normal sözlük için öneriler
önümüzdeki haftalarda sokağa çıkma kısıtlamaları devam edecek gibi gözüküyor. haliyle ergenlerin buraya dolacağı düşünüldüğünde...
1. akış, gündem, takip... sekmelerinin yanına "kılavuz" diye bir sekme açılır ve bu kılavuz sekmesinde sözlük kuralları resim veya video ile anlatılırsa iyi olur.
ergenler "şu yazarı beğenmedim, başlığı beğenmedim" diyerek birbirleri ile atışırken moderasyona da atarlanır, dururlar. "şu yazar uçulursun" diye kampanya bile başlatırlar.
"yazarın mesajlarını engelle, tanımlarını engelle" seçeneklerini öğrenirlerse enerjilerini boşa da harcamazlar.
2. "yazılarımı niye kimse favlamıyor, beğenmiyor" diye küsüyor bu ergenler. "çok başlık açayım, çok yazı yazayım da beni beğensinler" diye gereksiz ve boş yazılar ile dolduruyorlar sözlüğü. kılavuz sekmesi yapılarak sözlüğün en beğenilen yazılarına link verilerek "böyle yazarsan herkes beğenir" dense iyi olur.
sözlükte yeni keşfettiğim adeta bir derya olan kıymetli yazarlar var. kılavuz sekmesinde (bkz: örnek yazarlar) yapılırsa ergenler bu yazarları örnek alırlar.
3. düşüncelerimiz doğru ya da yanlış olabilir. önemli olan düşüncelerimizi sağlıklı biçimde dile getiriş biçimimizdir. iletişiminiz kadarsınız. kılavuz sekmesi yapılarak "sağlıklı iletişim yöntemleri" için faydalı linkler verilebilir.
zira bu ergenler sözlük nüfusunun genelde %80'ini oluşturur. onları kaybetmek kolay, kazanmak da...
1. akış, gündem, takip... sekmelerinin yanına "kılavuz" diye bir sekme açılır ve bu kılavuz sekmesinde sözlük kuralları resim veya video ile anlatılırsa iyi olur.
ergenler "şu yazarı beğenmedim, başlığı beğenmedim" diyerek birbirleri ile atışırken moderasyona da atarlanır, dururlar. "şu yazar uçulursun" diye kampanya bile başlatırlar.
"yazarın mesajlarını engelle, tanımlarını engelle" seçeneklerini öğrenirlerse enerjilerini boşa da harcamazlar.
2. "yazılarımı niye kimse favlamıyor, beğenmiyor" diye küsüyor bu ergenler. "çok başlık açayım, çok yazı yazayım da beni beğensinler" diye gereksiz ve boş yazılar ile dolduruyorlar sözlüğü. kılavuz sekmesi yapılarak sözlüğün en beğenilen yazılarına link verilerek "böyle yazarsan herkes beğenir" dense iyi olur.
sözlükte yeni keşfettiğim adeta bir derya olan kıymetli yazarlar var. kılavuz sekmesinde (bkz: örnek yazarlar) yapılırsa ergenler bu yazarları örnek alırlar.
3. düşüncelerimiz doğru ya da yanlış olabilir. önemli olan düşüncelerimizi sağlıklı biçimde dile getiriş biçimimizdir. iletişiminiz kadarsınız. kılavuz sekmesi yapılarak "sağlıklı iletişim yöntemleri" için faydalı linkler verilebilir.
zira bu ergenler sözlük nüfusunun genelde %80'ini oluşturur. onları kaybetmek kolay, kazanmak da...
devamını gör...
belgrad
balkan turumuz boyunca istanbul'a en çok benzettiğim şehir. işin komiği, 15. yüzyıldan itibaren defalarca osmanlılarla hasburglar arasında el değiştiren, sağlam kalesi her devletçe karşı tarafa yapılacak seferlerde karargâh olarak kullanılan belgrad, belki de yugoslav krallığının (daha sonra tito yugoslavyası ve nihayet sırbistan) başkenti olması hasebiyle yeniden yapılmış, içinde kalemegdan'daki bir türbe, aşağıda bir cami ve birkaç parça kitabe dışında türk veya antik hasburg izi yok. buna rağmen istanbul gözümün önünden geçti hep...
saraybosna'dan çıktığımız sabah, bosna sırp cumhuriyeti topraklarından geçmiş, çevremize dün gördüğümüz acı olayların müsebbiblerini arayarak acıyla bakmıştık. sırbistan topraklarına girince de korku aşılamadı, belgrad'da korkuyla gezenler bile olmuştur.
önce akmam diyen tuna nehri:
nehir hakikaten deniz gibi, içinde kocaman vapurlar yüzüyor. bizim çoğu nehirde tekneyi geç kayık bile yüzemez.
şehir, ikisi de bizim nehirlerin abisi gibi duran sava ve tuna nehirlerinin birleştiği yerde kurulmuş. şehre girmeden önce adını bilmediğim bir banliyöde çorba içip yemek yedik. şehre girince de, epey dolanarak kalemegdan'a çıkılacak, bilahare etrafında gezilecekti.
kaleye tırmanırken ara sokaklardan geçtik, bu arada şehrin ender türk eserlerinden, hasburg imparatorluğu döneminde müslüman azınlığa tahsis edilmiş bayraklı cami'nin de önünden geçtik. 2004 yılında tahrip edilen cami ibadete açık olsa da namaz saatleri dışında kapalı ve ankara'daki kilise ve sinagog gibi koruma altında. tabii bizim "ay bıktık kiliseden camiden" diyenler hemen cami görünce çişe gitti o ayrı...

nihayet yürüye yürüye kalemegdan'a vardık. bu orta ve yeni çağların en güçlü kalelerinden biri, korunması da bizdeki rumeli hisarı gibi. içinde bazı cephanelikler, 1716'da savaşta şehit olan damat ali paşa'nın türbesi ve tuna manzarasına bakacak bir seyir terası var.
hendek:
ali paşa türbesi:
iç kaledeki saat kulesi:
askeri müze (kapalı olduğu için gezemedik, yine kalede bir hayvanat bahçesi varmış ama orası da kapalıydı, salt kokusunu duyduk)
istanbulkapı (orijinalinde kapıda bir tuğra varken hasburg işgallerinden birinde sökülmüş, şimdi avusturya'da imiş)

fatih sultan mehmet dönemindeki kuşatmada osmanlıların durdurulduğu yer:
kalenin hemen karşısında knez mihailova caddesi uzanıyor. burada da herkes kafasına göre takıldı. cadde, ta devlet dairelerinin olduğu semte kadar iniyor. istiklal caddesinin her belediyece üstünde oynanmamış ve arap istilası altında olmayan halini bilenlere güzel bir nostalji yaratıyor: asırlık levant apartmanları, trafiğe kapalı caddede yürüyenler, dilenen müzisyenler ve ara sokaklardaki birahaneler. bir mekânda bira ve patates kızartması yedik. midye yoktu galiba veya kimsenin aklına gelmedi, o da olsa bu tramvaysız istiklal ambiyansı tamamlanacaktı. benim de dayımla balıkpazarında bira içip (birayı içen dayım, ben küçüğüm o zamanlar) midye yediğimiz günler aklıma gelmedi değil...
ama belgrad'ın asıl güzelliği akşamları çıkıyormuş. ortam istanbul gece hayatı kadar renkliydi. mekânlara girip çıkan gençleri gördük ve biz de tekne turuna çıktık, tuna'da gezerken kalemegdan'ı mardin kalesi gibi altın kolyeye benzettim. keza rumelihisarı da herhalde geceleyin öyle ışıklandırılıyordur. görmediğim için bilemem. tekne beklerken de iskelede dilenci çocuklar geldi. ben "hop hop ben tosic'in takımını tutuyorum, hepinizi düşko'ya söylerim belanızı f..k eder" diye anlatınca bize pek bulaşmadılar, yine de yankesicilik etmelerinden az tedirgin olmadık.
gece, partizan stadına karşı güzel bir otelde kaldık. günlerce tck misafirhaneleriyle öğretmenevleri bozması yerlerde geceledikten sonra çok rahat ettik. ama yemekte yine tavuk vardı maalesef. ertesi günkü rotamız, bu turda göreceğimiz son ülke ve ecdad toprağı, bulgaristan...
saraybosna'dan çıktığımız sabah, bosna sırp cumhuriyeti topraklarından geçmiş, çevremize dün gördüğümüz acı olayların müsebbiblerini arayarak acıyla bakmıştık. sırbistan topraklarına girince de korku aşılamadı, belgrad'da korkuyla gezenler bile olmuştur.
önce akmam diyen tuna nehri:


şehir, ikisi de bizim nehirlerin abisi gibi duran sava ve tuna nehirlerinin birleştiği yerde kurulmuş. şehre girmeden önce adını bilmediğim bir banliyöde çorba içip yemek yedik. şehre girince de, epey dolanarak kalemegdan'a çıkılacak, bilahare etrafında gezilecekti.
kaleye tırmanırken ara sokaklardan geçtik, bu arada şehrin ender türk eserlerinden, hasburg imparatorluğu döneminde müslüman azınlığa tahsis edilmiş bayraklı cami'nin de önünden geçtik. 2004 yılında tahrip edilen cami ibadete açık olsa da namaz saatleri dışında kapalı ve ankara'daki kilise ve sinagog gibi koruma altında. tabii bizim "ay bıktık kiliseden camiden" diyenler hemen cami görünce çişe gitti o ayrı...

nihayet yürüye yürüye kalemegdan'a vardık. bu orta ve yeni çağların en güçlü kalelerinden biri, korunması da bizdeki rumeli hisarı gibi. içinde bazı cephanelikler, 1716'da savaşta şehit olan damat ali paşa'nın türbesi ve tuna manzarasına bakacak bir seyir terası var.
hendek:

ali paşa türbesi:

iç kaledeki saat kulesi:

askeri müze (kapalı olduğu için gezemedik, yine kalede bir hayvanat bahçesi varmış ama orası da kapalıydı, salt kokusunu duyduk)

istanbulkapı (orijinalinde kapıda bir tuğra varken hasburg işgallerinden birinde sökülmüş, şimdi avusturya'da imiş)

fatih sultan mehmet dönemindeki kuşatmada osmanlıların durdurulduğu yer:

kalenin hemen karşısında knez mihailova caddesi uzanıyor. burada da herkes kafasına göre takıldı. cadde, ta devlet dairelerinin olduğu semte kadar iniyor. istiklal caddesinin her belediyece üstünde oynanmamış ve arap istilası altında olmayan halini bilenlere güzel bir nostalji yaratıyor: asırlık levant apartmanları, trafiğe kapalı caddede yürüyenler, dilenen müzisyenler ve ara sokaklardaki birahaneler. bir mekânda bira ve patates kızartması yedik. midye yoktu galiba veya kimsenin aklına gelmedi, o da olsa bu tramvaysız istiklal ambiyansı tamamlanacaktı. benim de dayımla balıkpazarında bira içip (birayı içen dayım, ben küçüğüm o zamanlar) midye yediğimiz günler aklıma gelmedi değil...
ama belgrad'ın asıl güzelliği akşamları çıkıyormuş. ortam istanbul gece hayatı kadar renkliydi. mekânlara girip çıkan gençleri gördük ve biz de tekne turuna çıktık, tuna'da gezerken kalemegdan'ı mardin kalesi gibi altın kolyeye benzettim. keza rumelihisarı da herhalde geceleyin öyle ışıklandırılıyordur. görmediğim için bilemem. tekne beklerken de iskelede dilenci çocuklar geldi. ben "hop hop ben tosic'in takımını tutuyorum, hepinizi düşko'ya söylerim belanızı f..k eder" diye anlatınca bize pek bulaşmadılar, yine de yankesicilik etmelerinden az tedirgin olmadık.
gece, partizan stadına karşı güzel bir otelde kaldık. günlerce tck misafirhaneleriyle öğretmenevleri bozması yerlerde geceledikten sonra çok rahat ettik. ama yemekte yine tavuk vardı maalesef. ertesi günkü rotamız, bu turda göreceğimiz son ülke ve ecdad toprağı, bulgaristan...
devamını gör...
odin büyük harfle başlasın seçeneği
vardiyalı mı çalışıyorsunuz sorusunu akıllara getiren başlık.
biri yatmaya gitti diğeri görevi devraldı.
düşün artık yakamdan *
fakat mizah iyi, mizah kaliteli.
biri yatmaya gitti diğeri görevi devraldı.
düşün artık yakamdan *
fakat mizah iyi, mizah kaliteli.
devamını gör...
11 eylül 2021 önemli sözlük duyurusu
sözlüğün adının benim için ehemmiyeti yok. sözlük aynı sözlük. sıkma canını yoldaş…. ayrıca bence yoldaş benjamin franklin olan ismini, söz konusu olan, illüstrasyonlu kapaklı, aylık edebiyatımsı dergimsi şeyin sahibine gönderme olsun diye bir süreliğine yoldaş olga ışık yahut yandaş tolga ışık olarak da değiştirebilirsin, o da beni bozmaz…
ayrıca isim olarak; bi’kafa sözlük de güzel olurdu ha…
ayrıca isim olarak; bi’kafa sözlük de güzel olurdu ha…
devamını gör...
sivas'ta 30 erkeğin grup seks yaparken basılması
30 kişiden altısı tutuklanmış. neden diye düşünmek istemediğim durumdur.
devamını gör...
sizin hiç babanız öldü mü
cemal süreya şiiri şöyle:
sizin hiç babanız öldü mü?
benim bir kere öldü kör oldum
yıkadılar aldılar götürdüler
babamdan ummazdım bunu kör oldum
siz hiç hamama gittiniz mi?
ben gittim lambanın biri söndü
gözümün biri söndü kör oldum
tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak
şöylelemesine maviydi kör oldum
taşlara gelince hamam taşlarına
taşlar pırıl pırıldı ayna gibiydi
taşlarda yüzümün yarısını gördüm
bir şey gibiydi bir şey gibi kötü
yüzümden ummazdım bunu kör oldum
siz hiç sabunluyken ağladınız mı?
sizin hiç babanız öldü mü?
benim bir kere öldü kör oldum
yıkadılar aldılar götürdüler
babamdan ummazdım bunu kör oldum
siz hiç hamama gittiniz mi?
ben gittim lambanın biri söndü
gözümün biri söndü kör oldum
tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak
şöylelemesine maviydi kör oldum
taşlara gelince hamam taşlarına
taşlar pırıl pırıldı ayna gibiydi
taşlarda yüzümün yarısını gördüm
bir şey gibiydi bir şey gibi kötü
yüzümden ummazdım bunu kör oldum
siz hiç sabunluyken ağladınız mı?
devamını gör...
kadın tacizci
bunu mizah konusu yapıp ciddiye almadığınız sürece* önemsenmeyecek bir konu olarak görülür. tacizcinin cinsiyeti önemli değildir taciz tacizdir.
devamını gör...
ally mcbeal
cnbc-e’de izlediğim 5 sezonluk , ilk gösterimi 1997 yılı olan dizi. robert downey’i de ilk bu dizide görmüştüm; tahminimce de bu diziyle ünlenmiştir.
başrolde olan calista flockhart , aynı zamanda indiana jones filminden tanıdığımız harrison ford’un eşi. dizide ise genç ve başarılı bir avukatı canlandırıyor. duygusal olarak çalkantılı, aşk hayatında başarısız olmuş, bununla birlikte eski sevgilisiyle aynı yerde çalışmak zorunda kalmış bir karakter.
ofisteki diğer çalışanların da normal bir profil çizdiğini söyleyemeyiz. zaten şirketin sahibi olan richard fish’in sürekli değişen aşk hayatı her bölümde yer alıyor. lucy liu’nun da dizinin kadrosunda olduğunu belirteyim.
en çok sevilen ve bilinen sahnesi dancing baby olarak bilinir. biyolojik saatinin tik takları ve geç kalmışlık hissiyle gördüğü halüsinasyon:
dizi bir kaç defa emmy ödülü aldı. 5.sezondan sonra izleyici kitlesi azalınca iptal edildi.
başrolde olan calista flockhart , aynı zamanda indiana jones filminden tanıdığımız harrison ford’un eşi. dizide ise genç ve başarılı bir avukatı canlandırıyor. duygusal olarak çalkantılı, aşk hayatında başarısız olmuş, bununla birlikte eski sevgilisiyle aynı yerde çalışmak zorunda kalmış bir karakter.
ofisteki diğer çalışanların da normal bir profil çizdiğini söyleyemeyiz. zaten şirketin sahibi olan richard fish’in sürekli değişen aşk hayatı her bölümde yer alıyor. lucy liu’nun da dizinin kadrosunda olduğunu belirteyim.
en çok sevilen ve bilinen sahnesi dancing baby olarak bilinir. biyolojik saatinin tik takları ve geç kalmışlık hissiyle gördüğü halüsinasyon:
dizi bir kaç defa emmy ödülü aldı. 5.sezondan sonra izleyici kitlesi azalınca iptal edildi.
devamını gör...
ölü ruhlar ormanı
jean-christophe grange'ın 2009 yılında yayımladığı, ülkemizde ölü ruhlar ormanı adıyla yayımlanmış polisiye-gerilim romanı.
spoiler vermeden romandan biraz bahsetmek istiyorum.
roman, bir hışımda başlayan klasik grange romanlarına sadık bir imajla başlıyor ve bir anda kendinizi parisin ortasında bulabiliyorsunuz, bildiğimiz üzere grange o kadar boş beleş kısımları bile o kadar hoş bir betimlemeyle anlatır ki, paris'in orta yerinde bulunan evinizin ahşap kitaplığını 3 sayfa okuyabilirsiniz ya, hah işte bu romanda o kısımları çıkarmış olsak roman yaklaşık 150 sayfa kadar kısalabilir, şaka yapmıyorum, çok ciddiyim kısalabilir.
roman hızlı bir tempoyla ilerlerken tarih öncesine ait insanlığın gelişme aşaması, bu aşamada "kötü?!" olarak nitelendirdiğimiz şeyin ortaya çıkışı, tabuların nasıl günümüzde şekillendiğine kadar uzanacak bir beyin fırtınası içerisinde bulabiliyorsunuz kendinizi, yetiyor mu? yoo, grange bu kadarıyla yetinmemize izin verir mi hiç...
roman paris'ten güney amerika ülkelerine kada sıçrıyor, nikaraga, arjantin gibi ülkelerin 70-80'lerde yaşadıkları korkunç olayları da bir anlatmaktan geri kalmayan grange hem kendi ülkesine *fransa*, hem de amerika birleşik devletleri'nin o dönemki politikası ve başka ülkelerin iç işlerine karıştıkları olayları çok hoş bir biçimde okuyucuya yediriyor.
bu romanın artı kısımları ciddi anlamda latin amerika ülkelerinin soğuk savaş sürecinde bugünün orta doğusunda geçen kanlı olayların en az yirmi katı leşliğe sahip olduklarını yüzümüze vurmamızla başlıyor ve insanlığın evrimi ve hatta güney amerika nehirlerinin sorunlarınlarına kadar ilerliyor.
eksi kısmı da katilin çok kolay tahmin edilebilir olması ve en son kısımda, klasik grange romanına uygun biçimde leş gibi bitirmesi olabiliyor, daha önce grange'ın okuduğum romanlarını sayacak olur isem, sisle gelen yolcu, taş meclisi, kızıl nehirler, siyah kan, şeytan yemini sisle gelen yolcu, son av. bakın bu okuduğum romanların hemen hepsinin sonu rezalet, leş gibi. bu adamın en büyük sorunu da bu, x files dizisi gibi harika başlıyor, inanılmaz iyi ilerliyor ama en son kısım o kadar oldu bittiye geliyor ve o kadar saçma?! bir biçimde bitiyor ki, ister istemez okuyucu, sevgili grange'ın yedi ceddine büyük küfürler edebiliyor.
an itibariyle okuduklarım arasına ölü ruhlar ormanını da ekledim ve uyumadan önce grange'ın yedi ceddine yine küfürler savuracağım.
aaah, ah
spoiler vermeden romandan biraz bahsetmek istiyorum.
roman, bir hışımda başlayan klasik grange romanlarına sadık bir imajla başlıyor ve bir anda kendinizi parisin ortasında bulabiliyorsunuz, bildiğimiz üzere grange o kadar boş beleş kısımları bile o kadar hoş bir betimlemeyle anlatır ki, paris'in orta yerinde bulunan evinizin ahşap kitaplığını 3 sayfa okuyabilirsiniz ya, hah işte bu romanda o kısımları çıkarmış olsak roman yaklaşık 150 sayfa kadar kısalabilir, şaka yapmıyorum, çok ciddiyim kısalabilir.
roman hızlı bir tempoyla ilerlerken tarih öncesine ait insanlığın gelişme aşaması, bu aşamada "kötü?!" olarak nitelendirdiğimiz şeyin ortaya çıkışı, tabuların nasıl günümüzde şekillendiğine kadar uzanacak bir beyin fırtınası içerisinde bulabiliyorsunuz kendinizi, yetiyor mu? yoo, grange bu kadarıyla yetinmemize izin verir mi hiç...
roman paris'ten güney amerika ülkelerine kada sıçrıyor, nikaraga, arjantin gibi ülkelerin 70-80'lerde yaşadıkları korkunç olayları da bir anlatmaktan geri kalmayan grange hem kendi ülkesine *fransa*, hem de amerika birleşik devletleri'nin o dönemki politikası ve başka ülkelerin iç işlerine karıştıkları olayları çok hoş bir biçimde okuyucuya yediriyor.
bu romanın artı kısımları ciddi anlamda latin amerika ülkelerinin soğuk savaş sürecinde bugünün orta doğusunda geçen kanlı olayların en az yirmi katı leşliğe sahip olduklarını yüzümüze vurmamızla başlıyor ve insanlığın evrimi ve hatta güney amerika nehirlerinin sorunlarınlarına kadar ilerliyor.
eksi kısmı da katilin çok kolay tahmin edilebilir olması ve en son kısımda, klasik grange romanına uygun biçimde leş gibi bitirmesi olabiliyor, daha önce grange'ın okuduğum romanlarını sayacak olur isem, sisle gelen yolcu, taş meclisi, kızıl nehirler, siyah kan, şeytan yemini sisle gelen yolcu, son av. bakın bu okuduğum romanların hemen hepsinin sonu rezalet, leş gibi. bu adamın en büyük sorunu da bu, x files dizisi gibi harika başlıyor, inanılmaz iyi ilerliyor ama en son kısım o kadar oldu bittiye geliyor ve o kadar saçma?! bir biçimde bitiyor ki, ister istemez okuyucu, sevgili grange'ın yedi ceddine büyük küfürler edebiliyor.
an itibariyle okuduklarım arasına ölü ruhlar ormanını da ekledim ve uyumadan önce grange'ın yedi ceddine yine küfürler savuracağım.
aaah, ah
devamını gör...
sözlük yazarlarını şaşırtan şeyler
devamını gör...
iyi insanlar nerededir ve onları nasıl buluruz sorunsalı
iyi insanların çoğu kötü insanlarla ve muhtemelen iyi oldukları için kendilerine sövüyorlar. peki bulabilir miyiz iyi insanı? bulamayız çünkü herkes kalbinin ekmeğini yemiyor. ben dünya iyisi olayım(ki öyleyim)*ama yine de karşıma iyi biri çıkacağını sanmıyorum. iyiler kötülerledir demiş miydim?
editasyon: "o iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler."
editasyon: "o iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler."
devamını gör...
moderasyona soru sor
rozetleri hazırlarken muhakkak öneriler kısmına göz atıyorum. son eklemelerin neredeyse yarısı, öneriler başlığından olmuştu.
bunun dışında kafa store üzerinde değişiklik yapma yetkim yok. bunu sadece iko yapabilir.
mevcut kategorilerin dışında öneriler olduğunda, orkide gibi, bu biraz sorun yaratıyor.
elimizde şuan orkide ekleyebileceğimiz bir kategori yok.
bunun dışında kafa store üzerinde değişiklik yapma yetkim yok. bunu sadece iko yapabilir.
mevcut kategorilerin dışında öneriler olduğunda, orkide gibi, bu biraz sorun yaratıyor.
elimizde şuan orkide ekleyebileceğimiz bir kategori yok.
devamını gör...
yapılmak istenip de yapılamayan şeyler
karavan satın alıp yurdumun dört bir yanında konaklayarak gezebilmek.
salt yazarak, çizerek geçinebilmek.
uzun zamandır aklımda tasarladığım aplikasyon fikrini öz-yeterlik ve öz gücümle mümkün kılabilmek.
salt yazarak, çizerek geçinebilmek.
uzun zamandır aklımda tasarladığım aplikasyon fikrini öz-yeterlik ve öz gücümle mümkün kılabilmek.
devamını gör...
hıdırellez
paskalya'nın hemen ardına gizlenmiş ikili muştu.
güzel inanışlar, güzel dileklerle karşılanan bir bahar habercisi.
herkese iyi gelsin..
güzel inanışlar, güzel dileklerle karşılanan bir bahar habercisi.
herkese iyi gelsin..
devamını gör...
açık açık söylemek yerine ima etmek
devamını gör...
kibar insanı zayıf görmek
geri kalmış orta doğu toplumlarında görülen bir durumdur. türkiye'de de fazlasıyla olan bir durum.
devamını gör...