaf. çok çok tuhaf. bir açıdan da kendimi buluyorum onda. sevmediğim bir yanımı. belki de bu yüzden ısrarla kitabı kendime unutturuyorum.
mersault ile alakalı sorun bence aykırı olmasından çok var olmaması. biz okur olarak onun var olmayışını görebiliyoruz çünkü olanları onun ağzından duyuyoruz. ilgisizliğini, uzaklığını farkedebiliyoruz. ama onunla muhatap olan insanlar zihnini okuyamadıkları için muhtemelen bir psikopatla karşı karşıya olduklarını sanıyorlar.
karakterin ilgisizliği ve mesafeliliği ve uyuşmazlığı bize topluma "yabancı" oluşunu düşündürüyor olabilir, ilk bakışta. ama aslında karakterin en çok kendine yabancılaşmış olduğunu gözden kaçırmamak gerekiyor. hislerimize yabancı olmak, onları duymayacak kadar yabancı olmak bunun ispatı olabilir diye düşünüyorum. bir diğer ispat dayanağım da "seçim yapmamak." oysa bizi biz yapan bir şeyi değil öteki şeyi istememiz, isteyebiliyor olmamız değil mi mesela? evet bazen bazı şeyler gerçekten "farketmez." sütlü kahve istediğin halde "aa süt bitmiş ama" diyen arkadaşına "tamam sade olsun, farketmez." diyebilirsin. bu farketmeyebilir. ama seninle evlenmek isteyen birine"oluur, farketmez" demek, "beni seviyor musun?" sorusuna "muhtemelen sevmiyorum ama ne önemi var ki, hepsi aynı" demek çok akıl alır gibi değil. şahsiyetin ve varlığın olduğunda"muhtemelen sevmiyorum" söz konusu olmaz, kesin olarak bilirsin ne hissettiğini. o zaman evlenip evlenmemen, sevip sevmemen, öldürüp öldürmemen ve ölüp ölmemen "aynı" olmaz. anlam kazanır, en başta senin için. bunların hepsi sana başka duygular, başka kaygılar yaşatır. kendi başına gelenleri televizyon seyreder gibi seyretmezsin. bence burada anlam kaybı değil, kimlik kaybı söz konusu. topluma değil kendine yabancılaşma söz konusu.
biraz zorlu bir okuma deneyimi idi benim için, tekrar.
bu defa unutmamak dileği ile.
ikinci kez okudum bu kitabı. o kadar okumamışım ki ilkinde, unutmuşum. ya da belki tekrar unutacağım.
anlatıcı karakter gerçekten çok tuhaf. çok çok tuhaf. bir açıdan da kendimi buluyorum onda. sevmediğim bir yanımı. belki de bu yüzden ısrarla kitabı kendime unutturuyorum.
mersault ile alakalı sorun bence aykırı olmasından çok var olmaması. biz okur olarak onun var olmayışını görebiliyoruz çünkü olanları onun ağzından duyuyoruz. ilgisizliğini, uzaklığını farkedebiliyoruz. ama onunla muhatap olan insanlar zihnini okuyamadıkları için muhtemelen bir psikopatla karşı karşıya olduklarını sanıyorlar.
karakterin ilgisizliği ve mesafeliliği ve uyuşmazlığı bize topluma "yabancı" oluşunu düşündürüyor olabilir, ilk bakışta. ama aslında karakterin en çok kendine yabancılaşmış olduğunu gözden kaçırmamak gerekiyor. hislerimize yabancı olmak, onları duymayacak kadar yabancı olmak bunun ispatı olabilir diye düşünüyorum. bir diğer ispat dayanağım da "seçim yapmamak." oysa bizi biz yapan bir şeyi değil öteki şeyi istememiz, isteyebiliyor olmamız değil mi mesela? evet bazen bazı şeyler gerçekten "farketmez." sütlü kahve istediğin halde "aa süt bitmiş ama" diyen arkadaşına "tamam sade olsun, farketmez." diyebilirsin. bu farketmeyebilir. ama seninle evlenmek isteyen birine"oluur, farketmez" demek, "beni seviyor musun?" sorusuna "muhtemelen sevmiyorum ama ne önemi var ki, hepsi aynı" demek çok akıl alır gibi değil. şahsiyetin ve varlığın olduğunda"muhtemelen sevmiyorum" söz konusu olmaz, kesin olarak bilirsin ne hissettiğini. o zaman evlenip evlenmemen, sevip sevmemen, öldürüp öldürmemen ve ölüp ölmemen "aynı" olmaz. anlam kazanır, en başta senin için. bunların hepsi sana başka duygular, başka kaygılar yaşatır. kendi başına gelenleri televizyon seyreder gibi seyretmezsin. bence burada anlam kaybı değil, kimlik kaybı söz konusu. topluma değil kendine yabancılaşma söz konusu.
biraz zorlu bir okuma deneyimi idi benim için, tekrar.
bu defa unutmamak dileği ile.
devamını gör...
18.
ölmeden önce okunması gereken bir roman kesinlikle. bana tokat gibi gelen en etkileyici kısmı ise meursault'un papazın söyledikleri için "son vakitlerimi de tanrıyla kaybetmek istemiyorum" şeklinde düşünmesi ve en son cübbesine yapışıp "tüm bu anlattıklarının bir kadın saç teli kadar değeri yok" diyerek haykırdığı kısımdı. elektrik yemiş gibi oldum. bu arada ana karakterin kaygısız, vurdumduymaz halleri beni çok güldürdü niyeyse, belki kendime benzettim bilemiyorum, aynı aylak adam romanındaki gibi bir karakterdi.
devamını gör...
19.
özgün adı l'étranger olup albert camus tarafından yazılmış 1942 yılında yayımlanan eser; kitap 1957 yılında nobel edebiyat ödülü kazanmıştır.
yazarın bu ödülü trafik kazasında hayatını kaybetmeden önce almış olması sevindirici bir haber.
kitap hakkında konuşmamız gerekirse;
yazar yirminci yüzyıl insanının çekmiş olduğu yabancılığı huzurevinde kalan annesi ölen meursault adlı adam üzerinden anlatır.
burada biraz açmak gerekiyor, karakterin vâroluşunu ve dünyayı sorgulaması için vâroluşuna aracılık eden en önemli kişinin ölmesi gerekiyor, bu bir arkadaş, bir kuzen, bir sevgili olamaz, yokluğu anlamsızlığı sorgulamaya itecek en derin bağ kurduğumuz ve ölümü inanılmaz acı verecek kişilerin başında anne gelir, yazar karakterin annesini bu yüzden seçmiş olmalı.
karakterin yaşadığı yabancılık, annesinin ölümüne dahi hislerini yitirmiş bir insan olmak, absürdizm ve vâroluş olgusu, felsefik bir bakış açısı ile anlatılıyor denilebilir.
karakterin kitap boyu yabancılık çekmesi, yabâni olması, kimseye aidiyet duymaması, annesiz oluşun bile onda bir acı yaratmaması, yirminci yüzyıl insanının yabancılığını, toplumun küçük bir minyatürü olarak karakter üzerinden işleniyor gibi duruyor.
yitirme durumunu ve absürdizm algısını felsefik bir yaklaşımla ele alan müthiş bir başyapıttır.

bugün annem öldü, belki de dün, bilmiyorum.
yazarın bu ödülü trafik kazasında hayatını kaybetmeden önce almış olması sevindirici bir haber.
kitap hakkında konuşmamız gerekirse;
yazar yirminci yüzyıl insanının çekmiş olduğu yabancılığı huzurevinde kalan annesi ölen meursault adlı adam üzerinden anlatır.
burada biraz açmak gerekiyor, karakterin vâroluşunu ve dünyayı sorgulaması için vâroluşuna aracılık eden en önemli kişinin ölmesi gerekiyor, bu bir arkadaş, bir kuzen, bir sevgili olamaz, yokluğu anlamsızlığı sorgulamaya itecek en derin bağ kurduğumuz ve ölümü inanılmaz acı verecek kişilerin başında anne gelir, yazar karakterin annesini bu yüzden seçmiş olmalı.
karakterin yaşadığı yabancılık, annesinin ölümüne dahi hislerini yitirmiş bir insan olmak, absürdizm ve vâroluş olgusu, felsefik bir bakış açısı ile anlatılıyor denilebilir.
karakterin kitap boyu yabancılık çekmesi, yabâni olması, kimseye aidiyet duymaması, annesiz oluşun bile onda bir acı yaratmaması, yirminci yüzyıl insanının yabancılığını, toplumun küçük bir minyatürü olarak karakter üzerinden işleniyor gibi duruyor.
yitirme durumunu ve absürdizm algısını felsefik bir yaklaşımla ele alan müthiş bir başyapıttır.

bugün annem öldü, belki de dün, bilmiyorum.
devamını gör...
20.
bazı kitaplar anlatmak istediği temel meseleyi irdelemeden önce ilk cümlesiyle sizi bi tokatlar sonra da meseleyi en ince ayrıntısına kadar anlatıp sorgulatır. yabancı da tam olarak böyle bir kitaptır. meursault'un hayata dair boşvermişliğini, topluma ve kendisine ne denli yabancılaştığını kitabın ilk cümlesinden * zaten anlarsınız.
devamını gör...