küfretme isteği doğuran anlar
motosiklet sesi duyduğum an, mekaniği hakkında bir fikrim yok o ses neresinden çıkıyor hangi motosikletlerde çıkıyor bilmiyorum ama şu insanın kulağını sağır edecek kadar ses çıkartanları her duyduğumda küfür etmeyen ben, ediyorum.
devamını gör...
sesi güzel olmamasına rağmen şöhret olan şarkıcı
gülben ergen sesi kötü bile değil, sesi yok çünkü, birde reyhan karaca nın sesi çok kötü gerçekten.
devamını gör...
kız isteme cinsiyetçi midir sorunsalı
ataerkil toplum gerçeği.
solcu olsam diye düşündüğüm hallerden.
kaldıki ben kızımı kimselere vermem, o kendi istediğini alır.
solcu olsam diye düşündüğüm hallerden.
kaldıki ben kızımı kimselere vermem, o kendi istediğini alır.
devamını gör...
aşık olunan sözlük yazarının nickini öpmek
dün gece nickini öptüm de yattım
devamını gör...
ne var ki
bir bağlaç. arasında ayrılık bulunan cümleleri bağlarken kullanıldığından bahsedilir. ne var ki, "ne var ki" diğer olumsuz bağlaçlar gibi değildir.
"ama, fakat, lakin" şakkadak cümlenin başında kullanıldığında sırıtmaktayken "ne var ki" kırk yıllık dost gibi, hep oradaymış hissi vermektedir.
"ne var ki aynı kaldırımdan defalarca geçtiği halde taşların arasından fışkıran çiçekçikleri fark edememişti."
"ama, fakat, lakin" şakkadak cümlenin başında kullanıldığında sırıtmaktayken "ne var ki" kırk yıllık dost gibi, hep oradaymış hissi vermektedir.
"ne var ki aynı kaldırımdan defalarca geçtiği halde taşların arasından fışkıran çiçekçikleri fark edememişti."
devamını gör...
insanların güvenilmez olduğunu düşünmek
duygu karmaşaları, ihanetler, aldatılışlar, yok sayılışlar ve insanı güvensizliğe iten nice duygular. hepsi bizi adım adım güvensizliğe sürükledi ve kimse farkında değildi.
devamını gör...
ailenin suçu olan şeyler
terbiye, çevreye saygı,kendine güven, eğitime ve egitimciye saygı.
bunlar aileden gelenler.
bunlar aileden gelenler.
devamını gör...
the elephant man
bernard pomerance tarafından 1977'de yazılan tiyatro oyunu.
sonrasında 1980 yılında, david lynch tarafından beyaz perdeye aktarılmıştır.
fil adam, toplumun bize en küçük yaşlarımızdan itibaren dayattığı estetik, güzellik, şekilcilik kavramlarına vurgu yapıyor. hatta tabiri caizse bu kavramları, muhammed ali clay gibi sağlı sollu kroşelerle, ringin köşesine sıkıştırıyor. böylece izleyiciye de ayna tutmuş oluyor.
küçük yaşlardan itibaren, genel kabullerimizin ve önyargılarımızın esiri olduğumuz bu mevzu, filmin ilerleyen her karesinde, izleyici de havlu atma isteği doğuruyor.
insanın içinden ''tamam artık yeter! vurma! nakavt!'' diye bağırmak geliyor.
toplum tarafından ötekileştirilen, hor görülen, sırf görüntüsü sebebiyle yalnızlığa itilen ''ucube'' ''çirkin'' ''deli'' vesaire kavramlarla yaftalanan insanlara karşı yapılan haksızlık, filmi bitirip yerinizden kalktığınızda içinize bir yumru gibi oturuyor. istediğiniz kadar vicdan sahibi olun, istediğiniz kadar iyi davranmaya çalışın, bu gerçekliğin önüne geçemiyor olmanız dahi bu hisleri iliklerinize kadar hissetmeniz için kafi.
işin garip tarafı dr. frederick treves karakterinin, john marrick'e yardımcı olmaya çalışırken yaşadığı ruhsal dalgalanmaların, seyirci de oluşan dalgalanmalarla benzerlik göstermesi... bu da filmin hedeflediği şeyin ne olduğunu anlamamıza ziyadesiyle yardımcı oluyor. yani o yumruğu illaki yiyeceğiz.
tabi doktor treves'i anthony hopkins'in canlandırıyor oluşu da, bu duyguyu iyice yukarılara taşıyor.
filmde üzerinde durulması gereken çok fazla şey var. lakin bunları yine filmi izlemeyenler açısından ipucu oluşturacağı düşüncesi yazmamayı tercih ediyorum. toplumsal katmaların etik dışı hareketleri, farklı sınıfsal kesimlerin sınıfta kalan ahlaki anlayışları, vicdanları susturmak için atılan türlü türlü taklalar...
fil adam muhakkak izlenmesi gereken bir film.
izleyecek olanlara şimdiden iyi seyirler dilerim.
izlemiş olanlar içinse söyleyeceğim şey şu ; belki o aynayı kendimize tutmanın zamanı yeniden gelmiştir.
sonrasında 1980 yılında, david lynch tarafından beyaz perdeye aktarılmıştır.
fil adam, toplumun bize en küçük yaşlarımızdan itibaren dayattığı estetik, güzellik, şekilcilik kavramlarına vurgu yapıyor. hatta tabiri caizse bu kavramları, muhammed ali clay gibi sağlı sollu kroşelerle, ringin köşesine sıkıştırıyor. böylece izleyiciye de ayna tutmuş oluyor.
küçük yaşlardan itibaren, genel kabullerimizin ve önyargılarımızın esiri olduğumuz bu mevzu, filmin ilerleyen her karesinde, izleyici de havlu atma isteği doğuruyor.
insanın içinden ''tamam artık yeter! vurma! nakavt!'' diye bağırmak geliyor.
toplum tarafından ötekileştirilen, hor görülen, sırf görüntüsü sebebiyle yalnızlığa itilen ''ucube'' ''çirkin'' ''deli'' vesaire kavramlarla yaftalanan insanlara karşı yapılan haksızlık, filmi bitirip yerinizden kalktığınızda içinize bir yumru gibi oturuyor. istediğiniz kadar vicdan sahibi olun, istediğiniz kadar iyi davranmaya çalışın, bu gerçekliğin önüne geçemiyor olmanız dahi bu hisleri iliklerinize kadar hissetmeniz için kafi.
işin garip tarafı dr. frederick treves karakterinin, john marrick'e yardımcı olmaya çalışırken yaşadığı ruhsal dalgalanmaların, seyirci de oluşan dalgalanmalarla benzerlik göstermesi... bu da filmin hedeflediği şeyin ne olduğunu anlamamıza ziyadesiyle yardımcı oluyor. yani o yumruğu illaki yiyeceğiz.
tabi doktor treves'i anthony hopkins'in canlandırıyor oluşu da, bu duyguyu iyice yukarılara taşıyor.
filmde üzerinde durulması gereken çok fazla şey var. lakin bunları yine filmi izlemeyenler açısından ipucu oluşturacağı düşüncesi yazmamayı tercih ediyorum. toplumsal katmaların etik dışı hareketleri, farklı sınıfsal kesimlerin sınıfta kalan ahlaki anlayışları, vicdanları susturmak için atılan türlü türlü taklalar...
fil adam muhakkak izlenmesi gereken bir film.
izleyecek olanlara şimdiden iyi seyirler dilerim.
izlemiş olanlar içinse söyleyeceğim şey şu ; belki o aynayı kendimize tutmanın zamanı yeniden gelmiştir.

devamını gör...
1. nesil
yıllar sonra birtakım ergenler tarafından kafa sözlüğün teyze ve amca kaynaması şeklinde hitaplarina maruz kalacak, kafa sözlüğün ilk nesil yazarlaridir.
devamını gör...
bitaksi
sürücülerin birden kibarlaşmasını sağlayan bir taksi çağırma uygulamasıdır. hem gideceğiniz yeri yazarak ortalama ücreti size belirtir hem araçta bir şey unutma durumunda iletişim kurabilir rahatça bulabilirsiniz.
devamını gör...
çocukluğunuzdaki bayram travmaları
babamın köyüne gittiğimizde, giydiğimiz bayramlıklara laf etmeleriydi. bunun kolu kısa, şunun yakası açık. annemin sabahtan moralini bozar, bütün gün evde mutsuz oturmasına neden olurlardı. annemin yanından kalkmazdim ben de. neyse ki köyden kurtulduk da artık bayramlarda gülebiliyoruz.
devamını gör...
eylül ayının getirdikleri
mevsimin romantizmine hiç giremeyeceğim, deri ceket ve botlarıma beni kavuşturan ay.
devamını gör...
eşinin sözlükte yazar olması
adı neriman mı?
neriman buradaysan favla bunu.
neriman buradaysan favla bunu.
devamını gör...
izlenmesi gereken diziler
kesinlikle brooklyn nine-nine izlenmeli izlettirilmeli. beni bu geçtiğimiz dönemin karanlığından çıkaran karakterleriyle güldüren ve kafa dağıtma özellikli net dizi. doug judy ve jake arkadaşlığı hayat enerjisi veriyorsunuz banaa
devamını gör...
kitap alıntıları
olmadığınız kişi olmaya çalışmakla boşuna uğraşmayın. çünkü siz artık büyüdünüz. evrende hiçbir varlık, olduğunun dışına çıkamaz. aslında buna gerek de yoktur. zaten olduğunuz şey olduğunuzda, olmadığınız şey olmaya çalışarak elde edemediğiniz şeyleri kendiliğinden elde edersiniz.
ne kolay ve ne rahat değil mi?
bir de bunu deneyin ve zaten olduğunuz kişi olun!
kuantum olumlama - r. şanal.
ne kolay ve ne rahat değil mi?
bir de bunu deneyin ve zaten olduğunuz kişi olun!
kuantum olumlama - r. şanal.
devamını gör...
korku filmlerinde hayatta kalma rehberi
eğer attığınız oyuncak bebek eve geldiğinizde odanızdaysa lütfen ülkeyi terk edin. tek kurtuluş yolunuz bu.
sözlük yazarı (bkz: rastrel) ukdesini doldurmak için el attığım başlıktır.
sözlük yazarı (bkz: rastrel) ukdesini doldurmak için el attığım başlıktır.
devamını gör...
yazarların itiraf köşesi
öyle bitkinim ki sözlük. ne sevebiliyorum ne gülebiliyorum ne de yaşayabiliyorum şu hayatı. beni görenler dünyanın en pozitif insanı sanıyor, bense her gece içime ağlamaktan yoruldum. yaşamak sadece nefes almaktan ibaretse ben yaşıyorum. ha şayet değilse de ben hiç yaşamamışım zaten. çevremdeki herkesin bir yeri, sığınacağı bir limanı var da ben koskoca okyanusta oradan oraya sürüklenen, en yıkıcı fırtınalarda bile alabora olmamış bir tekne gibiyim. çok yoruldum, hiç mecalim yok. yazmak rahatlatır insanı derler, bunlar sadece içimden taşanlar. bir o kadar daha keder taşıyorum vücudumun her zerresinde. defalarca haykırmak istiyorum 'çok üzgünüm, çok kırgınım.' diye. ağlamalarım gün geçtikçe histerikleşiyor, aynı kelimeyi defalarca fısıldayıp sessizce ağlıyorum. ses çıkarmadan haykırmayı bilir misiniz, ben biliyorum çünkü. hiçbir eylemin beni içinde bulunduğum karanlıktan çekip alacağına inancım yok. nefes almak bile batıyor ciğerlerime, ne yaptım ben böyle kendime?
devamını gör...