toplumcu gerçekçi şiirin büyük ustalarındandır enver gökçe. hakkında hiç yazılmaması beni oldukça şaşırttı. yalnızca şair demek doğru olmaz elbette, kendisi aynı zamanda yazar ve çevirmendi. sanatını toplumdan ayrı tutmamış, dizelerinde ustaca aktarmıştır gördüğünü. ne yazık, birçokları gibi unutulmuş ve anlaşılmadan ölüp gitmiş.

nihat behram'ın kaleminden enver gökçe:

--- alıntı ---

yok edilmiş bir halk cevheri: enver gökçe

(bu yazı 30 yıl önce, gökçe’nin ölüm haberini aldığım kanlı, karanlık 12 eylül günlerinde sürgünde yazdığım ve ancak ölümünün 5. yılında almanya’da yayınlayabildiğim bir yazıdır. ölümünün 30. yılında enver ağabeyi saygıyla anarak...)

shekespeare, “belki kaderimi değiştiremem, fakat aklıma yatmayan şeylere de boyun eğecek değilim!” demişti. akla yatmayan şeylere boyun eğmemek, ‘kader’ diye nitelenen şeye başkaldırının kendisidir zeten. enver gökçe’nin acılar denizi olan hayatını düşünürken hep onun bu sözü dolaştı içimde: “hey benim karasevdam, kalleş kaderim!”

neydi e. gökçe’nin ‘karasevdam’ dediği şey? bıraktığı bir kitapçık şiirin ve acı yaşam öyküsünün her dizesinde, her anında açıkça görülüyor ki, halkına, yurduna sonsuz bir tutkuyla bağlıydı. halkının mutluluğu uğrunda her türden belaya ‘hoş geldin!’ dediği bir tutkuydu bu. kısaca, bir karasevdaydı halk deyimiyle. ve sevdası ve sevdasındaki kararlılığı ve kararlılığındaki direnci ‘kaderini’ çizmişti. kalleşçe çizmişti hem de. bütün dizelerinde kolayca görünüyor ki, aklına yatmayan bu kadere başkaldırısında karasevdası gibi kararlıydı.

enver gökçe, yazık ki yok edilmiş bir halk cevheridir. şiir dolu yüreği açmadan soldurulmuş bir çiçek gibidir. meyveye duracakken yolunmuş bir tomurcuk gibidir. daha çağlasında kırılmış bir dal gibidir. zehirlenmiş bir akarsu, yakılmış bir orman, ana rahminde öldürülmüş bir çocucuk gibidir. bala durmuş bir kovanın arıları nasıl dağıtılmışsa, öylece ziyan edilmiştir bu halk cevheri.

bir düzen ki, köylüsünü, işçisini, gençliğini kırbaç altında tutuyor... aynı günlerde gökçe’yi de hücrelere koymuşlar, zincirlere vurmuşlar. bir düzen ki, ahtapot gibi kollarıyla halkın kanını emiyor... aynı günlerde gökçe’yi de bir dilim ekmeğe muhtaç etmiştir.

ilk gençlik günlerinden, düşkünler evinde yoksulluk içinde öldüğü güne dek hayatının her anında teniyle, yüreğiyle acılarına ortak olmuş halkının. yani karasevdası kalleş kaderi olmuş!

enver gökçe, her şeyden önce onurlu bir hayat bıraktı geriye. acının iğnesi ipliğiyle dokunmuş onurlu bir hayat. bıraktığı şiirler bir elin parmakları, bir kitapçığın sayfalarıyla sayılacak denli az. az fakat her satırında yaşadığı acı denizinin destanı gizlidir. her satırı halkına duyduğu karasevdanın ışığıyla yazılmıştır. her satırı kalleş kaderine başkaldırının hıncıyla yazılmıştır. gökçe’nin şiirleri, katliamlardan kurtulmuş bir çocuk gibidir: her şeyi anlatan bakışlarıyla usul usul büyür. hıncını, öfkesini büyütür. sevdasını, dileğini büyütür. hesap sorulsun diye büyütür.

büyük kente geldiği ilk gençlik günlerinde halkın kültür hazinesi uçsuz bucaksız bir deniz gibiydi onun için. üniversite eğitimini de bu konuda seçmişti. gerek öğrencilik döneminde gerekse sonraki yıllarında köy köy dolaştığı türkiye’de halk türküleri, halk sanatı içinde yoğruldu. üniversite bitirme tezi olarak ‘egin türküleri’ üstünde çalıştı. o dönemde halk kültürüne karşı düşmanca bir anlayış egemendi. büyük halk kültürü bilgini pertev naili boratav’ın üniversite kürsüsü lağv edilmişti. tıpkı kültürü gibi, halkın acılarıyla ilgilenenlerin de peşini bela bırakmıyordu.

gökçe’nin halk kültürüne olan derin tutkusu halkının acılarına duyduğu öfkeyle pekişti. bu birlikten gökçe şiiri doğdu. gökçe’nin şiiri bir halk danteli gibidir. şiirine dantel gibi işlediği türkiye’yi en ince güzelliklerine, en ince özelliklerine dek tanıyordu: “böğürtlen / köklerinden / yayla / çiçeklerinden / ve de / yarpuzlardan / pırıl / pırıl / cam gibi / serin / sulardan / doğar / çemişgezek / suyu.”

derin inceliklerine dek soluduğu bu tanışmayı, o doğanın üstündeki insanlarla olan tanışmasıyla pekiştirmişti: “ ve / yamada / allı / pullu / beyaz / peştemallı / başörtülü / üç / etekli / kadınlar / kimi / göbek / toplar / kimi / madımak / ve / keban / ile / elazığın / arası / un / uçmaz / kepek / kaçmaz / viranler / var...”

halkıyla bu tanışması sıradan bir tanışma değildi. onun görüntülerini acı gerçeğiyle tanımlıyordu: “sırtımda / alaca / mintan / boynumda / yazma / afilli / kasketim / düşmüş / yere / ayağımda / kar / kabar / ayağımda / soğuk / kuyu / lastiği / boynu / buruk / kalmışım / böyle / ah / len / ah.”

ve bu sentezi toplumcu gerçekçi sanat anlayışının ölçüleriyle bilincin danteline işliyordu: “anamız birdir, aynı memeden emmişiz dostlar / sizlerle beraber herk ettik toprağı / beraber yattık hapiste, beraber teskere aldık / ve maniler yaktık hasret için / gülemediysek de boş verdik beraber... / halay mı çekmedik kol kola / horon mu tepmedik diz dize / cepken mi vermedik rüzgâra? / koyun koyuna yattık toprak duvarlarda / sıtmayla, sığırla, davarlarla... / daha da yatarız dostlarım daha da... / gün gelirse eğer / halay söyler, türkü söyler gibi yan yana / mavzer mavzere verip de / düşmana kurşun da atarız / sizlere kanım kaynıyor, yabancı değilsiniz bana...”

halkı her ulustan, her inançtan insanlar bütünlüğü içinde tanıyordu. gökçe’nin halk olgusuna bakışındaki bu boyutun örneği türkiye sanat dünyasında çok azdır: “ ve / kürtler / aleviler / çingeneler / yaşar / toprak / damlar / ve / çadırlarda...külli / topraksız / killi / arkasız / ve / horlanmış”

duygu, düşünce ve gözlemleriyle, doğasıyla, yaşamıyla tanışı olduğu halkı işlerken, sanatına çıkış noktasını da zengin halk kültürünün kaynağından alıyor, kaynağın damarlarından besliyordu. halk efsaneleri, masalları, türküleri, manileri, gökçe şiirinin rengini, tadını veriyordu: “zaman akar, zaman geçer / zaman zindan içinde / biz mapusta gürül gürül yatardık / yılan çıyan içinde / getirdiler ite kaka bir yiğit / ayak çıplak / ak bir mintan içinde / zaman zaman içinde / işık duman içinde...”

halk masallarının ‘masal başlangıcı’ ölçüleriyle yazılmış bu şiirde görülen biçim yani halk kültüründen esinlenme gökçe’nin tüm şiirlerinde değişik tadlarla kendini hissettirir. bu biçimin özüne işlediği devrimci düşünce, halkın güncel acılarından, çağsal boyutlara kadar bir yelpaze oluşturur şiirinde: “kore dağlarında tabakam kaldı”... acısını türküsüne ‘bayburt dağlarında mendilim kaldı’ diye işleyen bir halka, gökçe’nin şiirindeki öz hiç de yabancı değildir. bilir, duyar ne söylemek istediğini.

sevgisiyle, sevdasıyla, acısıyla halk denizine savrulmuş, o denizin bir parçası olmuş gökçe daha ilk gençlik günlerinden öldüğü güne dek sonu gelmez baskılara hedef oldu. sanatını hiçbir zaman satamadı. çünkü sanatı kendini satmayan bir adamın sanatıydı. sanatıyla yaşama olanağı bulabilmesi bir yana, yaptığı sanat, üstünde ezici baskılara neden oluyordu. açlıktan ölmemek için kimi zaman sıradan gazetelerde düzeltmenlik yapıyor, kimi zaman bir başka yerde karın tokluğuna çalışıyordu. binbir acıya ve zorluğa hedef olması yetmiyormuş gibi bir de horlanıyordu: “döğülmüşüm / söğülmüşüm / kovulmuşum / siktir çekilmişim yani / kendi öz yurdumda / bir meri keklik gibi / çeker giderim”

ölümünden kısa bir süre önce yayınladı bu şiirini. içine bir türlü sindiremediği 12 eylül darbesi’nin kanlı karanlık günlerinde, iç dünyası daha da örselendi. 19 kasım 1981 de yalnızlığına, acılarına sarınıp sessizce ayrıldı aramızdan. ölümü darbeci medyada ‘haber değeri’ taşımadı...

her birinde yüreğinin, onurlu bir hayatın gürültüsü duyulan şiirlerini bıraktı halkına. yaşadığı acı hayat nedeniyle, halkına armağan edebileceği zenginliğin çok azını başarabildi. yıkılıp yakılmış ormanların, talan edilmiş, peşkeş çekilmiş madenlerin, işkencelerin, katliamların, sömürünün, soygunun, ayrı düşürülmüş sevdalıların, gurbetin, zindanın hesabıyla birlikte gökçe’nin hesabı da sorulmalıdır. o, bir de bu mirası bıraktı halkına: “bir mermi de benden aslanım / bir mermi de benden / bir mermi de benden / zafer topları, mübarek namlular!”

halkı için düşünen beyin, çarpan yüreklerin yanı başında gökçe her zaman soluyacak....

nihat behram

16.11.2011 - 07:31

--- alıntı ---

"düştüm bir öylesi çekilmez derde,
ne ölümü düşünürdüm, ne yaşamak korkusu,
ne sır aradım herşeyde, ne gariplik var serde,
ne kara sevda, ne sevmek ne sevilmek arzusu
artık her şarkı dokunur bana bu şehirde."
devamını gör...

yemek teklifi...*

-ablaaa biz acıktık da, yemek falan bir şeyler ayarlar mısın?

üç erkek kardeşim var. sürekli açlar.*
devamını gör...

yanlış bir tespit.

hiç öyle bir talebim ya da faaliyetim yok. bu nedenle "herkes" demesek iyi olurdu.
devamını gör...

biraz da çekmiş sanki? tivit öyle diyor.
devamını gör...

boyunu geçmeyen bir yerden, denize giren insandır.

yüzme bilmeyen biri, boyunu aşan bir noktaya kadar ilerlemez zaten.
devamını gör...

josef stalin, asıl adı yosif visaryonoviç cuğaşvili.
sovyet devlet adamı ve sovyetler birliği komünist partisi genel sekreteri (1922-1953).
sovyetler birliği'ni 1920'lerin sonundan ölümüne kadar diktatörlük rejimi ile yönetti.
stalin; sovyetler birliği'ni endüstriyel ve askeri bir süper güce dönüştürdü, fakat bunu gerçekleştirirken totaliter politikalar uyguladı ve milyonlarca sovyet vatandaşı diktatörlüğü sırasında öldü.
stalin döneminde; 3 ila 20 milyon arasında insan çalışma kampları, zorunlu kolektivizasyon, kıtlık ve yargısız infazlardan dolayı ölmüştür.
devamını gör...

online derslerin başladığı gün ilk yaptığım iş.
devamını gör...

hamdolsun bugün de hacı dayılara benzediğimi öğrendiğim ibretlik tespitlere konu olan erkektir.*
devamını gör...

buradan
okuyamayacağınız kadar çok kitabı pdf olarak bulabilirsiniz.

buradan
bu da e kitap okuyucu olarak kullanabileceğiniz güzel app. bir kaç ayar yaptıktan sonra göz yormayacaktır.
devamını gör...

sosyal medyanın beni ilgi alanlarıma uygun içeriklerle buluşturduğunu herkes gibi seziyordum.arkadaşımla vintage kıyafet konuştuktan sonra karşıma onun çıkması vs gibi. hatta bazen aklımdan geçen ama sosyal medyada aratmadığım konularla ilgili karşıma içerikler çıkıyordu. bu da beni ürkütüyordu. fakat manipülasyonun bu denli sistemli yürütüldüğünü, algoritmalar üzerine bu denli hassas çalışıldığını filmi izlemeden önce tahmin edemezdim.iş gerçekten insan psikolojisini bozacak noktaya gelebiliyor.mesela ben ikili ilişkilerde güvensizlik yaşıyorum. bu bilgiden hareketle karşıma aldatma ile ilgili bir sürü hikaye, video çıkarıyorlar. ben de ilgimi çektiği için izliyorum ve dünyanın gerçekten güvensiz bir yer olduğuna hükmediyorum.evet dünya zaten güvensiz bir yer ama benim bu güvensizliği var olandan daha fazlaymış gibi algılamam ve devamlı bunun üzerine düşünmem beni tetikliyor mesela.ya da özellikle instagram'da mükemmel bedenler görüyorum.ben bunlara baktıkça karşıma daha fazlası çıkıyor keyif aldığım için bakmıyorum ama karşıma çıktıkça da bakmaktan kendimi alamıyorum.sonra kendimi berbat hissediyorum. aynadakine yabancılaşıyorum. oysaki en pespaye halimle bile dışarı çıksam hiç böyle hissettiğimi hatırlamıyorum. insanı cidden mental çöküntüye götürebilecek bir sistem. toplumsal güvensizliği ve linç kültürünü de arttırıyor. tabi ki bir üst akıl dünyayı ele geçirmek için sosyal medyayı başımıza bela etti falan gibi teorilere girmiycem, filmde de bundan bahsedilmiyor. asli amacın daha çok tıklanmak olması sistemi bu duruma getirdi, bazı gözlemlenemez sonuçlar ortaya çıkmaya başladı, sonrasında da gözlemlense de bu sonuçlar çıkarlar uğruna görmezden gelindi deniyor.
filmdeki en sevdiğim yer ise sonlarına doğru aslında bütün bunların nedeninin ölü bir ağacın diri bir ağaçtan daha fazla para etmesi, ya da ölü bir balinanın... şeklinde ilerleyen vurucu bölüm.
bence film kesinlikle izlenmeli. sosyal medyayı tamamen hayatımızdan çıkaramasak da kötü etkilerini daha aza indirebilmek açısından faydalı olacağına inanıyorum.
devamını gör...

devamını gör...

yeni manikur yapilmis, tertemiz ellerimde gordukce kendimin bile yukseldigi tirnak cilasi rengi. hele ki beyaz tende on numara bes yildiz olur, gideyim de sureyim *
devamını gör...

evladının üşümemesini isteyen şefkatli masum annedir.
ayrıca kar topu savaşı yaparken oğlunun en hafif yaralarla kazanmasını isteyen annedir.
devamını gör...

logosu uçan bir yaban kazıdır. logoyu çevirdiğinizde t-h-y harfleri görülmektedir.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

kaçak çay sevenlerin artı butonuna çökmesini istediğim başlıktır.
düzenleme: kimse kaçak çay sevmiyormuş iyi geceler sayın yazarlar. hepiniz gurmesiniz hepiniz ingiliz çayı içiyorsunuz kafanıza tüküreyim.
devamını gör...

içimdeki çocuğa bir sesleniştir.

büyüme çocuk.
kaybedersin, büyüme.
sevdiklerini, sevenlerini, ümidini, yarına olan inancını...
değişirsin, büyüme.
sadece boyun, kilon değil,
mimiklerin de değişir.
hüznün yansıması vurur gülüşlerine, gözlerine hasret çöker,
kaşların sıkça çatılır,
dudaklarına bir hayret kıvrımı yerleşir ki sorma,
şakaklarına kar yağan şair bile görse seni şaşırır!
sahi ;
" zamanla nasıl değişiyor insan! hangi resmime baksam ben değilim. nerde o günler , o eski şevk, o heyecan?
......"
cahit sıtkı tarancı'nın kaldığı yerdeyim...
hayret,
hüzün,
hayal kırıklığı...
ama sen büyüme çocuk, bize yetişme.
biz gibi olma!
bizim dertlerden dem vurma.
büyüme çocuk, büyüme...
devamını gör...

aklıma fotoğrafçı kevin carter'ı getiren muhasebe.

meşhur akbaba ve sudanlı çocuk fotoğrafı ile pulitzer ödülü almış ve o kareyi çektikten sonra duruma hiç müdahale etmeden oradan uzaklaşması olayından kısa süre sonra evine/reel yaşama döndükten sonra normal hayata adapte olamamasıyla birlikte çeşitli psikolojik sorunlar yaşayarak intihar etmiştir.

medya ve toplum söylemlerinin etkisi carter üzerinde büyük olsa da mevzu bahis fotoğraf hakkında çeşitli görüşler öne sürülmektedir. orada bulunan diğer fotoğrafçılar çocuk ile akbaba arasında zaten belli bir mesafe olduğunu ve çocuğun birleşmiş milletler gıda dağıtım noktasındaki kalabalığa yakın olduğunu belirtmişlerdir.

sanırım belgeselci vicdanı/vicdansızlığı noktasında etik olana bakmak yerine kişinin bulunduğu şartları ve o an ki algı şeklini anlayabilmek gerekli. ancak bunu dışarıdan bir insanın yalnızca empati yoluyla anlaması oldukça güç olacağından toplum tarafından çeşitli taşlamalara maruz kalacaktır belgeselci kısmısı.

ekleme: carter'ın hassasiyet göstermeyip müdahale etmemeyi seçtiği ve bu sayede çektiği söylenen o fotoğraf tüm dünyada sansasyon uyandırdığı için yardımlar sıklaştırıldı, çeşitli kuruluşlar insani müdahale ve yardım konusunda çeşitli programlara başladı. işin bir de böyle bir yüzü.
devamını gör...

basit gibi gözüken fakat en karmaşık canlıdır.

ayrıca fazıl say'ın bir şiirden bestelediği insan insan eserinde de geçer.

--- alıntı ---
insan, insan derler idi
insan nedir şimdi bildim
can can deyu söylerlerdi
ben can nedir şimdi bildim.
--- alıntı ---
devamını gör...

hadddiii bakiiim.*
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

(bkz: geniş aile) isimli dizide, cevahir kirişçi'nin yancısı olan, bülent çolak tarafından başarıyla canlandırılmış kurgusal karakter.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim