kitap isimlerini 128 milyar dolar ile değiştir
128 milyar dolar çiftliği - george t. erdwell
devamını gör...
akedük
su üzerinde olan viyadüklere akedük denir. burada ake, latince "aqua=su" kelimesinden, ductus "ileten, nakleden"kelimelerinden gelir. ayrıca (bkz: viyadük)

devamını gör...
sözlüğe her yazar veda edişinde bir meleğin ölmesi
çoğu kimsenin bilmediği, yalnızca gönül gözüyle görebilen kişilerin vakıf olduğu bir hakikat. her kim ki, kafa sözlük'e veda başlığına bir entry girer, işte o anda semayı kuşatan ve gözlere nur, yüreklere esenlik, ruhlara bahtiyarlık veren gözleri al al bakan, kanatları billur salınan on binlerce melekten birisi, ivedilikle kurumaya başlar, kanatları uçmaz olur, gözlerindeki hareler sararır solarmış. yanındaki melekler bu işe bakarlar da, ne olduğunu idrâk edemezmiş. her kim ki işbu başlığa "sözlükten gitmek istiyorum modlar entrylerimi de silebilir mi acaba" dediğinde yüzyıllık bir kuraklık olur, irem cennet bahçesinde elli yıl elma yetişmez, yalnız acı patlıcan çıkarmış. en kötüsü de nedir bilir misiniz dostlarım. fani mebus paltosu olaraktan bunu sizlere aktarmanın bana ne kadar acı olduğunu, ne kadar elem verdiğini bilemezsiniz. ellerim titriyor. gözlerimden kırk yaş akıp, kırk çayır çimeni besliyor. aziz dostlarım, her ne zaman ki bir hanım yazar, "burada cinsiyetçilik yapılmasından sıkıldım. artık yazmayı bırakma kararı aldım" entrysi girer bu başlığa, işte o gün ölen ve düşen melek için, diğerleri günlerce gökyüzünde yas tutar, ağlamaktan bitap düşerlermiş. ne var ki kalp gözü kapalı faniler, bunu mevsim yağmurları sanırlar... kim bilir ki, ardında böyle bir mâna bıraktığını...
devamını gör...
normal sözlük yazarlarının doğum tarihleri
çikolata alacaksanız söylerim. *
devamını gör...
normal sözlük erkeklerinin aşırı kaba ve kırıcı olmaları
tüm genellemeler gibi yanlış olan genelleme. kadınlar için yapılan genellemelere ne kadar kızıyorsam, erkekler için olanlara da o kadar kızıyorum. başlığın açılış maksadı trollük olsa da, yazmak istedim.
1 tanesine denk geldim sadece öyle hadsiz ve terbiyesiz olan. onun dışında herhangi bir nedenle mesaj atan, soru soran insanların hiçbiri bir kabalık ya da saygısızlık yapmadı. kendi adıma teşekkür ediyorum hepsine.
1 tanesine denk geldim sadece öyle hadsiz ve terbiyesiz olan. onun dışında herhangi bir nedenle mesaj atan, soru soran insanların hiçbiri bir kabalık ya da saygısızlık yapmadı. kendi adıma teşekkür ediyorum hepsine.
devamını gör...
penti
1950'li yılların başında kurulmuş kadın çorabı ve iç çamaşırı markası.
süper incesi müthiş olur. lisedeyken çok çabuk kaçıyor diye sinir olurdum. meğer sorun çorapta değilmiş ben hareketliymişim. e şimdi de giyiyoruz. oturup kalkmayı bilince çorap kaçmıyor.
süper incesi müthiş olur. lisedeyken çok çabuk kaçıyor diye sinir olurdum. meğer sorun çorapta değilmiş ben hareketliymişim. e şimdi de giyiyoruz. oturup kalkmayı bilince çorap kaçmıyor.
devamını gör...
ataol behramoğlu
13 nisan 1942 doğumlu edebiyatçı, çevirmen ve şairimizdir. türk edebiyatının belkide hayatta olan en önemli isimlerindendir.
devamını gör...
milena'ya mektuplar
ünlü ve zengin bir ailenin kızı ve edebiyat meraklısı olan milena jesenska belki de yahudi düşmanı olan baskıcı babasını iyice kızdırmak için ( milena’nın asi ve fütursuz olması sebebi ile dikkatleri kolayca üzerine çeken biri olduğu göz önüne alınırsa bu sebep sıra dışı bir beklenti olmaz) belki de aşık olduğu için veya her iki sebepten dolayı fırtınalı bir birliktelik sonrası edebiyat eleştirmeni yahudi asıllı ernst pollak ile evlenir. ancak bir süre sonra kocasının sorumsuz hayatı nedeni ile geçim sıkıntısı çektiği, aldatıldığı ve mutsuz olduğu bir hayatın içinde kalır.
bu dönemde yaptığı pek çok işten biri de meşhur yazarların eserlerini çekçeye tercüme etmekti. eleştirmen olan kocasının çevresi sayesinde tanıdığı ile kafka’ya eserlerini tercüme etmek istediğine dair bir mektup yazar ve bu mektup ile başlayan yazışmaları hayatta haksızlıklara maruz kalmış ve sevgisizlik çekmekte olan iki kişi arasında zamanla büyüyen bir aşka dönüşecekti. tabii ki her aşk gibi bu da bitecekti.
milena kendi mektuplarının yakılmasını istediği için kitapta sadece kafka’nın yazmış olduğu mektuplar bulunmaktadır. (her ne kadar kafka eserlerinin yakılmasını vasiyet etmiş olsa bile vasiyeti dinlemeyecek ve diğer eserleri gibi bu mektuplar da basılacaktı.)
kitabı okumamış olanlar için bir açıklama yapmam gerekiyor. bu eser bir aşk romanı değildir. her ne kadar bir noktadan sonra romantizm ekseninde dönse de kafka’nın edebiyat yapma, aşk hikayesi yazma arzusu ile yazdığı bir eser olarak da düşünmemek gerekir. ancak kafka gibi önemli bir yazarın hislerini, düşünme tarzını, hayata bakış açısını göstermesi yönünden önemlidir.
“en iyi dileklerimle, f.kafka” imzası ile sonlanan mektuplar zaman içinde “franz k.” şeklinde ön ada sonrasında “f.” şeklinde kısaltmaya dönüştükçe kafka’nın yükselen duygularına şahit olacağız. nihayetinde “senin” diye imzalanan mektupla “(artık ismimi de kaybettim, gittikçe kısaldı ve bu kadar kaldı)” açıklamasının aşkın daha güzel pek az açıklaması olabileceğini düşünüp ilerleyen mektuplarda kafka’nın “bana aitsin” cümlesini neden sevmediğini öğreneceğiz.
nihayetinde kafka’nın “milena, neden asla gerçekleşmeyecek olan ortak bir gelecek hakkında yazıyorsun” sitemi ile gelen acıyı da göreceğiz.
kafka mektuplaşmaları bittikten bir sene sonra sitem ettiği ortak gelecekleri olmadan ölecek, milena ise ancak kafka öldükten bir yıl sonra kocasından boşanacaktı.
bu dönemde yaptığı pek çok işten biri de meşhur yazarların eserlerini çekçeye tercüme etmekti. eleştirmen olan kocasının çevresi sayesinde tanıdığı ile kafka’ya eserlerini tercüme etmek istediğine dair bir mektup yazar ve bu mektup ile başlayan yazışmaları hayatta haksızlıklara maruz kalmış ve sevgisizlik çekmekte olan iki kişi arasında zamanla büyüyen bir aşka dönüşecekti. tabii ki her aşk gibi bu da bitecekti.
milena kendi mektuplarının yakılmasını istediği için kitapta sadece kafka’nın yazmış olduğu mektuplar bulunmaktadır. (her ne kadar kafka eserlerinin yakılmasını vasiyet etmiş olsa bile vasiyeti dinlemeyecek ve diğer eserleri gibi bu mektuplar da basılacaktı.)
kitabı okumamış olanlar için bir açıklama yapmam gerekiyor. bu eser bir aşk romanı değildir. her ne kadar bir noktadan sonra romantizm ekseninde dönse de kafka’nın edebiyat yapma, aşk hikayesi yazma arzusu ile yazdığı bir eser olarak da düşünmemek gerekir. ancak kafka gibi önemli bir yazarın hislerini, düşünme tarzını, hayata bakış açısını göstermesi yönünden önemlidir.
“en iyi dileklerimle, f.kafka” imzası ile sonlanan mektuplar zaman içinde “franz k.” şeklinde ön ada sonrasında “f.” şeklinde kısaltmaya dönüştükçe kafka’nın yükselen duygularına şahit olacağız. nihayetinde “senin” diye imzalanan mektupla “(artık ismimi de kaybettim, gittikçe kısaldı ve bu kadar kaldı)” açıklamasının aşkın daha güzel pek az açıklaması olabileceğini düşünüp ilerleyen mektuplarda kafka’nın “bana aitsin” cümlesini neden sevmediğini öğreneceğiz.
nihayetinde kafka’nın “milena, neden asla gerçekleşmeyecek olan ortak bir gelecek hakkında yazıyorsun” sitemi ile gelen acıyı da göreceğiz.
kafka mektuplaşmaları bittikten bir sene sonra sitem ettiği ortak gelecekleri olmadan ölecek, milena ise ancak kafka öldükten bir yıl sonra kocasından boşanacaktı.
devamını gör...
normal sözlük'ün en beğenilen özelliği
engel butonlarının tıkır tıkır çalışması.
canınızı sıkan, haddi aşan, girdileriyle ne size ne de kafa sözlük'e hiçbir fayda sağlamayan kişileri engelliyorsunuz ve yok oluyorlar resmen.
müthiş bir lüks. uzay boşluğuna yollamış gibi oluyorsunuz.
canınızı sıkan, haddi aşan, girdileriyle ne size ne de kafa sözlük'e hiçbir fayda sağlamayan kişileri engelliyorsunuz ve yok oluyorlar resmen.
müthiş bir lüks. uzay boşluğuna yollamış gibi oluyorsunuz.
devamını gör...
öldürmeyip süründüren şeyler
yirmilik diş.
türkiye' de yaşamak.
özlenen kişinin ölmüş olması.
türkiye' de yaşamak.
özlenen kişinin ölmüş olması.
devamını gör...
didem madak
"şefkate söyle o da gelsin
özledim onu, o da gelsin
saçlarıma dokunsun"
didem madak
özledim onu, o da gelsin
saçlarıma dokunsun"
didem madak
devamını gör...
güncel siyasetle ilgilenmeyenlerin küçümsenmesi
türkiye siyasi atmosferinin tipik, sığ özelliklerinden biridir. tam da bu sebeple ilgilenilmemektedir ama gel de anlatabil.
herkes deha, herkes küçükken babasının mega hafıza seti aldığı çocuk resmen. gündeme dair öyle siyasi analizleri var ki yaramazın, o analizleri yapan bir milyonuncu kişi değilmiş gibi yapay bir orijinallik parıltısı saçarak yazıyor. işlerine geliyor bir yerde. bitmez tükenmez bir davanın, motorları maviliklere sürecek olmanın ve ola ki maviliklerde tekerimiz patlamazsa bu sürüş keyfinde bilfiil fayda sahibi olmanın yatırımını yapıyorlar. bir anlamda "memleketi biz kurtardık" demek için her şey. hiç tanıdık geliyor mu acaba.
ha bir de "memleket zaten bizimle kurtuldu"cu kitle var ki ben henüz herhangi biriyle sağlıklı iletişim kuramadım.
bak ben sabahları erkenden uyanır, yeşil çayımı demler, meditasyonumu yaparak yerden bir karış yükselirim. arşa değmese de başım 100 wattlık sarı ampulümü* yakar yine aydınlanırım. beni aydınlatma çabandan vazgeç.
edit: siyasetle ilgilenmemek başka, güncel siyasetle ilgilenmemek başka. durum apolitiklik değildir. herkesin bir politik duruşu var. memleketin siyasi atmosferini demagoji cehennemine çevirmenin alemi yok. güncel siyaset afyondur. iktidardan muhalefete her parti bu afyonu salım salım zerkediyor. kitleler ucuz politika ile uyuşturuluyor. bastırtmayın yazıcıdan büyük resmi.
herkes deha, herkes küçükken babasının mega hafıza seti aldığı çocuk resmen. gündeme dair öyle siyasi analizleri var ki yaramazın, o analizleri yapan bir milyonuncu kişi değilmiş gibi yapay bir orijinallik parıltısı saçarak yazıyor. işlerine geliyor bir yerde. bitmez tükenmez bir davanın, motorları maviliklere sürecek olmanın ve ola ki maviliklerde tekerimiz patlamazsa bu sürüş keyfinde bilfiil fayda sahibi olmanın yatırımını yapıyorlar. bir anlamda "memleketi biz kurtardık" demek için her şey. hiç tanıdık geliyor mu acaba.
ha bir de "memleket zaten bizimle kurtuldu"cu kitle var ki ben henüz herhangi biriyle sağlıklı iletişim kuramadım.
bak ben sabahları erkenden uyanır, yeşil çayımı demler, meditasyonumu yaparak yerden bir karış yükselirim. arşa değmese de başım 100 wattlık sarı ampulümü* yakar yine aydınlanırım. beni aydınlatma çabandan vazgeç.
edit: siyasetle ilgilenmemek başka, güncel siyasetle ilgilenmemek başka. durum apolitiklik değildir. herkesin bir politik duruşu var. memleketin siyasi atmosferini demagoji cehennemine çevirmenin alemi yok. güncel siyaset afyondur. iktidardan muhalefete her parti bu afyonu salım salım zerkediyor. kitleler ucuz politika ile uyuşturuluyor. bastırtmayın yazıcıdan büyük resmi.
devamını gör...
o da bir şey mi
komik veya kötü bir anını anlatırsın, ortamdan birisi hemen atılır o da bir şey mi, ben de şöyle yapmıştım ya da bana da şöyle olmuştu. hemen anı yarıştırmaya başlar. yahu bir dur, bir sakin. herkesin anısı kendisine. nedir bu, senin de yaşadığın bir şey mi? ben yaşıyorum. en çok ben yaşıyorum havan?
söyleyenin ağzına ıslak terlikle vurma isteğini alevleyen söz.
söyleyenin ağzına ıslak terlikle vurma isteğini alevleyen söz.
devamını gör...
sözlüklerde ak partili ve müslüman insanlara saldırılması
onlar da bize çiçek yollamıyor azizim. ne zaman dillerine düşsek ya vatan haini, ya da din düşmanı oluyoruz...*
devamını gör...
suriyeli sığınmacılara karşı kullanılan nefret söylemleri
bugün iğrenç bir örneğini gördükten sonra açtığım başlık. öncelikle şunu belirteyim suriyeli sığınmacıların ülkelerine dönmelerini ben de isterim. dünyanın hiç bir yerinde bu kadar sığınmacıyı kabul eden başka ülke yok. bu kadar sığınmacı da hiç şüphesiz bir çok soruna sebep olur. ancak ülkenin içine girdiği çıkmazların tümünün bedelini sorumlusu olmadıkları savaştan kaçan insanlara kesmek ahlaki değildir. ayrıca bu insanlara karşı kullanılan akıllara zarar propagandalar var ki sormayın gitsin.
örnek; “siz savaştan kaçıp vatanınızı satarken benim askerim sizin yüzünüzden şehit oluyor”.
cevap; öncelikle şunu sormak istiyorum kimin yanında savaşsınlar? diktatör ve katil ilan edilen esad’ın ordusunda mı savaşsınlar? mezhepçi ve ışid artığı ilan edilen öso’nun yanında mı savaşsınlar? etnik bölücü ve terörist ilan edilen ypg’nin yanında mı savaşsınlar? şimdi soruyu değiştirip şöyle sorayım kime karşı savaşsınlar? kız alıp verdikleri kürt’e karşı mı savaşsınlar? kapı komşusu oldukları nusayri’ye karşı mı savaşsınlar? yoksa aynı dine inandıkları sünni arab’a karşı mı savaşsınlar? zaten bu soruyu hangi suriyeli’ye sorduğunuza göre alacağınız cevap değişebilir. bir iç savaşta esas vatana ihanet savaşa katılmak değil midir? sürekli olarak örnek olarak verilen yunan-türk savaşları ile bu durum arasındaki tek benzerlik ortada bir savaşın olduğu. yunan- türk savaşının aksine orada savaşan her grup üyeleri o ülkenin evladı.
“benim askerim sizin yüzünüzden şehit oluyor” ifadesi ise tamamen yalan. türk ordusu orada kendi devletinin hatta sadece erdoğan hükümetinin istikbali için savaşıyor. bu durumda sığınmacılar niçin ve nasıl suçlanabilir? bir nusayri yada bir kürt için türk ordusunun bölgede olmasının nasıl bir faydası olabilir? hatta tam aksine bu suriyeliler için zararlı bir durum.
örnek; suriyeliler yüzünden işimizden oluyoruz.
cevap; suriyeliler yüzünden değil ahlaksız patronlar yüzünden işinizden oluyorsunuz. asgari ücretin çok altında maaş alan bu insanları kölelik yaptığı için suçlamanız ne kadar akıl karı? adı üstende adam resmen kölelik yapıyor. burada esas haksızlığa uğrayan onlar değil mi? sürüldükleri ülkelerinden hiç bir taşınmazlarını getiremiş, fakir kalmış insanların bu mağduriyetlerini kullanarak sömürenler değil mi asıl suçlu olan? yani biz! zaten bu sönürünün ortaya çıkardığı fakirlik onunla bağlantılı olarak yüksek doğum oranları ve bunun doğurduğu aynı evde birçok kişinin birlikte yaşaması gibi durumlar ise nefret söylemlerinde argüman olarak kullanılıyor.
örnek; suriyeliler ülkenin demografisini değiştiriyor.
cevap; suriyeli ifadesi bir etnik kökeni işaret etmez. suriye devletinin vatandaşına suriyeli denir. bu kişi suriye vatandaşlığından çıkarsa artık suriyeli değildir. burada suriyeliden kasıt araplar. bunu söyleyen kişiler aynı şeyi türkmenler içinde düşünüyor mu merak ediyorum. türkmenler’i bu gruptan muaf tutanların etnik milliyetçilik yapmadığını, anayasada yer alan türklüğün vatandaşlık bağını kastettiğini söylemeleri ayrı bir ironi konusu. ancak bunların hiçbirine gerek yok çünkü suriyeliler mülteci değil geçici koruma statüsü sahibi sığınmacılar. yani bu kişilerin ülkelerinde savaş bittiğinde gitmeleri gerek.
örnek; suriye’de savaş bitti artık ülkelerine geri dönsünler.
cevap; suriye’de savaş bitmedi. savaşın yoğunluğunun düşmesi bittiği anlamına gelmez. ülkede yeni anayasa kabul edilene ve tüm taraflar bu anayasayı kabul edene kadar savaş bitmiş sayılmaz. kuzey ve doğu suriye özerk yönetimi‘nin anayasada kabul edilip edilmeyeceği, sünni grupların esad ile kavgasında nasıl uzlaşı sağlanacağı, esad’ın istifa edip etmeyeceği gibi sorunlar hala masada. idlib ve eyn isa gibi yerler hala sıcak çatışma ortamı yaşıyorlar. suriye çölleri ise ışid saldırısının tehlikesi altında. sığınmacılar ülkelerine döndükleri anda zorunlu askerlik uygulamasına tabi tutulup savaşa sürülecekler ya da her an ölme ihtimali ile yaşamak zorunda kalacaklar.
uzun lafın kısası suriyelilerin ülkemizde bulunması bir sorundur ancak bu sorunu hiç bir şekilde çözme gücüne sahip olmayan insanların omzuna yıkmak haksızlıktır. çözüm popülist söylemden ve askeri yöntemden uzaklaşıp siyasi uzlaşıyı desteklemek.
örnek; “siz savaştan kaçıp vatanınızı satarken benim askerim sizin yüzünüzden şehit oluyor”.
cevap; öncelikle şunu sormak istiyorum kimin yanında savaşsınlar? diktatör ve katil ilan edilen esad’ın ordusunda mı savaşsınlar? mezhepçi ve ışid artığı ilan edilen öso’nun yanında mı savaşsınlar? etnik bölücü ve terörist ilan edilen ypg’nin yanında mı savaşsınlar? şimdi soruyu değiştirip şöyle sorayım kime karşı savaşsınlar? kız alıp verdikleri kürt’e karşı mı savaşsınlar? kapı komşusu oldukları nusayri’ye karşı mı savaşsınlar? yoksa aynı dine inandıkları sünni arab’a karşı mı savaşsınlar? zaten bu soruyu hangi suriyeli’ye sorduğunuza göre alacağınız cevap değişebilir. bir iç savaşta esas vatana ihanet savaşa katılmak değil midir? sürekli olarak örnek olarak verilen yunan-türk savaşları ile bu durum arasındaki tek benzerlik ortada bir savaşın olduğu. yunan- türk savaşının aksine orada savaşan her grup üyeleri o ülkenin evladı.
“benim askerim sizin yüzünüzden şehit oluyor” ifadesi ise tamamen yalan. türk ordusu orada kendi devletinin hatta sadece erdoğan hükümetinin istikbali için savaşıyor. bu durumda sığınmacılar niçin ve nasıl suçlanabilir? bir nusayri yada bir kürt için türk ordusunun bölgede olmasının nasıl bir faydası olabilir? hatta tam aksine bu suriyeliler için zararlı bir durum.
örnek; suriyeliler yüzünden işimizden oluyoruz.
cevap; suriyeliler yüzünden değil ahlaksız patronlar yüzünden işinizden oluyorsunuz. asgari ücretin çok altında maaş alan bu insanları kölelik yaptığı için suçlamanız ne kadar akıl karı? adı üstende adam resmen kölelik yapıyor. burada esas haksızlığa uğrayan onlar değil mi? sürüldükleri ülkelerinden hiç bir taşınmazlarını getiremiş, fakir kalmış insanların bu mağduriyetlerini kullanarak sömürenler değil mi asıl suçlu olan? yani biz! zaten bu sönürünün ortaya çıkardığı fakirlik onunla bağlantılı olarak yüksek doğum oranları ve bunun doğurduğu aynı evde birçok kişinin birlikte yaşaması gibi durumlar ise nefret söylemlerinde argüman olarak kullanılıyor.
örnek; suriyeliler ülkenin demografisini değiştiriyor.
cevap; suriyeli ifadesi bir etnik kökeni işaret etmez. suriye devletinin vatandaşına suriyeli denir. bu kişi suriye vatandaşlığından çıkarsa artık suriyeli değildir. burada suriyeliden kasıt araplar. bunu söyleyen kişiler aynı şeyi türkmenler içinde düşünüyor mu merak ediyorum. türkmenler’i bu gruptan muaf tutanların etnik milliyetçilik yapmadığını, anayasada yer alan türklüğün vatandaşlık bağını kastettiğini söylemeleri ayrı bir ironi konusu. ancak bunların hiçbirine gerek yok çünkü suriyeliler mülteci değil geçici koruma statüsü sahibi sığınmacılar. yani bu kişilerin ülkelerinde savaş bittiğinde gitmeleri gerek.
örnek; suriye’de savaş bitti artık ülkelerine geri dönsünler.
cevap; suriye’de savaş bitmedi. savaşın yoğunluğunun düşmesi bittiği anlamına gelmez. ülkede yeni anayasa kabul edilene ve tüm taraflar bu anayasayı kabul edene kadar savaş bitmiş sayılmaz. kuzey ve doğu suriye özerk yönetimi‘nin anayasada kabul edilip edilmeyeceği, sünni grupların esad ile kavgasında nasıl uzlaşı sağlanacağı, esad’ın istifa edip etmeyeceği gibi sorunlar hala masada. idlib ve eyn isa gibi yerler hala sıcak çatışma ortamı yaşıyorlar. suriye çölleri ise ışid saldırısının tehlikesi altında. sığınmacılar ülkelerine döndükleri anda zorunlu askerlik uygulamasına tabi tutulup savaşa sürülecekler ya da her an ölme ihtimali ile yaşamak zorunda kalacaklar.
uzun lafın kısası suriyelilerin ülkemizde bulunması bir sorundur ancak bu sorunu hiç bir şekilde çözme gücüne sahip olmayan insanların omzuna yıkmak haksızlıktır. çözüm popülist söylemden ve askeri yöntemden uzaklaşıp siyasi uzlaşıyı desteklemek.
devamını gör...
yemekleri en güzel ilimiz
01.
devamını gör...
kadınlar yaptıkları günlerde ne konuşuyor ve neden o kadar mesut görünüyor sorunsalı
çocukları ve eşleriyle olan mevzuları anlatıyorlar. spesifik gibi görünen fakat hemen hemen her evde yaşanan olayları "sadece bizde yaşanmıyormuş" coşkusuyla hep bir ağızdan konuşuyorlar. coşkun bir ortam olarak görülmesinin bir diğer nedeni de herkesin aynı anda sürekli konuşması. ilginç bir şekilde anlaşabiliyorlar da.
nerden mi biliyorum?
bir gün boyunca arka odada aç, susuz, sigarasız, tuvaletsiz yaşamaya çalışmak gibi bir hata yapmıştım.
nerden mi biliyorum?
bir gün boyunca arka odada aç, susuz, sigarasız, tuvaletsiz yaşamaya çalışmak gibi bir hata yapmıştım.
devamını gör...