takipten çıkan takipçi
fikri ve vicdanı hür yazardır; yolu açık kalemi keskin olsun.
bu işler hava sirkülasyonu gibi. sürekli olarak birileri hayatınızdan çıkarken yeni birileri hayatınıza giriyor. bazen ufak bir kırgınlık bazen görüş ayrılığı... sonuçta herkes kaldığı yerden devam ediyor. gerçek hayatın sözlük simülasyonu işte.
bu işler hava sirkülasyonu gibi. sürekli olarak birileri hayatınızdan çıkarken yeni birileri hayatınıza giriyor. bazen ufak bir kırgınlık bazen görüş ayrılığı... sonuçta herkes kaldığı yerden devam ediyor. gerçek hayatın sözlük simülasyonu işte.
devamını gör...
normal sözlük ocak devrimi
tam olarak 10 tanım girdiğim için anlık bir kalp kriziyle tekrar aranızdayım sevgili yazar dostlarım ve çaylak dostlarım.. hayırlı olsun swh
devamını gör...
dmo'nun açtığı enjektör ihalesindeki mantık hatası
devlet malzeme ofisi'nin açtığı 55 milyon enjektör alımı ihale ilanında ;
"ofis, malzemeyi dilediği istekliye vermekte tamamen serbesttir" maddesidir.
ihale yapmanın mantığı, en avantajlı teklife ihaleyi vererek kamu yararı oluşturmak olduğu için bu madde mantık hatası doğurmaktadır.
--- alıntı ---
covid-19 için çin'den gelen aşıların laboratuvar kontrolleri sürerken, bir taraftan da kitlesel aşılama için hazırlıklara devam ediliyor. bu kapsamda devlet malzeme ofisi (dmo), sağlık bakanlığı için 55 milyon adet aşı enjektörü alınacağını duyurdu. ihale ilanında "ofis, malzemeyi dilediği istekliye vermekte tamamen serbesttir" maddesi dikkat çekti. teklifler, 12 ocak günü en geç saat 12.00'ye kadar teslim edilecek.
--- alıntı ---
haber kaynağı
"ofis, malzemeyi dilediği istekliye vermekte tamamen serbesttir" maddesidir.
ihale yapmanın mantığı, en avantajlı teklife ihaleyi vererek kamu yararı oluşturmak olduğu için bu madde mantık hatası doğurmaktadır.
--- alıntı ---
covid-19 için çin'den gelen aşıların laboratuvar kontrolleri sürerken, bir taraftan da kitlesel aşılama için hazırlıklara devam ediliyor. bu kapsamda devlet malzeme ofisi (dmo), sağlık bakanlığı için 55 milyon adet aşı enjektörü alınacağını duyurdu. ihale ilanında "ofis, malzemeyi dilediği istekliye vermekte tamamen serbesttir" maddesi dikkat çekti. teklifler, 12 ocak günü en geç saat 12.00'ye kadar teslim edilecek.
--- alıntı ---
haber kaynağı
devamını gör...
ben herkesten farklıyım hissi
çocukluktan gelen bir histir bu. her çocuk farklı olduğunu düşünür. inanın, hep sorarız ya, hayatın amacı nedir diye. her çocuk bir kahraman olmak ister. biri belki astronot, biri öğretmen, biri doktor, biri bilim insanı, vb gibi mesleklerle birinin/birilerinin kahramanı olmak ister. herkesten farklı olduğuna, özel olduğuna ve hayata bir misyonla geldiğine inanır.
büyüyünce işler değişir tabi. hayalden gerçekliğe geçil yapar. ha , bu arada hayallerini gerçekleştiren var mıdır? vardır elbet. ama ne kadar hayallerini gerçekleştirse de, etrafına baktığında , aslında o kadar da farklı olmadığını farkeder. kendine özgü sandığı özellikleri, başkasında da görmeye başlar ki bu farkındalıktır.
ben ne zaman mı anladım? internetin yoğunlaşmasıyla. özellikle komik gelecek ama, bir ara ekşi sözlük’e dadanmıştım. yazmıyordum ama okuyordum sürekli. orada yaşanan olayları, yazarların hislerini ,kendime özgü sandığım bir çok şeyin aslında çok normal hatta sıradan olduğunu farkettim.
aslında hepimiz çok farklı değiliz ama yine de kendimize özgüyüz.
büyüyünce işler değişir tabi. hayalden gerçekliğe geçil yapar. ha , bu arada hayallerini gerçekleştiren var mıdır? vardır elbet. ama ne kadar hayallerini gerçekleştirse de, etrafına baktığında , aslında o kadar da farklı olmadığını farkeder. kendine özgü sandığı özellikleri, başkasında da görmeye başlar ki bu farkındalıktır.
ben ne zaman mı anladım? internetin yoğunlaşmasıyla. özellikle komik gelecek ama, bir ara ekşi sözlük’e dadanmıştım. yazmıyordum ama okuyordum sürekli. orada yaşanan olayları, yazarların hislerini ,kendime özgü sandığım bir çok şeyin aslında çok normal hatta sıradan olduğunu farkettim.
aslında hepimiz çok farklı değiliz ama yine de kendimize özgüyüz.
devamını gör...
dabbe
2005 yılında yapılmış dabbütül arzı konu alan bir adet korku filmi.
hasan karacadağ; yazmış, yapmış, yönetmiş birileri hani bana hani bana demiş mi bilmem fakat adamın beş parmağında beş marifet maşallah.
filmin kadrosunda; ümit acar, sabri tekinalp, kaan girgin, serdar özer, zeynep hasdal çolakoğlu, ebru aykaç, süha tok, serhat yiğit, fulya candemir, murat seviş bulunmaktadır.
dramdan sonra sevmediğim bir diğer tür olan korku, vah ki vah... ki ben bu filmi yine 2005 senesinde dershane ekibiyle beraber sinemada izlemiştim. yaklaşık 10, 15 kişilik kızlı erkekli bir gruptu. kimse kimsenin sevgilisi değil herkes ölümüne kankaydı ki evlenmeler başlayınca kankalıkta öldü.
efendim bizim grup çok ilginç bir gruptu herhafta sinemaya gider herhafta içimizden birinin seçtiği o filmi sevmesekte izlerdik. yahu filmden bir tutam bir şey anla nerede?
filmin o iğrenç fax sesi uzun bir süre geceleri aklıma geliyor ve uykumu engelliyordu. ben bizzat cinli minli filmlerden hiç haz etmem. bunu nasıl izledim hala anlamış değilim. sonra çıkanlara davet eden çok oldu ama gitmedim.
filmle ilgili elinde kuran sallayan bir adam hatırlıyorum kendileri bir adet cinle evliydi. yahu bir insan böyle şeyleri neden izler? bundan nasıl zevk alır anlamış değilim? işte zevk meselesi ben duygular yönünden hassas insanım kendime uzun süre gelemiyorum.
bir tür intihar vakaları dünya çapında artmaya başlamış ve ucu türkiye'ye kadar dayanmıştır. internet üzerinden yayılan bir mikrop gibidir dabbe'tül arz bulaştığını söker atar dünya hayatından.
o zamanın şartları ve yaşım gereği beni korlutmuştu şimdi izlesem ki izlemem durum aynı mi olur bilemem. bu türü sevenlere ve izleyenlere iyi seyirler efem...
hasan karacadağ; yazmış, yapmış, yönetmiş birileri hani bana hani bana demiş mi bilmem fakat adamın beş parmağında beş marifet maşallah.
filmin kadrosunda; ümit acar, sabri tekinalp, kaan girgin, serdar özer, zeynep hasdal çolakoğlu, ebru aykaç, süha tok, serhat yiğit, fulya candemir, murat seviş bulunmaktadır.
dramdan sonra sevmediğim bir diğer tür olan korku, vah ki vah... ki ben bu filmi yine 2005 senesinde dershane ekibiyle beraber sinemada izlemiştim. yaklaşık 10, 15 kişilik kızlı erkekli bir gruptu. kimse kimsenin sevgilisi değil herkes ölümüne kankaydı ki evlenmeler başlayınca kankalıkta öldü.
efendim bizim grup çok ilginç bir gruptu herhafta sinemaya gider herhafta içimizden birinin seçtiği o filmi sevmesekte izlerdik. yahu filmden bir tutam bir şey anla nerede?
filmin o iğrenç fax sesi uzun bir süre geceleri aklıma geliyor ve uykumu engelliyordu. ben bizzat cinli minli filmlerden hiç haz etmem. bunu nasıl izledim hala anlamış değilim. sonra çıkanlara davet eden çok oldu ama gitmedim.
filmle ilgili elinde kuran sallayan bir adam hatırlıyorum kendileri bir adet cinle evliydi. yahu bir insan böyle şeyleri neden izler? bundan nasıl zevk alır anlamış değilim? işte zevk meselesi ben duygular yönünden hassas insanım kendime uzun süre gelemiyorum.
bir tür intihar vakaları dünya çapında artmaya başlamış ve ucu türkiye'ye kadar dayanmıştır. internet üzerinden yayılan bir mikrop gibidir dabbe'tül arz bulaştığını söker atar dünya hayatından.
o zamanın şartları ve yaşım gereği beni korlutmuştu şimdi izlesem ki izlemem durum aynı mi olur bilemem. bu türü sevenlere ve izleyenlere iyi seyirler efem...
devamını gör...
ismet özel
"dilce susup
bedence konuşulan bir çağda
biliyorum kolay anlaşılmayacak
kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın
yanık yağda boğulan yapıların arasında
delirmek hakkını elde bulundurmak"
gibi unutulmaz dizelerin şairidir.
bedence konuşulan bir çağda
biliyorum kolay anlaşılmayacak
kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın
yanık yağda boğulan yapıların arasında
delirmek hakkını elde bulundurmak"
gibi unutulmaz dizelerin şairidir.
devamını gör...
kanal istanbul
konunun uzmanlarınca, yapıldığı halde istanbul' un su kaynaklarına büyük ölçüde zarar vereceği, beklenen deprem felaketinde avrupa yakasını yardım edilemez hale getireceği, boğazları tehlikeye atacağı ve bunun gibi hayati önem taşıyan daha onlarca tehlikesi olduğu açıklanmasına rağmen, iktidar tarafından, yapılması planlanan yerin çevresindeki arazilerin daha şimdiden katarlılara peşkeş çekildiğinin ortaya çıktığı rant projesi.
devamını gör...
öğretmenlerin yarım gün çalışıp 3 ay tatil yapması
öğretmen olsaydınız o zaman?
devamını gör...
rte'yi sevmeyip köprüsünü tünelini kullanan tip
kendi verdiğim vergi ile yapılan her şeyi severek kullanırım. malum şahıs tutup cebinden mi vermiş de böyle saçma başlık açılmış.
devamını gör...
beğeni almayınca egonun incinmesi
ard arda 8-9 tanımımın beğeni almadığını fark etmem sonucu hissettiğim duygu durumu.
keza bu bir ilk oluyor, hayatımda ilk defa balonumun söndürüldüğünü düşünüyorum. size alındığımdan veya gücendiğimden de değil bu arada. belli ki ben kaliteyi düşürmüş, okuyucunun ilgisini çekememiş ve yaratıcı tanımlar girememişim. o yüzden kızdığım kişi, sadece ve sadece kendimdir. hay kafama s*çayım, çalıştır ulan saksıyı!
keza bu bir ilk oluyor, hayatımda ilk defa balonumun söndürüldüğünü düşünüyorum. size alındığımdan veya gücendiğimden de değil bu arada. belli ki ben kaliteyi düşürmüş, okuyucunun ilgisini çekememiş ve yaratıcı tanımlar girememişim. o yüzden kızdığım kişi, sadece ve sadece kendimdir. hay kafama s*çayım, çalıştır ulan saksıyı!
devamını gör...
mortaks: yazının dört mevsimi
yalnızlık evi
saatine baktı. evet, vakit gelmişti. veda etmeye hazırlandı. çiçeklerini bir güzel sulamıştı, o yokken bir süre idare eder ve solmazlardı. en sevdiği çiçeği, yani orkidesini, aldı karşısına. konuştu onunla son kez. okşadı yapraklarını, sevdi mor çiçeklerini...
kalktı sonra mutfağa yöneldi. bütün bulaşıkları yıkamış ve hepsini yerleştirmişti. her gün olduğu gibi... buzdolabında bozulacak bir yiyecek bırakmamıştı. yalnız bir yemek dışında. asla gelmeyeceğini bilse de belki bu akşam 'o' gelirse aç kalmasın diye o'nun en sevdiği yemeği yapmıştı. patates kızartması bir insanın en sevdiği yemek olabilirdi pekâlâ.
salona geçti. televizyonda en sevdiği dizi yeni başlamıştı. oturdu, bir süre sakince izledi. sonra televizyonda onun adını duydu ansızın, gözleri doldu. 'hayır' dedi kendi kendine 'hayır, ağlamak yok artık.' cansız gözlerle izlemeye devam etti. artık o dizi bile onu güldüremiyordu. her gece olduğu gibi dün gece de yine doğru düzgün uyuyamamıştı. gözleri yavaş yavaş kapanırken aklında güzel bir düş vardı. yarım saat kadar sonra sıçrayarak uyandı. bir an nerede olduğunu hatırlayamadı. sonra anılar bir bir geri geldi ve sıyrıldı o düş bataklığından.
dışarıda çocukların seslerini duydu ve cama gitti. izledi onları. kendi çocukluğu aklına geldi. acı bir tebessüm etti. elini yanağına dayadı ve bir süre de onları seyretti. yakalamaca oynuyorlardı. sonra biri düştü ve ağlamaya başladı. bir diğeri hemen yanına koştu ve teselli etti. dizi yaralanmıştı. hep beraber alıp götürdüler onu. sokak eski sessizliğine bürünmüştü şimdi.
gözleri yeri buldu. bir karınca gördü. vakti boldu nasıl olsa. bu sefer de onu izlemeye başladı. 'yaşam mücadelesi budur' diye düşündü kendi kendine. çalışkan ve bir o kadar da güçlü karıncalar... küçükler belki ama yolları fazla uzun olsa da onlar hiç yılmadan giderlerdi yuvalarına. ama sanki bu karınca yolunu kaybetmişti yoksa niye onun evinde olacaktı ki. burada bir karınca yuvası yoktu bildiği kadarıyla. nitekim karınca da dört dönüp duruyordu. galiba gerçekten de yolunu kaybetmişti. öldürmek istemedi ama evinde de olamazdı. bir kağıdın üstüne aldı karıncayı ve dışarıya bıraktı. artık o karınca koskoca dünyada yalnızdı. tıpkı kendisi gibi. yolunu kaybetmiş, evini kaybetmişti. o karıncanın hislerini çok iyi anladı. ama karınca ondan daha mücadeleciydi. belki de evini bulurdu. ona iyi temennilerde bulundu.
sonra odasına gitti. yatağını bir güzel düzeltmiş, eşyalarını düzenlemişti. evde tek bir şey dışında her şey kusursuzdu: banyodaki musluk sürekli akıtıyordu. bir türlü yaptıramamıştı. ama artık bir önemi de kalmamıştı. kendisini sürekli rahatsız eden bu şıp sesleri bu sefer ona bir ninni gibi geldi. banyonun önüne çöktü, gözlerini kapattı ve dinledi. her bir damla ile ruhu temizlendi. zihni boşaldı. huzurlu hissetti. o su gibi akıp gittiğini hayal etti. sahi, bir su damlası olsaydı, kardeşleriyle beraber yüzseydi o zaman da yalnız hisseder miydi? yalnızlık tek başına olmak değildi de kalabalıklar içinde tek olmak mıydı? tek başına olmayı yalnızlık olarak görmüyordu. ona göre yalnızlık etrafında birçok insan olmasına rağmen yine de kendini oraya ait hissedememekti. kimsenin onu anlamamasıydı. arkadaşlarla gülüp eğlenmek kolaydı. zor olan onlara kendini anlatmaktı. o da çareyi dışarıda aramayı mantıksız buluyordu zaten. insan kendi kendini iyileştirmeliydi. çünkü kendisini en iyi o bilirdi. o zaman çözümü de içeride bulabilirdi. lakin çabaları hep boşa çıkmıştı. kendi içinde hallettiğini düşündüğü sorunlar sadece bir süreliğine yok olmuş gibi görünüp tam iyi olacakken yine ortaya çıkmışlardı. yavaş yavaş yukarı doğru çıktığını düşünse de her seferinde biraz daha dibe batıyordu. tutunacak o el kendi eli de değilse o zaman kimin eliydi? işte bu soru kafasında belki de binlerce kez yankılanmış ama cevapsız kalmış bir soruydu. tıpkı diğer birçok soru gibi. belki de sorular çözülmek için değil de düşünmek içindi...
tekrardan saatine baktı. vakit artık çok geçti. vedasını edemedi. aylardır her gün edemediği gibi. onu buraya bağlayan neydi? neden bir türlü gidemiyordu. neye veda etmeyi unutuyordu. oysaki o güzel sözlerle dolu mektubu bile hazırdı. masanın üstünde 3 sayfalık bir iç döküş duruyordu işte ama olmuyordu. ayağa kalktı başı önünde ve bakışları yerde...
arkasını dönmüştü ki bir ses duydu. adım sesleri... olduğu yerde mıhlanıp kaldı. zilin sesini duydu. başını yavaşça kaldırdı. bu sesler çok tanıdıktı. gerçek olabilir miydi bu? gelmiş olabilir miydi? yalnızlık evini yıkmaya mı gelmişti, yoksa onunla beraber yaşamaya mı? zil tekrar çaldı. bu sefer daha ısrarcı bir şekilde... birisi adını seslendi. bağırdı: "oradasın biliyorum, nolur aç kapıyı."
kapıya doğru dönmüştü şimdi. kalp atışları hızlanmıştı. hızla soluk alıp vermeye başladı. evet, gerçekten de oydu. fakat niye bu kadar geç kalmıştı? niye daha önce gelmemişti? ya bu sefer gerçekten yapsaydı, her gün yapamadığı şeyi. ya bu sefer gerçekten yapsaydı...
zil artık durmadan çalınıyor, bir yandan da kapı, kırılacak gibi delice yumruklanıyordu. bir an soluğu kesilmiş gibi hissetti. belki de aylardan beri ilk defa gerçekten nefes alıyordu. bilemedi. koştu ve kapıyı açtı. ikisi de kısa bir süre şaşkın şaşkın birbirlerine baktılar. o saniyelerde öyle şeyler düşündü ki. bütün o umutsuz anları. bütün o yalnızlıkları. bu dünyadaki tek oluşları... artık bitmişti. 'o' biraz daha gecikse çok geç olabilirdi belki. o kısa anda yalnızlığın bedenini terk ettiğini, en azından artık yalnızlığını paylaştığını, yalnızlık evinde çift kişi olduklarını hissetti. tek değildi. hayır, hayır hiçbir zaman tek değildi. bu yüzden veda edememişti bir türlü. çünkü aslında bunu istememişti. hep onu beklemişti. her gün aynı vedayı etmiş ama bir türlü gidememişti. şimdi anlıyordu. o, dünyaya veda etse de o'na veda edemezdi.
saniyeler sonra atıldılar ikisi de. sarıldılar birbirlerine. gözlerinden yaşlar akıyordu ikisinin de. zor olmuştu onlar için. uzun uzun sarıldılar. öpüştüler, koklaştılar. özleşmişlerdi. bundan sonra ne olur artık bir önemi yoktu. beraberlerdi. işte asıl önemli olan buydu. yaptığı yemek bu sefer boşa gitmemişti. bu sefer birisi de onunla birlikte yiyecekti ve o yemek bitecekti. baktı gözlerine, içinde kendini buldu. kaybettiği benliğini... "hoş geldin" dedi. "aç mısın? en sevdiğin yemeği yaptım. gel oturalım da hasret giderelim. konuşacak çok konu var." bunları söylerken gülümsüyordu. ama gözleri daha çok gülüyordu. 'o' da gülümsedi, elini tuttu ve mutfağa doğru yürümeye başladılar...
edit: herkese merhaba bayramınız güzel geçiyordur umarımm. bu aralar yazdığım kısa hikayeyi paylaşmak istedim. içinde benim hislerimi barındaran ve eminim sizin de kendinizden bir parça bulacağınız bu kısa hikayemi umarım beğenmişsinizdir. şimdilik yeni bir hikayede görüşene kadar kendinize çook iyi bakın efendim*.
saatine baktı. evet, vakit gelmişti. veda etmeye hazırlandı. çiçeklerini bir güzel sulamıştı, o yokken bir süre idare eder ve solmazlardı. en sevdiği çiçeği, yani orkidesini, aldı karşısına. konuştu onunla son kez. okşadı yapraklarını, sevdi mor çiçeklerini...
kalktı sonra mutfağa yöneldi. bütün bulaşıkları yıkamış ve hepsini yerleştirmişti. her gün olduğu gibi... buzdolabında bozulacak bir yiyecek bırakmamıştı. yalnız bir yemek dışında. asla gelmeyeceğini bilse de belki bu akşam 'o' gelirse aç kalmasın diye o'nun en sevdiği yemeği yapmıştı. patates kızartması bir insanın en sevdiği yemek olabilirdi pekâlâ.
salona geçti. televizyonda en sevdiği dizi yeni başlamıştı. oturdu, bir süre sakince izledi. sonra televizyonda onun adını duydu ansızın, gözleri doldu. 'hayır' dedi kendi kendine 'hayır, ağlamak yok artık.' cansız gözlerle izlemeye devam etti. artık o dizi bile onu güldüremiyordu. her gece olduğu gibi dün gece de yine doğru düzgün uyuyamamıştı. gözleri yavaş yavaş kapanırken aklında güzel bir düş vardı. yarım saat kadar sonra sıçrayarak uyandı. bir an nerede olduğunu hatırlayamadı. sonra anılar bir bir geri geldi ve sıyrıldı o düş bataklığından.
dışarıda çocukların seslerini duydu ve cama gitti. izledi onları. kendi çocukluğu aklına geldi. acı bir tebessüm etti. elini yanağına dayadı ve bir süre de onları seyretti. yakalamaca oynuyorlardı. sonra biri düştü ve ağlamaya başladı. bir diğeri hemen yanına koştu ve teselli etti. dizi yaralanmıştı. hep beraber alıp götürdüler onu. sokak eski sessizliğine bürünmüştü şimdi.
gözleri yeri buldu. bir karınca gördü. vakti boldu nasıl olsa. bu sefer de onu izlemeye başladı. 'yaşam mücadelesi budur' diye düşündü kendi kendine. çalışkan ve bir o kadar da güçlü karıncalar... küçükler belki ama yolları fazla uzun olsa da onlar hiç yılmadan giderlerdi yuvalarına. ama sanki bu karınca yolunu kaybetmişti yoksa niye onun evinde olacaktı ki. burada bir karınca yuvası yoktu bildiği kadarıyla. nitekim karınca da dört dönüp duruyordu. galiba gerçekten de yolunu kaybetmişti. öldürmek istemedi ama evinde de olamazdı. bir kağıdın üstüne aldı karıncayı ve dışarıya bıraktı. artık o karınca koskoca dünyada yalnızdı. tıpkı kendisi gibi. yolunu kaybetmiş, evini kaybetmişti. o karıncanın hislerini çok iyi anladı. ama karınca ondan daha mücadeleciydi. belki de evini bulurdu. ona iyi temennilerde bulundu.
sonra odasına gitti. yatağını bir güzel düzeltmiş, eşyalarını düzenlemişti. evde tek bir şey dışında her şey kusursuzdu: banyodaki musluk sürekli akıtıyordu. bir türlü yaptıramamıştı. ama artık bir önemi de kalmamıştı. kendisini sürekli rahatsız eden bu şıp sesleri bu sefer ona bir ninni gibi geldi. banyonun önüne çöktü, gözlerini kapattı ve dinledi. her bir damla ile ruhu temizlendi. zihni boşaldı. huzurlu hissetti. o su gibi akıp gittiğini hayal etti. sahi, bir su damlası olsaydı, kardeşleriyle beraber yüzseydi o zaman da yalnız hisseder miydi? yalnızlık tek başına olmak değildi de kalabalıklar içinde tek olmak mıydı? tek başına olmayı yalnızlık olarak görmüyordu. ona göre yalnızlık etrafında birçok insan olmasına rağmen yine de kendini oraya ait hissedememekti. kimsenin onu anlamamasıydı. arkadaşlarla gülüp eğlenmek kolaydı. zor olan onlara kendini anlatmaktı. o da çareyi dışarıda aramayı mantıksız buluyordu zaten. insan kendi kendini iyileştirmeliydi. çünkü kendisini en iyi o bilirdi. o zaman çözümü de içeride bulabilirdi. lakin çabaları hep boşa çıkmıştı. kendi içinde hallettiğini düşündüğü sorunlar sadece bir süreliğine yok olmuş gibi görünüp tam iyi olacakken yine ortaya çıkmışlardı. yavaş yavaş yukarı doğru çıktığını düşünse de her seferinde biraz daha dibe batıyordu. tutunacak o el kendi eli de değilse o zaman kimin eliydi? işte bu soru kafasında belki de binlerce kez yankılanmış ama cevapsız kalmış bir soruydu. tıpkı diğer birçok soru gibi. belki de sorular çözülmek için değil de düşünmek içindi...
tekrardan saatine baktı. vakit artık çok geçti. vedasını edemedi. aylardır her gün edemediği gibi. onu buraya bağlayan neydi? neden bir türlü gidemiyordu. neye veda etmeyi unutuyordu. oysaki o güzel sözlerle dolu mektubu bile hazırdı. masanın üstünde 3 sayfalık bir iç döküş duruyordu işte ama olmuyordu. ayağa kalktı başı önünde ve bakışları yerde...
arkasını dönmüştü ki bir ses duydu. adım sesleri... olduğu yerde mıhlanıp kaldı. zilin sesini duydu. başını yavaşça kaldırdı. bu sesler çok tanıdıktı. gerçek olabilir miydi bu? gelmiş olabilir miydi? yalnızlık evini yıkmaya mı gelmişti, yoksa onunla beraber yaşamaya mı? zil tekrar çaldı. bu sefer daha ısrarcı bir şekilde... birisi adını seslendi. bağırdı: "oradasın biliyorum, nolur aç kapıyı."
kapıya doğru dönmüştü şimdi. kalp atışları hızlanmıştı. hızla soluk alıp vermeye başladı. evet, gerçekten de oydu. fakat niye bu kadar geç kalmıştı? niye daha önce gelmemişti? ya bu sefer gerçekten yapsaydı, her gün yapamadığı şeyi. ya bu sefer gerçekten yapsaydı...
zil artık durmadan çalınıyor, bir yandan da kapı, kırılacak gibi delice yumruklanıyordu. bir an soluğu kesilmiş gibi hissetti. belki de aylardan beri ilk defa gerçekten nefes alıyordu. bilemedi. koştu ve kapıyı açtı. ikisi de kısa bir süre şaşkın şaşkın birbirlerine baktılar. o saniyelerde öyle şeyler düşündü ki. bütün o umutsuz anları. bütün o yalnızlıkları. bu dünyadaki tek oluşları... artık bitmişti. 'o' biraz daha gecikse çok geç olabilirdi belki. o kısa anda yalnızlığın bedenini terk ettiğini, en azından artık yalnızlığını paylaştığını, yalnızlık evinde çift kişi olduklarını hissetti. tek değildi. hayır, hayır hiçbir zaman tek değildi. bu yüzden veda edememişti bir türlü. çünkü aslında bunu istememişti. hep onu beklemişti. her gün aynı vedayı etmiş ama bir türlü gidememişti. şimdi anlıyordu. o, dünyaya veda etse de o'na veda edemezdi.
saniyeler sonra atıldılar ikisi de. sarıldılar birbirlerine. gözlerinden yaşlar akıyordu ikisinin de. zor olmuştu onlar için. uzun uzun sarıldılar. öpüştüler, koklaştılar. özleşmişlerdi. bundan sonra ne olur artık bir önemi yoktu. beraberlerdi. işte asıl önemli olan buydu. yaptığı yemek bu sefer boşa gitmemişti. bu sefer birisi de onunla birlikte yiyecekti ve o yemek bitecekti. baktı gözlerine, içinde kendini buldu. kaybettiği benliğini... "hoş geldin" dedi. "aç mısın? en sevdiğin yemeği yaptım. gel oturalım da hasret giderelim. konuşacak çok konu var." bunları söylerken gülümsüyordu. ama gözleri daha çok gülüyordu. 'o' da gülümsedi, elini tuttu ve mutfağa doğru yürümeye başladılar...
edit: herkese merhaba bayramınız güzel geçiyordur umarımm. bu aralar yazdığım kısa hikayeyi paylaşmak istedim. içinde benim hislerimi barındaran ve eminim sizin de kendinizden bir parça bulacağınız bu kısa hikayemi umarım beğenmişsinizdir. şimdilik yeni bir hikayede görüşene kadar kendinize çook iyi bakın efendim*.
devamını gör...
yazarların koleksiyonunu yaptığı şeyler
plak.
devamını gör...
kadınları anlamak
en az erkekleri anlamak kadar namümkün olan durum.
devamını gör...
evcil hayvan sahiplendiğinizde ailenizi nasıl ikna ettiniz sorunsalı
beni bile kabul ettiler, kedi kolay diyip götürmüştüm. kimse bu ne diye sormadı. sanki 10 yıldır bizle büyümüş.*
devamını gör...
yürümekten keyif alınan yollar
kapalıçarşı'dan başlayıp tahtakale ve sirkeci'den geçip eminönü'ne, oradan karaköy'e doğru uzamak. karaköy'den ya yürüyerek istiklal'e çıkmak ya da kabataş'a kadar yürümek.
devamını gör...
doğmuş olmanın sakıncası üstüne
emile mihai cioran / emil michel cioran'ın on iki bölüme ayrılmış, çoğu bir veya birkaç cümleden oluşan düşünce, anlatı, tespit, eleştirilerinin bir araya geldiği ve tabii ki bunlarla sınırlamamın mümkün olmayacağı kitap.
hayatı bu kadar basit ve kabullenilir biçimde anlatabilen birinin seslendiği yere şaşmamak lazım. bir dolu mürekkep hokkası ve bulaşını durmadan derinleştiriyor. yazarken yazar rolü üstlenmeden nasıl yazıyor? iz yok. olsa rafa kaldırmak kolaydı. neyse ki ne istediğimin hiçbir kıymeti yok ve bu kitaptan okurken varlığım veya var olmayışım bir mengeneye sıkışıyor. huysuz. fal bakar gibi her gün bir cümle okumayı yeğlerdim ama tutkal gibi yapıştım. çık çık çık çık çık. git git git git. in in in in. anla-anlama-anlayama-anla-anlama-anlaşılma-anlaşılamama-anlaşma-anlaşmama-anlama. önce çıkmak için çabaladığın yere dönüyorsun. ne fark ederdi?
hayatı bu kadar basit ve kabullenilir biçimde anlatabilen birinin seslendiği yere şaşmamak lazım. bir dolu mürekkep hokkası ve bulaşını durmadan derinleştiriyor. yazarken yazar rolü üstlenmeden nasıl yazıyor? iz yok. olsa rafa kaldırmak kolaydı. neyse ki ne istediğimin hiçbir kıymeti yok ve bu kitaptan okurken varlığım veya var olmayışım bir mengeneye sıkışıyor. huysuz. fal bakar gibi her gün bir cümle okumayı yeğlerdim ama tutkal gibi yapıştım. çık çık çık çık çık. git git git git. in in in in. anla-anlama-anlayama-anla-anlama-anlaşılma-anlaşılamama-anlaşma-anlaşmama-anlama. önce çıkmak için çabaladığın yere dönüyorsun. ne fark ederdi?
devamını gör...
hardal
1976 yılında kurulmuş türk rock grubu.
grup üyeleri:
şükrü yüksel – vokal, gitar, klavye (1976-1984, 1994-2000)
aydın şencan – geri vokal, bas gitar (1976-1984, 1994-2000)
cahit kukul – back vokal, gitar (1976-1984, 1994-2000)
sedat avcı – davul (1976-1984, 1994-2000)
özkan turgay – klavye (1976-1984, 1994-2000)
çıkardıkları albümler:
nasıl? ne zaman? (1978)
nereden nereye! (1983)
yeniden doğuş (1999)
grup üyeleri:
şükrü yüksel – vokal, gitar, klavye (1976-1984, 1994-2000)
aydın şencan – geri vokal, bas gitar (1976-1984, 1994-2000)
cahit kukul – back vokal, gitar (1976-1984, 1994-2000)
sedat avcı – davul (1976-1984, 1994-2000)
özkan turgay – klavye (1976-1984, 1994-2000)
çıkardıkları albümler:
nasıl? ne zaman? (1978)
nereden nereye! (1983)
yeniden doğuş (1999)
devamını gör...
kale'm
dirilin dedi, iskeletinizden
üşüdüğünüz adımlarla ısınacak içiniz
karalama defteri ruhun kabuğu
ve mümkün değil incitmeden
sözcüklere bölmek renkleri
gerçeğin kanatları altında -zaman
uyunmuyor
herkes kendi adını biriktiriyor kum saatine
göğün gözünde herkes -bir
damla
kan
ve okşanmak için
değil
duvarlar
duymuyorsan gerçek olanı
senden bir ân değil sesin
ân ile bütün
değil
kalbim dinamit kuyusu*
biliciler yazıyor buzdan pençeleriyle tarihi
yirmi birinci yüzyılda -hâlâ
mürekkep yerine kan
ve en büyük güç boğazına kadar para
-her şey normalmiş taklidi yapılıyor…
burası görüntüler dünyası,
bugün ne giymese acaba küçük kızlar?
paravanlara voltaj yüklense biraz
aşık olabilirdi ev’siz birine altın prenses!
küçük adamlar sivriltip dişlerini
kimin büyük, güzel düşlerini ısırmasa…
olur mu büyük patronun gözüne girmemek!
incitmeden
yazmak kalemi
mümkün mü? -
penceremde güvercin masalları
rapunzel değilim, diyorum
göz içinde aynalar…
tanrı’m, ver bana ayaklarımı!
uzun bir yürüyüş için…
bağlaçsız gülümseyelim
hiçbir şey
normal
değil
kuyruklu bir yıldızdan düşmüş
-tüm
paramparça çocukların
göğsünde
sabahlıyorum
içimden
damla damla su
yürüyor…
sis’li geçmiş yüzümün ardı
dört duvar arası çelimsiz rüzgârlar
alnını güneşe dayamış
melankolik bir bulut
parmak uçlarımda
otuz yıl oldu öleli
doğumumu bekliyorum
kaç deniz sığar küçücük bir balığa,
bilmiyorum.
hangi fırtına göğü içinde
susar
başucunda melekler…
cennetin kokusuyla
dirilir kalbin
bir geceye, bir güne
kendi etrafında dönerken
her gün başka -uyanıyor ateş
su başka…
yedinci dem şiiri.
*şiiri yazarken şiirde geçen bu dizenin ahmed arif'in bir şiirinin adı olduğundan bihaberdim.
üşüdüğünüz adımlarla ısınacak içiniz
karalama defteri ruhun kabuğu
ve mümkün değil incitmeden
sözcüklere bölmek renkleri
gerçeğin kanatları altında -zaman
uyunmuyor
herkes kendi adını biriktiriyor kum saatine
göğün gözünde herkes -bir
damla
kan
ve okşanmak için
değil
duvarlar
duymuyorsan gerçek olanı
senden bir ân değil sesin
ân ile bütün
değil
kalbim dinamit kuyusu*
biliciler yazıyor buzdan pençeleriyle tarihi
yirmi birinci yüzyılda -hâlâ
mürekkep yerine kan
ve en büyük güç boğazına kadar para
-her şey normalmiş taklidi yapılıyor…
burası görüntüler dünyası,
bugün ne giymese acaba küçük kızlar?
paravanlara voltaj yüklense biraz
aşık olabilirdi ev’siz birine altın prenses!
küçük adamlar sivriltip dişlerini
kimin büyük, güzel düşlerini ısırmasa…
olur mu büyük patronun gözüne girmemek!
incitmeden
yazmak kalemi
mümkün mü? -
penceremde güvercin masalları
rapunzel değilim, diyorum
göz içinde aynalar…
tanrı’m, ver bana ayaklarımı!
uzun bir yürüyüş için…
bağlaçsız gülümseyelim
hiçbir şey
normal
değil
kuyruklu bir yıldızdan düşmüş
-tüm
paramparça çocukların
göğsünde
sabahlıyorum
içimden
damla damla su
yürüyor…
sis’li geçmiş yüzümün ardı
dört duvar arası çelimsiz rüzgârlar
alnını güneşe dayamış
melankolik bir bulut
parmak uçlarımda
otuz yıl oldu öleli
doğumumu bekliyorum
kaç deniz sığar küçücük bir balığa,
bilmiyorum.
hangi fırtına göğü içinde
susar
başucunda melekler…
cennetin kokusuyla
dirilir kalbin
bir geceye, bir güne
kendi etrafında dönerken
her gün başka -uyanıyor ateş
su başka…
yedinci dem şiiri.
*şiiri yazarken şiirde geçen bu dizenin ahmed arif'in bir şiirinin adı olduğundan bihaberdim.
devamını gör...
al yak bir sigara ben de efkarlandım diyen psikolog
muhtemelen tam kapanma kararını duymuş olan ve kendi de ne yapacağını bilmeyen psikologdur.
devamını gör...
17 haziran 2021 hdp izmir il binasına yapılan saldırı
yakın tarihi biraz hatırlayan herkesin, alt metnini çok iyi okuduğu korkunç eylem.
çok öfkeliyim, hem de çok. terörist dediğiniz hdp mi daha terörist, yoksa siz mi?
hayattan kopardığınız o masum kadının yaşayamadığı her bir saniyenin hesabını vereceksiniz. kanlı elleriniz, kanlı iktidarınız yerin dibine girsin.
çok öfkeliyim, hem de çok. terörist dediğiniz hdp mi daha terörist, yoksa siz mi?
hayattan kopardığınız o masum kadının yaşayamadığı her bir saniyenin hesabını vereceksiniz. kanlı elleriniz, kanlı iktidarınız yerin dibine girsin.
devamını gör...